15 Ekim 2012

ALINIP OTURULDUKTAN SONRA VAKIF VEYA YETİM MALI OLDUĞU ZAHİR OLAN BİNAYA ECR-İMİSİL VACİPTİR 2

ALINIP OTURULDUKTAN SONRA VAKIF VEYA YETİM MALI OLDUĞU ZAHİR OLAN BİNAYA ECR-İMİSİL VACİPTİR 2
«Eti yenilmeyen bir hayvanın bir yerini kesse ilh...» Çünkü her yönüyle istihlâk vardır. Musannıf
burada bacak ve bir yeri ile kayda bağlamıştır. Çünkü eşeğin, katırın ve atın gözünün kör
edilmesinde kıymetinin dörtte birini tazmin eder. Sığır ve devenin gözünde de hüküm böyledir.
Koyunun gözünün kör edilmesine gelince, onda da getireceği noksanlığı tazmin eder. İnşaallah
bunların açıklaması diyet kitabında gelecektir. İtkânî.
«Gayr lafzı doğru değidir ilh...» Çünkü musannıfın yukarıdaki «Dilerse kesilmiş koyunu alır,
kesmenin getirdiği noksanlığı tazmin ettirir» sözü yalnız eti yenilen hayvanlara mahsustur. Burada
da «gayr kelimesini düşürsek, o zaman hâs bir hükümden sonra umumî bir hükmü zikretmek
kabilinden olur.
«Ben derim ki ilh...» Şârihin bu sözü Mültekâ tarafından o bazı âlimlere cevap vermektir. Bu cevabın
özeti şudur: O kimsenin maksadı, eti yenilmeyeni hükümde, her ikisinde de muhayyerlik hak
olması cihetiyle eti yenilene ilhâk etmektir. Muhayyerlik de ya hayvanı ona bırakıp kıymetini tazmin
ettirmesi, veya hayvanı alıp noksanlığı tazmin ettirmesidir. Eğer aralarında bir fark olsa, ki mal
sahibi eti yenileni alsa, noksanlığı tazmin ettirir, eti yenilmeyen ise bunun aksinedir. Çünkü sen
yukarda bildin ki ondan her yönüyle istihlâk mevcuttur. İşte şârih de bu fark üzerine ilerideki
«Ancak şu kadar var ki, azâsı kesilmiş eti yenmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba
hiçbir şey tazmin ettirmez» sözüyle dikkat çekmiştir.
Ben derim ki: Şöyle cevap verilir: Bundan maksat, eti yenilen hayvan gibi eti yenilmeyenden de yine
kesilme ile gelen noksanlıkla gâsıba rücu eder. Nitekim meselenin başındaki benzetme ifadesi de
bunu gösterir. Şu kadar var ki, eti yenilmeyende eğer geri kalana bir kıymet varsa, şeklinde kayda
bağlanır. Çünkü o zaman her yönüyle istıhlâk mevcut olmaz. Böyle bir kaydın konulmasının
karinesi de noksan kelimesinin lafzıdır. Çünkü eğer geri kalana bir kıymet yoksa, ona noksanlık
değil, telef denilir. Bu açıklamamızın delili ise, Nihâye ve diğer kitaplarda Müntekâ'da nakledilen
ifadedir. İfade aynen şöyledir: «Bir eşeğin ön kolunu veya bacağını kesmiş olsa, eğer eşeğin geri
kalan kısmına bir kıymet varsa, o zaman mâlik dilerse bacağı kesilmiş eşeği alır, ona gelen
noksanlığı tazmin ettirir. Eşeği kestiği takdirde de hüküm böyledir, eğer eşeğin derisinin bir kıymeti
varsa. Çünkü kesmek de bağ yerindedir. Ama öldürse, hüküm yle değildir.»
Nihâye adlı eserde de Mebsut'tan naklen şöyle birşey vardır: «Burada yenilmeyen hayvan
kapsamına at da girer.»
«Kölenin bir azasını telef etse, bunun aksine ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda «Ancak şu kadar
var ki, azası kesilmiş yenilmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba hiçbir şey tazmin
ettirmez» sözüyle bağlantılıdır.
«Kölenin erşini de alır ilh...» Yani kölenin erşini de beraber alır. Çünkü eli veya ayağı kesik köle ile
de yararlanılır. Ama eti yenilmeyen hayvan böyle değildir. Minâh.
