27 Mart 2012

İSLAM DİNİNDE BİLMEMİZ GEREKEN ZARURETLER

Zamanımızda her eline kalem alan, kendini İslâm âlimi sanıp, din kitabı yazmaya kalkışıyor. İslâm bilgilerinden haberi olmadığı için, aklına geleni yazıyor. Çenesi kuvvetli olanlar, kürsîlerde zan ve hayâl ile konuşuyor. Bugün gençlik, kahraman ecdadından kendisine miras kalan mukaddes dînini öğrenmek isteyince, uydurma tefsîrleri, islâm düşmanlarının kin ve garez ile ingilizce, yahudice veya diğer dillerde yazdıkları kitaplardan çevrilmiş islâm tarihlerini ve câhiller veya din satarak para kazanmak isteyen münâfıklar tarafından hazırlanmış kitap ve mecmû'aları okumak, yâhut din ile alâkası olmayan gazetelerden dînî bilgi edinmek mecbûriyetinde kalıyor. Hâlbuki, dînimizde, Benî İsrâîlin Peygamberleri gibi, çok miktârda ve çok yüksek âlimler yetişmiş ve bunların yazdıkları yüzbinlerle kitap, İslâmiyeti bütün dünyaya anlatmış ve tanıtmıştır. Doğru olan islâm bilgilerine (Ehl-i sünnet) yolu denir. Bu husûsta etrâflı bilgi almak isteyenlere (Se'âdet-i Ebediyye) kitabını okumalarını tavsiye ederiz. Birbiri ardınca piyasaya çıkarılan ve yaldızlı kelimeleri ile revâc bulan zehirli kitap ve mecmû'aları okuyarak, müslümanlığı yanlış ve bambaşka anlamaktan din kardeşlerimizi ve müslüman yavrularını korumak için, Süleymân bin Cezâ'ın, Hanefî mezhebindeki büyük islâm âlimlerinin kitaplarından derlemiş olduğu ve (Ey Oğul) ismini verdiği ilmihâlin yeniden tab' ve neşrini lüzûmlu gördük. Huccet-ül-islâm İmâm-ı Gazâlînin (Eyyühel veled) ismindeki (Ey Oğul) kitabı başkadır. Onu ulemâdan Mustafâ Aliefendi tercüme etmiş ve (Tuhfetüssulehâ) ismini vermiştir. Ayrıca Hâdimî merhûm da şerh etmiştir. İmâm-ı Gazâlînin (Eyyühel-veled) kitabının tercümesi, (Hak Sözün Vesîkaları) kitabımızın sonunda basılmıştır.
Süleymân bin Cezâ' hazretlerinin dokuzyüzaltmış 960 [m. 1552] senesinde te'lîf ettiği bu kitabı şimdi basılırken, bazı yerlerinin aydınlatılması için, başka kitaplardan yaptığımız ilâveler köşeli bir parantez [ ] içine yazılmış veya (Tenbih)ler ilâve edilmiştir. Bu kitabı okumak nasip olan bahtiyârların, içinde ismi geçen büyüklerin ruhaniyetlerinden müstefîd olmaları için duâ eyleriz.
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
 
11 - Abdesti bozan şeyler, hanefî mezhebine göre altıdır:
1) Vücûddan çıkan herşey abdesti bozar. Fakat tükürmek, sümkürmek, terlemek, ağrısız göz yaşı, kulaktan çıkan su [eğer cerâhat değilse], abdesti bozmazlar.
2) Ağız dolusu kusmaktır.
3) Arkasını bir şeye dayayıp uyumaktır.
4) Namaz içinde ses ile gülmektir.
5) Bayılmak, deli olmak, sarhoş olmaktır.
6) İnsanın îmanını gideren, küfre sebep olan bir iş yapmak veya bir söz söylemektir. Allah korusun!
Bunların hepsi abdesti bozar. İmâm-ı Şâfi'î buyurdu ki, (Bir kimsenin arka veya ön tarafından gelen herşey, yâni kan, pislik abdesti bozar. Deriden çıkan kan, cerâhat ve gözyaşı ise bozmaz.) Fakat, imam-ı a'zam Ebû Hanîfe indinde arka veya önünden gelen necâset ve kan ve bedenden akan kan ve cerâhatin hepsi ve gözde olan hastalık sebebi ile akan gözyaşı abdesti bozar. Bir kimsenin vücûdünden kan ve cerâhat çıkarak sağlam yerine bulaşsa yine abdesti bozar.
ABDESTİN ÂDÂBI
 
9 - Abdestin âdâbından altısı aşağıdadır:
1) Her uzvu yıkarken, abdest duâlarını veya Kelime-i şehâdet okumaktır.
2) Ağzına ve burnuna suyu sağ elinle vermektir.
3) Sol elinle sümkürmektir.
4) Halâda konuşmamak, çok oturmamak ve istincâdan, yâni tahâretlendikten sonra hemen örtünmektir.
5) Abdest bozarken, kıbleye, aya ve güneşe arkanı ve önünü dönüp oturmamaktır.
6) Halâya girerken Besmele okumak, sonra sol ayakla girmek, sağ ayakla çıkmaktır
ABDESTİN FARZLARI
 
6 - Abdestin farzları, hanefî mezhebinde dört, mâlikîde yedi, şâfi'îde ve hanbelîde altıdır. Hanefîde:
1) Yüzünü bir kere yıkamaktır.
2) İki kollarını dirseklerle birlikte bir kere yıkamaktır.
3) Başının dört kısmından bir kısmına mesh etmektir. Yâni yaş elini sürmektir.
4) Ayaklarını topuklarıyle birlikte bir kere yıkamaktır.
Bunlardan birini terk eden kimsenin abdesti sahih olmaz. Gerek kasıt ve gerek sehv ile olsun abdesti sahih olmaz.
ABDESTİN MEKRUHLARI
 
