16 Ekim 2012

ALIŞ-VERİŞ FASLI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ALIŞ-VERİŞ FASLI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Derim ki: Burada düşünmek gerekir. Zira bu sultan tarafından malı müsadere edilmiş ve malının
satışı tayin edilmemiş kimsenin hakkında fukahanın dediklerine benzer. yle bir kişi mülklerini
kendiliğinden sa-tarsa bunun alışverişi geçerlidir. Çünkü o satmaya mecbur edilmemiş-tir. Burada
da böyledir. Zira satıcının hiç satmamak yetkisi de vardır. Bu-nun için de Hidâye'de dedi ki:
«Onlardan kim imamın takdir ettiği fiat ile satarsa, sahihtir. Çünkü satış hususunda mecbur
değildir.» Çünkü imam satmayı emretmemiş ancak sattığı takdirde fiyatı şu kadardan faz-la
çıkarmamayı emretmiştir. Bu ikisi arasında fark vardır. Düşünülsün.
«Bunun çıkar yolu «istediğinle sat» demesidir ilh...» kavline gelince: Böyle bir zamanda kişi neyle
satarsa helâl olur. Zeylaî. Bu ibarenin za-hirinden anlaşılıyor ki; eğer satıcı daha fazla bir fiyatla
satarsa dahi he-lâldir. Ve alış veriş geçerli sayılır. Bu görüş Zeylaî'nin ve başkasının: «Ki-şi hududu
aşarak daha fazlasıyla satarsa, hakim onu geçerli sayabilir.» dediklerine ters düşmez. Çünkü
buradan maksat; hakim onu geçerli sa­yar ve fesh etmek demektir. Bunun için Kuhistâni dedi ki:
«Bu caizdir ve hakim de bunu geçerli sayar.» Ama Ebûssuud'un anladığının tersidir, bu. Çünkü
onun anladığına göre; hakim bunu caiz görmedikçe bu ge-çerli sayılmaz.»
«Müşteri ette değil de ekmekte ilh...» sözüne gelince; Zeylaî ve baş-ka âlimler «Müşteri o
memleketin ahalisinden değil ise demektir... Çün-kü memleketlerde adet şudur ki; ekmeğin fiyatları
belli olur. Etin fiyatları ise o ancak bazı kereler belli olur, demişlerdir.» Yani yabancı bir kimse için
bu belli değildir. Nitekim bu hüküm Hâniye'de de yer almıştır. Binaenaleyh aynı memleketin ahalisi



olan bir kimse ister ekmekte ister-se ette kandırılmış ise; eksiğini geri alır. Yani fiyatta eksik
aldığının pa-yına ne düşerse onu geri alır.
Hâniye'nin Alış-verişler bölümünde şu hüküm yer almaktadır: «Bir kişi kasaptan her gün bir dirhem
et alır. Kasap da eti keser ve tartar. Müşteri de zanneder ki bu birbatmandır. Çünkü et o memlekette
bir bat-manı bir dirheme satılmaktadır. Bir gün almış olduğu eti müşteri tartar ve bakar ki bir
batmandan eksiktir. Kasap da «Evet» bir batmandan ek­sik veriyordum» diye onu tasdik ederse
alimler dediler .ki: Eğer bu müş-teri o memleketin ahalisinden ise, fiyattan o eksik kısma (para
olarak) ne tekabül ederse onu alır; etten değil. Çünkü satıcı eksiğin hissesini fiyattan almıştır. Eğer
şehir ahalisinden değil ise ve kasapta bunu bir batman olarak verdiğini kabul etmiyorsa hiçbir şey
geri alamaz. Çünkü memleketteki fiatlar yabancılar tarafından bilinmeyebilir.»
«Her iki kutta (gıda maddesinde) ancak narh vardır ilh...» sözüne ge-lince; yani beşerin kutu ile
hayvanların kutunda.
Çünkü ihtikâr bahsinde narhtan söz etti. Düşün.
«Halka zulmederlerse o vakit, yönetici narh koyar ilh...» sözüne ge-lince; bundan böyle bir işin caiz
olması gerektiği anlaşılır.
«Ebû Yûsuf'un dediğine göre ilh...» sözüne gelince; yani halka za-rar veren her şeyin stok edilmesi
itikârdır. Altın olsun, gümüş olsun ve-ya kumaş olsun. T. dedi ki: «Ebû Yûsuf'un bu görüş ihtikâr
hususundadır. Narh koymak hususunda değildir.»
Derim ki: Evet, doğrudur; lâkin mefhum tarikiyle istimbot veya kıyas yoluyla Ebû Yûsuf'un görüşü
alınır. Ve bunun için de Ebû Yûsuf'un de-diğine binaen dedi; «Ebû Yûsuf böyle diyor» demedi.
Düşün.
Bununla beraber daha önce geçtiği gibi İmam, bu meselede hacr koymaya taraftardır. Zarar
genelleştiği zaman hacr koymayı uygun gö-rür. Nitekim hayasız müfti, iflas mekkarî, cahil doktor
hususunda da du­rum böyledir. Bu genel bir kaziyedir. Bizim meselemiz de bu kaziyeye girer.
Çünkü narh koymak, manen hacr koymaktır. Çünkü narhtan mak-sat, fahiş bir fazlalıkla satmaktan
alıkoymaktır. Buna binaen bu gör-düğüm kadarıyla sadece Ebû Yûsuf'un kavline binaen değildir.
Düşün.
METİN
Bakışla veya celbedip getirmek suretiyle insanlara zarar veriyorsa, burçlarında dahi olsa,
güvercinleri tutması mekruhtur, ihtiyata uygun olan celbedip getirilen güvercini sadaka yermek,
sonra satın alması ve-ya sonra kendisine hibe edilmesidir. Mücteba. Eğer güvercinleri damlar-da
uçurtuyor, böylece halkın avretlerine muttali oluyor veya o güvercin-lere taş ve benzeri serler atmak
suretiyle halkın camlarını kırıyor ise; tezir cezalarına çarptırılır ve en şiddetli bir şekilde bu işten
men edile-cektir. Eğer bir türlü men edilmezse muhtesip (yani devlet tarafından böyle şeyleri
kontrol etmekle görevli olan kişi) güvercinlerini kesecektir. Vehbâniye'de tazir cezası verilmesi
güvercinlerinin kesilmesi vacibtir, di-ye serahat vardır. Ancak bizim kayıt olarak ileri sürdüğümüz
kayıtları da zikretmemiştir.-Bu halkın adetine dayanarak böyle demiş olabilir.
