ALINIP OTURULDUKTAN SONRA VAKIF VEYA YETİM MALI OLDUĞU ZAHİR OLAN BİNAYA ECR-İMİSİL VACİPTİR 2
«Eti
yenilmeyen bir hayvanın bir yerini kesse ilh...» Çünkü her yönüyle istihlâk vardır. Musannıf
burada
bacak ve bir yeri ile kayda bağlamıştır. Çünkü eşeğin, katırın ve atın gözünün kör
edilmesinde kıymetinin dörtte birini tazmin eder.
Sığır ve devenin gözünde de hüküm böyledir.
Koyunun gözünün kör edilmesine gelince, onda da getireceği noksanlığı tazmin eder. İnşaallah
bunların
açıklaması diyet kitabında
gelecektir.
İtkânî.
«Gayr
lafzı doğru değidir ilh...» Çünkü musannıfın yukarıdaki «Dilerse kesilmiş koyunu alır,
kesmenin
getirdiği noksanlığı tazmin ettirir» sözü yalnız eti yenilen
hayvanlara mahsustur. Burada
da
«gayr kelimesini düşürsek, o
zaman hâs bir hükümden sonra umumî bir hükmü zikretmek
kabilinden
olur.
«Ben
derim ki ilh...» Şârihin bu sözü Mültekâ tarafından o bazı âlimlere cevap vermektir. Bu cevabın
özeti
şudur: O kimsenin maksadı, eti yenilmeyeni hükümde, her ikisinde de muhayyerlik hakkı
olması
cihetiyle eti yenilene ilhâk etmektir. Muhayyerlik de ya hayvanı ona bırakıp kıymetini tazmin
ettirmesi,
veya hayvanı alıp noksanlığı tazmin ettirmesidir. Eğer aralarında bir fark olsa, ki mal
sahibi
eti yenileni alsa, noksanlığı
tazmin ettirir, eti yenilmeyen ise bunun aksinedir. Çünkü sen
yukarda
bildin ki ondan her yönüyle istihlâk mevcuttur. İşte şârih de bu fark üzerine ilerideki
«Ancak şu kadar var ki, azâsı kesilmiş eti yenmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba
hiçbir
şey tazmin ettirmez» sözüyle dikkat çekmiştir.
Ben
derim ki: Şöyle cevap verilir: Bundan maksat, eti yenilen hayvan gibi eti yenilmeyenden de yine
kesilme ile gelen noksanlıkla gâsıba rücu eder. Nitekim meselenin başındaki benzetme ifadesi de
bunu
gösterir. Şu kadar var ki, eti
yenilmeyende eğer geri kalana bir kıymet varsa, şeklinde kayda
bağlanır.
Çünkü o zaman her yönüyle istıhlâk mevcut olmaz. Böyle bir kaydın konulmasının
karinesi de noksan kelimesinin lafzıdır. Çünkü eğer geri kalana bir kıymet yoksa, ona noksanlık
değil,
telef denilir. Bu açıklamamızın delili ise, Nihâye ve diğer kitaplarda Müntekâ'da nakledilen
ifadedir.
İfade aynen şöyledir: «Bir eşeğin ön kolunu veya bacağını kesmiş olsa, eğer eşeğin geri
kalan
kısmına bir kıymet varsa, o zaman
mâlik dilerse bacağı kesilmiş eşeği alır, ona gelen
noksanlığı
tazmin ettirir. Eşeği kestiği takdirde de hüküm böyledir, eğer eşeğin derisinin bir kıymeti
varsa.
Çünkü kesmek de bağ yerindedir. Ama öldürse, hüküm böyle değildir.»
Nihâye adlı eserde de Mebsut'tan naklen şöyle birşey vardır: «Burada yenilmeyen hayvan
kapsamına at da girer.»
«Kölenin
bir azasını telef etse, bunun aksine ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda «Ancak şu kadar
var
ki, azası kesilmiş yenilmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba hiçbir şey tazmin
ettirmez»
sözüyle bağlantılıdır.
