BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI
M
E T İ N
Sözlük
olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.
Cerahatten
dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ, Miskin.
Baş
ve yüzü yaralama on çeşittir:
1
- Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,
2
- Dâmi'a : Gözyaşı kadar olup da akmayan kan çıkan yara,
3
- Dâmiye : Kendisinden kan akan
yara,
4
- Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,
5
- Mütelâhime : Etin koparıldığı
yara,
6
- Simhâk : Et il» kafa kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,
7
- Mûzıha : (Kemiğin üzerindeki
zarda yırtılıp) kemiği ortaya çıkaran
yara,
8
- Hâşima : Kemiği kıran yara,
9
- Münakile: Kemiği kırıp yerinden
oynatan yara,
10
- Âmme : Beyine kadar ulaşan yara: Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin
gelir. Bu, beyini
dışarı
çıkaran
yaradır.
Genelde
bunun sonu ölüm olduğu için İmâm
Muhammed bunu zikretmemiştir. O zaman bu,
yaralama değil öldürme olur.
Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla olmadığı tesbît edilmiştir.
İ
Z A H
Bu
konu, organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes'eleleri hayli fazla olduğu için,
müstakil
bir bölüm halinde
verilmiştir.
«Baş
ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib edilir. Yani Şicâc'ın hükmü;
sözlükteki
hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş
ve
yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki
yaralardan dolayı, belirli bir cezâ
yoktur. Hükûmet-i adl
îcâbeder.
İtkânî.
Meselâ,
mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara)
el ve bacak gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)
îcâbetmez.
Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat'dır. Zahiriyye'de belirtildiğine göre karına kadar varan
derin
yaraların dışındaki cerahatlarda
muayyen bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de
yüzdendir.
Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime, ve münekkile gibi bir yara bulunsa;
Hidâye'de
belirtildiğine
göre muayyen bir diyet verilir.
Mûzıha,
hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet
yoktur.
Nitekim açıklanacaktır.
«Cerâhattan
dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü
takdîr, nassladır. O da sadece baş ve yüzdeki
yaralar
hakkında vârid olmuştur.
Hidâye.
Delalet
veya kıyas yoluyla başka taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere ilhak edilemez. Çünkü aynı
manâda
değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar, dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha
büyüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade etmişlerdir.
«Deriyi
koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî'nin,
deriyi
kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz
etmiştir.
Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît
ve Bedâî'deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.
Bunun
benzeri lûgat kitaplarında da
vardır. Buna göre, Mütelâhime'ye diğer bir kayıt daha ekleyip,
Bedâî
ve diğer bazı kitaplarda olduğu gibi:
«O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan
yaralamadır» denilmesi gerekir.
«Eti
koparan yara ilh...» Muğrib'de
şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime), kemiği değil, eti yaran
yaralamadır. Bu yara daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen
denilmesidir
der. Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya da hüsnü zan olarak verilir.»
«Âmme..» Buna Me'mûme de denilir.
«Beyni dışarı çıkaran yaradır» yani deriyi kesip, beyini ortaya çıkaran
yaradır.
«İmâm
Muhammed bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde
harısa'nın
izi kalmaz. İzi olmayana da hüküm terettüp etmez.
İtkânî.
Bundan
dolayı Ğureru'l-efkâr sahibi: «Musannıfın bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama o kitapların
çoğunun
izinden gitmiştir» der.
«Genelde
bunun sonu ölüm olduğu için
ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet
îcâbeder. Ğureru'l-Efkâr
M
E T İ N
Sac
dökük değilse mûziha'da ylrmlde bir diyet îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.
Çünkü
başın derisi zînet îtibariyle
saçlısından daha eksiktir. Zahîre'den naklen Kuhistânî.
Hâşime'de
yüzde on, Münekkile'de yüzde onbeş, Âmme ve Câife'de de üçte bir diyet verilir.
Eğer
Câife (içe kadar işleyen yara) bir taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.
Çünkü
bu durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet vardır.
Hârisa,
dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk'ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar
hakkında
nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız saymak da
mümkün
olmadığına göre; bunlara hükûmet-i
adl îcâbeder.