«Elbisesini yırtsa ilh...» Bu kendinden öncekine atıf yapılmıştır. Yani mâlik dilerse yırtılan elbiseyi
yırtana verir, ona kıymetini tazmin ettirir, dilerse elbiseyi alır, yırtılmadan doğan noksanlığı tazmin
ettirir.
«Fâhiş yırtmak demek, aynının ve menfaatinin bir kısmını yok etmektir ilh...» Musannıf burada
yalnız bu söz üzerine kısaltma yapmıştır. Zira, fâhişle az bir yırtılma arasındaki farkta Şurunbulâliye
ve diğer kitaplarda zikredilen dört görüşten sağlam olanı budur.
«Menfaatinin hepsi giderse ilh...» 0 zaman aynın hepsine zamin olur.
«Ama az bir şey yırtarsa ilh...» Yani ayn noksanlaşsa, menfaatinden hiçbir şey yok olmasa.
Hidâye'de, «Az bir şey yırtmaktan maksat, menfaatinden hiçbir şeyin yok olmamasıdır. Ama ona
yine de noksanlık girer. Çünkü Muhammed, Asl'da kumaşın kesilmesini fahiş bir noksanlık
saymıştır. Halbuki onunla yok olan da menfaatin bir bölümüdür.»
Velhâsıl Nihâye adlı eserde ve diğer muteber kitaplarda olduğu gibi, herhangi bir sebepten dolayı
bir şeyin güzelliği yok olursa, mâliyeti noksanlaşmış olur.
«Onda bir işlem yapmadığından ilh...» Meselâ gasbettiğı kumaşı gömlek dikse, gömlek dikmekte
bize göre artık mâlikin hakkı ondan kesilmiş olur. Zeylâi.
«Fâiz malı olmadıkça ilh...» Faiz cereyan eden bir mal olursa, mâlik o malı alır, gâsıba da hiçbir
tazminatla rücu edemez. Veya malı gâsıba teslim eder, ya mislini veya kıymetini tazmin ettirir. Zira
noksanı tazmin ettirmesi güçtür. Çünkü faize sebep olur. Zeylâî.
«Ona yaldızlı bir iğnedanlık tazmin ettirir ilh...» Yani onun cinsinden olmayan kıymetini tazmin
ettirlr. Sağlam olan görüş budur. T.


«Altın gümüşe tâbidir ilh...» Şârihin şeyhi Remlî'nin ifadesi şöyledir: «Çünkü altın yaldız hâlinde
gümüşe tâbi olmakla telef olmuştur. O zaman iğnedanlığın kıymetine gümüş olarak itibar edilir.
Ancak şu kadar var ki, o yaldızın gitmesi ile gümüş noksanlaşmıştır.»
«Satın alma olsaydı ilh...» Meselâ o kadın iğnedanlığı onun tartısına eşit bir gümüşle satın almış
olsaydı, onun yaldızı kadının yanında gitmiş olsaydı, onda eskiden kalma bir ayıp bulunurdu.
«Geri veremezdi ilh...» Yani eskiden kalma ayıpla geri veremezdi. Gâsıbın yanında yaldızı giderek
ayıplanmıştır, bu sebeple geri veremez.
«Onun noksanını da rücu edip alamazdı. Çünkü faiz gerektîrir ilh...» Zira bedellerden birisi ona
karşılık olmadan diğerinden fazla olur. İşte bu mesele noksanla rücua engel olan ve ayıp
muhayyerliği konusunda zikredilen meselelere ilâve edilir. Bundan dolayı şârih bu meselenin
sonunda «Bu meseleyi ganimet bil» demiştir.
METİN
İzin almadan başkasının toprağında bina yapsa veya ağaç dikse, eğer yerin kıymeti bina veya
ağaçtan çoksa, bina veya ağacı sökmekle emrolunur. Mâlik, kaldırması emredildiğinde onların
sökülmüş durumdaki kıymetini tazmin eder. Yani yere ağaçsız ve binasız şekliyle kıymet biçilir. Bir
de sökülmüş durumdaki ağaç ve bina ile birlikte kıymet biçilir. Eğer, toprağın kıymeti, ağaç ve
binanın kaldırılmasıyla noksanlaşırsa, o zaman mâlik fazlalığı zamin olur.
İzinsiz olarak başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örfe itibar edilir. Örfe göre mahsul nasıl taksim
ediliyorsa, öyle taksim edilir. Eğer bu konuda örf yoksa, tarlada biten ekenindir. Eken kimse tarla
için emsalinin ücretini verir.
