03 Mart 2012

Uludere'de öldürülenler masum köylü değil PKK'lı teröristlerdir!

Uludere'de öldürülenler masum köylü değil PKK'lı teröris
Uludere'de öldürülenler masum köylü değil PKK'lı  teröristlerdir!  

Kaçakçı eşkıya: Terörün mali kaynağı
Şırnak'ın Uludere ilçesinin Irak sınırında Türk jetlerinin bir eşkıya grubunu bombalaması ve 35 kaçakçının ölmesinin ardından bu sefer de Türkiye'nin yeni gündemi bu olay oldu. "Dersim" bitmeden "Uludere" tartışmaları aldı başını yürüdü. Daha olayın duyulmasının üstünden bir gün dahi geçmeden Kürtçü cephe, "Uludere Katliamı" efsaneleri yazmaya başlamıştı bile. BDP'nin başında olduğu ve basının tüm liberal tayfasıyla CHP'yi de kapsayan bu cepheye bakılırsa operasyonda ölenler "masum siviller"di. Hatta Fatih Altaylı'nın ifadesiyle "masum kaçakçılar"dı!
"Masum kaçakçı" nasıl mı olunuyor? Türkiye'de uzunca bir süreden beri yazılı olmayan bir kural var. Bu kurala göre ne suç işlerseniz işleyin, sizin masum olup olmadığınıza Kürt olup olmadığınıza bakılarak karar veriliyor. O nedenle "masum kaçakçılar"dan olduğu gibi "masum katiller"den, "masum hırsızlar"dan, "masum tecavüzcüler"den hatta "masum teröristler"den bile bahsedebiliyor. Bu kadar sakat bir bakış açısı siyasetin ve medyanın beynine yerleşmiş durumda. Bu mantığın ardında da bu insanların temel güdüsü haline gelmiş bir refleks yatıyor. Bunu Kürtleri koruma ve savunma refleksi olarak tanımlayabiliriz. Bu refleksin sahiplerine göre Kürt, ne yaparsa yapsın "masum"dur, çünkü ezilmektedir ve yaptıklarına mecburdur. Mademki Kürt'tür kaçakçılık da yapacaktır, Molotof da atacaktır, dağa da çıkacaktır! Tabi mantık böyle bir garip bir temele dayanınca ortada ne akıl ne vicdan ne de insaf kalıyor…
Oysaki gerçekte herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor. Şırnak-Uludere gibi Irak sınırında, hem de teröristlerin geçiş güzergâhı olarak bilinen bir bölgede 40'a yakın kişinin dolaşmasının hiç de normal bir şey olmadığı ortadadır. Bunu söylediğinizde yine cevapları hazırdır: "Onlar terörist değillerdi, kaçakçılık yapıyorlardı" deniliyor bizlere. Bunlara kaçakçılığın normal bir durum olup olmadığını sormak lazım. Gelgelelim kaçakçılığın başlı başına bir suç olduğu da herkesin malumudur. Özellikle Türkiye'nin güneydoğusunda PKK'nın haraç almadığı, denetlemediği normal bir ticari faaliyet bile kalmamışken; kaçakçılığın PKK'nın denetiminin dışında olmadığı da son derece açıktır. PKK'dan bağımsız bir kaçakçılık örgütünün olmadığını onları savunanlar da aslında bilmektedir.



PKK'nın yıllardır en büyük mali kaynağının uyuşturucu da içinde olmak üzere mazot, içki, sigara gibi birçok malın kaçakçılık yoluyla Türkiye'ye sokulması olduğu bilinir. Yani kaçakçılık PKK'nın can damarıdır. Dolayısıyla Uludere'de operasyon yapılan kaçakçı eşkıyanın gerçekte teröristten hiçbir farkı da yoktur. Hatta terör ve kaçakçılık o kadar iç içe geçmiş faaliyetlerdir ki zaman zaman kaçakçıların "terfi ederek" terörist olduğu görülür. Bugün PKK'nın başındaki isim olan Murat Karayılan da eski bir kaçakçıdır mesela…
Tüm bu nedenlerle net bir şekilde kaçakçılığın, Kürt mafyasının ve diğer yasadışı faaliyetlerin PKK'nın mali kaynağı olduğunu görmek önemlidir.