Hükûmet-i
adl şudur: Yaranın, mûzıhaya
nisbetle miktarı belirlenir ve bu
orana göre 1/20 diyetten
bir
meblağ takdir
edilir.
Kerhî:
«Bunu Şeyhu'l-îslâm sahih kabûl
etmiştir» der.
Denildi
ki -söyleyeni Tahâvî'dir-: «Yaralı
köle farzedilir ve önce yara izi
olmadan. sonra da yara ile
birlikte
değerlendirilir. İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten, kölede de kıymetinden alınır. Eğer
hürrün
kıymeti (köle farzedilerek) on da bir oranında eksilmişse diyetinin on da biri îcâbeder. Yarı
ve
üçte bir oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i
adl'dır.
«Fetvâ
da buna göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle
denilmektedir. Mecma'da da bu kesin görüş olarak takdim edilmiştir.
Hulâsa'da
şöyle denilmektedir: «Cinâyet yüz ye başta olduğu takdirde Kerhî'nin sözü doğru olur ve
o
zaman onunla fetvâ verilir. Ama yara
yüz ve baştan başka bir yerde olur veya müftiye Kerhî'nin
görüşüne
göre cezâyı takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî'nin görüşü ile fetvâ verilir. Çünkü o
daha
kolaydır.»
Cevhere'de
bu sözlerin benzeri, şu ilâve ile
birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl'in tefsirinde
şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası ilâç ve doktor
ücretidir.»
İ
Z A H
«Yirmide
bir diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata
ile yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride
geleceği
üzere kısas îcâbeder.
Kâfî'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden yirmi tane mûzıha
cinsinden
yara açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına
iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa) bir sene içinde ödenmek üzere tam
diyet verilir.»
«Saç
dökük değilse ilh...» Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin saçı yaşlılıktan dolayı
dökülmüş
olsa ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa; İmâm
Muhammed'e
göre kısas uygulanmaz; diyet
îcâbeder. Eğer yaralayan: «Ben kısasa râzıyım» dese
bile
kısas yapılmaz. Fakat eğer
yaralayanın saçı da dökükse o zaman kısas yapılır.»
Serahsî'nin Muhît'inde de böyle denilmektedir.
Nâtıfi'nin
Vâkıât'ında da şöyle denilir:
«Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha
aşağıdır.
Dolayısıyla onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın erşi
eşittir.»
Müntekâ'da
da şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse, saçı dökük olan birisinin başında hatâen
mûzıha
kabilinden bir yara açsa, kendi
malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha az bir erş
(yaralama diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise, hâşimenin erşinden daha az
bir
erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından ödenir. Muhît'te de böyle
denilmektedir.»
T.
«Câife
ilh...» Alimler: «Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler. Hidâye.
Buna
göre, Câifenin Şicâc (baştaki yara) ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da
bulunmasıdır.
Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî'deki şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,
boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen yaralardır.»
Yine
İtkânî, Asl'daki şu sözleri de
itirazına destek yapmıştır: «Câife
çeneden yukarıda ve kasıktan
aşağıda
olmaz.»
Aynî:
«Câife (yukarıda sayılan) on çeşidin içine girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,
hüküm
yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte zikredilmiştir.»
«Her
birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin üçte biridir.
BİR
UYARI:
İtkâni
şöyle der: «Bilmen gerekir ki; erkek ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte bir diyet arası olan,
hatâen
yaralanmalarda, diyet yaralayanın
âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)
âkileye
ait olan diyetin üç senede ödenmesine hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte bir diyet
gereken
yaraların diyeti de bir yılda
ödenir. Eğer diyet üçte birden çok olacak olursa fazlalık diğer
senede
ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey
cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi
iki
yılda, artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti yirmide birden az olan, hata ile olan yaralamalarda ve
kasdî
olan bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni'den özetle, yâni Me'âkıl bölümünde
geleceği
üzere, Akıle teammüden işlenen cinâyetlerin ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin diyetini
yüklenmez.