«Kölenin
erşini de alır ilh...» Yani kölenin erşini de beraber alır. Çünkü eli veya ayağı kesik köle ile
de
yararlanılır. Ama eti yenilmeyen hayvan böyle değildir. Minâh.
«Elbisesini yırtsa ilh...» Bu kendinden öncekine atıf yapılmıştır. Yani mâlik dilerse yırtılan elbiseyi
yırtana
verir, ona kıymetini tazmin ettirir, dilerse elbiseyi alır, yırtılmadan doğan
noksanlığı tazmin
ettirir.
«Fâhiş
yırtmak demek, aynının ve menfaatinin bir kısmını yok etmektir ilh...» Musannıf burada
yalnız
bu söz üzerine kısaltma yapmıştır. Zira, fâhişle az bir yırtılma arasındaki farkta Şurunbulâliye
ve
diğer kitaplarda zikredilen dört
görüşten sağlam olanı
budur.
«Menfaatinin
hepsi giderse ilh...» 0 zaman aynın hepsine zamin olur.
«Ama az bir şey yırtarsa ilh...» Yani ayn noksanlaşsa, menfaatinden hiçbir şey yok olmasa.
Hidâye'de, «Az bir şey yırtmaktan maksat, menfaatinden hiçbir şeyin yok olmamasıdır. Ama ona
yine
de noksanlık girer. Çünkü Muhammed, Asl'da kumaşın kesilmesini fahiş bir noksanlık
saymıştır.
Halbuki onunla yok olan da menfaatin bir bölümüdür.»
Velhâsıl Nihâye adlı eserde ve diğer muteber kitaplarda olduğu gibi, herhangi bir sebepten dolayı
bir
şeyin güzelliği yok olursa, mâliyeti noksanlaşmış olur.
«Onda
bir işlem yapmadığından ilh...»
Meselâ gasbettiğı kumaşı gömlek dikse, gömlek dikmekte
bize
göre artık mâlikin hakkı ondan kesilmiş olur. Zeylâi.
«Fâiz
malı olmadıkça ilh...» Faiz cereyan eden bir mal olursa, mâlik o malı alır, gâsıba da hiçbir
tazminatla
rücu edemez. Veya malı gâsıba teslim eder, ya mislini veya kıymetini tazmin ettirir. Zira
noksanı
tazmin ettirmesi güçtür. Çünkü
faize sebep olur.
Zeylâî.
«Ona
yaldızlı bir iğnedanlık tazmin
ettirir ilh...» Yani onun cinsinden
olmayan kıymetini tazmin
ettirlr.
Sağlam olan görüş budur.
T.
«Altın gümüşe tâbidir ilh...» Şârihin şeyhi Remlî'nin ifadesi şöyledir: «Çünkü altın yaldız hâlinde
gümüşe
tâbi olmakla telef olmuştur. O zaman iğnedanlığın kıymetine gümüş olarak itibar edilir.
Ancak
şu kadar var ki, o yaldızın gitmesi
ile gümüş noksanlaşmıştır.»
«Satın
alma olsaydı ilh...» Meselâ o kadın iğnedanlığı onun tartısına eşit bir gümüşle satın almış
olsaydı,
onun yaldızı kadının yanında gitmiş olsaydı, onda eskiden kalma bir ayıp bulunurdu.
«Geri
veremezdi ilh...» Yani eskiden kalma ayıpla geri veremezdi. Gâsıbın yanında yaldızı giderek
ayıplanmıştır, bu sebeple geri veremez.
«Onun
noksanını da rücu edip alamazdı. Çünkü faiz gerektîrir ilh...» Zira bedellerden birisi ona
karşılık olmadan diğerinden fazla olur. İşte bu mesele noksanla rücua engel olan ve ayıp
muhayyerliği konusunda zikredilen meselelere ilâve edilir. Bundan dolayı şârih bu
meselenin
sonunda
«Bu meseleyi ganimet bil» demiştir.