Masumlar nasıl PKK'lı çıktı?
Tüm bu gerçeklere karşın ölen kaçakçı eşkıyaları aklamak için herkes elinden geleni yaptı. Fakat gerçeklerin hiç de onları aklamaya çalışanların bize anlattıkları gibi olmadığı da yaşananlarla bir bir ortaya çıktı. Ölenlerin gerçek kimliği daha cenaze töreninde yaşananlarla kanıtlanmıştı.
Uludere'deki cenaze bugüne kadarki terörist cenazelerinin hiçbirinden farklı değildi. Açılan Apo posterleri, atılan sloganlar, etrafta dolaşan BDP'li vekiller, tabutların sarıldığı PKK paçavraları vs. her şey yerli yerindeydi. Fakat yine de bir fark vardı. Bu sefere "devlet", daha doğrusu AKP, de oradaydı. Taziyeye giden Uludere kaymakamı kalabalık tarafından linç edilmekten zor kurtulurken; Beşir Atalay, Tayyip'in ölenlerin yakınlarına başsağlığı dilemesi için kendi telefonuyla bağlantı kurmakla uğraşıyordu. Bu sırada "masum kaçakçıların" cenazeleri PKK paçavralarıyla örtülü olarak kaldırılıyordu.
Normalde PKK eylemine dönüşen bu cenazeden ve devletin kaymakamının öldürülmeye çalışılmasının ardından, kimsenin operasyonda ölenleri savunamaması hatta devletin burada sıkıyönetim ilan etmesi beklenirdi. Ama öyle olmadı. Aslında ölenlerin mensubu olduğu Encü ailesinin devlete bağlı bir korucu ailesi olduğu, gerçekte PKK'ya çok karşı oldukları anlatılmaya başlandı. Hatta ölenlerden birinin babası olan Abdülaziz Encü, korucuyken girdiği bir çatışmada yaralanmıştı ve güya "tabutların üzerindeki bayraklar içimi sızlattı" demişti. Bu iddiaları ortaya atanları yalanlayansa Abdülaziz Encü'nün bizzat kendisi oldu.
Encü aynen şunları diyordu: "Ben 47 yaşında koruculuktan emekli oldum. Oğlumla birlikte yaşamını yitiren 35 yurttaşımız için, 'yüreğim sızlıyor' dedim. Ama onlar başka şeyler yazdılar. 'Tabutlar üzerindeki bayraklar içimi sızlattı' demedim. Buradaki bütün Kürtler beni ve ailemi tanıyor. Benim öyle bir şey söylemeyeceğimi onlar da biliyor."
Kürt savunucuları, neye uğradıklarının sarsıntısını daha atlatamadan bu sefer de ölen eşkıyalardan Segvan Encü'nün kendisine ait facebook sayfasında; Apo ve başka teröristlerin fotoğraflarıyla kendisinin Apo tişörtü giydiği görüntüleri ortaya çıktı. Birileri ne kadar onları masum göstermeye çalışsa da teröristin ölü olanları bile onları yalanlamaya devam ediyor ve "biz PKK'lıyız, biz teröristiz" diye bağırmayı sürdürüyor.
