27 Mart 2012

İSLAM DİNİNDE BİLMEMİZ GEREKEN ZARURETLER

TEVHÎD FASLI
 
[Osmanlı devleti âlimlerinden Kâdı-zade Ahmed bin Muhammed Emîn efendi, îmanın altı şartını bildiren (Âmentü billâhi...)yi türkçe olarak şerh etmiş, böylece ikiyüzelli sayfalık bir kitap meydana gelmiştir. Bu kitaba (Ferâid-ül-fevâid) ismini vermiştir. Büyük velî, derin âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi bu kitabın ve diğer eseri olan (Birgivî vasıyyetnâmesi şerhi)nin çok kıymetli olduklarını söyler, gençlere tavsiye buyururdu. Kâdı-zade Ahmed efendi 1197 [m. 1783] de İstanbulda vefât etmiştir. Bu kitabında diyor ki, Allahü teâlânın (Sıfât-i zâtiyye)si altıdır. Bunlara, (Sıfât-i vücûdiyye) ve (Ülûhiyyet sıfatları) da denir. Bu sıfatlar, Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının evveli, başlangıcı olmamak), Beka (varlığının âhırı, sonu olmamak), Vahdâniyyet (nazîri ve şerîki olmamak), Kıyâm-ı binefsihî (mekâna muhtaç olmamak. Madde, mekân yok iken o vardı), Muhâlefetü lilhavâdis (mahlûklara, hiçbirşeye benzememek)dir. Allahü teâlânın (Sıfât-ı sübûtiyye)si sekizdir. Bunlara, (Sıfât-i hakikiyye) de denir. Bu sıfatlar, Hayat (diri olmaktır), İlm (bilici olmaktır), Sem' (işitici olmaktır), Basar (Görücü olmaktır), Kudret (güçlü olmaktır), İrâdet (dilemesi olmaktır), Kelâm (söylemesi olmaktır), Tekvîn (yaratıcı olmaktır.) Âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki; herşeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Fakat, sebeplerin, vâsıtaların, Onun yaratmasına hiç te'sîrleri yoktur. Vâsıtasız mâliktir. Ondan başka yaratıcı yoktur. Bütün varlıkları yoktan var etti. İnsanların ve hayvanların hareketlerini, sükûnlarını, düşüncelerini, hastalıklarını, şifâlarını, hayrlarını, şerlerini, faydalarını, zararlarını yaratan yalnız Odur. İnsan, kendi hareketlerini, düşüncelerini, hiçbirşeyi yaratamaz. İnsanın düşüncelerini, hareketlerini, keşflerini, buluşlarını hep o îcâd etmekte, yaratmaktadır. Ondan başkasına yaratıcı demek, câhilce, bâtıl bir sözdür. Allahü teâlânın sıfât-i sübûtiyyesi de, sıfât-i zâtiyyesi gibi kadîmdirler. Bu sıfatları da, zâtından ayrılmazlar. Yâni sıfatları zâtının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.]
Tevhîd, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlüllah) demektir. Mânası şudur: (Hak teâlâ hazretleri birdir, şerîki ve benzeri yoktur ve Muhammed aleyhisselâm sevgili kulu ve hak Peygamberidir.) Peygamberimiz buyurdu ki: (Bir kimse, kelime-i tevhîdi dese, Hak teâlâ hazretleri ile o kelime arasından perdeler kalkar ve kelime, doğrudan doğruya Allahü teâlâ hazretlerine gider. Allahü teâlâ buyurur ki, ey kelime, dur! Kelime der ki, beni söyleyen kulu affetmeyince duramam. Hak teâlâ hazretleri, o zaman buyurur ki, izzetim, celâlim, kudretim, kemâlim hakkı için beni zikreden kulumu affettim.)
87 - Bu kelime-i tevhîdi söyleyen kulu kıyâmet gününde melekler ziyâret ederler. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen, (Yâ Mûsâ! Kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen, kelime-i tevhîdi çok söyle) buyurdu. Bu kelime-i tevhîdi dilinle söyleyip kalbinle şüphe etme! Aksi takdîrde, ebedî olarak Cehennemde kalırsın.
Mûsâ aleyhisselâm dedi ki, yâ Rabbî, bir kulun, dili ile kelime-i tevhîdi söyleyip, kalbi ile şüphe etse, sen ona nasıl bir cezâ verirsin? Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Ben onu dâimî olarak Cehennemlik yaparım. O kimseye ne Peygamber, ne Velî, ne Şehit ve ne de Meleklerden şefaat eden olmaz.)
88 - Bu kelime-i tevhîdi çok zikreyle! Zîrâ Mûsâ aleyhisselâm cenâb-ı Hakka sordu. Yâ Rabbî! Bir kulun kelime-i tevhîdi söylese, sen o kula ne ecr verirsin? Allahü teâlâ hazretleri cevabında meâlen, (Ben o kulumdan râzı olup, Cennet ve cemâlimle onu mesrûr eylerim) buyurdu.
İşte bu kelime-i tevhîd söyleyen kimseye, Hak teâlânın vereceği in'âm ve ihsânı Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Kelime-i tevhîd söyleyince, Arş-ı âlâ titrer. Resûlullah buyurdu ki: (Hak teâlâ hazretleri bir direk yaratmıştır. Kelime-i tevhîdden bu direk de titrer ve Arşı titretir. Arş titreyince, Hak teâlâ hazretleri Arşa, sâkin ol emrini verir ve Arşın mukabelesiyle yine o kelime-i tevhîdi söyliyen kimse afv-ı ilâhîye mazhar olur.)
Resûlullah buyurdu ki: (Her kim cân-ü gönülden, hâlisen, muhlisen bir kere kelime-i tevhîd söylese, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i âlâda dörtbin derece ihsân eder ve dörtbin günahını bağışlar.) Eshâb-ı kirâm sordular, yâ Resûlallah ! O kimsenin dörtbin günahı olmazsa? Resûlullah buyurdu ki, (Ehlinin, evladının ve akrabâ ve teallukâtının günahlarından bağışlanır.)
89 - Kelime-i tevhîdi dilinle çok söyle! Bütün günahlardan ağır gelir. Resûlullah buyurdu ki: (Mahşer günü bir kişi gelecek, doksandokuz defteri olup, her bir defterin sathı göz gördüğü kadar geniştir. Hiç birinde iyiliği olmayıp, yalnız bir parmak kadar, o kimsenin dünyada söylediği kelime-i tevhîd bulunur. O doksandokuz defter terâzînin bir kefesine ve bir kelime-i tevhîdi diğer kefesine koyarlar. Kelime-i tevhîd tarafı ağır gelir.)
90 - Kelime-i tevhîdin sevap hâssası çoktur.
Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretleri [971-1034 Hindistândadır] (Mektûbât) kitabının ikinci cildinin otuzyedinci mektûbunda Kelime-i tevhîdin fazîletini uzun bildirmektedir. Bu mektûbun fârisîden türkçeye tercümesi (Se'âdet-i Ebediyye) ilmihâl kitabında mevcuttur.
