EL
KESMENİN İSBATI VE TATBİKİ BABI
METİN
Hırsızlık hadisesi
sabit olunca hüküm verildikten sonra hırsızın sağ eli bileğinden kesilir ve
dağlanır. Dağlamak biz Hanefilere göre vâcib, imam Şafiî'ye göre mendûbdur.
Fetih. Ancak sıcağın ve soğuğun çok şiddetli olduğu zamanlarda el kesilmez.
Çünkü hırsızlık haddi, öldürmek için değil hırsızlıktan men etmek için meşru
kılınmıştır. Bundan dolayı hava mutedil oluncaya kadar hapsedilir.
Hırsızın elini
kesenin, içinde elin dağlandığı zeytinyağının ve dağlama külfetinin ücreti biz
Hanefilere göre hırsıza aiddir. Çünkü bu masraflara kendisi sebeb olmuştur. Ama
mahkemece masrafları beytülmâla aiddir. Bazılarına göre kendi rızasıyla
mahkemeye gelmeyen şahsa aiddir. Şerh-i Vehbâniyye.
Şarih der ki;
Hâniyye'nin kaza bahsinde "sahih olan kavil budur" diye zikredilmiştir. Fakat
Bezzâziye'nin kaza bahsinde: "Bazıları: Davacıya aiddir ve esah olan kavil de
budur, demişlerdir." diye yazılıdır. Eli kesildikten sonra tekrar hırsızlık
yaparsa, sol ayağı da topuğundan kesilir. Şayet üçüncü defa yine hırsızlık
yaparsa artık azalan kesilmez, fakat kırbaçla tâzir edilir ve simasında tevbe
alâmetleri görülünceye kadar hapsedilir. Şerh-i Vehbâniyye.
"Üçüncü defa
hırsızlık yaparsa sol eli bileğinden, dördüncü defa hırsızlık yaparsa sağ ayağı
topuğundan kesilir." diye rivayet edilen eser sahih ise ya siyasete ya da
neshedilmiş olduğuna hamledilir.
Hırsızın sol elinin
baş parmağı kesilmiş yahut sol eli çolak yahut sol elinin baş parmağından başka
iki parmağı kesilmiş veya çolak sağ eli kesildiği takdirde hırsız ölüme
sürüklenmiş olur. Böyle bir hırsız simasında tevbe alâmetleri görülünceye kadar
hapsedilir.
Hırsızın sağ elini
kesmeye me'mur olan kimse her ne kadar kasden olsa bile hırsızın sol elini kesse
elin diyetini ödemez. Çünkü hırsızın sol elini kesdiyse tutmada ondan daha
kuvvetli olan sağ elini onun yerine bırakmıştır. Hırsızın elini kesmeye me'mur
olmayan kimse hırsızın sol elini kesse, esah olan kavle göre elin diyetini
ödemezse de tedip olunur.
Hırsızın elinin
kesilmesine hüküm ve emir verilmezden önce bir kimse onun elini kesse bakılır:
Eğer kasden kesmişse kısas vâcib olur, eğer hataen kesmişse diyet vâcib olur.
Gerek sağ elini kessin gerekse sol elini kessin hırsızlıktan dolayı kesme haddi
düşer. Esah olan kavle göre hâkimin hırsızın elinin kesilmesiyle hüküm vermesi,
hırsızın elinin kesilmesini emretmesi gibidir. Bu yüzden böyle bir hırsızın
elini kesen kimseye elin diyeti vâcib olmaz. Sirâc'da zikredilmiştir ki, bir
kimse hırsızlık yapıp onun için muâhaze olunmazdan önce sağ eli kısas olarak
kesilse, hırsızlığın cezası olarak da sol ayağı kesilir.
İZAH
"Hırsızın sağ eli
bileğinden kesilir ilh..." Yani hırsızın sağ eli çolak yahut parmaklan
kesilmişyahut baş parmağı kesilmiş olsa bile sağ eli kesilir. Sağ eli kesilmiş
olsa sol ayağı kesilir. Sol ayağı da kesilmiş olursa azalarından hiç biri
kesilmez. Aldığı malı öder, simasında tövbe alâmetleri görülünceye kadar
hapsedilir. Cevhere.
"Dağlanır ilh..."
Yani hırsızın eli kesildikten sonra kanı akmasın diye kaynamış zeytinyağının
içine kesilmiş olan yer sokulur. Nehir. Muğrîb'de: "Miskin: Kan akmaması için
kızdırılmış bir demirle dağlanır, demiştir." diye zikredilmiştir. Çünkü
dağlanmamış olsa kesilen elinin yarası hırsızı ölüme götürebilir. Fetih.
"Dağlama külfetinin
ilh..." Yani hırsızın elini kesen kimsenin ücreti, zeytinyağının parası, içinde
zeytinyağı kaynatılan kabın parası, zeytinyağını kaynatmak için yakılan odun
parası hırsıza aiddir.
T E N B i H: - İmam
Şafiî ile İmam Ahmed'e göre eli kesilen hırsızın kesilmiş olan elinin boynuna
asılması sünnettir. Çünkü Peygamberimiz böyle emretmişlerdir. Biz Hanefilere
göre bu iş hükümdarın reyine bırakılmıştır, eğer bunda faide görürse yapar.
Resûl-i Ekrem Efendimizden: "Hırsızlık için her eli kesilenin eli boynuna
bağlanır." diye sabit olmamıştır. Fetih.
"Tekrar hırsızlık
yaparsa İlh..." Yani sağ eli kesildikten sonra tekrar hırsızlık yaparsa sol
ayağı topuğundan kesilir. Eli kesilmeden birkaç defa hırsızlık yapsa, hepsi için
yalnız sağ eli kesilir. Çünkü cinsleri bir olan cinayetler için bir had (ceza)
kâfidir. Nitekim tazir babından önce geçmiştir.
