16 Ekim 2012

BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI


BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI

M E T İ N
Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.
Cerahatten dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ, Miskin.
Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:
1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,
2 - Dâmi'a : Gözyaşı kadar olup da akmayan kan çıkan yara,
3 - Dâmiye : Kendisinden kan akan yara,
4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,
5 - Mütelâhime : Etin koparıldığı yara,
6 - Simhâk : Et il» kafa kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,
7 - Mûzıha : (Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp) kemiği ortaya çıkaran yara,
8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,
9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,
10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara: Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini
dışarı çıkaran yaradır.
Genelde bunun sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir. O zaman bu,
yaralama değil öldürme olur.
Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla olmadığı tesbît edilmiştir.
İ Z A H
Bu konu, organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes'eleleri hayli fazla olduğu için,
müstakil bir bölüm halinde verilmiştir.
«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib edilir. Yani Şicâc'ın hükmü;
sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş
ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl
îcâbeder. İtkânî.
Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)
îcâbetmez. Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat'dır. Zahiriyye'de belirtildiğine göre karına kadar varan
derin yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de
yüzdendir. Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime, ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye'de
belirtildiğine göre muayyen bir diyet verilir.
Mûzıha, hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet
yoktur. Nitekim açıklanacaktır.
«Cerâhattan dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü takdîr, nassladır. O da sadece baş ve yüzdeki
yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.
Delalet veya kıyas yoluyla başka taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere ilhak edilemez. Çünkü aynı
manâda değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar, dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha
yüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade etmişlerdir.
«Deriyi koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî'nin,
deriyi kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz
etmiştir. Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve Bedâî'deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.
Bunun benzeri lûgat kitaplarında da vardır. Buna göre, Mütelâhime'ye diğer bir kayıt daha ekleyip,
Bedâî ve diğer bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan
yaralamadır» denilmesi gerekir.
«Eti koparan yara ilh...» Muğrib'de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime), kemiği değil, eti yaran
yaralamadır. Bu yara daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen
denilmesidir der. Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya da hüsnü zan olarak verilir.»
«Âmme..» Buna Me'mûme de denilir.
«Beyni dışarı çıkaran yaradır» yani deriyi kesip, beyini ortaya çıkaran yaradır.



«İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde
harısa'nın izi kalmaz. İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.
Bundan dolayı Ğureru'l-efkâr sahibi: «Musannıfın bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama o kitapların
çoğunun izinden gitmiştir» der.
«Genelde bunun sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru'l-Efkâr
M E T İ N
Sac dökük değilse mûziha'da ylrmlde bir diyet îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.
Çünkü başın derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir. Zahîre'den naklen Kuhistânî.
Hâşime'de yüzde on, Münekkile'de yüzde onbeş, Âmme ve Câife'de de üçte bir diyet verilir.
Eğer Câife (içe kadar işleyen yara) bir taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.
Çünkü bu durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet vardır.
Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk'ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar
hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız saymak da
mümkün olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.
Hükûmet-i adl şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten
bir meblağ takdir edilir.
Kerhî: «Bunu Şeyhu'l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.
Denildi ki -söyleyeni Tahâvî'dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile
birlikte değerlendirilir. İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten, kölede de kıymetinden alınır. Eğer
hürrün kıymeti (köle farzedilerek) on da bir oranında eksilmişse diyetinin on da biri îcâbeder. Yarı
ve üçte bir oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i adl'dır.
«Fetvâ da buna göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle
denilmektedir. Mecma'da da bu kesin görüş olarak takdim edilmiştir.
Hulâsa'da şöyle denilmektedir: «Cinâyet yüz ye başta olduğu takdirde Kerhî'nin sözü doğru olur ve
o zaman onunla fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde olur veya müftiye Kerhî'nin
görüşüne göre cezâyı takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî'nin görüşü ile fetvâ verilir. Çünkü o
daha kolaydır.»
Cevhere'de bu sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl'in tefsirinde
şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası ilâç ve doktor ücretidir.»
