ALIŞ-VERİŞ FASLI İKİNCİ BÖLÜM
FAYDALI BİR NOT:
Bizim
zamanımızda halk çarşamba günü hastaları ziyaret etmenin meymenetsizlik olduğuna inanır.
Eğer
bundan ötürü hastaya bir zarar gel-mesi bahis konusu ise onu terketmek uygundur.
El-Muhibbî'nin
Tarihi'nde Şeyh Abdullah el-Bîlûnînin tercümesinde şöyle
demektedir:
«Cumartesi,
pazartesi ve çarşamba günlerinde hasta ziyaretinden sa-kın. Medinei Münevvere'de de
bu
bilinmektedir. Bundan gafil olma.
Çünkü örf yüce bir delildir.»
El
Muhibbi der ki: «Derim ki: Bu meşhur bir örftür. Fakat sünneti seniyyede cumartesi hakkındaki
görüşü
reddeden hüküm vardır. Yine Resulullah'tan gelen bir esere göre Cenab-ı Peygamber cuma
günü
Küba ehlini arar veya onların halini sorar, onlardan orada görmediklerini soruş-turdu. Ona O
hastadır,
denildiğinde Cenab-ı Peygamber
cumartesi günü hastanın ziyaretine giderdi. Düşün.»
«Hayvanların iğdiş edilmesi caizdir, ilh...» Bu yumurtalığın alınmasıy-la olur.
«Altında iğdiş edilmesi caizdir, denildi, ilh...» Şemsu'l-Eimmeti'l Hal-vânî! «Bize göre iğdiş
etmekte
bir
beis yoktur» dedi. Şeyhülislam, «Atın iğdiş edilmesi haramdır» dedi. T.
«Onu
faydalı olmakla takyîd ettiler, ilh...» Hayvanların iğdiş edilmesi-nin caizliğini yarara
bağlamışlardır. Yani onların tavlanması, yahut da
baş-ka hayvanları ısırmaktan menedilmeleri gibi
bir
maksadla ancak iğdiş edil-lirler. Ama insanlar böyle değildir. İnsanların iğdiş edilmesinde günah
kas-tedilmektedir. Böylece iğdiş edilmeleri de haramdır. El-İtkânî bunu Et-Tahâvî'den naklederek
ifade
etti.
BİR
UYARI: Belirtmek için hayvanları bağlamak, kız çocuklarının ku-laklarını delmekte bir beis
yoktur.
Çünkü Resulullah'ın zamanında bunu
yaparlardı ve Peygamber: «Yapmayınız» demedi.
Hastalık
için çocuğu dağ-lamakta da beis yoktur.
İtkanî.
Zarar
veren kedi dövülmez. Kulağı kesilmez. Belki keskin bıçakla kesilir.
Eğer
hamile bir kadın ölürse ve ilgililerin gali'b görüşü, karnındaki çocuğun diri olduğu yolunda ise
sol
taraftan karnı delinir ve çocuk
alınır. Bunun aksi olursa çocuk parçalanarak alınır. Taitarhâniye.
«Tedavi
için hukne ilh...» yani şiringa ile
ön ve arkadan ilaç veril-mesi
caizdir. Yani hastalıktan veya
hastalığa
götüren zaiflikten ötürü böyle bir işlem yapılabilir. Fakat cimada daha kuvvetli olsun veya
daha
tav-lansın gibi zahir bir menfaat
içinse hükmen caiz değildir. Nitekim bu du-rum El-ınaye'de
yer
almıştır.
«Erkek için dahi olsa ilh...» ibaresi yerine: «Kadın için dahi olsa» ibaresi olsa daha evladır.
«En
Nihâye'de buna caiz demiştir ilh...»
En Nihâye'deki ibare şöyle-dir: «Et-Tehzîb'te hasta için
sidiğin,
kanın ve murdarın içilmesi ve yenmesi
tedavi için olursa caizdir. Müslüman
bir doktor da
«Senin
şifan bundadır» demişse ve aynı zamanda onun yerine geçecek helâl de yoksa caizdir. Eğer
doktor:
«Sen bunu içtiğin veya yediğin takdirde acelece şifa bulur-sun» dediği takdirde, bunu
kullanabilir mi, kullanamaz mı hususunda iki görüş vardır: Acaba tedavi için az bir
şarab içmek caiz
midir?
Burada da iki görüş vardır. El-İmam
Timurtaşî'de böyle
dedi.
Ed-Durrul-Münteka'da,
En-Nihâye'deki hüküm nakledildikten
sonra şu hüküm yer almaktadır:
«El-Minah
ve başka kitaplar buna cevaz
verdiler.Biz de taharet ve ridâ (süt
emme) konularında
mezhebin
bunun hilâfı ol-duğunu kaydettik.»
«Şifanın
bilinmesi anında ve başka bir helâlin de haram yerine tedavi olarak ikame edilmediği
takdirde
haramı ilaç olarak kullanmak hanımlığı ortadan kalkar.» Mananın hulasası o zaman şöyle
olur:
Cenab-ı Hak size tedavi olma izni
vermiştir. Her hastalığın da
bir ilâcı vardır. Eğer o ilâçlar
arasında
haram olan mir şey varsa, siz de o haramla şifa elde edildiğini biliyorsanız, onu
kullanmanın
haramlığı ortadan 'kalkar. Çünkü Cenab-ı Hak sizin şifanızı size horam kıldığı şeylerde
kılmamıştır.