METİN
İzin
almadan başkasının toprağında bina yapsa veya ağaç dikse, eğer yerin kıymeti bina veya
ağaçtan
çoksa, bina veya ağacı sökmekle emrolunur. Mâlik, kaldırması emredildiğinde onların
sökülmüş
durumdaki kıymetini tazmin eder.
Yani yere ağaçsız ve binasız şekliyle kıymet biçilir. Bir
de
sökülmüş durumdaki ağaç ve bina
ile birlikte kıymet biçilir.
Eğer, toprağın kıymeti, ağaç ve
binanın
kaldırılmasıyla noksanlaşırsa, o zaman mâlik fazlalığı zamin olur.
İzinsiz
olarak başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örfe itibar edilir. Örfe göre mahsul nasıl taksim
ediliyorsa,
öyle taksim edilir. Eğer bu konuda örf yoksa, tarlada biten ekenindir. Eken kimse tarla
için
emsalinin ücretini
verir.
Eğer
vakıf tarlasını, mütevelliden
izinsiz olarak ekerse, o zaman da her durumda ya hisse vâcib
olur,
ya da ücret gerekli olur. Fusûleyn.
Birisi
diğerinin kumaşını gasbetse, kumaşı boyasa, burada renklere itibar edilmez. Boyanın
getirdiği
ziyadeye veya noksanlığa itibar edilir.
Veya
birisinin kavutunu gasbetse ve onu yağla karıştırsa. Mâlik muhayyerdir. Dilerse kumaşının
beyaz halindeki kıymetini kavutun ise mislini tazmin ettirir. Mebsut'ta kavutta da kıymetini tazmin
ettireceğini
söylenilmiştir. Çünkü kavut yağda kızartılmakla bozulmuştur. Artık mislîn yerine
kâimdir.
Musannıf burada kıymet yerine mislî demiştir. Zira kıymet mislin yerine kâimdir. İhtiyar adlı
eserde
de böyledir. Biz bu iki görüşü de yukarıda Müctebâ'dan naklettik. Dilerse de boyanmış
kumaşı
veya kavrulmuş kavutunu alır,
boyanın kumaştaki fazlalığına veya yağın kıymetini zamin
olur.
Çünkü yağ onun mulküne bitişik olduğu zaman mislîdir. Boya ise onun mülküne bitişik
olmazdan
önce de mislî değildir. Çünkü su ile karışmıştır. Müctebâ.
İZAH
«Bina
yapsa ilh...» Yani binâyı, bina yaptığı yerin toprağı ile yapmasa. Yoksa, bina yer sahibinin
olur.
Zira onun yıkılmasını emretmiş olsa,
eskiden toprak olduğu gibi yine hepsi
toprak olur. Dürrü
Müntekâ.
«İzin
almadan ilh...» Eğer yerin sahibinden izin alarak yapmış olsa, bina yapanındır. Binayı yapan,
binayı yer sahibine verdiği takdirde, rücu ederek harcadığını ondan alır. Câmiü'l-Fusûleyn,
başkasının yerinde bina yapmanın hükümleri
konusunda
zikredilmiştir.
Şârih
de çeşitli vasiyetler konusunda açıklamalı olarak bir kimsenin kendi karısına ait yerde bina
yapma
meselesini zikredecektir.
«Eğer
yerin kıymeti çoksa ilh...» Ama eğer arsanın kıymeti binadan noksan ise, gâsıb yerin sahibine
kıymetini
tazmin eder. Bina kendisinin olur.
Dürer, Nihâye'den. Bu hüküm de, Kerhî'nin sözü
üzerinedir.
Kerhî'nin sözlerine yapılan
itirazları takdim
ettik.
