ALIŞ-VERİŞ FASLI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Derim
ki: Burada düşünmek gerekir. Zira bu sultan tarafından malı müsadere edilmiş ve malının
satışı
tayin edilmemiş kimsenin hakkında fukahanın dediklerine benzer. Böyle bir kişi mülklerini
kendiliğinden
sa-tarsa bunun alışverişi geçerlidir. Çünkü o satmaya mecbur edilmemiş-tir. Burada
da
böyledir. Zira satıcının hiç satmamak yetkisi de vardır. Bu-nun için de
Hidâye'de dedi ki:
«Onlardan
kim imamın takdir ettiği fiat ile satarsa, sahihtir. Çünkü satış hususunda mecbur
değildir.»
Çünkü imam satmayı emretmemiş
ancak sattığı takdirde fiyatı şu kadardan faz-la
çıkarmamayı emretmiştir. Bu ikisi arasında fark vardır.
Düşünülsün.
«Bunun
çıkar yolu «istediğinle sat»
demesidir ilh...» kavline gelince: Böyle bir zamanda kişi neyle
satarsa
helâl olur. Zeylaî. Bu ibarenin
za-hirinden anlaşılıyor ki; eğer
satıcı daha fazla bir fiyatla
satarsa
dahi he-lâldir. Ve alış veriş geçerli sayılır. Bu görüş Zeylaî'nin ve başkasının: «Ki-şi hududu
aşarak daha fazlasıyla satarsa, hakim onu geçerli sayabilir.» dediklerine ters düşmez. Çünkü
buradan
maksat; hakim onu geçerli sayar ve fesh etmek demektir. Bunun için Kuhistâni dedi ki:
«Bu
caizdir ve hakim de bunu geçerli
sayar.» Ama Ebûssuud'un anladığının
tersidir, bu. Çünkü
onun
anladığına göre; hakim bunu caiz görmedikçe bu ge-çerli sayılmaz.»
«Müşteri
ette değil de ekmekte ilh...» sözüne gelince; Zeylaî ve baş-ka âlimler «Müşteri o
memleketin
ahalisinden değil ise demektir... Çün-kü memleketlerde adet şudur ki; ekmeğin fiyatları
belli
olur. Etin fiyatları ise o ancak
bazı kereler belli olur, demişlerdir.» Yani yabancı bir kimse için
bu
belli değildir. Nitekim bu hüküm
Hâniye'de de yer almıştır. Binaenaleyh aynı memleketin ahalisi
olan
bir kimse ister ekmekte ister-se ette kandırılmış ise;
eksiğini geri alır. Yani
fiyatta eksik
aldığının
pa-yına ne düşerse onu geri alır.
Hâniye'nin Alış-verişler bölümünde şu hüküm yer
almaktadır: «Bir kişi kasaptan her gün bir dirhem
et
alır. Kasap da eti keser ve tartar. Müşteri de zanneder ki bu birbatmandır. Çünkü et o memlekette
bir
bat-manı bir dirheme
satılmaktadır. Bir gün almış olduğu eti müşteri tartar ve bakar ki bir
batmandan
eksiktir. Kasap da «Evet» bir batmandan eksik veriyordum» diye onu tasdik ederse
alimler
dediler .ki: Eğer bu müş-teri o memleketin ahalisinden ise, fiyattan o eksik kısma (para
olarak)
ne tekabül ederse onu alır; etten değil. Çünkü satıcı eksiğin hissesini fiyattan almıştır. Eğer
şehir
ahalisinden değil ise ve kasapta bunu bir batman olarak verdiğini kabul etmiyorsa hiçbir şey
geri
alamaz. Çünkü memleketteki fiatlar yabancılar tarafından
bilinmeyebilir.»
«Her
iki kutta (gıda maddesinde) ancak narh vardır ilh...» sözüne ge-lince; yani beşerin kutu ile
hayvanların kutunda.
Çünkü
ihtikâr bahsinde narhtan söz etti.
Düşün.
«Halka
zulmederlerse o vakit, yönetici narh koyar ilh...» sözüne ge-lince; bundan böyle bir işin caiz
olması
gerektiği anlaşılır.
«Ebû
Yûsuf'un dediğine göre ilh...»
sözüne gelince; yani halka
za-rar veren her şeyin stok edilmesi
itikârdır.
Altın olsun, gümüş olsun ve-ya kumaş
olsun. T. dedi ki: «Ebû Yûsuf'un bu görüş ihtikâr
hususundadır.
Narh koymak hususunda değildir.»
Derim
ki: Evet, doğrudur; lâkin mefhum
tarikiyle istimbot veya kıyas yoluyla Ebû Yûsuf'un görüşü
alınır.
Ve bunun için de Ebû Yûsuf'un
de-diğine binaen dedi; «Ebû Yûsuf
böyle diyor» demedi.
Düşün.
Bununla
beraber daha önce geçtiği gibi İmam, bu meselede hacr koymaya taraftardır. Zarar
genelleştiği
zaman hacr koymayı uygun gö-rür. Nitekim hayasız müfti, iflas
mekkarî, cahil doktor
hususunda
da durum böyledir. Bu genel bir kaziyedir. Bizim meselemiz de bu kaziyeye girer.
Çünkü
narh koymak, manen hacr koymaktır. Çünkü narhtan mak-sat, fahiş bir fazlalıkla satmaktan
alıkoymaktır.
Buna binaen bu gör-düğüm kadarıyla sadece Ebû Yûsuf'un kavline binaen değildir.
Düşün.
METİN
Bakışla
veya celbedip getirmek suretiyle insanlara zarar veriyorsa, burçlarında dahi
olsa,
güvercinleri
tutması mekruhtur, ihtiyata uygun
olan celbedip getirilen güvercini
sadaka yermek,
sonra
satın alması ve-ya sonra kendisine hibe edilmesidir. Mücteba. Eğer güvercinleri damlar-da
uçurtuyor, böylece halkın avretlerine muttali oluyor veya o güvercin-lere taş ve benzeri serler atmak
suretiyle
halkın camlarını kırıyor ise; tezir
cezalarına çarptırılır ve en şiddetli bir şekilde bu işten
men
edile-cektir. Eğer bir türlü men edilmezse muhtesip (yani devlet tarafından böyle şeyleri
kontrol
etmekle görevli olan kişi)
güvercinlerini kesecektir. Vehbâniye'de tazir cezası verilmesi
güvercinlerinin
kesilmesi vacibtir, di-ye serahat vardır. Ancak bizim kayıt olarak ileri sürdüğümüz
kayıtları
da zikretmemiştir.-Bu halkın adetine
dayanarak böyle demiş olabilir.