İ Z A H
«Yirmide bir diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride
geleceği üzere kısas îcâbeder.
Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden yirmi tane mûzıha
cinsinden yara açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına
iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa) bir sene içinde ödenmek üzere tam
diyet verilir.»
«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin saçı yaşlılıktan dolayı
dökülmüş olsa ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa; İmâm
Muhammed'e göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder. Eğer yaralayan: «Ben kısasa râyım» dese
bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı da dökükse o zaman kısas yapılır.»
Serahsî'nin Muhît'inde de böyle denilmektedir.
Nâtıfi'nin Vâkıât'ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha
aşağıdır. Dolayısıyla onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın erşi
eşittir.»
Müntekâ'da da şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse, saçı dökük olan birisinin başında hatâen
mûzıha kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha az bir e
(yaralama diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise, hâşimenin erşinden daha az
bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından ödenir. Muhît'te de böyle denilmektedir.» T.
«Câife ilh...» Alimler: «Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler. Hidâye.
Buna göre, Câifenin Şicâc (baştaki yara) ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da
bulunmasıdır. Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî'deki şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,



boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen yaralardır.»
Yine İtkânî, Asl'daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda ve kasıktan
aşağıda olmaz.»
Aynî: «Câife (yukarıda sayılan) on çeşidin içine girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,
hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte zikredilmiştir.»
«Her birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin üçte biridir.
BİR UYARI:
İtkâni şöyle der: «Bilmen gerekir ki; erkek ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte bir diyet arası olan,
hatâen yaralanmalarda, diyet yaralayanın âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)
âkileye ait olan diyetin üç senede ödenmesine hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte bir diyet
gereken yaraların diyeti de bir yılda ödenir. Eğer diyet üçte birden çok olacak olursa fazlalık diğer
senede ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey
cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi
iki yılda, artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti yirmide birden az olan, hata ile olan yaralamalarda ve
kasdî olan bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni'den özetle, yâni Me'âkıl bölümünde
geleceği üzere, Akıle teammüden işlenen cinâyetlerin ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin diyetini
yüklenmez.
«Hükûmet-i adl gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi
yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.
«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha; hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan diyeti en az
olanı olduğu için özellikle anılmıştır. Muhît'teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en
azından...» şeklindeki ibâreden maksat budur.
«Bu orana göre 1/20 diyetden bir meblağ takdir edilir.» 1/20 diyet mûzıha'nın diyetidir.
Bunun açıklaması şöyledir: Meselâ yara bâzıa (deriyi koparan yara) olsa; Mûzıha'ya nisbetle bunun
mikdarının ne kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa, Mûzıhanın diyetinin (1/20
diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın dörtte biri kadarsa; onun diyetinin 1/4'i (1/80 diyet) îcâbeder.
İnâye.
«Bunu Şeyhu'l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.» Şeyhu'I-İsIâm, Hz. Ali'nin rivâyet ettiği hadîsden dolayı
yle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl'de buna itibar
etmiştir. Köleye itibar etmemiştir. Üstelik hür olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.
Kölede ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden daha azdır. Mîrâc.
«Kölede kıymetten ilh...» Yâni kölenin başındaki yaradaki fark mikdarı, kölenin kıymetinden alınır.
Çünkü onun kıymeti diyetidir.
«Onda bir oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,
yara ile de 900 dinar olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir
diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir. İnâye.
«Fetvâ buna göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik, ve
Ahmed b. Hanbel)'in görüşleri de bu istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu, kendilerinden ilim
alınanların hepsinin görüşüdür» der. Mî'râc.
«Cinâyet yüz ve başta olduğu takdirde îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya
müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.
«Şöyle denildi:» Kuhistânî bundan sonra şöyle der: «Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı takdirdedir.
Ama yaranın izi kalmamışsa Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed'e
göre ise: iyileşinceye kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf'tan bir
rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»
Bu meselenin tamamı bölümün sonunda gelecektir.