«Hükûmet-i
adl gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi
yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.
«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha; hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan diyeti en az
olanı
olduğu için özellikle anılmıştır. Muhît'teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en
azından...»
şeklindeki ibâreden maksat budur.
«Bu
orana göre 1/20 diyetden bir meblağ
takdir edilir.» 1/20 diyet mûzıha'nın
diyetidir.
Bunun
açıklaması şöyledir: Meselâ yara
bâzıa (deriyi koparan yara)
olsa; Mûzıha'ya nisbetle bunun
mikdarının
ne kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa, Mûzıhanın diyetinin (1/20
diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın dörtte biri kadarsa; onun diyetinin 1/4'i (1/80 diyet) îcâbeder.
İnâye.
«Bunu
Şeyhu'l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.»
Şeyhu'I-İsIâm, Hz. Ali'nin
rivâyet ettiği hadîsden dolayı
böyle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl'de buna itibar
etmiştir.
Köleye itibar etmemiştir. Üstelik
hür olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.
Kölede
ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden daha azdır. Mîrâc.
«Kölede
kıymetten ilh...» Yâni kölenin
başındaki yaradaki fark
mikdarı, kölenin kıymetinden
alınır.
Çünkü
onun kıymeti diyetidir.
«Onda
bir oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,
yara
ile de 900 dinar olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir
diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir. İnâye.
«Fetvâ
buna göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik, ve
Ahmed
b. Hanbel)'in görüşleri de bu
istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu,
kendilerinden ilim
alınanların
hepsinin görüşüdür» der. Mî'râc.
«Cinâyet
yüz ve başta olduğu takdirde
îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.
«Mutlak
olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya
müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.
«Şöyle
denildi:» Kuhistânî bundan sonra
şöyle der: «Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı
takdirdedir.
Ama
yaranın izi kalmamışsa Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf'a göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed'e
göre
ise: iyileşinceye kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf'tan bir
rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»
Bu
meselenin tamamı bölümün sonunda
gelecektir.
M
E T İ N
Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen
mûzıha'nın haricinde. baştaki yaralarda kısas yoktur;
Hakkında
kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile
kasıt eşittir. Ama, mezhebin
zâhirine göre mûzıhadan
daha
aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder. Bunu İmâm Muhammed Asl'da zikretmiştir.
Eşitliği
sağlamak mümkün olduğu için sahih olan budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve
diğerleri.
Bu
yaralarda eşitlik şöyle sağlanır: Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile
ölçülür.
Sonra o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.
Şurunbulâliyye'de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.
Hâşime
ve Münakkıle gibi, Simhak'ten sonrakilerde ittifakla kısas uygulanmadığı gibi, Simhakta da
kısas
yoktur. Surunbûlâli bunu Cevhere'ye
nisbet etmiştir.
Müctebâ'da
şöyle denilmektedir: «Başın ve
bedenin derisinde, yanak. karın ve
sırtın etinde. tokatta,
yumrukta
ve elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde
tam diyet îcâbeder.»
İ
Z A H
«Baştaki
yaralar da kısas yoktur.» Yâni
Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen,
altında olanlarda
ihtilâflı
olarak. T.
«Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen
mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle
başka
bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın
gözleri
telef olsa; İmâm Azam'a göre
kısas yoktur. Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû
Yûsuf
ile Muhammed'e göre ise mûzıhadan
dolayı kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî'den
naklen
Şerhu'l-Mecma:
«Sahih
olan budur.» Kâfî'de şöyle
denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin
zâhirinden
dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.
UIemânın
çoğunluğu bu görüşü almıştır.
Tatarhânîyye.
«Şurunbulâliyye'de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü
onda
denkliği sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora
varınca
son bulacak şekilde bir yarık yarmak imkânsızdır.»
Ben
derim ki: Şurunbulâliyye'deki bu ifâdeler, Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının
söylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka kadar olan
altı
yaradır- kısasın tatbik edildiğini
açıkça ifâde etmişlerdir.
«Hâşime
ve mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.
Ekseriyetle
ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme
götürmediği
durumlardadır.
