16 Ekim 2012

ALIŞ-VERİŞ FASLI İKİNCİ BÖLÜM

ALIŞ-VERİŞ FASLI İKİNCİ BÖLÜM
FAYDALI BİR NOT:
Bizim zamanımızda halk çarşamba günü hastaları ziyaret etmenin meymenetsizlik olduğuna inanır.
Eğer bundan ötürü hastaya bir zarar gel-mesi bahis konusu ise onu terketmek uygundur.
El-Muhibbî'nin Tarihi'nde Şeyh Abdullah el-Bîlûnînin tercümesinde şöyle demektedir:
«Cumartesi, pazartesi ve çarşamba günlerinde hasta ziyaretinden sa-kın. Medinei Münevvere'de de
bu bilinmektedir. Bundan gafil olma. Çünkü örf yüce bir delildir.»
El Muhibbi der ki: «Derim ki: Bu meşhur bir örftür. Fakat sünneti seniyyede cumartesi hakkındaki
görüşü reddeden hüküm vardır. Yine Resulullah'tan gelen bir esere göre Cenab-ı Peygamber cuma
günü Küba ehlini arar veya onların halini sorar, onlardan orada görmediklerini soruş-turdu. Ona O
hastadır, denildiğinde Cenab-ı Peygamber cumartesi günü hastanın ziyaretine giderdi. Düşün.»
«Hayvanların iğdiş edilmesi caizdir, ilh...» Bu yumurtalığın alınmasıy-la olur.
«Altında iğdiş edilmesi caizdir, denildi, ilh...» Şemsu'l-Eimmeti'l Hal-vânî! «Bize göre iğdiş etmekte
bir beis yoktur» dedi. Şeyhülislam, «Atın iğdiş edilmesi haramdır» dedi. T.
«Onu faydalı olmakla takyîd ettiler, ilh...» Hayvanların iğdiş edilmesi-nin caizliğini yarara
bağlamışlardır. Yani onların tavlanması, yahut da baş-ka hayvanları ısırmaktan menedilmeleri gibi
bir maksadla ancak iğdiş edil-lirler. Ama insanlar böyle değildir. İnsanların iğdiş edilmesinde günah
kas-tedilmektedir. Böylece iğdiş edilmeleri de haramdır. El-İtkânî bunu Et-Tahâvî'den naklederek
ifade etti.
BİR UYARI: Belirtmek için hayvanları bağlamak, kız çocuklarının ku-laklarını delmekte bir beis
yoktur. Çünkü Resulullah'ın zamanında bunu yaparlardı ve Peygamber: «Yapmayınız» demedi.
Hastalık için çocuğu dağ-lamakta da beis yoktur. İtkanî.
Zarar veren kedi dövülmez. Kulağı kesilmez. Belki keskin bıçakla kesilir.
Eğer hamile bir kadın ölürse ve ilgililerin gali'b görüşü, karnındaki çocuğun diri olduğu yolunda ise
sol taraftan karnı delinir ve çocuk alınır. Bunun aksi olursa çocuk parçalanarak alınır. Taitarhâniye.
«Tedavi için hukne ilh...» yani şiringa ile ön ve arkadan ilaç veril-mesi caizdir. Yani hastalıktan veya
hastalığa götüren zaiflikten ötürü böyle bir işlem yapılabilir. Fakat cimada daha kuvvetli olsun veya
daha tav-lansın gibi zahir bir menfaat içinse hükmen caiz değildir. Nitekim bu du-rum El-ınaye'de
yer almıştır.
«Erkek için dahi olsa ilh...» ibaresi yerine: «Kadın için dahi olsa» ibaresi olsa daha evladır.
«En Nihâye'de buna caiz demiştir ilh...» En Nihâye'deki ibare şöyle-dir: «Et-Tehzîb'te hasta için
sidiğin, kanın ve murdarın içilmesi ve yenmesi tedavi için olursa caizdir. Müslüman bir doktor da
«Senin şifan bundadır» demişse ve aynı zamanda onun yerine geçecek helâl de yoksa caizdir. Eğer
doktor: «Sen bunu içtiğin veya yediğin takdirde acelece şifa bulur-sun» dediği takdirde, bunu
kullanabilir mi, kullanamaz mı hususunda iki görüş vardır: Acaba tedavi için az bir şarab içmek caiz
midir? Burada da iki görüş vardır. El-İmam Timurtaşî'de böyle dedi.



Ed-Durrul-Münteka'da, En-Nihâye'deki hüküm nakledildikten sonra şu hüküm yer almaktadır:
«El-Minah ve başka kitaplar buna cevaz verdiler.Biz de taharet ve ridâ (süt emme) konularında
mezhebin bunun hilâfı ol-duğunu kaydettik.»