"Simasında tevbe
alâmetleri görülünceye kadar hapsedilir ilh..." Kuhistânî'de zikredilmiştir ki,
tevbe müddeti hükümdarın reyine bırakılmıştır. Bazılarına göre tevbe müddeti
hapsedilen hırsızın yüzünde şalin alâmeti görülünceye kadardır. Bazılarına göre
bir senedir, bazılarına göre de ölünceye kadardır. Nitekim Kifâye'de de böyle
zikredilmiştir.
"Eser sahih ise ya
siyasete ya da neshedilmiş olduğuna hamledilir ilh..." Çünkü İmam Tahâvî: "Buna
dair hadîs-i şerif ve eserleri çok araştırdım, göremedim." demiştir. Fetih ile
Mebsût'da: "Hırsızın dört azasının kesileceğine dair olan hadîs-i şerif, sahih
değildir. Sahih olduğu kabul edilse bile neshedilmiş olduğuna hamledilir. Çünkü
İslâmın ille devrinde had (ceza) ler çok şiddetli idi." diye zikredilmiştir.
Fetih sahibi: "Biz
Hanefilere göre hırsızlık hadisesi sabit olup hüküm verilince hırsızın sağ eli
bileğinden kesilir. Eli kesildikten sonra tekrar hırsızlık yapacak olursa sol
ayağı da topuğundan kesilir. Şayet bundan sonra yine hırsızlık yapacak olursa
artık azalarından hiç biri kesilmez. Ancak yüzünde salâh alâmeti görülünceye
kadar hapis suretiyle tazîr olunur, işte hırsızlık haddinin bu suretle tatbik
edileceği kesin olarak sabit olmuştur ve Hz. Ali, İbn-i Abbas ve Hz. Ömer
(R.A.)'den de hırsızlık haddinin bu şekilde icra edileceği nakledilmiştir."
dedikten sonra şöyle devam etmiştir: "Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hırsızın dört
azasın; kestikten sonra onu öldürecek fakat Peygamberimizin devamlı yanından
ayrılmıyan Hz. Ali, İbn-i Abbas ve Hz. Ömer (R.A.) gibi sahabeler bu hadiseyi
bilmeyecekler bu mümkün değildir. Şayet bu sahabeler Peygamberimizin yanından
muvakkaten ayrılmış olsalar bile böyle bir hadiseyi mutlaka bilmeleri lâzımdır.
Hz. Ali (R.A.) üçüncü defa hırsızlık yapan kimsenin âzasından hiç birini
kesmemesi ve onu öldürmemesi ya dört âzası kesilip öldürüleceğine dair olan eser
zayıf olduğu için, ya da dört âzası kesildikten sonra öldürülmek suretiyle
yapılacak haddin devamlı olmayıp ancak hükümdarın reyine bırakılmış olduğunu
bildiği içindir. Çünkü hükümdarın hırsızı, hırsızlıktan vazgeçmiyeceğini, yer
yüzünde devamlı fesad çıkaracağını bildiği takdirde siyaseten Öldürmesi caizdir.
"Sağ ayağı kesilmiş
ilh..." Yani eli kesilecek hırsızın,sağ ayağı kesilmiş olsa eli kesilmez. Sağ
ayağının parmakları kesilmiş olsa bakılır: Yürüyebiliyorsa eli kesilir,
yürüyemiyorsa kesilmez. Sirâc'dan naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir.
Musannıf: "Hırsızın sağ ayağı kesilmiş olursa eli kesilmez." diye kayıdladı.
Çünkü hırsızın sol ayağı kesilmiş olsa eli kesilir. Hâkim'in Kâfîsi'nde:
"Hırsızın sol ayağı çolak olsa bile sağ eli kesilir." diye yazılıdır.
"Bir kimse onun
elini kesse ilh..." Tahâvî şerhinde zikredilmiştir ki, hırsızlıktan dolayı eli
kesilecek kimsenin sağ elini bir şahıs kesse, şu şıklardan hali değildir: Ya
husumetten önce kesmiştir yahut husumetten sonra fakat el kesilmesine karar
verilmezden önce kesmiştir, yahut da el kesilmesine karar verdikten sonra
kesmiştir.
Husumetten önce
kesmişse bakılır: Eğer kasden kesmişse, kesenin eli de kısas olarak kesilir.
Hataen kesmişse elin diyetini öder. Bu surette hırsızlığın yerine hırsızın sol
ayağı kesilir. Husumetten sonra fakat el kesilmesine hüküm verilmezden önce
kesmişse bakılır: Eğer kasden kesmişse, kesenin eli de kısas olarak kesilir.
Eğer hataen kesmişse elin diyetini öder. Bu surette hırsızın sol ayağı kesilmez.
Çünkü mahkemeye verilince hırsızın sağ elinin kesilmesi vâcib olmuştur. Sağ el
de başkası tarafından kesilince hırsızlık için kesilmesi düşmüştür. Elin
kesilmesine hüküm verildikten sonra kesmişse kesen şahıs elin diyetini ödemez. O
şahsın kesmesi hırsızlıktan dolayı kesme yerine geçer. Bundan dolayı hırsızın
çaldığı mal zayi olsa veya çalınmış olsa hırsızın o malı ödemesi vâcib değildir.
METİN
Mezhebin muhtar
olan kavline göre hırsızlık gerek ikrar ile gerekse sah idle sabit olsun, el
kesilmenin vücubunun şartı, mal sahibinin malı dâva etmesidir. Zahir kavle göre
el kesilmesini taleb etmesi şart değildir. Çünkü hırsızlığın ortaya çıkması için
dâva edilmesi şarttır.