«Susuzluğun
giderilmesi için şarabın içilmesinin çeriz olması buna de-lalet eder ilh...» Sözüne
gelince; derim ki: Bu tartışılır. Çünkü lokmayı şarab ile gidermek ve susuzluğun giderilmesi için
şarab
içmek, menfaati yüzde yüz olup nefsinin dirilmesi içindir. Bunun için onu terkederse
gü-nahkar
olur. Tıpkı kudreti olduğu halde
ölünceye kadar yemek yemeği
terketmesi gibi. Ama
tedavi
bunun hilâfınadır. Velev ki haram
olan şey-lerle tedaviyi
bırakırsa mesul olmaz. Çünkü
ölünceye
kadar tedaviyi bı-raktığı
takdirde günahkâr olmaz. Nitekim bunu açıkça belirtmişlerdir.
Çün-kü
ilaç için şifa bulunması zannedilir. Nitekim biz bu durumu daha önce belirttik. Düşün.
«Biz
onu daha önce söyledik ilh...» Yani Hazr ve Ibâha bölümü başın-da bunu söylemişti. Orada:
«Gıda
için yemek, susuzluğu gidermek için haramdan, murdardan, başkasının malından dahi olsa
farzdır,
fakat zamin olur.»
denildi.
TAMAMLAYICI NOT: Tatarhâniye'de hüküm
olunduğuna göre aklı gi-deren,
yemeği ve benzerini
kesen
bir şeyin içilmesinde beis yoktur. Bunun tamamı Eşribe
Kitabı'nın sonunda gelecektir.
«Eğer
beytülmal helâlden derlenmişse
hakim için oradan maaş almak helâl olur ilh...»
En-Nihâye'de denildi ki: «Beytülmal haramsa yani batıl yollardan der-lenmişse kadı için oradan
maaş
almak helâl değildir. Çünkü haramın ve gasbedilenin yolu sahiblerine geri
vermektir. Ve bu
müslümanların
amme malı olmaz.»
Ben
derim ki: «İlletin zahiri bu haramların ehli belli olmasıdır. Öyleyse ondan maaş almanın
haramlığı
açıktır. Mal sahibleri 'belli olmadıkları tak-dirde o mal bulunan mal gibidir. Beytulmala
konur.
Yerde bulunan mallar nereye
sarfedilirse oralara sarfedilirler».
Hediye ve hüküm için alman rüşvet hususunda açıkça bu hediye ve rüşvet eğer sahibleri bilinirse
sahiblerine geri verilecektir. Aksi takdirde yani bilinmiyorlarsa veya onlar uzaktaysa, ve bu
sebebten
götürüp kendi-lerine malı vermek
zorlaşırsa o zaman o mal beytulmala verilir. Onun
hük-mü
de bulunan malın hükmü gibidir.
Nitekim El-Kada Kitabında bu durum
zikredildi.
Düşün.
«Her
zamanda ilh...» şeklindeki kayıt yo takdir veya kâfi gelir fiille-rine bağlanır. Yani her zamanda
kifayeti
o zamanın miktarıyla takdir edilir. Çünkü nafaka zamanın değişmesiyle değişir.
«Kadı
zengin olsa dahi en sıhhatli görüşe göre ona maaş verilir «ilh...»
Hidaye'nin ibaresi şöyledir: «Hakim fakir olduğu takdirde en efdal hatta vacib olan maaş almasıdır.
Çünkü
hüküm verme farzını yerine getirmek an-cak
maaş almakla mümkündür. Zira kazançla
meşgul
olmak onu hüküm vermek hususunda ona
zorluk verir
uzaklaştırır.»
Eğer
hakim zengin ise, en efdali, beytulmale şefkat olsun diye
denildiğine göre, maaşı
terketmesidir. Bazıları da «alması efdaldir» dediler ve bu son görüş en sıhhatli görüştür.
Çünkü
hüküm
gevşeklikten korun-muş olur ve bu hakimden sonra gelen hakim eğer muhtaçlardansa,
gözetilmiş
demektir. Çünkü bu maaş bir zaman kesilmişse onu tekrar iade et-mek zorlaşır.
«Hakim
şart koşmamışsa böyledir ilh...» Yani hakimlik vazifesini baş-ta şart koşmaksızın kabul
etmiştir.
Sonra vali ona yetecek kadar
beytulmalden kendisine maaş verir. Eğer başlangıçta ancak
kadı'lık
vazifesini «Vali benim kadılığımın karşılığında maaş verirse bu makamı kabul ederim aksi
takdirde
kabul etmem» demişse bu bâtıldır. Çünkü taat karşılığında ücret almak olur. Kifâye.
«Taata
karşılık ücret caiz değildir ilh...» Yani bu tür ücreti almak da caiz değildir.
«Yazılsın
ilh...» ibaresine gelince, derim ki: Biz bunu İcâreler Kitabında yazdık. Hem de daha fazla
imkânı
olmayacak şekilde belirttik. Beyan et-tik ki, muteahhirinin kelâmı her taat hususunda genel
değildir.