«Şifanın bilinmesi anında ve başka bir helâlin de haram yerine tedavi olarak ikame edilmediği
takdirde haramı ilaç olarak kullanmak hanımlığı ortadan kalkar.» Mananın hulasası o zaman şöyle
olur: Cenab-ı Hak size tedavi olma izni vermiştir. Her hastalığın da bir ilâcı vardır. Eğer o ilâçlar
arasında haram olan mir şey varsa, siz de o haramla şifa elde edildiğini biliyorsanız, onu
kullanmanın haramlığı ortadan 'kalkar. Çünkü Cenab-ı Hak sizin şifanızı size horam kıldığı şeylerde
kılmamıştır.
«Susuzluğun giderilmesi için şarabın içilmesinin çeriz olması buna de-lalet eder ilh...» Sözüne
gelince; derim ki: Bu tartışılır. Çünkü lokmayı şarab ile gidermek ve susuzluğun giderilmesi için
şarab içmek, menfaati yüzde yüz olup nefsinin dirilmesi içindir. Bunun için onu terkederse
gü-nahkar olur. Tıpkı kudreti olduğu halde ölünceye kadar yemek yemeği terketmesi gibi. Ama
tedavi bunun hilâfınadır. Velev ki haram olan şey-lerle tedaviyi bırakırsa mesul olmaz. Çünkü
ölünceye kadar tedaviyi bı-raktığı takdirde günahkâr olmaz. Nitekim bunu açıkça belirtmişlerdir.
Çün-kü ilaç için şifa bulunması zannedilir. Nitekim biz bu durumu daha önce belirttik. Düşün.
«Biz onu daha önce söyledik ilh...» Yani Hazr ve Ibâha bölümü başın-da bunu söylemişti. Orada:
«Gıda için yemek, susuzluğu gidermek için haramdan, murdardan, başkasının malından dahi olsa
farzdır, fakat zamin olur.» denildi.
TAMAMLAYICI NOT: Tatarhâniye'de hüküm olunduğuna göre aklı gi-deren, yemeği ve benzerini
kesen bir şeyin içilmesinde beis yoktur. Bunun tamamı Eşribe Kitabı'nın sonunda gelecektir.
«Eğer beytülmal helâlden derlenmişse hakim için oradan maaş almak helâl olur ilh...»
En-Nihâye'de denildi ki: «Beytülmal haramsa yani batıl yollardan der-lenmişse kadı için oradan
maaş almak helâl değildir. Çünkü haramın ve gasbedilenin yolu sahiblerine geri vermektir. Ve bu
müslümanların amme malı olmaz.»
Ben derim ki: «İlletin zahiri bu haramların ehli belli olmasıdır. Öyleyse ondan maaş almanın
haramlığı açıktır. Mal sahibleri 'belli olmadıkları tak-dirde o mal bulunan mal gibidir. Beytulmala
konur. Yerde bulunan mallar nereye sarfedilirse oralara sarfedilirler».
Hediye ve hüküm için alman rüşvet hususunda açıkça bu hediye ve rüşvet eğer sahibleri bilinirse
sahiblerine geri verilecektir. Aksi takdirde yani bilinmiyorlarsa veya onlar uzaktaysa, ve bu
sebebten götürüp kendi-lerine malı vermek zorlaşırsa o zaman o mal beytulmala verilir. Onun
hük-mü de bulunan malın hükmü gibidir. Nitekim El-Kada Kitabında bu durum zikredildi. Düşün.
«Her zamanda ilh...» şeklindeki kayıt yo takdir veya kâfi gelir fiille-rine bağlanır. Yani her zamanda
kifayeti o zamanın miktarıyla takdir edilir. Çünkü nafaka zamanın değişmesiyle değişir.
«Kadı zengin olsa dahi en sıhhatli görüşe göre ona maaş verilir «ilh...»
Hidaye'nin ibaresi şöyledir: «Hakim fakir olduğu takdirde en efdal hatta vacib olan maaş almasıdır.
Çünkü hüküm verme farzını yerine getirmek an-cak maaş almakla mümkündür. Zira kazançla
meşgul olmak onu hüküm vermek hususunda ona zorluk verir uzaklaştırır.»
Eğer hakim zengin ise, en efdali, beytulmale şefkat olsun diye denildiğine göre, maaşı
terketmesidir. Bazıları da «alması efdaldir» dediler ve bu son görüş en sıhhatli görüştür. Çünkü
hüküm gevşeklikten korun-muş olur ve bu hakimden sonra gelen hakim eğer muhtaçlardansa,
gözetilmiş demektir. Çünkü bu maaş bir zaman kesilmişse onu tekrar iade et-mek zorlaşır.
«Hakim şart koşmamışsa böyledir ilh...» Yani hakimlik vazifesini baş-ta şart koşmaksızın kabul
etmiştir. Sonra vali ona yetecek kadar beytulmalden kendisine maaş verir. Eğer başlangıçta ancak
kadı'lık vazifesini «Vali benim kadılığımın karşılığında maaş verirse bu makamı kabul ederim aksi
takdirde kabul etmem» demişse bu bâtıldır. Çünkü taat karşılığında ücret almak olur. Kifâye.
«Taata karşılık ücret caiz değildir ilh...» Yani bu tür ücreti almak da caiz değildir.