ALLAH RIZÂSI
 
91 - Ey Oğul! Eğer Hak teâlâ hazretlerinin rızasını bulmak istersen bununla amel eyle! Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Benim için ne amel işledin?) Mûsâ aleyhisselâm: Yâ Rabbî, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, tesbîh okudum, sadaka verdim. Hak teâlâ buyurdu ki, (Bunların hepsi senin içindir. Namaz kılarsan Cennet veririm, oruç tutarsan sana kabir ve sıratta nûr olur. Tesbîh okursan Cennet-i âlâda senin için ağaç dikilir, sadaka verirsen, üzerine gelecek kaza ve belâ def' ve ref' olur. Yâ Mûsâ, benim için ne amel yaptın?) Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbî, senin için ne amel yapmak gerekir? Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki, (Benim için amel, dostumu dost ve düşmanımı düşman tanımaktır.) Allahü teâlânın en beğendiği ibâdet, müslümanları sevmek, kâfirlere düşman olmaktır. Buna, (Hubb-i fillah ve buğd-ı fillah) denir.
92 - Sultan-ı Enbiyâ buyurdu ki, (Bir kimse, bir günah yapmak istese ve sonra Allahdan korkup onu terk eylese, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder.) Öyle günahlar ki, haram yimek, fâiz yimek, [karısını, kızını açık gezdirmek, sinema ve televizyonda, müslümanlıkla alay eden, ahlâkı bozan oyunları seyr etmek], harama bakmak, zinâ, livâta, içki içmek, adam öldürmek, Allahü teâlâya şirk eylemek gibi... Bunların hepsi günah-ı kebâirdir.
93 - Bir kişinin sa'îd olmasının nişânı şudur: Hak teâlâ hazretlerinin kaza ve kaderine râzı olur. Fena adam olmanın da nişânı şudur: Kaza ve kadere râzı olmayıp, bir musîbet geldiği zaman, çağırır, bağırır, çok ağlar, sızlar.
94 - Allahü teâlâ hazretlerinin huzurunda mutî'lerden olmayı istersen, her işte inşâallah de! Resûlullah buyurdu ki, (İnsanlar için bundan daha fazîletli mutî'lik yoktur.)
Bir kimse ile bir şey kararlaştırırken inşâallah deyip, sonradan o işi yerine getiremezsen yalancı olmamış olursun.
95 - Üç yerde gönlünü hazırla ki, üzerine rahmet kapısı açılsın:
1- Kur'an-ı kerim okunurken,
2- Zikrolunurken,
3- Namaz kılarken.
Ârif olan kimsenin nişânı, sükût etmesi fikir ola. Baktığı ibret ola ve dilediği tâat ola.
96 - Şeyh Zünnûn-i Mısrî [245 de Mısrda vefât etti.] der ki, karnı yemekle dolu olanın gönlünde hikmet tutunamaz. Günahtan sakınan kimseye ne mutlu! Bu da vücûdun fazla beslenmemesiyle olur. Hak teâlâyı zikretmek, insanı Allahü teâlâya yaklaştırır.
Hak teâlâ hazretlerinden korkmamanın alâmetleri şunlardır:
1- Niyet zayıflığı.
2- Kibrli olmak.
3- Ölümü yakın bilmeyip, tûl-i emele saplanmak.
4- Hak teâlâ hazretlerinin rızasını terk edip, halkın isteğini yapmak.
5- Sünneti bırakıp, bid'at işlemek.
6- Günahını az görmektir. Ne mutlu o kimseye ki, bu altı şeyden hiçbiri kendisinde bulunmaz. Şiir:
 
        Mihneti zevk etmektedir âlemde hüner,
        gam-u şâdiyyi kader, böyle gelir, böyle gider.

 
HAMD ETMEK FAZÎLETİ
 
97 - Birgün İbrâhîm aleyhisselâm buyurdu ki: (Elhamdü lillâhi kable külli ehad, vel hamdü lillahi ba'de külli ehad, el hamdü lillâhi alâ külli hâl.)
Hak teâlâ hazretleri buyurdu: (Yâ Cebrâîl! Benim dostuma benden selâm söyle! O üç kelâmı üç defa söyledi, ben azîmüşşân da, kırk defa kabûl olunmuş nâfile hac sevabını kendisine verdim. Her kim bu duâyı okursa, aynı sevabı kendisine ihsân ederim.) Hz. Enesin duâsı: (Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihi şey'ün fil Erdı ve lâ fissemâ' ve hüvessemî'ul alîm.) Bu duâ sabah ve akşam üç kere, Besmele ile okunur. Bununla birçok belâlardan kendisini muhâfaza etmiş olur.
98 - Aksırdığın zaman, (El hamdülillah) de! Resûlullah buyurdu ki, (Bir insan aksırdığı zaman “El hamdülillah” derse, Hak teâlâ o kimseyi yetmiş türlü belâdan muhâfaza eyler. Bir kimse, dört kelimeyi yüz kere sabah ve yüz kere de akşam okursa, o kimseden sevgili bir zat Hak huzurunda olamaz.) Bunu Sultan-ı Enbiyâ böyle buyurmuşlardı. O dört kelime şudur: (Sübhânellâhi velhamdü lillahi ve lâilahe illallahü vallahü ekber.)
Yine çok büyük fazîlet ve derecelere vesîle olan ve cenâb-ı Hak huzurunda çok kıymetli bir tesbîh (Sübhânellahi ve bi hamdihi sübhânellahil azîm)dir. Bunu günde yüz kere okumalıdır.
ÎMAN DUÂSI
 
Muhammed Tirmüzîden [209-279] rivayet olunur ki, her kim sabah namazının, sünneti ile farzı arasında şu duâyı sessizce okursa, îmanla ruhunu teslim eder: (Yâ hayyü yâ kayyûm yâ zel celâl-i vel ikrâm. Allahümme innî es'elüke en tuhyiye kalbî bi nûri marifetike ebeden yâ Allah, yâ Allah, yâ Allah celle celâlüh.) 395. sayfaya bakınız!
99 - Resûlullah buyurdu ki: (Ey ümmet-ü eshâbım, sizler sabahları kalkarken şu duâyı okuyun: Sübhânellahi ve bihamdihi sübhânellahil azîm.) Bu duâ, okuyanın o günkü günahlarına kefaret olur.
Yine buyurdu ki, (Her kim bu duâyı günde on kere okursa, Hak teâlâ o kimseye kırkbin sevap ihsân eder: Eşhedü en lâilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke lehû ilâhen vâhiden sameden lem yettehiz sâhibeten velâ veleden velem yekün lehû küfüven ehad.)
100 - Sultan-ı Enbiyâ buyurdu ki, (Bulunduğunuz toplantıdan kalktığınız zaman, bu duâyı okuyun:“Sübhânek-allahümme ve bi hamdike, eşhedü en lâilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke ve estağfirüke ve etûbü ileyke.” O meclisteki günahlar affolunur.)