İstinas için güvercin edinmek mubahtır. Tıpkı azad etmek için bir takım kuşları satın alması gibi.
Kim bu kuşları satarsa: «Bu kuşlar onun olsun» desin. Onları azad etmek suretiyle o kuşlar
mülkünden çıkmaz-lar. Bazıları kuşları satın alıp azad etmek mekruhtur. Çünkü malın zayi
edilmesidir demişlerdir. Câmiulfetâvâ.
Muhtârât adlı kitapta: Hayvanının (kulağını kesmek delmek suretiyle onu nişanlayıp) «Kim bu
hayvanı elde ederse bu hayvan onundur» diye hayvanı bırakırsa, o hayvanı alandan geri alamaz. Bu
mesele Haç konu­sunda geçti. Öküze binmek, onu yük yükletmek caizdir. Zorluk verme­mek
dövmemek suretiyle merkebe yük yükletilebilir. Zira hayvana zulmet-mek zımmiye zulmetmekten,
zımmiye zulmetmekse müslümana zulmet-mekten daha şiddetlidir.
Atışta ve ata binmekte müsabaka yapmakta beis yoktur. Katır mer-kep de böyledir. Mülteka ve El
Mecmâ'da da yle denildi. Musannif ta burada bunu kabul etti. Ancak bu kabulü çeşitli
meselelerde zikrettiğinin hilâfınadır. Dikkat et.
Deve ile yarış etmekte de yaya olarak yarış etmekte de beis yok-tur. Çünkü bunlar cihâdın
sebeblerindendir. Böylece mendup oluyor. Üç imama göre bir para koymak suretiyle yaya olarak
yarışmak caiz değil-dir. Ama para olmaksızın yarış yaparlarsa her oyunda olduğu gibi, mu-bahtır.
Nitekim bu ileride gelecektir. Evet, bu yarışlarda şart koşulan pa-ra helâldir. Mağluptan illâ
alınacaktır, diye şart koşulması haliyle de-ğildir. Bercendî ve başkaları bunu zikrettiler. Bezzaz?



de bunun illetini şöyle açıklamıştır: «Çünkü şart ile hiçbir şey hak olamaz. Çünkü akid ve kabız
yoktur.» Bezzazî'nin bu sözünden anlaşılan şudur: «Akitle bu la-zım olur.» Nitekim Şâfiîler de yle
diyorlar. Gözünü aç.
Eğer müsabakada mal bir taraftan şart koşulmuş ise, yani iki ki-şiden birisi ben galip gelirsem
birşey yok. mağlup olursam şu kadar para vereceğim demiş ise caizdir. Eğer iki taraftan biri: «Sen
galip ge-lirsen yüz lirayı benden alacaksın ben galip çıkarsam senden alacağım» diye şart
koşulursa haram olur. Çünkü kumar olur. Ancak üçüncü Bir kişiyi yarışa sokarlarsa, atı ikisinin
atına denk ise, atının önde gel-me ihtimali varsa o zaman helâl olur. Eğer böyle değilse helâl olmaz.
Sonra üçüncü kişi onları geçtiği takdirde ikisinden de parayı alacaktır. Eğer onlar üçüncü kişiyi
geçerlerse üçüncü kişi onlara birşey vermez. Onarın aralarında kim geçerse arkadaşından şart
koştuğu malı alır.
Fıkıhla uğraşanlar hakkında da hüküm böyledir. Haklı ise, ona şu kadar verilecek diye şart koşmuş
ise sahih olur. Eğer iki taraftan kim galip gelir ise diğerine şu kadar mal verecektir diye şart
koşarlarsa helâl olmaz. Dürer ve Müctebâ.
Güreşmek bidat değildir. Ancak eğlenmek için olursa mekruh olur. Bercendî.
Şartsız olan yarışa gelince, her konuda bu caizdir. Nitekim daha son-ra gelecektir.'Şafilere göre;
koşmak, kuşlarla, ineklerle yarışmak, ge-miyle, yüzerek çomaklarla, kurşun atarak, taş atarak, elle
kaldırarak,, parmakları birbirine geçirerek, bir ayak üzerinde durarak, elinde tek mi var çift mi var
bunu bilmesine çalışarak, yüzükle oynayarak müsabaka helâldir. Tehlikeli her oyun da maharetli ve
yük bir ihtimalle sağlam kalacağını bilen kişi için helâldir.
Atıcı için atmak ve yılanı avlamak gibi. yle oyunlara bakmak ta helâldir.
«İsrail oğullarından rivayetleri anlatınız.» hadisi, acaip ve gariplikleri yüzde yüz yalan söylediği
bilinmeyen herkesten, delil niyetiyle değilde seyir niyetiyle dinlemek helâldir. Hatta yüzde yüz yalan
ylemesi sabit olandan da dinlenilir. Fakat darb-ı meseleler, mevizeler vermek;
kahramanlık gibi şeyleri öğretmek maksadıyla insanların veya hayvanların dillerinden rivayetle
anlatmak şeklinde olursa helâldir. Bunu İbn Hacer zikretti.
İZAH
«Celbedip getirdi ilh...» Yani güvercinleri başka bir güvercini geti-rirse; fakat sahibinin kim
olduğunu bilmiyor ise; bu güvercini sadaka verecek sonra satın alacak veya kendisine hibe
edilecektir. H.
«Onu kesecektir ilh...» Yani muhtesip keser güvercinleri sonra sa-hibine atar. Şurunbulalî Şerhinde
bunu ifade etti.