BDP-CHP ittifakı
Olayın temel karakterini belirleyen şeyse PKK-BDP'nin duruma tam anlamıyla el koyması oldu. Ölen eşkıyaların bizzat kendi adamları olduğunun bilincindeki BDP ekibi nasıl terörist ölülerine sahip çıkıyorsa burada da aynı tavrı gösterdi. Olayı katliam gibi göstermeye çalışan BDP, üç günlük yas ilan ettiklerini açıkladı. Daha olayın yaşandığı ilk gün her yerde PKK'lılar sokağa indi. Özellikle Diyarbakır'daki ve İstanbul-Tarlabaşı'ndaki PKK eylemleri şiddetliydi. Beyoğlu'nda belediye otobüsleri ve dükkânlar taşlandı, Diyarbakır'da molotoflar atıldı. BDP'li vekil Altan Tan, "Bırakın vatandaş biraz molotof atsın, deşarj olsun" diyebilecek kadar rahat ve yüzsüzdü.
Selahattin Demirtaş ise; "Uludere'de katledilen 35 yurttaş Marmaris'in bir köyünde savaş uçakları tarafından bombalanıp katledilseydi tepkiniz bu mu olurdu ey kardeş Türk halkı?" diyebiliyordu. Maalesef bir tane bile siyasetçi ya da gazeteci de bu sözlerin karşısında çıkıp Demirtaş'tan bugüne kadar asker ya da sivil binlerce Türk'ü katleden PKK'yı kınamamasının hesabını sormadı.
İktidar adına konuşan Hüseyin Çelik, PKK'lılardan çok, operasyonun doğru olduğunu savunan Türk milliyetçilerine saldırmayı, klasik "ırkçılık" suçlamalarında bulunmayı tercih etti. CHP'nin tavrı ise AKP'ninkinden de vahimdi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun ilk işi "Dersimci" Hüseyin Aygün'ü ve onun destekçisi Adıyaman milletvekili Salih Fırat'ı olayı araştırmak üzere bir talimatla Şırnak'a göndermek oldu. Hüseyin Aygün de yine kendisinden bekleneni yaptı; olayı "AKP'nin 33 Kurşun olayı" diye tanımladı.
Kısacası, CHP'nin "Dersimcileri" bu sefer de "Uludereci" olmayı seçtiler. Bir kere olsun Atatürkçü olmayı seçmedikleri gibi Türk'ten yana tavır almayı da seçmediler. CHP'nin Kılıçdaroğlu ile beraber girdiği yol bu olayla beraber biraz daha netlik kazandı.
Terör, kaçakçılık, sınır güvenliği ve Türk Ordusu
Kürtçü medya ve siyasiler ne derlerse desinler, olayın esasının terörden ve PKK'dan ayrı düşünülemeyeceği kesindir. PKK'nın denetiminde olduğu bu kadar açık olan ve gerçekte terörün maddi kaynağı olduğu da herkes tarafından bilinen kaçakçılık suçunu işleyenlere Ordunun yapması gereken neyse onu yaptığı konusunda bir an bile kuşku duyulmamalıdır. Uludere'de Türk jetlerinin gerçekleştirdiği operasyon terörün bu mali kaynağına indirilmiş son derece yerinde ve hayırlı bir darbedir.
Olayın terör ve kaçakçılık boyutunun ötesinde bir de sınır güvenliği meselesi olduğunu da görmek gerekir. Bir ülkenin sınırlarından yasadışı bir şekilde içeriye girmeye çalışmak başlı başına bir suçtur. Hatta bırakalım içeri girmeyi, yine yasadışı yollarla bir ülkeyi terk etmeye çalışmak da suçtur. Bir ülke eğer sınır güvenliği diye bir şeyden bahsedecekse bu sınırları korumakla görevli olan o ülkenin ordusu da doğal olarak bu sınırları ihlal edenleri engelleyecektir, hedef olarak görecektir ve gerekli görürse bu hedefi vuracaktır. Dolayısıyla Türk askerinin ateş açmasında ya da Türk jetlerinin eşkıyaları vurmasında hiçbir anormallik yoktur.