Abdestin kerâhetlerinden altısı şunlardır:
1- Suyu yüzüne çarparak vurmaktır.
2- Suya sümkürmektir.
3- Özrsüz olarak ağıza ve buruna sol eliyle su vermektir.
4- Abdest alırken avret yerini açmaktır.
5- Sağ eliyle özürsüz olarak tahâret etmektir.
6- Su içine, su ve yol kenârına, ağaç altına abdest bozmaktır
ABDESTİN MÜSTEHABLARI
 
8 - Abdestin müstehablarından altısı aşağıdadır:
1) Niyettir.
2) Âzaları birbiri ardınca çabuk yıkamaktır.
3) Sağından başlamaktır.
4) Enseyi mesh etmektir.
5) Başını, kulaklarını ve enseyi birlikte mesh etmektir.
6) Hak teâlâ hazretlerini abdestin evvelinde ve âhırında zikretmektir. Yâni duâ okumaktır
ABDESTİN NÂFİLELERİ
 
10 - Abdestin nâfilelerinden altısı aşağıdadır:
1) Enseyi iki elin arkası ile mesh etmektir.
2) Ayak parmaklarını sol elin küçük parmağı ile, alt taraflarından hilâllamaktır.
3) Her uzvu yıkarken duâlarını okumaktır.
4) Halâda (İstincâ)dan, yâni temizlendikten sonra iç donuna bir miktar su saçmaktır.
5) Halâda temizlendikten sonra, âletini taşa veya toprağa sürüp veya parmaklarla sıkarak bevli gidermektir. Buna (İstibrâ) denir.
6) Halâda temizlendikten sonra, elini yıkamaktır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Her kim abdest aldıktan sonra “İnnâ enzelnâhü” sûresini bir kere okursa, Hak teâlâ hazretleri, o kimseyi sıddîklardan yazar. İki kere okursa, şehitlerden yazar. Üç kere okursa, Peygamberlerle haşr olur.) Peygamberimiz buyurdular ki, (Her kim abdest aldıktan sonra, benim üzerime on kere salâtü selâm getirse, Hak teâlâ hazretleri, o kişinin hüznünü giderip mesrûr eder, duâsını kabûl eder.)
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
 
11 - Abdesti bozan şeyler, hanefî mezhebine göre altıdır:
1) Vücûddan çıkan herşey abdesti bozar. Fakat tükürmek, sümkürmek, terlemek, ağrısız göz yaşı, kulaktan çıkan su [eğer cerâhat değilse], abdesti bozmazlar.
2) Ağız dolusu kusmaktır.
3) Arkasını bir şeye dayayıp uyumaktır.
4) Namaz içinde ses ile gülmektir.
5) Bayılmak, deli olmak, sarhoş olmaktır.
6) İnsanın îmanını gideren, küfre sebep olan bir iş yapmak veya bir söz söylemektir. Allah korusun!
Bunların hepsi abdesti bozar. İmâm-ı Şâfi'î buyurdu ki, (Bir kimsenin arka veya ön tarafından gelen herşey, yâni kan, pislik abdesti bozar. Deriden çıkan kan, cerâhat ve gözyaşı ise bozmaz.) Fakat, imam-ı a'zam Ebû Hanîfe indinde arka veya önünden gelen necâset ve kan ve bedenden akan kan ve cerâhatin hepsi ve gözde olan hastalık sebebi ile akan gözyaşı abdesti bozar. Bir kimsenin vücûdünden kan ve cerâhat çıkarak sağlam yerine bulaşsa yine abdesti bozar.
GUSLÜN SEBEPLERİ
 
14 - Gusül abdesti almağı farz kılan sebep ikidir:
1) Hakîkîdir. Erkek veya kadından cimâ' ile veya başka bir sebeple, uykuda veya uyanık iken, şehvet ile menî gelmesidir.
2) Hükmîdir. Uykudan uyanan bir kimse, donunda bir yaşlık bulsa, bunun menî olup olmadığını bilmese, ihtiyât olarak yıkanmasına hükm olunur.
GUSLÜN FARZLARI
 
13 - Guslün farzları üçtür:
1) Ağzına su vermektir. Ağzın içinde iğne ucu kadar ıslanmadık yer kalırsa ve dişlerin üzeri ve diş çukuru ıslanmazsa, Hanefî mezhebinde olanların gusül abdestleri sahih olmaz. [Diş kaplatanın, diş doldurtanın gusül abdesti için 196. maddede bilgi verilmiştir.]
2) Burnuna su vermektir.
3) Islatmasında haraç olmıyan, her yerini yıkamaktır.
GUSLÜN SÜNNETLERİ
 
Guslün sünnetlerinden altısı aşağıdadır:
1) Önce elleri yıkamaktır.
2) Edeb yerlerini, yâni tenâsül uzvlarını yıkamaktır.
3) Bütün bedenini pislikten temizlemektir.
4) Gusülden evvel abdest almaktır.
5) Bütün vücûdü üç kere yıkamaktır.
6) Bütün vücûdünü yıkadıktan sonra, iki ayağını yıkamaktır. [Abdest almakta ve gusülde kullanılmış suyun temiz olduğu, temizleyici olmadığı Hamevînin Eşbâh hâşiyesinde yazılıdır.]
SÜNNET OLAN GUSÜLLER
 