«Yazılsın ilh...» ibaresine gelince, derim ki: Biz bunu İcâreler Kitabında yazdık. Hem de daha fazla
imkânı olmayacak şekilde belirttik. Beyan et-tik ki, muteahhirinin kelâmı her taat hususunda genel
değildir. Belki Kur'ân öğretilmesi, belki fıkıh, imamet ve ezan gibi zarurî olanlarda geneldir.
«Cariyenin sefere gitmesi caizdir ilh...» hükmüne gelince, çünkü ecne-biler cariye hakkında, ona
bakmak ve ellemek meselelerinde mahremleri mesabesindedirler. Hidâye.
Zeylaî, «Ümmü'l veled cariyedir, çünkü onda daha cariyelik vardır. Mükâtebe akdini yapan kadın da



cariyedir, çünkü onun rekabesi daha efen-disinin mülküdür. Bir kısmı azad edilmiş cariye de Ebu
Hanife katında da-ha cariyedir. Çünkü Ebu Hanife'ye göre bu, mükâtebe akdi yapan cariye gibidir.»
Burada hür bir kadının üç günlük bir mesafeye mahremsiz gidemeye-ceği hükmüne işaret vardır.
Üç günden aşağı olan mesafeler hususunda ih-tilaf vardır. Bazıları kadın salihlerle çocuklar ve
bunaklarla sefere çıkabilir, velev ki onlar mahremleri olmasa da» demiştir. Bu El-Muhit'te böyle yer
almıştır. Kuhistânî.
«Küçük çocuğa lazım olan şeylerin satın alınması caizdir ilh...» Na-faka, elbise, ona bakacak bir
dadı icar etmek gibi lüzumlu olanların satın alınması caizdir. Minah.
İbn Melek: «Şerhu'l-Mecma'ında bunu görmedim» diyor. Mecma'ın «onu sanata verir, en sıhhatli
görüşe göre ücretle çalıştırmaz» sözünden sonra nassı şu olan ibareyi gördüm:
«El-Kudûrî'nin rivayetinden sakınmak için bununla kayıtlandırdı. Bu rivayete göre çocuğun icarla
çalıştırılması caizdir, tıpkı küçüğü annenin zorla çalıştırılması gibi. Çünkü bu çalıştırmada bir işle
meşgul olmak he-sabiyle çocuk fesattan korunmuş olur.
«Birinci rivayetin izahı çocuğu yerde bulan bir kimse, onun menfaat-lerini itlaf etmeyi mülk
edinmez. Binaenaleyh amcası gibi onu icarla ça-lıştırmaz. Fakat anne 'böyle değildir. Çünkü anne
çocuğunun menfaatlerini meccanen dahi itlaf etme yetkisine sahibtir. Binaenaleyh onu ivazla mülk
edinir.»
Bunun benzeri El-Vikâye üzerindeki şerhte de vardır. Evet, Zeylaî Kudurî'nin rivayetinin daha yakın
olduğunu zikretmiştir:
Ben derim ki: Bilmiş oldun ki en sıhhatlisi bunun hilafıdır. Nitekim El-Mecma, El-Vikâye, El-Hidâye
ve başka kitablar Lakît (sokakta bulunan çocuk) konusunda bunu açıkça ylemişlerdir. Bu
noktada El-Hidâye'de tereddüt vardır.
«Onun amcasının da hükmü böyledir ilh...» ibaresine gelince, yani kü-çük çocuğun amcası için de
hüküm böyledir. Bu şerh El-Minah'ın bazı nüshalarındaki metne binaendir. Onun nassı şöyledir.
«Eğer 'küçük çocuk amcasının elindeyse amcası da onu ücretle çalıştırırsa caiz olur. Çünkü
çalıştırmak onu korumaktan bir parçadır. Bu hüküm Ebu Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre
ise ücretle çalıştırması doğru olmaz. Tashih edil-miş bir nüshada «onu ücrete veriri» ibaresindeki
zamir silinmiş ve onun yerine «anası onu ücretler çalıştırır» ibaresi yer almıştır. Ve bu ibare
et-Tebyîn ve eş-Şurunbilâliye'deki ibarelere daha uygundur. Fakat En-Ni-hâye'de Timurtâşî'nin
Çamii'nden şöyle nakledildiğini gördüm:
«Anne eğer çocuğu ücretle çalıştırırsa çocuk annenin yanında olduğu takdirde caiz olur. Mahremi
olan rahim sahihleri de beyledirler.» Oraya müracaat et.
Camiu'l Fusuleyn'in yirmiyedisinde (varak) şu hüküm yer almaktadır; «Her çocuğun babası, dedesi,
varisi, olmazsa yakın rahim şahinlerinden birisi onu ücretle çalıştırırsa -ki o da bu yakının evinde
ise-, caiz olur. Eğer rahim sahibi olan bu yakının evinde ise,ondan daha yakını olan başka bir kimse
onu ücretle çalıştırmaya vermişse, mesele annesi ve halası var-dır, kendisi halasının evinde
kalmaktadır, annesi onu ücretle çalıştırma-ya vermişse Ebu Yusuf'un katında bu da caizdir. İmam
Muhammed'in ka-tında ise doğru değildir. Fakat buna rağmen İmam Muhammed diyor ki:
«Onu ücretle çalıştırmaya veren, ücretini kabzeder.»