Bir kimse hırsızlık
yaptığını ikrar ederken yahut bir kimsenin hırsızlık yaptığına dair iki
erkekşahıs şâhidlik ederken ve hırsızın eli kesilirken malı çalınan kimsenin
hazır bulunması şarttır. Çünkü malı çalınan kimse, çalınan malın çalan şahsın
mülkü olduğunu ikrar eder de hadd düşebilir. Sahih kavle göre hırsızın eli
kesilirken şâhidlerin bulunması şart değildir. Bahır. Manzume Şerhi. Musannıf da
bunu ikrar etmiştir.
Şarih der ki;
"Hırsızın eli kesilirken şâhidlerin hazır bulunmaları şart değildir." ifadesi
"Metinde ve şerhde şâhidlerin hazır bulunması şarttır." diye geçen İfadeye
muhâlifdir. Şürunbulâlî'de: "Hırsızın eli kesilirken şâhidlerin hazır
bulunmasını tercih eden kavil" yazılıdır.
Bir kimse "ben gaip
olan falan şahsın malını çaldım" diye ikrar etse, elinin kesilmesi gaip olan
şahsın gelmesine ve dâva etmesine bağlıdır. Keza bir kimse "Şu dirhemleri
çaldım, kimin olduğunu bilmiyorum yahut sahibini size haber vermem." dese yine
eli kesilmez. Çünkü mal sahibinin bilinmemesinden dirhemlerin taleb edilmemesi
lâzım gelir.
Hırsızın elinin
kesilebilmesi için malı çalınan kimsenin dâva etmesi şarttır. Bir malda kendisi
için yed-i sahiha (mülkeli veya ödeme eli) bulunan kimsenin o malı dâva etme
hakkı vardır. Meselâ kendisine emânet edilen kimsenin yahut gâsıb (başkasının
malını zorla alan kimse)'ın, yahut yanına rehin bırakılmış kimsenin, yahut vakıf
mütevellisinin, yahut küçük çocuğun malında tesarruf eden baba veya vasinin,
yahut satılığa çıkarılmış malı değeri tâyin edilerek satın alan kimsenin yahut
ribâ (faiz) alanın yanındaki mal çalındığı takdirde bunlardan her birinin
hırsızı dâva etmeye selâhiyeti vardır.
Ribâ alanın
meselesinin sureti: Meselâ bir kimse bir dirhemini, iki dirheme satıp iki
dirhemi aldıktan sonra o iki dirhemin yanından çalınmasıdır. Zira fâsid
alış-verişle alınan mal gasb suretiyle alınan mal gibidir. Fakat ribâ veren
kimse ribâ alan kimse gibi değildir. Çünkü ribâyı vermesiyle kendisinde mülk ve
tesarruf hakkı baki kalmaz. Şümmunnî. Buluntunun çalınmasıyla el kesilmez. Bir
malda kendisi için yed-i sahiha bulunmayan kimsenin o malı dâva etme hakkı da
yoktur. Meselâ bir hırsızın eli kesildikten sonra çaldığı malı başka bir hırsız
çalsa, ikinci hırsızın eli hiç bir kimsenin dâva etmesiyle kesilmez. Hatta asıl
mal sahibi dâva etse bile kesilmez. Çünkü mal, elinde bulundurmaya hakkı olmayan
bir kimseden çalınmıştır. Kendisine emânet edilen kimseden yahut gâsıbdan yahut
ribâ alandan mal çalındığı takdirde bunlardan her birinin hırsızı dâva etmeye
selâhiyeti olduğu gibi asıl mal sahibinin davasıyla da hırsızın eli kesilir.
Yine böyle zahir kavle göre, yanına rehin bırakılmış kimse gaip olduğu halde
rehin veren şahsın davasıyla da hırsızın eli kesilir. Çünkü malın asıl mâliki
rehin veren şahıstır.
Hırsızın eli
kesildikten sonra çaldığı malı vermeden başka bir hırsız tarafından çalınsa
gerek birinci hırsız dâva etsin, gerekse asıl mal sahibi dâva etsin, ikinci
hırsızın eli kesilmez. Çünkühırsız hakkında o mal korunulmuş değildir. Fakat
birinci hırsızın eli kesilmeden Önce veya şübhe ile hadd men edildikten sonra
çalsa, gerek birinci hırsızın gerekse asıl mal sahibinin dâva etmesiyle ikinci
hırsızın eli kesilir. Çünkü hırsa hakkında o malın kıymetten düşmesi eli
kesilmesindendir. El kesilmeyince birinci hırsız gâsıb gibi olur. İkinci
hırsızın eli kesildikteki sonra birinci hırsızın çalınan malı alıp almamasında
iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre; birinci hırsızın malı sahibine
vermesi vâcib olduğu için onu ikinci hırsızdan alır. Diğer rivayette birinci
hırsızın o malı alma hakkı yoktur. Kemâl bu rivayeti ihtiyar etmiş: "Mal asri
sahibine verilir." demiştir.
İZAH
"Zahir kavle gör»
el kesilmesini taleb etmesi şart değildir ilh..." Bahır'da: "Malı çalınan
kimsenin hem malını hem de hırsızın etinin kesilmesini taleb etmesi lâzımdır."
denilmiştir. Fakat Keşf-i Kebir'de: "El kesilmenin vâcib olması hâlis Allah
hakkıdır. Bundan dolayı malı çalınan kimsenin el kesilmesini dâva ve isbat
etmeye hakkı yoktur. El kesilme vâcib olduktan sonra malı çalınan kimsenin
affetme selâhiyeti de yoktur. El kesilme vârislere miras olarak intikal de
etmez. Bundan malûm oldu ki, malı çalınan kimsenin malını taleb etmesi ve
hırsızın el) kesilirken hazır bulunması şarttır. Fakat hırsızın elinin
kesilmesini taleb etmesi şart değildir. Çünkü el kesilmesi hâlis Allah hakkı
olup kulun taleb etmesine bağlı değildir." diye yazılıdır.
