BAYRAM FAZÎLETİ
127 - Bayram günü âile, çoluk çocuk ve yakın akrabâna güzel ve güler yüzlülükle muâmele eyle! Ramazan ayında ayırmış olduğun zekâtını, bayram günlerinde fakirlere ver! Oruç tutamıyan, fıtrasını verir (Feyziyye). [Sadaka-i fıtrını bir kişi için yarım sâ' buğday olarak hesap edip, kendinin ve fıtra nisabına mâlik olmıyan küçük çocuklarının fıtralarını buğday olarak veya kıymeti kadar altın, gümüş, müslüman fakirlere bayramın birinci günü bayram namazından evvel ver. Namazdan sonra ve Ramazanda vermek de câizdir. [(Tergîbüssalât) da ve (Ni'met-i islâm) da diyor ki, (Sadaka-i fıtr vermek, bayramın birinci günü, fecr tulû' ederken vâcib olur. Bu vaktten önce vefât eden veya fakir olan kimseye ve sonra îman edene veya doğana ve zengin olana vâcib olmaz. Önce îman edenin ve sonra fakir olanın vermesi lâzımdır. Bayram namazından evvel vermek eftaldir. Sonra fakir olanın, zekât vermesi ise, affolunmaktadır. Sadaka-i fıtr vermek, şâfi'îde, Ramazanın son günü, güneş gurûb ederken vâcib olur.)] Sâ' (8) rıtl mercimek alan bir hacim ölçüsüdür. Bir rıtl 130 dirhem veya 91 miskaldir. Bir miskal hanefîde 4,8 ve şâfi'îde 3,45 gramdır. Yarım sâ' buğday hanefîde 1748 gramdır. Şâfi'îde bir sâ' 694 dirhem veya 1680 gramdır. Bir dirhem-i şer'î, hanefîde 14 kırat veya 3,36 gramdır. Şâfi'îde, 16,8 kırat veya 2,42 gramdır. Bir kırat, hanefîde 0,24 gram, şâfi'îde 0,144 gramdır. Bir Osmanlı altını 1,5 miskal, 7,2 gramdır. Kurban nisabı, fıtra nisabının aynıdır. Bu nisaba, her nev' mâl dahil olur.]
128 - İlm meclisine gitmenin fazîlet ve derecesi çok büyüktür. Resûlullah buyurdu ki, (Bir kimse din âlimlerinin ve sâlihlerin [yâni İslâmın beş şartını devam üzere yapanların] yanına gitse, her bir adımına Hak teâlâ, kabûl olmuş nâfile bir hac sevabı ihsân eder. Zîrâ, âlimleri ve sâlihleri Hak teâlâ sever. Allahü teâlânın evi olsaydı, bu kimse o evi ziyâret eyleseydi, ancak bu sevabı kazanırdı.)
129 - Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Yâ âlim, yâ müteallim [yâni talebe] veyahut bunları dinleyici ol! Bu üçünden olmayıp dördüncüsünden olursan, [yâni hiçbirinden olmazsan] helâk olursun.) [İlmihâl kitabı okumayan dînini öğrenemez. Dînini öğrenmiyenin dîni, îmanı gider. Din düşmanlarının yalanlarına aldanıp kâfir olur.]
130 - Birbirine dargın olanları barıştırmaya çalış! Hz. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya sordu: Yâ Rabbî! Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barıştıran ve Senin rızanı bulmak için zulmetmeyen kimseye ne ecr verirsin? Hak teâlâ buyurdu ki, (Kıyâmet gününde onlara selâmet verir, korktuğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm.) Rivayet edilir ki, Mûsâ aleyhisselâma cenâb-ı Hak sordu: (Yâ Mûsâ, sana Peygamberlik vermeme sebep olan şeyi biliyor musun?) Mûsâ aleyhisselâm hayır dedi. Hak teâlâ buyurdu ki, (Sen birgün koyun bekliyordun. Bir koyun sürüden ayrılarak kaçtı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün. Bir hayli yol gittin. Hem sen ve hem de koyun yoruldu. Nihâyet koyunu yakaladığın zaman, koyunu tutup şöylece hitâb eyledin: Yâ koyun, ne zorun vardı da, böylece hem kendini ve hem de beni zahmete soktun ve her ikimizi de yordun? Hâlbuki, o ânında son derece yorgun ve hiddetli idin. İşte, o hiddetli ve gazablı zamanında hırsını yenip rıfk ile [yâni güzellikle] muâmele ettiğin için, sana Peygamberlik derecesini ihsân eyledim.)
131 - Fakirlere merhamet ile muâmele eyle! Zenginlere ise zenginlikleri için tevâzu gösterme! Din düşmanlarını, islâmiyeti beğenmeyenleri, namaz kılmayanları sevme ki, kıyâmet gününde selâmet ve saadet bulasın.
Bir çocuk gördüğün zaman, bunun günahı yoktur, benim günahım vardır. Binâenaleyh bu çocuk benden daha fazîletlidir. Bir yaşlı müslüman gördüğün zaman, bu benden daha fazla ibâdet eylemiştir, binâenaleyh benden daha fazîletlidir. Bir islâm âlimi görünce, ben câhilim, bu benden ziyâde âlimdir, öyle ise, benden daha fazîletlidir. Bir câhil görünce, bu bilmeden günah işler. Fakat ben bilerek işlerim, öyle ise, bu benden eftaldir. Bir kâfir görsen, olur ki, dünyadan îman ile gider. Benim îmanla gidip gitmeyeceğim ise, belli değildir. Şu hâlde, benden daha fazîletlidir diye düşünmelisin! Müslümanlara kibir yapmazsan, Hak teâlâ indinde yüksek derecelere vâsıl olursun.
132 - Peygamberimiz: (O kimseye bakma ki, dinde senden aşağıdır, zîrâ kendini beğenip, helâk olursun. Dinde senden yukarısına bak ki, senden hayrlıdır. Malı çok olana bakma ki, Allahın kısmetine gazab edersin. Şu kimseye bak ki, yiyeceğini zahmet çekerek alın teri ile hazırlar, o zaman da, Hak teâlânın sana verdiği nîmete şükredersin) buyurdu.
133 - Peygamberimiz buyurdu ki, (Bir kimsenin dünyası selâmetli olursa, dîni eksik olur.) [Yâni, dünya lezzetlerine kavuşmak için, islâmiyetin dışına taşan kimse, âhıret lezzetlerine kavuşamaz.] Yine buyurdular ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! İslâmiyetten çıkana doğru yolu göster, câhile ilim öğret ki, sana şehitlik mertebesi verilir.) [Çocuklarına Ehl-i sünnet îtikatını, farzları, haramları öğretmeli, tanıdıklara din kitabı vermelidir.]
134 - Çok mal ve mevki' sahibi olunca, kalbini karartıp Allahü teâlâyı unutma ve malına, rütbene güvenip de, ibâdetten geri kalma! Malı az olan, daha fazla Allahü teâlâyı hâtırlar ve Ona daha fazla bağlanır.
Tenbîh: Müslümanlıkta çok mal ve mevki' sahibi olmak fena değildir. Alkollü içkileri satmakla ve çalgı, şarkı ücreti ile ele geçen ve sirkat, yalan, gasb, rüşvet ve fâiz ile toplanılan mallar, paralar, az olsalar da, habîstir. Bunları kullanmak haramdır. Helâldan kazanılan ve zekâtı verilen mal, para, ne kadar çok olursa olsun, makbûldür. Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, malı hayr diye ismlendirmiştir.
İmâm-ı Gazâlî (Kimyâ-yı saadet) kitabı, üçüncü faslında buyuruyor ki: Kendini ve âilesini ve çocuklarını kimseye muhtaç ettirmeyecek kadar çalışıp helâlden kazananlara cihâd sevabı verilir. Peygamberimiz bir sabah oturmuştu. Sahâbeden, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçti. Birisi, (Yazıklar olsun buna ki, Allah için biraz burada sizi dinlemeyip geçti) deyince, (Böyle söyleme! Eğer kendini, ana-babasını ve ehl ve evladını muhtaç etmemek için gitti ise, Allah yolundadır. Eğer zînet için, zengin olup müslümanlara gösteriş niyetinde ise, Cehennem yolundadır) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Doğru olan tüccâr, kıyâmette sıddîklarla ve şehitlerle berâberdir) ve bir kere de, (Allahü teâlâ, sanat sahibi mümini sever) buyurdu.
Bir kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin meclisine kırk gün devam eylese, kalbi nûrlanır. Çünkü, islâmiyetin emrettiği ilimler kalbin ışığıdır. [İlmi olmıyan kimse, şeytana ve islâm düşmanı olan kimselere ve gazetelerine aldanır. Ehl-i sünnet îtikatında olmıyan din adamlarının yazılarını okuyanın kalbi kararır.] Allahü teâlâ, sana fazla mal verirse bahîl olma! Din uğruna sarf et! Hâlis müslümanların yazdığı doğru ilmihâl kitaplarını al, dağıt! Cihâd sevabına kavuşursun. Peygamberimiz birgün, (Yâ Ebâ Hüreyre! Müminlerin büyüğü, benden sonra o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona mal verir, o da gizli ve âşikâre Hak yoluna harcar ve yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmaz) buyurdu.
135 - Mahlûkatın hepsine merhamet eyle! Peygamberimiz buyurdu ki, (Yer yüzündeki mevcûdâta merhamet eyleyin ki, göklerdeki mahlûkat size merhamet eylesin. Sıddîkların nişânı odur ki, sadaka verirken gizli verir, bir belâya uğradığı zaman, bağırıp çağırmaz, kimseye şikâyet eylemez ve o belâyı herkesten gizler ve bir günah işlediği zaman ardından hemen sadaka verir ki, günahına kefaret olsun.)
136 - Fazla konuşma, kimse ile münâkaşa etme! Her zaman sükût etmeye devam eyle ki, iki cihânda selâmet bulasın. Hak teâlâ hazretlerini çok zikredersen, kalbin ölmez ve şeytana da gâlib gelmiş olursun. Hak teâlâ hazretlerini çok zikreyleyenlerin kalblerine hikmet akar.
