Hz. Süleyman kuvvet ve haşmetiyle yolda giderken bir alay karıncaya rastladı.
Karıncaların hepsi ta‘zîm etmek üzere huzuruna koştular.
Bir anda binlerce, hatta daha da fazla karınca huzuruna vardı.
Fakat bir karınca hemencecik huzura gelmedi.
Yuvasının önünde bir toprak tepe vardı.
O tepeyi düzeltmek için toprak zerrelerini birer birer taşımaktaydı.
Süleyman bu karıncayı yanına çağırıp dedi ki:
“Ey karınca! Görüyorum ki pek güçlü sayılmazsın. Nûh’un ömrüyle Eyûb’un sabrına sâhib olsan yine bu tepeyi kaldırmaya güç yetiremezsin. Böyle bir iş senin gibisinin kol kuvvetiyle yapılamaz. Bu tepeyi sen kaldıramazsın!”
Karınca dile geldi:
“Padişahım bu yolda ancak himmetle yürünebilir. Sen benim yaratılışıma bakma. Himmetimdeki yüceliğe bak. Benden ayrı bir karınca var bende. Göremiyorum onu. Fakat beni aşk tuzağına çekti. Bana dedi ki: ‘Sen şu toprak tepeyi dümdüz yaparsan ben de senin yolundan hicran kayasını kaldırırım!’ Hemen şimdi ben de bu işe bel bağladım. Toprağı taşımaktan başka çarem yok. Bu toprağı kaldırır, toprağı dümdüz hâle getirirsem onun vuslatını elde edebileceğim. Çalışıp çabalarken ölebilirim ama hiç olmazsa yalan yere bir da‘vâya kalkışmış sayılmam ya!”
Azîzim! Aşkı karıncadan öğren!
Gözün kıymetini körden belle!
Karıncanın kilimi karadır ama,
Gayret kemeri vardır belinde.
Karıncaya bile hor bakma sakın!
Onun da gönlünde bir arslan yatar.
Bu yolda hâl böyle; bir karınca, bir arslanın kulağını çekmede.