Kalbini öldürmemek için şu duâyı oku! Çünkü, bu duâ, Resûlullahın tavsiye eylediği bir duâdır. (Yâ hayyü yâ kayyûm yâ bedîassemâvâti vel erdı yâ zel celâli vel ikrâm, yâ lâilâhe illâ ente-es'elüke en tuhyiye kalbî bi-nûri marifetike yâ Allahü yâ Allahü yâ Allah celle celâlüh.)
Sultan-ı Enbiyânın ölüm zamanında dahî okuduğu duâ:
“Sübhânellahi ve bi hamdihi estağfirullahe ve etûbü ileyh.”
Sokağa ve pazara çıkınca okunacak duâ: (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü yühyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.)
101 - Yimek âdâbı:
(Fetâvâyi Hindiyye)de, beşinci ciltte diyor ki, yimeye başlarken ve bittikten sonra elleri yıkamak sünnettir. Başlarken (Bismillâhirrahmânirrahîm) demek ve sonunda (Elhamdülillah) demek sünnettir. Sağ el ile yimek, sağ el ile içmek sünnettir. Cünüb olan erkek ve kadının ellerini ve ağzını yıkamadan evvel yimesi ve içmesi mekruhtur. Hayzlı kadın için mekruh değildir. Kaynar şey yimemeli, yemeyi koklamamalı ve içine üflememelidir. Yolda yürürken yimek ve içmek mekruhtur. Başı açık yimek câizdir. Açlıktan ölecek kimsenin leş yimesi câizdir. Leş bulamazsa ve birisi, (Elimi kes yi!) veya (Benden bir parça kes yi!) dese kesmesi, yimesi câiz olmaz. Kendi uzvundan et kesip yimesi de câiz olmaz. Bir kimseye birşeyi kaça aldın deseler, beş liraya dese, hâlbuki on liraya almış olsa, yalan söylemiş olmaz. Kokmuş et yimek haramdır. Kokmuş yağ, süt yimek haram değildir. Yemek ekşise, koksa necis olmaz. Fakat yimesi haram olur. Ağac altına düşmüş meyvaları, yerden alıp yimek sahibinin helâl ettiği bilinirse helâl olur. Nehr üzerinde sürüklenen meyvaları alıp yimek helâl olur. Fakir, zenginin verdiği sadakadan, zengine hediye etse, alması câiz olur.
Habîb-i kibriyâ buyurdular ki: (Yemekten sonra bu duâyı okuyan kimsenin günahları affolunur: “El hamdülillâhillezî et'amenâ hâzet-taâme ve rezekanâ min gayri havlin minnâ ve lâ kuvvete”.)
İstiğfarların büyüğü:
Habîb-i kibriyâ buyurdu ki, (Bu duâyı okuyan kimse, duâyı sabahleyin okursa ve akşama kadar ölürse, şehit derecesine vâsıl olarak ölür. Akşamleyin okursa, yine sabaha kadar ölürse, aynı şekilde aynı dereceye ulaşır. Duâ şudur: Allahümme ente rabbî lâilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vaadike mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü ebûü leke bi-ni'metike aleyye ve ebûü bi zenbî fağfirlî zünûbî feinnehû lâ yağfirüzzünûbe illâ ente. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn.)
Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Her kim, günde yirmibeş defa bu duâyı okursa, Hak teâlâ, o şahsı âbidler zümresinden yazar.) Duâ şudur: “Allahümmagfir lî ve li- vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil mü'minîne vel mü'minât vel müslimîne vel müslimât el ahyâ-i minhüm vel emvât bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn.” Bu duâ (Se'âdet-i Ebediyye) 1037.ci sayfasında de yazılıdır.
TECDÎD-İ ÎMAN DUÂSI
 
Yâ Rabbî! Hîn-i bülûgumdan bu âna gelinceye kadar, islâm düşmanlarına ve bid'at ehline aldanarak, edindiğim yanlış, bozuk îtikatlarıma ve bid'at, fısk olan söylediklerime, dinlediklerime, gördüklerime ve işlediklerime nâdim oldum, pişman oldum, bir daha böyle yanlış inanmamaya ve yapmamaya azm, cezm ve kasteyledim. Peygamberlerin evveli Âdem aleyhisselâm ve âhiri bizim sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır. Bu iki Peygambere ve ikisi arasında gelmiş geçmiş Peygamberlerin cümlesine îman ettim. Hepsi haktır, sâdıktır. Bildirdikleri doğrudur. Âmentü billah ve bi-mâ câe min indillah, alâ murâdillah, ve âmentü bi-Resûlillah ve bi-mâ câe min indi Resûlillah alâ murâd-i Resûlillah, âmentü billâhi ve Melâiketihi ve kütübihi ve Rüsülihi velyevmil-âhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh.
102 - Resûlullah her yeni elbise giydiği zaman bu duâyı okurdu: (Elhamdü lillâhillezî kesânî mâ ûriye bihi avretî.)
[Büyük İslâm âlimi, 14.  hicrî asrın müceddidi, Seyyid Abdülhakîm Efendi İstanbulun çeşidli câmilerindeki vaazlarında ve Medreset-ül-mütehassısîndeki ve Vefâ lisesindeki derslerinde ve husûsî sohbetlerinde, (Temiz ve yeni elbise giyiniz! Mevkı' ve hürmet sahibi olan kimseler gibi giyininiz! Helâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbetleri lüzûmu kadar kullanınız! Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle islâmın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız! Çeşidli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedeninizi, nefslerinizi rahat ve hoş tutunuz!) buyururdu. Seyyid Abdülhakîm efendinin bu tavsiyeleri, Muhammed bin Süleymân-ı Bağdâdînin (Hadîkat-ün-nediyye) kitabında da uzun yazılıdır. Bu kitap, arabî olup, 1397 [m. 1977] senesinde, İstanbulda ofset yolu ile bastırılmıştır.]
İHLÂS SÛRESİNİ OKUMANIN FAZÎLETİ
 
103 - Ey Oğul! Sûre-i ihlâsı çok oku! Peygamberimiz buyurdu ki,(Kıyâmet gününde, bir çağırıcı çağırır ve der ki, Hak teâlâ hazretlerini zikredenler ve ihlâs sûresini çok okuyanlar gelsinler. Cennetteki makamlarına vâsıl olsunlar.)
Bu sûre-i şerifeyi Besmele ile bin kere okuyan diş ağrısı görmez olur.