«Eğer çocuk kendini ücretle çalıştırmaya verirse caiz değildir ilh...» Yani kifayet yönünden lazım
gelmez. Çünkü zararla karışıktır. Zeylaî.
«Baba ile dedenin de çocuğu ücretle çalıştırmaya verebilir ilh...» On-ların vasileri de çalıştırabilir.
Fakat hakimin vasisi çalıştıramaz. Hamevî.
Bu Dürer ibaresinin zahirine muhaliftir. Oraya müracaat et.
Evet, sarih, Kitabu'l-Vesaya'da bu meseleyi baba vasisi ile kadı va-sisinden ayrıldığı sekiz
meseleden birisi sayılmıştır.
«Nitekim bu, Durer'den anlaşıldı ilh...» ibaresine gelince, yani sara-haten anlaşılmıştır, demektir.
Dürer'in ibaresi şudur: «Muhit sahibinin Fevaid'inde şu hüküm yer alıyor:
Baba, dede veya kadı küçük çocuğu çalışmalardan birisine verirlerse; denilmiştir 'ki: Eğer ecr-i
misille ücretle vermişlerse caizdir. Onların birisi ücret-i misilden öz bir ücretle çocuğu çalıştırmaya
vermişlerse caiz değil-dir. Fakat sahih görüşe göre az da vermişlerse ücretle çalıştırması caiz olur.
Bunun benzeri el-Minah'da vardır.' Eş Şurunbilâliye'de denildi ki: «Eğer en azı fahiş zararla değil az



zararla yorumlanırsa muhalefet ortadan kalkar.»
METİN
Üzüm şirasını şarap yaptığı bilinen bir kimseye satmak caizdir. Çünkü günah şıranın aynısına bağlı
değil, ancak şira değişikliğe uğratıldıktan sonra meydana gelir. Bazıları günaha yardım olduğundan
dolayı şarab yapan bir kimseye şiranın satılması mekruhtur, dedi. Musannif, Es-S'irâc ve
el-Müşkilât'tam nakletti ki: Onu şarab yapandan maksad 'kâfir bir kim-sedir. Şarap yapan bir
müslümana satması ise mekruhtur. Bunun benzeri Cevhere'de, El-Bakani'de ve başka kitablarda
gelmiştir. El-Kuhistânî, el-Hâniye'ye izafeten şu hükmü ekledi:
Şarap yapan kâfire de şira satma ittifakla mekruhtur.
Lutîlik yapan bir kimseye tüysüz bir köleyi satmak, fitne ehline silah satmak bunun tam tersidir.
Yani haramdır. Çünkü günah bunların aynısıyla kaimdir. Sonra tüysüzü lutilik yapan bir kimseye
satmak caiz değildir meselesindeki kerahet El-Haniye ve başkasının bayi'ler bölümünde açıkça
belirtilmiştir. Musannıf da Zeylaî ve El-Ayni'de yer alan hükmün hilafına binaen buna itimad etmiştir.
Her ne kadar musannif bunu Bâğîler konusunda kabul etmişse de.
Biz bağiler konusunda en-Nehr'e izafeten şu hükmü naklettik: Ayni-siyle maşiyet kaim olan bir
şeyin alış verişi tahrimen mekruhtur. Aksi takdirde tenzihen mekruh olur. İki görüş arasında uyum
sağlamak kabilin-den bu ezberlensin.
Bir müslümanın kilise tamirinde çalışması caizdir.
Kendi nefsiyle veya hayvanıyla ücret karşılığında zimminin şarabını taşıması caizdir. Fakat
zimminin şarabını sıkmak caiz değildir. Çünkü sık-manın aynısına maşiyet bağlanmaktadır.
Küfe köylerinde evini ateşgede veya kilise veya havra olmak üzere icara vermek caizdir. Kûfe'nin
ylerinden başka, en sıhhatli görüşe göre evini bu işlerde kullanılmak üzere icara veremez.
Şehirlere veya Kûfe'nin köylerinden başka köylere gelince... Bunlarda böyle bir şey verilmez. Çünkü
o köylerde İslâm şeairi belirgin bir hale gelmiştir. Küfe köyleri tahsis edildi) çünkü bu köylerin
ehlinin çoğu zimmidir. Veya evini meyhane olarak Küfe köylerinde verirse caizdir. Fakat İmameyne
göre bu uygun değildir. Çünkü günaha yardım demektir. Ve Eimmei Selase yani Malik Şafii, Han-bel
de bunu böyle söylemişlerdir. Zeylaî.
Mekke evlerinin binası ve arazisini satmak kerahetsiz olarak caizdir. Fakat İmam Şafii de böyle
demiştir. Bununla da fetva verilir. Aynî.
Şuf'ada yani şüf'a bahsinde geçti. El-Burhan adlı kitabta öşür konu-sunda şu hüküm yer
almaktadır: «Mekke'nin binaları gibi arazisini satmak do mekruh değildir. Bununla amel edilir.»