Belki Kur'ân öğretilmesi, belki fıkıh, imamet ve ezan gibi zarurî olanlarda geneldir.
«Cariyenin
sefere gitmesi caizdir ilh...»
hükmüne gelince, çünkü ecne-biler cariye hakkında, ona
bakmak
ve ellemek meselelerinde mahremleri mesabesindedirler. Hidâye.
Zeylaî, «Ümmü'l veled cariyedir, çünkü onda daha cariyelik vardır. Mükâtebe akdini yapan
kadın da
cariyedir,
çünkü onun rekabesi daha
efen-disinin mülküdür. Bir kısmı azad edilmiş cariye de Ebu
Hanife
katında da-ha cariyedir. Çünkü Ebu
Hanife'ye göre bu, mükâtebe akdi yapan cariye
gibidir.»
Burada
hür bir kadının üç günlük bir
mesafeye mahremsiz gidemeye-ceği hükmüne işaret vardır.
Üç
günden aşağı olan mesafeler hususunda ih-tilaf vardır. Bazıları kadın salihlerle çocuklar ve
bunaklarla
sefere çıkabilir, velev ki onlar mahremleri olmasa da» demiştir. Bu El-Muhit'te böyle yer
almıştır.
Kuhistânî.
«Küçük
çocuğa lazım olan şeylerin satın alınması caizdir ilh...» Na-faka, elbise, ona bakacak bir
dadı
icar etmek gibi lüzumlu olanların satın alınması caizdir. Minah.
İbn
Melek: «Şerhu'l-Mecma'ında bunu görmedim» diyor. Mecma'ın «onu
sanata verir, en sıhhatli
görüşe
göre ücretle çalıştırmaz» sözünden sonra nassı şu olan ibareyi gördüm:
«El-Kudûrî'nin
rivayetinden sakınmak için bununla kayıtlandırdı. Bu rivayete göre çocuğun icarla
çalıştırılması caizdir, tıpkı küçüğü annenin zorla çalıştırılması gibi. Çünkü bu çalıştırmada bir işle
meşgul
olmak he-sabiyle çocuk fesattan
korunmuş olur.
«Birinci
rivayetin izahı çocuğu yerde bulan
bir kimse, onun menfaat-lerini itlaf etmeyi mülk
edinmez.
Binaenaleyh amcası gibi onu icarla ça-lıştırmaz. Fakat anne 'böyle değildir. Çünkü anne
çocuğunun
menfaatlerini meccanen dahi itlaf etme yetkisine sahibtir.
Binaenaleyh onu ivazla mülk
edinir.»
Bunun
benzeri El-Vikâye üzerindeki şerhte de vardır. Evet, Zeylaî Kudurî'nin
rivayetinin daha yakın
olduğunu
zikretmiştir:
Ben
derim ki: Bilmiş oldun ki en sıhhatlisi bunun hilafıdır. Nitekim El-Mecma, El-Vikâye, El-Hidâye
ve
başka kitablar Lakît (sokakta bulunan çocuk) konusunda bunu açıkça söylemişlerdir. Bu
noktada
El-Hidâye'de tereddüt vardır.
«Onun
amcasının da hükmü böyledir ilh...»
ibaresine gelince, yani kü-çük çocuğun amcası için de
hüküm
böyledir. Bu şerh El-Minah'ın bazı nüshalarındaki metne binaendir. Onun nassı şöyledir.
«Eğer
'küçük çocuk amcasının elindeyse amcası da onu ücretle çalıştırırsa caiz olur. Çünkü
çalıştırmak onu korumaktan bir parçadır. Bu hüküm Ebu Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre
ise
ücretle çalıştırması doğru olmaz. Tashih edil-miş bir nüshada «onu ücrete veriri» ibaresindeki
zamir
silinmiş ve onun yerine «anası onu ücretler çalıştırır» ibaresi yer almıştır. Ve bu ibare
et-Tebyîn ve eş-Şurunbilâliye'deki
ibarelere daha uygundur. Fakat En-Ni-hâye'de Timurtâşî'nin
Çamii'nden
şöyle nakledildiğini gördüm:
«Anne eğer çocuğu ücretle çalıştırırsa çocuk annenin yanında olduğu takdirde caiz
olur. Mahremi
olan
rahim sahihleri de beyledirler.»
Oraya müracaat et.
Camiu'l
Fusuleyn'in yirmiyedisinde (varak) şu hüküm yer almaktadır; «Her çocuğun babası, dedesi,
varisi,
olmazsa yakın rahim şahinlerinden
birisi onu ücretle çalıştırırsa -ki o da bu yakının evinde
ise-,
caiz olur. Eğer rahim sahibi olan bu yakının evinde ise,ondan
daha yakını olan başka bir kimse
onu
ücretle çalıştırmaya vermişse, mesele annesi ve halası var-dır, kendisi halasının evinde
kalmaktadır, annesi onu ücretle çalıştırma-ya vermişse Ebu Yusuf'un katında bu
da caizdir. İmam
Muhammed'in
ka-tında ise doğru değildir. Fakat buna rağmen İmam Muhammed diyor
ki:
«Onu
ücretle çalıştırmaya veren, ücretini
kabzeder.»