«Sökülmüş
kıymetini tazmin eder ilh...» Bu kıymet onun sökülmüş
kıymetinden sökülme ücretinin
miktarı
kadar noksandır. Meselâ yerin kıymeti yüz olsa, sökülmüş ağacın kıymeti on olsa, sökülme
ücreti
bir olsa, o zaman dokuz kalır. Yer bu ağaçla beraber yüz dokuz dirhemle kıymetlendirilir.
Yerin
sahibi gâsıba dokuz dirhem tazmin
eder. Minâh.
«Eğer
sökülme ile yer noksanlaşırsa ilh...» Yani fâhiş bir şekilde. Öyle bir noksanlaşma ki yeri
tamamen
bozar. Ama eğer ağacın sökülmesi
yere az bir noksanlık getirirse, o zaman yerini alır,
ağacı
söker, ağaca gelecek noksanlığı tazmin eder. Sâyıhânî,
Makdisî'den.
BAŞKASININ TOPRAĞINI İZİNSİZ EKMEKTE ÖRFE İTİBAR
EDİLİR
«Başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örf geçerlidir ilh...» Zahîre'de şöyle denilmektedir:
«Fakihler, eğer ekilen yer tarım için olan bir yer ise, şöyle
ki, tarla halkın başkasının yerini ekmeyi
âdet
edindiği bir köyde olsa, tarla sâhibi de kendisi ekmeyerek tarlasını ziraat ortakçılığı için
başkasına veren birisi ise, o zaman tarla ziraat ortakçılığı için ekilmiş olur. Tarla sâhibi ekenden
köyün halkının örfüne göre mahsulün ya yarısını, ya dörtte birini veya buna benzer bir şey alır.
Fetâvâ-yı Nesefî'de de bu şekilde zikredilmiştir.
«Bu
mesele kiraya vermek için yapılmış bir bina gibidir. Bir kimse kira için yapılmış binada otursa,
o
zaman, onun oturması kiraya
hamledilir. Tarla meselesi de aynen bunun gibidir. Ben zamanın
meşayihinin
de böyle hüküm verdiğine
ulaştım. Ancak bu konuda bende meydana gelen kanaati,
güvendiğim
kimselere arzettiğimde şöyle
denildi: Yer her ne kadar ziraat
için hazırlanmışsa da, bu
kimsenin
ziraat ortakçılığı fasit bir ortakçılıktır. Çünkü bunda tarlanın ne kadar zaman için ekileceği
beyan edilmemiştir. O takdirde vacib olan tarladan gelen mahsulün hepsinin ziraat ortakçılığı için
olmasıdır.
Eken kimse de tarlanın ücretini vermelidir.»
Ben
derim ki: Şu kadar var ki, şârih ziraat ortakçılığı kitabında, ileride şunu zikredecektir:
«Kendisiyle
fetvâ verilen görüşe göre ziraat ortakçılığının süresini beyan etmeden de geçerli
olmasıdır.
O zaman süre, birinci ekim üzerine meydana gelir. Açık olan şudur
ki; meşâyihin
üzerinde
ittifak ettiği hüküm de bunun
üzerine bina kılınmıştır.»
Yukarıda
Zahîre adlı eserden naklettiğimiz nakledildikten sonra Bezzâziye'nin ziraat ortakçılığı
konusunda
şöyle denilmektedir: «Kadı diyor ki:
«Bana göre o tarla eğer ziraat ortakçılığı için
hazırlanmışsa, çalışan kimsenin hissesi de o bölge halkının örfüne göre belli ise, istihsânen
caizdir.
Eğer bu iki şarttan birisi yoksa, caiz değildir. O zaman adete bakılır. Ziraattan önce veya
sonra
eken kimse kendi nefsine ektiğini ikrar etmezse, veya tarlayı eken kimse ziraat ortakçılığı ile
ekin
ekenlerden olmasa, onun ekmesi gasb olur. O zaman tarladan çıkan mahsul onundur. Onun
ekinin
tarlaya vermiş olduğu noksanlığı ödemesi de gerekir. Eğer teville ekmişse yine hüküm
böyledir. Yani bir kimsenin kiraya verilmeyen tarlasını, sahibinin izni olmadan kiraladığını söylese,
tarla
sahibi de ona izin vermese, o açıklamaya göre kiralayan kimse tarlayı ekse, ziraat
ortakçılığı
olmaz.