15 - Mezhep sahibimiz imam-ı a'zam Ebû Hanîfe indinde, dört türlü gusül sünnettir:
1) Cuma namazı için,
2) Bayram namazları için,
3) Arefe günü Arafatta,
4) Hacda, ihrâma girerken gusletmek.
MEST ÜZERİNE MESH BAHSİ
 
16 - Ey Oğul! Abdest alırken, mestlerin üzerine mesh etmek için, iki elini su ile ıslatıp, ayağının parmakları ucundan ellerin parmaklarını açarak başlar, topuğuna kadar mesh edersin. Ayakları yıkayarak abdest alıp mestleri giydikten sonra, abdest bozulduğu ândan başlayarak, yirmidört saat içinde, mest üzerine mesh edilebilir. Seferî olan için bu müddet, üç gün üç gecedir.
MEST ÜZERİNE MESH
 
18 - MEST ÜZERİNE MESH: Topuklar ile ayakları örten, ayakkabıya ve aba terliğe mest denir. Mestlerin ikisi üzerine, abdest alırken mesh edebilmek için, bunları abdestli iken giymiş olmak lâzımdır. Ayakların parmakları ucundan başlıyarak, yanlardaki topuk kemiklerini aşmak üzere, ıslak üç el parmağı ile çizerek üzerleri sığanır. İçinde ayak olmıyan kısma yapılan mesh sahih olmaz. Mukîm olan, yirmidört saat, misafirin ise, üç gün üç gece sonra, mestleri çıkarıp, ayaklarını yıkayarak bir kere abdest alması lâzımdır. Bu müddetten önce, mestin birisi ayaktan çıkınca, abdestli ise, yalnız ayaklarını yıkar. Mâlikîde mesh müddeti, cünüb oluncıya kadardır. Ayakları yıkamak, mest üzerine meshden daha çok sevaptır. Abdest alırken, mest üzerine mesh, kadın ve erkek için, her yerde, bir özr olmadan câizdir. Gusülde, mest üzerine mesh, câiz değildir. Mestin bir saat yürüyebilecek şeyden yapılmış olması lâzımdır. Tahta, cam veya bezden yapılmış mest üzerine mesh edilmez. Bir mestte, üç ayak parmağı kadar delik olmaması lâzımdır. Yürür iken açılmıyan uzun yarık zarar vermez. İki mestteki delikler toplu hesap edilmez. Necâset ve avret mahalli hesabında ise, toplanırlar. Mestin su sızdırmaması lâzımdır. Ayak parmakları olmıyan kimse, mesh edemez. Bir ayağı kesik olan, diğer ayağındaki mest üzerine mesh edemez(Feyziyye). Mesh müddeti, yirmidört saattir. Mesti abdestli olarak giyip, abdest bozulduğu zaman başlar. Mestli olarak sefere çıkanın müddeti üç gün ve üç gece olur. Bir gün bir gece mesh etmiş olan misafir, mukîm olunca, bunlara mesh edemez. Bir mestin üzerinde üç el parmağı kadar yeri bir kere mesh etmek şarttır. Yaş bez, sünger sürerek, su dökerek de mesh olur ise de, sünnet sevabı hâsıl olmaz. Üç parmağı, konçtan parmaklara veya sağdan sola veya bir parmak ile üç kere mesh sahih ise de, sünnete muhâliftir. Mestin biri ayaktan çıkınca, iki ayağı da yıkamak lâzım olur. Mest üzerine giyilen çizme, lâstik bot üstüne mesh edilebilir. Çizme çıkarılınca, altındaki mestin mesh zamanı değişmez. Bir meste su girip, ayağın çoğu ıslanırsa, ayakları yıkamak lâzım olur. Başlık, eldiven, [parmaktaki oje], peçe, [kaplama diş] üzerine mesh yapılmaz.
Mâlikîde mestin altını ve üstünü tamamen mesh etmek lâzımdır. Bunun için, yaş sağ el ayası, sağ mestin ucuna konup topuğa doğru çekilir. Sol el ayası da, altına konup, çekilerek, topuğun iki tarafı baş ve küçük parmaklar ile kavranır. Sonra, sol el ayası sol mestin üstünden ve sağ el ayası altından çekilip, kavranır. Mestin tâhir olması, mâlikîde de farzdır.
Kırık kemik üzerine bağlanan tahtaya [alçıya], cebîre denir. Yaraya sarılan beze [Flastere] Isâbe denir. Kan aldırmak, sülük tutunmak, iğne yaptırmak, düşmek gibi bir sebep ile yaralanarak, çıban çıkararak, kemiği kırılarak, sargı sardıran kimse, yarayı sıcak su ile de yıkayamaz, mesh edemezse, üzerindeki şeyin çoğunu bir kere mesh eder. Sargı arasında kalan deri de mesh edilir. Bu mesh için bir müddet yoktur. Yara iyi oluncıya kadar mesh olunur. Önceden abdestli sarılmış olmaları şart değildir. Bir ayağı yıkayıp, diğer yaralı ayağa mesh câizdir. Yara iyi olsa bile, sargıyı çözmek, kanamaya, ağrıya sebep olursa, mesh zamanı bitmez. Yara ıslanırsa, sargının meshi bâtıl olmaz. Sargı değiştirilirse, yenisine mesh lâzım olmaz. Bunlara ve başa ve mestlere mesh için niyete lüzûm yoktur. Yara, yarık gibi şeyler üzerine konan ilâc, merhem, pomat gibi şeylerin çıkarılması zarar verirse, bunların üstü yıkanır. Su zarar verirse, üzerleri mesh olunur. Mesh dahî zarar verirse, mesh de terk edilir. Diğer üç mezhepte de böyle olduğu için, başka bir mezhebi taklîd etmeye imkân yoktur.
