Kur’an’da affetmek ve bağışlamak
42Şura/40: Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder
ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri
sevmez. (Affetmek: Kötülüğe denk olan kötülüğü yapmamak, cezasını
vermemek)
2Bakara/109:
Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine hak apaçık belli olduktan sonra,
nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre
döndürmek arzusunu duydular. Fakat Allah’ın emri gelinceye kadar onları affedin ve (onlara) ilişmeyin. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Affetmek: Umursamamak, savaş açmamak, ilişmemek)
5Maide/13:
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini
katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını
tahrif ederler). Kendilerine öğretilen hükümlerin önemli bir bölümünü de
unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik
görürsün. Yine de sen onları affet ve
aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Affetmek: Kendi
hallerine bırakmak, uğraşmamak, aldırış etmemek, ceza vermemek)
3Al-i İmran/135: Ve
‘çirkin bir hayâsızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri
zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma
isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları(zenbler) bağışlayan kimdir?
Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.
(Mutlak bağışlama yetkisi, hem ahiret hem dünya için nihai bağışlama
yetkisi yalnızca Allah’a aittir.)
45Casiye/14- İman edenlere söyle: Allah’ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır.
42Şura/37-(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin, utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazaplandıkları zaman bağışlayanlar, (Çünkü gazaplanmak kendimiz kaynaklıdır.)
42Şura/42-
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve
haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab
vardır. 42Şura/43- Kim olup bitenlere karşı göğüs gerer(sabreder) ve bağışlarsa,
şüphesiz bu, azme değer işlerdendir. (Bu işten vazgeçen, azaptan
kurtulacak eylemlere gidenler, onların bağışlanması, eski kinin
sürdürülmesinden öte onların da eşit statüde kabul edilmeleri.)
64Teğabün/14: Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü davranır ve bağışlarsanız,
bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Affetmek:
Kusurlarını dışa vurmamak, başa kakmamak Aile bireyleriyle olan
ilişkilerde son durumda bağışlama öneriliyor. )
Helallik istemeyi ve bağışlamayı, özür dilemek ve affetmekle karıştırmamak gerekir. Helallik isteme ve hakkın helal edilmesiyle kişinin bağışlanması, dünyadaki ilişkilerin düzelmesinden çok ahirette bağışlanmanın şartı olarak görülür. Özür dilemek ve affetmek ise daha çok dünyayla ilgilidir.
Özür, karşımızdakinin pişmanlığımıza şahit olmasını, onun sonucunda
affetme ise sosyal ilişkilerimizin sekteye uğramamasını sağlar. Zaten
tövbe sadece lafla olan bir iş değildir. Bir
konudaki pişmanlığımızın en önemli göstergesi; o konuda verdiğimiz
zararları ne ölçüde telafi ettiğimiz, ne ölçüde o zararı kaldırmaya
uğraştığımızdır. Allah’ın affetme olasılığı da buna bağlıdır.
Peki, özrün amacı nedir? Eğer biz sadece ve sadece Allah’tan bağışlanma
dileyeceksek niye karşımızdaki insandan özür dileriz ki? Özür bir
bağışlanma talebi değildir. Özür, karşımızdaki insanın hatamızdan pişman
olduğumuza şahit olmasını sağlar ve ileriki günlerde onunla olan sosyal
ilişkimizin daha önceden olduğu gibi sağlıklı gitmesine ve sekteye
uğramamasına katkıda bulunur. Yoksa bizim Allah tarafından bağışlanıp
bağışlanmamamız bir insanın kararına bağlı değildir. Ki o insanın nasıl
biri olduğu da belli değildir.
İki
insan düşünün: İkisi de aynı suçu işlemiş olsun. Birinin karşısındaki
insan iyi niyetli, Allah’ı önemseyen, sevgi dolu biri olsun. Diğerinin
karşısındaki de art niyetli, Allah’ı dikkate almayan, öfke dolu biri
olsun. İkisi de karşısındaki insanlardan helallik istiyor. Birinci kişi hakkını helal ediyor ancak ikincisi helal etmiyor. Şimdi Allah birincinin tövbesini kabul edecek, diğerininkini etmeyecek mi? Allah böyle bir haksızlık yapar mı? Allah art niyetli, Allah’ı dikkate almayan bir insanı böyle bir kayırmacılıkla ödüllendirir mi? Dolayısıyla bu “helallik isteme” davası, Allah’ın ilkeleriyle ve adaletiyle uyuşmayan bir davadır.
Diğer bir konu ise “kul hakkı” kavramının kendisidir. Kul hakkının kapsamı nedir? Kulların öldükten sonrayı da değiştirecek derecede mutlak hakları var mıdır? Kulların sahip olduğu haklar gerçekte kimin hakkıdır? İnsan sahip olduklarının daha bilincine varmadan ona bunu lütfeden Allah idi. Hani şu meşhur özdeyiş vardır:
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi!”