Eğer vakıf tarlasını, mütevelliden izinsiz olarak ekerse, o zaman da her durumda ya hisse vâcib
olur, ya da ücret gerekli olur. Fusûleyn.
Birisi diğerinin kumaşını gasbetse, kumaşı boyasa, burada renklere itibar edilmez. Boyanın
getirdiği ziyadeye veya noksanlığa itibar edilir.
Veya birisinin kavutunu gasbetse ve onu yağla karıştırsa. Mâlik muhayyerdir. Dilerse kumaşının
beyaz halindeki kıymetini kavutun ise mislini tazmin ettirir. Mebsut'ta kavutta da kıymetini tazmin
ettireceğini söylenilmiştir. Çünkü kavut yağda kızartılmakla bozulmuştur. Artık mislîn yerine
kâimdir. Musannıf burada kıymet yerine mislî demiştir. Zira kıymet mislin yerine kâimdir. İhtiyar adlı
eserde de yledir. Biz bu iki görüşü de yukarıda Müctebâ'dan naklettik. Dilerse de boyanmış
kumaşı veya kavrulmuş kavutunu alır, boyanın kumaştaki fazlalığına veya yağın kıymetini zamin
olur. Çünkü yağ onun mulküne bitişik olduğu zaman mislîdir. Boya ise onun mülküne bitişik
olmazdan önce de mislî değildir. Çünkü su ile karışmıştır. Müctebâ.
İZAH
«Bina yapsa ilh...» Yani binâyı, bina yaptığı yerin toprağı ile yapmasa. Yoksa, bina yer sahibinin
olur. Zira onun yıkılmasını emretmiş olsa, eskiden toprak olduğu gibi yine hepsi toprak olur. Dürrü
Müntekâ.
«İzin almadan ilh...» Eğer yerin sahibinden izin alarak yapmış olsa, bina yapanındır. Binayı yapan,
binayı yer sahibine verdiği takdirde, rücu ederek harcadığını ondan alır. Câmiü'l-Fusûleyn,
başkasının yerinde bina yapmanın hükümleri konusunda zikredilmiştir.
Şârih de çeşitli vasiyetler konusunda açıklamalı olarak bir kimsenin kendi karısına ait yerde bina
yapma meselesini zikredecektir.
«Eğer yerin kıymeti çoksa ilh...» Ama eğer arsanın kıymeti binadan noksan ise, gâsıb yerin sahibine
kıymetini tazmin eder. Bina kendisinin olur. Dürer, Nihâye'den. Bu hüküm de, Kerhî'nin sözü
üzerinedir. Kerhî'nin sözlerine yapılan itirazları takdim ettik.
«Sökülmüş kıymetini tazmin eder ilh...» Bu kıymet onun sökülmüş kıymetinden sökülme ücretinin
miktarı kadar noksandır. Meselâ yerin kıymeti yüz olsa, sökülmüş ağacın kıymeti on olsa, sökülme
ücreti bir olsa, o zaman dokuz kalır. Yer bu ağaçla beraber yüz dokuz dirhemle kıymetlendirilir.
Yerin sahibi gâsıba dokuz dirhem tazmin eder. Minâh.
«Eğer sökülme ile yer noksanlaşırsa ilh...» Yani fâhiş bir şekilde. Öyle bir noksanlaşma ki yeri
tamamen bozar. Ama eğer ağacın sökülmesi yere az bir noksanlık getirirse, o zaman yerini alır,
ağacı söker, ağaca gelecek noksanlığı tazmin eder. Sâyıhânî, Makdisî'den.
BAŞKASININ TOPRAĞINI İZİNSİZ EKMEKTE ÖRFE İTİBAR EDİLİR


«Başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örf geçerlidir ilh...» Zahîre'de şöyle denilmektedir:
«Fakihler, eğer ekilen yer tarım için olan bir yer ise, şöyle ki, tarla halkın başkasının yerini ekmeyi
âdet edindiği bir köyde olsa, tarla sâhibi de kendisi ekmeyerek tarlasını ziraat ortakçılığı için
başkasına veren birisi ise, o zaman tarla ziraat ortakçılığı için ekilmiş olur. Tarla sâhibi ekenden
yün halkının örfüne göre mahsulün ya yarısını, ya dörtte birini veya buna benzer bir şey alır.
