ALINIP
OTURULDUKTAN SONRA VAKIF VEYA YETİM MALI OLDUĞU ZAHİR OLAN BİNAYA ECR-İMİSİL
VACİPTİR
«Ecri
misil vermesi gerekir ilh...» Bu Umde'de belirtilenin aksinedir. Kınye'de de Umde'de belirtilen
görüş
benimsenmiştir. İsmailiye'de her ne
kadar bununla fetvâ verilmişse de,
Umde'nin belirttiği
zayıftır. Bahır'ın vakıf bahsinde olduğu
gibi.
Kınye'nin başka bir yerinde de şöyle bir şey vardır: «Vakfın kayyumu bir kimsenin elindeki
meskenin
vakıf olduğunu iddia etse, o da
inkâr etse, mütevelli vakıf olduğuna
dair delil getirerek
onun
vakıf olduğuna hükmedilse, geçen
zaman için binada oturan kimsenin ecir vermesi gerekli
değildir.
Ama eğer vakıf olduğunu ikrar eder veya inkârında inad etmiş olsa, geçen zaman için de
ücret
vermesi gerekir.»
İhtiyar adlı eserde şöyle denilmiştir: «Mütevelli bir vakıf evi satsa, müşteri de onda otursa,
müşterinin
ecr-i misil vermesi gerekir.»
Hamevî
de şöyle der: «Müşterinin ücret vermesi gereklidir. Sözü Muhit sahibinin doğrulamasına
dayanılarak söylenmiştir. İtimada uygun olan da bu sözdür. Şeyh Şerafeddin de bu görüşün tercih
edildiğini
söylemiştir. Tecnis ve Mezîd'de olduğu gibi.»
Ben
derim ki: Bahır'ın vakıf bahsinde
dayanılan da ancak budur. Şârih de
vakıf bahsinde iki yerde
ve
burada onu benimsemiştir. Hayriye ve diğer güvenilir kitaplarda da
onunla fetvâ verilmiştir.
Hıfzedilsin.
«Reddi
hakkında ilh...» Yani mâlikine geri vermenin vücubu hakkında. İmameyne göre tazminatın
dışında
gasb gerçekleşmeseydi gasbedilen şeyin geri verilmesinin
gerekliliği tahakkuk etmezdi.
«Ücrete
hak kazanmak hususunda ilh...» Bu kitabın hâşiyecileri bu meseleyi kapalı görerek şöyle
demiştir:
«Gasbın menfaatlerini eğer gâsıb tamamen alırsa, onları tazmin etmez. Ancak istisna
edilen
üç şey bunun dışındadır. Nitekim bunları da aşağıdaki fasılda zikredecektir.»
Ben
derim ki: Sanki onlar ücretin oturması ile vacib olacağını sanmışlardır. Halbuki hiç de öyle
değildir.
Belki burada maksat, eğer gâsıb kiraya vermiş olsa, kendisine kira bedeli helâl olmasa da
konuşulan
ücrete hak kazanır. Bu ücreti ya tasadduk eder yahut da
mâlikine geri verir. Nitekim biz
yakında
bunu zikredeceğiz. Artık nasıl
onların zannettikleri gibi
yorumlamak geçerli olur. Bu
ifadenin
başlangıcına da zıttır. Çünkü
ücretin ona vacib olması, tazminattır. Gasbın onda tahakkuk
etmesinin
şekli ise şudur: Eğer onda gasb gerçekleşmeseydi. Ücrete mâlik hak kazanırdı, gasıb
değil.
Sen anla.
«Bazı
âlimlere göre ilh...» Bu yazdığımız Dürer metinin ifadesidir. Musannıfın «bazı alimlere göre»
tabiri,
onun zayıf olduğunu göstermektedir. Bu da Fusûl'ün ifadesinde yoktur. Sonra, onun «sağlam
olan»
sözü de bu konuda ihtilaf olduğunu
ifade etmektedir.
Câmiü'I-Fusûleyn'in sözü ise,
«Gasbettiği
gayrı menkulü satar ve teslim
ederse. Fakihlerin
ittifakı ile zamin olur. Akar da Ebû
Hânife'ye
göre gasbeden inkâr etmekle gayri
menkulü zamin olur. Hatta, birisine
bir emânet verse,
o
da emâneti inkâr etse, zamin olur mu?- Bunda da yine Ebû Hânife'den
iki rivayet vardır. En
sağlam
olanı gasbettiği gayri menkulü satıp
teslim etmekle ve emaneti inkâr etmekle gasbedenin
zamin
olmasıdır» şeklindedir.
Bu
sözün baş tarafı ifade ediyor ki, bu
konuda ihtilaf yoktur. Sonu ise,
bunda ihtilâf olduğunu ifade
etmektedir.
Şurunbulâliye.
Ben
derim ki: Musannıfın burada «bazı âlimlere göre» tabiri uygundur. Çünkü metin ve
fetvâlar Ebû
Hânife'nin
«gasb gayri menkulde gerçekleşmez» görüşü üzeredirler. Musannıfın bu meseleleri
zikretmesi
yukarıdaki zamin olmaz sözünden
istisna gibidir. Câmiü'l-Fusuleyn'in «en sağlamı» sözü
yani,
Ebû Hânife'nin ve Ebû Yûsuf'un görüşü üzerine demektir. O zaman bu konu İmam
Muhammed'in
görüşüne de uygun olur. Daha önce geçen «ittifak ile» sözüne de zıt olmaz. Yani
ittifak
bizim üç imamızın arasındadır. Evet, öyledir ama, Hidâye adlı eserde satım akdi ve teslim
meselesi gasbtaki ihtilaf üzerine oluşu sağlam görülmüştür.
İtkânî
şöyle der: «Bazı âlimlerin, «satım akdi ve teslim meselesi ittifaklıdır» sözünden kaçınmak için
Tebyîn'de «Sağlam görüşe göre emânet meselesi de gasbtaki hilâf üzeredir. Eğer emânet
meselesinin ittifak üzere olduğu kabul edilirse, onda tazminat yüklenilen korumayı
inkârla terk
ettiği
için olur. Şahitler de gayri menkule
ancak sözlerinden dönerlerse zamin olurlar. Çünkü
şahitlerin
zamin olmaları bir gasb zaminiyeti değil, başkasına telef ettirme tazminatıdır»
denilmiştir.»
Bunun
açık anlamı ise, şâhitlerin şehâdetlerinden dönmesi meselesini üç imamın ittifakı üzere
kabul
etmektir.
Düşünülsün.
«Satım
akdi ve teslim ile ilh...» Yani gayri menkulü gasbeden kimse satıp teslim etse, ona zamin
olur.
Çünkü onu helâk etmiştir.
Hâniye.
«Emanet
olan gayri menkulü de inkâr etmekle ilh...» Metnin pek çok nüshaların da böyledir. Bazı
nüshalarında
da atıf iledir. Ki buna mahal yoktur. Zira maksat, gayri menkul
emânet olduğu halde
inkâr
etmektir.
«Hükümden
sonra şehâdetlerinden dönmeleri ilh...» Yani bir kişinin aleyhine bir evin başkasının
olduğuna
şehâdet etseler, hükümden sonra da zımnen ondan dönseler onlar zamin olurlar. Dürer.
«Yukarıdaki
üç meseleyi bu istisnâlardan saymıştır ilh...» Bu üç şeyde zamin olmak gasb etmekten
değil,
bunları telef ettirmektendir.
Nitekim fakihlerin gerekçeleri de bunu ifade etmektedir. T.
Dürrü'l-Müntekâ'da
vakıf, yetimin malı ve fakirlere gelir getirmek için hazırlanan şey de ilâve
edilerek, «İstisna edilen meseleler altı tanedir» denilmiştir.
«O
noksanlığa fakihlerin icmaı ile zamindir ilh...» Çünkü telef ettirmektir. Çoğu kez gasb ile tazmin
ettirilmeyen
şey, telef ettirmekle tazmin ettirilir. Çünkü bunun aslı hürdür. İtkânî.
Fakihler
bu eksik olanın açıklamasında ihtilaf etmişlerdir. Nusayr bin Yahyâ der ki: «Bakılır:
gasbeden
kimse kullanmadan önce kaça kiralanıyordu, kullandıktan sonra kaça kiralanıyor? O
zaman
kullanma ile kullanmadan sonraki arasindakı fark tazmin ettirilir.»