El-Hidaye sahibine aid olan Muhtaratun-Nevâzil'de şu hüküm yer al-maktadır: «Mekke'nin binalarını
satmakta ve icare vermekte beis yoktun» Fakat ez-Zeylaî ve başka kitaplarda «icara vermek
mekruhtur» denilmiştir. Tatarhaniye'nin beşinci faslının sonunda, el-Vehbaniye'nin icaresinde şu
hüküm yer olmaktadır: İmameyn dediler ki: Ebû Hanife şöyle demiştir: Mekke evlerini hac
mevsiminde icare vermeği mekruh görüyorum.
Hacılar için Mekkelilerin evlerinde onlara misafir olmaya fetva verili-yordu. Çünkü Cenab-ı Hak:
«Orada duran ile dışardan gelenler eşittir» buyurmuştur. Fakat hac mevsimi haricinde evlerin
kiraya verilmesinde ke-rahet yoktur. Bu kaide hıfzedilsin.
Ben derim ki: Bununla fark ve uyum ortaya çıkmış oluyor. Hz. Ömer de hac mevsiminde böyle
çağırarak şöyle diyordu: «Ey Mekkeliler, sakın ev-lerinize kapı yapmayınız. Ta ki dışardan gelenler
dilediği yerde yerleşsinler.»
Bunu söyledikten sonra âyeti okudu.
Karşı gelmesinden, kaçmasından korumak için kölesinin ayağına kayıt vurabilir. Bu fâsıklar
konusunda müslümanların sünnetidir.
Tacir olarak kölenin hediyesini kabul etmek, davetine icabet etmek, bineğini ariyet yoluyla almak
istihsanen caizdir. Onun kisvesi, yani kölenin altın gümüş hediyesinin kabul edilmesi, elbise olarak
mekruh olduğu gibi ona zaruret olmadığı için hediye vermek de mekruhtur.
İğdiş edilmiş köleyi çalıştırmak mekruhtur. Bazıları: «Eğer onbeş ya-şında ise kadınların yanına
girmesi de mekruhtur» dediler.
İZAH
İmameyn'e göre değil de Ebu Hanife'ye göre bu böyledir.



«Üzüm şırasını şarap yapacak kimseye satmak caizdir ilh...» Üzümün veya bağının satılmasında ise
ittifakla herhangi bir kerahet yoktur. Nitekim El-Muhit'te ^bu hüküm yer almıştır. Fakat Hazâne'nin
Bey' bölümünde şu hüküm vardır: «Üzümün satılmasında ihtilaf vardır. Kuhîstânî.»
«Şarap imal ettiğini bildiği kimseye satması ilh...» Bu ibare işaret eder ki, eğer şarap yaptığını
bilmezse ihtilafsız kerahet ortadan kalkar. Kuhistânî.
«Çünkü günah şiranın aynısında bağlı değildir ilh...» ibaresine gelin-ce; bu ibareden anlaşılıyor 'ki;
günah aynisiyle kaim olmayandan maksad alış verişten sonra başka bir vasfı oluşan nesnelerdir.
İşte o son vasıf alış-veriş esnasında bulunuyorsa durum yine böyledir. Tüysüz bir kimsenin ve
silâhın satılmasında olduğu gibi. Gerisi bilahare gelecektir.
«Onu müslümana satmaya gelince, mekruh olur ilh...» ibaresine gelince, çünkü böyle birşey
yapmak, masiyete yardımcı olmak demektir. Kuhistânî, Cevâhir'den
Ben derim ki: Bu ifade, metinlerde gecen kayıtsız şartsız ifadelerin ve Şerhlerin geçen ifadelerinin
hilâfınadır. T. dedi ki; «Bundan şu da anla-şılmaktadır: Bu ancak kâfirler, Şeriatın fürûuna muhatap
değildirler, diyenlerin görüşlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Halbuki doğru olan, onların bu
hükümlerle muhatap olduklarıdır. Buna böyle bir satış yapmak, masiyet üzere yardım etmek
demektir. O halde, üzüm şırasını müslüman olsun, olmasın {şarap yapacağı bilinen bir kimseye)
satmak durumu değiştirmez, her ikisi arasında herhangi bir fark yoktur. İyice düşün.
Bu mutlak olarak red edilemez. Bundan önce geçen gerekçenin du­rumu da böyledir.
«Zeylâî'de ve Aynî'de yer olan ifadenin hilafına olmak üzere ilh...» Bunun benzeri İmam Serahsî'nin
İcârât Bölümü'nden naklen Nihâye ve Kifâye'de de yer almaktadır.
«Nehr'e atıfta bulunarak ilh...» Bu eserde Buğât ile ilgili bölümde şunları söylemektedir: «Masiyetin
bizzat kendisiyle işlenmediği şeylerin satılması mekruh değildir. Şarkı söyleyen cariyenin, tos
vuran koçun, uçup kaçan güvercinin şıranın, çalgı aletleri yaptığı bilinen bir kimseye ahşap
satmanın durumu böyledir. Hâniye'nin Alışverişlerle ilgili bölümünde yer alan: «Onun vasıtasıyla
günah işleyeceği bilinen bir fâsıka tüysüz çocuk satmak mekruhtur» şeklindeki ifadesinin
anlaşılması ise zordur.»