İstihâza kanı, idrâr, ishâl, yel, devamlı burnu kanaması ve yaranın akması, hanefî mezhebinde, bir namaz vakti içinde, durmadan devam ederse, (Özr sahibi) olur. Gözü ağrıyanın gözünün devamlı sulanması, kulağından, memesinden, göbeğinden devamlı birşey akması da böyledir. İlâc ile, pamuk koymak, sarmak ile, namazı oturarak kılarak akıntıyı durdurmak vâcibdir. Durduramazsa, her namaz vakti girdikten sonra abdest alıp, namazları öylece kılar. Özrsüz iken kılmadığı namazları, özrlü olarak kaza edebilir. Namaz vakitlerinin çıkması ile abdestleri bozulur. Hanefîde, özr sahibi olmak için, özrün, bir namaz vakti içinde, abdest alıp, o vaktin farzını kılacak kadar bir zaman durmayıp, hep akması lâzımdır. Özr sahibi olduktan sonra, bir namaz vaktinde, bir kere akıp, durunca, özr sahibi olmak devam eder. Bir namaz vaktinde hiç akmaz ise, özr sahibi olmak nihâyet bulur. Şâfi'îde de böyle olduğu (El-ma'füvât) şerhinde yazılıdır. Şâfi'îde, ayrıca dört şart daha vardır. Özr sahibinden akan şeyler, bu iki mezhepte, (Necâset-i galîza) olduklarından, namaz kılacağı zaman, çamaşırına bulaşmış olanı, hanefîde bir dirhemden fazla ise, bunu yıkaması farzdır. Namaz kılacak zaman kadar durmayıp bulaşırsa, yıkamadan kılar. [Dirhem miktârı, katı necâset için, bir miskaldir ki, dört gram ve seksen santigramdır. Sıvılar için, açık avucun içini dolduran suyun yüzeyi kadar yer demektir.] Abdesti bozan şey, bir namaz vaktinde ve namaz içinde çıkıp, devam etmese bile, mâlikî mezhebinde özr sahibi olur. Hanefî mezhebinde olan kimse, mâlikî mezhebini taklîd eder.
Namazın oniki farzından ikincisi (Necâsetten tahâret)dir. Hınzırdan başka her hayvan diri iken temizdir. Ölünce, necis olurlar. Hınzırın derisi ve her parçası necistir. Diğer hayvanlar ölünce, necis olurlar. Hanefîde, köpek de temiz olduğundan, bey' ve îcâr ve hibe olunur. Başkasının köpeğini öldürenin tazmîn etmesi lâzım olur. Cildi, dabağlandıktan sonra temiz olur. Üzerinde necâset bulunmıyan kedi, köpek, kuyuya, havuza düşüp, diri çıkarılsa, ağzı suya değmemiş ise, su necis olmaz. Köpeğin eti ve salyası necistir. Kılları temizdir. [Şâfi'î mezhebinde köpek, domuz gibi necistir. Mâlikîde, ikisi de temizdir.] Suya girerek veya yağmurdan ıslanan köpek silkinince, üzerine sıçrayan şeyler, hanefîde necis olmaz. [Şâfi'îde necis olur ve sıçrayan yerleri su ile yedi kere yıkamak lâzım olur. Bunlardan birisinde, suya toprak karıştırılır. Sıçramış yerlere toprak serper. Sonra üzerine su serper. Uğalar ve su ile toprağı giderir. Yâhut yaş yere toprak serperek uğalar. Yâhut, önce toprağı su ile karıştırır. Bu çamuru sürer uğalar. Necis olan sıvı, meselâ ispirto, ilâc, koku gibi şeylere karıştırılınca, karışım temiz olur. Bunun için, tentürdiyot ve kolonya, hanefîde temizdir. Şâfi'îde, kulak, burun, göz gibi tabî'î deliklerden çıkan kan, az ise, yâni, âdete göre, çok denilemezse, affedilmiştir. Çıban, yara ve hacâmattan ise ve başka yere bulaşmamış ise, çoğu da, affedilmiştir.] Balık ve suda yaşayan bütün hayvanlar, kanı olmıyan böcekler, ölünce leş olmazlar. Dînimize uygun kesilen veya avlanan hayvan, yimesi helâl ise, hem eti, hem derisi temiz olur. Yimesi haram ise, yalnız derisi temiz olur. Leşin derisi dabağlanınca temiz olur. Domuzdan başka hayvanların derisinin ve leşinin tüyü, tırnağı, boynuzu, kemiği, gagası gibi kan bulunmıyan yerleri temizdir. Sinirleri pistir. İnsan diri iken de, ölü iken de temizdir. Fakat, ölürken, her canlı gibi, o da necâsetlenir. Bunun için, yıkanır. Temizlenir. Kuyuya düşüp ölürse, suyu necis yapar. Bir suya, dişi, tırnağı, kılı düşerse necis yapmaz. Tırnak kadar derisi düşerse, kanı damlarsa pis yapar. Yimesi helâl olan hayvanlardan ve insandan, diri iken koparılan parça necis olur, yinmez. Hayvanların temiz yerlerini kullanmak mubâhtır. Satın alınır, satılır. İnsanın parçalarını,[saçını, böbreğini, sütünü zarûretsiz] kullanmak, satmak haramdır. Ölü tavuktan çıkan yumurta tâhirdir, yinir. Şâfi'îde, kabuğu sertleşmemiş ise, necistir, yinmez. Ölü koyundan gelen süt de temizdir, içilir. Şâfi'îde necistir. Ölü koyundan çıkan ölü kuzu necistir. Bunun işkembesinden yapılan peynir mayası temizdir. Et kokunca, yemek ekşiyince, necis olmaz. Fakat, zararlı oldukları için, yinilmeleri helâl olmaz. Yağ acımakla, yimesi haram olmaz. Et, peynir, kokup kurtlanmakla necis olmaz. Bir temiz ciğer, kuyuya düşüp, kokup, kurdlansa, ciğer ve kuyudaki su pis olmaz.
Yağmur, kar ve dolu suyu, deniz, nehr, kuyu, göl, menba sularına, (Mutlak su) denir. Bunlarla, hem hades, hem de necâset temizlenir. Çiçek suyu, asma suyu, üzüm suyu, et suyu gibi, husûsî ismlerle söylenen sulara (Mukayyed su) denir. Bunların akıcı olanları ile, yalnız necâset temizlenir. Süt, zeytin yağı gibi akıcı olmıyan mâyı'ler ile ve bevl gibi necis olan sıvı ile hiçbirşey temizlenmez. 198. maddeye bakınız! (Ni'met-i islâm) kitabından alınan yazılar tamam oldu.
TEYEMMÜM BAHSİ
 