«Bunu
Cevhere'yenisbet etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir'e nisbet etmiştir.
«Başın
derisinde kısas yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın
etinde
de böyle denilir. Yahut da başta Simhake hamledilir. Bedenin derisi, karın ve sırtın eti
konusunda
ise Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik açığa
çıkmış
ve kırılmış, izi de kalmışsa hükümeti adl îcâbeder. Böyle olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve
Ebû
Yûsuf'a göre bir şey gerekmez. İmâm
Muhammed'e göre ise yara iyileşinceye kadarki
harcamalarının kıymeti
icâbeder.
«Yüzün
derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün
güzelliği
yok edilmiştir.
M
E T İ N
Bir
elin bütün parmaklarında, avuçla
birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara
tabîdir.
Kolun yarısı ile kesilirse avuç için
yarım diyet, yarım kol için de hükûmet-i adl îcâbeder.
Baldır
da kol gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir, iki parmağı olan avucun
kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe'ye
göre; üç parmağı olan elde olduğu
gibi,
burada
da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser
için
bütünün hükmü vardır.
Cevahiru'l-Fetâvâ'da
şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamın eline vursa ve el iyileşse, fakat
kafasına
ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı alınır; eğer
üçte
iki eksilmişse üçte iki diyet verilir. Musannıf da
böyle kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı
kesilir
ve geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar kesilip avuç çolaklaşırsa sadece kesilenin
diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu
Şurunbulâli
zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.
İ
Z A H
«Bir
parmağı olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir
mafsalı
kalsa Zahir rivayette İmâm Azama göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.
Çünkü
mafsalın diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır. Tâbi için de hüküm
yoktur.
Şayet
parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf'a göre hükümet-i adl icâbeder. Ama bu
bir
parmağın diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm Hanîfe'nin görüşüne göre avuç birtek parmağa
tâbîdir.
Tâbî olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.
«Ebû
Hanîfe'ye göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise, avucun ve parmakların erş
(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla ise o îcâbeder. Az olan çok olanın içine girer. Hidâye.
«Çünkü
ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10 diyet îcâbeder.
«Zirâ
ekser için bütünün hükmü vardır.»
Yâni avucun parmaklara tâbî
olması bakımından. Nitekim
Beş
parmak -ki o bütündür- üç parmağa
tâbi olur ve bütün için sadece
üç parmağın diyeti gerekir.
Onlara
tabi olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe, gerçekte iki İmâmın
görüşlerine
göredir. Ebû Hanîfe'ye göre ise, az
önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.
«Eksik kadarı alınır ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti ile, bu kusurla
birlikteki
kıymeti arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söylüyoruz. Düşün.
«Geri
kalan kısım çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.
«Sadece kesilenin diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci
mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes'elede de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için
bir
şey gerekmez. Çünkü geçtiği üzere
avuç tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe'nin
görüşünün
sonucudur.
Allame EIvâni'nin Tahtâvi ve
Camiussağir'den naklen. Burhânî ve
Kâdîhan'ın
zikrettikleri: «Parmağın geri kalan kısmı çolaklaşırsa parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti
îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî
birinci meselede kesilen şeyden maksat sadece
mafsal
değildir.
Nihây'de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı
çolaklaşsa kısas îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,
avuçsa
avuç diyeti lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»
Buna
benzer ifadeler. Ğayetû'l-Beyân'da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan yararlanılamaması
durumundadır.
Ama yararlanılabilirse bundan
dolayı hükûmet-i adl îcâbeder.
Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım çolaklaşsa; eğer katan kısımla
faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa kesilen kısmın
diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı
kırılıp
kalan kısmının siyahlaşması veya sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti
îcâbeder.
Şurunbulalî;
Zeylâî'nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir parmağın erşi
olduğunu
söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...» sözünü delil gösterir.
«Her
ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla
faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse
kalan kısımda da hükümeti adl
îcâbeder.»
Doğrusu
onun : «Parmağın diyeti» demesi idi.