İstinas
için güvercin edinmek mubahtır.
Tıpkı azad etmek için bir takım kuşları satın alması gibi.
Kim
bu kuşları satarsa: «Bu kuşlar onun olsun» desin. Onları azad etmek suretiyle o kuşlar
mülkünden
çıkmaz-lar. Bazıları kuşları satın alıp azad etmek mekruhtur. Çünkü malın zayi
edilmesidir demişlerdir. Câmiulfetâvâ.
Muhtârât
adlı kitapta: Hayvanının (kulağını kesmek delmek suretiyle onu nişanlayıp) «Kim bu
hayvanı elde ederse bu hayvan onundur» diye hayvanı bırakırsa, o hayvanı alandan geri alamaz. Bu
mesele
Haç konusunda geçti. Öküze binmek, onu yük yükletmek caizdir. Zorluk vermemek
dövmemek
suretiyle merkebe yük yükletilebilir. Zira hayvana zulmet-mek zımmiye zulmetmekten,
zımmiye
zulmetmekse müslümana zulmet-mekten
daha şiddetlidir.
Atışta
ve ata binmekte müsabaka yapmakta
beis yoktur. Katır mer-kep de böyledir. Mülteka ve El
Mecmâ'da
da böyle denildi. Musannif ta burada bunu kabul etti. Ancak bu kabulü çeşitli
meselelerde zikrettiğinin hilâfınadır. Dikkat et.
Deve
ile yarış etmekte de yaya olarak yarış etmekte de beis yok-tur. Çünkü bunlar cihâdın
sebeblerindendir. Böylece mendup oluyor. Üç imama göre bir para koymak suretiyle yaya olarak
yarışmak caiz değil-dir. Ama para olmaksızın yarış yaparlarsa her oyunda olduğu gibi, mu-bahtır.
Nitekim
bu ileride gelecektir. Evet, bu yarışlarda şart koşulan pa-ra helâldir. Mağluptan illâ
alınacaktır, diye şart koşulması hali böyle de-ğildir. Bercendî ve başkaları bunu zikrettiler. Bezzaz?
de
bunun illetini şöyle açıklamıştır:
«Çünkü şart ile hiçbir şey hak olamaz. Çünkü akid ve kabız
yoktur.»
Bezzazî'nin bu sözünden anlaşılan şudur: «Akitle bu la-zım olur.»
Nitekim Şâfiîler de böyle
diyorlar. Gözünü aç.
Eğer
müsabakada mal bir taraftan şart koşulmuş ise, yani iki ki-şiden birisi ben galip gelirsem
birşey
yok. mağlup olursam şu kadar para vereceğim demiş ise caizdir. Eğer iki taraftan biri: «Sen
galip
ge-lirsen yüz lirayı benden alacaksın ben galip çıkarsam senden alacağım» diye şart
koşulursa
haram olur. Çünkü kumar olur. Ancak üçüncü Bir kişiyi yarışa sokarlarsa, atı ikisinin
atına
denk ise, atının önde gel-me ihtimali varsa o zaman helâl olur. Eğer böyle değilse helâl olmaz.
Sonra
üçüncü kişi onları geçtiği takdirde ikisinden de parayı alacaktır. Eğer onlar üçüncü kişiyi
geçerlerse üçüncü kişi onlara birşey vermez. Onarın aralarında kim geçerse arkadaşından şart
koştuğu
malı alır.
Fıkıhla
uğraşanlar hakkında da hüküm böyledir. Haklı ise, ona şu kadar verilecek diye şart koşmuş
ise
sahih olur. Eğer iki taraftan kim galip gelir ise diğerine şu kadar mal verecektir diye şart
koşarlarsa helâl olmaz. Dürer ve Müctebâ.
Güreşmek
bidat değildir. Ancak eğlenmek
için olursa mekruh olur. Bercendî.
Şartsız
olan yarışa gelince, her konuda bu
caizdir. Nitekim daha son-ra gelecektir.'Şafilere göre;
koşmak,
kuşlarla, ineklerle yarışmak, ge-miyle, yüzerek çomaklarla, kurşun atarak, taş atarak, elle
kaldırarak,, parmakları birbirine geçirerek, bir ayak üzerinde durarak, elinde tek mi var çift mi var
bunu
bilmesine çalışarak, yüzükle oynayarak müsabaka helâldir. Tehlikeli her oyun da maharetli ve
büyük bir ihtimalle sağlam kalacağını bilen kişi için helâldir.
Atıcı
için atmak ve yılanı avlamak gibi. Böyle oyunlara bakmak ta helâldir.
«İsrail
oğullarından rivayetleri anlatınız.» hadisi, acaip ve gariplikleri yüzde yüz yalan söylediği
bilinmeyen
herkesten, delil niyetiyle değilde
seyir niyetiyle dinlemek helâldir. Hatta yüzde yüz yalan
söylemesi sabit olandan da dinlenilir. Fakat darb-ı meseleler, mevizeler
vermek;
kahramanlık gibi şeyleri öğretmek maksadıyla insanların veya hayvanların dillerinden rivayetle
anlatmak
şeklinde olursa helâldir. Bunu İbn Hacer zikretti.
İZAH
«Celbedip
getirdi ilh...» Yani güvercinleri
başka bir güvercini geti-rirse; fakat sahibinin kim
olduğunu
bilmiyor ise; bu güvercini sadaka verecek sonra satın alacak veya kendisine hibe
edilecektir. H.
«Onu
kesecektir ilh...» Yani muhtesip keser güvercinleri sonra sa-hibine atar. Şurunbulalî Şerhinde
bunu
ifade etti.