Tenbîh: Hz. Ali diyor ki: Peygamberimiz buyurdu ki, (Bir meclisin, yâni bir dersin, bir kitabın, Kur'an-ı kerim okumanın sonunda Sübhâne Rabbike Rabbil izzeti ammâ yasifûn âyetini, sonuna kadar okuyana kıyâmette çok sevap verilir.) Dinde derinleşmemiş birkaç kişinin, tercüme sûretiyle yazdığı kitaba, akılları ile de ilâveler yaparak müslümanları şaşırttıkları ve çok günaha girdikleri görülmektedir. Meselâ, (Sübhâne Rabbike) yerine (Sübhâne Rabbinâ) demek daha iyidir diyorlar. Zîrâ duâ olarak okunduğu için (Bizim Rabbimiz) diyerek cemaati de karıştırmalıdır, diyorlar. Bunlar çok aldanıyor. Çünkü, (Sübhâne Rabbike) âyet-i kerimesi duâ değildir, tesbîhdir. Peygamberimiz bu âyeti okuyunuz diyor, değiştiriniz demiyor. Ebû Bekr-i Sıddîk diyor ki, (Peygamberimizin bir hatâsını bütün ibâdetlerime değişirim.) Mukarreblerin, yâni Allahü teâlânın sevdiği insanların hatâsı, ebrârın, yâni iyi insanların hasenâtından kıymetlidir. Bunlar, hâşâ, âyet-i kerimeyi düzeltmek, daha iyi yapmak mı istiyorlar? Kur'an-ı kerimdeki bir kef harfi, bütün ibâdetlerden daha kıymetlidir. Bunu değiştirmek küfre bile sebep olur.
Bu âyet-i kerimeyi değiştirerek okuyanlara, din âlimlerinin verdikleri cevaplar (Se'âdet-i Ebediyye) kitabında yazılıdır.
104 - Her sabah Haşr sûresinin sonunda olan ve (Hüvellâhüllezî) ile başlayan üç âyeti okumak da büyük sevap kazandırır ve eğer akşama kadar ölürse, şehit derecesi ile ölür.
105 - Amme sûresini güneş doğarken okuyan kimse, bütün âfetlerden emîn olur.
[Hakîkî islâm âlimi, büyük velî, Abdüllah-i Dehlevî, doksanıncı mektûbunun sonunda buyuruyor ki, (Peygamberimizin bildirdiği âyet-i kerimeleri ve duâları, belli vakitlerinde okumalıdır. Bunlar ve nâfile namazlar, ihlâs ile, huzur-ı kalb ile okunmazsa, sahih olmazlar, faydaları olmaz. Bunun için, bizler, farzlardan ve müekked sünnetlerden başka hiçbirşey okumayıp, nâfile ibâdet yapmayıp, önce her an Allahımızı zikrederek ve haramlardan ictinâb ederek, kalblerimizi ve ahlâkımızı temizlemeye çalışmalıyız!) Yetmişbirinci mektûbda diyor ki, (Zamanımızda, her yeri küfür, fısk ve bid'at kapladı. Bu zamanda, Allahü teâlânın, her an hazır ve nâzır olduğunu kalbe yerleştirmek çok güçleşti. Fakat, kalb hastalığından kurtulmaya yine çalışmak lâzımdır. Bir kuş, semaya çıkmak için uçarda, semaya kavuşamazsa da, diğerlerinden yüksek olur ve kedilerin şerrinden âzâd olur.) Onikinci sayfaya bakınız! Abdüllah-i Dehlevî, Hâlid-i Bağdâdînin mürşididir. 1240 [m. 1824] de Delhide vefât etti.]
SALEVÂT FASLI
 
106 - Bir kimse Cuma günleri çok salevât-i şerife getirirse, Hak teâlâ o kimsenin yüz hâcetini revâ kılar, bunun otuzu dünya, yetmişi âhıret hâcetidir.
Peygamberimiz buyurdu ki, (Her kim günde yüz defa salevât-i şerife okursa, kıyâmet gününde güneşin sıcaklığından kurtulup, Arşın gölgesi altında benimle berâberdir. Ve her kim benim için bir salevât-ı şerife getirirse, rahmet melekleri onun günahlarının affolması için duâ ve istiğfar ederler.)
107 - Resûlullah üzerine çok salevât-ı şerife getir! Zîrâ bir hadis-i şerifte buyurdu ki: (Yanında ismim anılıp da, üzerime salevât-ı şerife getirmeyenlere yazıklar olsun. Bir de, Ramazan-ı şerife kavuşup, onu kemâl-i tâzîm ile karşılayıp râzı etmeyen ve ana-babasının birine veya ikisine kavuşup da, onların rızalarını almayanlara da yazıklar olsun.)
108 - Bil ki, her kim bir fakire gönlünün dilediği şeyi yidirse, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i âlâda bin derece verir ve Cennette kendisine birçok nîmetler ihsân eder.
109 - Fakirlere tasadduk etmeyi unutma! Ehline ve çoluk çocuğuna ve akrabâna verdiğin şeyler de, sadaka yerine geçecekler. Ebû Emâmenin, Resûlullahdan rivayet ettiği hadis-i şerifte, (Ehline ve akrabâsına ihsân etmekten büyük derece ne olabilir?) buyuruldu. Önce, ehline, evladına helâl yidirmeli, helâl giydirmeli, sonra artan paranın zekâtını vermeli, ondan sonra da sadaka vermelidir.
110 - Sana nasihat şudur ki, bu dört huy ile huylan. Zîrâ muhsinler [yâni iyiler] zümresinden olursun.
1- Genişlikte zekât, darlıkta sadaka vermek.
2- Gazab zamanında gazabını ve hırsını yenmek.
3- Başkasının aybını görünce, onu açmayıp, kapatmaya çalışmak.
4- Hizmetciye, ehline, evlat ve akrabâya ihsân ederek onları hoş tutmak.
111 - Susamış kimseye su vermek de çok sevaptır. Peygamberimiz buyurdu ki, (Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma sordu: Yer yüzüne insen ne iş yapardın?
Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Rabbî! Yapacağım amel, sence mâlûmdur. Dört şey yapardım:
1- Susamış kimselere su verirdim.
2- Çoluk çocuğu fazla olana yardım ederdim.
3- İki dargın arasını bulurdum.
4- Müslümanların ayblarını kapatırdım.)
Yine Resûlullah buyurdu ki, (Susamış bir kimseye su içirenlerin amel defterine yetmiş senelik sevap yazılır. Eğer su bulunmadığı yerde içirirse, İsmâ'îl aleyhisselâm evladından birini kâfir elinden kurtarıp âzâd etmiş gibi sevap verilir.)
112 - Her zaman çok iyilik yap! Hak teâlâ hazretleri hayrlı iş yapan kullarını çok sever. Resûlullah buyurdu ki, (Bir kimse bir fakire bir lokma taâm verse, lokma o kimseye beş şey ile müjde eder:
1- Bir dâne idim, beni çoğalttın.
2- Ben küçük iken, beni büyüttün.
3- Düşman iken, beni dost eyledin.
4- Fânî, yok olmak üzere iken, beni bâkî, sonsuz kalıcı eyledin.
5- Şimdiye kadar sen beni muhâfaza ederdin. Bundan sonra ben seni muhâfaza ederim.)
113 - Sadaka ve zekât vermekle mal eksilmez, artar. Abdürrahmân ibni Avf, Peygamberimiz aleyhisselâmdan işiterek buyurdu ki, üç şeye yemin ederim:
1- Zekât vermekle mal eksilmez, çoğalır.
2- Zulmedilen kimse, zâlime hakkını bağışlarsa, Hak teâlâ, kıyâmet gününde bu kulun derecesini yükseltir.
3- Dâimâ isteyici olan kimseyi, Hak teâlâ fakirlikten kurtarmaz.