M E T İ N
Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıha'nın haricinde. baştaki yaralarda kısas yoktur;
Hakkında kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile kasıt eşittir. Ama, mezhebin zâhirine göre mûzıhadan
daha aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder. Bunu İmâm Muhammed Asl'da zikretmiştir.
Eşitliği sağlamak mümkün olduğu için sahih olan budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve diğerleri.



Bu yaralarda eşitlik şöyle sağlanır: Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile
ölçülür. Sonra o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.
Şurunbulâliyye'de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.
Hâşime ve Münakkıle gibi, Simhak'ten sonrakilerde ittifakla kısas uygulanmadığı gibi, Simhakta da
kısas yoktur. Surunbûlâli bunu Cevhere'ye nisbet etmiştir.
Müctebâ'da şöyle denilmektedir: «Başın ve bedenin derisinde, yanak. karın ve sırtın etinde. tokatta,
yumrukta ve elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde tam diyet îcâbeder.»
İ Z A H
«Baştaki yaralar da kısas yoktur.» Yâni Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen, altında olanlarda
ihtilâflı olarak. T.
«Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle
başka bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın
gözleri telef olsa; İmâm Azam'a göre kısas yoktur. Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû
Yûsuf ile Muhammed'e göre ise mûzıhadan dolayı kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî'den
naklen Şerhu'l-Mecma:
«Sahih olan budur.» Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin
zâhirinden dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.
UIemânın çoğunluğu bu görüşü almıştır. Tatarhânîyye.
«Şurunbulâliyye'de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü
onda denkliği sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora
varınca son bulacak şekilde bir yarık yarmak imkânsızdır
Ben derim ki: Şurunbulâliyye'deki bu ifâdeler, Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının
ylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka kadar olan
altı yaradır- kısasın tatbik edildiğini açıkça ifâde etmişlerdir.
«Hâşime ve mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.
Ekseriyetle ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme
götürmediği durumlardadır.
«Bunu Cevhere'yenisbet etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir'e nisbet etmiştir.
«Başın derisinde kısas yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın
etinde de böyle denilir. Yahut da başta Simhake hamledilir. Bedenin derisi, karın ve sırtın eti
konusunda ise Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik açığa
çıkmış ve kırılmış, izi de kalmışsa hükümeti adl îcâbeder. Böyle olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf'a göre bir şey gerekmez. İmâm Muhammed'e göre ise yara iyileşinceye kadarki
harcamalarının kıymeti icâbeder.
«Yüzün derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün
güzelliği yok edilmiştir.
M E T İ N
Bir elin bütün parmaklarında, avuçla birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara
tabîdir. Kolun yarısı ile kesilirse avuç için yarım diyet, yarım kol için de hükûmet-i adl îcâbeder.
Baldır da kol gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir, iki parmağı olan avucun
kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre; üç parmağı olan elde olduğu gibi,
burada da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser
için bütünün hükmü vardır.
Cevahiru'l-Fetâvâ'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamın eline vursa ve el iyileşse, fakat
kafasına ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı alınır; eğer
üçte iki eksilmişse üçte iki diyet verilir. Musannıf da böyle kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı
kesilir ve geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar kesilip avuç çolaklaşırsa sadece kesilenin
diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu
Şurunbulâli zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.
İ Z A H
«Bir parmağı olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir
mafsalı kalsa Zahir rivayette İmâm Azama göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.



Çünkü mafsalın diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır. Tâbi için de hüküm
yoktur.
Şayet parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf'a göre hükümet-i adl icâbeder. Ama bu
bir parmağın diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm Hanîfe'nin görüşüne göre avuç birtek parmağa
tâbîdir. Tâbî olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.
«Ebû Hanîfe'ye göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise, avucun ve parmakların erş
(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla ise o îcâbeder. Az olan çok olanın içine girer. Hidâye.
«Çünkü ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10 diyet îcâbeder.