«Vehbâniye
ilh...» Bunu Hudûd Kitâbı'nda bizim söylediğim kayıtlan koşmaksızın mutlak şekilde
ifade
etti. Yani halkın avretlerine
muttali ol-mak, camları kırmak şartlarını söylemeden mutlak
olarak: «Güvercinlerini keser» dedi. Vehbâniye sarihi allâme Abdülber:
«Mütekaddimlerin
hiçbi-risinin
mutlak bir şekilde muhtesib güvercinleri kesecektir dediklerini gör-medim» diyor.
«Umulur
ki ilh...» Yani Vehbâniye sahibi bu
hükmünü onların adet-lerine
dayanarak mutlak olarak
zikretmiştir.
Çünkü güvercin uçurtanlar ekseriyetle avretlere muttali olur, camları kırarlar.
«istisnas için olursa mubahtır ilh...» Müctebâ'da işaretle: «Kuşların ve tavukların evde
hapsedilmesinde bir beis yoktur. Fakat onların yem-lerini vermek şartıyla onları mahallenin arasına
bırakmaktansa hapset-mek daha hayırlıdır.» denilmektedir. Kınye'de de
işaret ederek: «Bir bül-bülü
kafeste
hapsetme ve yemini verse bu caiz değildir.» dendi.
Derim
ki: Fakat Allâme Kârîü'l-hidâye'nin Fetâvâsı'nda şu hüküm yer almıştır: «Acaba tek oldukları
halde
kuşların hapsedilmesi caiz mi-dir? Kuşları azad etmek caiz midir? Bunda sevap var mıdır?
Mescitlerin
haşirlerini dışkılarıyla kirlettiklerinden dolayı kırlangıçları öldürmek ca-iz midir? Cevap
olarak
dedi ki: Cinsiyet için kuşları hapsetmek caiz, on-ları azad etmekle ise herhangi bir sevap
yoktur.
Onlardan ve diğer hay-vanlardan
eziyet verenin öldürülmesi de caizdir.»
Derim
ki: Kerahetin kafeste hapsedilmeleri için söz konusu olduğu-nu umarım. Çünkü kafese
koymak, hapsetmektir ve azap vermektir. Ni-tekim
zikrettiğimizin tümünden de bu
anlaşılır ve bu
tevil
ile değişik gö-rüşlerin arası
bulunmuş oluyor. Düşün.
Bir
Uyarı: Cerrahî dedi ki: Vahi hadislerden birisi Dara Kutnî'nin el-İfrâd'ında Deylemî'nin de İbn
Abbâs'tan
merfû olarak rivayet ettikleri şu eserdir: «Makâsîs denilen kuşları edininiz. Çünkü onlar
cinleri
sizin çocuklarmıza dokunmaktan meşgul ederler.» İbn Ebî'd Dünya Sevrî'den ri-vayet ediyor:
«Güvercinle
oynamak Lût, kavminin amelindendir.»
«Kişi
onu azad etmekle (güvercin) o kişinin
mülkünden çıkmaz ilh...» sözüne gelince, kişi azad
ettikten
sonra onu başkasının elinde görürse onu alabilir. Ancak «Kim onu tutarsaonun olsun»
demiş
ise; sonra ge-lecek ibareden de anlaşılacağı gibi o vakit geri
alamaz.
«Kişi
bineceğini bıraksa ilh...» Hülâsa'da zikredildi ki: «Bu meseleyi el-Fetâvâ'da Siyer bahsinde
tekrarlamış ve şu şartı ileri sürmüş: Kişi belli bir kavme: «Sizden kim dilerse onu tutsun» demiş
olmalıdır.»
«Ta-tarhâniye'de; «Falan adam benim malımdan neyi elde ederse o onun için helâldir.»
dese
o kişi de onun malından alırsa helâl olur. «Kim ki benim malımdan ne alırsa ona helâldir»
sözünde
ise; bir kişi herhangi bir şey alırsa helâl olmaz. Ebû Nasr dedi ki: «Helâl olur ve zâmin de
olmaz.»
Eğer kişi: «Sen benim malım sana helâldir, dilediğini malımdan al» dese İmam
Muhammede
göre; onun malından özel olarak dirhemler ve di-narlar helâl
olur.»
«Öküze
binmek ve yük yükletmek caizdir ilh...» sözüne gelince; bir görüşe göre bu yapılmalıdır.
Çünkü
hayvanların her çeşidi bir iş için yaratılmıştır. Cenâb-ı Hâk'kın emrini bozmaya hiç kimsenin
yetkisiyoktur.
«Ama zorlamaksızın ve vurmaksızın ilh...» sözüne gelince; hayvana gücünün üstünde yük
yüklemez,
hayvanın yüzüne ve başına vuramaz.
Buna icmâ' vardır. Ebû Hânife'ye göre hiçbir
şekilde
vuramaz; hayvan mülkü dahi olursa. Allah'ın Resulü:
«Hayvanlara ürkeklikten dolayı
dövülürse
de kaydıkları için vurulmazlar.» Çünkü kaymak, binicinin gemi tümü tutuşundan ileri
gelir.
Ürkeklik ise, hayvannı kötü ahlâkından neşet eder. Bundan ötürü hayvan tedip edilir.
Fusûlyu'l-Allâmî.
«Zımmîden
daha şiddetlidir ilh...» Çünkü hayvanın Allah'tan başka yardımcısı yoktur. Hadiste vârid
olmuştur
ki; «Allah'tan başka yardımcısı olmayan bir mahlûka zulmeden
bir Kimsenin üzerinde
Allahın
gazabı şid-detlenir.»
Zimmîninki
ise, müslümanınkinden daha şiddetlidir ilh...» Çünkü müslüman zâlimin aleyhinde
şiddetli
bir şekilde dava açar. Ta ki zalim de onun gibi azaba uğrasın. Halbuki küfürden başka
günahların
atıl-masına mani de yoktur. Küfürden
başka günahları zalimin üzerine at-masında mani
yok,
zâlimi bununla azab görür. Bunu
bazıları zikretmiş-tir. T.