137 - Peygamberimiz Ebû Hüreyreye buyurdu ki, (Bir kimse Hak teâlâ hazretlerine Nuh aleyhisselâmın ömrünce ibâdet eylese, kendisinde üç haslet bulunmayınca yaptığı ibâdetten bir fayda edinemez.)
1- İlmi ile amel etmek.
2- Yidiği yemeğin helâl olması ve helâlı da israf etmemesi. [Besmelesiz kesilen hayvanlar ve Kitapsız kâfirlerin [müşriklerin] kestikleri necistir. Bunları yimek haramdır. Bunları Besmele ile kesen de bulunduğu takdîrde, satın alınan etin Besmelesiz kesildiği kat'î bilinmedikçe, yimesi helâl olur. Balık tutanın müslüman olması ve Besmele ile tutması şart değildir.]
3- Allaha âsî olmaktan kaçınmak. [Ehl-i sünnet îtikatını öğrenmiyen, îmanı bunlara uygun olmıyan ve haramları ve farzları bilmiyen ve bunlara uymayan kimse, Allahü teâlâya âsî olur.]
Tenbîh: Allahü teâlâya âsî olmak, yâni haram işlemek insanı dünyada ve âhırette felakete götürür. Haramlardan en büyüğü Ehl-i sünnet îtikatını bilmemektir. İkincisi namaz kılmamaktır. Üçüncüsü içki içmektir. (Enisül-vâizîn) kitabı onuncu meclisinde diyor ki: Şarap ve sarhoş eden her içki haramdır. Peygamberimiz : (Şarap içmek, büyük günahların en büyüğü ve bütün fenalıkların ve günahların anasıdır) ve (Bütün fenalıklar bir yere toplanmıştır. Bu yerin kilidi zinâ, anahtarı şaraptır ve bütün iyilikler bir yerde toplanmıştır. Bu yerin kilidi namaz, anahtarı abdest almaktır) ve (Allahü teâlâyı seven ve Kıyâmete inanan kimse, içki içilen yerde oturmasın) ve (Şarapı yapmak, üzümünü sıkmak, taşımak, dağıtmak, satmak ve içmek, günahta berâberdir ve bunların namazlarına, oruclarına, haclarına, zekâtlarına ve sadakalarına sevap verilmez. Meğe ki tevbe ederler) ve (Hurma şarapı da haramdır) ve (Üzüm şirası taze olup değişmemiş ise helâldir) buyurdu. (Buhârî-yi şerif) ve (Müslim)de Ebû Mûsâ buyurdu ki, (Baldan ve arpadan yapılan içkiler ve sarhoş eden her içki haramdır.) İmâm-ı Muhammed, (Çok içilince sarhoş eden içkinin azı da haramdır) buyurdu. Fetvâ da bunun üzerinedir. Başka ilâç varken, bunları ilâc olarak içmek de haramdır. Hâricden kullanmak câiz ise de, necistirler, uçmakla temizlenemez, yıkamak lâzımdır. [(El-fıkhü alel mezâhibil-erbe'a) kitabında diyor ki, (Sarhoş eden sıvıların hepsi, dört mezhepte de şarap gibi galîz, fena necâsettir. Hanefîde avuç içi yüzeyinden fazlası ile, diğer üç mezhepte görülebilen az miktârı ile kılınan namaz sahih olmaz. Şâfi'îde ve hanefînin bir rivayetinde, ilâc ve kolonya yapmakta kullanılan miktârı, çok olsa da affedilmiş olup, namazın sıhhatine mani olmaz.)] Esrar, afyon, eroin gibi şeyleri keyf için yimek, haram olup, tedâvî için câizdir. Enîs-ül-vâizînin kelâmı tamam oldu. 374. sayfaya bakınız!
Sigaraya gelince, İbni Âbidîn (Dürr-ül-muhtâr) şerhinde buyuruyor ki, (Tütüne helâl ve haram diyenler oldu. Allahü teâlâ, her şeyi helâl edip sonra, haramları bunlardan ayırmıştır. İslâmiyetin haram demediğine, kimse haram diyemez. Tütün zâtında mubâh ise de, soğan gibi tabî'aten mekruhtur.) Şâfi'î ulemâsı tütünü nafakadan addetmiştir. O hâlde, az miktârda tütün içmeye haram diyen yanılıyor. İsrâf başkadır. O zaman gazete parası da isrâf ve haram olur. Doyduktan sonra yimek de haramdır.
İbni Âbidîn (El-ukûd-üd-dürriyye) kitabının sonunda, tütün içmek haramdır diyenlerin sözünü red etmekte, tütünün mubâh olduğunu vesikalarla isbât etmektedir. Bu fetvâ kitabının son kısmı, 1977 senesinde İstanbulda, Hakîkat Kitabevi tarafından (El-habl-ül-metin) kitabının sonunda bastırılmıştır.
Muâmelâtta, kâfir, fâsık sözüne inanmak câizdir. İbâdetlerde âdil olan müslümana inanılır. Âdil mi, fâsık mı belli değilse, zann-ı gâlib ile amel olunur. İslâm düşmanlarının yaldızlı, okşayıcı yalanlarına aldanarak, ibâdetleri değiştirmemelidir.
Radyoya gelince: Radyo, sinema, televizyon ve kitap ve gazeteler neşirâletleridir ve propaganda vâsıtalarıdır. Meselâ tabanca da bir âlettir. Bir kimse, tabancasını bir gâziye verirse, gâzi cihâd ederken, o kimse de sevaba girer. Yok eğer bir şakîye, yol kesiciye verirse, bu şakî cinâyeti işlerken, o kimse de günaha girer. Aynı tabanca, insanı hem sevaba, hem günaha soktuğu gibi, radyo, sinema ve gazeteler, müslümanlar tarafından idare edilip, yalnız îman, ibâdet, ilim, ahlâk, sanat, ticâret gibi Allahü teâlânın emir ve müsâade ettiği şeyleri bildirirlerse, câiz ve sevaptırlar. Yok eğer bunlar kâfirlerin, mürtedlerin elinde olup da, dinsizlik neşriyatı yapar, müslümanlıkla alay eder ve bunlarda bid'at veya haram şeyler bulunursa, bunları almak, dinlemek, bakmak ve okumak, bunlara gitmek, para vermek haramdır. Bir müslüman, evladını da bu haramlardan muhâfaza etmelidir. Sıkıntı gidermek için kendi kendine tegannî günah değildir. Peygamberimiz Kur'an-ı kerim okurken, cenâze götürürken, harp ederken, vaaz ederken bağırmağı kerîh görürdü.
Tekkelerde bağırmak çağırmak haramdır. Evvel zamanda böyle bağırmazlardı. Celâleddîn-i Rûmî ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan câhiller uydurdu. Hikmet [yâni fen ve sanat ve faydalı şeyler] ve nasihat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helâldir. Şehvete âid şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalbde nifâk yapar. Üflemekle, vurmakla, temâs veya tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve dinlemeye gitmek haramdır. Peygamberimiz çalgı çalınan bir yere tesâdüf ettiğinde, mübârek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. [Kur'an-ı kerimi, mevlidi ve ilâhileri çalgı çalarken okumak veya çalgı âletleri ile okumak küfürdür.] Haram bulunan şiirleri okumak mekruh, tegannî ile okumak ve fuhuş olanları okumak haramdır. Hamam borusu, sahur davulu çalmak helâldir.
138 - İbâdetleri, meselâ Kur'an-ı kerimi, mevlid, ezan okumağı, imamlığı, duâyı para karşılığı yapmak, bunlarda pazarlık etmek alana da, verene de haramdır. Bunları Allahü teâlânın rızası için yapmalı, hediye verilirse, kabûl etmelidir. Hediye veren hasîs olmamalı, pek çok vermelidir. Ne kadar çok verirse, o kadar sevabı çok olur. Dünya işleri için çok verip, Allahü teâlânın rızası için az vermekten daha fena bahîllik, hasîslik olmaz. İmâm, müezzin ve diğer ilmiyyenin ihtiyacı Beyt-ül-mâlden te'mîn edilir. Nisaba mâlik olsalar bile, ilim öğrenen ve öğretenlere zekât ve uşr vermek eftaldir.
[(Mektûbât-i Mâsumiyye) ikinci cilt, 36. mektûbunda diyor ki, (Farz ve sünnet olan amelleri, zikri, hayrâtı, hasenâtı ve duâ, âyet-i kerime okunmağı sevap kazanmak için yaparken, kimseden izin almaya lüzûm yoktur. Bunları, şifâ için, bir ihtiyacın hâsıl olması, bir müşkülün hal olması için okurken, te'sîr etmeleri, mürşidin, üstâdın izin vermesine bağlıdır.) [Mürşidlerin kitaplarından öğrenip okumak, izin almak olur.] İmâm-ı Rabbânî, üçüncü cilt 25. ve 34. mektûblarında buyuruyor ki, (Zikretmek çok sevaptır. Fakat, kalbi tathir etmesi için, zikri izin ile yapmak lâzımdır.) İzn alan, izin verenin vekîli olur. Bunun okuması, vekîl edenin okuması gibi te'sîrli, faydalı olur.]
İbni Âbidîn buyuruyor ki: (Büyüklerin giymeleri ve içmeleri ve yimeleri haram olan şeyleri çocuklara giydirmek, yidirmek ve içirmek de haramdır. Abdest havlusu ve burun mendili kullanmak günah değildir. Kur'an-ı kerim ile ve duâ ile olan mıskaları yapmak ve kullanmak câizdir ve insanı korurlar. Kur'an-ı kerim, maddî ve mânevi her derde şifâdır ve her harfi mübârektir ve muhteremdir. İnsanlara, hayvanlara ve eşyaya nazar değer.)
139 - Takvânın en yüksek mertebesi Allahü teâlânın farz eylediğini işleyip, haram kıldığını terk etmektir.