«Zirâ ekser için bütünün hükmü vardır.» Yâni avucun parmaklara tâbî olması bakımından. Nitekim
Beş parmak -ki o bütündür- üç parmağa tâbi olur ve bütün için sadece üç parmağın diyeti gerekir.
Onlara tabi olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe, gerçekte iki İmâmın
görüşlerine göredir. Ebû Hanîfe'ye göre ise, az önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.
«Eksik kadarı alınır ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti ile, bu kusurla
birlikteki kıymeti arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söyyoruz. Düşün.
«Geri kalan kısım çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.
«Sadece kesilenin diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci
mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes'elede de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için
bir şey gerekmez. Çünkü geçtiği üzere avuç tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe'nin görüşünün
sonucudur. Allame EIvâni'nin Tahtâvi ve Camiussağir'den naklen. Burhânî ve Kâdîhan'ın
zikrettikleri: «Parmağın geri kalan kısmı çolaklaşırsa parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti
îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî birinci meselede kesilen şeyden maksat sadece
mafsal değildir.
Nihây'de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı
çolaklaşsa kısas îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,
avuçsa avuç diyeti lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»
Buna benzer ifadeler. Ğayetû'l-Beyân'da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan yararlanılamaması
durumundadır. Ama yararlanılabilirse bundan dolayı hükûmet-i adl îcâbeder.
Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım çolaklaşsa; eğer katan kısımla
faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa kesilen kısmın
diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı
kırılıp kalan kısmının siyahlaşması veya sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti
îcâbeder.
Şurunbulalî; Zeylâî'nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir parmağın erşi
olduğunu söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...» sözünü delil gösterir.
«Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla
faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse kalan kısımda da hükümeti adl
îcâbeder.»
Doğrusu onun : «Parmağın diyeti» demesi idi. Her halde onu, Zeylâî'nin daha önce geçen ibâresi
yanıltmıştır. Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.
M E T İ N
Fazladan olan parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde; -eğer bunların sağlıklı
oldukları gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile bilinmezse- hükümeti adl
îcâbeder. Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse ve bu, câninin ikrârı veya beyyine ile sâbit olursa;
hatada ve kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî inkâr eder veya: «Onun sıhhatli olduğunu bilmiyorum»
derse hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.
Aklı veya saçı gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak
olmasında olduğu gibi, parça bütünün içine girmiş olur.
İşitme, görme ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine
girmez. Çünkü bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası
vardır.
İ Z A H
«Fazladan olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde kendisine güzellik teallûk etmediği için,



kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın (kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet
îcâbetmez. Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek ile tam diyet gerekmez.
Zeylâî: «Eğer kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.
«Dilde konuşmak ilh...» Doğunca ağlaması konuşma değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte
oluşunun bilinmesi konuşmakladır. Hidâye ve başka kitaplar.
Kuhistânî de: «Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir. Zahîre'de beyan edildiğine göre
İmâm Muhammed: «Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.
«Bâliğ gibidir ilh...» Burun, el ve ayak gibi, bu anılanların dışındakilerde de kasdî olanda kısas; hata
ile olanda da diyet bakımından hüküm bâliğ gibidir. Kuhistânî.
«Veya saçı giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa. Ama bir kısmı veya az birşey dökülürse,
cânîye mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın erşi (diyeti) de onun içine girer.
Bunun uygulaması şöyledir: Mûzıhanın erşine ve saçtaki hükümet-i adl'e bakılır. Eğer bunlar eşit
iseler, mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın
içine girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi durumundadır. Ama saç gelir ve
eski halini alırsa birşey îcâbetmez. Cevhere.
«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm organların menfaati bâtıl olur
ve başı yaralayıp da adamın ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın
diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş düşer. Hidâye.
Mûzıha'nın erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip elin çolak
olması gibi ilh...» Çünkü bu durumda, parmağın diyeti elin diyeti içine girer.
«İşitme, görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,
mûzıhanın diyeti ile birlikte erş de vermesi gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi
hâlindedir. Ama o adam ölürse; erş düşer, üç sene içersinde ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer
cinâyet kasden olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.