Muhammed
bin Seleme de «Bunda satıma itibar edilir. Yani bakılır: O gayri menkul gasbeden
tarafından
kullanılmazdan önce kaça satılıyordu, kullandıktan sonra kaça satılacaktır. Bu fark göz
önünde
tutulur ve noksanlık halinde tazmin
ettirilir. Kıyasa uygun olan
da budur.» demiştir.
Halvânî
de şöyle der: «Doğruya en yakını Muhammed bin Seleme'nin görüşüdür. Kübra adlı eserde
olduğu
gibi, fetvâ da bu görüş ile verilir. Çünkü malın menfaatinin kıymetine değil, aynının
kıymetine
itibar edilir. Sonra gasbeden
sermayesi olan tohumunu alır, noksan olan şeyi de
borçlanır.
Bir de akine harcadığını alır. Geri kalan fazlalığı da Ebû Hânife ve İmam Muhammed'e
göre
tasadduk eder. O halde birisi bir tarla gasbetse, ona iki ölçek ekin ekmiş olsa, sekiz ölçek
mahsul
elde etmiş olsa, bir ölçek kadar ekin ve hasadına sarfetse, bir ölçek kıymeti kadar tarlada
noksanlık
olsa, dört ölçeğini alır, geri kalanı da tasadduk eder. Ebû Yûsuf da ondan hiçbir şey
tasadduk
etmez, demiştir. Bu konunun
tamamı Tebyîn adlı eserdedir.»
Dürrü'l-Müntekâ
da şöyle denilmektedir: «Yukarıdaki
sözler ifade ediyor ki, kendi
ihtiyacına
sarfetmez.
Ancak fakir olursa müstesnâdır.
Zengin olduğu halde tasarruf yapmış
olsa, onun mislini
tasadduk
eder. Eğer mâlikine öderse, haramın pisliği yok olduğundan yemek ona helâl olur. Ama
lisanların
tedavülü ve akitlerin tekrarı ile helâl olmaz. Bu konuyu Kuhistânî zikretmiştir.»
«Tohumdan
arta kalanı verir ilh...» Bunu
öndeki meseleye ayrıntı yapmak açık değildir. Minâh'ta
Müctebâ'dan
naklen şöyle denilmektedir:
«Bir
başkasının tarlasını ekse ve biçse mâlik ona biten ekini sökmesini emredebilir. Eğer sökmezse
kendisi
sökebilir. Bitmezden önce ise, bitinceye kadar tarlayı bırakır. Bittikten sonra ya onu
kaldırmasını emreder, veya tarlayı eken kimseye tohumun meydana getirmiş olduğu fazlalığı verir.
O
zaman o tarla başkasının tohumu ile ekildiği halde kıymetlendirilir veya ekinsiz olarak
kıymetlendirilir.
O zaman mâlik ekili tarla ile ekilmeyen arasındaki fazlalığı ona verir. Ebû Yûsuf'tan
da
mâlikin ona tohumun mislini vereceği
rivayet edilmiştir. Ama birinci
görüş daha sağlamdır.»
«Bu
konunun tamamı Müctebâ'dadır ilh...»
Müctebâ sahibi geçen ifadeyi yazdıktan sonra şöyle
demiştir:
«Eğer iki ortaktan birisi arkadaşının izni olmadan tarlayı ekse, arkadaşı da ekine ortak
olmak
için bitmezden önce ona tohumun
yarısını verse, câiz değildir. Ama bittikten sonra verse,
câiz
olur. Eğer ortağı tarladaki ekinden kendi hissesine isâbet eden kısmı sökmek istese, geri
taksim
ederler. Adam kendi hissesine isabet eden yerdeki ekini söker, tarlayı eken de sökmekle
noksanlanan
kısma zamin olur. Üstadımız diyor ki: «En doğrusu
ekinle hâsıl olan yerdeki
noksanlıktır.» Nitekim bunu Kudurî de şerhinde zikretmiştir. Şeyh Hayreddin de doğru olanın
birincisi
olduğunu söylemiştir. Nitekim rivâyet edilen de budur. Çünkü ekini yetişmeden
kaldırmaktan tarla noksanlaşır. Zira tarla o senesinde tam bir gelir getirmekten zayıf düşer. Nitekim
görülen
de budur.
«Gasbedenin fiili ile ilh...» Hidâye'nin ifadesi ise şöyledir: «Gasıbın ve başkasının fiili ile.»
İtkânî
diyor ki: «Çünkü yalnız gasbla o kimse
zamindir. Artık gasbettiği
şeyin helâki ister onun, ister
başkasının fiili ile olsun, sonuç değişmez. Bundan dolayı gâsıbın üzerine
gasbettiği gündeki
kıymetini
vermesi gerekir.»
İtkânî'nin
«ister başkasının fiili ile olsun» sözü. Hidâye'nin «veya başkasının fiili ile» sözünden daha
geneldir.
Çünkü İtkânî'nin sözü, sakatlamak, kör ve sağır etmek anlamlarını kapsamına alır. Çünkü
bu
kimse bunları da zamin olur.
Nitekim bu Miskin'de de belirtilmiştir.
«Zamin
olur, gâsıb değil ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de de böyledir. Şârihin evvelce, «Fiili ile
noksanlananı
gâsıb zamindir.» sözüyle sınırlamaya da uygundur. Şu kadar var ki sen onda
olanı
anladın.
Sayıhânî diyor ki: «Makdisî'de olan ifade şudur: «Gasbedilen menkul maldaki noksanlık,
gâsıbtan
başkasının fiili ile olursa, mâlik gâsıba tazmin ettirme ile câniye tazmin ettirme arasında
muhayyerdir. Eğer gâsıba tazmin ettirirse, gâsıb rücu ederek ödediğini câniden alır. Eğer câniye
tazmin
ettirirse, câni kimseye rücu edemez.» Bunun aynısını T. Hindiye'den nakletmiştir.
Cevhere'de
de, «Eğer gasbedilen maldaki noksanlık başkasının fiili ile olursa, gasıb tazmin ettiği
takdirde
rücu ederek diğer kimseden alır. Çünkü onun üzerine bir tazminat sabit olmuştur ki,
zımandan
malın aynını tazmin etmekle kurtulabilirdi» denilmiştir.
Ben
derim ki: Buna şöyle cevap vermek mümkündür: Mademki tazminatın dayanağı canidir,
musannıf
da «o zamin olur, gâsıb zamin olmaz» demiştir. O zaman yukarıda geçene aykırı olmaz.
Düşünülsün.
BİR
UYARI: Noksanlık dört türlüdür:
1
- Fiyatların değişmesiyle olan noksanlık.
2
- Malın bazı cüzlerinin yok
olmasıyla olan noksanlık.
3
- Kölenin kulağının, elinin,
gözünün, altının kuyumculuğunun, buğdayın kuruluğunun gitmesi gibi
talep
edilen vasıfların yok olması.
4
- Talep edilen bir manânın yok
olmasıyla ortaya çıkan noksanlık.
Birincisi,
eğer mal gasbedilen yerde teslim edilirse, bütün durumlarda tazminat gerektirmez.
İkincisinde, bütün durumlarda tazminat gerekir.
Üçüncüsünde
ise riba cereyan eden malından başkasında tazmin gerekir. Mesela, buğday
gasbetse,
buğday onun yanında küflense, veya bir gümüş kap gasbetse. onun elinde kırılsa, onun
sahibi
muhayyerdir. Dilerse bizzat kendisini alır, başka bir şey tazmin ettirmez. Dilerse buğdayı
veya kabı gâsıba bırakır, onun mislini ribadan kaçınması için tazmin ettirir.
Dördüncüsü
de malda olan istenilen bir vasfın
yok olmasıdır. Sanatkâr bir köle
gibi. Ki, köle gâsıbın
elinde
sanatını unutsa veya gâsıb onu genç olarak gasbetse, elinde ihtiyarlasa, yine zımanı
gerektirir.
Bu
noksanlıklar eğer az ise, hüküm böyledir. Ama eğer noksanlık çok olursa, mâlik gasbedilen malı
olduğu
gibi almak veya onu bırakıp kıymetini almak arasında muhayyerdir. Sen az ile çok
noksanlığı
birbirinden ayıran sınırları az
ile çok bilinmezlik meselesinden tahkik et. Miskin.