17 - Ey Oğul! Abdest veya gusül için su bulamazsan veya suyu kullanamazsan, teyemmüm edersin. Abdest ve gusül için, teyemmüm aynıdır ve şöyle olur:
İki kolunu dirseklerinin üst tarafına kadar sıvarsın. (Namaz kılmak için, teyemmüm etmeye) niyet edersin. (Bismillâhirrahmânirrahîm) deyip, iki avucunu temiz bir toprak veya sokaktan gelen toprak tozları ile tozlanmış ev eşyası üzerine vurursun. Ellerini birbirine sürtüp yüzünün her tarafını tâm olarak mesh edersin. Toz toprak varsa sürterken ellerden yere düşer. İki el ayası açık, dört parmak yapışık, baş parmakları ayrı olarak avuç içleri yüze karşı, parmakları yatay vaziyette, iki elin uzun parmakları birbirine dokundurulur. Uzun parmakların üst kenârı saç kesimine gelmek üzere yüze konup, eller yüze yapışık kalmak üzere yukardan aşağı çene ucuna kadar indirilir. Böylece yüz, bir kere mesh edilmiş olur. Yüzde iğne ucu kadar el dokunmamış yer kalmamalıdır. İkinci bir defa, iki el ayasını aynı sûretle toprağa vurup, sol elin ayasının yarısı yâni dört parmak içi ile, sağ elinin beş parmağı bitişik olarak, tırnağı ucundan başlayarak, dirseğe kadar, dış kısmını mesh et! Yine sol elinin iç kısmı avuç ve başparmak içi ile sağ kolun iç kısmını dirsekten bileğine kadar mesh edersin. Bu esnâda baş parmak içi, sağ elin baş parmak dışını mesh eder. Gevşek yüzük oynatılır. Sağ elinle de, sol kolunu aynen böyle yaparsın. Parmakların yanlarını, diğer elin parmaklarının içleri ile mesh lâzım değildir. İşte teyemmümün tertîbi budur.
Teyemmümün farzları üçtür:
1) Niyet etmek, niyetin kalbden olması lâzımdır.
2) Ellerini pâk toprağa vurup, yüzünü tam olarak mesh etmek, yâni sıvamaktır.
3) Yine ellerini temiz toprağa vurup, kollarını dirseklerinle berâber mesh etmektir. Aynı topraktan, çok kimse, teyemmüm edebilir. Su bulunca, teyemmüm bozulur. Şâfi'îde ve mâlikîde her namaz vakti girince, yeniden teyemmüm etmek lâzımdır.
Cünüb kimse, abdest alacak kadar su bulsa, abdest ve gusül için bir (Teyemmüm) ederek namazlarını kılar. Sonra, abdesti bozulunca, bu su ile abdest alır. Teyemmüme başlarken, niyet etmek farzdır. Hadesten, cünüblükten temizlenmek için veya namaz kılmak için yâhut belli bir ibâdeti yapmak için niyet ederek yapılan teyemmüm ile namaz kılınabilir. Yalnız teyemmüme niyet edilirse, kılınamaz. Şehir içinde dahî sudan bir mîl uzak olan teyemmüm eder. Bir mîl dörtbin zrâ'dır. Bir zrâ' hanefîde yirmidört, diğer üç mezhepte ise yirmibir parmak, bir parmak altı arpa genişliğinde olup, iki santimetredir. Bir mîl hanefîde 1920, diğer üç mezhepte 1680 metredir. Sıcak yer, hamâm parası olmıyan, hasta olmaktan korkarsa, teyemmüm eder. İçmek için olan su, yok demektir. Zemzem suyu varken teyemmüm edilmez. Teyemmüm, taş ve topraktan ve kireç, kükürt, kaya tuzundan yapılır. Yanıp kül olabilen şeylerden ve sıcaktan eriyen, maden, yağlı boya, camdan ve üzeri sırlı porselenden, kar ve buzdan, undan yapılmaz. Üzerinde toprak tozları bulunan herşeyden yapılır. Ele bulaşacak kadar tozlu olmaları lâzımdır. Yaş çamur ile yapılmaz. Mâlikîde kardan, buzdan teyemmüm câizdir. Sakal başı ile kulak arası, kaş ile göz arası ve burun delikleri yüze dahildir. Yüzün ve kolların tozlanması lâzım değildir. Abdestte iki parmağı gezdirerek başın dörtte biri mesh olunabilir. Teyemmümde üç parmaktan az ile, mesh olmaz. İki el ile mesh şart değildir. Bir el ile de olur. Başkasına da, özürsüz yaptırabilir. Bir yerden çok kimsenin teyemmüm etmesi câizdir. Abdestsizin mescide girerken teyemmüm etmesi müstehabdır. Suyun bulunduğunu sormak, suyu olandan istemek, piyasa değerinde olunca, satın almak lâzımdır. Hanefîde, vakit girmeden evvel teyemmüm câizdir. Diğer üç mezhepte câiz değildir.
Abdest azasının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesh eder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder. Deriye mesh zarar verirse, sargıya mesh eder. Bu da zarar verirse, bunu da terk eder. [Çünkü, her mezhepte böyle olduğundan, başka mezhebi taklîd mümkün değildir.] Eli çolak olan, teyemmümde yüzünü ve kollarını yere sürer. Namazı terk etmez. Kolları dirsekten yukarı kesik olan da böyledir. Elleri ve ayakları kesik olanın, yüzünde yara varsa, namazı abdestsiz kılar. Namaz kılmaz da, denildi. Abdest aldıracak kimse bulamıyan hasta, teyemmüm eder. Kölesi, çocuğu, hizmetcisi varsa, teyemmüm etmez. Bunlardan başkasından yardım istemesi mümkün olursa, yine etmez. Temiz yer, su ve toprak bulamıyan mahbûs, okumadan, namaz kılar gibi yapar. Kurtulunca, hepsini iâde eder. Yakında su olduğunu bilmiyerek, teyemmüm sahih olur.