Her halde onu, Zeylâî'nin daha önce
geçen ibâresi
yanıltmıştır.
Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.
M
E T İ N
Fazladan
olan parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde;
-eğer bunların sağlıklı
oldukları
gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile
bilinmezse- hükümeti adl
îcâbeder.
Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse ve bu, câninin ikrârı veya beyyine ile sâbit olursa;
hatada
ve kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî
inkâr eder veya: «Onun sıhhatli olduğunu bilmiyorum»
derse
hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.
Aklı
veya saçı gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak
olmasında
olduğu gibi, parça bütünün içine
girmiş olur.
İşitme,
görme ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine
girmez.
Çünkü bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası
vardır.
İ
Z A H
«Fazladan
olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde kendisine güzellik teallûk etmediği için,
kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın (kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet
îcâbetmez.
Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek
ile tam diyet gerekmez.
Zeylâî: «Eğer kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.
«Dilde
konuşmak ilh...» Doğunca ağlaması konuşma değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte
oluşunun
bilinmesi konuşmakladır. Hidâye ve başka kitaplar.
Kuhistânî
de: «Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir. Zahîre'de beyan edildiğine göre
İmâm
Muhammed: «Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.
«Bâliğ
gibidir ilh...» Burun, el ve ayak
gibi, bu anılanların dışındakilerde de kasdî olanda kısas; hata
ile
olanda da diyet bakımından hüküm bâliğ gibidir.
Kuhistânî.
«Veya
saçı giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa. Ama bir kısmı veya az birşey dökülürse,
cânîye
mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın erşi (diyeti) de onun içine
girer.
Bunun
uygulaması şöyledir: Mûzıhanın
erşine ve saçtaki hükümet-i adl'e bakılır. Eğer bunlar eşit
iseler,
mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi
diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın
içine
girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi durumundadır. Ama saç gelir ve
eski
halini alırsa birşey îcâbetmez.
Cevhere.
«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm organların menfaati bâtıl olur
ve
başı yaralayıp da adamın
ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın
diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş
düşer. Hidâye.
Mûzıha'nın
erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip elin çolak
olması
gibi ilh...» Çünkü bu durumda,
parmağın diyeti elin diyeti içine girer.
«İşitme,
görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,
mûzıhanın
diyeti ile birlikte erş de vermesi
gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi
hâlindedir.
Ama o adam ölürse; erş düşer,
üç sene içersinde ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer
cinâyet
kasden olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.
Cevhere'de
de böyle denilmektedir.
M
E T İ N
Eğer
(baştaki yara sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet
gerekir.
Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.
Kesilen
bir parmağın yanındaki parmak
çolaklaşırsa bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki
İmâm
farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı
kesilmez. Aksine mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.
Yarısı
kırılıp, kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas yoktur. Aksine, eğer çiğneme
özelliğini
kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken
görülen
bir dişse yine diyet, görülmüyorsa hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.
Dürer'in
sözü ise: «Aksi halde birşey
îcâbetmez.» şeklindedir. Bu konu da
asıl şudur: Eğer cinâyet
gerçekten
ayrı ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur
ve
iki şeyi telef ederse birisinin erşi
(diyeti) kısasa manîdir.
İ
Z A H
«Ebû
Yûsuf ile Muhammed ise farklı
görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas, gözlerde ise diyet
vardır.
Minah.
«Kesilen
parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu
parmaklardan herbiri için diyet îcâbeder.
Minah.
«Bunda
da iki İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas, öbüründe de erş vardır.
Cevhere.
Şayet
musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın
hilâfına
bunlardan dolayı kısas değil diyet icâbeder» deseydi daha açık olurdu.
«Aksine, mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve
Mültekâ'da
da böyledir.
Zeylaî'den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha
önce
Hidâye şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki
ifadeye
ters değildir. Azîme'de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla
faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle, kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama
arasını
birleştirmek, uzak görülmüştür.
Dürerin
ibâresi ise daha önce de söylediğimiz gibi bir
yanılmadır.