«Bu
icâredeki ilh...» Minâh'ta olan ifade de «İcâre süresinde» şeklindedir. Bu daha güzeldir.
«Sözüne
dâhildir ilh...» Ancak onun dâhil
olması Minâh'ın nüshasına
göredir. Çünkü Minâh sahibi
şöyle demiştir: «Eğer gasbettiği köleyi gelir yapsa, onda olan noksanlığa zamindir. Onun getirmiş
olduğu
geliri de tasadduk
eder.»
Şârih
ise, noksanlık zımânını metin olarak değil, şerh olarak zikretmiştir. Biz de nüshalarda o
minval
üzere bulmuşuzdur.
«Emânet
olarak aldığı malı kiraya verse, o zaman meydana gelen
noksanlığa zamindir ilh...» Yani
cüz'ün
yok olması sebebiyle zamin olur. Yoksa fiyatı
itibariyle değil. Musannıfın burada maksadı
faiz
cereyen eden bir mal olmamasıdır.
Zira faiz cereyan eden bir malda gasbedilen malın aslının
geri
istenmesi ile mümkün değildir. Çünkü bu ribâya sevkeder.
Cevhere.
«Sadaka eder ilh...» Bunun aslı şöyledir: Bize göre gelir gâsıbındır. Çünkü menfaatlerin kıymeti
ancak
akitle takdir edilir. Bu akti yapan da gâsıbtır. Çünkü o
kölenin akti ile kölenin menfaatlerini
mal
kılmıştır. Öyleyse, o menfaatlerin bedelini almaya o daha uygundur. Ama o bedelin tasadduk
edilmesi
ile gâsıba emredilir. Çünkü onu başkasının malında tasarruf yapmak gibi pis (habis) bir
bedelle
kazanmıştır.
Dürer.
«Geri
kalanı da ilh...» Şârih bu sözü ile kenz gibi, metnin ifadesini zahirinden çıkarmıştır. Zira Zeylâî
demiştir
ki: «Uygun olan, gâsıb gelirin hepsini değil tazmin ettiğinden arta kalanını imameyne göre,
tasadduk
etmelidir.»
Zeylâî diyor ki: «Eğer gasbettiği mal ondan gelir elde ettikten sonra helâk olursa. Gâsıb tazminatı
malın
gelirinden ödeme hakkına sâhiptir. Çünkü onun temiz kazancı olmaması malikinden
dolayıdır. Onun kendi hakkında açık değildir. Ama bunun aksine, gâsıb gasbettiği malı satsa, mal
da
helâk olsa, mâlik müşteriden onun kıymetini tazmin ettirse,
o zaman müşteri rücu ederek fiyatını
gâsıbtan
alır. O halde gâsıb artık o gelir ile malın fiyatını ödeyemez. Çünkü müşteri mâlik değildir.
Ancak
gâsıb fakir ise kullanabilir.» Özetle.
0
zaman gasbedilen malın kullanılışından dolayı noksanlanması ile helâki arasında onun gelirinden
tazminatı
ödeme ve geri kalanı tasadduk etme hususunda fark
yoktur.
«Musannıf
Bezzâziye'den naklen ilh...» Şârihin
bu sözü musannıfın «gelirden geri kalan kısmı
sadaka
verir» sözünün mutlak ifadesi üzerine eksiği tamamlamadır. Yani musannıfın o sözü mutlak
değildir,
gâsıbın fakir olmasıyla kayıtlıdır. Zira Bezzâziye'de «gâsıb
gasbettiği malı kiraya verirse,
aldığı
ücret kendisinindir. Kiraya verdiği
mal helâk olsa, veya kendiliğinden helâk olsa, gâsıb malı
tazmin
etse, o zaman fakir olduğu
takdirde, tazminatı malın kira ücreti ile verebilir. Geri kalan kısmı
tasadduk
eder. Eğer zengin olursa, tazminatı ödemekte geçerli görüşe göre malın gelirinden hiçbir
şeyle
istifade edemez» denilmiştir.
Bu
ifade Zeylâî'nin ifadesine eşittir.
Bizim sözümüz gasbedilen malın
noksanlanması hakkındadır.
Bu
ise helâk konusundadır. Zâhire göre helâk ile noksanlanma arasında bir fark yoktur. O zaman
şârihin
tamamlaması da geçerlidir.
«Emanet
verilen şeyde ilh...» Yani mâlikin
izni olmadan.
«İşaretle tayin edilen ilh...» Buda ticaret eşyası gibidir. O halde ondan elde ettiği kârı yemesi helâ!
değildir.
Velevki malın kıymetini tazmin
ettikten sonra da olsa.
Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer tasarruf ettiği şey ticaret eşyası gibi işaret ettiği bir şey ise, malın
kıymetini
tazmin etmeden önce onun kârından
bir şey yemesi helâl olmaz. Tazminden sonra
helâldir.
Ancak, kıymetten fazla kalanında değil.
Ki bu kârdır. O zaman onu
yemesi helâl değildir.
Onu
tasadduk eder.»
Kuhistânî
de şöyle der: «Kıymetten fazla kalanı da
mâlike vermesi gerekir.
O zaman pislik zail
olduğu
için yemesi helâl olur.»
«Bu
dört şekildedir ilh...» Tatarhâniye'de Muhit adlı eserden naklen beşinci bir şekil ilâve edilmiştir.
Beşinci
şekil şudur: Gasbettiği malı satıcıya verse ve sonra da ondan satın alsa.bunun hükmü de
birincisi
gibidir.
«Yine
hepsini tasadduk eder ilh...» Çünkü ona işaret etmek, tayini ifade etmez. O zaman o işaretin
varlığı
ile yokluğu eşit olur. Ancak
nakitle o işareti tekid ederse, o zaman işaret tayini ifade eder.
Zeylâî.
«Hiç
işaret etmeden ilh...» Yani «Ben bin dirheme satın aldım» dese, onun parasını da gasbettiği
veya emânet dirhemlerinden ödese. Azmiye.
Tatarhâniye'de
Zâhire'den naklen şöyle denilmektedir: «Gâsıb mutlak bir ifade ile işaret etmeden,
«Ben
aldım» dese, niyeti de elindeki
gasbettiği veya emanet paradan ödemek ise, bu iki şekilde
olur:
Eğer niyeti hakikat ise, ondan da
ödemişse sağlam esas olan görüşe göre ondan yemesi helâl
değildir.
Eğer niyeti hakikat değilse, onun kârını yemesi helâl olmaz. Çünkü sırf azm etmenin etkisi
yoktur.
Ama eğer hiç niyet etmediği halde sonra ondan ödese, o zaman ondan yemesi helâl olur.»
Halvânî
de şöyle der: «Ona ancak ödeyeceğini gasb veya emânet olandan vereceğini niyet etmese,
sonra
onu gasb veya emânetten ödediği açık olsa, onu yemesi helâl olur. Ama işaret etmeden
aldığı
malın bedelini gasbettiği maldan ödemeye niyetlense ve ödese, ona hiçbir şekilde helâl
olmaz.»
Özetle.
Bezzâziye'de
de şöyle denilmektedir: «Kerhî'nin görüşü üzerine fetvâ verilir. Fetvâda
niyetle itibar
edilmez.
Yukarıda geçenler de kazâen değil, diyâneten öyle olduğuna
yorumlanır.»
«Bazı
âlimlere göre bu görüş ile fetvâ verilir ilh...» Bu Zahîre ve diğer kitaplarda söylenmiştir.
Kuhistânî'de
olduğu gibi. Gürer.
Muhtasarü'l-Vikâye ve Islâhta da bu görüş üzerine yürünmüştür.
Bunu
Yakubiye sahibi de Muhit adlı eserden nakletmiştir. Bununla birlikte şârih «Bazı alimlere
göre»
tâbiriyle buna razı olmadığını ifade
etmiştir.
Hidâye'de şöyle bir şey vardır: «Gasbettiği malı tazmin etmeden önce ondaki tasarrufuyla elde
ettiği
kârı yemesi helâl değildir. Her
durumda tazmin ettikten sonra da
yemesi helâl değildir. Tercih
edilen
de ancak budur. Çünkü bu cevap
Câmi'de ve Mebsut'un müdârebe
kitabında mutlaktır.»