Fetâvâ-yı Nesefî'de de bu şekilde zikredilmiştir.
«Bu mesele kiraya vermek için yapılmış bir bina gibidir. Bir kimse kira için yapılmış binada otursa,
o zaman, onun oturması kiraya hamledilir. Tarla meselesi de aynen bunun gibidir. Ben zamanın
meşayihinin de böyle hüküm verdiğine ulaştım. Ancak bu konuda bende meydana gelen kanaati,
güvendiğim kimselere arzettiğimde şöyle denildi: Yer her ne kadar ziraat için hazırlanmışsa da, bu
kimsenin ziraat ortakçılığı fasit bir ortakçılıktır. Çünkü bunda tarlanın ne kadar zaman için ekileceği
beyan edilmemiştir. O takdirde vacib olan tarladan gelen mahsulün hepsinin ziraat ortakçılığı için
olmasıdır. Eken kimse de tarlanın ücretini vermelidir.»
Ben derim ki: Şu kadar var ki, şârih ziraat ortakçılığı kitabında, ileride şunu zikredecektir:
«Kendisiyle fetvâ verilen görüşe göre ziraat ortakçılığının süresini beyan etmeden de geçerli
olmasıdır. O zaman süre, birinci ekim üzerine meydana gelir. Açık olan şudur ki; meşâyihin
üzerinde ittifak ettiği hüküm de bunun üzerine bina kılınmıştır.»
Yukarıda Zahîre adlı eserden naklettiğimiz nakledildikten sonra Bezzâziye'nin ziraat ortakçılığı
konusunda şöyle denilmektedir: «Kadı diyor ki: «Bana göre o tarla eğer ziraat ortakçılığı için
hazırlanmışsa, çalışan kimsenin hissesi de o bölge halkının örfüne göre belli ise, istihsânen
caizdir. Eğer bu iki şarttan birisi yoksa, caiz değildir. O zaman adete bakılır. Ziraattan önce veya
sonra eken kimse kendi nefsine ektiğini ikrar etmezse, veya tarlayı eken kimse ziraat ortakçılığı ile
ekin ekenlerden olmasa, onun ekmesi gasb olur. O zaman tarladan çıkan mahsul onundur. Onun
ekinin tarlaya vermiş olduğu noksanlığı ödemesi de gerekir. Eğer teville ekmişse yine hüküm
yledir. Yani bir kimsenin kiraya verilmeyen tarlasını, sahibinin izni olmadan kiraladığını söylese,
tarla sahibi de ona izin vermese, o açıklamaya göre kiralayan kimse tarlayı ekse, ziraat ortakçılığı
olmaz. Çünkü yeri tevili ile ekmiştir.»
«Eğer örf yoksa ilh...» Yani o tarlanın ziraat ortakçılığı için verilmesinde ve ona belirli bir hissenin
ayrılmasında örf yoksa, o zaman eken kimse gâsıb olmuş olur. Tarlada yetişen mahsul onun olur. O
halde şârihin, «Eken kimse tarla için emsalinin ücretini verir» demesi kapalı olur. Yukarıdaki
nakiller de bu kapalılığı çözmezler. Zira o takdirde tarla gelir getirmek için hazırlanmış olmaz ki onu
eken üzerine ücret vâcib olsun. O zaman o tarlayı ekene vacib olan, ekinin tarlaya getirdiği
noksanlığı tazmindir.
Allahım, o zaman bu malın, ancak yetimin malı olduğuna hamledilir ki bu da uzaktır. Veya sahibinin
onu kiraya vermek için hazırlamasına hamledilir. Bu takdirde de gelir getirmek için hazırlanan bir
tarla olur. Vakfa gelince, yakında gelecektir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de şârihin zikrettiğini ifade eden bir ibare metinde kesinlıkle yoktur. Zira
Câmiü'l-FusûIeyn'in otuz birinci faslında olan bizim yukarıda Zahîre ve Bezzâziye'den naklen takdim
ettiğimizin benzeridir.
«Eğer vakıf tarlasını ekerse ilh...» Fusûleyn'in ifadesi ise «Ancak vakıfta olursa, o zaman onun
hissesini veya ücretini verir. Yani ekme cihetiyle ekerse hissesini vermesi gerekir. Oturursa,
ücretini vermesi gereklidir. O tarla ister ziraat için hazırlansın, ister hazırlanmasın. Bu görüş
üzerine de müteahhir ulemanın cümlesinin fetvâsı karar kılmıştır» şeklindedir.