«Eğer
çocuk kendini ücretle çalıştırmaya verirse caiz değildir ilh...» Yani kifayet yönünden lazım
gelmez.
Çünkü zararla karışıktır. Zeylaî.
«Baba
ile dedenin de çocuğu ücretle çalıştırmaya verebilir ilh...» On-ların vasileri de çalıştırabilir.
Fakat
hakimin vasisi çalıştıramaz. Hamevî.
Bu
Dürer ibaresinin zahirine
muhaliftir. Oraya müracaat
et.
Evet,
sarih, Kitabu'l-Vesaya'da bu meseleyi baba vasisi ile kadı va-sisinden ayrıldığı sekiz
meseleden birisi
sayılmıştır.
«Nitekim
bu, Durer'den anlaşıldı ilh...» ibaresine gelince, yani sara-haten anlaşılmıştır, demektir.
Dürer'in
ibaresi şudur: «Muhit sahibinin Fevaid'inde şu hüküm yer alıyor:
Baba,
dede veya kadı küçük çocuğu çalışmalardan birisine verirlerse; denilmiştir 'ki: Eğer ecr-i
misille
ücretle vermişlerse caizdir. Onların birisi ücret-i misilden öz bir ücretle çocuğu çalıştırmaya
vermişlerse
caiz değil-dir. Fakat sahih görüşe göre az da vermişlerse ücretle çalıştırması caiz olur.
Bunun
benzeri el-Minah'da vardır.' Eş
Şurunbilâliye'de denildi ki: «Eğer en
azı fahiş zararla değil az
zararla
yorumlanırsa muhalefet ortadan
kalkar.»
METİN
Üzüm
şirasını şarap yaptığı bilinen bir
kimseye satmak caizdir. Çünkü günah
şıranın aynısına bağlı
değil,
ancak şira değişikliğe uğratıldıktan sonra meydana gelir. Bazıları günaha yardım olduğundan
dolayı şarab yapan bir kimseye şiranın
satılması mekruhtur, dedi. Musannif, Es-S'irâc ve
el-Müşkilât'tam
nakletti ki: Onu şarab yapandan maksad 'kâfir bir kim-sedir. Şarap yapan bir
müslümana
satması ise mekruhtur. Bunun benzeri Cevhere'de,
El-Bakani'de ve başka kitablarda
gelmiştir.
El-Kuhistânî, el-Hâniye'ye izafeten şu hükmü ekledi:
Şarap
yapan kâfire de şira satma
ittifakla
mekruhtur.
Lutîlik
yapan bir kimseye tüysüz bir köleyi
satmak, fitne ehline silah satmak bunun tam tersidir.
Yani
haramdır. Çünkü günah bunların
aynısıyla kaimdir. Sonra tüysüzü lutilik yapan bir kimseye
satmak
caiz değildir meselesindeki kerahet El-Haniye ve başkasının bayi'ler bölümünde açıkça
belirtilmiştir.
Musannıf da Zeylaî ve El-Ayni'de yer alan hükmün hilafına
binaen buna itimad
etmiştir.
Her
ne kadar musannif bunu Bâğîler konusunda kabul etmişse de.
Biz
bağiler konusunda en-Nehr'e izafeten
şu hükmü naklettik: Ayni-siyle maşiyet kaim olan bir
şeyin
alış verişi tahrimen mekruhtur. Aksi takdirde tenzihen mekruh olur. İki görüş arasında uyum
sağlamak kabilin-den bu ezberlensin.
Bir
müslümanın kilise tamirinde çalışması caizdir.
Kendi
nefsiyle veya hayvanıyla ücret karşılığında zimminin şarabını taşıması caizdir. Fakat
zimminin
şarabını sıkmak caiz değildir. Çünkü sık-manın aynısına maşiyet bağlanmaktadır.
Küfe
köylerinde evini ateşgede veya kilise veya havra olmak üzere icara vermek caizdir. Kûfe'nin
köylerinden başka, en sıhhatli görüşe göre evini bu işlerde kullanılmak üzere icara veremez.
Şehirlere veya Kûfe'nin köylerinden başka köylere
gelince... Bunlarda böyle bir
şey verilmez. Çünkü
o
köylerde İslâm şeairi belirgin bir hale gelmiştir. Küfe köyleri tahsis edildi) çünkü bu köylerin
ehlinin
çoğu zimmidir. Veya evini meyhane olarak Küfe köylerinde
verirse caizdir. Fakat İmameyne
göre
bu uygun değildir. Çünkü günaha
yardım demektir. Ve Eimmei Selase yani Malik Şafii, Han-bel
de
bunu böyle söylemişlerdir.
Zeylaî.
Mekke
evlerinin binası ve arazisini satmak kerahetsiz olarak caizdir. Fakat İmam Şafii de böyle
demiştir.
Bununla da fetva verilir. Aynî.
Şuf'ada
yani şüf'a bahsinde geçti. El-Burhan
adlı kitabta öşür konu-sunda şu
hüküm yer
almaktadır: «Mekke'nin binaları gibi arazisini satmak do mekruh değildir. Bununla amel edilir.»