Zeylâî şöyle der: «Ona neden helâl olmaz? Çünkü ondan bedelini ödemekle aldığı şeyin sağlam
olmasını
işaretle de aktin caiz olmasını elde eder. Çünkü akit meblağ ve vasıf konusunda onunla
gerçekleşir. O zaman onda haramlık şüphesi sâbit olur. Çünkü ona temiz oImayan bir sebeple mâlik
olmuştur.
«Kerhî'nin
fetvâsı ile fetvâ vermeyi tercih
etmişlerdir ilh...» Bu görüş metnin sonunda Zeylâî'ye
isnad
edilen sözlerdendir. Şârihin, her ne kadar yukarıdan bilindiyse de, bu
ifadeyi getirmesi, bu
tabire
itibar etmediğini bildirmektedir. O zaman bu görüşte şârihin «bazı âlimlere göre» tabirini
desteklemektedir. Bu durum musannıfın açık ifadesine aykırıdır. Şu kadar var ki, hiç kimseye gizli
değildir
ki bu iki görüş de sağlam görüşlerdir.
«Cinslerin
muhtelif olmasında tasadduk etmediği gibi ilh...» Zeylâî şöyle der: «Fakihlerin arasındaki
bu
ihtilaf çevirdiği şeyin yine zamin
olduğu malın cinsinden olması halindedir. Meselâ dirhemi
zamin
olsa, elinde de zamin olduğu şeyin bedelinden dirhemler olsa, bundan tasadduk etmez. Ama
dirhemlere
zamin olsa, elinde yiyecek veya ev eşyası olsa, imamların icmâı ile onun üzerine
tasadduk
gerekli değildir. Çünkü kâr ancak, cins bir olduğu takdirde açık olur. Ama çevirdiğinde
elinde
olan mal zamin olduğu malın cinsinden olmaz ise, o zaman kâr açık olmaz.»
Bu
konuda altın ile gümüş, onların
semen oluşları bakımından bir midirler, iki cins midirler? Bu
araştırılsın. Rahmetî.
Ben
derim ki: Tûrî'de Muhit adlı eserden naklen şunu gördüm: «Gasbettiği dirhemlerle yiyecek alsa,
ondan
yemesi helâldir. Ama onunla altın alsa, onlarda tasarruf etmesi caiz değildir. Geri vermesi
gerekir.
Zira yiyecekteki satım akdi dirhemler başkasının hakkı olduğu için nakzedilmez. Zira
başkasının hakkı olduğu takdirde adamın o dirhemlerin aynını değil, mislini vermesi
gerekir.»
Bu
ifade gösteriyor ki, dirhemler ile
dinarlar bir cinstirler. Zira gasbedilen dirhemler olduğu halde,
onunla
almış olduğu dinarların da malike geri verilmesi gerekir. İşte bu görüş İmâdiye'nin «Yedi
yerde
dinarlar dirhemler yerine
câridir.» sözüne ilâve edilmektedir. Nitekim bu fasit satım akdi
konusunda
da geçmiştir.
Yine
Tûrî'de şöyle denilmektedir: «Gasbettiği kumaşlarla bir câriye alsa, o cariye ile cinsî temasta
bulunması
haramdır. Gasbettiği kumaşın kıymetini sâhibine ödediği zaman helâl olur. Ama eğer
cariyeyi gasbettiği dirhemlerle almış olsa, o cariye ile cinsî temasta bulunması helâl olur. Çünkü
yukarıdaki
meselede kumaş başkasının hakkı olduğundan satım da kumaşın aynına taalluk
ettiğinden
satım fasittir. Ama dirhemlerle öyle değil. Çünkü satım dirhemlerin aynına taalluk etmez.
Kumaş
karşılığı bir kadınla evlense, evlendiği kadınla cinsi temasta bulunmak ona helâldir. Çünkü
mehri
üzerinde hak sahibi olmakla bozulmaz.»
Mültekâ
ve şerhinde şöyle denilmektedir: «İki
bin dirhem kıymetindeki bir
câriyeyi gasbettiği veya
yanında
emânet olarak bulunan bin dirhemle satın alsa, o câriyeyi hibe etse, veya yiyecek alsa ve
yese,
veya gasbettiği bin dirhemle bir kadınla evlense veya bir odalık câriye alsa, veya bir kumaş
almış
olsa, bunlardan yararlanması helâl olur. İmamların ittifakı ile de birşey tasadduk etmez. Zira
haramlık
cinsin bir olması hâlindedır.»
Bunun
misli Kuhistânî'de de mevcuttur. T.
Hamevî'den, o da Sadrı İslâm'dan şunu
nakletmiştir:
«Doğru
olan görüş, yukarıda geçen meselede
ne o yiyeceği yemesi, ne de o câriye ile cinsî temasta
butanması
helâldir. Çünkü bunu alış sebebinde bir çeşit pislik vardır»
Düşünülsün.
METİN
Bir
şeyi gasbetse, gasbettiği malı
değiştirse, malin menfaatlerinin çoğu ile ismi yok olsa, zamindir.
Musannıf
«menfaatlerinin çoğu» sözünü bu
kimsenin sikke haline getirmeksizin erittiği dirhemden
kaçınmak için zikretmiştir. Zira dirhemleri eritmek ondan dirhem ismini kaldırsa bile onun
menfaatlerinin
çoğu kalmaktadır. İşte bundan ötürü ondan mâlikin hakkı kesilmez. Muhit ve
diğerlerinde
olduğu gibi.
0
halde ismin yok olmasının zikredilmesi menfaatlerinin büyük kısmının yok
olmasının zikrini
gereksiz
hale getirmemektedir. Nitekim Molla Hûsrev ve başkası böyle zannetmiştir.
Veya
gasbedilen mal kendi malıyla,
gasbettiği buğdayın kendi buğdayı
ile karışması gibi hiç
ayrılmayacak biçimde karışsa veya gasbedilen mal kendi malıyla, gasbedilen buğdayın kendi arpası
ile
karışması gibi, ayrılması zor bir şekilde karışsa tazminatı ödemezden yani mâlikin edâ ile razı
olmasından
veya ibrasından veya hâkimin tazmin
etmesi hükmünden önce, menfaatlenmesi helâl
olmamakla birlikte zamin ve mâlik olur. Kıyas onun helâl olmasıdır. Bu
da rivayettir. Öyleyse
birisinin
yiyeceğini gasbetse, onu helâk edinceye kadar çiğnese, bir rivayete göre onu helâl olarak
yutabilir.
Mutemed rivayete göre ise, fırsat vermemek için haram olarak yutar.
Gasbedip
değiştirmesinin örneği şudur: Bir koyunu kesmek gibi. Yani
başkasının koyununu kesse
pişirse
veya kızartsa veya gasbettiği
buğdayı öğütse veya ekse veya gasbettiği demiri kılıç yapsa
veya gasbettiği bakırı kap yapsa veya bir büyük ağaç üzerine bir ev yapsa,
ama yapmış olduğu
binanın
kıymeti ağacın kıymetinden çok olsa, binayı yapan yerin kıymetiyle ağaca mâlik olur, veya
bir
yer gasbederek ev yapsa veya ağaç dikse veya birisinin tavuğu diğerinin incisini yutsa, veya
sağır
ağzını diğerinin çömleğine soksa veya birisine emanet olarak verilen yavru, onun yanında
büyüse, öyle büyüse ki onun ondan çıkarılması ancak duvarın yıkılması ile mümkün olsa ve
birisinin
altını diğerinin mürekkeb şişesine düşse ki onu çıkarmak ancak şişeyi kırmakla mümkün
olsa,
bütün böyle şeylerde çoğun sahibi azın kıymetine zamin
olur.
Bunda
asıl kâide şudur: En şiddetli zarar, en hafifi ile zail olur Nitekim Eşbâh'tan gelen bu kaidede
de
böyledir. Sonra da Eşbâh sahibi şöyle diyor: «Eğer birisi bir inci yutsa, ölse onun karnı inciyi
çıkarmak icin yarılmaz. Zira insanoğluna hürmet, mala hürmetten daha büyüktür. Ancak incinin
kıymeti
onun terekesinden alınır. İmam Şâfiî
ölen kadının karnından çocuğu çıkartmak için ölenin
karnının
yarılmasını da câiz
görmüştür.»
Mecelle'deki «Ehven-i Şerreyn tercih olunur
(ikişerden hafif olanı tercih
olunur) » kaidesi de bunu
ifade
eder. A.D.