«Vehbâniye ilh...» Bunu Hudûd Kitâbı'nda bizim söylediğim kayıtlan koşmaksızın mutlak şekilde
ifade etti. Yani halkın avretlerine muttali ol-mak, camları kırmak şartlarını söylemeden mutlak
olarak: «Güvercinlerini keser» dedi. Vehbâniye sarihi allâme Abdülber: «Mütekaddimlerin
hiçbi-risinin mutlak bir şekilde muhtesib güvercinleri kesecektir dediklerini gör-medim» diyor.
«Umulur ki ilh...» Yani Vehbâniye sahibi bu hükmünü onların adet-lerine dayanarak mutlak olarak
zikretmiştir. Çünkü güvercin uçurtanlar ekseriyetle avretlere muttali olur, camları kırarlar.
«istisnas için olursa mubahtır ilh...» Müctebâ'da işaretle: «Kuşların ve tavukların evde
hapsedilmesinde bir beis yoktur. Fakat onların yem-lerini vermek şartıyla onları mahallenin arasına
bırakmaktansa hapset-mek daha hayırlıdır.» denilmektedir. Kınye'de de işaret ederek: «Bir bül-bülü
kafeste hapsetme ve yemini verse bu caiz değildir.» dendi.
Derim ki: Fakat Allâme Kârîü'l-hidâye'nin Fetâvâsı'nda şu hüküm yer almıştır: «Acaba tek oldukları
halde kuşların hapsedilmesi caiz mi-dir? Kuşları azad etmek caiz midir? Bunda sevap var mıdır?
Mescitlerin haşirlerini dışkılarıyla kirlettiklerinden dolayı kırlangıçları öldürmek ca-iz midir? Cevap
olarak dedi ki: Cinsiyet için kuşları hapsetmek caiz, on-ları azad etmekle ise herhangi bir sevap
yoktur. Onlardan ve diğer hay-vanlardan eziyet verenin öldürülmesi de caizdir.»
Derim ki: Kerahetin kafeste hapsedilmeleri için söz konusu olduğu-nu umarım. Çünkü kafese
koymak, hapsetmektir ve azap vermektir. Ni-tekim zikrettiğimizin tümünden de bu anlaşılır ve bu
tevil ile değişik gö-rüşlerin arası bulunmuş oluyor. Düşün.
Bir Uyarı: Cerrahî dedi ki: Vahi hadislerden birisi Dara Kutnî'nin el-İfrâd'ında Deylemî'nin de İbn
Abbâs'tan merfû olarak rivayet ettikleri şu eserdir: «Makâsîs denilen kuşları edininiz. Çünkü onlar
cinleri sizin çocuklarmıza dokunmaktan meşgul ederler.» İbn Ebî'd Dünya Sevrî'den ri-vayet ediyor:



«Güvercinle oynamak Lût, kavminin amelindendir.»
«Kişi onu azad etmekle (güvercin) o kişinin mülkünden çıkmaz ilh...» sözüne gelince, kişi azad
ettikten sonra onu başkasının elinde görürse onu alabilir. Ancak «Kim onu tutarsaonun olsun»
demiş ise; sonra ge-lecek ibareden de anlaşılacağı gibi o vakit geri alamaz.
«Kişi bineceğini bıraksa ilh...» Hülâsa'da zikredildi ki: «Bu meseleyi el-Fetâvâ'da Siyer bahsinde
tekrarlamış ve şu şartı ileri sürmüş: Kişi belli bir kavme: «Sizden kim dilerse onu tutsun» demiş
olmalıdır.» «Ta-tarhâniye'de; «Falan adam benim malımdan neyi elde ederse o onun için helâldir.»
dese o kişi de onun malından alırsa helâl olur. «Kim ki benim malımdan ne alırsa ona helâldir»
sözünde ise; bir kişi herhangi bir şey alırsa helâl olmaz. Ebû Nasr dedi ki: «Helâl olur ve zâmin de
olmaz.» Eğer kişi: «Sen benim malım sana helâldir, dilediğini malımdan al» dese İmam
Muhammede göre; onun malından özel olarak dirhemler ve di-narlar helâl olur.»
«Öküze binmek ve yük yükletmek caizdir ilh...» sözüne gelince; bir görüşe göre bu yapılmalıdır.
Çünkü hayvanların her çeşidi bir iş için yaratılmıştır. Cenâb-ı Hâk'kın emrini bozmaya hiç kimsenin
yetkisiyoktur.
«Ama zorlamaksızın ve vurmaksızın ilh...» sözüne gelince; hayvana gücünün üstünde yük
yüklemez, hayvanın yüzüne ve başına vuramaz. Buna icmâ' vardır. Ebû Hânife'ye göre hiçbir
şekilde vuramaz; hayvan mülkü dahi olursa. Allah'ın Resulü: «Hayvanlara ürkeklikten dolayı
dövülürse de kaydıkları için vurulmazlar.» Çünkü kaymak, binicinin gemi tümü tutuşundan ileri
gelir. Ürkeklik ise, hayvannı kötü ahlâkından neşet eder. Bundan ötürü hayvan tedip edilir.
Fusûlyu'l-Allâmî.
«Zımmîden daha şiddetlidir ilh...» Çünkü hayvanın Allah'tan başka yardımcısı yoktur. Hadiste vârid
olmuştur ki; «Allah'tan başka yardımcısı olmayan bir mahlûka zulmeden bir Kimsenin üzerinde
Allahın gazabı şid-detlenir.»
Zimmîninki ise, müslümanınkinden daha şiddetlidir ilh...» Çünkü müslüman zâlimin aleyhinde
şiddetli bir şekilde dava açar. Ta ki zalim de onun gibi azaba uğrasın. Halbuki küfürden başka
günahların atıl-masına mani de yoktur. Küfürden başka günahları zalimin üzerine at-masında mani
yok, zâlimi bununla azab görür. Bunu bazıları zikretmiş-tir. T.