114 - Ebû Hüreyre, Peygamberimizden şöyle işittim, diyor: (İnsanlar tasadduk ettiği şeyi, Allah rızası için verirse, Hak teâlâ hazretlerine verilmiş gibi sayılır ki, mukâbilinde bin sevap, [diğer bir rivayete göre ikibin sevap] alır.) Bir kimseye ödünç verir isen, iyilikle ver ve iyilikle al! Ödünç verilen adam fakir ise ve namaz kılıyor, haramlardan sakınıyorsa, veren kimse, verdiğini ona bağışlarsa kıyâmet günü arş-ı âlânın gölgesinde gölgelenecek ve Cennette büyük bir dereceye nâil olacaktır.
Tenbîh: Sadaka vermek nâfile ibâdettir. Zekât vermek ve borç ödemek, birinin hakkını iâde etmek ise, farzdırlar. Üzerinde farz borcu olanların sünnetleri ve nâfileleri kabûl olmaz. O hâlde, bir kuruş zekâtı veya bir kuruş borcu olan kimsenin sadakaları kabûl olunmaz. Milyonlarca sadaka verse, binlerce hayr yapsa, zekâtını vermedikce veya borcunu ödemedikçe, hiçbiri kabûl olmaz, yâni hiç sevap kazanamadığı gibi, zekât ve borç günahından da kurtulamaz. Zekât hakkında, 212. maddede geniş bilgi verilmiştir.
115 - Bir kimseye ödünç vermek, tasadduk etmekten daha hayrlıdır. Zîrâ, Peygamberimiz buyurdu ki: (Ödünç vermek, tasadduk etmekten onsekiz derece daha fazîletlidir.)
Bir kişiye bir iş yaptırdığın vakit, hemen ücretini ver! Şâyed vermeyip, hakkı kıyâmet gününe kalacak olursa, kıyâmet günü, o şahsın davâcısı, Allahü teâlâ hazretleri olacaktır. Birbirinize iş gördüğünüz zaman, ödünc alıp verdiğiniz vakit, güzel muâmele yapın! Birbirinizin gönlünü kırmayınız. Zîrâ iyilik yapacağınız yerde, günah işlemiş olursunuz. Ödünç alan, ödemek niyetiyle almalıdır. Üç sebeple ödünç alınır:
1- Çok fakir olup çalışmaya kudreti olmayanın nafakasına sarf edecek kadar ödünç alması.
2- Bulunduğu yerin âdetine göre, kira ile veya mülk olarak, korunacak bir mesken te'min etmek için.
3- Evlenmek için.
Bu şeyler için Allahü teâlâya tevekkül ederek ve ödemeye niyet etmek şartı ile borç alanlara, Allahü teâlâ çabuk ödemek nasip eder. Çok borç almayınız ki, rahat olasınız. Zîrâ, borcu alan, köle gibi olur, gece gündüz üzüntülü olur.
116 - Alış veriş yaparken ve ödünç verirken ribâdan, yâni (Fâiz) alıp vermekten sakın! Ödünç verdiğin kimseden menfaat bekleme! Zîrâ, azıcık aldığın veya verdiğin fâizin günahı Allahü teâlâ indinde, annesiyle yetmiş defa zinâ etmiş gibidir. Yâni, fâizin azı da, çoğu da, alması da, vermesi de haramdır. Fâize şâhit olan, kâtib olan ve vekîl olan da, Allahü teâlâ indinde mel'ûn ve sorumludur. Çok sakınmak lâzımdır.
Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî-yi Serhendî hazretleri (Mektûbât)ın birinci cildi, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: Bir müslümana bir miktâr fazla ödemesi şartı ile borç verildikte, ödenilen paranın fazlası fâiz olmakla kalmıyor. Evvelce yapılan (akt), yâni mukâvele, sözleşme fâiz oluyor. Böyle bir mukâvelenin kendisi haramdır ve haram sebebi ile alınan herşey de haramdır. O hâlde, yüz lira borç verip, karşılığında, yüzon lira almak şartı ile yapılan akt, yâni pazarlık haram olup, alınan yüzon liranın hepsi fâiz olur, haram olur. (Câmi'ur-rumûz) fıkh kitabında ve İbrahîm Şahînin kitabında da bu, güzel anlatılmaktadır. Fâiz ile para almaya ihtiyacı olanlara gelince, ribânın haram olduğu Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça yazılıdır ve umûmîdir. Yâni ihtiyacı olana da, olmıyana da haramdır. İhtiyâcı olanları ayırmak, Allahü teâlânın ve Peygamberimizin emirlerini değiştirmek olur. (Kınye) kitabının, bu emirleri değiştirmeye haddi ve selâhiyeti yoktur. Lâhor şehrindeki âlimlerin en büyüğü olan Mevlânâ Cemâl Kınye kitabının birçok sözlerine güvenilmez ve kıymetli kitaplara muhâliftir, buyuruyordu. Kınyedeki, ihtiyacı olanların fâiz ile borç alması câiz olur, sözünü doğru kabûl etsek bile, eğer her ihtiyacı olana câiz dersek, fâizin haram edilmesine sebep kalmazdı. Çünkü, herkesi, fâiz ile para almaya götüren, elbette bir ihtiyaçtır. Kimse ihtiyacı yokken, kendi zararına iş görmez ve hakîm olan, hamîd olan Allahü teâlânın bu emri faydasız ve lüzûmsuz olurdu. Allahü teâlânın kitabı olan Kur'an-ı kerime böyle iftirâda bulunmak, çok çirkin bir cesarettir. Farz-ı muhâl olarak her ihtiyacı da özr kabûl edersek, ihtiyaç, lüzûm demektir. Lüzûmun da bir miktârı ve derecesi vardır. Ziyâfet vermek için fâiz ile ödünç almak ihtiyaç değildir ve buna zarûret yoktur. Meselâ bir cenâze için yalnız kefen ihtiyaçtır, buyurmuşlardır. Onun ruhu için helva pişirmek ihtiyaç değildir, buyurmuşlardır. Hâlbuki onun sadakaya ihtiyacı her ihtiyacın üstündedir. Böyle olunca, fâiz ile para alanların ihtiyaçları, ihtiyaç olur mu, olmaz mı ve böyle para ile hazırlanan yemekleri yimek helâl olur mu? Âilenin çok kişi olmasını ve askerliği ihtiyaca behâne etmek ise, müslümanlığa yakışacak bir şey değildir. Eğer denirse ki, bugün helâl lokma bulmak mümkün olmuyor. Evet bu söz doğrudur. Fakat, mümkün olduğu kadar haramdan kaçmak lâzımdır. Mahsûlün bereketsiz olmaması için tarlayı abdestsiz ekmemelidir, buyurmuşlardır. Hâlbuki bugün bundan kurtulmak imkânsızdır. Fakat, fâiz ile para almamak çok kolaydır. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde haram olduğu bildirilen şeyleri haram bilmek, helâl olduğu bildirilen şeyleri de helâl bilmek lâzımdır. Bunlara inanmayan, kâfir olur. Açıkça bildirilmeyen helâl ve haram ise, böyle değildir. Meselâ, birçok şeyler Hanefî mezhebinde haram iken, Şâfi'îde helâldir. O hâlde, ihtiyacı olanın fâiz ile para alması câiz değildir, diyene, (Sus! Helâle haram deme! Kâfir olursun) denemez. Çünkü onun sözü hakîkate yakındır, belki de tâm hakîkattir ve ona verilen cevap, tehlikelidir. Haram şüphesi olan şeyleri terk etmek evladır. Tekrar edelim ki, ihtiyaç dâiresi çok geniştir. Eğer geniş tutulursa fâiz almıyacak kimse kalmaz ve Allahü teâlânın fâizi haram etmesi, hâşâ, abes ve boşuna olmuş olur. Kınye kitabı da nihâyet ihtiyacı olanın fâiz ile para almasına cevaz vermektedir. Yoksa herkese değil. İhtiyâcı böyle şüpheli yoldan ise, helâl yoldan aramalıdır ve takvâ bereketi ile ve ufak bir teşebbüs ile, ihtiyaç ortadan kalkar. Mektûbâttan tercüme tamam oldu.
İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn Mısrî (Eşbâh) kitabında, beşinci kâidenin sonunda, (Bazı ihtiyaçlar zarûret kabûl edilir. Meselâ muhtaç olanın fâiz ödeyerek ödünç alması câiz olur) diyor. Seyyid Ahmed Hamevî burayı açıklarken, (Meselâ on altın ödünç alıp, her gün belli miktâr bir şeyi fâiz olarak öder) diyor. Bundan anlaşılıyor ki, nafakaya muhtaç olup, çalışamıyan ve karz-ı hasen bulamıyan âciz kimsenin nafaka için, fâiz ile ödünç alması câiz olur. Fakat, bu hâlde de (Muamele satışı) yolu ile almalıdır. Meselâ, on altın alıp, oniki altın ödemekte uyuşulunca, on altını alırken, kalem, defter, kitap gibi herhangi bir şeyi de iki altına satın alıp, oniki altın borçlanır. Böyle, fesat ile, bid'at ile karşılaşıldığı zaman, islâmiyete uymak için, ihtiyâtlı yol aramaya, (Hîle-i şer'ıyye) denir. Âciz olanın, zarûrete düşenin, ibâdetini kaçırmaması veya haram işlememesi için (Hîle-i şer'ıyye) yapması lâzım olur. İslâmiyete uymaktan kaçmak için çâre aramaya (Hîle-i bâtıla) denir ki, haramdır.
Tenbîh 2: Dâr-ül-harbde yâni Fransa, İtalya gibi putlara tapınan kâfir hükûmetlerin toprağında, kâfirlerden, kendi rızaları ile mal çekmek, meselâ onlara fâizle ödünç vermek câizdir. Fakat fâizle ödünç para almak orada da câiz değildir. Dâr-ül-harbdeki bir bankaya para yatırıp, fâiz almak, fâiz ile ödünç vermek için banka ile ortak olmak demektir. Bu bankadan para çekenlerin hepsi kâfir ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak helâl olur. Bankadan fâiz ile para alanların hepsi müslüman ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak haramdır. Bankadan ödünç para alan müşteriler, müslüman ile kâfir karışık ise, alınan fâiz mekruhtur, yâni tahrîmen mekruhtur. Kâfir miktârı fazla ise, helâle yakın tenzîhen mekruh olur. Mekruhtan da sakınmalı, fâize bulaşmamalıdır. Bankaya yatırılan paranın fâizini (Muamele satışı) semeni olarak almalıdır. Peygamberimiz: (Fâiz yiyenin şâhitliğini kabûl etmeyin! Eğer kabûl ederseniz, Allahü teâlâ ibâdetlerinizi kabûl etmez. Cemaat ile namazı terk edenin de, kabûl etmeyiniz) buyurdu. Muhtaç olduğu malı satın almak için, bankadan fâiz ile ödünç para almamalı, banka bu malı satın alıp, üzerine kâr koyarak bu kimseye taksîd ile ödemek üzere veresiye satmalıdır. (Riyâd-un-nâsıhîn) kitabında, kırk nev' fâiz olduğu misâller ile yazılıdır.
ALIŞ-VERİŞTE YALAN SÖYLEMEK FASLI
 
117 - Bir kimse, alış verişinde yalan söylerse, Allahü teâlânın rahmetinden mahrum kalır. Peygamberimiz buyurdu ki: (Kıyâmet günü Allahü teâlâ hazretleri üç kısm insanlara rahmet nazarı ile bakmaz:
1- Alış verişinde yalan söyleyerek fâhiş fiyatla mal satana.
2- Gelişi güzel her şeye yemin edene.
3- Kendisinde su olduğu hâlde, başkasına vermeyene.)
118 - Susuz olana su vermeyen insanlara kıyâmet günü, Allahü teâlâ buyuracak ki, siz benim suyumu kullarımdan esirgediniz. Şimdi, sizden rahmetimi uzak eyledim.
119 - Bir şeyi satın alan pişman olup geri getirse, o malı geri al! Zîrâ, geri almaktan ziyân olmaz. Allahü teâlâ bereketini ihsân buyurur, on mislini verir.
120 - Ey Oğul! Bu üç şeyi yanlış ve hîleli kullananlar hakkında, Allahü teâlâ, “Mütaffifîn sûresinde” meâlen, (Alıp satarken noksan ölçenlere şiddetli azâb vardır) buyurdu.
121 - Kul hakkından kork! Borcun varsa onu ödemeye çalış. Bir kuruş borcu olanın cenâze namazını Habîbullah kılmamıştır. O borcu ödemedikce, insan Cennete giremez. [Zevce istediği zaman, erkeğin (Muaccel mehri)ni hemen vermesi, onu boşadığı zaman da, (Müeccel mehr)i ona hemen ödemesi lâzımdır. Zevc, zevcesine olan müeccel mehr borcunu ayırmalı, öldükten sonra zevcesine verilmesi için vasıyet etmelidir. Vasıyet etmedi ise, ölünce miras taksîm edilmeden evvel mehrin hepsinin mirastan zevcesine hemen ödenmesi lâzımdır. Zevcesini boşayınca, mehrini ödemiyen, dünyada habs, âhırette azâb olunur. Zevc mehr borcunu zekât, fıtra ve kurban nisabına katmaz. Zevce nisap hisâbına katar. Fakat, nisap miktârı teslim aldıktan bir sene sonra elinde kalırsa, yalnız o senenin zekâtını verir. Akrabâsına ve emri altında olanlara din bilgilerini öğretmek de kul borcudur.] Hadis-i şerifte, (Bir kişi borçlu olsa ve vermek azminde olsa, Allahü teâlânın yardımı onunla berâberdir) buyuruldu. [(Hadîka)da, ayak âfetlerini anlatırken diyor ki, (Hayvanın ve kâfirin hakkı için de, kıyâmette azâb yapılacaktır. Dünyada helâllaşılmadı ise, âhırette kâfirin hakkından kurtulmak daha zor olur. Hayvan hakkından kurtulmak ise, bundan da zor olur.) Bunun için, Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin mallarına, canlarına, ırzlarına dokunmaktan çok sakınmalıdır. Onların kanûnlarına da uymalı, fitne, fesat çıkarmamalıdır.]