Zeylaî'nin el-Hazr ve'l-İbâha bölümünde açıkça ifade ettiği husus şöy-ledir: «Arkadan yaklaşan bir
kimseye cariye satmak, lûtîye genç köle sat-mak mekruh değildir. Bundan önce geçen hükümlere
bu uygun düşer/Ba-na göre Hâniye'de yer olan 'bu hüküm Tenzîhî Kerahet olarak anlaşılmalı-dır,
insanın rahatlıkla kabul edebileceği hüküm budur. Çünkü böyle bir kimsenin kötülüğe doğrudan
yardımcı olmamakla birlikte 'böyle bir şeye sebep olduğunda anlaşılmayacak bir durum yoktur. Bu
'konuya el atanı görmedim.»
Şelebî'nin Muhît'e yazmış olduğu haşiye'de şu ifadeler yer almakta-dır:
«Fâsık bir müslüman tüysüz bir köle satın aldığı taktirde, eğer bu fa-sık arkadan yaklaşmayı
alışkanlık haline getirmiş kimselerden ise, onu satmaya mecbur edilir.»
«İfadelerin arasını bulmak için bu iyice bellensin ilh...» Yani Haniye' de bulunan «kerahetin tenzihi
olduğu» hükmü ile, Zeylaî ve başkalarının «bunu kabul etmeyerek kerahetin tahrîmî olduğunu»
belirtmeleri arasında, çelişki yoktur.
Ben diyorum ki: Böyle bir uygunluk, açıkça görülebilen birşey değildir. Çünkü bundan önce
geçenlerden de anlaşıldığı gibi, tüysüz köle, masiyetin bizzat kendisiyle kaim olduğu kimsedir.
Burada sarihin zikretmiş olduğuna göre >bu konudaki kerahetin tenzihi değil de tahrimî olması
gerekir. O halde Zeylaî'nin ve diğerlerinin sözlerini Tenzîhî Kerâhet'e yorumlamak doğru olamaz.
Zeylaî'nin ve başkalarının sözlerini «ysüz, masiyetin biz-zat kendisi vasıtasıyla işlendiği kimse
değildir» şeklinde anlamaya imkân yoktur. Halbuki Sarihin biraz "sonra gelecek olan «ateşgede
olarak kullanılacak bir evi satmak caizdir» şeklindeki ifadelerinden, onun Zeylaî ve benzerlerinin
sözlerini böyle anladığı ortaya çıkmaktadır.
«Bir müslümanın kilisenin tamirinde çalışması caizdir ilh...» sözüne gelince; Hâniye'de şöyle
denilmektedir: «Bir kilisede çalışmak ve orayı tamir etmek üzere belirli bir ücret üzerinde anlaşacak
olursa, bunda her-hangi bir sakınca yoktur Çünkü bizzat yaptığı işte masiyetin varlığı söz-konusu
değildir.»
«Ücret karşılığında zimminin şarabını taşımak caizdir.» ibaresine ge-lince; Zeylaî dedi ki: «Bu Bbû
Hanîfe'ye göre böyledir. Ebû Yusuf ve Muhammede göre ise mekruhtur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.),
şarap konusunda on kişiye lanet etmiş ve onu taşıyan kişiyi de bunlar arasında saymıştır. Ancak
Bbû Hanife'nin lehine olmak üzere şu söylenebilir: Ücret akdi, yük taşımak karşılığındadır.yle bir



iş ise masiyet değildir. Bu masiyetin se-bebi de değildir. Böyle bir masiyet, hür irade sahibi bir
'kimsenin fiiliyle ortaya çıkabilir. Şarabı içmek, taşınmasının zorunlu ve kaçınılmaz bir so-nucu
değildir. Çünkü şarap bazan dökülmek veya onu sirkeye dönüştürmek için de olabilir. O taktirde
onun, taşımak üzere ücretle tutulması, üzümü sıkmak ya da onu bağından koparmak için tutulması
gibi olur. Bu durumda hadis de masiyet kasdı ile birlikte taşımak hali ile ilgili olarak yorumlanır.»
Nihâye'de şu ifadeleri de ekler: «Bu bir kıyastır. İki imamın söyledik-leri ise istihsân'dır.» Daha
sonra Zeylaî şunları ekler:
«Bu farklı görüşlere binaen, üzerinde şarap taşıması için bineğini ona kiralarsa veya domuz
çobanlığı yapmak üzere ücretle çalışmayı kabul etse, Ebû Hanife'ye göre bu iş için alacağı ücret
helâl olur, Ebû Yusuf ile Muhammed'e göre ise mekruh olur.»