«Müsabakada bir beis yok ilh...» Çünkü Cenâb-ı Peygamber: «Mü-sabaka ancak huf'ta nasl'da veya
hâfir'de olur.» Hadîsteki «şebek» ke-limesi yarışı kazanana tayin edilen maldır. Yani bir bedel
karşılığında müsabaka, ancak şu üç sınıfta caiz olur demektir. Hattâbî sahih rivayet «şebek»
şeklindedir, demiştir. «Ebussuud Münâvî'den rivayetle Cerrahî'nin şöyle dediğini naklederler:
«Veya kanatta vardır» fazlalığı, muhaddislerin ittifakıyla hadisten değildir. Tüm muhaddisler bu
kelimenin mevzu olduğunda ittifak etmişlerdir.» diyor.
«Huf»tan kasıt devedir. «Hâfir» attır, «nasl» okun başındaki demir-dir, maksat ok atışıdır.
«Mültekâ'da ve Mecmâ'da hüküm böyledir ilh...» sözüne gelince, bunun benzeri el-Muhtâr, Mevâhib
ve Düreru'l-Bihâr'da da vardır.
«Çeşitli Meseleler'de zikrettiğinin hilâfına ilh...» sözüne gelince, ya-ni müellif Farâiz Kitabının
hemen öncesinde; «Ancak at, deve, ayak ve okla olur» demektedir. Bunu benzeri Kenz ve Zeylaî'de
de vardır. Sarih orada bunu kabul ederek der ki: «Bu dört sınıftan başka, meselâ katır gibi hayvanla
mükâfat şartıyla yarışmak caiz değildir. Ama şartsız ya-rışmak her şeyde caizdir. Bu sözün tamamı
Zeylaî'dedir.» Bunun benze-ri Zahire, Haniye ve Tatarhâniye'de de yer almaktadır. Ebussuud,
Allâme Kasımdan naklederek Mecmâ'daki hükmü reddetmiştir. Şöyle ki: «Hiç kimse merkeplerle
müsabaka olur dememiştir. Çünkü müsabakanın caiz olması cihada teşvik tahrik etmesinden ileri
geliyor. İslâm'da merkepler üzerinde cihâd etmek bilinen birşey değildir.»
Katırı da zikretmeli. Çünkü Şeriat'da binicisinin katırına ganimetten bir pay verilmemiş olduğundan
katıra itibar edilmemiştir. Binaenaleyh katırda da cihada teşvik yoktur. Ancak «Ona pay vermemek,
onunla mü-sabakaya katılmamayı gerektirmez. Çünkü «huf»un payı ganimette yok-tur ama, nassan
«huf»la yani deve ile müsabaka caizdir, denirse mesele değişir.
Ben derim ki: Hülâsa şudur: Hadiste zikredilen «hâfir» geneldir. Bu ke-limenin genelliğine bakan bir
kimse, katır ve merkebi de dahil etmiş olur. Nedenine, illetine bakan bir kimse ise bunları dışarıda
mütalâa etmiştir. Çünkü bunlar cihâd aleti değildirler. Düşün.
«O zaman mendup olur ilh...» sözüne gelince; mendup olması kaste bağlıdır. Eğer güreşmekten
eğlenmek, başkasını yenmekle böbürlen-mek veya seceati bilinsin görünsün diye bir kasti var ise;
zahire göre kerahet vardır. Çünkü ameller niyetlerledir. Mubah bir şey, niyetiyle taate dönüştüğü



gibi, taat de niyetle masiyete dönüşebilir. T.
«Onsuz olmasına gelince ilh...» ifadesine gelince; ifadenin zahirin-den anlaşılıyor ki, bu ibare üç
imamın sözüyle ilgilidir. Daha ilerde gelen itade ise, mezhep ehline göredir. T. Daha önce «Çeşitli
mesele!er»de takdim ettiğimiz de bunun gibidir.
«Her koyun mubah olur ilh...» sözüne gelince; yani biniciliği öğreten cihâda yardımcı olan her
şartsız olarak oyun mubah olur. Çünkü bahsi geçen meselelerde şartın caizliği, hadisle ve kıyasın
hilâfına olarak sabit olmuştur. Binaenaleyh bunlardan başka oyunlar, ancak şartsız yani her-' hangi
bir mükâfat şart koşulmaksızın caiz olur. Kuhistanî, Mültekâ'dan şunu naklediyor: «Kim savlacan
denilen çomakla oynarsa, maksadı bini-ciliği öğrenmek ise caiz olur.» Cevâhir'de de de şu nakli
yapar: «Savaşmak için güç kazanmak maksadıyla güreşmenin ruhsatlı oluşu hakkında eser
gelmiştir. Eğlenmek maksadıyla güreşirse mekruh olur.»
«Onu hak ettiği için değil ilh...» Mağlup olan kişi şart koşulan para-yı vermez ise, kadı cebren
ondan alamaz. Ve o parayı vermesi için onun aleyhine hüküm veremez. Zeylaî, çeşitli Meseleler'de.
«Bundan anlaşılıyor ki; akit ile şart lazım olur ilh...» Bunun şeklinin nasıl olduğuna dikkat et. Bazen
«akit olmadığından» sözünün manâsı,aktin imkânı yoktur, demektir. Bununla beraber zikredilen
yerlerde mü-kâfat şartının caiz olması, Zeylaî dedi ki: «Bu istihsanen'dir. Kıyasa göre caiz olmama
gerekir. Çünkü burada mülk edinmek, tehlikeye bağ-lanmış olur. Bu noktadan ötürü katırla
yarışmak gibi, hadisle sabit olan dört sınıfın dışında kalan sınıflarda şart koşulan para bir kişi
tarafından dahi şart koşulursa yine de şartlı müsabaka caiz olmaz.» Düşün.
Bilcümle, meselede sarih bir metne ihtiyaç vardır. Çünkü sarihin > söylediği, muhtemel bir
hükümdür. Müctebâ'da şu nassı gördüm: «Bazı nüshalarda eğer yarışı kazanırsa mal kendisine
helâl olur, eğer mağlûb olan vermekten imtina ederse cebren kendisinden mal alınır.»