VÜCÛD EMÂNETİ [NÎMETİ]
 
122 - Peygamberimiz buyurdu ki: (El, insana bir emânettir, onunla haram olan şeyi tutma! Ayak ile haram yere gitme! Tenâsül âleti sana bir emânettir, onunla zinâ etme!) Bunun gibi bedendeki bütün âzalar birer emânettir. Bu nîmetleri meşru şekilde ve meşru yerlerde kullanırsan, emîn kimselerden olur, Cenâb-ı Hakka karşı tam şükür yapmış olursun. Bu emânetleri gayrı meşru yerlerde kullanan insan, Allahü teâlâya isyân etmiş ve hiyânet etmiş olur.
Tenbîh: Hastayı tedâvî etmek sünnettir. Tedâvînin, ilâc ile, sadaka vermekle ve duâ ile yapılacağı bildirildi. Tecrübe edilip, te'sîrlerinin kat'î olduğu anlaşılan aşıları, serumları ve mikrop öldüren ve benzerleri ilâcları kullanmak farz olduğu (İbni Âbidîn)in, (Hazar ve ibâha) kısmından anlaşılmaktadır. (Sular bâbı)nın sonunda da diyor ki, (Haram olan ilâcın te'sîri kat'i ise ve şifâ verecek helâl ilâc yoksa, domuz etinden başka haram ilâcın kullanılması câiz olur. Şifâ te'sîri zannî ise, câiz olmaz.) Oruç bahsinin sonunda diyor ki, (Müslüman hasta, müslüman tabîb bulamadığı zaman, kâfir tabîbe gidip tedâvî olması câizdir. Kâfir tabîbin sözü ile, ibâdetini terk ve tehîr etmesi [ve haram olan ilâc kullanması] câiz değildir.) (Fetâvâyı Hindiyye)nin Kerâhiyyet kısmının onsekizinci bâbında diyor ki, (Şifânın Allahü teâlâdan geldiğine inanan hastanın ilâc kullanması câizdir. İlâcdan şifâ beklemek câiz değildir. Allahü teâlânın şifâyı yaratması için, ilâcı sebep yaptığına inanmak lâzımdır. Domuz habîs olduğu için ve insan muhterem olduğu için, ikisinin organlarını ilâc olarak kullanmak câiz değildir. Diğer hayvanların câizdir. İlâc kullanmayıp ölmek günah değildir. Gıdâ almayıp ölmek günahtır. [Te'sîri kat'î olan ilâc, gıdâ gibidir.] Faydası kat'î olan şeyleri kullanmamak haramdır. Kadın sütünü ilâc olarak kullanmak câizdir. Kadının sakız çiğnemesi, sözbirliği ile câizdir. Erkeğin çiğnemesi ihtilâflıdır. Hastaya ve hayvan sokana, şifâ için Kur'an-ı kerim okumak veya kâğıda yazıp muska olarak taşıması yâhut tas içinde ıslatıp, bu suyu içmesi, bu su ile, ağrıyan yeri yıkaması câiz diyen âlimlerin sözleri mûteberdir. Meşhûr duâlar ile muska ve ilâc câizdir. Nazar için tütsü yapmak, kurşun dökmek câiz diyenler vardır. Bağa, bahçeye, tarlaya, nazar değmemek için, bazı şeyler asmak câizdir. Çocuk olmaması için erkeğin tedbîr alması câiz olur. Dört aylık çocuğunu aldıran kadın cezâlandırılır. Daha önce aldırması câizdir.)
Suâl: Şer'î nikâhı bulunan bir âilenin çocuğu olmaz ise, (Sun'î ilkâh) ve (Tüb bebek) denilen üsûl ile, çocuk olmasına teşebbüs etmek câiz midir?
Cevap: Bir erkekle kızın şer'î nikâh yaparak, Allahü teâlâdan çocuk taleb etmelerini tergîb ve teşvîk buyuran hadis-i şerifler çoktur. Çocuğu olmıyan zevceynin, Silsile-i aliyyeyi vâsıta yaparak, duâ etmeleri ve meşru sebeplere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin menîleri alınıp, bir tüpe konuluyor. Tüpte ilkâh vâkı' olduktan sonra, zevcenin rahmine konuyor. Buna (Sun'î ilkâh) ve (tüb bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmaktadır. Ancak, buna zarûret olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları, tabîb, hemşîre, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve sun'î ilkâhın, nikâhsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır.
Abdülazîz Dehlevî 1386 [m. 1966] senesinde, Efganistânın Kâbil şehrinde basılan fârisî tefsîrinde, Bekara sûresinin fazîletlerini bildirirken diyor ki, Abdüllah bin Ahmed bin Hanbel, (Zevâid-i Müsned)inde ve Hâkim ile Beyhekî (De'avât) kitaplarında, Übeyyübni Ka'b diyor ki, Resûlullahın yanında oturuyordum. Bir köylü geldi. Kardeşinin ağır hasta olduğunu söyledi. (Hastalığı nedir?) buyuruldukta, cin çarpması dedi. (Kardeşini buraya getir) buyuruldu. Kardeşi gelip oturdu. Resûlullah, şu âyetleri okuyup, hastaya üfledi. Hemen iyi olup, kalktı: Fâtiha, Bekara sûresi başından dört âyet, (Ve ilâhüküm)den başlıyarak, (Ya'kılûn)e kadar, iki 163 ve 164.  âyetleri, Âyetel-kürsî, (Hâlidûn)e kadar, Bekara sûresi sonundaki (Lillahi)den başlıyan üç âyet, (Âl-i İmrân) sûresinin (Şehidallahü) ile başlıyan tek onsekizinci âyeti, (A'râf) sûresinin (İnne-Rabbeküm) ile başlıyan tek ellidördüncü âyeti, (Müminûn) sûresinin (Fe-tealallahü) ile başlıyan tek yüzonaltıncı âyeti, Cin sûresinin (Ve ennehu teâlâ) ile başlıyan tek üçüncü âyeti, Sâffât sûresinin başından on âyet, Haşr sûresinin sonunda (Hüvallâhü) ile başlıyan üç âyet, (İhlâs) ve (Mu'avvizeteyn) sûreleri. [Seyyid Ahmed bu âyetleri toplıyarak (Âyât-i hırz) risâlesi yazmıştır. Âyât-i hırz, muhâfaza edici âyetler de-mek olup, arabî (Teshîl-ül-menâfi') tedâvî kitabının 1982 İstanbul baskısı sonuna, ilâveli olarak yazılmıştır. Abdest alıp, yedi istigfâr ve onbir salevât okuyup hastanın sıhhatına niyet ederek, güneş doğduktan ve ikindi namazından sonra, günde iki defa hasta üzerine okuyup, işaret bulunan yerlerde, hastaya üfürmeli, şifâ buluncıya kadar [kırk gün kadar] devam etmeli. Her defası sonunda, bir Fâtiha okuyarak, sevabını Peygamber efendimizin ve Behâüddîn-i Buhârî, Ahmed Rifâ-i ve imam-ı Rabbânînin ruhlarına hediye etmelidir. Bir nüsha [Muska] yazıp, yanında taşırsa, sihirden, büyüden, nazar değmesinden korur. Murâdı hâsıl olur. 138. maddeye bakınız!