El-Hidaye sahibine aid olan Muhtaratun-Nevâzil'de şu hüküm
yer al-maktadır: «Mekke'nin binalarını
satmakta
ve icare vermekte beis yoktun» Fakat
ez-Zeylaî ve başka kitaplarda «icara vermek
mekruhtur»
denilmiştir. Tatarhaniye'nin beşinci
faslının sonunda, el-Vehbaniye'nin
icaresinde şu
hüküm
yer olmaktadır: İmameyn dediler ki: Ebû Hanife şöyle demiştir: Mekke evlerini hac
mevsiminde
icare vermeği mekruh görüyorum.
Hacılar
için Mekkelilerin evlerinde onlara misafir olmaya fetva verili-yordu. Çünkü Cenab-ı Hak:
«Orada
duran ile dışardan gelenler eşittir» buyurmuştur. Fakat hac mevsimi
haricinde evlerin
kiraya
verilmesinde ke-rahet yoktur. Bu kaide
hıfzedilsin.
Ben
derim ki: Bununla fark ve uyum ortaya çıkmış oluyor. Hz. Ömer de hac mevsiminde böyle
çağırarak şöyle diyordu: «Ey Mekkeliler, sakın ev-lerinize kapı yapmayınız. Ta ki dışardan gelenler
dilediği
yerde yerleşsinler.»
Bunu
söyledikten sonra âyeti okudu.
Karşı
gelmesinden, kaçmasından korumak için kölesinin ayağına kayıt vurabilir. Bu fâsıklar
konusunda
müslümanların
sünnetidir.
Tacir
olarak kölenin hediyesini kabul etmek, davetine icabet etmek, bineğini ariyet yoluyla almak
istihsanen
caizdir. Onun kisvesi, yani kölenin
altın gümüş hediyesinin kabul edilmesi, elbise olarak
mekruh
olduğu gibi ona zaruret olmadığı
için hediye vermek de mekruhtur.
İğdiş
edilmiş köleyi çalıştırmak mekruhtur. Bazıları: «Eğer onbeş ya-şında ise kadınların yanına
girmesi
de mekruhtur»
dediler.
İZAH
İmameyn'e
göre değil de Ebu Hanife'ye göre bu böyledir.
«Üzüm
şırasını şarap yapacak kimseye satmak caizdir ilh...» Üzümün veya bağının satılmasında ise
ittifakla
herhangi bir kerahet yoktur. Nitekim
El-Muhit'te ^bu hüküm yer almıştır. Fakat Hazâne'nin
Bey' bölümünde şu hüküm vardır: «Üzümün
satılmasında ihtilaf vardır.
Kuhîstânî.»
«Şarap
imal ettiğini bildiği kimseye satması ilh...» Bu ibare işaret eder ki, eğer şarap yaptığını
bilmezse
ihtilafsız kerahet ortadan kalkar. Kuhistânî.
«Çünkü
günah şiranın aynısında bağlı değildir ilh...» ibaresine gelin-ce; bu ibareden anlaşılıyor 'ki;
günah
aynisiyle kaim olmayandan maksad alış verişten sonra başka bir vasfı oluşan nesnelerdir.
İşte
o son vasıf alış-veriş esnasında
bulunuyorsa durum yine böyledir.
Tüysüz bir kimsenin ve
silâhın
satılmasında olduğu gibi. Gerisi bilahare gelecektir.
«Onu
müslümana satmaya gelince, mekruh
olur ilh...» ibaresine gelince, çünkü böyle birşey
yapmak,
masiyete yardımcı olmak demektir. Kuhistânî,
Cevâhir'den
Ben
derim ki: Bu ifade, metinlerde gecen kayıtsız şartsız ifadelerin ve Şerhlerin geçen ifadelerinin
hilâfınadır.
T. dedi ki; «Bundan şu da anla-şılmaktadır: Bu ancak kâfirler, Şeriatın fürûuna muhatap
değildirler,
diyenlerin görüşlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Halbuki doğru olan, onların bu
hükümlerle
muhatap olduklarıdır. Buna böyle bir
satış yapmak, masiyet üzere yardım
etmek
demektir.
O halde, üzüm şırasını müslüman olsun, olmasın {şarap yapacağı bilinen bir kimseye)
satmak
durumu değiştirmez, her ikisi arasında herhangi bir fark yoktur. İyice
düşün.
Bu
mutlak olarak red edilemez. Bundan önce geçen gerekçenin durumu da böyledir.
«Zeylâî'de
ve Aynî'de yer olan ifadenin hilafına
olmak üzere ilh...» Bunun benzeri İmam Serahsî'nin
İcârât
Bölümü'nden naklen Nihâye ve Kifâye'de de yer almaktadır.
«Nehr'e
atıfta bulunarak ilh...» Bu eserde Buğât ile ilgili bölümde şunları söylemektedir: «Masiyetin
bizzat
kendisiyle işlenmediği şeylerin satılması mekruh değildir. Şarkı söyleyen cariyenin, tos
vuran
koçun, uçup kaçan güvercinin şıranın,
çalgı aletleri yaptığı bilinen bir
kimseye ahşap
satmanın
durumu böyledir. Hâniye'nin Alışverişlerle ilgili bölümünde yer alan: «Onun
vasıtasıyla
günah
işleyeceği bilinen bir fâsıka tüysüz
çocuk satmak mekruhtur» şeklindeki ifadesinin
anlaşılması ise zordur.»