Çünkü yeri tevili ile ekmiştir.»
«Eğer
örf yoksa ilh...» Yani o tarlanın
ziraat ortakçılığı için
verilmesinde ve ona belirli bir
hissenin
ayrılmasında örf yoksa, o zaman eken kimse gâsıb olmuş olur. Tarlada yetişen mahsul onun olur. O
halde
şârihin, «Eken kimse tarla için emsalinin ücretini verir» demesi kapalı olur. Yukarıdaki
nakiller
de bu kapalılığı çözmezler. Zira o takdirde tarla gelir getirmek için hazırlanmış olmaz ki onu
eken
üzerine ücret vâcib olsun. O
zaman o tarlayı ekene vacib olan,
ekinin tarlaya getirdiği
noksanlığı
tazmindir.
Allahım,
o zaman bu malın, ancak yetimin malı olduğuna hamledilir ki bu da uzaktır. Veya sahibinin
onu
kiraya vermek için hazırlamasına hamledilir. Bu takdirde de gelir getirmek için hazırlanan bir
tarla
olur. Vakfa gelince, yakında gelecektir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
şârihin zikrettiğini ifade eden bir
ibare metinde kesinlıkle yoktur. Zira
Câmiü'l-FusûIeyn'in
otuz birinci faslında olan bizim
yukarıda Zahîre ve Bezzâziye'den naklen takdim
ettiğimizin
benzeridir.
«Eğer
vakıf tarlasını ekerse ilh...» Fusûleyn'in ifadesi ise «Ancak vakıfta olursa, o zaman onun
hissesini veya ücretini verir. Yani ekme cihetiyle ekerse hissesini vermesi gerekir. Oturursa,
ücretini
vermesi gereklidir. O tarla ister ziraat için hazırlansın, ister hazırlanmasın. Bu görüş
üzerine
de müteahhir ulemanın cümlesinin fetvâsı karar kılmıştır» şeklindedir.
Ben,
Fusûleyn'in hâmişinde Dımaşk müftüsü
allâme Abdurrahman Efendi el-İmâdî'den şunu
gördüm:
«Fusûleyn'in hissesini vermek gerekir sözü, yani tarlanın ekimi halinde hissesini vermek
gerekir.
«Ücret vacibtir» sözü de yani evde
oturursa demektir. O zaman Fusûleyn
sahibinin «yeri
ekse» sözünden maksat da tarlayı
eksedir.»
Fusûleyn'in
«hangi cihetle ekerse» sözüne, ister açık olarak, ister delâleten, ister ziraat ortakçılığı
şekliyle,
ister akdin tevili ile eksin, bu
şekillerin hepsi girer.
İs'af'ta
da şöyle denilmiştir: «Bir kimse vakıf arazisini ekse, mütehhirûn âlimlere göre ecr-i mislini
vermesi
gerekir.
Ben
derim ki: Açık olan, «ecr-i mislini vermesi gerekir» sözü örfün olmadığına hamledilir. Veya
ücret
vermenin vakfa daha menfaatli olmasına hamledilir. Düşünülsün.
Mümkündür
ki Fusûleyn'in «hissesini vermesi
gerekir» sözü eğer örf varsa
sözü ile «ücret vermesi
gerekir»
sözü de, örfün olmaması veya ücretin vakfa daha menfaatli olması ile tefsir edilir.
Düşünülsün.