Cevhere'de de böyle denilmektedir.
M E T İ N
Eğer (baştaki yara sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet
gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.
Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki
İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı
kesilmez. Aksine mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.
Yarısı kırılıp, kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas yoktur. Aksine, eğer çiğneme
özelliğini kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken
görülen bir dişse yine diyet, görülmüyorsa hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.
Dürer'in sözü ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir. Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet
gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur
ve iki şeyi telef ederse birisinin erşi (diyeti) kısasa manîdir.
İ Z A H
«Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas, gözlerde ise diyet
vardır. Minah.
«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu
parmaklardan herbiri için diyet îcâbeder. Minah.
«Bunda da iki İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas, öbüründe de erş vardır.
Cevhere.
Şayet musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın
hilâfına bunlardan dolayı kısas değil diyet icâbeder» deseydi daha açık olurdu.
«Aksine, mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve
Mültekâ'da da böyledir.
Zeylaî'den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha
önce Hidâye şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki
ifadeye ters değildir. Azîme'de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla



faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle, kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama
arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.
Dürerin ibâresi ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.
Musannıf burada, önceki mes'elenin aksine, iki imâmın bu mes'elede kısası kabul etmediklerine
işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye'de: «Alimlerimiz, bir kısmı kesilip kalanı veya
kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem fikirdirler. Ama birisi
öbürüne tâbî olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.
Bu son mes'ele kesilen parmakla yanındaki parmak gibi yerlerdedir. Burada iki îmâmın hilâfına
İmâm Ebû Hanîfe'ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri birinden ay
olmayanlardır. Öyle olursa, Ebû Hanîfe'ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.
Nitekim yakında gelecektir.
«Sararan veya kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir. Mekkî, Kâfî'den
naklen.
Musannıfın sararma konusunda söylediği Dürer'de de olduğu gibi muhtâr olandır. Tebyîn'de de
önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra: «Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen
sahifedekinin benzeri söylenmiştir.
Bumdaki hükmün tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve menfaatin yok olmasını
gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı ve
vurmakla sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.
«Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed'in
ibâresi mutlaktır. Kifâye ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes'ele detaylandırılarak
verilmesi gerekir.» denilmektedir.
«Konuşurken görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.
«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...» el ve ayak gibi T.
«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya
konuşmasını izâle eden mûzıha gibi.
Vurulan yer, ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki
uzuv olsun farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in) görüşü farklıdır.
M E T İ N
Üzerinden bir sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin dişini söken) kişinin dişi,
daha sonra yerinden gelse; hata o zaman meydana çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden dolayı da
kısas uygulanmaz.
Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe vurulup da sallanması halinde
de hüküm aynıdır.» denilmektedir.
Hulâsa'da ise: «Yetişkin olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva
yledir» denilir.
Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye'den naklettikleri ile uyuşturulabilir. Sahîh olan:
Bâliğ olanın bir sene değil, iyi olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar gelmesi nâdirdir.
Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi alıp yerine soksa ve kenarlarında et bitse yine
diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir. Nihâye'de şöyle denilmektedir:
«Şeyhu'l-İslâm: Eğer menfaat ve güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde olduğu gibi
birşey îcâbetmez demiştir.»
Kesilen kulağın yerine yapıştırılarak tutması halinde de diyet gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini
almaz.
Eğer diş sökülür ve yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe'ye göre çocuğun dişin de olduğu gibi
diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder. Şayet
yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.
Geldikten sonra eski halini alan tırnakta hiçbir cezâ yoktur.
Baştaki yarık veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa bir şey
îcâbetmez. Ebû Yûsuf'a göre yaralayana erş-i elem -ki o hükûmet-i adl'dir- gerekîr. İmâm



Muhammed'e göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki doktor ücreti ve tedâvî masrafından
olan nafakayı vermesi îcâbeder.