140 - Mümin kardeşlerini sevindirmeye çalış! Zîrâ Peygamberimiz, (Bir kimse, bir mümin kardeşini sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin kalbini kıyâmet gününde ferahlandırır) buyurdu. Yine, (Bir kimse, bir mâsum çocuğu sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin şirkten başka geçmiş günahlarını affeder) ve (Her kim dünyada bir mümin kardeşinin işini görürse, Hak teâlâ, o kimsenin yetmiş işine kolaylık ihsân buyurur. O yetmiş işin on dânesi dünyada, altmış dânesi kıyâmet günündedir. Bir kimse, bir mümin kardeşinin aybını kapatırsa, Allahü teâlâ o kimsenin bütün ayblarını kıyâmet günü kapatır!) buyurdu.
141 - Resûlullah buyurdu ki, (İnsanın işlediği hayrlı amel dâimî olmalı, dâimî olarak işlenen amel, insanı maksâdına ulaştırır.)
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyaşının seher vakti yaptığını.
Düşman kaçıran süngüleri, çok defa,
Toz gibi yapar, bir müminin duâsı.
ZÜHD VE TAKVÂ FASLI
142 - Dâimâ zühd ve takvâ üzere bulun! Yahyâ ibni Muâz [258 de Nîşâpûrda vefât etti] buyurdu ki, zühd demek, dünya zînetini terk etmektir. Zîrâ Peygamberimiz buyurdu ki, (Dünyayı sevmek, bütün hatâların başlangıç noktasıdır. Dünyadan kendini sakınan kimseler, zâhid olanlardır.)
143 - Habîbullah buyurdu ki, (Ümmetim üç şeyi sever, fakat o üç şey onların değildir:
1- Vücûddaki canı sevmek,
2- Malı sevmek,
3- Dünyayı sevmek.) [Dünya, arabî bir kelimedir. Fen ilminde (en yakın şey) demektir. Erd küresi, güneşten, aydan, yıldızlardan daha yakın olduğu için, Erd küresine dünya denir. Kıyâmetten önceki zaman, kıyâmetten sonraki zamandan daha yakın olduğu için, birincisine (Dünya hayatı), ikincisine (Âhiret hayatı) denir. Dünya kelimesinin din bilgisindeki mânası, (En zararlı, fena şey) demektir. Küfre sebep olan şeyler, haramlar, mekruhlar, dünya demektir. Mubâhlar, şeriate uymaya mani olunca, dünya olurlar. Muhabbet, sevmek, hep berâber olmayı istemek, berâber olmaktan zevk, lezzet duymak demektir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvettir. Bu kuvvete gönül diyoruz. Birşeyi öğrenmek, akıl ile olur. Akıl, dimâg, beyin dediğimiz et parçasında bulunur. Küfrü, haramları, mekruhları sevmek, beğenmek küfür olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfür olur, dünya olur. Müslüman olmak için, dünya sevgisini kalbden çıkarmak lâzımdır. Dünyayı hâtırlamağı da kalbinden çıkarana (Sâlih) müslüman denir. Dünya olsun, mubâh olsun, mâ-sivânın, yâni Allahü teâlâdan başka herşeyi hâtırlamağı kalbinden çıkarmaya (Fenâ-fillah) denir. Buna kavuşan müslümana (Velî) denir. (Evliyâ) denir. Evliyâ, herşeyi öğrenir, bilir. Şeriate uymakta, dünya işlerinde aklını kullanır. Hesabını yapmakta, sanatında, ticâretinde hiç hatâ yapmaz. Fakat, aklındaki düşünceler, kalbine sirâyet etmez, bulaşmaz. Dünyayı hâtırlayan kalb hastadır. Kalbin temiz olması, dünya dediğimiz şeyleri sevmekten, hâtırlamaktan kurtulması demektir. Kalb hastalığının ilâcı, şeriate uymak ve Allahü teâlâyı çok zikretmek, yâni ismini ve sıfatlarını hâtırlamak, kalbe yerleştirmektir. Mürşid-i kâmilin sohbeti veya kitaplarını okumak, bu tedâvîyi kolaylaştırır. Bu sohbete, bu kitaplara kavuşmak, dünya ve âhiret saadetlerine kavuşmaya sebebdir. Bu tedâvîye faydası olmıyan sohbetin ve kitapların, taklîd, sahte, zararlı olduğu, felakete sebep olacağı anlaşılır.] Helâl yoldan gelen ve zekâtı verilen şeyler ve isrâf edilmeyen mubâhlar dünya sayılmaz. Mal kendinin değil, sen öldükten sonra veresenindir. Sen de günahlarla berâber gidersin.
144 - İnsanın ömrünün uzun, rızkının bol oluşu, Allahü teâlâ tarafından bir imtihandır. Peygamberimiz buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Allahdan başka hiç bir şeye Ümit bağlama! Allaha tevekkül eyle! Bir arzun varsa, Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyle cârî olmuştur ki, her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâlânın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir.)
Bütün yer gök varlıkları bir araya gelseler, Allahü teâlâ hazretleri murâd etmedikçe sana zerre kadar bir fenalık yapamazlar.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de beşinci cilt, 379. sayfada diyor ki, zelzele olunca evden çıkmalı, açık yere gitmelidir. Resûlullah, yolda eğri duvarın önünden koşarak geçti. Allahü teâlânın kaza ve kaderinden mi kaçıyorsun dediklerinde, (Allahü teâlânın kazasından, yine onun kazasına kaçıyorum) buyurdu.
145 - Kabirde suâl meleklerine şöyle cevap vereceksin:
Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim Hz. Muhammed aleyhisselâm, dînim, dîn-i islâm, kitabım Kur'an-ı azîm-üş-şân, kıblem Kâbe-i şerif, îtikatta mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemaat, amelde mezhebim, imam-ı a'zam Ebû Hanîfe mezhebidir. [Kıyâmet günü insanların, tâbi oldukları mezhep imamının ismleri ile çağrılacakları, meselâ (Hanefîler geliniz! Sünnîler geliniz!) denileceği (Ruhül beyan) tefsîrinde İsrâ sûresinin 71. âyetinde yazılıdır.]
Bunları şimdiden ezberle ve çocuklarına da öğret!
Helâl lokma yimekle ve haramdan sakınmakla vücûdünü temizle! Kalbinde müslümanlara düşmanlık beslememekle ve kimse için fenalık düşünmemekle kalbini, Ramazan-ı şerif ayında da oruç tutmakla ve nefsine muhâlefet ve mukâvemet etmekle ve yalan, gıybet, iftirâ ve mâlâ-yâni söylememekle ruhunu temizle! Bu sözleri söylemek haramdır. Kadınların, kızların, başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Bunlara ve açık gezmelerine izin veren erkeklerine çok günah yazılır. Kadınların çarşafla örtünmeleri şart değildir. Baş örtüsü ve manto ile de örtünmeleri iyi olur.
Şunu da bilmelisin ki, mâlâ-yâniyi terk etmekle, yâni faydasız söz konuşmamakla insanın îmanı nûrlanır.
Elin haram tutmamalı, kulak haram olan şeyi dinlememeli, ayak da, haram olan yere gitmemeli, mide ise haram olan şeyi yimemeli, göz ise haram olan şeye bakmamalı, dil de haram söylememeli. Bunun gibi insanda bulunan âzaların haramla alâkalarının kesilmesi lâzımdır ki, fevz-ü felâh bulasın. Aksi takdîrde kendini helâk etmiş olursun. Göz kazara veya gafletle haram bir şey görürse, günah olmaz. Fakat, tekrar bakmak günahtır. Tesâdüfen görünce, başı başka tarafa çevirmek lâzımdır.
146 - Şu yaptığım nasihatları tutar ve onlarla amel edersen, Allah huzurunda, Peygamberler müvâcehesinde, melekler ve bütün insanlar nazarında yüzün ak olur.
Çeşidli bilgiler:
(Fetâvâ-yı Hindiyye), beşinci cilt, 350. sayfadan başlıyarak diyor ki, (Kadınların ve erkeklerin kabir ziyâreti sünnettir. Evde ve kabir başında Kur'an-ı kerim okuyup, sevabını ruhlarına hediye etmeli ve onlara duâ etmelidir. Kabri elleri ile mesh etmek, kabri öpmek, hıristiyanlık âdetidir. Ananın, babanın kabrini öpmek câizdir. Kabristanda türbe yapmak mekruhtur. [Vehhâbîlerin dediği gibi şirk değildir. Mülkü olan yerde türbe yapmak, mekruh da değildir.] Kabir üzerine gül, çiçek dikmek iyidir. Tarîkatçıların şimdi okudukları ilâhîler ve raks etmeleri, dönmeleri haramdır. Onları seyr etmek de haramdır. Her çeşit çalgı çalmaları da haramdır. Düğünde, bayramda, hac yolunda ve harbde def, davul çalmak câizdir.
[(Hadîka) ve (Berîka)da açıkça bildiriliyor ki, yabancı kadının, kızın söylediği her çeşit şarkıyı, hikâyelerini dinlemek, herkesin şeriati bozucu, yok edici, din ile alay edici, haramları övücü, ibâdetleri küçültücü, şehveti, zinâyı, hayâsızlığı, nâmussuzluğu, hükümete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeyi teşvîk edici, kardeşi kardeşe düşman edici sözlerini ve her çeşit çalgıyı, kendilerinden, radyolardan ve televizyonlardan dinlemek haramdır. Kendi dinlemese dahî, bunları evinde bulundurmanın da haram olduğu bu iki kitapta uzun yazılıdır. Hem helâl, faydalı, hem de haram, zararlı olan şeyi, yâni helâla da, harama da sebep olan şeyi eve sokmak câiz değildir.]