Ben
derim ki: Cenâzeler bahsinde Fetih'ten naklen zikrettik ki, inci yutan kimsenin çocuğu
çıkartmak için ölen kadının karnının yarılması gibi yarılır.
Bunda ihtilaf yoktur.
Tenvîrü'l-Besâir'de
de «İnci için ölen kimsenin karnının yarılması en sağlam görüştür» denilmiştir.
Hıfzedilsin.
Yalnız
yukarıdaki meselede şu husus kalmaktadır: Eğer üzerine bina yapılan ağaç ile binanın
kıymeti
eşit olursa, bakılır: Bir şey
üzerine sulh yapmaları caizdir.
Ama eğer niza ederlerse, yapılan
bina
olduğu geri satılır. Onun semeni malları miktarınca aralarında taksim edilir. Şurunbulâliye,
Bezzâziye'den.
Yalnız
şu da kaldı: Ağacı gasbederek üzerine bina yapan kimse binayı yıkarak ağacı sahibine teslim
etmek
istese. binayı yıkma hakkına sahip midir? Burada bakılır: Eğer üzerine ağacın kıymetini
vermekle
hükmedilmişse, sökmesi helâl olmaz. Hükümden önce ise malını faydasız olarak zayi
ettiğinden
bunda iki görüş vardır. Bu konunun tamamı Müctebâ'dadır.
Bir
kimse diğerinin altın ve gümüşünü
gasbetse ve onları altın ve gümüş
sikkeler veya kap yapsa
onlara
mâlik olamaz. Onlar yine meccânen mâlikinindir. Ama imameyn buna muhâlefet
etmiştir.
Birisi
diğerinin koyununu veya eti yenilen diğer bir hayvanını gasbederek kesse, mâlik dilerse
kesilmiş hayvanı ona bırakarak kıymetini alır, dilerse kesilmiş hayvanı alır, kesmenin getirdiği
noksanlığı
tazmin ettirir. Eti yemlen hayvanın bacağını veya eti yenilmeyen bir hayvanın bir yerini
kesse, hüküm yine böyledir. Mültekâ'da da böyledir.
Bazı
âlimlere göre buradaki «başka» lafzı doğru
değildir.
Ben
derim ki: Onun «doğru değildir» sözü doğru değildir....Çünkü eti yenilmeyen hayvanda da yine
muhayyerlik hakkı sâbittir. Ancak şu kadar var ki, azası kesilmiş eti yenmeyen hayvanın sahibi onu
almayı,
tercih etse gâsıba hiçbir şey tazmin
ettirmez. Fetvâ da bu görüşe göre verilir. Nitekim
musannıf
da bunu İmâdiye'den nakletmiştir.
Ama birisinin kölesini gasbederek bir azasını telef
etse,
bunun aksine kölenin sahibi köleyi almayı tercih ettiğinde
kölenin erşi (aza tazminatı)nı da
alır.
Birisinin
elbisesini fâhiş bir şekilde yırtsa, -fâhiş yırtmak demek aynının ve
menfaatinin bir kısmını
yok
etmektir, hepsini değil- bunda yine
mâlik muhayyerdir. Ama eğer menfaatinin hepsi giderse o
zaman
hepsini zamin olur. Ama az bir şey yırtarsa yani aynı noksanlaşsa ama menfaatinden hiçbir
şey
yok olmasa, onun aynını alır, elbisesinin noksanlığını tazmin ettirir. Başka hüküm de yoktur.
Çünkü
onda bir işlem yapmadığından aynı mevcuttur. Veya faiz malı olmadıkça. Nitekim bu
meseleyi
Zeylâî açıklamıştır.
Ben
derim ki: İşte bundan şu hâdisenin cevâbı bilinir: Kadın altınla yaldızlanmış gümüş bir
iğnedanlık
gasbetse, gâsıbın yanında onun yaldızı bitmiş olsa,
iğnedanlığın sahibi muhayyerdir.
Dilerse
ona yaldızlı bir iğnedanlık tazmin
ettirir, dilerse kendininkini alır, hiçbir şey de tazmin
ettirmez.
Çünkü burada altın gümüşe tâbidir ve
helâk olmuştur. Burada gasb yerinde
satım alma
olsaydı,
onun yanında yaldızı gitmiş
olsaydı, reddedemezdi. Çünkü o ayıplanmıştır. Onun noksanını
da
rücu edip alamazdı. Çünkü riba gerektirir. Bu meseleyi ganimet bil. Bunu açık olarak söyleyen
azdır.
İZAH
«Gasbettiği
malı değiştirse ilh...» Yani onda tasarruf yaparak bozsa. Musannıfın bu görüşü
gasbedilen
çocuktan kaçınmak içindir. Yani birisi bir çocuğu gasbetse, çocuk gâsıbın yanında
sakallanana kadar büyüse, çocuğun baba veya velisi gâsıba hiç bir şey tazmin ettirmeden onu alır.
Kuhistânî.
Bunun misli Tatarhâniye'de de mevcuttur.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Birisinin memeleri gelişmiş câriyesini gasbetse, herhangi bir
nedenle
cariyenin memesi gâsıbın yanında kopsa, veya birisinin sanatkâr bir kölesini gasbetse,
köle
sanatını gâsıbın yanında unutsa,
gâsıbın o noksanlıkları tazmin etmesi gerekir? Bunun benzeri
sonunda
Vehbâniye'den naklen zikredilecektir.
Dürer'de
şöyle denilmiştir: «Birisinin yaş
üzümünü veya hurmasını gasbetse, üzüm veya hurma
gâsıbın
yanında kendiliğinden kurusa, mâlik
onu ya alır veya gâsıba bırakarak tazmin ettirir.»
«İsmi
değişip yok olsa ilh...» Bu kavil kâğıttan kaçınmak içindir. O halde birisi diğerinin kâğıdını
gasbetse
ve üzerine yazsa veya pamuğunu
gasbederek iplik yapsa veya sütünü gasbederek yoğurt
yapsa
veya birisinin şırasını gasbederek sirke yapsa, bu gibi şekil değiştirmelerde mâlikin hakkı
kesilmez. Çünkü ismi yok olmamıştır. Bazı
ölümlere göre ise malikin hakkı kesilir. Kuhistânî,
Muhit'ten.
İkinci
olarak da, birisi bir koyun gasbederek onu kesse, mâlikin mülkiyeti koyundan yalnız
kesmesiyle yok olmayacağı, çünkü ona kesilmiş koyun denileceği meselesinden kaçınılmıştır.
Dürer.
«Sikke hâline getirmeksizin erittiği dirhemden kaçınmak ilh...» Siraç'ta bu şekilde kaydedilmiştir. O
halde
gasbettiği dirhemleri eriterek yeniden dirhem hâline getirse, o yine dirhemdir. İster ilk
dirhemler
gibi olsun, ister olmasın. T.
«Menfaatlerinin
çoğu kalmaktadır ilh...» Çünkü o yine semen olabileceği gibi süs eşyası olarak da
kullanılabilir. T.
«Gayrı
ilh...» Bu İnâye sahibidir. Çünkü bu kayıt Kifâye adlı eserde bir kimsenin gasbettiği buğdayı
öğütmesinden
kaçınmak için konulmuştur. Kifâye sahibi şöyle demiştir: «Buğdayın aynına bağlı
olan
maksatlar öğütmekle ortadan kalkar.»
İnâye adlı eserde de şöyle denilir: «Açık olan odur ki, bu tekid için zikredilmiştir. Çünkü musannıfın
«ismi
yok olsa» sözü bunu da kapsamına
almaktadır. Zira buğday öğütüldüğü zaman artık un olur.»
Dürer
de buna uymuştur.
Şârihin
zikrettiği kaçınmanın açıklanması Kuhistânî'den alınmıştır. «Gasbedilenmal kendi malıyla
ilh...»
Gasbedilen mal kendi mülküyle değil, gasbettiği başka bir malla karışsa, hüküm yine
böyledir. Zira Yenâbî'den naklen Tatarhâniye'de şöyle bir ifade vardır: «Bir kimse iki kişiden biner
dirhem
gasbetse, ikisini karıştırsa, yemek üzere o dirhemlerle bir şey alması mümkün değildir.
Karşılığını
verene kadar aldığı şeyi yemek üzere ona helâl olmaz.»