Tahâvî şerhinde, Ebû Yûsuf'un erş-i elem sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr edilmiştir. Bu îzaha
göre. Ebû Yûsuf'un görüşü ile Muhammed'in görüşü arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve
başka âlimler söylemişlerdir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ'dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ sahibi bu
konuda, Ebû Yûsuf'tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.
«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça belirttiği gibi, sene
geçmeden, kısas hakkının olmadığını ifade etti.
«Hata meydana çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep, dişin biteceği
yerin bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir. O zaman da cinâyet
yok sayılır. Hidâye.
«Şüpheden dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce, kısasın gerekliliği şüphesi.
«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu durumda hakimin cânîden bir kefil alması gerekir. Nitekim
Kifâye'de de böyledir.
«Hulâsa'da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi
durumunda bir sene beklenmez. Bekleme işi çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri
iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl
beklenir. Serahsî'nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve sökülmesi durumlarında,
yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»
«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ'daki hüküm küçüğün, Hulâsa'daki de yetişkinin dişine
hamledilir. Zâten Hulâsa'nın ibâresi açıktır.
«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.
«Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip oluşunun gerekçesidir. T.
Burada diyet cânîye vaciptir.
«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline dönmesi tasavvur edilirse...
«Çünkü kulak eski şeklini almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu'l-İslâm'ın söylediğinin cârî oluşudur.
«...Diyet düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet bulunmadığı için cânîden diyet düşer.
«Çocuğun dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun sökülen dişi yeniden gelirse, ittifakla diyet
îcâbetmez. Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.
«Sahibeyn (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.» Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet
gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah'ın yeni bir nîmetidir.»
Hidâye.
«Diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe've göre Zeylâi.
Şâyet gelen diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır. Tatarhâniyye.
«Tırnakta hiçbir cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr'da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
sökülür de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi îcâbeder. Çünkü bunun
hakkında muayyen bir diyet nakledilmemiştir.» Eğer yeniden gelen tırnak ayıplı olursa, öncekinden
(hiç gelmemesi durumundakinden) daha az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir. Zahîriyye.
«Onun hiçbir izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir
yarıksa o diyeti değilse hükûmet-i adl icâbeder.
«Bîr şey îcâbetmez,» Yani İmâm A'zam'a göre, dişin geri gelmesinde olduğu gibi, iyileşip izi
kaybolan yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne'den muhtâr olanın Ebû Hanîfe'nin görüşü
olduğunu nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.
Mahbûbî, Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn'da ise şöyle denilmektedir:
«Kıyasa göre cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi
hükûmet-i adl gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar böyledir.» Allâme Kasım'ın
Tashîh'inden özetle alınmıştır.



Sâihânî şöyle der: «Bana istihsanın üstün tutulması uygun gelmektedir. Çünkü insan oğlunun
hakkı münakaşa üzerine mebnîdir.»
Bezzâziye'de de şöyle denilmektedir: «Muhammed'e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu, İmâm-ı
A'zam'ın da kıyasıdır. İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf'un görüşüdür.
Fakîh: «Fetvâ Muhammed'in görüşüne göre verilir ki; buna göre cânînin ilâç masrafından başka bir
şey vermesi îcâbetmez» der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın izi kalırsa
o yaranın diyeti verilir. Meselâ yara munakkile ise münakkilenin diyeti gerekir.» der.»
Remlî de şöyle der: «Âlimler arasındaki ihtilâfın takdiminde, Bezzâziye'deki ile buradaki arasında
farklılığı düşün. Buradaki; Zeylâî, Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»
«Daha önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas konusunda Tahâvî'nin söylediklerinin benzerini
ifâde etmiştik.
«Müctebâ sahibi bu konuda Ebû Yûsuf'tan iki rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf'a
göre; câniye erş-i elem çektiği (acının diyeti) îcâbeder. İmâm Muhammed'e göre ise doktor ve ilâç
masrafı îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf'tan bir rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı
telâfî içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;
bir kölenin önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile olur.»