"Dâva edilmesi
şarttır ilh..." Yani malı çalınan kimsenin malını taleb için dâva etmesi
şarttır. Çünkü hırsızlık haddi çalınan malla alakası olmayan bir şahsın Allah
rızası için dâva etmesiyle sabit olmaz.
"Satılığa
çıkarılmış malı değeri tâyin edilerek satın alan kimsenin ilh.." Eğer satın
aldığı malın parası şu kadardır diye söylenmiş ise o parayı ödemesi lâzımdır,
söylenmemiş ise o mal elinde emânet gibidir. Her iki takdirde de satın alan
kimsenin bu mal üzerinde yed-i sahihası vardır, iare olarak alan kimsenin yahut
kiralayan kimsenin yahut müzârib (kârı ortak olmak üzere parayı çalıştıran
kimse)nin yahut müstebzi (kâri başkasına aid olmak üzere para çalıştıran kimse)
nin yanındaki mal çalındığı takdirde bunlardan her birinin dâva etmesiyle
hırsızın eli kesilir.
"Bir dirhemini iki
dirheme satıp ilh..." Şarih: "Nehir'de olduğu gibi el kesilmeyi gerektiren
hırsızlığın nisab mikdarı bulunması için, on dirhemi yirmi dirheme satıp ribâ
olarak on dirhemi aldıktan sonra bu on dirhem yanından çalınan kimsenin dâva
etmesiyle hırsızın eli kesilir." deseydi daha münasib olurdu.
"Çünkü ribayı
vermesiyle kendisinde mülk ve tasarruf hakkı baki kalmaz ilh..." Bu ifade söz
götürür. Çünkü Eşbâh'da "Ribâ alan kimse ribâya mâlik olamaz. Ribâ elinde
bulunduğumüddetçe onu sahibine vermesi vâcibdir. Hatta ribâ veren, ribâ alanı
beri kılsa bile ribâ alan ondan berî olamaz. Çünkü ribâ alanın almış olduğu ribâ
mevcud oldukça onu sahibine vermesi şeriatın hakkıdır." diye zikredilmiştir.
Bundan anlaşılır ki, ribâ alan kimse almış olduğu ribâya mâlik olamayıp verenin
mülkü olarak alanın elinde bulunmaktadır. Buna göre ribâ, onu alanın elinde
gasbedilmiş mal gibidir.
"Buluntunun
çalınmasıyla el kesilmez ilh..." Hâniyye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimsenin
yanındaki buluntu zayi olduktan sonra onu başka bir şahsın elinde bulsa, o şahsı
dâva edip buluntuyu alamaz. Fakat emanetçi zayi etmiş olduğu emâneti başka bir
şahsın elinde bulsa dâva edip onu alır.
Bahır'da
zikredilmiştir ki, buluntu bulanın yanından çalındığında bulanın dâva etmesiyle
hırsızın eli kesilmez. Nehir sahibi de bu hususta kardeşi Bahir sahibine tâbi
olmuştur. Fakat Ebussûud Efendi buna itiraz ederek: "Bir kimsenin yanındaki
buluntu zayi olup başka bir şahıs bulduğunda ilk bulan kimsenin, ikinci bulan
şahsı dâva edememesinden yanındaki buluntuyu çalan hırsızı dâva etmemesi lâzım
gelmez." demiştir.
Ben derim ki:
Buluntu, bulanın elinde emânettir. Hatta hiç bir kimse buluntuyu ondan alamaz.
Onu başkasına verse bile ondan geri alabilir. Bir şahıs buluntunun kendisinin
olduğunu iddia edip onun alâmetini söylese, fakat bulan kimse buluntunun o şahsa
aid olduğunu tasdik etmese, buluntuyu ona vermesi için cebredilemez. Şayet bulan
kimsenin buluntu üzerinde yed-i sahihası olmasaydı, bu haklardan hiç birisi
kendisine tanınmazdı. O halde yanındaki buluntuyu çalan hırsızı bulan kimsenin
dâva etme hakkı vardır. Ama buluntu, bulan kimsenin yanından zayi olup başka bir
şahıs onu bulduğunda birincinin eli o maldan kalkmış, ikinci buları şahsın eti o
mal üzerinde sabit olmuş olur. Çünkü ikinci şahsın o buluntuyu alma salâhiyeti
vardır. Buna göre birinci bulanın buluntudan eli kalkmış olduğundan ikinci bulan
şahsı dâva edemez. Ama emânet, emanetçinin yanından zayi olup başka bir şahıs
bunu bulduğunda emanetçinin onu dâva edip alma hakkı vardır. Çünkü bulan şahsın
buluntu üzerindeki eli emanetçinin eli gibi sabit değildir. Galiba emanetçi ile
bulan şahıs arasındaki fark bunlardan her birinin eli emânet eli olmasıdır.
Ancak emanetçinin eli daha kuvvetlidir. Çünkü emanetçinin eli mal sahibinin
izniyle sabittir. Buna göre emanetçinin eli mal sahibinin eli gibidir. Bulanın
eli böyle değildir, işin hakikatim ancak Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.