Musannıf
burada, önceki mes'elenin aksine, iki imâmın bu mes'elede kısası kabul etmediklerine
işaret
olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye'de: «Alimlerimiz, bir kısmı kesilip kalanı veya
kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem fikirdirler. Ama birisi
öbürüne
tâbî olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.
Bu
son mes'ele kesilen parmakla yanındaki parmak gibi yerlerdedir. Burada iki îmâmın hilâfına
İmâm
Ebû Hanîfe'ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri birinden ayrı
olmayanlardır.
Öyle olursa, Ebû Hanîfe'ye göre birisinin erşi
ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.
Nitekim
yakında gelecektir.
«Sararan veya kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir. Mekkî, Kâfî'den
naklen.
Musannıfın
sararma konusunda söylediği Dürer'de
de olduğu gibi muhtâr olandır.
Tebyîn'de de
önce
bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra: «Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen
sahifedekinin
benzeri
söylenmiştir.
Bumdaki
hükmün tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve menfaatin yok olmasını
gerektirmez.
Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı ve
vurmakla
sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.
«Çiğneme
özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed'in
ibâresi
mutlaktır. Kifâye ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes'ele detaylandırılarak
verilmesi
gerekir.» denilmektedir.
«Konuşurken
görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.
«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...» el ve ayak gibi T.
«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef
ederse ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya
konuşmasını
izâle eden mûzıha gibi.
Vurulan
yer, ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki
uzuv
olsun farketmez. Ayrı iki uzuvda
daha önce de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in)
görüşü farklıdır.
M
E T İ N
Üzerinden
bir sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin dişini söken) kişinin dişi,
daha
sonra yerinden gelse; hata o zaman
meydana çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden dolayı da
kısas
uygulanmaz.
Multekâ
da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe vurulup da sallanması halinde
de
hüküm aynıdır.» denilmektedir.
Hulâsa'da
ise: «Yetişkin olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva
böyledir» denilir.
Ben
derim ki: Bu, musannıf ve
diğerlerinin Nihâye'den naklettikleri ile uyuşturulabilir. Sahîh olan:
Bâliğ
olanın bir sene değil, iyi olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar gelmesi nâdirdir.
Eğer
birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi alıp yerine soksa ve kenarlarında et bitse yine
diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir. Nihâye'de şöyle
denilmektedir:
«Şeyhu'l-İslâm:
Eğer menfaat ve güzellikte eski
hâline dönerse; yeniden bittiğinde olduğu gibi
birşey
îcâbetmez demiştir.»
Kesilen
kulağın yerine yapıştırılarak tutması halinde de diyet gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini
almaz.
Eğer
diş sökülür ve yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe'ye göre çocuğun dişin de
olduğu gibi
diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder. Şayet
yarısına
kadar biterse yarım diyet
gerekir.
Geldikten
sonra eski halini alan tırnakta hiçbir cezâ yoktur.
Baştaki
yarık veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa bir şey
îcâbetmez.
Ebû Yûsuf'a göre yaralayana erş-i elem -ki o hükûmet-i adl'dir- gerekîr. İmâm
Muhammed'e
göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki doktor ücreti ve tedâvî masrafından
olan
nafakayı vermesi îcâbeder.
Tahâvî
şerhinde, Ebû Yûsuf'un erş-i elem
sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr
edilmiştir. Bu îzaha
göre.
Ebû Yûsuf'un görüşü ile Muhammed'in
görüşü arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve
başka
âlimler
söylemişlerdir.
Ben
derim ki: Bunun benzerini Müctebâ'dan
naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ sahibi bu
konuda,
Ebû Yûsuf'tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.
İ
Z A H
«Dişi
daha sonra yeniden gelse ilh... Yani
tamamı düzgün olarak çıksa.
«Bir
sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça belirttiği gibi, sene
geçmeden,
kısas hakkının olmadığını ifade etti.
«Hata
meydana çıktığı için ilh...» Yâni
kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep, dişin biteceği
yerin
bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir. O zaman da cinâyet
yok
sayılır. Hidâye.