Ölmiyecek kadar yimek, içmek farzdır. Ölmiyecek kadar ve tedâvî için ilâc kullanmak sünnettir. İnsanın ve domuzun etini hiçbir sebeple yimek câiz değildir, haramdır. Erkeğin kadın sütünü ilâc olarak içmesi câizdir. Tabîb-i müslim şifâ bundandır, başka ilâcı yoktur derse, şarap, bevl, kan ve leşin ilâc olarak alınması câizdir. Fakat kirpi, yılan eti, câiz değildir. Kadının ve erkeğin sakız çiğnemesi câizdir. Hastaya Kur'an-ı kerimi okuyup üflemek, mıska yazıp taşıması, tasa yazıp suyunu içmesi câizdir. Yoldan toplanan çer-çöpü yakıp nazar değen çocuğun etrâfında döndürmek ve korkmuş çocuğa mum, kurşun dökmek ve şifâyı Allahü teâlâdan beklemek câizdir. Nazar değmemek için tarlaya hayvan kafa kemiği ve benzerlerini asmak câizdir. Uzvları hâsıl olmamış çocuğu düşürmek için ilâc kullanmak câizdir. Çocuğun sünnet yaşı yedi ile oniki arasıdır. Daha küçük de olur. Zayıf olan ihtiyâr müslüman, sünnete dayanamazsa terk edilir. Özr ile vâcibin terki câiz olunca, sünnetin terki evla olur. Kızların, kadınların kulaklarını delmek câizdir. Evin, ihtiyaç olduğu kadar büyük olması câizdir. Odanın duvarlarına halı asmak, soğuğa karşı câizdir. Zînet niyeti ile mekruhtur. Üzerinde canlı resmi olursa mekruh olur.) 322. sayfada diyor ki, Kur'an-ı kerimi okumak için değil, bereketlenmek, faydalanmak için evinde bulundurmak câizdir, hattâ sevaptır. Yüksekte okunan ezanı mahalle halkının hepsi işitmezse, hepsine işittirmek için vakf gelirinden minâre yaptırmak câizdir. Minâresiz hepsi işitirse, vakf parasından yaptırmak câiz olmaz. [Minâreden, kendi mahallesi işiteceği için, ho-parlörle ezan okumak câiz olmaz. (Cennet Yolu İlmihâli)ne bakınız!]
ANA-BABAYA İTÂ'AT FASLI
147 - Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir azasiyle ana-babasını gücendirirse, o azasını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Ana-babası râzı olmıyan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.
Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evladını çağırdığı zaman, emrine muvâfakat etmemesidir.) Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bed-duâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Zîrâ senin saadetin ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayr duâda bil! Eğer onları incitip, bed-duâlarını alırsan, dünya ve âhıretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Allahü teâlânın rızası, dînine bağlı olan ana-babanın rızasında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki: (Cennet ana-babanın ayağı altındadır.) Yâni, sana dînini, îmanını öğreten ananın-babanın rızasındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur. Ana-babasını râzı edip bana âsi olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana mutî' olsa bile, onu fenalar tarafına ilhâk ederim.)
Îmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.
148 - Peygamberimiz buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namaz, oruç ve hac [ve ömreye gitmek] fazîletlerinden daha fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel'ûndur.)
Hasen-i Basrî Kâbeyi ziyâret ve tavâf ederken bir zat gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavâf eder. O zata dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen daha iyi olmaz mı? O zat cevaben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kere buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü, bana dînimi, îmanımı bu öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.
149 - Peygamberimize bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah ! Benim anam-babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz buyurdu ki, (Onlara dâimâ duâ eyle! Onlar için Kur'an-ı kerim oku ve istigfâr et!)
Eshâb-ı kirâmdan biri dedi ki, yâ Resûlallah, bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok şefkatsızdırlar, onlara nasıl itaat eyleyeyim? Resûlullah buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini te'mîn eyledi. Sana dînini, îmanını öğrettiler. Seni islâm terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsız olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?)
150 - Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, Hz. Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, (Yâ Rabbî! Âhırette benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni misafir eder misin dedi. Yanında misafir oldu. Yemek zamanı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Duvardaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ ‘aleyhisselâm” sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir. İhtiyâr olup bu hâle girdi; işte her sabah, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o zayıf ve âciz annesi, oğluna duâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ affederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş, demiştir.
151 - Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızasını almaya çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlat üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâimâ göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!
Tenbîh: Anaya, babaya ve hocaya ve hükümete isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. İslâmiyetin yasak ettiği birşeyi emrederlerse, ısyân etmemeli, suç ve günah işlememelidir.
Şemsül-eimme-i Serâhsînin [483 de vefât etti] (Siyer-i Kebîr) şerhi tercümesi 83. sayfasında diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihâda gitmek ise, farz-ı kifâye olduğundan, ana-babadan izin olmadıkca harbe gitmek helâl olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Ticâret, hac ve ömre için ana-babadan izinsiz sefere gitmek câizdir. İlm öğrenmek için gitmek de öyledir. Zîrâ bunlarda, harp gibi, ölüm tehlikesi olmadığından, ayrılık hüznleri, kavuşmak Ümidi ile zâil olur. Ana-babanın ve hocanın günaha sokacak olan emirlerine itaat lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık için veya birini öldürmek için veya yol kesicilik için veya zinâ için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mani olabilecek bir adam bulunsa, fakat bu adamın mani olmasına anası-babası müsâ'ade etmese, bunları dinlemeyip mani olması lâzımdır. Zîrâ, günaha mani olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itaat ise, günah olmıyan emirleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terk ettirmesi günah olduğundan bu emirleri yapılmaz. Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey müminler! Peygamberime ve sizden olan, âmirlerinize itaat ediniz!) buyuruldu. Günah olmıyan emirlere itaat lâzımdır. Peygamberimiz bir yere ufak bir askerî birlik göndermişti. Başlarına da bir kumandan tâyîn etmişti. Âmirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yaktırdı ve bu ateşe giriniz, bana itaat farzdır dedi. Askerlerin bazısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşten kurtulmak için müslüman olduk, girmeyelim, dedi ve girmediler. Peygamberimiz bunu haber alınca: (Eğer itaat edip girselerdi, Cehennemde ebedî kalırlardı) buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Üzerinize âmir tâyîn edilen müslüman, her kim olursa olsun, haram ile emretmedikçe, ona itaat ediniz! Haram olan emirlerine itaat etmeyiniz!) İtâ'at etmemek başkadır. İsyân etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamalıdır.
[Siyer-i kebîrden, buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, ananın babanın, hocanın ve hükûmetin haram olan şeyleri emretmeleri hâlinde, bunlara isyân edilmez. Karşı gelinmez. Bu emirleri, dinde günah olmıyacak ve devletin kanûnunda suç olmıyacak şekilde yapılır. Meselâ bir adama anası evlenme derse veya falanca kızı almıyacaksın veya âileni bırakacaksın derse veya falanca âlime gidip dînini öğrenmiyeceksin derse, bu sözleri islâmiyetin Îcap ettirdiği bir sebep ile değil ise, itaat Îcap etmez. Fakat, yine sert söylemek, karşılık vermek câiz değildir.
Kâfir olan âmirlerin, din düşmanlarının islâmiyete uygun olan emirleri, islâmiyete uymak niyeti ile yapılır. İslâmiyete uymıyan emirleri karşısında müşkil vaziyete düşerse, kanûnî yollardan hakkını arar.
Ananın, babanın, hocanın, itaat lâzım olmıyan emirleri yapılmadığı zaman özr, behâne anlatmalı ve hafîf ve yumuşak söylemelidir. Yâni, emri yapmamak, isyân ve hakâret şeklinde olmayıp, kusur ve kabahat şekli verilerek fitneye sebep olmamalıdır. Mısrlı Hasen Bennâ ve bunun yetiştirmelerinden Seyyid Kutb gibi mezhepsiz, cahil din adamları, (Cihâd, zulmedenlere ve zâlimlere karşıdır) âyet-i kerimesini ileri sürerek, hükûmete isyân ettiler. Hasen 1368 [m. 1949] de, Seyyid Kutb da 1386 [m. 1966] isyânında idam edildi. Aldattıkları binlerce genç de, zındanlarda senelerce işkence çektikten sonra öldürüldüler. (İhvân-ı müslimîn), yâni müslüman kardeşler denilen bu gençler, 1982 de Sûriyedeki zâlim Es'ad hükûmetine de isyân ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve on binlerce müslümanın feci şekilde öldürülmesine sebep oldular. Hâlbuki, zâlim, hattâ kâfir hükümetlere karşı isyân etmeği, fitne çıkarmağı, dînimiz yasak etmektedir. Böyle fitne çıkarmak, cihâd değil, ahmaklıktır. Büyük günahtır. Yukarıdaki âyet-i kerime, Hac sûresinde olup, Medînede yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki kâfirlerle cihâd yapmasına izin vermektedir. Bu âyet-i kerime, islâm devletinin, zâlim, kâfir diktatörlerle cihâd etmesine izin vermektedir. Yâni cihâdı, devlet yapar. Devletin ordusu yapar. İnsanın öteye, beriye saldırmasına, hükûmete karşı gelmesine cihâd denmez. Eşkıyâlık denir ki, büyük günahtır. Ehl-i sünnet âlimleri, kâfir, zâlim hükûmete bile ısyân etmeyi yasak etmiştir. Mezhepsiz, câhil din adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini bilmedikleri için ve tefsîr, fıkh kitaplarının mânalarını anlamadıkları için, kendilerini âlim sanıyorlar. Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden yanlış, bozuk mânalar çıkararak, islâm dînine ve müslümanlara çok zarar yapıyorlar.]
152 - Sana dînini öğreten hocana hurmet, saygı ve tâzîm eyle! Hoca hakkı ana-baba hakkından daha üstündür. Çünkü, ana-baba evladı büyütür, bakar. Kötülükten, haramlardan korur. İbâdete alıştırır. Muallim ise, evlada hem dünya ve hem de âhıret hayatını kazandırır, din ve diyânetini, Ehl-i sünnet îtikatını, farzları, haramları sana öğretir. Dînini, îmanını öğreten ana-babanın hakkı, hocanın hakkından da üstündür.
Hocanı gördüğün zaman hurmet ve saygı ile karşıla.