ÖNEMLİ
BİR KONU:
Sonuç
olarak eğer ektiği yer birisinin
mülkü ise, eğer sahibi onu ziraat için hazırlamışsa, tarla
sahibinin
mahsuldeki hissesi hususunda örf geçerlidir. Yok ziraat için hazırlanmamışsa bakılır:
Eğer
kiraya vermek için hazırlanmışsa,
tarladan çıkan mahsulün hepsi ekenindir. Eken kimsenin
üzerine
ecr-i misil vermek gerekir. Kira için de hazırlanmamışsa, ekin tarlayı noksanlaştırmışsa,
eken
kimse ekinin tarlaya getirdiği noksanlık karşılığında bir şey verir.
Eğer
tarla vakıf ise, eğer orada bir örf varsa, ve örf daha menfaatli
ise örfe itibar edilir. Örf yoksa
ecr-i
misil verir. Çünkü fakihler vakfa
yararlı olanın seçilmesi kaidesı ile fetvâ vermişlerdir. Bu
tespiti
ganimet bil.
Burada
bir şey kaldı ki birçok
kimsenin bundan haberi bile yoktur:
Eğer yer devlet arazisi veya vakıf
ise,
ekenlerin elinde de ekin ekme belgesi varsa, Dımaşk'ın birçok arazisi gibi, bu tarlayı elinde
kullanma
belgesi olmayan kimse elinde kullanma belgesi olan kimseden izinsiz olarak ekse,
üzerine
düşen hisseyi de devlet arazilerine bakan kimseye verse, belgesi olan kimse tarladan
alınan
mahsulden hissesini mi talep eder veya ekin ücreti olarak ondan paramı alır? Hayriye'de
«Ona
hiç bir şey verilmez» şeklinde fetvâ
verilmiştir.
Eğer
biz, o ziraat ortakçılığı olduğu sürece onun elinden alınmaz, tarlada mutad olanı da talep
edilen
şekilde verir desek de, yine ona hiçbir şey verilmez. Bu tespitten anlaşıldığına göre ekinden
gelen
hisseyi devlet arazisini kullanma belgesi olan kimse hak etmez. Belki ona hisse kesen kimse
veya mütevelli hak eder. Uyanık ol.
Hamidiye'de
şöyle denilmektedir: «Birisinin elinde vakıf arazisini ekme belgesi bulunsa, Zeyd de o
tarlayı
vakıf mütevellisinden veya belge sahibinden izin almadan ekse, ne lazım gelir? Şöyle cevap
verilir:
Vakıf nâzın Zeyd'den ecr-i misil alır Allah daha iyisini bilir.»
«Kumaşı
boyasa ilh...» Ama eğer kumaş kendiliğinden boyansa, meselâ rüzgârın kumaşı boyanın
içine
atması gibi. O zaman kumaş sahibine muhayyerlik hakkı yoktur. Belki boya sahibine boyanın
kıymetini
öder. Çünkü boya sahibinin cinayeti yok ki, kumaşa zamin olsun. Zeylâî.
«Renklere itîbar edilmez ilh...» Bu görüş, musannıfın boyanın renginden bahsetmemesinin
nüktesini
beyân etmektedir.
Peki
Ebû Hânife'den rivayet edilen. «Beyaz kumaşı siyaha boyamak kumaşa noksanlık getirir.»
sözü
ile imameynden rivayet edilen, «Kırmızı ve sarı gibi siyah boya da kumaşa ziyadelik getirir.»
sözüne
ne denilir? Bu, devrin değişmesiyle
ilgilidir. Çünkü bazı kumaşların
siyaha boyamakla fiyatı
artarken,
bazılarının fiyatı da noksanlaşır.
Tebyîn ve diğer eserlerde böyledir.
«Boyanın getirdiği fazlalığa veya noksanlığa itibar edilir ilh...» Bir kumaşın kıymetini boyası
noksanlaştırsa, yani kıymeti otuz iken boyadıktan sonra
yirmiye düşse, İmam Muhammed'den şu
rivayet edilmiştir: O zaman o boyanın fiyatını artırdığı bir kumaşa bakılır. Eğer beş dirhem
artırmışsa, kumaş sahibi kumaşını alır, beş de dirhem alır. Çünkü kumaş sahibine gâsıbın üzerinde
on
dirhem kumaşını noksanlaştırma tazminatı vardır. Onun üzerine de gâsıbın boyasının beş
dirhem
kıymetini ödemek vardır. Beşi beşle
trampa edilir, o zaman geri kalan beş ile gâsıba rücu
eder.