Derim ki: Lakin bu hüküm, Zeylaî, Zahire, Hülâsa, Tatarhâniye ve başka meşhur kitaplarda yer alan
hükme muhaliftir. Çünkü onların hep-si daha önce geçtiği gibi, «kişi yarışı kazanmakla o şart
koşulan paraya müstahak olmaz» demişlerdir. Düşün.
«Birtek taraftan olursa ilh...» Veya üçüncü bir kişiden olursa. Yani -yarışanlardan birisi arkadaşına:
«Eğer beni geçersen sana şu kadar para veririm, eğer ben seni geçersem senden hiçbir şey
olmam» veya Emîr iki süvariye veya iki okçuya der ki: «Sizden hanginiz yarışı kazanırsa ona şu
kadar para vardır. Eğer mağlup olursa kendisine hiçbirşey verilme-yecektir.» İhtiyar ve
Gurarü'l-Efkâr.
«İki taraftan şart koşulursa caiz olmaz ilh...» sözüne gelince; kişi ar-kadaşına der ki: «Eğer atın
yarışı kazanırsa sana şu kadar para verece-ğim, benim atım kazanırsa sen bana şu kadar para
vereceksin» Zeylaî. «Eğer senin deven benim devemi geçerse, senin okun benim okumu ge-çerse»
demesi de böyledir. Tatarhâniye.
«Çünkü bu kumar olur ilh...» sözüne gelince; zira «kumar» kelimesi bir defa artıp bir defa eksilen
manâsına ifade eden «kamır»dan türemiş-tir. Kumar'a «kumar» denilmesinin nedeni de, kumar
oynayanın malı di-ğer arkadaşına gider; böylece birisinin malı eksilir, diğerlerinin malı ar-tar. İşte
bu kumar nas ile haramdır. Fakat yarışanların birisi tarafından para şart koşulursa, hüküm böyle
değildir. Çünkü artma ve eksilme, iki-sinin malından (bir anda) mümkün olmaz. Ancak birisinin
malından artı-şın imkânı vardır. Diğerinin malında sadece eksiltme imkânı vardır. Böy-lece bu
kumar olmaz. Çünkü kumarda aynı ihtimalin iki taraf için söz konusu olması gerekir. Zeylaî.
«İkisini geçeceğini vehmediyor (sanıyor)sac ilh...» Hele atı daima mağlup olur veya yüzde yüz galip
gelir şekilde ise bu şekil yarışmak caiz olmaz. Çünkü Resulü Ekrem: «Kim ki iki atın arasına galip
gelmeyeceğin-den emin olmadığı halde bir atı sokarsa, bu hususta bir beis yok. Kesin-likle yarışı
kazanacağından emin olduğu halde iki atın arasına üçüncü bir atı sokan kimsenin hareketi ise
kumardır.» Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûdve başkaları rivayet etmiştir. Zeylaî. .
«Sonra bu at o iki atı geçtiğinde ilh...» sözüne gelince, bunun şekli şöyledir: Eğer o iki atı geçerse
beşyüz ondan beşyüz ondan olmak üzere onlardan, bin dirhem alacaktır; eğer onlar geçmezse
onlara birşey ver-meyecektir. Eğer onların birisi diğerini geçerse, birisinin malından onun yüz
dirhem alır. Fakat üçüncü at sahibi onları geçmediği takdirde onlara hiçbirşey vermeyecektir. Eğer
geçerse şart koşulan miktarı onlardan ala-caktır. Şekil almak ve vermek hususunda bunun tam
tersi de olabilir. İkisi kendi aralarında ise! hangisi yarışı kazanırsa şart koştuğu miktarı
arkadaşından alacaktır. Eğer iki at bu üçüncü atı geçerlerse, beraber yarışı bitirirlerse; onların
hiçbirisinin diğerine birşey vereceği yoktur. Eğer muhallil yani üçüncü at, bu iki attan birisiyle
beraber yarışı kazanırsa, sonra Öbür at gelirse o zaman üçüncü atla beraber yarışı kazanan atın



sahibine bir şey düşmez. Belki diğer at sahibi tarafından şart koşulan ona verilecek diye belirtilen
kısmı alır. Eğer iki attan birisi yarışı kaza-nır, ikinci olarak muhallil gelir; sonra iki atın ikincisi
gelirse bu takdirde muhallile yani üçüncü at sahibine hiçbirşey verilmez. Gurer-ül-Efkâr.
Zeylaî dedi ki: «Bunun caiz olmasının nedeni şudur: Üçüncü atın sahibi, hiçbir takdirde diğerlerine
karşı borçlu olamaz. Onun ancak al-mak veya almamak ihtimalleri söz konusudur. Böylece bu
mesele de kumar olmaktan çıkmış oluyor. Tıpkı bir taraftan şart ileri koşulduğu takdirdeki gibi olur.
Çünkü kumar, garameti (yani ödeme yükünü) çek-mek ihtimalinde iki tarafın eşit şansa sahip
olduğu şeydir. Nitekim bunu daha önceden açıklamıştık
Tamamlayıcı bir ek: Mesafenin atın koşabileceği kadar; atların her birisinin de yarış kazanma
ihtimali olması şarttır. Zeylaî. Ok meselesin-de ayakla yarışmak meselesinde de böyle demek
uygundur. Düşün. Gu-rarü'l-Efkâr'da Muharrer'den naklediliyor: «Eğer yarış develerle olursa hangi
devenin omuzla önde ise o yarışı kazanmış kabul edilir. Eğer atlar üzerinde olursa hangisinin
boynu önde ise, yarışı kazanmış kabul edi-lir, ayaklara itibar edileceği de söylenmiştir.»
Fer'î Bir Mesele: Tatarhâniye'nin Müteferrikat'ında Sirâciye'den nak-ledilerek denildi ki: «Kıble
tarafındaki bir hedefe ok atmak mekruhtur.»