153 - Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (İnsânlar, kendilerine ihsân, iyilik edenleri sever. Bu sevgi, insânın yaratılışında vardır.) Yapılan ihsân, ne kadar kıymetli ve ne kadar çok olursa, sevgi de o kadar fazla olur. Bunun için, herkes anasını, babasını, hocasını, ustasını, hükümetini, vatanını, din kardeşlerini çok sever. Bir müslümanın mürşidi, yâni hocası, kendisine, din ve dünya bilgilerini, îmanını, Allahını, Peygamberini, güzel ahlâkı öğrettiği için, onu herkesten, çok sever. Bu sevgi, cibillîdir. İnsanın doğuşunda vardır. Bu sevgiden mahrum olan kimse, hakîkî insan değildir. Hayvan gibidir. Çok sevilen kimse, insânın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Bu hâle (Râbıta) denir. Bir insânın kalbinde, bir Mürşidin, bir Velînin râbıtası hâsıl olursa, onun kalbine, kendi mürşidlerinden gelmiş olan (Feyz)ler, bunun kalbine de akar. Feyz, kalbden kalbe gelen, insâna Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yaptıran nûrdur, bir kuvvettir. Feyzler, Resûlullahın mübârek kalbinden yayılmakta, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmektedir. Şeriat ve fen bilgileri, düşünmek, hesap yapmak, akıl ile olur. Akıl dimâgda bulunur. Îman, muhabbet ve marifet ve birşeyi hâtırlamak yeri kalbdir. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, marifetler, kerâmetler hazînesi olur. Bu insana (Velî) ve (Mürşid) denir. Bu saadete kavuşmak için, Ehl-i sünnet îtikatında olmak ve şeriate tâbi olmak ve Mürşidi sevmek şarttır. Bedeni besliyen rızklar ve kalbi temizliyen feyzler, ezelde takdîr ve taksîm edilmiştir. Fakat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilâhiyyeye uymak, sebeplerini aramak, bulmak için çalışmak lâzımdır. Şartlarına uyarak çalışana, elbet verilir. Dilediğine, çalışmadan da, ihsân eder.
Tenbîh 2: Hocan öldükten sonra, onun ruhuna, Kur'an-ı kerim oku! Onun için sadaka ver, ona duâ et! Bunların sevapları onun ruhuna gider. Faydasını görür. Eshâb-ı kirâm, bütün müslümanların hocasıdır. Onların da haklarını unutma! Resûlullah efendimizin, o beyaz, nurlu yüzünü görmekle şereflenen müslümanlara Eshâb denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, onun mübârek kalbinden fışkıran nûrlarla tertemiz oldu. Ruhlara şifâ olan sözlerini dinleyerek, güzel ahlâkı ile ahlâklanarak, onun ilim deryasından nasip alıp, âlim olarak zâhiri ve bâtınî kemâlâta kavuştular. Dünyanın her yerinde, her zaman gelmiş ve gelecek insanların hepsinden daha üstün ve daha kıymetli oldular. Dîn-i islâmı sonra gelenlere anlattılar. Allahü teâlânın dînini, yeryüzüne bunlar yaydı. Bütün müslümanların ilk üstâdları, muallimleri oldular. Her müslümanın Eshâb-ı kirâmı sevmesi, onların hocalık haklarını gözetmesi lâzımdır. Eshâb-ı kirâmın hepsini sevenlere, herbirine saygı gösterenlere, (Ehl-i sünnet) denir. Bir kısmını beğenip, bir kısmını sevmiyenlere (Şî'î) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsine düşman olana (Râfızî) denir. Abdüllah bin Sebe' yahudisinin yolundadırlar. İslâm düşmanıdır.
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, (Eshâb-ı kirâmı çok sevmek, tâzîm ve hurmet etmek lâzımdır. Bunun için, ismlerini yazarken, okurken ve işitince, demek müstehabdır). Bunlar, (İbni Âbidîn) beşinci cilt, 480.ci sayfasında ve (Birgivî vâsıyyetnâmesi)nin Kâdı-zade şerhinde ve (Se'âdet-i Ebediyye) kitabımızda yazılıdır.
Râfizîler, müslümanları aldatmak için, (Eshâb çok yüksektir. Yüksekliklerini bildirecek bir kelime yoktur. İsmlerinin yanına demek, onlara hakâret olur. Böyle şeyler söylememelidir) diyorlar. Râfizîlere aldanmamalıyız!
154 - Küçük kardeşin varsa ona islâm harfleri ile Kur'an-ı kerim okumasını ve ilim öğret ve ona îmanı ve Ehl-i sünnet îtikatını, Allahü teâlânın emirlerini ve haramları öğret. Kötü kimselerle görüştürme. Fena arkadaş çok zararlıdır. Tatlı sözle nasihat eyle. Ona şefkat ile muâmele eyle ve himâye ederek koru! Şâyed kardeşin senden büyük ise, ona tâzîm ederek emirlerini tut!
Âhıret kardeşi ittihâz eyle! Peygamberimiz buyurdu ki, (Allah için âhıret kardeşliği yapan adam, âhıret gününde ana-baba kardeşinden daha faydalı yardımları, o âhıret kardeşinden görür. Bir kimse, âhıret kardeşini ne kadar çok severse, Allahü teâlâ da, o kimseyi o kadar çok sever.) [Bir erkeğin yabancı kadınla âhıret kardeşi olması câiz ise de, âhıret kardeşi, kendi kardeşi gibi mahrem olmaz. Yabancılar gibidir. İslâmiyette, erkeğin kız ile arkadaş olması, konuşması câiz değildir.]
SILA-I RAHM BAHSİ
155 - Müslüman olan ve dînini kayıran akrabâsını ziyâret eden bir kimseye, yetmiş nâfile hac sevabı verilir. Gönül almak ziyâreti çok sevaptır. Îtikatı bozuk olan, mezhepsiz olan akrabâyı ziyâret etmek sevap değildir.
156 - Oğluna ve kızına edeb ve islâm harfleri ile Kur'an-ı kerim okumasını ve ilim öğret! Komşu, akrabâ ve mahremlerini ziyâret eyle! Mektûbla hâl ve hâtırlarını sor! Mahrem olmıyan, yâni yabancı kadınlarla görüşme!
157 - Çocuklarını küçük iken okut! Herşeyden evvel, Allahü teâlânın râzı olduğu, emrettiği şeyleri öğret! İyi bir mümin olmaları için gayret et! Büyüdükten sonra, edeb zor olur. Onların ve ehlinin, yâni zevcenin suçlarını affeyle. Peygamberimiz buyurdu ki, (Sadakanın en fazîletlisi, çoluk çocuğuna yidirip giydirdiğindir.) Oğlunu, kızını ve ehlini, haramdan, günahtan ve fena arkadaşlardan koru!
Kızını, ilk mektebi bitirdikten sonra, onu hemen evlendir. Allahü teâlâ, onun rızkını kocasına gönderir. İster zengin, ister fakir olsun Allahü teâlânın emrini tutan, aslı belli kimseye ver! Dâmâdını çok mehr ve çok çeyiz vermeye mecbûr kılma! Kızını ihtiyâr adama verme ve din ile alâkası olmıyana, ilm-i hâlini bilmiyenlere, haramlardan sakınmıyanlara verme!
Tenbîh: Oğlunu, kızını on beş yaşını geçince evlendir ki, haramdan korunsunlar. Bu zamanda evlenmiyen gençlerin haramdan kurtulması imkânsızdır. Evladını Cehennemden korumak istersen, çabuk evlendir! Fakirlikten korkma! Allahü teâlâ, onlara da mal verir. Hemen sen tevekkül üzere ol! Oğluna kız al, dul alma! Zîrâ insanın muhabbeti, ilk gördüğünde olur.
NİKÂH FASLI
Tenbîh: (El-İhtiyâr) kitabında diyor ki, (Nikâh), evlenmek için yapılan akt yâni sözleşme demektir. Kur'an-ı kerim, nikâh yapmağı emretmektedir. (Nisâ) sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Helâl olan kadınlardan nikâh ediniz!) ve yirmiüçüncü âyetinde meâlen, (Onları sahiplerinin izni ile nikâh ediniz!) ve Nûr sûresinin otuzikinci âyetinde meâlen, (Zevci olmıyanlarınızı nikâh edin!) buyuruldu. Hadis-i şerifte de, (Nikâh, ancak şâhitlerle olur) ve (Nikâhlanın, çoğalın! Kıyâmet günü, ümmetlere karşı sizinle övüneceğim) ve (Nikâh yapmak, benim sünnetimdir. Sünnetimi terk eden benden değildir) buyuruldu. Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve icmâ'ı ümmet, nikâhın meşru olduğunu, ibâdet olduğunu bildiriyorlar. Nikâhsız evlenmek haramdır. Nikâh lâzım olduğuna önem vermiyen kâfir olur. Evlenmek sünnet-i müekkededir. Bâzan farz olur. Zulüm, işkence yapmak korkusu olunca, mekruh olur. Nikâh, iki müslümanın, mâdî olan [geçmiş zaman bildiren] kelime söylemesi ile yapılır. Meselâ, beni zevceliğe al deyince, seni zevceliğe aldım demekle olur. Nikâh kelimesi ile ve hediye, sadaka olarak, mülk, satın alış, satış kelimeleri ile de sahih olur. Müşrikin, mürtedin nikâhı sahih olmaz. Hanefî mezhebine göre müslümanların nikâhında iki müslüman erkeğin veya bir erkekle iki kadının şâhit olarak bulunmaları lâzımdır. Müslümanın, Kitaplı kâfir olan zimmî kadını nikâh ederken, iki şâhidin de zimmî olmaları câizdir. Mehr parasını konuşmak nikâhın sahih olması için şart değil ise de, şeriate uygun yapılan nikâhdan sonra zevcin zevcesi isteyince muaccel mehri hemen ödemesi lâzım olur. Bunun için, nikâh yapılırken, muaccel ve müeccel mehrlerin miktârları tesbît edilir. Bir kâğıda yazılıp, dâmâd ve mevcut iki şâhit imzalayıp zevceye teslim edilir. Bu iki mehrin miktârlarının toplamı on dirhem yâni yedi miskal gümüş kıymetinden az olmaz. Şimdi gümüş, şer'î kıymetinden düşük olduğu için, mehr bir miskal altından, yâni bir altın liranın üçte ikisinden az olmamalıdır. On ile elli altın lira arasında olmaktadır. İslâmiyet erkeğe zevcesini boşamak hakkını vermiş ise de, bu hakkı kullanmak imkânsız gibidir. Çünkü, boşayınca mehr parasını kadına hemen ödemesini ve oğulları yedi yaşına, kızları bülûğ zamanına gelinceye kadar, çocuklarının nafakasını da analarına devamlı vermesini emretmekte, ödemezse dünyada habse, âhırette de Cehenneme gireceğini bildirmektedir.