«Müsabakada bir beis yok ilh...» Çünkü Cenâb-ı
Peygamber: «Mü-sabaka ancak huf'ta nasl'da veya
hâfir'de
olur.» Hadîsteki «şebek» ke-limesi yarışı kazanana tayin edilen maldır. Yani bir bedel
karşılığında müsabaka, ancak şu üç sınıfta caiz olur demektir. Hattâbî sahih rivayet «şebek»
şeklindedir, demiştir. «Ebussuud Münâvî'den rivayetle Cerrahî'nin şöyle dediğini naklederler:
«Veya
kanatta vardır» fazlalığı, muhaddislerin ittifakıyla hadisten değildir. Tüm
muhaddisler bu
kelimenin
mevzu olduğunda ittifak etmişlerdir.»
diyor.
«Huf»tan
kasıt devedir. «Hâfir» attır,
«nasl» okun başındaki demir-dir, maksat ok atışıdır.
«Mültekâ'da
ve Mecmâ'da hüküm böyledir ilh...» sözüne gelince, bunun benzeri el-Muhtâr, Mevâhib
ve
Düreru'l-Bihâr'da da vardır.
«Çeşitli
Meseleler'de zikrettiğinin hilâfına ilh...» sözüne gelince, ya-ni müellif Farâiz Kitabının
hemen
öncesinde; «Ancak at, deve, ayak ve okla olur» demektedir. Bunu benzeri Kenz ve Zeylaî'de
de
vardır. Sarih orada bunu kabul
ederek der ki: «Bu dört sınıftan başka, meselâ katır gibi hayvanla
mükâfat
şartıyla yarışmak caiz değildir. Ama şartsız ya-rışmak her şeyde caizdir. Bu sözün tamamı
Zeylaî'dedir.» Bunun benze-ri Zahire, Haniye ve
Tatarhâniye'de de yer almaktadır.
Ebussuud,
Allâme
Kasımdan naklederek Mecmâ'daki hükmü reddetmiştir. Şöyle ki: «Hiç kimse merkeplerle
müsabaka
olur dememiştir. Çünkü müsabakanın caiz olması cihada teşvik tahrik etmesinden ileri
geliyor.
İslâm'da merkepler üzerinde cihâd etmek bilinen birşey değildir.»
Katırı
da zikretmeli. Çünkü Şeriat'da binicisinin katırına ganimetten bir pay verilmemiş olduğundan
katıra
itibar edilmemiştir. Binaenaleyh katırda da cihada teşvik yoktur. Ancak «Ona pay vermemek,
onunla
mü-sabakaya katılmamayı gerektirmez. Çünkü «huf»un payı ganimette yok-tur ama, nassan
«huf»la
yani deve ile müsabaka caizdir,
denirse mesele değişir.
Ben
derim ki: Hülâsa şudur: Hadiste zikredilen «hâfir» geneldir. Bu ke-limenin genelliğine bakan bir
kimse,
katır ve merkebi de dahil etmiş olur. Nedenine, illetine bakan bir kimse ise bunları dışarıda
mütalâa
etmiştir. Çünkü bunlar cihâd aleti değildirler. Düşün.
«O
zaman mendup olur ilh...»
sözüne gelince; mendup olması kaste bağlıdır. Eğer güreşmekten
eğlenmek,
başkasını yenmekle böbürlen-mek veya seceati bilinsin görünsün diye bir kasti var
ise;
zahire
göre kerahet vardır. Çünkü
ameller niyetlerledir. Mubah bir şey, niyetiyle taate dönüştüğü
gibi,
taat de niyetle masiyete dönüşebilir. T.
«Onsuz
olmasına gelince ilh...» ifadesine gelince; ifadenin zahirin-den anlaşılıyor ki, bu ibare üç
imamın
sözüyle ilgilidir. Daha ilerde gelen
itade ise, mezhep ehline göredir. T. Daha önce «Çeşitli
mesele!er»de
takdim ettiğimiz de bunun
gibidir.
«Her
koyun mubah olur ilh...» sözüne gelince; yani biniciliği öğreten cihâda yardımcı olan her
şartsız
olarak oyun mubah olur. Çünkü bahsi geçen meselelerde şartın caizliği, hadisle ve kıyasın
hilâfına
olarak sabit olmuştur. Binaenaleyh bunlardan başka oyunlar, ancak
şartsız yani her-' hangi
bir
mükâfat şart koşulmaksızın caiz olur. Kuhistanî, Mültekâ'dan şunu naklediyor: «Kim savlacan
denilen
çomakla oynarsa, maksadı bini-ciliği öğrenmek ise caiz olur.» Cevâhir'de de de şu nakli
yapar:
«Savaşmak için güç kazanmak maksadıyla güreşmenin ruhsatlı oluşu hakkında eser
gelmiştir.
Eğlenmek maksadıyla güreşirse mekruh olur.»
«Onu
hak ettiği için değil ilh...» Mağlup olan kişi şart koşulan para-yı vermez ise, kadı cebren
ondan
alamaz. Ve o parayı vermesi için onun aleyhine hüküm veremez. Zeylaî, çeşitli Meseleler'de.
«Bundan
anlaşılıyor ki; akit ile şart lazım olur ilh...» Bunun şeklinin nasıl olduğuna dikkat et. Bazen
«akit
olmadığından» sözünün manâsı,aktin imkânı yoktur, demektir. Bununla beraber zikredilen
yerlerde
mü-kâfat şartının caiz olması, Zeylaî dedi ki: «Bu istihsanen'dir. Kıyasa göre caiz olmaması
gerekir.
Çünkü burada mülk edinmek, tehlikeye bağ-lanmış olur. Bu
noktadan ötürü katırla
yarışmak gibi, hadisle sabit olan dört sınıfın dışında kalan sınıflarda şart koşulan para bir kişi
tarafından
dahi şart koşulursa yine de şartlı
müsabaka caiz olmaz.» Düşün.
Bilcümle,
meselede sarih bir metne ihtiyaç vardır. Çünkü
sarihin > söylediği, muhtemel bir
hükümdür.
Müctebâ'da şu nassı gördüm: «Bazı nüshalarda eğer yarışı kazanırsa mal kendisine
helâl
olur, eğer mağlûb olan vermekten
imtina ederse cebren kendisinden mal alınır.»