Tenbîh: (Ni'met-i islâm) kitabında diyor ki: Ef'âl-i mükellefîn, yâni müslümanın yapması lâzım olan şeyler, sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, haram, mekruh, müfsid. Farzlar ve haramlar, Allahü teâlâ tarafından, Kur'an-ı kerimde açıkça bildirilmişlerdir.
Bir ibâdetin farzlarından biri terk edilirse, o ibâdet sahih olmaz. Bilmiyerek terk edilince de, sahih olmaz. Bilerek terk edince, günah da olur. Sünneti yapmanın sevabı, farzın sevabından azdır. Sünneti bilerek terk etmek günah olmaz. Azâb yapılmaz. Azarlanır. Gayri müekked sünnete, müstehab ve mendûb da denir. Bunu yapmak, sevap olur. Yâni, Cennet nîmetine kavuşur. Bilerek yapmamak, günah olmaz. Nâfile ibâdet, yâni emrolunmamış bir ibâdeti yapmak, müstehabdır. Mubâh, yapması veya yapmaması, sevap veya günah olmıyan şeydir. Yimesi haram olmıyan şeyleri, doyuncaya kadar yimek, içmek mubâhtır. Doyduktan sonra yimek, içmek haramdır. Haramdan kaçınmak sevaptır. [Farzı yapmaktan da çok sevaptır.] Mekruh işlemek de günahtır. Harama helâl diyen kâfir olur. Alkollü içki [meselâ bira] içmek, kumar oynamak, anaya, babaya âsî olmak, [yâni, haram olmıyan emirlerini yapmamak, müslümanların kalbini kırmak, rızası olmadan malını almak] haramdır. Mekruha helâl diyen kâfir olmaz. Midye, istridye, istakoz yimek, abdestte ve gusülde suyu isrâf etmek mekruhtur. Sünnet deyince, müekked sünnet anlaşılır. Mekruh deyince, tahrîmi olan mekruh anlaşılır. Ödünc istemek, mubâhtır. Ödünc vermek, müstehabdır. Borç ödemek farzdır. Borclu fakiri sıkıştırmamak vâcibdir. Lâzım olan din bilgilerini öğrenmek, kadınlara da farzdır. Başkalarına öğretecek kadar fazla öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Daha çok öğrenmek mendûbdur. İlmi ile öğünmek, mekruhtur. Bey'ın şartlarından olmayıp da, alıcı ve satıcıdan birine faydası olan bir şeyi şart ederek yapılan satış fâsid olur, haram olur. Her insana ilk farz olan şey, îman etmesidir. [Îmanı olmıyana, (kâfir) denir. Îmanı olana, (müslüman) denir. Bazı sözler, bazı işler, îmanın gitmesine sebep olur. Müslüman iken, sonradan îmansız olana, (mürted) denir. Bir müslüman, mürted olunca, nikâhı gider.]
Allahü teâlânın, insanlara olan nîmetlerinin, ihsânlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. [Peygamberler göndererek, râzı olduğu ve râzı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde kullanınız dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen vâsıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmağı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dinleri yaymaya, öğretmeye uğraştılar.] (Din), inanılacak şeyleri, beden ve kalb temizliğini, Allahü teâlâya kulluk vazîfesini, kulların birbirlerine karşı haklarını ve vazîfelerini bildirir. İnanılacak şeylere (Akâid) denir. İbâdetlere ve muamelat ve hukuk bilgilerine (Fıkh) denir. İbâdetler, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beştir. [Bunlara (İslâmın şartları) denir. Cihâd, ordunun harp etmesi ile ve ilim yayarak yapılır. Beden ile olan cihâdı hükümet, yâni ordu yapar. İlm yayarak cihâdı, âlimler yapar. İkisi de farz-ı kifâyedir. İslâm âlimleri, fıkh ilminde birçok kısmlara ayrıldı. Şimdi, bunlardan dördü kalmıştır. Bunlar, Hanefî, Şâfi'î, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleridir. Her müslümanın, bunlardan birini seçerek, bunun fıkh kitaplarına uyması lâzımdır. Biz, hanefî mezhebindeyiz.]