Ben, Fusûleyn'in hâmişinde Dımaşk müftüsü allâme Abdurrahman Efendi el-İmâdî'den şunu
gördüm: «Fusûleyn'in hissesini vermek gerekir sözü, yani tarlanın ekimi halinde hissesini vermek
gerekir. «Ücret vacibtir» sözü de yani evde oturursa demektir. O zaman Fusûleyn sahibinin «yeri
ekse» sözünden maksat da tarlayı eksedir.»
Fusûleyn'in «hangi cihetle ekerse» sözüne, ister açık olarak, ister delâleten, ister ziraat ortakçılığı
şekliyle, ister akdin tevili ile eksin, bu şekillerin hepsi girer.
İs'af'ta da şöyle denilmiştir: «Bir kimse vakıf arazisini ekse, mütehhirûn âlimlere göre ecr-i mislini
vermesi gerekir.
Ben derim ki: Açık olan, «ecr-i mislini vermesi gerekir» sözü örfün olmadığına hamledilir. Veya
ücret vermenin vakfa daha menfaatli olmasına hamledilir. Düşünülsün.
Mümkündür ki Fusûleyn'in «hissesini vermesi gerekir» sözü eğer örf varsa sözü ile «ücret vermesi


gerekir» sözü de, örfün olmaması veya ücretin vakfa daha menfaatli olması ile tefsir edilir.
Düşünülsün.
ÖNEMLİ BİR KONU:
Sonuç olarak eğer ektiği yer birisinin mülkü ise, eğer sahibi onu ziraat için hazırlamışsa, tarla
sahibinin mahsuldeki hissesi hususunda örf geçerlidir. Yok ziraat için hazırlanmamışsa bakılır:
Eğer kiraya vermek için hazırlanmışsa, tarladan çıkan mahsulün hepsi ekenindir. Eken kimsenin
üzerine ecr-i misil vermek gerekir. Kira için de hazırlanmamışsa, ekin tarlayı noksanlaştırmışsa,
eken kimse ekinin tarlaya getirdiği noksanlık karşılığında bir şey verir.
Eğer tarla vakıf ise, eğer orada bir örf varsa, ve örf daha menfaatli ise örfe itibar edilir. Örf yoksa
ecr-i misil verir. Çünkü fakihler vakfa yararlı olanın seçilmesi kaidesı ile fetvâ vermişlerdir. Bu
tespiti ganimet bil.
Burada bir şey kaldı ki birçok kimsenin bundan haberi bile yoktur: Eğer yer devlet arazisi veya vakıf
ise, ekenlerin elinde de ekin ekme belgesi varsa, Dımaşk'ın birçok arazisi gibi, bu tarlayı elinde
kullanma belgesi olmayan kimse elinde kullanma belgesi olan kimseden izinsiz olarak ekse,
üzerine düşen hisseyi de devlet arazilerine bakan kimseye verse, belgesi olan kimse tarladan
alınan mahsulden hissesini mi talep eder veya ekin ücreti olarak ondan paramı alır? Hayriye'de
«Ona hiç bir şey verilmez» şeklinde fetvâ verilmiştir.
Eğer biz, o ziraat ortakçılığı olduğu sürece onun elinden alınmaz, tarlada mutad olanı da talep
edilen şekilde verir desek de, yine ona hiçbir şey verilmez. Bu tespitten anlaşıldığına göre ekinden
gelen hisseyi devlet arazisini kullanma belgesi olan kimse hak etmez. Belki ona hisse kesen kimse
veya mütevelli hak eder. Uyanık ol.
Hamidiye'de şöyle denilmektedir: «Birisinin elinde vakıf arazisini ekme belgesi bulunsa, Zeyd de o
tarlayı vakıf mütevellisinden veya belge sahibinden izin almadan ekse, ne lazım gelir? Şöyle cevap
verilir: Vakıf nâzın Zeyd'den ecr-i misil alır Allah daha iyisini bilir.»
«Kumaşı boyasa ilh...» Ama eğer kumaş kendiliğinden boyansa, meselâ rüzgârın kumaşı boyanın
içine atması gibi. O zaman kumaş sahibine muhayyerlik hakkı yoktur. Belki boya sahibine boyanın
kıymetini öder. Çünkü boya sahibinin cinayeti yok ki, kumaşa zamin olsun. Zeylâî.