Bir erkeğin, annelerini, kızlarını, kız kardeşlerini, halalarını, teyzelerini, kardeşinin kızlarını, ne kadar uzak olursa olsunlar nikâh etmesi ebedî haramdır. Nesebden haram olan bu yedi kadın, süt ve zinâ sebebi ile de haramdırlar. Kayın vâlideyi ve bunun annelerini ve gelini ve üvey kızı ve üvey anneyi nikâh etmek de ebedî haramdır. Dörtten fazla evlenmek ve başkasının zevcesi ile evlenmek câiz değildir. Müslüman erkeğin, ehl-i kitap kadın ile yâni yahudi ve hıristiyan dîninde olup, bir mahlûka ülûhiyyet sıfatı isnâd etmiyen kadını nikâh etmesi câizdir. (Ni'met-i islâm)da diyor ki, (Ehl-i kitabın nikâhında şâhitlerin müslüman olmaları şart değildir. Bir müslüman Kitaplı olan zevcesini kiliseye gitmekten ve evde şarap yapmaktan men edebilir. Hayz ve nifâs sonunda, gusül abdesti almaya cebr edemez. Tesettür etmesi iyi olur. Müslime üzerine kitâbiyye tezevvüc etmek câiz olur.) Başka kâfir kadınla ve mürted olmuş kadınla evlenmesi câiz değildir. Müslüman kadının hiçbir kâfirle evlenmesi câiz değildir. Şî'îlerin, acemlerin yaptıkları (Müt'a nikâhı) [yâni metres tutmak] ve (Muvakkat nikâh) haramdır. Müt'a nikâhı, bir kadına para verip, belli zaman, berâber yaşamaya sözleşmektir.
Nikâhda kadınların sözü mûteberdir. Yâni, âkıl, bâliğ kadının, kendini nikâh etmesi ve başkasının velîsi, vekîli olunca, onu nikâh etmesi veya kendini nikâh etmesi için birini vekîl etmesi yâhut başkasının kendisini bir kimseye nikâh etmiş olduğunu anlayınca, izin vermesi, hep câizdir. [Kadının kendisini tezvîc için, vekîl ettiği kimse, kendisine nikâh edemez. Kadının, kendisini ve başkasını boşamaya hakkı yoktur.] Bâliğa olan bâkire kızı nikâhlamak için zorlamak câiz değildir. Velîsi, belli kıza nikâh yapılması için, bundan izin istemelidir. Cevap vermez veya gülerse, yâhut sessiz ağlarsa, izin sayılır. Duldan izin isteyince ve velîden gayrısı izin isteyince, sözle izin vermeleri lâzımdır. Velînin bâliğ olmayan çocuklarını izin almadan nikâh etmesi câizdir. Velî, baba ve ced değil ise, çocuk bâliğ olunca, nikâhı feshedebilir. Velî, mirası düşen asebelerden en yakın olanıdır. [Erkek velî yok ise], ana ve kadın asebeler de, kızın velîsi olurlar. Bu velîler yoksa, kâdı [hakîm] velî olur. Çocuk ve kâfir, müslümana velî olamaz. Bir kimse, iki tarafın da velîleri veya vekîlleri yâhut birisinin vekîli, diğerinin velîsi veyahut kendine asîl, diğerine vekîl veya velî olabilir. Bu sonuncusu, amcasının küçük kızını kendine nikâh etmek gibidir ki, (Şâhit olunuz! Filancayı kendime nikâh ettim) demesi ile nikâh sahih olur. Kabûl edilmesine lüzûm olmaz. Kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ, neseb ve mevki' ve servet bakımından küfv [denk] olmaları lâzımdır. Sâlih kimsenin kızı bir fâsık ile evlenirse, velîleri bu nikâhları red edebilirler. (İhtiyâr)dan tercüme tamam oldu. Zevc, sonradan fâsık olursa, [meselâ içkiye, uyuşturucuya başlar, top oyununa, yüzmeye dadanıp, avret mahallini açarsa, namazı terk ederse] zevcesi boşanmak isteyemez (Feyziyye).
Âdem aleyhisselâmdan beri yalnız nikâh ibâdeti devam etmiş, kaldırılmamıştır. Her ibâdet gibi, nikâhın da, sahih olması için, nikâh yaparken niyet etmek lâzımdır. Yâni, nikâhlanacakların, Allahü teâlânın emri ile sevgili Peygamberimizin sünnetine uyarak nikâh yapıyorum, diyerek kalbinden geçirmeleri lâzımdır. İslâm nikâhı ile, evlenme memurunun yaptığı evlenme işlerini birbirine karıştırmamalıdır. İslâm nikâhı yapmak, Allahü teâlânın emridir. Evlenme işlemini yaptırmak da, kanûnun emridir. İkisinin ismi de, şartları da başkadır. İslâm nikâhı yapmamak büyük günahtır. Evlenme işlemini yaptırmamak da suçtur. Bu suçu yapan habs olunur. Müslümanın günah işlememesi ve kanûnun suç saydığı şeyden sakınması lâzımdır. Kanûna uymamak, cezâya, zarara sebep olur ve fitneye yol açar. Bunlar ise haramdır. Evlenme işlemi yaptırmak, dînimizde yasak değildir. Kanûn da, islâm nikâhını yasak etmemiştir. Osmanlılar zamanında da, her ikisi yapılırdı. 1298 [m. 1880] senesinde çıkarılan kararnâmede, (Münâkehât ve tevellüdât ve vefiyyât, Belediyeye kayd ettirilecektir) yazılıdır. Evlenmek için şer'î mahkemelerden izin almıyanların nikâhını kıyan imamlara verilecek cezâları bildiren Şûrâyı devlet mazbatası, (Cerîde-i muhâkim)in 2434. sayfasında yazılıdır. Bunun için, şimdi de, evlenmek istiyen müslüman, önce belediyeye giderek kanûnun emrettiği evlenme işlemini yaptırmalı, sonra islâm nikâhını yapmalıdır. İslâm nikâhını imamın, din görevlisinin yapması şart değildir. Din bilgisi olan, namaz kılan, sâlih kimseler yapar. Dinsizler, mezhepsizler, islâm nikâhına; imam nikâhı diyerek alay ediyorlar. Belediye nikâhı yapılınca imam nikâhına lüzûm yok diyorlar. İmâm nikâhı yapmak yasaktır, suçtur diyerek müslümanları aldatıyorlar. Hâlbuki, islâm nikâhı yapmak yasak değildir, suç değildir. Belediyede evlenme işlemi yaptırmamak suçtur. (İslâm nikâhına lüzûm yoktur. Kur'anda yazılı değildir) gibi sözlerle nikâhı inkâr eden, inanmadığı için yapmıyan ve yaptırmayan kâfir olur, îmanı gider. İslâmın beş şartından birini inkâr etmiş gibi olur. Evlenecek erkeğin ve kızın müslüman olmaları lâzımdır. Bu şart, islâm nikâhının sahih olabilmesi için lâzım olan şartların en mühimmidir. Bunun için, nikâh yapmadan önce, şüphe olunan erkeğe ve kıza îmanın altı şartını ve islâmın beş şartını sormalı, bilmiyorlarsa öğretmeli, ezberden okutmalı ve (Kelime-i şehâdet) okumalıdırlar. (Tecdîd-i îman) ettirmeli, bundan sonra nikâh yapmalıdır. Şâhitlerin de, böyle şüphesiz îmanlı olmaları lâzımdır. İslâm nikâhı zevc ile zevce arasında muhabbete, mes'ûd yaşamalarına sebep olur. Evlatlarının ve torunlarının da müslüman ve sâlih olmalarını ve dünyada ve âhırette mes'ûd olmalarını, rahat etmelerini istiyen her müslümanın, nikâha çok önem vermesi lâzımdır.
(Dürr-ül-muhtâr)da, ikinci ciltte, kâfirin nikâhı sonunda diyor ki, kadın, boşanmak için veya böyle düşünmeden mürted olursa, tecdîd-i îman etmesi ve nikâhının tâzelenmesi için, hâkim tarafından, ebedî habs edilerek cebr olunur. Buhârâ âlimleri böyle dedi. Fetvâ da böyledir. Belh âlimleri, kadının mürted olması ve sonra tevbe etmesi ile nikâhı bozulmaz dediler. (Nevâdir) bilgilerine göre ise, mürted olan kadın, Dâr-ül-islâmda da, câriye olur ve Fey denilen mal olur. Zevci bunu imam-ül-müslimînden satın alır veya Beyt-ül-mâldan hakkı var ise, imam bunu zevcine verir. Böylece, zevcinin câriyesi olur. Ömer, erkeklere şarkı söyliyen kadını kamçı ile döğdü. Başörtüsü açıldı dediklerinde, onun hurmeti, izzeti kalmamıştır dedi. Fıkh âlimlerinden kâdı Ebû Bekr bin Ömer Belhî, başı ve kolları açık olarak nehrde çamaşır yıkayan kadınların yanlarından geçti. (İslâmiyetin tesettür emrine önem vermedikleri için), hurmetleri kalmamıştır. Îmanları olduğu şüphelidir. Dâr-ül-harbden esîr alınan kâfir kadınları gibidirler demiştir. [Ebû Bekr Ömer Belhî 559 [m. 1165]de vefât etti.] Yâni, Nevâdir haberlerine göre, câriye olmuşlardır. Fakat, mürted olan zevce için, nevâdir haberlerine göre değil, Belh âlimlerinin sözlerine göre fetvâ vermek iyi olur. Böylece, câriye değil, zevce olur.