Anormal olan şey bu işin yapılmasındadır. Daha da anormal olan şey ise iktidar partisi AKP başta olmak üzere tüm siyasi partilerin, basının ve hatta milliyetçi bilinen bazı yazarların bile kaçakçılığı normal görmesi ve göstermeye çalışmasıdır.
Her şeyin ötesinde kaçakçılık bir suçtur. Türk kanunlarına göre de bir suçu ve suçluyu övmek, suçu suç değilmiş gibi göstermek de başlı başına bir suçtur. Türk adaletinden beklediğimiz eşkıyayı masum, eşkıyalığı normal göstermeye çalışanlar için ilgili kanun çerçevesinde gerekli işlemlerin yapılmasıdır.
Dileğimizse, Türk Ordusu'nun terörün maddi kaynaklarına karşı bu kararlı tavrını sürdürmesinden ibarettir. Türk Ordusu'nun bundan sonra gerçekleştireceği benzeri hayırlı ve başarılı operasyonları şimdiden kutlamayı görev biliyoruz.
Türk milleti kaçak mal kullanmamalı, PKK'yı beslememeli
Türk milleti teröre, mali kaynaklarına ve terörün, eşkıyalığın savunucularına karşı uyanık ve tavizsiz olmalıdır. Ordunun vereceği mücadeleden bile önemli olan şey budur. Terör karşımıza sadece bomba, mermi ve molotof olarak çıkmıyor. Aynı zamanda kaçak mazot, kaçak sigara ve kaçak içki olarak da çıkıyor. Türklerin bu konuda geliştireceği bilinç ve kaçak malları kullanmama kararlılığı teröre vurulacak en önemli darbelerden birisi olacaktır.
Bilelim ki kaçak mallardan başlayarak, PKK'ya mali yardımda bulunduğu bilinen sıradan görünümlü ticari faaliyetlere kadar önemli bir sektör bugün PKK'nın ve onun bir parçası olan Kürt mafyasının elindedir. Bu sadece Güneydoğu'da değil büyük şehirlerde de önemli bir mücadele mevziidir. Bu noktada duyarsız davranmanın kendi ellerimizle Türk evlatlarının katillerini, Türk devletine kastetmiş teröristleri beslemek anlamına geleceğini bilmeliyiz.
Türk milletini şehirlerde PKK'ya ve Kürt mafyasına karşı mali direnişe çağırıyoruz. Biliyoruz ki Türk'ün milli bilinci PKK karşısındaki en önemli güçtür!
Kaya Ataberk


Ölen kaçakçı eşkıyaları aklamak için herkes elinden geleni yaptı. Fakat ölenlerin gerçek kimliği daha cenaze töreninde yaşananlarla kanıtlanmıştı. Uludere'deki cenaze bugüne kadarki terörist cenazelerinin hiçbirinden farklı değildi. Açılan Apo posterleri, atılan sloganlar, etrafta dolaşan BDP'li vekiller, tabutların sarıldığı PKK paçavraları vs. her şey yerli yerindeydi. ölenlerin mensubu olduğu Encü ailesinin devlete bağlı bir korucu ailesi olduğu, gerçekte PKK'ya çok karşı oldukları anlatılmaya başlandı. Hatta ölenlerden birinin babası olan Abdülaziz Encü, korucuyken girdiği bir çatışmada yaralanmıştı ve güya "tabutların üzerindeki bayraklar içimi sızlattı" demişti. Bu iddiaları ortaya atanları yalanlayansa Abdülaziz Encü'nün bizzat kendisi oldu. Ardından ölen eşkıyalardan Segvan Encü'nün kendisine ait facebook sayfasında; Apo ve başka teröristlerin fotoğraflarıyla kendisinin Apo tişörtü giydiği görüntüleri ortaya çıktı. Birileri ne kadar onları masum göstermeye çalışsa da teröristin ölü olanları bile onları yalanlamaya devam ediyor ve "biz PKK'lıyız, biz teröristiz" diye bağırmayı sürdürüyor.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...