Tatarhâniye'de
Müntekâ'dan naklen şöyle denilmektedir: «Birisinin elinde kavut, diğerinin elinde
yağ
olsa, birbirlerine çarpsalar, adamın elindeki yağ diğerinin kavutuna dökülse, kavutun sahibi
yağın
sahibine yağın misli kadar zamin
olur. Çünkü onun yağı istihlâk edilmiştir. Ama kavut istihlâk
edilmemiştir. Zira yağ kavuta değer kazandırmıştır. »
Yine
Tatarhâniye'de Hâniye'den naklen şöyle denilmektedir: «Birisinin nevreti diğerinin ununa
sahiplerinin
müdahalesi olmadan karışsa, bunların her birisi kendi kıymetiyle ölçülür. Çünkü
bunların
birisi tazminatı gerektirecek bir noksanlaşma bakımından diğerinden üstün değildir. O
halde
bunların her birisi kendi malının kıymetini diğerinden alır. »
«Gasbedilen buğdayın kendi arpası ile karışması ilh...» Gasbettiği arpa kendi buğdayı ile karışsa da
hüküm
yine böyledir.
«Zamin
ve mâlik olur ilh...» Zamin oluşuna gelince bunun sebebi haddi aşmasıdır. Mâlik oluşu ise,
gasbettiği
şeyin şeklini değiştirmesi ve ismini
yok etmesidir. Çünkü onda kıymeti olan bir sanat
meydana getirmiş durumdadır. Birbirine karışmaya gelince, zira iki karşılığın malı gasbeden
kimsenin
mülkü de toplanmaması içindir.
TAMAMLAMA:
Gasbla
mâlikin hakkı kesilen herhangi bir şeyin gasbı hususunda mâlik gâsıbtan alacak
bakımından
diğer alacaklılardan, hakkını tam olarak alana kadar daha hak sâhibidir. O şey zayi
olduğu
takdirde gâsıbın malından zayi
olmuştur. Ebussuud Hamevî'den. O da Tatarhâniye'den.
Bezzâziye'de
bu görüşe. «Bu rehin yerinde değildir.» sözünü de eklemiştir.
«Yararlanması helâl olmamakla birlikte ilh...» Münteka'da şöyle denilmektedir: «Sahibi gaib olan
herhangi
bir malın bozulmasından korkulursa, tazmin edileceğine dair şahit getirdikten sonra
ondan
menfaatlenmesinde beis yoktur. Bu da
onu gasb günahından kurtarmaz.»
Câmiü'l-Cevâmi'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse
pis (meşrû olmayan) bir mal veya para ile
yiyecek veya giyecek alsa, karısının o yiyeceği yemesi veya o giyeceği giymesi câiz olur. Günâh
kocasının
boynunadır.» Tatarhâniye.
«Mâlikin
edâ ile râzı olmasından ilh...» Şârih bu sözüyle edâdan maksadın mâlikin rızası olduğuna
işaret
etmiştir. O halde edâ mâlikin rızasından daha geneldir.
«Hakimin
tazmîn etmesi hükmünden önce ilh...» Zira hâkimin malı tazmin ettirmesiyle yine mâlikin
rızası
mevcuttur. Zira hâkim ancak mâlikin talebi ile hüküm verir. Nitekim Hidâye'de de buna işaret
edilmiştir.
Azmiye.
Musannıfın
ifadesinden anlaşılan, gasbedilen şeyin mülkiyetinin tazminattan önce sâbit
olması,
ancak
helâlliğinin tazminata bağlı olması meselesi bütün metinlerde mevcuttur. Nevâzil'de olan
ifadeye
göre ise mülk edindikten sonra da
ondan yararlanması helâl
değildir. Çünkü fasit satım
akdinde
kabızla mülk edindiği gibi pis bir yolla mülk
edinmiştir. Ancak sahibi helâl ederse helâl olur.
Nevâzilde
olan bu ifade bütün metin kitaplarına
aykırıdır. Buna Minâh'ta da dikkat
çekilmiştir.
Kuhistânî'de
de şöyle denilmektedir: «Müteahhirûn
âlimlerden bazıları şöyle demektedir: «Zira
mülkiyet
sebebi tazminâtı ödediğinde gasbtır.
Mebsut'ta olduğu gibi. Öyleyse
mâlik gasbedilen
şeyin
kıymetini almaktan kaçınırsa, şekli değiştirilen gasbedileni almak istese, onu alamaz.
Nihâye'de olduğu gibi.»
«Bu
da bir rivâyettir ilh...» Bu
Hülâsa adlı eserde ve diğerlerinde Ebû Hânife'nin görüşü kabul
edilmiştir.
İstihsân ise imameynin görüşüdür.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «İmam Necmüddin Nesefî bu helâl olma rivayetinin Ebû
Hânife'nin
görüşü olduğunu inkâr ederek der
ki:
«Bizim
arkadaşlarımızdan araştırıcı âlimler «Gâsb üç yoldan birisi dışında hiçbir şekilde mâlik
olamaz.
Fetvâ imameynin görüşü üzerinedir» demişlerdir.»
Ben
derim ki: Araştırıcı imamların dediği metin kitaplarının hepsine aykırıdır. Nitekim yukarıda
geçti.
Sonra ben bazı âlimlerin Allâme Kasım'ın da bunu takip ettiğini naklettiklerine şahit oldum.
«Bir
koyunu kesmek gibi ilh...» Bu söz
musannıfın «gasbetse ve şeklini
değiştirse» sözünün
örneğidir
veya «zamin ve mâlik olur» sözünün benzeridir. Yani kestiği bir koyunu nasıl zamin
olursa,
o işte de öyle zamin olur.
«Pişirse veya kızartsa ilh...» Musannıfın bunları zikretmesinin sebebi, mücerret kesmenin
koyununun ismini değiştirmemesidir. Zira kesme ondan kasdedilen şeyi yok etmez, belki onu
gerçekleştirir.
«Büyük ağaç üzerine ev yapsa ilh...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «İmam Kerhî ve fakîh Ebû
Cafer
der ki: «Eğer evi ağacın çevresine yaparsa, bina bozulmaz. Çünkü
bu şekilde tecavüz etmiş
olmaz.
Ama ağacın bizzat üzerine yaparsa, bina yıkılır. Çünkü
haddi aşmıştır.» Kitab'ın cevabı bunu
reddeder.
Geçerli olan da budur.»
«Binanın
kıymeti ağacın kıymetinden çok olsa ilh...» Minâh adlı eserde şöyle denilmektedir:
«Üzerine
bina yapılan ağacın kıymeti binadan fazla olursa, o zaman mâlikin hakkı ağaçtan kesilmez.
Zahîre'den
naklen. Nihâye'de olduğu gibi.
Zeylâî, Kenz'in sözünü bununla kayda
bağlamıştır.»
Mücteba'dan
naklen Zahîre'de şöyle bir şey vardır: «Eğer ağaç üzerine yapılan binadan daha
kıymetli
ise, mâlik ağacını alır. Arsada da hüküm böyledir. »
«Bir
yer gasbederek ilh... » Bu mesele metinde de gelecektir. Yani adam gasbettiği arsaya bina
yapsa,
eğer binanın kıymeti arsadan çok
ise, gâsıb yerin kıymetim zamin olur. Gâsıba binasını
kaldırması da emredilmez. Bu da Kerhî'nin
sözüdür.
Nihâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kerhî'nin bu sözü gelecekteki tavuk ve benzeri meselelere
daha
uygundur. Şu kadar var ki İmâdiye'de de şöyle denilmektedir: «Biz Kerhî'nin cevabı ile değil,
meşayihimize
uyarak İmam Muhammed'in Kitap'ında olan cevapla fetvâ veririz. Zira
meşâyihimiz
Kitap'ı
terketmezlerdi. Kitap'ta olan cevap şöyledir:«Gasbettiği arsada bina yapsa, binanın kıymeti
arsadan
çok ise de yine hâkim binayı
kaldırmasını emrederek arsayı mutlaka sahibine iade eder.»
Ankaravî'den
naklen Hâmidiye'de şöyle demiştir: «Kerhî'nin sözü ile fetvâ verilmez. Bunu
müftü
Ebussuud
da belirtmiş ve şöyle demiştir: «Binanın yıkılması hususunda Rum diyarı
şeyhülislâmı
Ali
Efendi de fetvâ vermiştir.» Fetâva-yı Ebussuud ve
Kuhistânî.