(Hizb-ül-bahr) okumak da, derdlerden kurtulmak için pek faydalıdır. Bunu Ebül-Hasen Şâzilî hazırlamıştır.]
Dârimînin (Müsned)inde, Abdüllah ibni Mes'ûd diyor ki, (Evde, Bekara sûresi başından (Müflihûn)a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytan o eve giremez.)
Meyyit defnedilince, baş tarafında, Bekara sûresinin başını, ayak tarafında sonunu okumak emrolundu.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir evde, şu otuzüç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvan ve eşkıyâ, düşman, sabaha kadar canına, malına zarar yapamaz: Bekara başından beş âyet, Âyetelkürsî başından (Hâlidûn)e kadar üç âyet, Bekara sonunda (Lillahi)den sûre sonuna kadar üç âyet, (A'râf) sûresinde (İnne Rabbeküm)den (Muhsinîn)e kadar, ellibeşten îtibaren üç âyet, (İsrâ) sûresi sonundaki (Kul)den iki âyet, Sâffât sûresi başından (Lâzib)e kadar onbir âyet, Rahmân sûresinde (Yâ ma'şerelcin)den (Fe izâ)ya kadar iki âyet, Haşr sûresi sonunda (Lev enzelnâ)dan sûre sonuna kadar, Cin sûresinde başından (Şatatâ)ya kadar dört âyet.)
Yedi kere Fâtiha okuyup, derd, ağrı olan uzva üflenirse, şifâ hâsıl olur. (Tefsîr-i Azîzî)den tercüme tamam oldu.
Abdüllah-ı Dehlevî, yüzonyedinci mektûbunda buyuruyor ki, (Her işte, Pîrân-ı kibârın ervâh-ı tayyıbesini vâsıta yaparak, Allahü teâlâya ilticâ ve duâ etmelidir. [Bunun için (Silsile-i aliyye)yi okumalıdır.] Bunların vâsıtası ile, dînî ve dünyevî murâdları ihsân eder.) (Silsile-i aliyye), (Se'âdet-i Ebediyye) kitabında yazılıdır. Âyet-i kerimenin ve duânın te'sîr etmesi için, okuyanın Ehl-i sünnet îtikatında olması, kul hakkından sakınması, haram ve habîs şey yimemesi ve okunan kimseden karşılık istememesi şarttır.
[İlâc almak, âyet-i kerime ve duâ okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sihhatlı, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyâtlar, aşılar, serûmlar, ölüme mani olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyât esnâsında öldüklerini bilmiyen yoktur. Duânın kabûl olması için, istenilen şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyi sebep ile yaratır. Tedbîr almak, sebebi aramak lâzımdır. Duâ edince, Allahü teâlâ sebebe kavuşturur ve sebebde te'sîr, kuvvet yaratır. Evliyâya, sevdiklerine sebepsiz de verir. Buna (kerâmet) denir. Sebebe yapışmadan duâ etmek, Allahü teâlânın âdetine uymamak olur.]
123 - Peygamberimiz buyurdu ki, (Bir kişi geldi, Lokman hakîm hazretlerine sordu:
- Yâ Lokman! Sen bu mertebeye nasıl eriştin?
Lokman hazretleri buyurdu ki: Ben bu mertebeye üç şeyle eriştim:
1- Emâneti yerine vermekle,
2- Doğru söylemekle.
3- Mâlâyâniyi [yâni faydasız sözü] terk etmekle.)
124 - Mü'mînûn sûresinin sekizinci âyetinde meâlen, (Emânetleri güzelce kullanıp, yerli yerine îfâ edeni, korktuğundan emîn kılıp, Cennetime koyarım) buyuruldu.
Tenbîh: Kitabın çeşidli yerlerinde, insanı Allahü teâlânın rahmetine kavuşturacak duâlar, iyi işler yazılıdır. Bunlar övülmekte, yapılmaları teşvîk edilmektedir. Unutmamalı ki, Âhırette Allahü teâlânın rahmetine kavuşabilmek için, îman ile ölmek lâzımdır. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilenlere uygun îmanı olmıyan ve haramlardan sakınmaya ve islâmın beş şartını yapmaya önem vermiyen kimse rahmete kavuşamaz. Ehl-i sünnet îtikatında olmıyana (Bid'at ehli) denir. Bunun yaptığı ibâdetleri sahih olup da, borcdan, azâbından kurtulur ise de, vaat edilmiş olan sevaplarına kavuşamaz. Âhırette, dünyada yapmış olduğu iyiliklerin, hayrât ve hasenâtının karşılığına kavuşamıyacaktır. Dünyadaki iyiliklerinin karşılıklarına kavuşmak istiyenin, hemen tevbe etmesi, îmanını düzeltmesi lâzımdır.
125 - Hak teâlâ buyurur ki, ey kulum, ben acıktım, beni doyurmadın. Kul cevaben der ki: Yâ Rabbî! Bütün âlemleri doyuran sensin! Ben seni nasıl doyurabilirim? O zaman cenâb-ı Hak buyurur ki, falan fakir kulum aç idi, sen ise bol bol rızklar içinde yüzüyordun. O fakir kulumu doyursaydın, benim rızamı kazanmış olacaktın. Yine Allahü teâlâ buyurur ki, ey kulum, ben susamıştım. Bana niçin su vermedin? Kul aynı şekilde: Yâ Rabbî! Bütün âlemlere su veren sensin, benim seni sulamaya kudretim var mıdır? Allahü teâlâ buyurur ki, falan kulum susamıştı, eğer onu sulamış olsaydın, benim sevgi ve muhabbetimi kazanmış olacaktın. Yine bunun gibi, çıplak olanı giydirmek için bu suâl-cevap vârid olur. Yine bunun gibi, ben hasta idim de, benim hâl ve hâtırımı gelip sormadın. Yâ Rabbî, seni nasıl ziyâret edebilirdim? Allahü teâlâ buyurur ki, falan kulum hasta idi, onu ziyâret edeydin, orada benim rızamı bulacaktın.
NÎMETLERE ŞÜKÜR FASLI
 
126 - Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim nîmeti benden bilip kendinden bilmezse, nîmetlerimin şükrünü edâ etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nîmetim şükrünü edâ etmemiş olur.) İnsanlara lâyık olan, her zaman kendisine verilen rızkları Allahü teâlâdan bilmektir. Ve bunlara mukabil gece gündüz şükür ve tesbîh ile tahmîd eylemektir. Mûsâ aleyhisselâm bu kelâmları işitince, (Yâ Rabbî! Bütün kelâmların hakîkattir) dedi.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...