Muhît'te şöyle denilmektedir: «Hıristiyana zünnar, mecûsîye de kalensuve {onlara has özel başlık)
satmak mekruh değildir. Çünkü bu, onları bir çeşit küçültmektir. «Mükâ'ab» diye bilinen elbiseyi
erkeğe satmak, gi-yinmek için olması halinde mekruhtur. Çünkü böyle birşey, haram olan bir
kıyafeti giymek İçin yardımcı olmak demektir. Şayet ayakkabıcı ise, bir kimse gelip ondan
mecûsîlerinkini ya da fâsıklarınkini andıran bir ayak-kabı yapmasını istese; veya terzi olsa ve birisi
gelerek ondan fâsıklarınkini andıran şekilde elbise yapmasını istese, bu gibi kıyafetleri yapması
mek-ruhtur. Çünkü böyle bir iş yapmak, mecusîlere ve fasıklara benzemeye sebeptir.»
«Fakat zimminin şarabını sıkmak caiz değildir. Çünkü masiyet bizzat onunla kaimdir ilh... sözünde
bundan önce söylemiş olduklarına açık bir aykırılık vardır. Çünkü masiyet bizzat onunla kaim
değildir. T.
Bu hüküm aynı zamanda bizim Zeylaî'den naklettiğimiz ve «üzüm sık-mak veya onu koparmak
maksadıyla yanında ücretle çalışmasının caiz ol-duğunu belirten» ifadelere de aykırı düşmektedir.
Burada maksat «üzümün şarap yapılması maksadıyla sıkılması» ol-malıdır. Şayet bu iş, bu
maksatla yapılacak olursa, masiyet olur. O taktirde bu, daha önce gecen «üzüm şırasını satmanın
ve üzüm sıkmak üzere ücret-le çalışmanın caiz olduğu» hükmüne aykırı düşmemiş olur. Bana böyle
geliyor. Düşün.
«Küfe köylerinde ateşgede yapılmak üzere ev kiraya vermek caizdir.» İbaresine gelince; bunun da
caiz olması Ebû Hanîfe'ye göredir. Çünkü icare, evin menfaati karşılığındadır. Bu bakımdan
mücerret teslim edilme­siyle ücret gerekir. Bunda herhangi bir masiyet de yoktur. Aksine masiyet,
kiralayanın yaptığı işlerle ilgilidir. Kiralayan ise, hür bir irade sahibi ol-duğundan, bu masiyetin evin
kendisi ile ilgisi yoktur. Buna göre böyle bir maksatla kullanılacak bir evi kiralamak, istibrâ
:yapmadan cariyesine yak-laşacak veya onunla arkadan ilişki kuracak bir kimseye cariye satmak,
lûtîlik yapan birisine tüysüz köle satmak gibi olur. Bunun caiz olmasının delili şudur: Eğer o evi,
mesken olarak kullanılmak üzere kiralayacak olur-sa, caiz olur. Halbuki mesken olarak kullanacağı
bu evinde ibadet etmesi de kaçınılmaz birşeydir. Zeylaî. Nihâye ve Kifâye'de de onun benzeri var-dır.
Minah'ta dedi ki: «Lûtî'ye tüysüz köle satmanın caiz olduğu konusun-da ifadesi açıktır. Fakat
Fetvaların çoğunda nakledilen, bunun mekruh olduğudur. Muhtasar'da bizim kendisine işaret
ettiğimiz görüş de budur.»
Ben derim kî: Masiyetin bizzat kendisi ile ilgili olmadığı konusunda da ifadesi acıktır. Bu nedenle
daha önce Nehr'den yaptığımız nakilde de belirtildiği gibi, Fetva kitaplarında yer alan hükmün
anlaşılması müşküldür. Çünkü ysüz köle satmak, ev kiralamak ve üzüm sıkmak arasında bu
bakımdan herhangi bir fark yoktur. O bakımdan musannifin, Sarihlerin zikrettiklerine itibar etmesi
gerekirdi. Çünkü şerhler, Fetvalarda belirti-lenlere tercih edilir.
Evet, Zeylaî'nin belirttiklerinin esasına göre «masiyetin bizzat ken-disi ile kaim olduğu» ile
«olmadığı» arasındaki fark da müşkül hale gel-mektedir. Çünkü silah satmak, gümüşlü mukâ'ab
denilen elbise yapmak ve benzeri şeyler, satın alan kimsenin fiilleriyle masiyet olmaktadır. Bu
ba-kımdan aradaki farkın ne türlü olduğu üzerinde düşünülmelidir. Çünkü ben şahsen arada
herhangi bir fark göremedim. Bu konuda farkın ne ol-duğuna dikkat çeke,ni de görmedim. Evet,
Şârih'in başka kişilere uyarak sunmuş olduğu «gerekçe (talîl) ye» binaen aradaki fark açıkça
görülmek-tedir. Çünkü masiyet bizzat kendisi ile ilgili olmadığı gerekçesiyle üzüm şırasının
satılmasının cevazını 'belirtmiş bulunuyor. Bilindiği gibi, şıra an-cak belirli bir değişikliğe
uğradıktan sonra masiyet sözkonusu olmaktadır. Dolayısıyla o da fitne peşinde olanlara demir
satmak gibidir. Bilindiği gibi demir, değişip başka bir nitelik kazandıktan sonra silâh haline
gelmekte-dir. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, tüysüz, -bundan önce de açıkladığımız gibi (masiyetin
bizzat) kendisiyle kaim olduğu kişidir. Düşünülsün.