"Rehin veren şahsın
davasıyla da hırsızın eli kesilir ilh..." Hırsızın elinin kesilmesi çalınan
malın kendisi bizzat mevcud olup rehin veren borcunu ödediğindedir. Rehin veren
borcunu ödemediğinde yahut hırsız çaldığı malı telef ettiğinde rehin verenin
dâva etmesiyle hırsızın eli kesilmez. Çünkü rehin veren borcunu ödemeden rehin
verdiği şeyi isteme hakkı yoktur. Hırsız çaldığı malı telef ettiğinde rehin alan
alacağını almış olur. İmam Zeylaî: "Rehinin kıymeti borç üzerine nisab mikdarı
ziyade olursa, rehin verenin dâva etmesiyle hırsızın eli kesilir. Çünkü rehinin
ziyade olan mikdarı emânet gibi olduğu için rehin verenin onu isteme hakkı
vardır. Bu ziyadeyi rehin alandan değil, çalıp telef eden hırsızdan taleb eder."
demiştir. Fetih'de de böyledir.
"O mal korunulmuş
değildir ilh..." Zira hırsızın eli kesildikten sonra o malı ödemek hırsıza lâzım
değildir, imam Mâlik ile imam Şafii'ye göre mal sahibinin dâva etmesiyle ikinci
hırsızın eli kesilir. Çünkü ikinci hırsız nisab mikdarı bir malı korunmuş bir
yerden çalmıştır. Biz Hanefilerin delili: Bu malı ödemek hırsız üzerine vâcib
olmayınca bu mal hırsız hakkında kıymetten düşmüştür. Mal sahibi hakkında da
kıymetten düşmüştür. Çünkü.mal sahibine bu malın ödenmesi vâcib değildir.
Birinci hırsızın eli ise ödeme eli, emânet eli ve mülk eti değildir. Buna göre
korunan bir mal çalınmamıştır, böyle bir maldan dolayı el kesilmez.
"Kemâl bu rivayeti
ihtiyar etmiş ilh..." Yani hâkim, ikinci hırsızdan malı alıp hazır ise sahibine
verir, hazır değilse kayıp malları hıfzettiği gibi onu da sahibi için hıfzeder.
O malı birinci hırsıza vermez, ikinci hırsızın elinde de bırakmaz. Çünkü her
ikisinin de hıyanetliği ortaya çıkmıştır.
METİN
Bir kimse bir şey
çalıp hâkimin huzuruna dâvaya çıkmadan önce çaldığı malı ya hakikaten malikine
ya da mal sahibinin usulü gibi hükmen malikine verse eli Kesilmez. Hatta çalınan
mal kendilerine verilen usul her ne kadar mal sahibiyle birlikte oturmasalar
bile yine hırsızın eli kesilmez.
Hırsız, elinin
kesilmesine hüküm verildikten sonra çaldığı mala mâlik olsa - her ne kadar bu
mâlik olma, çaldığı mal kendisine teslim edilerek hibe yoluyla olsa bile - yahut
çaldığı malın kendisinin mülkü olduğunu iddia etse -her ne kadar bu iddiasını
şâhidle isbat edemese bile şübhe bulunmuş olur- yahut dâvaya verildiği beldede
fiatların düşmesiyle çaldığı malın kıymeti nisabdan noksan olsa bu dört meselede
hırsızın eli kesilmez.
İki kimse nisab
mikdarı bir şey çaldıklarını ikrar etseler, sonra birisi el kesmeyi düşürecek
bir şübhe iddia etse ikisinin eli de kesilmez. Eğer ikisi birden ikrar etmeyip
biri "ben ve fülan hırsızlık yaptık" diye ikrar edip ve fülan da inkâr etse,
yalnız ikrar edenin eli kesilir. Nitekim bir kimse "ben ve fülan öldürdük" diye
ikrar ettiğinde yalnız ikrar eden öldürülür.
İki kimse hırsızlık
yapıp sonra birisi gaip olup iki şahıs da bunların hırsızlık yaptığına şâhidlik
etseler, yalnız hazır olan hırsızın eli kesilir. Çünkü şübhenin şübhesine itibar
yoktur.
Mükellef bir köle
hırsızlık yaptığını ikrar etse eli kesilir, çaldığı mal mevcut! ise sahibine
verilir. Nitekim mükellef kölenin hırsızlık yaptığı iki şahidin şehâdetiyle
isbat olunduğunda da elikesilir. Ancak isbatta şahadet vaktinde efendisinin
hazır bulunması şarttır. İmam Ebû Yusuf'a göre şart değildir. Köle haddi
gerektiren bir şeyi ikrar ettiğinde ittifakla efendisinin hazır bulunması şart
değildir.
Hırsızın eli
kesildikten sonra çalınan mal zayi olmuşsa, onu hırsızın ödemesi lâzım değildir.
Dürer'in ve diğer muteber kitabların beyanlarına göre bu ifade hadîs-i şerifin
lâfzıdır. Kemâl hadîs-i şerifi: "Hırsızın sağ eli kesildikten sonra çalınan mal
zayi olmuş ise hırsız onu Ödemez." diye rivayet etmiştir. Eğer çalman mal mevcud
ise sahibine verilir. Hırsız çaldığı malı satmış veya hibe etmiş ise mal asıl
mâlikinin mülkü üzerine baki kaldığı için satın alandan veya kendisine hibe
edilenden alınıp sahibine verilir.
Zahir rivayete
göre, gerek çalınan mal kendiliğinden telef olsun, gerek hırsız tarafından telef
edilsin, bu telef gerek el kesilmeden önce gerek el kesildikten sonra olsun
müsavî olup aralarında fark yoktur. Yani bu suretlerin hiç birinde eli kesilen
hırsız telef olan malı ödemez. Fakat hırsıza çalınan malın kıymetini ödemesi
için diyâneten fetva verilir. Müctebâ.