(Tahâret), temizlik demektir. Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması farzdır. Hades, abdestsiz olmak demektir. Yıkaması farz olan yerde iğne ucu kadar ıslanmamış yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Derideki mum, iç yağı, hamur, çamur, balık pulu [ oje, yağlı boya] ve bunun dışında, gözün kenârında kalan kir, çapak altına su geçmez ise, abdest ve gusül sahih olmaz. Gasl, yıkamak, su dökerek, üzerinden akıtmak demektir. Hiç olmazsa, iki damla yere damlamalıdır. Suyu yağ gibi sürmek kâfî değildir. Kar ve yaş bez, sünger sürmek, yıkamak olmaz. Abdest alırken, gözlerin, ağzın, burnun içini ve sık sakal ve pire, sinek tersi, kaş, bıyık altındaki deriyi yıkamak farz değildir. Bunların üstü yıkanır. Dirsekleri ve ayağın iki tarafındaki tümsek topuk kemiklerini yıkamak farzdır. Çıplak ayağı yıkamayıp, mesh etmek câiz değildir. Mesh, başka yerde kullanılmadık yaşlığı değdirmektir. Yaş bez, yağmur, kar sürünmesi ile de olur. Sarkan saçı değil, başı mesh etmek lâzımdır. Başı nezleli olup da, mesh zarar verirse mesh etmez. Abdest aldığını bilip, bozduğunda şüphe eden, abdestlidir. Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe eden, abdestsizdir. Bazı uzvunu yıkayıp yıkamadığında şüphe eden, vesvese edici değil ise, bu uzvu yıkar. Her zaman şüphe ediyor ise, yıkamaz. Abdest bitince şüphe ederse, yıkamaz. Sık sakalın üstünü yıkamak farzdır. Çeneden sarkan sakalı ve sarkan saçı yıkamak farz değildir. Dudağın görünen kısmını yıkamak lâzımdır. Kabuk altındaki çıban yıkanmaz. Tırnak üzerinde kalan kına da böyledir. [Kollodyum ve ojenin altını yıkamak farzdır.] Dar yüzüğü oynatmak lâzımdır. Tabandaki yarığa su zarar verirse, merhemin üstü yıkanır. Buna da zarar verirse, yara mesh edilir. Bu da zarar verirse, sargı mesh edilir. Bu da zarar verirse, [Başka mezhep taklîd edilemez. Çünkü, diğer üç mezhepte de affedilmemiştir. Zarûret olup], hepsi terk edilir. Gusülde de böyledir. Zararı olmıyanı yapmak lâzımdır. Soğuk su zarar verip, sıcak su vermezse, sıcak su ile yıkamak lâzım olur. İlâc yaranın, yarığın kenârındaki sağlam deriye aşmış ise, bunun altını yıkamak lâzım olur. Göz kapakları üstünü yıkamak da, göz ağrısı yaparsa, böyledir. Abdestten, gusülden sonra traş olunca, traş yerlerini yıkamak lâzım olmaz. Tırnak kesmek de böyledir.
Sünneti terk günah değildir. Özrsüz terk etmeyi âdet etmek günah olur. Eldeki, çok az necâseti yıkamak farzdır. Temiz suya pis eli sokmak Îcap ediyorsa, namazı teyemmüm ile kılar ve iâde etmez. Büyük kabı kaldıramaz ve suyu ağzı ile, bez ile alamazsa, sol eli temiz ise, bunun parmaklarını bitiştirip sokar. Bununla sağ elini yıkar. Sonra, sağ avcu ile su alıp yıkanır. Kurnada tası almak için, cünübün temiz olan kolunu sokması câiz olur. Abdest almaya başlarken besmeleyi unutunca, abdest arasında çekerse, sünnet hâsıl olmaz. Yimede ise, hâsıl olur. (Besmelesiz abdest, abdest olmaz) hadis-i şerifi, farzı değil, sünnet olduğunu bildirmektedir. Abdeste başlarken besmele ve kalb ile niyet, yâni Allah rızası için yaptığını düşünmek sünnettir. Misvâk, Erâk ağacının dalıdır. Sağ elin küçük ve baş parmakları altta, diğer üç parmak üstte olarak tutulur. Misvâk bulamıyan, baş parmak sağ, şehâdet parmak sol taraftan ağza sokularak, dişler oğalanır. Misvâki başka zamanlarda kullanmak müstehabdır. Kadınlar, misvâk kullanmaz. Sakız çiğnemeleri müstehabdır. Erkeklerin çiğnemeleri mekruhtur. Mazmaza, ağzı su ile doldurup veya çalkalayıp, boşaltmaktır. Gargara şart değildir. Ağız dolusu su içmek, mazmaza olur. Emerek içmek olmaz. İstinşak, burun deliklerini ıslatmaktır. Kemiklerine çekmek lâzım değildir. Üç kere yıkadığında şüphe edenin dördüncüyü yıkaması câiz olur. El ve ayak parmaklarını tahlîl etmek, yâni el parmaklarını birbirlerine ve küçük parmağı alt taraftan ayak parmaklarının aralarına sokmak sünnettir. Aralarına suyu akıtmak, tahlîl yerine geçer. Sık sakalı tahlîl, yâni, altından parmakları sakal arasına sokmak sünnettir. Başın her tarafını, önden arkaya doğru mesh müstehabdır. Kulakların dışı baş parmakla, içi şehâdet parmağı ile mesh edilip, küçük parmaklar deliğe sokulup tahrik edilir. Yıkanan yerleri bir kere uğalamak ve acele etmek müstehabdır.
Abdestte üzerine su sıçratmamak, kıbleye karşı almak, kimseden yardım istememek, kalan sudan içmek, abdestten sonra, kurulanmak ve kelime-i şehâdet ve üç kere (sûre-i Kadr) okumak ve iki rekât namaz kılmak müstehabdır.