Bu
cevap ne güzel cevaptır. Çünkü bunda zulüm kapısı kapatılmaktadır. Bu mesele ile tavuğun
inciyi
yutması ve benzeri meselelerin arasını ayırmak mümkündür. Şöyle ki, tavuğun
inciyi yutması
ve
benzeri meselelerde kasıt yoktur, zaruret vardır. Arsanın gasbı meselesi ise isteğe bağlı ve
kasda
dayanır.
Açık
olduğu üzere şârih yukarda Kerhî'nin
sözü üzere bir yol izlemiştir. Gelecekte de yine metnin
ifadesini
«Eğer arsanın kıymeti binadan fazla olursa, binayı
yıkması emredilir.» sözüyle kayda
bağlamıştır.
O zaman bu benzetmeyi neden yaptı? Çünkü sözü burada binanın kıymetinin arsanın
kıymetinden
fazla olması meselesindedir. Şârih burada Kerhî'nin sözünün dışındaki sözlerden,
bildiğin
gibi fetvâya esas olduğu halde, bahsetmemiştir.
«Çoğun
sahibi azın kıymetine zamin olur ilh...» Eğer kıymetleri eşit ise, o zaman satılır, semeni
aralarında taksim edilir. Tatarhâniye.
«İnciyi
yutsa, ölse ilh...» Eğer sağ kalsa, onun kıymetini zamin olur. Onun
çıkması da beklenmez.
Tatarhâniye.
«Tenvîrü'l-Besâir'de
de inci için ölen kimsenin karnının yarılması en sağlam görüştür ilh...»
Bezzâziye'de
İmam Muhammed'den naklen şöyle
denilmiştir: «Eğer inci bir
tane ise karnı yarılarak
inci
çıkartılmaz. Fetvâ da İmam
Muhammed'in görüşü üzerinedir.
Çünkü inci karnında bozulur,
yarmak
bir şey ifade etmez. Altın ise
bozulmaz.»
Birî'de
Telhîsü'l-Kübrâ'dan naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse on dirhem yutsa ve ölse,
dirhemleri
çıkartmak için bu kimsenin karnı yarılır.» İncideki ihtilâf hususunda hangi görüşün
sağlam
olduğu bilinmiştir. Fetvâ lafzı ise
daha kuvvetlidir.
Düşünülsün.
«Yapılan
bina olduğu gibi satılır ilh...» Bezzâziye ve Şurunbulâliye'de ifade böyledir. Açıktır ki, bina
altındaki
ağaçla birlikte satılır. Çünkü yukarıdaki ifadenin sonu buna karinedir.
«Kıymetini vermekle hükmedilmişse, sökmesi helâl olmaz ilh...» Binayı sökse, yine ağacı geri
vermeye gücü yetmez. Şurunbulâliye, Zahîre' den.
«Malını
faydasız olarak zayî ettiğinden ilh...» Kuhistânî'nin ifadesi ise, şöyledir: «Bazı alimler
tarafından,
kıymeti ile hükümden önce yıkması helâldir, bazıları tarafından da helâl değildir
denilmiştir.
Çünkü mal zayi
olmaktadır.»
«Meccânen
mâlikinindir ilh...» Yani mal sahibi gâsıba bir şey tazmin etmez. Çünkü ancak gâsıbın
ameli
mevcuttur. Şu kadar var ki, eğer
gâsıb madeni mülküne vasıf kazandıracak bır şekilde işlerse,
öyle ki o vasıf kaldırıldığında madene zarar gelse, bir fazla kulp yapması, sathında desenler
yapması
ve buna benzer şeyler gibi, o zaman mal sahibinin eli gasb anında ondan ayrılmış olur. O
takdirde
mâlik onu geri alırsa, yapmış olduğu işin tazminatını vermesi
gerekir.
Tatarhâniye.
«Dilerse
koyunu alır, kesmenin getirdiği noksanlığı tazmin ettirir ilh...»
Çünkü
onu kesmekle yükleme gibi, süt ve türemesi gibi bazı menfaatler yok olmaktadır. Bu da bir
yönden
telef sayılır. Et gibi bazı menfaatleri ise devam etmektedir.
Dürer.
«Bacağını
kesse ilh...» Zira yine bir yönden teleftir. Bu, sığır ve benzeri hayvanlarda ve koyunda
açıktır.
Çünkü bacağın kesilmesi ile otlağa gidemez, sütü azalır, yavrusu zayıf kalır. Düşünülsün.
«Eti
yenilmeyen bir hayvanın bir yerini kesse ilh...» Çünkü her yönüyle istihlâk vardır. Musannıf
burada
bacak ve bir yeri ile kayda bağlamıştır. Çünkü eşeğin, katırın ve atın gözünün kör
edilmesinde kıymetinin dörtte birini tazmin eder.
Sığır ve devenin gözünde de hüküm böyledir.
Koyunun gözünün kör edilmesine gelince, onda da getireceği noksanlığı tazmin eder. İnşaallah
bunların
açıklaması diyet kitabında
gelecektir.
İtkânî.
«Gayr
lafzı doğru değidir ilh...» Çünkü musannıfın yukarıdaki «Dilerse kesilmiş koyunu alır,
kesmenin
getirdiği noksanlığı tazmin ettirir» sözü yalnız eti yenilen
hayvanlara mahsustur. Burada
da
«gayr kelimesini düşürsek, o
zaman hâs bir hükümden sonra umumî bir hükmü zikretmek
kabilinden
olur.
«Ben
derim ki ilh...» Şârihin bu sözü Mültekâ tarafından o bazı âlimlere cevap vermektir. Bu cevabın
özeti
şudur: O kimsenin maksadı, eti yenilmeyeni hükümde, her ikisinde de muhayyerlik hakkı
olması
cihetiyle eti yenilene ilhâk etmektir. Muhayyerlik de ya hayvanı ona bırakıp kıymetini tazmin
ettirmesi,
veya hayvanı alıp noksanlığı tazmin ettirmesidir. Eğer aralarında bir fark olsa, ki mal
sahibi
eti yenileni alsa, noksanlığı
tazmin ettirir, eti yenilmeyen ise bunun aksinedir. Çünkü sen
yukarda
bildin ki ondan her yönüyle istihlâk mevcuttur. İşte şârih de bu fark üzerine ilerideki
«Ancak şu kadar var ki, azâsı kesilmiş eti yenmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba
hiçbir
şey tazmin ettirmez» sözüyle dikkat çekmiştir.
Ben
derim ki: Şöyle cevap verilir: Bundan maksat, eti yenilen hayvan gibi eti yenilmeyenden de yine
kesilme ile gelen noksanlıkla gâsıba rücu eder. Nitekim meselenin başındaki benzetme ifadesi de
bunu
gösterir. Şu kadar var ki, eti
yenilmeyende eğer geri kalana bir kıymet varsa, şeklinde kayda
bağlanır.
Çünkü o zaman her yönüyle istıhlâk mevcut olmaz. Böyle bir kaydın konulmasının
karinesi de noksan kelimesinin lafzıdır. Çünkü eğer geri kalana bir kıymet yoksa, ona noksanlık
değil,
telef denilir. Bu açıklamamızın delili ise, Nihâye ve diğer kitaplarda Müntekâ'da nakledilen
ifadedir.
İfade aynen şöyledir: «Bir eşeğin ön kolunu veya bacağını kesmiş olsa, eğer eşeğin geri
kalan
kısmına bir kıymet varsa, o zaman
mâlik dilerse bacağı kesilmiş eşeği alır, ona gelen
noksanlığı
tazmin ettirir. Eşeği kestiği takdirde de hüküm böyledir, eğer eşeğin derisinin bir kıymeti
varsa.
Çünkü kesmek de bağ yerindedir. Ama öldürse, hüküm böyle değildir.»
Nihâye adlı eserde de Mebsut'tan naklen şöyle birşey vardır: «Burada yenilmeyen hayvan
kapsamına at da girer.»
«Kölenin
bir azasını telef etse, bunun aksine ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda «Ancak şu kadar
var
ki, azası kesilmiş yenilmeyen hayvanın sahibi onu almayı tercih etse, gâsıba hiçbir şey tazmin
ettirmez»
sözüyle bağlantılıdır.