Yine Müctebâ'da
zikredilmiştir ki, çalınan malı hırsızdan satın alan veya kendisine hibe edilen
kimse telef etse, mal sahibi malını bunlara ödettirir.
Bir kimse bir kaç
kişinin hanesinden her biri nisab mikdarı olmak üzere hırsızlıkta bulunsa,
bunlardan biri dâva edip hırsızın elini kestirse, İmam-ı Azam'a göre hırsız
çaldığı mallardan hiç birini ödemez. İmameyn'e göre el kestiren kimsenin malını
ödemez, diğerlerinin mallarını öder.
İZAH
"Hâkimin huzuruna
dâvaya çıkmadan ilh..." Yani bir kimse çaldığı malı hâkimin huzuruna çıkmadan
sahibine verse eli kesilmez. Hâkimin huzuruna çıktıktan sonra verse gerek elinin
kesilmesine hüküm verilmeden önce gerekse hüküm verildikten sonra vermiş olsun
her iki surette de eli kesilir. Nehir.
"Ya da mal
sahibinin usulü gibi hükmen mâlikine verse ilh..." Yani bir kimse çaldığı malı
hâkimin huzuruna çıkmadan önce mal sahibinin babasına yahut dedesine yahut
anasına yahut ninesine verse eli kesilmez. Çünkü bunlar için mülk şübhesi
vardır. Mülk şübhesi ile geri verme şübhesi sabit olur. Mal sahibinin füru'una
(ne kadar aşağı inerse insin çocukları ve torunlarına) yahut mal sahibiyle
birlikte oturan zîrahm-i mahremine yahut kölesine yahut mükâtebine yahut
zevcesine verse eli kesilmez. Çünkü çaldığı malı bunlara vermekle hükmen
mâlikine vermiş olur. Bahır, Fetih.
"Hırsız elinin
kesilmesine hüküm verildikten sonra çaldığı mala mâlik olsa ilh..." Yani bu
surette hırsızın eli kesilmez. Çünkü hâkimin hadlerde vermiş olduğu hükmü tatbik
etmesi de hükümden sayılır. Buna göre elinin kesilmesine hüküm verilip eli
kesilmeden çaldığı malamâlik olan hırsız, elinin kesilmesine hüküm verilmezden
önce mâlik olmuş gibidir. Çünkü hâkim hırsızın elinin kesilmesine hüküm verip
hükmü tatbik etmeyince sanki hırsızın elinin kesilmesine hüküm vermemiştir. Bu
itibarla hâkim hırsızın elini kesemez. Nitekim hüküm vermeden önce kesemediği
gibi. Zira hâkimin hadler hususunda sadece "hüküm verdim" ifadesi tam bir hüküm
değildir. Hükmün tamam olması, hükmü tatbik etmekle meselâ celde hüküm verdiyse
celd vurması, recme hüküm verdiyse recm etmesi, el kesmeye hüküm verdiyse el
kesmesi ile olur. Fakat kul hakları böyle değildir. Çünkü kul haklarında hâkimin
sadece "hüküm verdim" ifadesi tam bir hükümdür. T.
"Çaldığı malın
kıymeti nisabdan noksan olsa ilh..." Yani el kesilmesine hüküm verildikten sonra
çalınan malın kıymeti, nisab mikdarından aşağı düşse el kesilmez. Çünkü el
kesilmeye hüküm verilirken çalınan malın nisab mikdarı olması Şart olduğu gibi
el kesilirken de çalınan malın nisab mikdarı olması şarttır.
"Fiatların
düşmesiyle ilh..." Yani fiatların düşmesiyle çalınan malın kıymeti noksan olsa,
hırsızın eli kesilmez. Ama çalınan malın bizzat kendisi noksan olsa el kesilir.
Çünkü çalınan malın noksan olması ya bir kısmının telef olmasıyla ya da
kendisinde bir kusur meydana gelmesiyle olur. Böyle bir noksanlığı hırsızın
ödemesi lâzımdır. Fakat fiatın düşmesiyle noksanlığı hırsızın ödemesi lâzım
değildir. O halde fiat düşmesiyle olan noksanlıkta malın kendisinde olan
noksanlık arasında fark vardır. Bahır.
"Dâvaya verildiği
beldede ilh..." Yani her ne kadar hırsızın çaldığı malın çaldığı beldede değeri
noksan olmayıp dâvaya verildiği beldede çaldığı malın kıymeti nisab mikdarından
aşağı düşse eli kesilmez. Çünkü çalınan malın kıymeti çalınma vaktinde, el
kesilme vaktinde ve kesilme yerinde muteberdir.
"İki kimse nisab
mikdarı bir şey çaldıklarını ikrar etseler ilh..." Yani iki kimse bir şey
çaldıklarını ve çaldıkları şeyden her birine nisab mikdarı düştüğünü ikrar
ettikten sonra birisi el kesmeyi düşürecek bir şübhe iddia etse, her ikisinin de
eli kesilmez. Çünkü ikisinin yaptığı bir hırsızlıktır. Bir hırsızlıktan dolayı
hem el kesilsin hem de el kesilmesin mümkün değildir.
"Yalnız ikrar
edenin eli kesilir ilh..." Çünkü bir kimsenin başkasının aleyhine ikrarı sahih
değildir.
"Çünkü şübhenin
şübhesine itibar yoktur ilh..." İmam-ı Azam önceleri: "Hazır olan hırsızın da
eli kesilmez. Çünkü gaip olan hırsız geldiğinde şübhe iddia edebilir." diyordu.