Derim
ki: Lakin bu hüküm, Zeylaî, Zahire,
Hülâsa, Tatarhâniye ve başka meşhur
kitaplarda yer alan
hükme
muhaliftir. Çünkü onların hep-si
daha önce geçtiği gibi, «kişi yarışı kazanmakla o şart
koşulan
paraya müstahak olmaz» demişlerdir. Düşün.
«Birtek
taraftan olursa ilh...» Veya üçüncü bir kişiden olursa. Yani -yarışanlardan birisi arkadaşına:
«Eğer
beni geçersen sana şu kadar para veririm, eğer ben seni geçersem senden hiçbir şey
olmam»
veya Emîr iki süvariye veya iki okçuya der ki: «Sizden hanginiz yarışı kazanırsa ona şu
kadar
para vardır. Eğer mağlup olursa kendisine hiçbirşey verilme-yecektir.» İhtiyar ve
Gurarü'l-Efkâr.
«İki
taraftan şart koşulursa caiz olmaz ilh...» sözüne gelince; kişi ar-kadaşına der ki: «Eğer atın
yarışı
kazanırsa sana şu kadar para verece-ğim, benim atım kazanırsa sen bana şu kadar para
vereceksin»
Zeylaî. «Eğer senin deven benim
devemi geçerse, senin okun benim okumu ge-çerse»
demesi
de böyledir. Tatarhâniye.
«Çünkü
bu kumar olur ilh...» sözüne gelince; zira «kumar» kelimesi bir defa artıp bir defa eksilen
manâsına
ifade eden «kamır»dan türemiş-tir. Kumar'a «kumar» denilmesinin nedeni de, kumar
oynayanın malı di-ğer arkadaşına gider; böylece birisinin malı eksilir, diğerlerinin malı ar-tar. İşte
bu
kumar nas ile haramdır. Fakat yarışanların birisi tarafından para şart koşulursa, hüküm böyle
değildir.
Çünkü artma ve eksilme, iki-sinin malından (bir anda) mümkün olmaz. Ancak birisinin
malından
artı-şın imkânı vardır. Diğerinin
malında sadece eksiltme imkânı vardır. Böy-lece bu
kumar
olmaz. Çünkü kumarda aynı ihtimalin
iki taraf için söz konusu olması gerekir. Zeylaî.
«İkisini
geçeceğini vehmediyor (sanıyor)sac ilh...» Hele atı daima mağlup olur veya yüzde yüz galip
gelir
şekilde ise bu şekil yarışmak caiz olmaz. Çünkü Resulü Ekrem: «Kim ki iki atın arasına galip
gelmeyeceğin-den
emin olmadığı halde bir atı sokarsa, bu hususta bir beis yok. Kesin-likle yarışı
kazanacağından emin olduğu halde iki atın arasına üçüncü bir atı sokan kimsenin hareketi ise
kumardır.»
Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûdve başkaları rivayet etmiştir. Zeylaî.
.
«Sonra
bu at o iki atı geçtiğinde ilh...» sözüne gelince, bunun şekli şöyledir: Eğer o iki atı geçerse
beşyüz
ondan beşyüz ondan olmak üzere onlardan, bin dirhem alacaktır; eğer onlar geçmezse
onlara
birşey ver-meyecektir. Eğer onların birisi diğerini geçerse, birisinin malından onun yüz
dirhem
alır. Fakat üçüncü at sahibi onları geçmediği takdirde onlara hiçbirşey vermeyecektir. Eğer
geçerse şart koşulan miktarı onlardan ala-caktır. Şekil almak ve vermek hususunda bunun tam
tersi
de olabilir. İkisi kendi aralarında ise! hangisi yarışı kazanırsa şart koştuğu miktarı
arkadaşından alacaktır. Eğer iki at bu üçüncü atı geçerlerse, beraber yarışı bitirirlerse; onların
hiçbirisinin
diğerine birşey vereceği yoktur. Eğer muhallil yani üçüncü
at, bu iki attan birisiyle
beraber
yarışı kazanırsa, sonra Öbür at gelirse o zaman üçüncü atla beraber yarışı kazanan atın
sahibine
bir şey düşmez. Belki diğer at sahibi tarafından şart koşulan ona verilecek diye belirtilen
kısmı
alır. Eğer iki attan birisi yarışı kaza-nır, ikinci olarak muhallil gelir; sonra iki atın ikincisi
gelirse
bu takdirde muhallile yani üçüncü at sahibine hiçbirşey verilmez.
Gurer-ül-Efkâr.
Zeylaî dedi ki: «Bunun caiz olmasının nedeni şudur: Üçüncü atın sahibi, hiçbir takdirde diğerlerine
karşı
borçlu olamaz. Onun ancak al-mak veya almamak ihtimalleri söz konusudur. Böylece bu
mesele
de kumar olmaktan çıkmış oluyor. Tıpkı bir taraftan şart ileri koşulduğu takdirdeki gibi olur.
Çünkü
kumar, garameti (yani ödeme yükünü) çek-mek
ihtimalinde iki tarafın eşit şansa sahip
olduğu
şeydir. Nitekim bunu daha önceden açıklamıştık.»
Tamamlayıcı
bir ek: Mesafenin atın koşabileceği kadar; atların her birisinin de yarış kazanma
ihtimali
olması şarttır. Zeylaî. Ok meselesin-de ayakla yarışmak meselesinde de böyle demek
uygundur. Düşün. Gu-rarü'l-Efkâr'da Muharrer'den naklediliyor: «Eğer yarış develerle olursa hangi
devenin
omuzla önde ise o yarışı kazanmış
kabul edilir. Eğer atlar üzerinde olursa hangisinin
boynu önde ise, yarışı kazanmış kabul edi-lir, ayaklara itibar edileceği de
söylenmiştir.»
Fer'î
Bir Mesele: Tatarhâniye'nin Müteferrikat'ında Sirâciye'den nak-ledilerek denildi ki: «Kıble
tarafındaki
bir hedefe ok atmak mekruhtur.»