Zeylaî'nin el-Hazr ve'l-İbâha
bölümünde açıkça ifade ettiği husus şöy-ledir: «Arkadan yaklaşan bir
kimseye
cariye satmak, lûtîye genç köle sat-mak mekruh değildir. Bundan önce geçen hükümlere
bu
uygun düşer/Ba-na göre Hâniye'de
yer olan 'bu hüküm Tenzîhî Kerahet olarak anlaşılmalı-dır,
insanın
rahatlıkla kabul edebileceği hüküm budur. Çünkü böyle bir kimsenin kötülüğe doğrudan
yardımcı
olmamakla birlikte 'böyle bir şeye sebep olduğunda anlaşılmayacak bir durum yoktur. Bu
'konuya el atanı görmedim.»
Şelebî'nin
Muhît'e yazmış olduğu haşiye'de şu ifadeler yer
almakta-dır:
«Fâsık
bir müslüman tüysüz bir köle satın
aldığı taktirde, eğer bu fa-sık arkadan yaklaşmayı
alışkanlık haline getirmiş kimselerden ise, onu satmaya mecbur
edilir.»
«İfadelerin
arasını bulmak için bu iyice bellensin ilh...» Yani Haniye' de bulunan «kerahetin
tenzihi
olduğu»
hükmü ile, Zeylaî ve başkalarının «bunu kabul etmeyerek kerahetin tahrîmî olduğunu»
belirtmeleri
arasında, çelişki yoktur.
Ben
diyorum ki: Böyle bir uygunluk, açıkça görülebilen birşey değildir. Çünkü bundan önce
geçenlerden
de anlaşıldığı gibi, tüysüz köle, masiyetin bizzat kendisiyle kaim olduğu kimsedir.
Burada
sarihin zikretmiş olduğuna göre >bu konudaki kerahetin tenzihi değil de tahrimî olması
gerekir.
O halde Zeylaî'nin ve diğerlerinin
sözlerini Tenzîhî Kerâhet'e
yorumlamak doğru olamaz.
Zeylaî'nin ve başkalarının sözlerini «tüysüz, masiyetin biz-zat kendisi
vasıtasıyla işlendiği kimse
değildir»
şeklinde anlamaya imkân yoktur. Halbuki Sarihin biraz "sonra gelecek olan «ateşgede
olarak
kullanılacak bir evi satmak caizdir» şeklindeki ifadelerinden, onun Zeylaî ve benzerlerinin
sözlerini
böyle anladığı ortaya çıkmaktadır.
«Bir
müslümanın kilisenin tamirinde çalışması caizdir ilh...» sözüne gelince; Hâniye'de şöyle
denilmektedir: «Bir kilisede çalışmak ve orayı tamir etmek üzere belirli bir ücret üzerinde anlaşacak
olursa,
bunda her-hangi bir sakınca yoktur Çünkü bizzat yaptığı işte
masiyetin varlığı söz-konusu
değildir.»
«Ücret
karşılığında zimminin şarabını taşımak caizdir.» ibaresine ge-lince; Zeylaî dedi ki: «Bu Bbû
Hanîfe'ye
göre böyledir. Ebû Yusuf ve
Muhammede göre ise mekruhtur. Çünkü
Rasûlullah (s.a.v.),
şarap
konusunda on kişiye lanet etmiş ve
onu taşıyan kişiyi de bunlar arasında saymıştır. Ancak
Bbû
Hanife'nin lehine olmak üzere şu
söylenebilir: Ücret akdi, yük taşımak karşılığındadır. Böyle bir
iş
ise masiyet değildir. Bu masiyetin
se-bebi de değildir. Böyle bir masiyet, hür irade sahibi bir
'kimsenin
fiiliyle ortaya çıkabilir. Şarabı içmek, taşınmasının zorunlu ve kaçınılmaz bir so-nucu
değildir.
Çünkü şarap bazan dökülmek veya onu sirkeye dönüştürmek için de olabilir. O taktirde
onun,
taşımak üzere ücretle tutulması, üzümü sıkmak ya da onu bağından koparmak için tutulması
gibi
olur. Bu durumda hadis de masiyet
kasdı ile birlikte taşımak hali ile ilgili olarak yorumlanır.»
Nihâye'de şu ifadeleri de ekler: «Bu bir kıyastır. İki imamın söyledik-leri
ise istihsân'dır.» Daha
sonra
Zeylaî şunları ekler:
«Bu
farklı görüşlere binaen, üzerinde şarap taşıması için bineğini ona kiralarsa veya domuz
çobanlığı
yapmak üzere ücretle çalışmayı kabul etse, Ebû Hanife'ye göre bu iş için alacağı ücret
helâl
olur, Ebû Yusuf ile Muhammed'e göre
ise mekruh
olur.»