İbni Âbidîn diyor ki, Buhârâ âlimlerine göre hareket etmekte meşakkat olduğundan, Belh âlimlerine göre fetvâ verilir. Zevcin, zevcesini emîrden satın alarak veya hakkı varsa isteyerek, zevcesine mâlik olabilmesi için, Nevâdir haberlerine göre fetvâ vermek de iyi olur. Kadının tekrar müslüman olması, kendisini esîrlikten kurtarmaz. Zevc, zevcesini, Dâr-ül-harbde, yâni kâfir memleketlerinde yakalarsa, zâhir haberlerine göre, ona mâlik olur. Yâni câriyesi olur. Satın alması Îcap etmez. Cengîzin ele geçirdiği islâm memleketleri Dâr-ül-harb olmuştu. Dâr-ül-harbde mürted olan kadının, zevcinin mülkü olabilmesi için, Nevâdir haberlerine göre, fetvâ vermeye hâcet yoktur. Hz. Ömerin ve Ebû Bekr bin Ömer Belhînin, mürted olarak Nevâdir haberlerine göre, câriye olduklarını bildirdikleri kadınlar, Dâr-ül-islâmda, kimsenin mülkü, yâni câriyesi olmazlar. Fey olurlar ve Emîrden satın alanın veya Beyt-ül-mâldan hakkı varsa, parasız istiyenin mülkü, yâni câriyesi olurlar. Fakat, Nevâdir haberlerine göre fetvâ, yalnız zevcin, mürted olan zevcesinden ayrılmaması için verilmelidir. Başkaları için, bu fetvâya zarûret yoktur. Nevâdir haberleri zayıftırlar. Zarûret olmadıkca, bunlarla fetvâ verilmez. Bundan başka mürted kadın, Nevâdir haberlerine göre, Dâr-ül-islâmda câriye olacağı için, bunun kollarına, başına bakmanın câiz olması, bunun mülk edilerek vaty edilmesine sebep olmaz. Dâr-ül-islâmdaki genel ev kadınları da, böyle hurmetsiz iseler de, mülk olmazlar. Vatyleri zinâ olur.
Müslüman erkeğin, zevcesinden ve kendi câriyesinden başka, müslüman olsun veya kâfir olsun, bir kadın ile, Dâr-ül-islâmda da, Dâr-ül-harbde de, yâni dünyanın her yerinde, zinâ yapması haramdır, büyük günahtır. Başkasının câriyesinin başına, kollarına, ayaklarına bakmak câiz ise de, bunlarla da zinâ yapmak haramdır. Bugün, dünyanın hiçbir yerinde, dîne uygun câriye de yoktur. Bunun için, (Ebedî mahrem) olan, yâni nikâh ile alması ebedî haram olan onsekiz kadından başka, müslüman olsun kâfir olsun hiçbir kadının, hiçbir yerde, ellerinden ve yüzlerinden başka yerlerine, şehvetsiz de bakmak haramdır. Kadınların yabancı erkeklere görünmeleri, bir arada oturmaları, arkadaşlık etmeleri de haramdır.
(Dürr-ül-muhtâr)da, üçüncü ciltte, müste'min bâbında diyor ki, (Dâr-ül-harbde bulunan müslüman esîrin ve müste'minin kâfir kadınlarının ırzlarına saldırmaları, onlarla zinâ yapmaları câiz değildir.) Zevcesinden ve Dâr-ül-islâmda mâlik olduğu câriyesinden başka kadınla cimâ' helâl değildir. Dâr-ül-islâmda bulunan hiç bir kadın câriye yapılamaz. Dâr-ül-harbdeki kâfir kadınları da, Dâr-ül-islâma getirilmedikce, câriye olamazlar.
(Dürr-ül-muhtâr), kadını boşamağı anlatırken diyor ki, dört mezhebe göre de, sahih olan nikâhdan sonra, bir araya gelmemiş olsalar bile, üç defa boşayan veya bir defa (üç kere boşadım) diyen kimse, bu kadını tekrar nikâh yapabilmesi için, bu kadının başka erkekle nikâhlanarak vaty edilmesi ve bu erkekten boşanması lâzımdır. Buna (Hulle) yapmak denir. Bu ikinci erkeğin, boşanmak şartı ile, bu kadını nikâh etmesi haramdır. Bu erkek, bu kadını boşamaya zorlanamaz. Bu erkeğin, bu kadını boşamak niyeti ile nikâh etmesi, haram olmaz. Hattâ sevap olur. Kadın, erkeğin boşamasından emîn olmaz ise, nikâh yapılırken evvelâ kadının (beni zevceliğe al!) demesi, sonra erkeğin (Seni zevceliğe aldım. Meselâ, üçten fazla cimâ' yaparsam, bâin olarak boş ol!) demesi iyi olur. Yâhut kadının cevap olarak, (Emrim, elimde olmak üzere, kendimi sana tezvîc ettim) diyerek, nikâhdan ve cimâ'dan sonra kendini boşaması câiz olur. Birinci kimsenin ilk nikâhı, dört mezhebe göre de sahih ise, Hulle yapmak şart olur. Fakat meselâ, nikâhda velî bulunmamış ise veya nikâh yerine hibe denilmiş ise yâhut nikâhın iki şâhidi fâsık iseler, üç kere boşadıktan sonra, hulle yapmadan tekrar nikâhlanabilmek için, şâfi'î müftîye mürâce'at olunur. Şâfi'î müftî, şâfi'î mezhebine göre, şartları tamam olmadığı için, nikâhın şimdi ve şimdiden sonrası için bâtıl olacağını, geçmiş zaman için bâtıl olmadığını, bu kadın ile şâfi'î mezhebine göre yeniden nikâh yapmağı bildirir.
İbni Âbidîn buyuruyor ki, fıskı zâhir olan şâhit ile yapılan nikâh ve velînin izin vermediği nikâh, şâfi'î mezhebinde sahih olmaz. Şâfi'î âlimlerinden İbni Hacer-i Mekkî (Tuhfet-ül-muhtaç) kitabında diyor ki, (Hâkim, hulleyi iskat etmek için, evvelki nikâhın bâtıl olacağına karar vermez. İkisinin arasını ayırır. Fakat, müftîye, hâkime gitmeyip, kendileri, şâfi'îyi taklîd ederek, yeniden nikâh yapmaları câiz olur.) İbni Kâsım Tuhfenin hâşiyesinde diyor ki, (Şâfi'îyi taklîd ederek yeniden nikâh yapar. Hulle lâzım olmaz.) Birinci nikâhın geçmişte sahih olması, bir hanefînin niyet etmiyerek abdest alıp, öğleyi kılması ve ikindiden sonra, şâfi'î olmasına benzemektedir. Bunun öğle namazı sahihdir. İkindi namazı için ise, niyet ederek yeniden abdest alması lâzımdır. Talâk sayısının en çoğu üçtür. Üçten fazla söylenen sayı, üç demektir. Meselâ, dokuz kere boş ol demek, üç kere boş ol demektir.
(Emâlî kasîdesi) şerhlerinde diyor ki, (Sarhoş iken, bilmiyerek küfre sebep olan birşey söyleyenin îmanı gitmez. Mürted olmaz. Sarhoş iken, zevcesini boşaması, bey' ve şirâ yapması sahih olur.) Zevcesine, seni üç kere boşadım diyen kimse, mürted iken söylemiş veya yazmış ise, tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikâh yapar. Çünkü, mürted olurken nikâhı da bozulur. Nikâhı olmıyanın talâkı sahih olmaz. Zevcesine üç talâk veren müslümanın, nikâhı vaktîle kendi mezhebinin şartlarına uygun yapılmamış ise, bu talâkı sahih olmaz. Yeniden, şartlarına uygun nikâh yapması ve tevbe etmeleri lâzım olur. Nikâhı kendi mezhebine uygun, fakat diğer üç mezhepten birine uygun olmamış ise, o mezhebi taklîd ederek yeniden nikâh yapar. Hulle yaptırmaktan kurtulmak için, bu üç çâreden birine baş vurmaya (Hîle-i şer'ıyye) yapmak denir.
Allahü teâlâ, talâk kelimesini söylemeye izin verdiği hâlde, söylenmesini hiç beğenmez. Sonu pişmanlık olan bu sözü şaka ile söylemek, keskin kılınç ile oynamaya benzer. Evlilik saadetini yıkan bu zararlı sözü dillerine almamaları için, Allahü teâlâ, erkeklere hulle yaptırmak belâsını, sıkıntısını verdi. Erkek, hulle yaptırmak azâbını düşünerek, talâk lâfını ağzına alamaz.
[Boşanan kadına babasının, babası yoksa, ebedî mahrem akrabâsından zengin olanın bakması lâzımdır. Bakmazlarsa, hükümet bunlardan zor ile alıp, kadına verir. Akrabâsı yoksa, kadına her ay Beyt-ül-mâldan maaş verilir. İslâmiyette hiçbir kadın çalışıp kazanmaya mecbûr bırakılmamıştır. Bütün ihtiyaçları onun ayağına gelmektedir.]
(Ni'met-i islâm) kitabı sonunda diyor ki, efendisinden çocuğu olan câriyeye (Ümm-i veled) denir. Ümm-i veled satılamaz ve hibe olunamaz. Efendisi vefât edince âzâd olur ise de, zevce gibi vâris olamaz. Oğlu ise vâris ve hür olur. Bir câriye, efendisinin izni ile nikâh olunabilir. Zevcinden hâsıl olan çocuk, efendisinin mülkü olur. Fakat, efendi bunu satamaz. Efendi vefât edince, anası ile birlikte âzâd olurlar. Evlatlık yapılan çocuk, o kimsenin öz veledi olmaz. Mahremi, akrabâsı olmaz. Nafakası ona âid olmaz. Çocuk erkek ise, bıraktığı zevcesini, kız ise, kendisini nikâh ile alabilir. Evlatlıkları, o kimseye vâris olamazlar. Süt çocukları da, vâris olamazlar ise de, mahrem olurlar.