Müctebâ sahibi daha sonra şöyle der: «Ben derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf'a göre doktor ücreti
ile tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf'un hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını
kasdettiğini gördüm. Kudûri: Doktor ücreti, Muhammed'in görüşüdür, demiştir.»
«Dikkatli ol» Bununla, Tahâvî'nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf'tan gelen iki rivâyetten birisine göre
olduğuna dikkat çekmiştir. T.
M E T İ N
Bir yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm Şâfiî ise farklı görüştedir.
Çocuğun, delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle
değildir. Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî yabancı
olmazsa âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.
Çocuk ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez.. (öldürdükleri mûrisleri olursa)
mirastan da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu görüşte değildir.
Eğer birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür. «Öldürülmez» diyen de
olmuştur. Mes'elenin tamamı, Mültekâ'ya yazdığım ta'lîkte vardır.
Bir çocuk başka bir çocuğun dişine vursa ve dişini sökse; dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi
beklenir. Eğer o zamana kadar diş gelmezse vuranın âkilesi dişin diyetini öder. Eğer vuran çocuk
yabancı ise, diyet kendi malından ödenir. Meseleyi Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.
Önemli bir mesele:
Sahîh olan görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez. Tenvîru'l-Besâir'de Tatarhaniyye'ye
nisbetle böyle denilmiştir. Allah en iyi bilendir.
İ Z A H
«Bir yaranın kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)'in; sahibi
iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını nehyettiği rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed ve
Dârakutnî rivâyet etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet verebileceği ihtimâlinden dolayı,
yaralarda sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş olur. Cinâyet
eserinin yara oluşu ancak iyileştikten sonra bilinir. Zeylaî.
«Hatâ sayılır ilh...» Yani hatanın hükmünde ve malın gerekmesinde hatâ sayılır.
«Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle değildir.» Kuhistânî'de de böyle denilmiştir. Zâhir olan
buradaki sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak
için böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah bir şeyle sarhoş olanın kasdı
yoktur. Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle denilebilir.
Çünkü uyuyanda olduğu gibi, baygında da kasıt yoktur. Çocukta ise genelde kasıt vardır. Buna
rağmen onun teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse baygın ve sarhoş daha evlâdır.
Eşbâh'ta şöyle denilmektedir: «Haram bir şeyden dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir. Mübah bir
şeyden sarhoş olmuşsa mükellef değildir. O baygın gibidir.»
«Eğer yirmi de bir veya ilh...» O erkekte beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir. Kuhistânî.



«Aksi halde kendi malından îlh...» Yani diyet, yirmide bire varmıyorsa. O zaman mallarda uygulanan
şey uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların âkilesi olmaz. Nitekim
ileride gelecektir.
«Keffâret îcâbetmez.» Çünkü onların günahları yoktur. Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise
cezâya ehil değillerdir. Mürted olan çocuğun mîrastan mahrûmiyetine sebep ise; riddetin cezâsı
değil, din farklılığıdır.
«Mes'elenin tamamı Mültekâ'ya yazdığım tâ'lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,
öldürdükten sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli olmaması
durumundadır. Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu'l-İslâm da yle demiştir. Ebû Yûsuf ile
Muhammed'den eğer kısasa hükmedilmemişse delinin mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet
edilmiştir.
«Müntekâ'da da şöyle denilmektedir: Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim
edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.
Kâtilin kendi malından diyet ödenir. Kuhistâni, Zâhîriyye'den.» mes'ele, kısası gerektiren şeyler
konusunda geçmişti.
«Dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;
eğer dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk ise bir sene beklenir. Çocuğun
erginlik çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk olması hâline
mahsustur. Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.
«Eğer o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.
«Mes'eleyi me'âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn kendisine ait
olduğunu söyleyecek.
Tenvîru'l-Besâir'de ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl, mûzıha'nın diyetinden daha az
veya o kadarsa onu âkile yüklenmez. Eğer daha fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir
rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu'l-İslâm: Akile onu
yüklenmez der. Aynısı Tatarhânîyye'de de vardır.»
Allah (c.c.) en iyisini bilîr.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...