Muhît'te
şöyle denilmektedir: «Hıristiyana zünnar, mecûsîye de kalensuve {onlara has özel başlık)
satmak
mekruh değildir. Çünkü bu, onları bir çeşit küçültmektir. «Mükâ'ab» diye bilinen elbiseyi
erkeğe
satmak, gi-yinmek için olması halinde mekruhtur. Çünkü böyle birşey, haram
olan bir
kıyafeti
giymek İçin yardımcı olmak demektir. Şayet ayakkabıcı ise, bir kimse gelip ondan
mecûsîlerinkini ya da fâsıklarınkini andıran bir ayak-kabı yapmasını
istese; veya terzi olsa ve birisi
gelerek
ondan fâsıklarınkini andıran şekilde elbise yapmasını istese, bu gibi kıyafetleri yapması
mek-ruhtur.
Çünkü böyle bir iş yapmak, mecusîlere ve fasıklara benzemeye sebeptir.»
«Fakat
zimminin şarabını sıkmak caiz değildir. Çünkü masiyet bizzat onunla kaimdir ilh... sözünde
bundan
önce söylemiş olduklarına açık bir
aykırılık vardır. Çünkü masiyet bizzat onunla kaim
değildir.
T.
Bu
hüküm aynı zamanda bizim Zeylaî'den naklettiğimiz ve «üzüm sık-mak veya onu koparmak
maksadıyla
yanında ücretle çalışmasının caiz ol-duğunu belirten» ifadelere de aykırı düşmektedir.
Burada
maksat «üzümün şarap yapılması
maksadıyla sıkılması» ol-malıdır. Şayet bu iş, bu
maksatla yapılacak olursa, masiyet olur. O taktirde bu, daha önce gecen «üzüm şırasını satmanın
ve
üzüm sıkmak üzere ücret-le çalışmanın caiz olduğu» hükmüne aykırı düşmemiş olur.
Bana böyle
geliyor.
Düşün.
«Küfe
köylerinde ateşgede yapılmak üzere ev kiraya vermek caizdir.» İbaresine gelince; bunun da
caiz
olması Ebû Hanîfe'ye göredir. Çünkü
icare, evin menfaati
karşılığındadır. Bu bakımdan
mücerret
teslim edilmesiyle ücret
gerekir. Bunda herhangi bir masiyet de yoktur. Aksine masiyet,
kiralayanın
yaptığı işlerle ilgilidir. Kiralayan ise, hür bir irade sahibi ol-duğundan, bu masiyetin evin
kendisi
ile ilgisi yoktur. Buna göre böyle bir maksatla kullanılacak bir evi kiralamak, istibrâ
:yapmadan
cariyesine yak-laşacak veya onunla arkadan ilişki kuracak bir kimseye cariye satmak,
lûtîlik
yapan birisine tüysüz köle satmak gibi olur. Bunun caiz olmasının delili şudur: Eğer o evi,
mesken
olarak kullanılmak üzere kiralayacak olur-sa, caiz olur. Halbuki mesken olarak kullanacağı
bu
evinde ibadet etmesi de kaçınılmaz
birşeydir. Zeylaî. Nihâye ve Kifâye'de de onun benzeri
var-dır.
Minah'ta
dedi ki: «Lûtî'ye tüysüz köle satmanın caiz olduğu konusun-da ifadesi açıktır. Fakat
Fetvaların
çoğunda nakledilen, bunun mekruh
olduğudur. Muhtasar'da bizim
kendisine işaret
ettiğimiz
görüş de budur.»
Ben
derim kî: Masiyetin bizzat kendisi
ile ilgili olmadığı konusunda da ifadesi acıktır. Bu nedenle
daha
önce Nehr'den yaptığımız nakilde de belirtildiği gibi, Fetva kitaplarında yer alan hükmün
anlaşılması müşküldür. Çünkü tüysüz köle satmak, ev kiralamak ve üzüm sıkmak arasında bu
bakımdan
herhangi bir fark yoktur. O bakımdan
musannifin, Sarihlerin zikrettiklerine itibar etmesi
gerekirdi.
Çünkü şerhler, Fetvalarda belirti-lenlere tercih edilir.
Evet,
Zeylaî'nin belirttiklerinin esasına göre «masiyetin bizzat ken-disi ile kaim olduğu» ile
«olmadığı»
arasındaki fark da müşkül hale gel-mektedir. Çünkü silah satmak, gümüşlü mukâ'ab
denilen
elbise yapmak ve benzeri şeyler, satın alan kimsenin fiilleriyle masiyet olmaktadır. Bu
ba-kımdan
aradaki farkın ne türlü olduğu üzerinde düşünülmelidir. Çünkü ben şahsen arada
herhangi
bir fark göremedim. Bu konuda
farkın ne ol-duğuna dikkat çeke,ni de görmedim. Evet,
Şârih'in
başka kişilere uyarak sunmuş olduğu «gerekçe (talîl) ye» binaen aradaki fark açıkça
görülmek-tedir.
Çünkü masiyet bizzat kendisi ile ilgili olmadığı gerekçesiyle üzüm şırasının
satılmasının cevazını 'belirtmiş bulunuyor. Bilindiği
gibi, şıra an-cak belirli bir değişikliğe
uğradıktan
sonra masiyet sözkonusu olmaktadır.
Dolayısıyla o da fitne peşinde olanlara demir
satmak
gibidir. Bilindiği gibi demir, değişip başka bir nitelik kazandıktan sonra silâh haline
gelmekte-dir.