Sonra bu kavlinden rücu edip: "Hazır olan hırsızın eli kesilir. Çünkü hazır olan
hırsızın hırsızlığı şâhidlerin şahadetiyle sabit olmuştur. Gaib olan hırsız
geldiğinde şübhe iddia etmesi evhamdan ibarettir. Zira gaib olan hırsız
geldiğinde dâva etmesi bir şübhedir, dâva etme ihtimali ise şübhenin şübhesidir.
Buna da itibar yoktur." demiştir. Zeylaî.
"Çalınan mal zayi
olmuşsa onu hırsızın ödemesi lâzım değildir ilh..."
Fetih'de
zikredilmiştir ki. eli kesilen hırsızın çalınan matı ödemesi eli kesilmesine
münâfidir. Zira ödediği takdirde çaldığı andan itibaren o mala mâlik olmuş olur.
Buna göre hırsız kendi mülkü olan bir şeyi almış olur. Kendi mülkünü almasından
dolayı el kesilmez. Halbuki elinin kesilmiş olduğu kesin olarak sabittir.
Hırsızlık hakkında elin kesilmesiyle ödeme birarada bulunamaz. Elin kesilmesi
esasen hırsızlık cinayetine tekabül eden kâfi bir cezadır.
"Mal asıl mâlikinin
mülkü üzerine baki kaldığı İçin ilh..." Bundan dolayı "İzah" isimli kitabda
zikredilmiştir ki, İmam-ı Azam'a göre hırsızın çaldığı maldan hiç bir suretle
faydalanması helâl değildir. Çaldığı maldan gömlek yapmış ise onu giymesi helâl
olmaz, Çünkü ona haram yoldan mâlik olmuştur. Eli kesilen hırsızın çaldığı malı
kazaen Ödemesi vâcib değilse de ondan faydalanması helâl olmaz. Nitekim bir
kimse eman (pasaport) ile dar-ı harbe girip onların mallarından bir şey alsa,
onu geri vermesi kazaen lâzım değilse de diyâneten lâzımdır. Aynı şekilde
hükümete karşı isyan edenlerden birisi isyan etmiyenlerden birinin malını telef
ettikten sonra tevbe etse, bu malı ödemesi kendisine kazaen lâzım değilse de
diyâneten lâzımdır.
"Mal sahibi malını
bunlara ödettirir ilh..." Yani çalınan malı satın alan kimseye mal sahibi
ödettirdiğinde satın alan kimse de ödediği parayı hırsızdan alır. Hırsızın eli
kesildikten sonra çaldığı mal başkası tarafından telef edilse mal sahibi telef
eden kimseye malının kıymetini ödettirir.
"Bunlardan biri
dâva edip hırsızın elini kestirse ilh..." Bu kesilme hepsinin yerine kesilmiş
olur. Çünkü hepsi dâvaya verselerdi yine kesilecek bir elden başka değildir.
METİN
Hırsız bir eve
girip o evde çaldığı elbiseyi ikiye ayırdıktan sonra dışarı çıkarsa bakılır:
Eğer bu elbise ikiye ayrıldıktan sonra kıymeti nisab miktarına baliğ olup ikiye
ayırma kendisini telef edip kıymetinin yansından çoğunu noksan etmemiş ise eli
kesilir. Kıymeti nisab mikdarına baliğ olmazsa eli kesilmez. Bu ikiye
bölündükten sonra kıymet) nisab mikdarına baliğ olan elbisenin kıymetini sahibi
hırsıza ödettirirse, hırsız o elbiseye çaldığı andan itibaren mâlik olmuş olduğu
için eli kesilmez. Böyle bir hırsızın eli kesildiğine göre, bölünmekle meydana
gelen noksanlığı ödeyip ödememesinde ihtilâf vardır, imam Habbâzi el kesmeyle
ödeme birarada bulunmaması için ödenmemesini sahih görmüştür. Kemâl: "Hak olan
ödemesidir." demiştir. Mal sahibi malının kıymetini hırsıza ödettirirse hırsızın
eli kesilmez. Çünkü yukarıda geçtiği üzere hırsız çaldığı malı ödediği takdirde
o mala çaldığı andan itibaren mâlik olmuş olur.
Bir kimse bir
koyunu çaldığı yerde kestikten sonra dışarı çıkarsa, her ne kadar koyunun
etinisab mikdarına baliğ olsa da hırsızın eli kesilmez. Çünkü hırsızlık et
üzerine olmuş olur. Yukarıda geçtiği üzere et çalmadan dolayı el kesilmez. Ancak
koyunun kıymetini öder.
Bir kimse çaldığı
vakit nisab mikdarı olan altın veya gümüş külçeyi gümüş veya altın para veyahut
kab yapsa eli kesilir. Bu yaptığı para veya kab sahibine verilir. İmameyn'e göre
verilmez. Çünkü İmameyn'e göre sanat çalınan malın kendisini ve ismini
değiştirdiği için sanatın kıymeti vardır. İmam-ı Azam'a göre yoktur. Ama çalınan
şey bakır olup da bundan kab yapılmış olsa bakılır: Eğer tartıyla satılırsa yine
böyle ihtilâf vardır. Eğer adetle satılırsa o kablar ittifakla hırsızın olur.
Zeylaî. İhtiyar.
Bir hırsız çalmış
olduğu elbiseyi kırmızıya boyasa, çaldığı buğdayı un .yapsa, çaldığı kavudu bal
ve yağ ile ıslatsa da sonra eli kesilse, bunları sahibine vermesi de, ödemesi de
lâzım gelmez. Eli kesildikten sonra çalmış olduğu elbiseyi boyasa, hüküm yine
böyledir. Bu mesele "İhtiyar" isimli kitabda zikredilen meseleye muhaliftir.