Bunu Hişam Muhammed'den rivayet etmiştir.
Zeylâî, Hişam'ın Muhammed'den rivayet ettiğini özeti
şu olan ifade ile kapalı görmüştür.
Mâlike
hakkının
hepsi ulaşmadığı gibi boyadan bir menfaat de görmemiştir. Artık nasıl olur da
gâsıba
borçlu
olur. Telef etmek de kıymetin
hepsini gerektirir. Böyleyken kıymeti nasıl düşürür?
Tûrî
buna iyileştirmeyen bir ifadeyle
cevap vermiştir. Oraya bakınız.
«Kıymet yerine misli demiştir ilh...» Yani bedel anlamına olan kıymete misil demiştir. Bu, metin
yerine
itiraza cevap vermektir. Zira
metinden Mebsût'ta olan ifadenin
aksi anlaşılmaktadır. Şârihin,
«biz
iki görüşü de sunduk» sözü yani gasb
kitabının başında de ikinci bir cevap olmaktadır. O
halde
metinde olan ifade diğer bir
görüş üzerinedir. Diğer görüş de metinlerin açık anlamıdır.
Dürrü'l-Müntekâ
adlı eserde, «kavut mislidir» deniliyor. Bazı alimler
tarafından da kıymeti takdir
edilen
şeylerden olduğu söylenmiştir. Çünkü kavrulmakla bozulmaktadır. Yalnız şu kadar var ki
şekil
değişikliği azdır. O halde, onun kavrulması onu misliyâttan çıkarmaz.
Şerh-i Mecmâ'da olduğu
gibi.
İtkânî
de kavutun kıyemî şeylerden olduğu görüşünü
görmüştür.
«Boyanın kumaştaki fazlalığını zamin olur ilh...» Yani boya sebebiyle kumaşta meydana gelen
fazlalık
miktarınca paraya zamin olur.
«Yağın
kıymetine zamin olur ilh...» Burada
murad, yani yağın misline zamin olur. Çünkü yağ
mislîdir.
Kıyemî mallardan değildir.
«Mülküne
bitişmezden önce de mislî değildir ilh...» Musannıf burada niçin «bitişik olduğu zaman»
dememiştir
de «bitişik olmazdan önce» demiştir? Zira boyanın misliyâttan çıkması su ile
karışmasından dolayıdır. Su ile karışması da kumaşa bitişik olmasından öncedir. Ama yağ bunun
aksinedir. Çünkü yağ misliyâttan çıkmaz. Ancak kavutla
bitişik olduğu zaman çıkar. İşte bu,
yağın
mislinin
zımanı ile boyanın kıymetinin zımanı arasındaki farkın şeklidir.
METİN
Gasıbın
gâsıbı gasbettiği şeyi birinci
gâsıba geri verirse, onu tazminden
kurtulur. Gasbedilen şey
gasıbın
gâsıbının elinde helâk olsa, o da birinci gâsıba tazmin etse, yine kurtulur. Zira kıymet malın
yerine
geçer. Ancak kıymetin kabzı hâkimin hükmü veya delil ile veya asıl mal sahibinin tasdiki ile
biliniyor ve birinci gâsıbın ikrarı ile bilinmiyorsa hüküm böyledir. Birinci gâsıbın
ikrarı ancak
kendisi
ve gâsıbı hakkında tasdik edilir. İmâdiye.
Bir
kimse bir şeyi gasbetse, sonra ondan
o şeyi bir diğeri gasbetse, mâlik malın bazısını birinci
gâsıbtan
bazısını da gâsıbın gâsbı olan ikinci gâsıbtan tazmin ettirmeyi isteyebilir.