Bundan açıkça anlaşılıyor ki, tüysüz, -bundan önce de açıkladığımız gibi (masiyetin
bizzat)
kendisiyle kaim olduğu kişidir.
Düşünülsün.
«Diğer
şehirlere gelince, orada onlara böyle bir imkân verilmez ilh...»
Yani
kilise, havra yapmalarına, açıktan açığa içki satmalarına ve benzeri şeyler yapmalarına imkân
verilmez,
«Kilise
veya havra ilh...» Kilise hıristiyanların, havra yahudilerin iba-det
ettikleri mabetlerin adıdır.
Sinan'da: «Kenîse» havra olarak, «bîah» da kilise olarak açıklanmış ve bunu aksi şekilde
açıklayanların
yanıldıklarını belirtmiştir. İbn
Kemâl.
Fakat
Kilise'ye «kenîse» adı da verilmektedir. Nitekim Kâmûs'tan ve Muğrib'den bunun böyle
olduğunu
öğrenmekteyiz.
«Mekke'deki evleri satmak caizdir ilh...» İttifakla caiz olduğunu kas-ediyor. Çünkü bu evler,
onlara
inşa
edenlerin mülküdür. Nitekim vakıf arazide bina yapan bir kimsenin onu
satmak hakkı vardır.
İtkanî.
«Arazisini de satmak caizdir.» Kenz'de bunu kati olarak bildirmiştir. Bu görüş iki imamın görüşü
olduğu
gibi İmam Ebû Hanife'den gelen
iki rivayetten biri de böyledi. Çünkü Mekke
arazisi, Mekke
halkının
mülküdür. Bunun sebebi ise orada mülkün etkilerinin açıkça görülmesidir. Bu etki ise
Şer'an
özel olarak ona sahip olmaktır. Bu bahsin tamamı Minah'ta ve başkalarındadır.
«Şüf'a
bahsinde geçti, ilh...» Yine orada şu hüküm de geçmişti: Mek-ke Evlerinde şüf'a vacibtir. Bu
da
Mekke arazisinin mülkiyetinin -önceden de açıklandığı üzere- delilidir.
«Dediler
ki ilh...» Bunlar Tatarhâniye ve Vehbâniye adlı eserlerin müellifleridir.
«Ebû
Hanife dedi ki: ilh...» Ben derim ki: Gâyetu'l-Beyân'da bunun aynı zamanda Ebû Yusuf ile
Muhammed'in
görüşleri olduğuna delil olan ifadeler de yer almaktadır. Çünkü İmam Kerhî'nin
Takrîb'inden
şu ifadeleri aktarır:
«Hişâm
Ebû Yusuf'tan, o da Ebû Hanîfe'den
rivayet ediyor: Ebû Ha-nife, Mekke
evlerinin Hac
Mevsimi'nde
kiraya verilmesini mekruh gör-müştür. Başka bir rivayetinde de bunda bir mahzur
görmemiştir.
Ebû Yu-suf da böyle söylemiştir.
Hişâm dedi ki: Muhammed bana Ebû Hanife'den
rivayetle şöyle dedi: O, Hac Mevsiminde Mekke evlerinin kiraya verilmesini mekruh görüyor ve
onlara
şöyle diyordu: Eğer evlerinde
genişlik varsa, on-ların evlerinde kalabilirsiniz. Yoksa onların
evlerinde
'kalamazsınız. Muham-med'in görüşü
de budur.»
Buna
göre Hac mevsiminde Mekke'deki evlerin 'kiralanmasının kera-heti konusunda fikir birliği
olduğu
anlaşılmaktadır.
ed-Duru'l-Menteka'da da aynı şekilde
şöyle denilmektedir: «Konu ilgili
herhangi
bir ihtilaf oldu-ğu belirtilmeksizin, mekruh olduğunu açıkça söylemişlerdir.»
«Bununla
fark ortaya çıkmış oluyor» ibaresine gelince; yani keraheti. Hac Mevsimi'ne hamledecek
olursak,
satışın caiz olup icarenin caiz ol-mayışının farkı anlaşılmış oluyor. Bu ifade ise
Şurumbilâliye'de
mevcut olan ifadeye cevap teşkil
etmektedir. Çünkü Şurunbilaliye'de Mekke
ara-zisinin
kiralanmasının mekruh olduğunu Zeylaî. Kâfi ve
Hidâye'den naklet-tikten sonra şöyle
söyler:
«Satmanın
caiz olması ile icarenin (kiraya vermenin) caiz olmaması arasındaki farka bakılsın.»
Hülâsası
şudur: Kiralamanın mekruh olması, Hac için gelenlerin o ev-lere ihtiyaç duymalarıdır.
«Uyum da ortaya çıkmış oluyor» ibaresine
gelince; kiralamanın mek-ruh olmasını Hac Mevsimi'ne
böyle olmamasının mevsim dışına hamlet-mek suretiyle, Nevazil ile Zeylaî ve başka kitaplarda yer
alan
zıt ifadeler arasında uyum sağlanmış oluyor.
«Hz.
Ömer (R.A.) de böyle çağırıyordu.»
ibaresine gelince; İmamın fetvası gibi sesleniyordu
demektir.
T.