SÜT KARDEŞLİK
Türkçe (Ni'met-i islâm) kitabında diyor ki: İki veya ikibuçuk yaşından küçük çocuğun, bir kadından, bir kere, süt emmesine (Rıdâ') denir. Bu kadın, çocuğun süt annesi ve bu kadının zevci de, bu çocuğun süt babası olurlar. Bu çocuk, bunlar ile ve bunların neseb ve ridâ'dan olan mahremleri ile ebedî evlenemez. Kendinin nesebden [soydan] mahremlerine baktığı gibi, bunlara da bakabilir. Fakat, birbirlerine vâris olamazlar. Sütünü emzikten emerse de, rıdâ' olur. Kaşık ile, ağızdan, burnundan akıtılınca da, sütün sahibi olan kadın, yine süt annesi olur. Maksat, sütün mi'deye inmesidir. İki yaşından küçük iki çocuk, aynı kadından süt emince, süt kardeşi olurlar. Birbirleri ile evlenemezler. Bir çocuk, bir kadının sütünü emince, bu sütün hâsıl olmasına sebep olan adam, bu çocuğun süt babası olduğu gibi, bu adamın babası da, süt dedesi, anası da, süt ninesi, kardeşleri de süt amca ve süt halası olurlar. Süt annenin, bu rıdâ'dan evvel veya sonra, başka erkekten de, nesebden veya rıdâ'dan hâsıl olan çocukları ve süt babanın, başka kadınlardan hâsıl olmuş ve olacak, nesebden ve rıdâ'dan çocuklarının hepsi, bu çocuğun süt kardeşleri olurlar. Bu çocuk, bu süt kardeşlerinin hiçbiri ile evlenemez. Fakat, bunlardan herbiri, bunun nesebden kardeşi ile evlenebilirler. Bir adamın iki zevcesi olup, ikisi de, bundan çocuk getirmiş iken, birer çocuk emzirseler, emzirdikleri çocuklar, babadan süt kardeş olup, birbiri ile evlenemezler. İkisi de kız ise, bir kimse, ikisi ile birlikte evli olamaz. Rıdâ'da (Hurmet-i müsâhere) dahî olur. Bunun için, kişiye süt oğlunun boşadığı zevcesi ile veya süt anaya, süt kızının zevci ile nikâhlanması ebedî haram olur. Bir kimse, zevcesinin süt kızına da, şehvet ile dokunsa, hurmet hâsıl olup, zevcesi boş olur. Zinâdan olan ridâ' da, nikâhdan olan rıdâ' gibidir. (Süt aşağı akar, yukarı akmaz) sözü, islâmiyete uygun değildir. Aynı memeden emmemiş olan oğlan ile kız, birbiri ile evlenebilir. Buna misâl olarak, bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin hemşîresi ile evlenmenin câiz olduğu yukarıda bildirilmişti. Yabancı iki kadın birbirinin çocuklarını emzirdikten sonra, bu kadınlardan birinin oğlu, diğerinin kızı hâsıl olsa, bunlar tek bir memeden emmez ise, ikisi birbiri ile evlenebilir. Oğlan, kendi anasından emen süt kardeşlerinin hemşîresini almış olur. Süt annenin ve zevcenin, nesebden ve rıdâ'dan olan akrabâsının hepsinin, süt çocuğunun akrabâsı olduklarını yukarıda bildirmiştik. Süt çocuğun akrabâsı, süt annesinin ve zevcinin akrabâsı değildirler. Süt annenin erkek kardeşi, süt çocuğunun nesebden hemşîresi ile evlenebilir.
Bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin anası ile yâhut süt çocuğunun nesebden kardeşi ile evlenmesi helâldir. Hâlbuki, bir kimsenin, nesebden olan babadan kardeşinin anası ile, yâni üvey annesi ile veya çocuğunun babadan kardeşi ile, yâni üvey çocuğu ile evlenmesi ebedî haramdır.
İki kimse arasında rıdâ' bulunduğunu isbât etmek, birisinde alacağı mal olduğunu isbât etmek gibidir. Yâni, (İkrâr) etmekle veya (Beyyine) ile anlaşılır. İkrâr, erkeğin (Sen benim süt kardeşimsin!) diye haber vermesidir. Erkek ikrâr edince, nikâhları bozulur. Zevcesi ikrâr edince, zevcin tasdik etmesi lâzımdır. Bir kadın, bu ikisi, benim süt çocuklarımdır dese, ikrâr olmaz. Zevc tasdik etmezse, evlenmeleri câiz olur. Beyyine âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhit demektir. İki kadının veya bir erkek ile bir kadının şâhit olmaları, beyyine olmaz. Rıdâ' bulunduğunu bildiren beyyineyi kabûl etmezlerse, mahkemede isbât edilmesi ve hâkimin kararı ile ayrılmaları lâzım olur.
Kadınlar, zarûret olmadıkca, başkasının çocuğunu emzirmemelidir. Emzirdiği çocuğu ezberlemeli, ismini yazmalıdır.
İki kadının sütleri karıştırılıp, bir çocuğa verilirse, ikisi de süt annesi olur. Suya ve ilâca veya hayvan sütüne karıştırılınca, yarıdan az ise, süt annesi olmaz. Yemek ile karışık ise, hiçbir zaman süt annesi olmaz. Kadın sütü, yoğurt, peynir yapılsa, bunu yiyen, süt çocuğu olmaz. Ağız ve burundan başka yoldan verilen süt ile, süt annesi olmaz. [Çocuğu, mama yiyecek hâle gelinciye kadar, emzirmek vâcib, bundan sonra, iki yaşına kadar müstehab, ikibuçuk yaşına kadar ise, câizdir (İbni Âbidîn).] İki buçuk yaşından büyük çocuğu zarûret olmadan emzirmek haramdır.
Zinâdan çocuğu olan kadını, rıdâ' için kiralamanın ve müslüman olmıyan kadını kiralamanın zararı yoktur. (Zararı yoktur) denilen şeyi yapmamak daha iyidir.
Dokuz yaşına gelmiş bekâr kızda süt hâsıl olursa, emzirdiği çocuk, süt oğlu olur.
Bir kadın, üç yaşındaki oğlanı ve bir yaşındaki kızı emzirse, bu iki çocuk birbiri ile evlenebilir. Bir kimse, süt hemşîresinin kızını alamadığı gibi, süt hemşîresinin süt kızını da alamaz.
Kendi anasından olan süt kardeşinin anasını almak câizdir.
Anasının süt kardeşini almak câiz değildir.
Oğlunun süt anasını almak câizdir. Amca kızını almak câiz olduğu gibi, amcasının süt kızını almak da câizdir.
Nesebden kardeşinin süt anasını ve süt hemşîresini alabilir.
Bir kimse, anasının anasını emzirmiş olan kadını alamaz.
Hemşîresinin kızını emziren kadının kızını alabilir.
Süt ananın hemşîresini almak câiz değildir.
Oğlunun süt anasının kızını almak câizdir.
Süt kardeşinin süt kızını almak câiz değildir.
Birâderinin veya hemşîresinin süt kızını alamaz.
Süt oğlunun veya süt kızının hemşîresini alabilir.
Bir kadını, süt babasının diğer zevcesinden olan oğlu alamaz.
Bir kadını, süt anasının, süt kendinden olmıyan diğer zevcinin birâderi alabilir.
Anasının veya hemşîresinin emzirmiş olduğu çocuğun hemşîresini ve süt hemşîresini alabilir. Hanefîde, bir yudum emen iki çocuk süt kardeş olurlar. Şâfi'îde, süt kardeş olmak için, doyuncıya kadar beş kere emmeleri lâzımdır.
158 - Kâfirin, mürtedin yemini mûteber değildir.
Ey müslüman! Oğlun dînini öğrendikten ve namaza başladıktan sonra, onu bir sanata ver veya ticârete alıştır! Sanat ve ticâret öğrenmesi için, müslüman, namazını kılan, edebli, ahlâklı bir usta yanına gönder! Oğlunun çok zengin olmasını değil, edebli, iyi huylu, namazını kılar ve haramdan kaçar olmasını düşün ve temennî et! Dînimiz sanat ve ticâreti emrettiği gibi, şimdi bütün dünya milletleri de, bu ikisine çok önem veriyor ve bu yolda çocuklarını çekirdekten yetiştiriyorlar. Avukatlık, eczâcılık, her nev' ihtiyaç eşyasını yapmak, birer sanattır. Sen de, sanat ve ticâret hakkındaki, islâmiyetin emirlerini oğluna öğret ki, harama düşmesin!
KOMŞU FASLI
159 - Ey Oğul! Komşunu gördüğün zaman, hâl ve hâtırını sor! Hasta olunca ziyâretine git. Komşunun evine gidince, izin almadan içeriye girme! Elinden gelirse, komşunun ihtiyacına yardım eyle! Komşuların hakkı çok mühimdir. Zîrâ Peygamberimiz buyurdu ki, (Komşunun miras gibi hakkı vardır, o da komşuluk hakkıdır. Eğer müslüman ise, sende iki hakkı vardır: Biri komşu hakkı, biri de müslüman hakkı.)
Komşunun yiyeceği yok iken, sen elindeki yemeyi yiyemezsin. Zîrâ onun, senin elindeki yemekte dahî hakkı vardır. Her yemek yidiğin zaman, düşünmen lâzımdır ki, acaba komşularımdan yiyecek yemeyi olmıyan var mıdır?
Her müslümanın, bilhâssa yeni evlilerin, müslüman mahallesinde, ehl-i sünnet olan ve haramlardan sakınan, ibâdetlerini yapan sâlih müslümanlar arasında ev araması lâzımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) Bir hadis-i şerifte, (Komşuya hurmet etmek, ana-babaya hurmet etmek gibi lâzımdır) buyuruldu. Komşuya hurmet onunla iyi geçinmektir. Onu incitecek söz ve hareketlerde bulunmamaktır. Her taraftan birer, ikişer ve nihâyet kırk ev, komşuluk hakkına mâlik olur. Komşunun mal, mülk hakları, (Mecelle)nin 1192.ci ve sonraki maddelerinde yazılıdır.