«Diğer şehirlere gelince, orada onlara böyle bir imkân verilmez ilh...»
Yani kilise, havra yapmalarına, açıktan açığa içki satmalarına ve benzeri şeyler yapmalarına imkân
verilmez,
«Kilise veya havra ilh...» Kilise hıristiyanların, havra yahudilerin iba-det ettikleri mabetlerin adıdır.
Sinan'da: «Kenîse» havra olarak, «bîah» da kilise olarak açıklanmış ve bunu aksi şekilde
açıklayanların yanıldıklarını belirtmiştir. İbn Kemâl.
Fakat Kilise'ye «kenîse» adı da verilmektedir. Nitekim Kâmûs'tan ve Muğrib'den bunun böyle
olduğunu öğrenmekteyiz.
«Mekke'deki evleri satmak caizdir ilh...» İttifakla caiz olduğunu kas-ediyor. Çünkü bu evler, onlara
inşa edenlerin mülküdür. Nitekim vakıf arazide bina yapan bir kimsenin onu satmak hakkı vardır.
İtkanî.
«Arazisini de satmak caizdir.» Kenz'de bunu kati olarak bildirmiştir. Bu görüş iki imamın görüşü
olduğu gibi İmam Ebû Hanife'den gelen iki rivayetten biri de böyledi. Çünkü Mekke arazisi, Mekke
halkının mülküdür. Bunun sebebi ise orada mülkün etkilerinin açıkça görülmesidir. Bu etki ise
Şer'an özel olarak ona sahip olmaktır. Bu bahsin tamamı Minah'ta ve başkalarındadır.
«Şüf'a bahsinde geçti, ilh...» Yine orada şu hüküm de geçmişti: Mek-ke Evlerinde şüf'a vacibtir. Bu
da Mekke arazisinin mülkiyetinin -önceden de açıklandığı üzere- delilidir.
«Dediler ki ilh...» Bunlar Tatarhâniye ve Vehbâniye adlı eserlerin müellifleridir.
«Ebû Hanife dedi ki: ilh...» Ben derim ki: Gâyetu'l-Beyân'da bunun aynı zamanda Ebû Yusuf ile
Muhammed'in görüşleri olduğuna delil olan ifadeler de yer almaktadır. Çünkü İmam Kerhî'nin
Takrîb'inden şu ifadeleri aktarır:
«Hişâm Ebû Yusuf'tan, o da Ebû Hanîfe'den rivayet ediyor: Ebû Ha-nife, Mekke evlerinin Hac
Mevsimi'nde kiraya verilmesini mekruh gör-müştür. Başka bir rivayetinde de bunda bir mahzur
görmemiştir. Ebû Yu-suf da böyle söylemiştir. Hişâm dedi ki: Muhammed bana Ebû Hanife'den
rivayetle şöyle dedi: O, Hac Mevsiminde Mekke evlerinin kiraya verilmesini mekruh görüyor ve
onlara şöyle diyordu: Eğer evlerinde genişlik varsa, on-ların evlerinde kalabilirsiniz. Yoksa onların
evlerinde 'kalamazsınız. Muham-med'in görüşü de budur.»
Buna göre Hac mevsiminde Mekke'deki evlerin 'kiralanmasının kera-heti konusunda fikir birliği
olduğu anlaşılmaktadır. ed-Duru'l-Menteka'da da aynı şekilde şöyle denilmektedir: «Konu ilgili
herhangi bir ihtilaf oldu-ğu belirtilmeksizin, mekruh olduğunu açıkça söylemişlerdir.»
«Bununla fark ortaya çıkmış oluyor» ibaresine gelince; yani keraheti. Hac Mevsimi'ne hamledecek
olursak, satışın caiz olup icarenin caiz ol-mayışının farkı anlaşılmış oluyor. Bu ifade ise
Şurumbilâliye'de mevcut olan ifadeye cevap teşkil etmektedir. Çünkü Şurunbilaliye'de Mekke
ara-zisinin kiralanmasının mekruh olduğunu Zeylaî. Kâfi ve Hidâye'den naklet-tikten sonra şöyle
yler:
«Satmanın caiz olması ile icarenin (kiraya vermenin) caiz olmaması arasındaki farka bakılsın.»
Hülâsası şudur: Kiralamanın mekruh olması, Hac için gelenlerin o ev-lere ihtiyaç duymalarıdır.
«Uyum da ortaya çıkmış oluyor» ibaresine gelince; kiralamanın mek-ruh olmasını Hac Mevsimi'ne
yle olmamasının mevsim dışına hamlet-mek suretiyle, Nevazil ile Zeylaî ve başka kitaplarda yer
alan zıt ifadeler arasında uyum sağlanmış oluyor.
«Hz. Ömer (R.A.) de böyle çağırıyordu.» ibaresine gelince; İmamın fetvası gibi sesleniyordu
demektir. T.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...