«Kölenin
erşini de alır ilh...» Yani kölenin erşini de beraber alır. Çünkü eli veya ayağı kesik köle ile
de
yararlanılır. Ama eti yenilmeyen hayvan böyle değildir. Minâh.
«Elbisesini yırtsa ilh...» Bu kendinden öncekine atıf yapılmıştır. Yani mâlik dilerse yırtılan elbiseyi
yırtana
verir, ona kıymetini tazmin ettirir, dilerse elbiseyi alır, yırtılmadan doğan
noksanlığı tazmin
ettirir.
«Fâhiş
yırtmak demek, aynının ve menfaatinin bir kısmını yok etmektir ilh...» Musannıf burada
yalnız
bu söz üzerine kısaltma yapmıştır. Zira, fâhişle az bir yırtılma arasındaki farkta Şurunbulâliye
ve
diğer kitaplarda zikredilen dört
görüşten sağlam olanı
budur.
«Menfaatinin
hepsi giderse ilh...» 0 zaman aynın hepsine zamin olur.
«Ama az bir şey yırtarsa ilh...» Yani ayn noksanlaşsa, menfaatinden hiçbir şey yok olmasa.
Hidâye'de, «Az bir şey yırtmaktan maksat, menfaatinden hiçbir şeyin yok olmamasıdır. Ama ona
yine
de noksanlık girer. Çünkü Muhammed, Asl'da kumaşın kesilmesini fahiş bir noksanlık
saymıştır.
Halbuki onunla yok olan da menfaatin bir bölümüdür.»
Velhâsıl Nihâye adlı eserde ve diğer muteber kitaplarda olduğu gibi, herhangi bir sebepten dolayı
bir
şeyin güzelliği yok olursa, mâliyeti noksanlaşmış olur.
«Onda
bir işlem yapmadığından ilh...»
Meselâ gasbettiğı kumaşı gömlek dikse, gömlek dikmekte
bize
göre artık mâlikin hakkı ondan kesilmiş olur. Zeylâi.
«Fâiz
malı olmadıkça ilh...» Faiz cereyan eden bir mal olursa, mâlik o malı alır, gâsıba da hiçbir
tazminatla
rücu edemez. Veya malı gâsıba teslim eder, ya mislini veya kıymetini tazmin ettirir. Zira
noksanı
tazmin ettirmesi güçtür. Çünkü
faize sebep olur.
Zeylâî.
«Ona
yaldızlı bir iğnedanlık tazmin
ettirir ilh...» Yani onun cinsinden
olmayan kıymetini tazmin
ettirlr.
Sağlam olan görüş budur.
T.
«Altın gümüşe tâbidir ilh...» Şârihin şeyhi Remlî'nin ifadesi şöyledir: «Çünkü altın yaldız hâlinde
gümüşe
tâbi olmakla telef olmuştur. O zaman iğnedanlığın kıymetine gümüş olarak itibar edilir.
Ancak
şu kadar var ki, o yaldızın gitmesi
ile gümüş noksanlaşmıştır.»
«Satın
alma olsaydı ilh...» Meselâ o kadın iğnedanlığı onun tartısına eşit bir gümüşle satın almış
olsaydı,
onun yaldızı kadının yanında gitmiş olsaydı, onda eskiden kalma bir ayıp bulunurdu.
«Geri
veremezdi ilh...» Yani eskiden kalma ayıpla geri veremezdi. Gâsıbın yanında yaldızı giderek
ayıplanmıştır, bu sebeple geri veremez.
«Onun
noksanını da rücu edip alamazdı. Çünkü faiz gerektîrir ilh...» Zira bedellerden birisi ona
karşılık olmadan diğerinden fazla olur. İşte bu mesele noksanla rücua engel olan ve ayıp
muhayyerliği konusunda zikredilen meselelere ilâve edilir. Bundan dolayı şârih bu
meselenin
sonunda
«Bu meseleyi ganimet bil» demiştir.
METİN
İzin
almadan başkasının toprağında bina yapsa veya ağaç dikse, eğer yerin kıymeti bina veya
ağaçtan
çoksa, bina veya ağacı sökmekle emrolunur. Mâlik, kaldırması emredildiğinde onların
sökülmüş
durumdaki kıymetini tazmin eder.
Yani yere ağaçsız ve binasız şekliyle kıymet biçilir. Bir
de
sökülmüş durumdaki ağaç ve bina
ile birlikte kıymet biçilir.
Eğer, toprağın kıymeti, ağaç ve
binanın
kaldırılmasıyla noksanlaşırsa, o zaman mâlik fazlalığı zamin olur.
İzinsiz
olarak başkasının yerini ekmiş olsa, o zaman örfe itibar edilir. Örfe göre mahsul nasıl taksim
ediliyorsa,
öyle taksim edilir. Eğer bu konuda örf yoksa, tarlada biten ekenindir. Eken kimse tarla
için
emsalinin ücretini
verir.
Eğer
vakıf tarlasını, mütevelliden
izinsiz olarak ekerse, o zaman da her durumda ya hisse vâcib
olur,
ya da ücret gerekli olur. Fusûleyn.
Birisi
diğerinin kumaşını gasbetse, kumaşı boyasa, burada renklere itibar edilmez. Boyanın
getirdiği
ziyadeye veya noksanlığa itibar edilir.
Veya
birisinin kavutunu gasbetse ve onu yağla karıştırsa. Mâlik muhayyerdir. Dilerse kumaşının
beyaz halindeki kıymetini kavutun ise mislini tazmin ettirir. Mebsut'ta kavutta da kıymetini tazmin
ettireceğini
söylenilmiştir. Çünkü kavut yağda kızartılmakla bozulmuştur. Artık mislîn yerine
kâimdir.
Musannıf burada kıymet yerine mislî demiştir. Zira kıymet mislin yerine kâimdir. İhtiyar adlı
eserde
de böyledir. Biz bu iki görüşü de yukarıda Müctebâ'dan naklettik. Dilerse de boyanmış
kumaşı
veya kavrulmuş kavutunu alır,
boyanın kumaştaki fazlalığına veya yağın kıymetini zamin
olur.
Çünkü yağ onun mulküne bitişik olduğu zaman mislîdir. Boya ise onun mülküne bitişik
olmazdan
önce de mislî değildir. Çünkü su ile karışmıştır. Müctebâ.
İZAH
«Bina
yapsa ilh...» Yani binâyı, bina yaptığı yerin toprağı ile yapmasa. Yoksa, bina yer sahibinin
olur.
Zira onun yıkılmasını emretmiş olsa,
eskiden toprak olduğu gibi yine hepsi
toprak olur. Dürrü
Müntekâ.
«İzin
almadan ilh...» Eğer yerin sahibinden izin alarak yapmış olsa, bina yapanındır. Binayı yapan,
binayı yer sahibine verdiği takdirde, rücu ederek harcadığını ondan alır. Câmiü'l-Fusûleyn,
başkasının yerinde bina yapmanın hükümleri
konusunda
zikredilmiştir.
Şârih
de çeşitli vasiyetler konusunda açıklamalı olarak bir kimsenin kendi karısına ait yerde bina
yapma
meselesini zikredecektir.
«Eğer
yerin kıymeti çoksa ilh...» Ama eğer arsanın kıymeti binadan noksan ise, gâsıb yerin sahibine
kıymetini
tazmin eder. Bina kendisinin olur.
Dürer, Nihâye'den. Bu hüküm de, Kerhî'nin sözü
üzerinedir.
Kerhî'nin sözlerine yapılan
itirazları takdim
ettik.
«Sökülmüş
kıymetini tazmin eder ilh...» Bu kıymet onun sökülmüş
kıymetinden sökülme ücretinin
miktarı
kadar noksandır. Meselâ yerin kıymeti yüz olsa, sökülmüş ağacın kıymeti on olsa, sökülme
ücreti
bir olsa, o zaman dokuz kalır. Yer bu ağaçla beraber yüz dokuz dirhemle kıymetlendirilir.
Yerin
sahibi gâsıba dokuz dirhem tazmin
eder. Minâh.
«Eğer
sökülme ile yer noksanlaşırsa ilh...» Yani fâhiş bir şekilde. Öyle bir noksanlaşma ki yeri
tamamen
bozar. Ama eğer ağacın sökülmesi
yere az bir noksanlık getirirse, o zaman yerini alır,
ağacı
söker, ağaca gelecek noksanlığı tazmin eder. Sâyıhânî,
Makdisî'den.