«Fıkıhla uğraşanlar hakkında da hüküm böyledir ilh...» sözüne ge-lince, yani şu yarış
meselesindeki tafsilât fıkhî meselelerdeki yarışmada da aynen geçerlidir. Güreşte hükmü de bu
tafsilâta binaen yledir. Gü-reşin caiz olması şu noktadan ileri geliyor: Çünkü onda cihada teşvik
vardır; bir de ilim öğrenmek şart konusudur. Çünkü Din, cihâdla ve ilim-le kaim olur. Buna göre
ilimle cihâda ilgili olan her noktada müsabaka caizdir. Fakat başka noktalarda değildir.
Fusûlü'l-Allamî'de deyle yer almıştır.
«Eğer savab kim (doğru) söylüyor ise, ona bir mal şart koşulursa sıh-hatli olur ilh...» sözüne
gelince; yani belli ve beraberinde savab olan bi-risi için şart koşulursa sıhatlidir. Yoksa «min»
kelimesi ile umum ifa­desi burada kasdedilmemektedir. Aksi takdirde kendisinden sonra ge­len
meselenin ta kendisi olur. H.
Yani şöyle diyecektir: «Eğer savap senin yanında sabit olursa, sa-na şu şeyi vereceğim. Eğer savap
benimle ise, benim için hiçbir şey yok-tur.» Veya tam bunun aksimi söyleyecektir. Eğer ikisi:
«Savap kimin elinde ise, o arkadaşından şu kadar para alacaktır» dese sıhhatli olamaz. Çünkü bu
şart iki taraftan oluyor. Bu kumar olur. Ancak araların bir muhallil so-karlarsa caiz olabilir. Nitekim
onların kelâmlarından da bu anlaşılıyor. T.
ylelikle mesele üç vecihli bir mesele olur. Üçüncü kişi için bir mükâfat tayin ediyorlar. Eğer
savap onun dediği ise; (ona mükâfat ve-rilir.) Eğer sevap diğer iki kişinin herhangi birisinin
beraberinde ise üçün-cüden hiçbir şey alınmayacaktır. Düşün.
«Güreşmek bidat değildir ilh...» sözüne gelince: Zira Allah'ın Resulü bir grup kişi ile güreşmiş ve
onları yıkmıştır. Onlardan birisi İbnü'l-Esved El-Cumahî'dir. Bir diğeri de Rükâne'dir. Resulü Ekrem
Rükâne'yi arka arkaya üç defa yıkmıştır. Çünkü eğer güreşte mağlup olursa müslüman olacaktı
şartını koşmuştu. Nitekim bu durum Aliyu'l-Kari'nin Şemail Şerh' inde yer almaktadır. .el-Cerrâhî
dedi ki: «Resul-i Ekrem'in Ebû Cehil ile güreşmesine gelince; bunun aslı astarı yoktur.»
«Mükâfatsız müsabaka ise, herşeyde caizdir ilh...» Biniciliği öğre-ten ve cihada yardımcı olan her
meselede müsabaka caizdir. Fakat boş vakit geçirmek (lehv) maksadıyla olmayacaktır. Nitekim
fakihlerin kelâ-mından da bu ortaya çıkıyor.
Onlar Resulullah'ın: «Melekler, ok atmak yarışından başka melâhîden olan bir şeyde bir şeyle hazır
bulunmazlar» buyurmuştur. Buna «lehiv» demenin nedeni, sureten lehve benzediğinden ileri
geliyor. Düşün.
«Nitekim bu ilerde gelecektir ilh...» sözüne gelince, yani «Çeşitli me-seleler» de bu mesele
gelecektir, demektir. Biz de bunun ibaresini daha önce takdim ettik.
«Bil-akdâm (ayaklarla» kelimesi «üdde» kelimesine taalluk eder. Ya-ni Şafiî katında müsabaka
ayaklarla ve onun üzerine atfedilen şeylerle de olur. T. dedi ki: «Şu ibareyi burada zikretmenin
nedenini anlamadım. Ancak şu ibare, insana kaideler bunların helâl olmasını gerektirir, veh-mini
veriyor. Halbuki hiç de öyle değildir. Bilakis mezhebin kaideleri, bunların çoğunun haram olan
lehvden olmasını gerektirir. Bir çomakla topa vurmak (savlacan) ve sonradan gelen hükümler gibi.»
Özetle.
Derim ki: Kuhistanî'den daha önce naklettik: «Çomakla oynamak ca­izdir. Bu bir binicilik topudur.
Kuşlarla yarışmanın cevazı ise bize göre tartışılır. Elde ne vardır, oyunun caiz olmasında da durum



budur. Yüzük-le oynamaya gelince; o katıksız bir lehvdir. Sığırla, gemiyle, yüzmekle müsabakaya
gelince; onların kelâmının zahirinden caiz oldukları anlaşı-lıyor. Gülle atmak, taş atmak da tıpkı ok
atmak gibidir. Elle taşı eğdirmek ve onun arkasında gelen hükümler ise; zahire göre eğer kişi
bunlarla kahramanlığı artırmayı ve bedenî alışkanlığı hedef ediniyorsa bunda be-is yoktur.»
«Gülleden» maksat, çamurdan yapılan gülledir. T. Kalaydan yapı-lan gülle de bunun gibidir.
«Elle kaldırmak suretiyle yarışmak» hangisi daha kuvvetlidir diye bilinsin diye yapılır.
«Parmakları birbirine sokmak ilh...» Herkesin kendi parmağı üzerine eli kapatıp onunla müsabaka
yapmak, en kuvvetli kimdir bilinsin diye yapılır. Bana böyle geliyor.
«Elde çift mi var, tek mi var, oyunu da, (Şafiî'ye göre) yüzükle oyna-mak da caizdir ilh...» ifadesine
gelince: Şafiî fakihlerinin bazılarından dinledim: Bunların caiz olması Şafiî katında hesab yani
matamatiksel ka-idelere bağlı yapıldığı zamana dairdir. Nitekim bunu hesap alimleri, bu-nu
özelliğiyle bilme yolunda zikretmişlerdir. Eğer tahmin ile bunu bilme-ye çalışılırsa; o zaman bu
hükmün dışına çıkar.