«Şüpheden
dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce, kısasın gerekliliği şüphesi.
«Kısasın
da bir sene beklenir ilh...» Bu durumda hakimin cânîden bir kefil alması gerekir. Nitekim
Kifâye'de de böyledir.
«Hulâsa'da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi
durumunda
bir sene beklenmez. Bekleme işi çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri
iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl
beklenir.
Serahsî'nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve sökülmesi durumlarında,
yeniden
çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ
verilir.»
«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ'daki hüküm küçüğün, Hulâsa'daki de yetişkinin dişine
hamledilir.
Zâten Hulâsa'nın ibâresi açıktır.
«Sahibi
dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.
«Çünkü
damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip oluşunun gerekçesidir. T.
Burada
diyet cânîye
vaciptir.
«Eğer
menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline dönmesi tasavvur
edilirse...
«Çünkü
kulak eski şeklini almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu'l-İslâm'ın söylediğinin cârî
oluşudur.
«...Diyet
düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet
bulunmadığı için cânîden diyet düşer.
«Çocuğun
dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun
sökülen dişi yeniden gelirse,
ittifakla diyet
îcâbetmez.
Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır.
Hidâye.
«Sahibeyn
(Ebû Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.» Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet
gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah'ın yeni bir nîmetidir.»
Hidâye.
«Diş
eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe've göre Zeylâi.
Şâyet
gelen diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır. Tatarhâniyye.
«Tırnakta
hiçbir cezâ yoktur ilh...» Tırnak
diş gibidir. İhtiyâr'da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
sökülür
de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi îcâbeder. Çünkü bunun
hakkında
muayyen bir diyet
nakledilmemiştir.» Eğer yeniden
gelen tırnak ayıplı olursa, öncekinden
(hiç
gelmemesi durumundakinden) daha
az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir. Zahîriyye.
«Onun
hiçbir izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir
yarıksa
o diyeti değilse hükûmet-i adl icâbeder.
«Bîr
şey îcâbetmez,» Yani İmâm A'zam'a göre, dişin geri gelmesinde olduğu gibi, iyileşip izi
kaybolan
yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne'den muhtâr olanın Ebû Hanîfe'nin görüşü
olduğunu
nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.
Mahbûbî,
Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn'da ise şöyle denilmektedir:
«Kıyasa göre cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi
hükûmet-i
adl gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar böyledir.» Allâme Kasım'ın
Tashîh'inden
özetle
alınmıştır.
Sâihânî
şöyle der: «Bana istihsanın üstün
tutulması uygun gelmektedir. Çünkü insan oğlunun
hakkı
münakaşa üzerine mebnîdir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilmektedir: «Muhammed'e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu,
İmâm-ı
A'zam'ın
da kıyasıdır. İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf'un görüşüdür.
Fakîh:
«Fetvâ Muhammed'in görüşüne göre
verilir ki; buna göre cânînin ilâç masrafından başka bir
şey
vermesi îcâbetmez» der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın
izi kalırsa
o
yaranın diyeti verilir. Meselâ yara munakkile ise münakkilenin diyeti gerekir.» der.»
Remlî
de şöyle der: «Âlimler arasındaki
ihtilâfın takdiminde,
Bezzâziye'deki ile buradaki
arasında
farklılığı
düşün. Buradaki; Zeylâî, Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»
«Daha
önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas konusunda Tahâvî'nin söylediklerinin benzerini
ifâde
etmiştik.
«Müctebâ
sahibi bu konuda Ebû Yûsuf'tan iki
rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf'a
göre;
câniye erş-i elem çektiği (acının diyeti) îcâbeder. İmâm Muhammed'e göre ise doktor ve ilâç
masrafı
îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf'tan bir
rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı
telâfî
içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;
bir
kölenin önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile olur.»
Müctebâ
sahibi daha sonra şöyle der: «Ben
derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf'a göre doktor ücreti
ile
tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf'un hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını
kasdettiğini
gördüm. Kudûri: Doktor ücreti,
Muhammed'in görüşüdür,
demiştir.»