«Renklere itîbar edilmez ilh...» Bu görüş, musannıfın boyanın renginden bahsetmemesinin
nüktesini beyân etmektedir.
Peki Ebû Hânife'den rivayet edilen. «Beyaz kumaşı siyaha boyamak kumaşa noksanlık getirir.»
sözü ile imameynden rivayet edilen, «Kırmızı ve sarı gibi siyah boya da kumaşa ziyadelik getirir.»
sözüne ne denilir? Bu, devrin değişmesiyle ilgilidir. Çünkü bazı kumaşların siyaha boyamakla fiyatı
artarken, bazılarının fiyatı da noksanlaşır. Tebyîn ve diğer eserlerdeyledir.
«Boyanın getirdiği fazlalığa veya noksanlığa itibar edilir ilh...» Bir kumaşın kıymetini boyası
noksanlaştırsa, yani kıymeti otuz iken boyadıktan sonra yirmiye düşse, İmam Muhammed'den şu
rivayet edilmiştir: O zaman o boyanın fiyatını artırdığı bir kumaşa bakılır. Eğer beş dirhem
artırmışsa, kumaş sahibi kumaşını alır, beş de dirhem alır. Çünkü kumaş sahibine gâsıbın üzerinde
on dirhem kumaşını noksanlaştırma tazminatı vardır. Onun üzerine de gâsıbın boyasının beş
dirhem kıymetini ödemek vardır. Beşi beşle trampa edilir, o zaman geri kalan beş ile gâsıba rücu
eder. Bunu Hişam Muhammed'den rivayet etmiştir.
Zeylâî, Hişam'ın Muhammed'den rivayet ettiğini özeti şu olan ifade ile kapalı görmüştür. Mâlike
hakkının hepsi ulaşmadığı gibi boyadan bir menfaat de görmemiştir. Artık nasıl olur da gâsıba
borçlu olur. Telef etmek de kıymetin hepsini gerektirir. Böyleyken kıymeti nasıl düşürür?
Tûrî buna iyileştirmeyen bir ifadeyle cevap vermiştir. Oraya bakınız.
«Kıymet yerine misli demiştir ilh...» Yani bedel anlamına olan kıymete misil demiştir. Bu, metin
yerine itiraza cevap vermektir. Zira metinden Mebsût'ta olan ifadenin aksi anlaşılmaktadır. Şârihin,
«biz iki görüşü de sunduk» sözü yani gasb kitabının başında de ikinci bir cevap olmaktadır. O
halde metinde olan ifade diğer bir görüş üzerinedir. Diğer görüş de metinlerin açık anlamıdır.
Dürrü'l-Müntekâ adlı eserde, «kavut mislidir» deniliyor. Bazı alimler tarafından da kıymeti takdir
edilen şeylerden olduğu söylenmiştir. Çünkü kavrulmakla bozulmaktadır. Yalnız şu kadar var ki
şekil değişikliği azdır. O halde, onun kavrulması onu misliyâttan çıkarmaz. Şerh-i Mecmâ'da olduğu
gibi.
İtkânî de kavutun kıyemî şeylerden olduğu görüşünü görmüştür.


«Boyanın kumaştaki fazlalığını zamin olur ilh...» Yani boya sebebiyle kumaşta meydana gelen
fazlalık miktarınca paraya zamin olur.
«Yağın kıymetine zamin olur ilh...» Burada murad, yani yağın misline zamin olur. Çünkü yağ
mislîdir. Kıyemî mallardan değildir.
«Mülküne bitişmezden önce de mislî değildir ilh...» Musannıf burada niçin «bitişik olduğu zaman»
dememiştir de «bitişik olmazdan önce» demiştir? Zira boyanın misliyâttan çıkması su ile
karışmasından dolayıdır. Su ile karışması da kumaşa bitişik olmasından öncedir. Ama yağ bunun
aksinedir. Çünkü yağ misliyâttan çıkmaz. Ancak kavutla bitişik olduğu zaman çıkar. İşte bu, yağın
mislinin zımanı ile boyanın kıymetinin zımanı arasındaki farkın şeklidir.