Derim ki:" Zahire göre bir tahmin de olursa eğer bununla hesap ve matematik öğrenmesine
çalışılmak kasdedilirse; bizim katımızda bu ca-izdir. Satranca gelince; her ne kadar binicilik ilmini
öğretiyorsa da, ha-ram olması bizim katımızda hadisledir. Çünkü bunun gaileleri çoktur. Bir defa
satranca dalan bir insan, çokça onun üzerinde durur. Yani onun menfaati zararına denk gelmez.
Nitekim bunu fakihler daha önce zikret-tiğimizin hilâfına olmak üzere açıkça beyan etmişlerdir.
«Beni İsrailden naklediniz ilh...» ibaresine gelince; bunun bakiyesi «hiçbir beis yoktur» şeklindedir.
Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Ahmed bin Menî'in Câbir'den rivayet ettiği bir lafızda şu vardır:
«İsrail oğul-larından naklediniz. Çünkü onların arasında acaiplikler var idi.»
Nesâî sahîh bir senedle Ebû Saîd el-Hudrî'den ve Resul-i Ekrem'den rivayet ediyor ki: «İsrail
Oğullarından rivayet ediniz. Herhangi bir beis yoktur. Benden de rivayet ediniz ve sakın bana yalan
uydurmayınız.» Dik-kat edilirse Resul-ü Ekrem kendisinden olan hadis rivayeti ile israil
oğullarından olan rivayeti bir birinden ayırmıştır. Nitekim Beyhâkî Şafiî'den bunu nakletmiştir.
«Hüccet maksadıyla değil de teferrüc seyretmek maksadıyla hikâye-ler nakledilirse caizdir ilh...»
Teferrüc üzüntüden kurtulmak demektir. Hüccet ise delil ve burhan demektir. Kamus.
«Lakin darb-ı mesel maksadıyla olursa zarar yoktur ilh...» ibaresine gelince; Harî'nin Makamât'ı
gibi. Çünkü zahire göre Makâmât-ı Harîri'de bulunan Hars bin Hemam'dan ve Sürücî'den nakledilen
hikâyelerin aslı astarı yoktur. Ancak bu acip siyak şeklinde bu hikâyeleri meydana ge-tirmiş
bulunuyor ki, Makamât'ı mütaala eden kimseler bunu açıkça gö-rebilirler. Acaba Antara'nın kıssası,
Melik Zâhir'in ve başkalarının kısas-ları da buna girer mi? Lakin onun zikrettiği bu mesele, ancak
Şafiî usul-lerine göredir. Bize gelince; Müctebâ'dan nakledilen Fürû'da gelecektir ki; mekruh olan
kıssalar, geçenlere ait olaylardan belli aslı olmayan kıs-salar, yahut onun üzerine arttırılan veya
eksiltilen şeyleri; kısasını süs-lendirsin diye artıp eksiltenlerin kıssalardır. Acaba bizim katımızda
bu caiz midir? Onunla darb-ı meseller ve benzerleri kasdedildiği takdirde değil midir, mesele
yazılacaktır.
«İnsanların veya hayvanların dilleriyle ilh...» veya cemadatın dille-riyle, mesela derler ki «Duvar
kazığa: Niçin beni yırtıyorsun? demiş. Ka-zık da: «Beni dövenden sor» demiştir.» «Bütün bunları
İbn Hacer zikret-ti.» Yani İbn-i Hacer el-Mekkî el-Minhâc üzerindeki şerhinde bunları zik-retti.
METİN
Cuma gününde tırnakların kesilmesi müstahabtır. Ancak darülharp-de cihad eden kişi için
yıklarını gürleştirmek ve tırnaklarını uzatmak müstahab oluyor. Tırnakları cuma namazından
sonra kesmek efdaldir. Ancak fahiş bir şekilde geciktirirse o vakit mekruh olur. Çünkü tırnağı uzun
olan bir kimsenin rızkı dar olur. Hadiste şu hüküm yer alır: «Cuma günü tırnaklarını keseni Allah
onu gelecek cumaya kadar üç gün de faz-lasıyla belâlardan sakındırır.» Dürer. Yine Allah'ın
Resulünden: «Kim ki tırnaklarını muhalif bir şekilde keserse, hiçbir zaman onun gözleri ağ-rımaz»
Yani «Hazreti Ali'nin sözü gibi: «Parmaklarınızı sünnet ve edeple kesiniz. Sağ elin önce, ortanca ile
ufak parmaktan baslar; Sol elde ise önce baş parmak tırnağı kesilir.»
Bunun beyanı ve tamamı Miftâhüsseade adlı kitapta vardır. Gazneviye Şerhi'nde rivâyeta ediyor ki:
«Allah'ın Resulü evvela sağ elinin şehâdet parmağının tırnağını kesti, sonra sırasıyla serçe
parmağına gitti. Sonra sol elin serçe parmağının tırnağını kesti sırasıyla baş parmağa kadar gitti ve
en sonunda sağ elin baş parmağının tırnağını kesti. «Gazali. İh-ya isimli eserinde bunun güzel bir
nedenini arz etmiş fakat ayak tırnak-larında hangisi daha önce kesilir diye bir nakil yoktur. Evlâ



olan onların aralarını hilâllemek gibi tırnaklarını kesmektir.
Derim ki: el-Mevâhibü'l-Ledünniye'de varit olmuştur ki: «Hafız İbn Hacer dedi: Kişinin gerek
duyduğu şekilde kesmesi müstahabtır. Onun keyfiyeti hakkında hiçbir şey sabit olmamıştır. O
tırnakların kesilmesi için Allah'ın Resulünden gelen rivayetle hiçbir gün de tayin edilmemiştir.»
Hazreti Ali'ye nisbet edilen şiir, sonra İbn Hacer'e nisbet edilen ise; bi-zim Şeyhimiz onun bâtıl
olduğunu söyledi.