«Fıkıhla
uğraşanlar hakkında da hüküm böyledir ilh...» sözüne
ge-lince, yani şu yarış
meselesindeki tafsilât fıkhî meselelerdeki yarışmada da aynen geçerlidir. Güreşte hükmü de bu
tafsilâta
binaen böyledir. Gü-reşin caiz olması şu noktadan ileri geliyor: Çünkü onda cihada teşvik
vardır;
bir de ilim öğrenmek şart konusudur. Çünkü Din, cihâdla ve ilim-le kaim olur. Buna göre
ilimle
cihâda ilgili olan her noktada müsabaka caizdir. Fakat başka noktalarda değildir.
Fusûlü'l-Allamî'de de böyle yer almıştır.
«Eğer
savab kim (doğru) söylüyor ise, ona
bir mal şart koşulursa sıh-hatli olur ilh...» sözüne
gelince; yani belli ve beraberinde savab olan bi-risi için şart koşulursa sıhatlidir. Yoksa «min»
kelimesi ile umum ifadesi burada kasdedilmemektedir. Aksi takdirde kendisinden sonra gelen
meselenin
ta kendisi olur. H.
Yani
şöyle diyecektir: «Eğer savap senin yanında sabit olursa, sa-na şu şeyi vereceğim. Eğer savap
benimle
ise, benim için hiçbir şey yok-tur.» Veya tam bunun aksimi söyleyecektir. Eğer ikisi:
«Savap
kimin elinde ise, o arkadaşından şu kadar para alacaktır» dese sıhhatli olamaz. Çünkü bu
şart
iki taraftan oluyor. Bu kumar olur. Ancak araların
bir muhallil so-karlarsa caiz olabilir. Nitekim
onların
kelâmlarından da bu anlaşılıyor. T.
Böylelikle mesele üç vecihli bir mesele olur. Üçüncü kişi için bir mükâfat tayin ediyorlar. Eğer
savap
onun dediği ise; (ona mükâfat
ve-rilir.) Eğer sevap diğer iki
kişinin herhangi birisinin
beraberinde
ise üçün-cüden hiçbir şey alınmayacaktır.
Düşün.
«Güreşmek bidat değildir ilh...» sözüne gelince: Zira Allah'ın Resulü bir grup kişi ile güreşmiş ve
onları
yıkmıştır. Onlardan birisi
İbnü'l-Esved El-Cumahî'dir. Bir diğeri
de Rükâne'dir. Resulü Ekrem
Rükâne'yi
arka arkaya üç defa yıkmıştır. Çünkü eğer güreşte mağlup olursa müslüman olacaktı
şartını
koşmuştu. Nitekim bu durum Aliyu'l-Kari'nin Şemail Şerh' inde yer almaktadır. .el-Cerrâhî
dedi
ki: «Resul-i Ekrem'in Ebû Cehil ile güreşmesine gelince; bunun aslı astarı yoktur.»
«Mükâfatsız
müsabaka ise, herşeyde caizdir ilh...» Biniciliği öğre-ten ve cihada yardımcı olan her
meselede müsabaka caizdir. Fakat boş vakit geçirmek (lehv) maksadıyla olmayacaktır. Nitekim
fakihlerin
kelâ-mından da bu ortaya
çıkıyor.
Onlar
Resulullah'ın: «Melekler, ok atmak yarışından başka melâhîden olan bir şeyde bir şeyle hazır
bulunmazlar»
buyurmuştur. Buna «lehiv» demenin nedeni, sureten lehve benzediğinden ileri
geliyor.
Düşün.
«Nitekim
bu ilerde gelecektir ilh...» sözüne gelince, yani «Çeşitli me-seleler» de bu mesele
gelecektir, demektir. Biz de bunun ibaresini daha önce takdim ettik.
«Bil-akdâm
(ayaklarla» kelimesi «üdde» kelimesine taalluk eder. Ya-ni Şafiî katında müsabaka
ayaklarla ve onun üzerine atfedilen şeylerle de
olur. T. dedi ki: «Şu ibareyi burada zikretmenin
nedenini
anlamadım. Ancak şu ibare, insana kaideler bunların helâl olmasını gerektirir, veh-mini
veriyor. Halbuki hiç de öyle değildir. Bilakis mezhebin kaideleri, bunların çoğunun haram olan
lehvden
olmasını gerektirir. Bir çomakla topa vurmak (savlacan) ve sonradan
gelen hükümler gibi.»
Özetle.
Derim
ki: Kuhistanî'den daha önce naklettik: «Çomakla oynamak caizdir. Bu bir binicilik topudur.
Kuşlarla
yarışmanın cevazı ise bize göre
tartışılır. Elde ne vardır,
oyunun caiz olmasında da durum
budur.
Yüzük-le oynamaya gelince; o
katıksız bir lehvdir. Sığırla, gemiyle, yüzmekle müsabakaya
gelince; onların kelâmının zahirinden caiz oldukları anlaşı-lıyor. Gülle atmak, taş atmak da tıpkı ok
atmak
gibidir. Elle taşı eğdirmek ve onun arkasında gelen hükümler ise; zahire göre eğer kişi
bunlarla
kahramanlığı artırmayı ve bedenî alışkanlığı hedef ediniyorsa bunda be-is
yoktur.»
«Gülleden»
maksat, çamurdan yapılan gülledir. T. Kalaydan
yapı-lan gülle de bunun gibidir.
«Elle
kaldırmak suretiyle yarışmak» hangisi daha kuvvetlidir diye bilinsin diye yapılır.
«Parmakları birbirine sokmak ilh...» Herkesin kendi parmağı üzerine eli kapatıp onunla müsabaka
yapmak,
en kuvvetli kimdir bilinsin diye yapılır. Bana böyle
geliyor.
«Elde
çift mi var, tek mi var, oyunu da, (Şafiî'ye göre) yüzükle oyna-mak da caizdir ilh...» ifadesine
gelince: Şafiî fakihlerinin bazılarından dinledim: Bunların caiz olması Şafiî katında hesab yani
matamatiksel ka-idelere bağlı yapıldığı zamana dairdir. Nitekim bunu hesap alimleri, bu-nu
özelliğiyle
bilme yolunda zikretmişlerdir. Eğer tahmin ile bunu bilme-ye çalışılırsa; o zaman bu
hükmün
dışına çıkar.