METİN
Gasıbın gâsıbı gasbettiği şeyi birinci gâsıba geri verirse, onu tazminden kurtulur. Gasbedilen şey
gasıbın gâsıbının elinde helâk olsa, o da birinci gâsıba tazmin etse, yine kurtulur. Zira kıymet malın
yerine geçer. Ancak kıymetin kabzı hâkimin hükmü veya delil ile veya asıl mal sahibinin tasdiki ile
biliniyor ve birinci gâsıbın ikrarı ile bilinmiyorsa hüküm böyledir. Birinci gâsıbın ikrarı ancak
kendisi ve gâsıbı hakkında tasdik edilir. İmâdiye.
Bir kimse bir şeyi gasbetse, sonra ondan o şeyi bir diğeri gasbetse, mâlik malın bazısını birinci
gâsıbtan bazısını da gâsıbın gâsbı olan ikinci gâsıbtan tazmin ettirmeyi isteyebilir. Sirâciye.
Mal sahibi bunlardan dilediğine tazmin ettirmekte muhayyerdir. Fakat bunlardan birisine tazmin
ettirmeyi tercih ettikten sonra onu bırakıp diğerine tazmin ettirme hakkına sahip değildir. Bazı
âlimler tarafından da sahip olduğu söylenmiştir. İmâdiye.
İcâzet telefe katılmaz. O halde bir kimse diğerinin malını haddi aşarak telef etse, mâlik kendisinin
icazet verdiğini veya razı olduğunu söylese, o kimse tazminattan kurtulmaz. Eşbâh, Bezzâziye'ye
isnadla.
Şu kadar var ki, musannıf İmâdiye'den şunu nakletmiştir: «İcâzet fiillere ulaşır. Sağlam olan da
ancak bu görüştür.» Musannıf sözlerine devamla, «O halde icazet telefe de ulaşır. Çünkü telef de
fiillerden bir fiildir» demiştir.
Gâsıb gasbettiği odunu fâhiş bir şekilde kırsa, o oduna kırması sebebiyle mâlik olmaz. Adam
kendisine hibe edilen odunu kırsa, hibe eden kimsenin ona rücu hakkı kesilmez. Eşbâh.
Eşbâh'ta şöyle denilmektedir: «Gâsıb gasbettiği malı kiraya verse, kiracıdan aldığı ücreti mâlike
verse, mâlikin o ücreti yemesi helâl olur. Zira ücreti almak kiraya vermektir.»
PRATİK MESELELER :
Bir kimse birisinden bir testere eğreti olarak alsa, odunu keserken testere kırılmış olsa, kırılan
testereyi malikten izin istemeden kaynattırsa, ondan malikin hakkı kesilir. Eğreti alanın mâlike
kırılmış haldeki testerenin kıymetini vermesi gerekir. Şerh-i Vehbâniye.
Çevresindeki ateşi söndürmek için birisinin damına çıksa, onun çıkmasıyla damın bir yeri yıkılsa,
zamin olmaz. Çünkü yangının zararı geneldir. Herkesin yangını söndürmeye çalışması gerekir.
Cevhere.
Bir kimsenin evine, izinsiz olarak girmek caiz değildir. Ancak savaş durumunda veya başkasının
evine elbisenin düşmesi ve bu ev sahibinin düşen elbiseyi alacağından korkulması hallerinde
izinsiz olarak da eve girilebilir.
Birisi bir kabir kazsa, bir diğeri de onun kazmış olduğu kabre bir cenaze gömse, bu üç şekilde olur:
Eğer kabrin yeri eşen kimsenin ise, kabri açıp cenazeyi çıkarma hakkına da, kabri düzleyip üzerine
ekin ekme hakkına da sahiptir. Eğer yer mübah bir yer ise, o zaman kazma ücretini alır. Vakıf ise
yine böyledir.
Önceden kabir hazırlamak, eğer yer genişse mekruh olmaz. Zira kabir kazan kimse hangi toprakta
öleceğini bilemez.
İzni ve vekâleti olmadan başkasının malında tasarruf etmek caiz değildir. Ancak Eşbâh adlı eserde
zikredilen birkaç mesele müstesnadır.
Bir kimse başkasının eşeğini gasbetse, eşeğe onun sıpası da tâbi olsa, sıpayı kurt yese, sıpaya
zamin olur. Nitekim Vehbâniye'de de böyledir.
«Bir malı gasbeden kimse o maldan başkasını nasıl zamin olur? Çünkü o malın değişmesinde
kendisinin hiçbir fiili olmamıştır.


«Bir kimse başkasına ait bir ırmağı gasbetse, ondan su içebilir mi? Kendisi temiz olduğu halde
temizleyici olmayan bir nehir var mıdır?»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...