Haftada bir defa yıkanmak suretiyle bedenin temizlenmesi ve tıraş etmek suretiyle tenasül uzvunun
etrafındaki kılların sıyırılması müstehabtır. En efdali cuma gününde bu işlerin olmasıdır. Onbeş
günde bir de caizdir. Kırk günden sonra yapılmaması mekruhtur. Müctebâ. Müctebâ'-da şu
hükümde yer almaktadır: Bıyıkları dipten tıraş etmek bidattir. Fakat bazıları 'bıyıkların dipten tıraş
edilmesi sünnettir dediler. Ağarmış tüy-leri sakal ve bıyığın arasından alıp çekmekte bir beis yoktur.
Sakalın et-rafından kesmekte de bir beis yoktur. Sakalda sünnet bir kabzedir. Yani bir tutamdır.
Yine Müctebâ'da yer alan şu hüküm vardır: Kadın saçlarını keserse gü-nahkâr olur ve lanete uğrar.
Bezzâziye'de der ki: «Kocasının izniyle dahi keserse hüküm böyledir. Çünkü Allaha karşı olan
masiyette hiçbir mah-luka itaat yoktur. Bunun için erkeğin sakalını kesmesi de haramdır. Etki yapan
manâ kendisini erkeklere benzetmektir.
Ben derim ki: Erkeğin başını tıraş etmesine gelince; Vehbâniye adlı ki-tapta şöyle denildi: «Her
cumada başın tıraş edilmesi müstahâptır. Bazan da caizdir, tabiriyle ifade edilir.»
Bir kişi namaz ve benzeri ibadetlerin ilmini halka öğretmek, öğretse; başkası da onunla amel etmek
için öğrense; hangisi daha üstündür? Bi-rincisi efdaldir. Çünkü onun faydası sadece nefsine değil,
başkasınadır da. Rivayet ediliyor ki: «İlmin müzakere edilmesinin bir saati, bir gece ibadetten daha
hayırlıdır.»
Bir müslüman eğer sakalı bitmiş ise şehri bırakıp, ilim öğrenmek için annesinden babasından izin
almaksızın başka yere gidebilir. Bunun tamamı Dürer'dedir. Kişi oruç tutuyor, namaz kılıyor, fakat
eliyle ve diliyle halka zarar veriyor; böyle bir kişinin bu huylarını söylemek gıybet olmaz. Hatta bu
kişiyi kötülüklerden men etmesi için, bu yaptıklarını gi-dip sultana yani hüküm sahibine haber
vermekte de herhangi bir günah yoktur. Fakihler dediler ki: Eğer kişi o eziyet verenin babası onu
eziyet-ten men edebiliyorsa, gidip babasına haber verebilir. Velevki yazı şekliy-le olsa da. Eğer
babasında böyle bir kuvvet yoksa haber veremez. Ta ki aralarına düşmanlık girmesin. Bu meselenin
tamamı Dürer'dedir. Böyle de kişi ihtimam yönünden kardeşinin kötülüklerini ylerse gıybet
olmaz. Ancak gazab yönüyle söylerse gıybet olur yani ona küfretmeyi kasteder-de gıybet olur. Eğer
bir kişi bir y halkının gıybetini yaparsa, bu gıybet olmaz. Çünkü o bu sözüyle bütün o halkı
kasdetmiyor. Bunların bir kıs-mını kastediyor. O da meçhuldür. Haniye.
Meçhul bir kimsenin gıybeti mubahtır. Çekinmeden çirkin bir işi açık-ça yapan bir kimsenin gıybeti
de mubahtır.
Dünürlük kurmak isteyenlerin arasında kötülüklerini söylemek, İtikadî kötü olan bir kimseden
sakındırmak için de onun gıybetini yapmak mubahtır. Onun zulmünü hakime şikâyet etmek için de
ybet yaparsa mubahtır. Vehbâniye Şerhi.
Nasıl gıybet açıkça dil ile oluyorsa; fiille de olur. Tarizle de yazıyla da, hareketle de, işaretle de olur.
Göz kırpmakla, elle işaret etmekle de olur. Maksat her ne ile anlaşılıyor ise; o gıybete dahil olur ve o
haram-dır. Hazreti Âişe der ki: «Bizim yanımıza bir kadın geldi. Kadın çıkıp gi-derken ona eliyle kısa
boyludur diye işaret ettim. Allah'ın Resulü bana «Sen onun gıybetini yaptın» dedi.»
Başkasının taklidini yapmak da gıybettendir. Mesela topal topal yü-rümek ve o kişi nasıl yüyorsa
öyle yürümek, gıybettir; hatta gıybetten daha çirkindir. Çünkü tasvir ve anlatmakla gıybet daha
yüklesin «Bu-gün bizim yanımızdan geçen bazıları, hayatta gördüklerimizden bazıla-rı» diyerek
anlatmak da şayet muhataba muhayyen bir şahsı bildirmek kastı var ise gıybet olur. Çünkü
mahzurlu olan, ona meseleyi anlatmak-tır; Kendisiyle anlatma yapılan ifadeler değildir. Eğer
muhatap gıybeti yapılan kişinin bizzat kendisini anlamasa caiz olur. Bunun tamamı Vehbâniye'nin
Şerh'inde yer almaktadır.
Vehbâniye Şerh'inde şu da vardır: Gıybet demek, gaib olduğu halde ve işittiği zaman hoşuna
gitmeyen bir sıfatla müslüman kardeşini sıfatlandırmanda.
Ebû Hureyre'de rivayet ediliyor ki: Allanın Resulü buyurdu: «Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?»
Sahabe: «Allah ve resulü daha iyi bilir» deyince, Cenâb-ı Peygamber buyurdular: «Müslüman
kardeşini hoşuna gitmeyen bir şeyle onu anman demektir.» Birisi «Ey Allah'ın Resulü, eğer benim



dediğim müslüman kardeşimde var ise hüküm nedir? diye sorun-ca şöyle buyurdular: «Eğer senin
dediğin onda var ise, onun gıybetini yapmış oldun. Eğer dediğin onda yok ise ona bühtan (iftira)
etmiş oldun.»
ybet yapılan kişinin kulağına gitmezden evvel, pişman olması (onun günahının silinmesine)
kâfidir. Aksi takdirde onu ne şekilde gıybet et-mişse hepsini açıklaması şarttır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...