Derim
ki:" Zahire göre bir tahmin de olursa eğer bununla hesap ve matematik öğrenmesine
çalışılmak kasdedilirse; bizim katımızda bu ca-izdir. Satranca gelince; her ne kadar binicilik ilmini
öğretiyorsa da, ha-ram olması bizim katımızda hadisledir. Çünkü bunun gaileleri çoktur. Bir defa
satranca
dalan bir insan, çokça onun üzerinde durur. Yani onun menfaati zararına denk gelmez.
Nitekim
bunu fakihler daha önce zikret-tiğimizin hilâfına olmak üzere açıkça beyan
etmişlerdir.
«Beni
İsrailden naklediniz ilh...» ibaresine gelince; bunun bakiyesi «hiçbir beis yoktur» şeklindedir.
Hadisi
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Ahmed
bin Menî'in Câbir'den rivayet ettiği
bir lafızda şu vardır:
«İsrail
oğul-larından naklediniz. Çünkü onların arasında acaiplikler var idi.»
Nesâî
sahîh bir senedle Ebû Saîd el-Hudrî'den ve Resul-i Ekrem'den rivayet ediyor ki: «İsrail
Oğullarından
rivayet ediniz. Herhangi bir beis yoktur. Benden de rivayet ediniz ve sakın bana yalan
uydurmayınız.» Dik-kat edilirse Resul-ü Ekrem kendisinden olan hadis rivayeti ile israil
oğullarından
olan rivayeti bir birinden ayırmıştır. Nitekim Beyhâkî Şafiî'den bunu nakletmiştir.
«Hüccet
maksadıyla değil de teferrüc
seyretmek maksadıyla hikâye-ler nakledilirse caizdir ilh...»
Teferrüc
üzüntüden kurtulmak demektir.
Hüccet ise delil ve burhan demektir.
Kamus.
«Lakin
darb-ı mesel maksadıyla olursa zarar yoktur ilh...» ibaresine gelince; Harî'nin Makamât'ı
gibi.
Çünkü zahire göre Makâmât-ı
Harîri'de bulunan Hars bin Hemam'dan ve Sürücî'den nakledilen
hikâyelerin
aslı astarı yoktur. Ancak bu acip siyak şeklinde bu hikâyeleri meydana
ge-tirmiş
bulunuyor ki, Makamât'ı mütaala eden kimseler bunu açıkça gö-rebilirler. Acaba Antara'nın kıssası,
Melik
Zâhir'in ve başkalarının kısas-ları da buna girer mi? Lakin onun zikrettiği bu mesele, ancak
Şafiî
usul-lerine göredir. Bize gelince; Müctebâ'dan nakledilen Fürû'da gelecektir ki; mekruh olan
kıssalar, geçenlere ait olaylardan belli aslı olmayan kıs-salar, yahut onun üzerine
arttırılan veya
eksiltilen şeyleri; kısasını süs-lendirsin diye artıp eksiltenlerin kıssalardır. Acaba bizim katımızda
bu
caiz midir? Onunla darb-ı meseller ve benzerleri kasdedildiği takdirde değil midir, mesele
yazılacaktır.
«İnsanların veya hayvanların dilleriyle ilh...» veya cemadatın dille-riyle, mesela derler ki «Duvar
kazığa: Niçin beni yırtıyorsun? demiş. Ka-zık da: «Beni dövenden sor» demiştir.» «Bütün bunları
İbn
Hacer zikret-ti.» Yani İbn-i Hacer
el-Mekkî el-Minhâc üzerindeki şerhinde bunları zik-retti.
METİN
Cuma
gününde tırnakların kesilmesi müstahabtır. Ancak darülharp-de cihad
eden kişi için
bıyıklarını gürleştirmek ve tırnaklarını uzatmak müstahab oluyor. Tırnakları cuma namazından
sonra
kesmek efdaldir. Ancak fahiş bir şekilde geciktirirse o vakit mekruh olur. Çünkü tırnağı uzun
olan
bir kimsenin rızkı dar olur. Hadiste şu hüküm yer alır: «Cuma günü tırnaklarını keseni Allah
onu
gelecek cumaya kadar üç gün de
faz-lasıyla belâlardan
sakındırır.» Dürer. Yine Allah'ın
Resulünden:
«Kim ki tırnaklarını muhalif bir şekilde keserse, hiçbir zaman onun gözleri ağ-rımaz»
Yani
«Hazreti Ali'nin sözü gibi: «Parmaklarınızı sünnet ve edeple kesiniz. Sağ elin önce, ortanca ile
ufak
parmaktan baslar; Sol elde ise önce baş parmak tırnağı kesilir.»
Bunun
beyanı ve tamamı Miftâhüsseade adlı kitapta vardır. Gazneviye Şerhi'nde rivâyeta ediyor ki:
«Allah'ın Resulü evvela sağ elinin şehâdet parmağının tırnağını kesti, sonra sırasıyla serçe
parmağına
gitti. Sonra sol elin serçe parmağının tırnağını kesti sırasıyla baş parmağa kadar gitti ve
en
sonunda sağ elin baş parmağının tırnağını kesti. «Gazali. İh-ya isimli eserinde bunun güzel bir
nedenini
arz etmiş fakat ayak tırnak-larında
hangisi daha önce kesilir diye bir nakil yoktur. Evlâ
olan
onların aralarını hilâllemek gibi tırnaklarını kesmektir.
Derim
ki: el-Mevâhibü'l-Ledünniye'de varit olmuştur ki: «Hafız İbn Hacer dedi: Kişinin gerek
duyduğu şekilde kesmesi müstahabtır. Onun keyfiyeti hakkında hiçbir şey sabit olmamıştır. O
tırnakların
kesilmesi için Allah'ın Resulünden gelen rivayetle hiçbir gün de tayin edilmemiştir.»
Hazreti
Ali'ye nisbet edilen şiir, sonra İbn Hacer'e nisbet edilen ise; bi-zim Şeyhimiz onun bâtıl
olduğunu
söyledi.