Siyaha boyasa sahibine geri verir. Çünkü siyaha boyamak elbisenin değerini
düşüreceği için maldan sahibinin hakkı düşmez. İmam Ebû Yusuf: "Siyah da kırmızı
gibi ziyade olduğu için sahibine geri vermez." demiştir. Bu ihtilâf zamana göre
olan bir ihtilâftır, delile dayanan bir ihtilâf değildir.
Bir hırsız bir
hükümdarın velayetinde hırsızlık yapsa, diğer hükümdarın onun elini kesme hakkı
yoktur. Çünkü kendi velayeti altında olmayan kimseye velayet hakkı yoktur.
Hadler hususunda bu kaide hıfız ve zabt edilmelidir.
Eli kesilecek
hırsızın sağ kolunun bileğinde iki eli bulunsa, bazılarına göre ikisi de
kesilir, bazılarına göre asıl eli ziyade olan elinden ayrı olup yalnız onu
kesmek mümkün olursa ziyade olan eli kesilmez. Çünkü ziyade olan elin kesilmesi
lâzım değildir. Eğer asıl eli ziyade olan elinden ayrı olmazsa ikisi de kesilir.
Muhtar olan kavil budur. Çünkü vâcib olan haddin yerine getirilmesi ancak iki
elin kesilmesiyle mümkün olmaktadır. Sirâc. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ
Hazretleri bilir.
İZAH
"Bir hırtız bir
koyunu çaldığı yerde kestikten sonra dışarı çıkarsa ilh..." Musannıf: "Hırsız
koyunu çaldığı yerde kestikten sonra dışarı çıkarsa eli kesilmez." dedi. Çünkü
hırsız kıymeti on dirhem olan bir koyunu çaldığı yerden diri olarak çıkardıktan
sonra kesse her ne kadar koyunun kıymeti kesmekle noksan olsa bile eli kesilir.
Bu mesele Hamevî'den naklen Tahtâvi'de zikredilmiştir.
"Sanatın kıymeti
vardır ilh..." Asıl ihtilâf sanatın değeri olup olmamasından dolayı hırsızın
çalmış olduğu altın veya gümüş külçeden para veya kab yaptığında bu sanatla
bunlara mâlik olup olmaması ile elinin kesilip kesilmemesindedir. İmam-ı Azam'a
göre bu sanatla çalmış olduğu altın veya gümüş külçeye mâlik olamayacağı için
eli kesilir. İmameyn'in bu husustaiki kavilleri vardır. Birine göre, bu sanatla
altın veya gümüş külçeye çalmış olduğu andan itibaren mâlik olduğu için eli
kesilmez, diğerine göre eli kesilir. Çünkü altın veya gümüş külce bu sanatla
başka bir şey olduğu için hırsız altının bizzat kendisine mâlik olmamıştır.
Hırsız çalmış olduğu altın veya gümüş külçeden bilezik ve küpe gibi zînet eşyası
yapsa yine böyle ihtilâf vardır.
"O kablar ittifakla
hırsızın olur ilh..." Yani bir hırsız çalmış olduğu bakırdan kab yapar, yaptığı
kablar da adetle satılırsa kablar hırsızın olur. Şöyle ki; çalınan bakır bu
sanat sebebiyle tartıyla satılmaktan çıktığı için kendisinde ribâ (faiz) hükmü
câri olmaz. Fakat çalınan altın veya gümüş külçeden kab. yapıldığında bu kablar
altının veya gümüşün bizzat kendisini ve ismini değiştiremez. Hatta on dirhem
ağırlığındaki bir gümüş kabın onbir dirhem gümüşe satılması sahih değildir.
Fetih.
"Eli kesilse
ilh..." Yani hırsız çalmış olduğu elbiseyi kırmızıya boyasa eli kesilir. Çünkü
eli ancak beyaz elbiseyi çalmasından dolayı kesilmiştir ki, beyaz elbiseye hiç
bir suretle mâlik olamaz. Ancak elbiseye boyanmış olduktan sonra mâlik olur.
Çalmış olduğu buğdaydan dolayı eli kesilir. Her ne kadar o buğdaya un yaptıktan
sonra mâlik olsa bile.
"Sahibine vermesi
de, ödemesi de lâzım gelmez ilh..." Yani mevcud olduğunda vermesi telef
edildiğinde ödemesi lâzım gelmez. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir,
imam Muhammed'e göre hırsız elbiseyi sahibine verip boya parasını ondan alır.
Çünkü mal sahibinin malı her bakımdan mevcuddur ve elbise asıldır, boya ise
elbiseye tâbidir. İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'un delili hırsızın boyası
elbisede sureten ve manen vardır. Çünkü mal sahibi elbiseyi alsa boya parasını
ödemesi lâzımdır. Mal sahibinin elbisede hakkı sureten vardır, manen yoktur.
Çünkü elbise hırsızın elinde yok olsa yahut hırsız kasden yok etse, hırsızın
elbiseyi 'ödemesi lâzım değildir. Nehir.
"İhtiyar isimli
kitabda zikredilen meseleye muhaliftir ilh.. " Yani İhtiyar'da: "Hırsız çaldığı
elbiseyi eli kesildikten sonra boyasa sahibine verir." diye zikredilmiştir.
Sahih olan kavil de budur.
"Bu ihtilâf zamana
göre olan bir ihtilâftır ilh..." Yani insanlar İmam-ı Azam zamanında siyah
giymiyorlardı, İmameyn zamanında giyiyorlardı. Fetih. İhtilâf bu yüzden meydana
gelmiştir.