Sirâciye.
Mal
sahibi bunlardan dilediğine tazmin
ettirmekte muhayyerdir. Fakat bunlardan birisine tazmin
ettirmeyi
tercih ettikten sonra onu bırakıp diğerine tazmin ettirme hakkına sahip değildir. Bazı
âlimler
tarafından da sahip olduğu
söylenmiştir. İmâdiye.
İcâzet
telefe katılmaz. O halde bir kimse diğerinin malını haddi aşarak telef etse, mâlik kendisinin
icazet
verdiğini veya razı olduğunu
söylese, o kimse tazminattan
kurtulmaz. Eşbâh, Bezzâziye'ye
isnadla.
Şu
kadar var ki, musannıf İmâdiye'den
şunu nakletmiştir: «İcâzet fiillere ulaşır. Sağlam olan da
ancak
bu görüştür.» Musannıf
sözlerine devamla, «O halde icazet telefe de ulaşır. Çünkü telef de
fiillerden
bir fiildir»
demiştir.
Gâsıb
gasbettiği odunu fâhiş bir şekilde kırsa, o oduna kırması sebebiyle mâlik olmaz. Adam
kendisine
hibe edilen odunu kırsa, hibe eden kimsenin ona rücu hakkı kesilmez. Eşbâh.
Eşbâh'ta
şöyle denilmektedir: «Gâsıb gasbettiği malı kiraya verse, kiracıdan aldığı ücreti mâlike
verse,
mâlikin o ücreti yemesi helâl olur.
Zira ücreti almak kiraya vermektir.»
PRATİK MESELELER :
Bir
kimse birisinden bir testere eğreti olarak alsa, odunu keserken testere kırılmış olsa, kırılan
testereyi
malikten izin istemeden kaynattırsa,
ondan malikin hakkı kesilir. Eğreti alanın mâlike
kırılmış
haldeki testerenin kıymetini vermesi gerekir. Şerh-i Vehbâniye.
Çevresindeki
ateşi söndürmek için birisinin damına çıksa, onun çıkmasıyla damın bir yeri yıkılsa,
zamin
olmaz. Çünkü yangının zararı geneldir. Herkesin yangını söndürmeye çalışması gerekir.
Cevhere.
Bir
kimsenin evine, izinsiz olarak girmek caiz değildir. Ancak savaş durumunda veya başkasının
evine
elbisenin düşmesi ve bu ev sahibinin
düşen elbiseyi alacağından korkulması hallerinde
izinsiz
olarak da eve
girilebilir.
Birisi
bir kabir kazsa, bir diğeri de onun kazmış olduğu kabre bir cenaze gömse, bu üç şekilde olur:
Eğer
kabrin yeri eşen kimsenin ise, kabri açıp cenazeyi çıkarma hakkına da, kabri düzleyip üzerine
ekin
ekme hakkına da sahiptir. Eğer yer mübah bir yer ise, o zaman kazma ücretini alır. Vakıf ise
yine
böyledir.
Önceden
kabir hazırlamak, eğer yer genişse mekruh olmaz. Zira kabir kazan kimse hangi toprakta
öleceğini
bilemez.
İzni
ve vekâleti olmadan başkasının malında tasarruf etmek caiz değildir. Ancak Eşbâh adlı eserde
zikredilen
birkaç mesele müstesnadır.
Bir
kimse başkasının eşeğini gasbetse, eşeğe onun sıpası da tâbi olsa, sıpayı kurt yese, sıpaya
zamin
olur. Nitekim Vehbâniye'de de
böyledir.
«Bir
malı gasbeden kimse o maldan başkasını nasıl zamin olur? Çünkü o malın değişmesinde
kendisinin
hiçbir fiili olmamıştır.
«Bir
kimse başkasına ait bir ırmağı gasbetse, ondan su içebilir mi? Kendisi temiz olduğu halde
temizleyici
olmayan bir nehir var
mıdır?»