Haftada
bir defa yıkanmak suretiyle bedenin temizlenmesi ve tıraş etmek suretiyle tenasül uzvunun
etrafındaki
kılların sıyırılması
müstehabtır. En efdali cuma gününde bu işlerin olmasıdır. Onbeş
günde
bir de caizdir. Kırk günden
sonra yapılmaması mekruhtur. Müctebâ. Müctebâ'-da şu
hükümde
yer almaktadır: Bıyıkları dipten tıraş etmek bidattir. Fakat bazıları 'bıyıkların dipten tıraş
edilmesi
sünnettir dediler. Ağarmış tüy-leri sakal ve bıyığın arasından alıp çekmekte bir beis yoktur.
Sakalın
et-rafından kesmekte de bir beis yoktur. Sakalda sünnet bir kabzedir. Yani bir
tutamdır.
Yine
Müctebâ'da yer alan şu hüküm vardır: Kadın saçlarını keserse gü-nahkâr olur ve lanete uğrar.
Bezzâziye'de
der ki: «Kocasının izniyle dahi
keserse hüküm böyledir. Çünkü Allaha karşı olan
masiyette
hiçbir mah-luka itaat yoktur. Bunun için erkeğin sakalını kesmesi de haramdır. Etki yapan
manâ
kendisini erkeklere benzetmektir.
Ben
derim ki: Erkeğin başını tıraş etmesine gelince; Vehbâniye adlı ki-tapta şöyle denildi:
«Her
cumada
başın tıraş edilmesi müstahâptır. Bazan da caizdir, tabiriyle ifade
edilir.»
Bir
kişi namaz ve benzeri ibadetlerin
ilmini halka öğretmek, öğretse; başkası da onunla amel etmek
için
öğrense; hangisi daha üstündür? Bi-rincisi efdaldir. Çünkü onun
faydası sadece nefsine değil,
başkasınadır da. Rivayet ediliyor ki: «İlmin müzakere edilmesinin bir saati, bir gece ibadetten daha
hayırlıdır.»
Bir
müslüman eğer sakalı bitmiş ise şehri bırakıp, ilim öğrenmek için annesinden babasından izin
almaksızın başka yere gidebilir. Bunun tamamı Dürer'dedir. Kişi oruç tutuyor, namaz kılıyor, fakat
eliyle
ve diliyle halka zarar veriyor;
böyle bir kişinin bu huylarını söylemek gıybet olmaz. Hatta bu
kişiyi
kötülüklerden men etmesi için, bu
yaptıklarını gi-dip sultana yani hüküm sahibine haber
vermekte
de herhangi bir günah yoktur. Fakihler dediler ki: Eğer kişi o eziyet verenin babası onu
eziyet-ten men edebiliyorsa, gidip babasına haber verebilir. Velevki yazı şekliy-le olsa da. Eğer
babasında
böyle bir kuvvet yoksa haber veremez. Ta ki aralarına düşmanlık girmesin. Bu meselenin
tamamı
Dürer'dedir. Böyle de kişi ihtimam yönünden kardeşinin
kötülüklerini söylerse gıybet
olmaz.
Ancak gazab yönüyle söylerse gıybet olur yani ona küfretmeyi kasteder-de gıybet
olur. Eğer
bir
kişi bir köy halkının gıybetini yaparsa, bu gıybet olmaz. Çünkü o bu sözüyle bütün o
halkı
kasdetmiyor.
Bunların bir kıs-mını kastediyor. O da meçhuldür. Haniye.
Meçhul
bir kimsenin gıybeti mubahtır.
Çekinmeden çirkin bir işi açık-ça yapan bir kimsenin gıybeti
de
mubahtır.
Dünürlük
kurmak isteyenlerin arasında kötülüklerini söylemek, İtikadî kötü olan bir kimseden
sakındırmak için de onun gıybetini yapmak mubahtır. Onun zulmünü hakime şikâyet etmek için de
gıybet yaparsa mubahtır. Vehbâniye Şerhi.
Nasıl
gıybet açıkça dil ile oluyorsa; fiille de olur. Tarizle de yazıyla da, hareketle de, işaretle de olur.
Göz
kırpmakla, elle işaret etmekle de olur. Maksat her ne ile anlaşılıyor ise; o gıybete dahil olur ve o
haram-dır.
Hazreti Âişe der ki: «Bizim yanımıza bir kadın geldi. Kadın çıkıp gi-derken ona eliyle kısa
boyludur diye işaret ettim. Allah'ın Resulü bana «Sen onun gıybetini yaptın» dedi.»
Başkasının taklidini yapmak da gıybettendir. Mesela topal topal yü-rümek ve o kişi nasıl yürüyorsa
öyle yürümek, gıybettir; hatta gıybetten daha çirkindir.
Çünkü tasvir ve anlatmakla gıybet daha
büyüklesin «Bu-gün bizim yanımızdan geçen
bazıları, hayatta gördüklerimizden
bazıla-rı» diyerek
anlatmak
da şayet muhataba muhayyen bir şahsı bildirmek kastı var ise gıybet olur. Çünkü
mahzurlu
olan, ona meseleyi anlatmak-tır;
Kendisiyle anlatma yapılan ifadeler değildir. Eğer
muhatap
gıybeti yapılan kişinin bizzat kendisini anlamasa caiz olur. Bunun tamamı Vehbâniye'nin
Şerh'inde
yer almaktadır.
Vehbâniye
Şerh'inde şu da vardır: Gıybet demek, gaib olduğu halde ve işittiği zaman hoşuna
gitmeyen bir sıfatla müslüman kardeşini sıfatlandırmanda.
Ebû
Hureyre'de rivayet ediliyor ki: Allanın Resulü buyurdu: «Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?»
Sahabe: «Allah ve resulü daha iyi bilir» deyince,
Cenâb-ı Peygamber buyurdular:
«Müslüman
kardeşini
hoşuna gitmeyen bir şeyle onu anman demektir.» Birisi «Ey Allah'ın Resulü, eğer benim
dediğim
müslüman kardeşimde var ise hüküm nedir? diye sorun-ca şöyle buyurdular: «Eğer senin
dediğin
onda var ise, onun gıybetini yapmış
oldun. Eğer dediğin onda yok ise ona
bühtan (iftira)
etmiş
oldun.»
Gıybet yapılan kişinin kulağına gitmezden evvel, pişman olması (onun günahının silinmesine)
kâfidir.
Aksi takdirde onu ne şekilde gıybet
et-mişse hepsini açıklaması şarttır.