«Dikkatli
ol» Bununla, Tahâvî'nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf'tan gelen iki rivâyetten birisine göre
olduğuna
dikkat çekmiştir.
T.
M
E T İ N
Bir
yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm
Şâfiî ise farklı görüştedir.
Çocuğun,
delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle
değildir.
Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî
yabancı
olmazsa
âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.
Çocuk
ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez.. (öldürdükleri mûrisleri olursa)
mirastan
da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu görüşte
değildir.
Eğer
birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür. «Öldürülmez» diyen de
olmuştur.
Mes'elenin tamamı, Mültekâ'ya yazdığım ta'lîkte
vardır.
Bir
çocuk başka bir çocuğun dişine vursa ve dişini sökse; dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi
beklenir.
Eğer o zamana kadar diş gelmezse vuranın âkilesi dişin diyetini öder. Eğer vuran çocuk
yabancı
ise, diyet kendi malından ödenir.
Meseleyi Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.
Önemli
bir mesele:
Sahîh
olan görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez. Tenvîru'l-Besâir'de Tatarhaniyye'ye
nisbetle
böyle denilmiştir. Allah en iyi
bilendir.
İ
Z A H
«Bir
yaranın kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)'in; sahibi
iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını nehyettiği rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed ve
Dârakutnî
rivâyet etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet verebileceği ihtimâlinden dolayı,
yaralarda
sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş olur. Cinâyet
eserinin
yara oluşu ancak iyileştikten sonra bilinir. Zeylaî.
«Hatâ
sayılır ilh...» Yani hatanın hükmünde
ve malın gerekmesinde hatâ
sayılır.
«Sarhoş
ve baygının cinâyeti ise böyle
değildir.» Kuhistânî'de de böyle
denilmiştir. Zâhir olan
buradaki
sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak
için
böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah
bir şeyle sarhoş olanın kasdı
yoktur.
Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle denilebilir.
Çünkü
uyuyanda olduğu gibi, baygında da kasıt
yoktur. Çocukta ise genelde kasıt
vardır. Buna
rağmen
onun teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse baygın ve sarhoş daha
evlâdır.
Eşbâh'ta
şöyle denilmektedir: «Haram bir şeyden dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir. Mübah bir
şeyden
sarhoş olmuşsa mükellef değildir.
O baygın gibidir.»
«Eğer
yirmi de bir veya ilh...» O erkekte beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir.
Kuhistânî.
«Aksi halde kendi malından îlh...» Yani diyet, yirmide bire varmıyorsa. O zaman mallarda uygulanan
şey
uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların âkilesi olmaz. Nitekim
ileride
gelecektir.
«Keffâret
îcâbetmez.» Çünkü onların
günahları yoktur. Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise
cezâya
ehil değillerdir. Mürted olan çocuğun
mîrastan mahrûmiyetine sebep ise;
riddetin cezâsı
değil,
din farklılığıdır.
«Mes'elenin tamamı Mültekâ'ya yazdığım tâ'lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,
öldürdükten
sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli olmaması
durumundadır.
Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu'l-İslâm da böyle demiştir. Ebû Yûsuf ile
Muhammed'den
eğer kısasa hükmedilmemişse delinin mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet
edilmiştir.
«Müntekâ'da
da şöyle denilmektedir: Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim
edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.
Kâtilin
kendi malından diyet ödenir.
Kuhistâni, Zâhîriyye'den.» mes'ele, kısası gerektiren şeyler
konusunda
geçmişti.
«Dişi
sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;
eğer
dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk ise bir sene beklenir. Çocuğun
erginlik
çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk olması hâline
mahsustur.
Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.
«Eğer
o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.
«Mes'eleyi
me'âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn
kendisine ait
olduğunu
söyleyecek.
Tenvîru'l-Besâir'de
ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl, mûzıha'nın diyetinden daha az
veya o kadarsa onu âkile yüklenmez. Eğer daha fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir
rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu'l-İslâm: Akile onu
yüklenmez
der. Aynısı Tatarhânîyye'de de vardır.»
Allah
(c.c.) en iyisini bilîr.