Namaz kılmak ve Kur'an-ı kerimi tutmak için ve para, perde, duvar gibi bir şey üzerinde yazılı âyet-i kerimeye ve tefsîrine, tercümesine dokunmak için, abdest almak farzdır. Tavâf için, abdest almak vâcibdir. Diğer üç mezhepte abdesti bozacak şeyi yapınca, abdest almak müstehabdır.
Önden ve arkadan çıkan her yaşlık, yayılmasa bile, başka yerden çıkan kan ve hastalıkla çıkan sıvı, yıkaması lâzım olan yere yayılınca, abdesti bozar. Burun kemiklerine kan inince bozulur. Çünkü, buraya suyu ulaştırmak sünnettir. Kulak deliği de böyledir. Derd ile, ağrı ile göz yaşı bozar. Ağlamak, çok gülmek ile [ve soğan gibi tahrîş edici gazlar, tozlar te'sîri ile] akan gözyaşı ve nezle ile akan burun suyu bozmaz. Mayasıl, parmak arası pişinti, kabarcık, uyuz, çiçek suları ve yakı konulan yerden çıkan sular bozmaz diyen âlimler vardır. Zarûret hâlinde bu söze göre amel olunacağı, İbni Âbidînde yazılıdır. Sülük, kene, büyük tahta biti fazla emerek ve hacamat ile kan alınca bozulur. Bunun için, şırınga iğnesi ile kan alınca da abdest bozulur. Kene, tahta biti, sivri sinek az emerlerse bozulmaz. Yakı altına çıkan kan, irin, üstündeki bezde ve etrâfında görünmedikçe bozmaz. Yakı, sargı çıkarılınca, üzerinde görülürse, o anda bozulur. Ağız dolusu kay, tükrüğe müsâvî kan bozar. Tükrük kandan sararmış ise, bozmaz. Kızarmış ise, bozar. Ayva, elmanın ısırılan yerinde kan görülürse, bozmaz. Mâlikî ve şâfi'îde ciltten akan şeyler abdesti bozmaz. Mak'adın gevşek olacağı bir hâlde, meselâ yan veya sırt üstü yatarak veya dirseğine yâhut birşeye dayanıp veya bir dizini dikip diğer uyluğu üzerine oturarak uyumak abdesti bozar. Dayandığı şey çekilince düşmezse bozulmaz. Namazda uyumak, dizlerini dikip, başını dizleri üzerine koyarak, bağdaş kurarak, diz çökerek, teverrük ederek uyumak bozmaz. Teverrük, kadınların namazda oturdukları gibi oturmaktır. Bayılmak, sarhoş olmak, namazda sesli gülmek bozar. Yaradan katı kan, et düşmek, yaradan, burundan, kulaktan kurd düşmek, abdest uzvuna el sürmek, yabancı kadına dokunmak, balgam kusmak, gülmek, ağlamak bozmaz. Yabancı kadına dokunmak şâfi'îde mutlaka bozar. Mâlikîde ve hanbelîde şehvet ile olunca bozar.
Gasl, birşeyi yıkamak, gusül, yıkanmak, boy abdesti demektir. Mazmaza, suyu ağızda çalkalamak olup, abdestte sünnet, gusülde farzdır. Gargara, suyu buğazda çalkalamak olup, gusülde de farz değildir. Kapanmamış küpe deliğini gusülde yıkamak farzdır. Çöp sokmaya lüzûm yoktur. Kadının saç diplerini yıkaması farzdır. Saç örgüsünü çözüp aralarını yıkaması lâzım değildir. Sakal sık dahî olsa, altındaki deriyi ve bıyığın ve kaşların altındaki deriyi yıkamak farzdır.
Uykuda veya uyanık iken menî çıkınca ve cimâ' olunca, erkek ve kadın (Cünüb) oldu denir. Cünüb olanın ve (Hayz) ve (Nifâs) dan kurtulan kadının, namaz kılacağı zaman, (Gusül) abdesti alması farz olur. Gusülde niyet etmek, besmele ile başlamak, necâset bulaşık olmasa dahî, avret yerini yıkayıp, sonra bir abdest almak, sonra bedenin her yerini üç kere yıkamak, yâhut denize, nehre, büyük havza dalıp çıkmak, önce başa, sonra sağ omuza su dökmek, bedeni uğalamak sünnettir. Gusülde abdest duâları okunmaz. Erkek erkekler arasında, kadın kadınlar arasında peştamal bulamazsa, çömelerek ve arkasını dönerek öyle yıkanır. Bakan günaha girer. Kadın, erkek karışık ise, teyemmüm ederler. Sonra kaza ederler. Kimsenin görmediği yer küçük ise, çıplak gusül câiz, büyük ise, mekruhtur.
NAMAZIN ŞARTLARI
 
19 - Namazın dışında olan, yâni namaza başlamadan önce yapması farz olan şartları yedidir:
1) (Hadesten tahâret), yâni abdest almaktır. Eğer su bulunmazsa teyemmüm etmektir.
2) (Necâsetten tahâret), yâni elbisesini, vücûdünü ve namaz kılacağı yeri pislikten temizlemektir. Gerek ağır, gerekse hafîf olsun, az veya çok olsun pisliği temizlemek iyi olur. Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdu ki, (Kan ve cerâhat pistir. Namaz kılınan yeri de pislikten temizlemek lâzımdır. Bedenini de, bevlden ve menîden ve bütün pisliklerden temizlemek lâzımdır.)
[Hanefî mezhebinde kan, idrâr, ispirto kaba necâsettir. Küçük havza damlayınca, suyun hepsi kaba necâset olur. Bulaştıkları yer, avuç içindeki suyun yüzeyinden az ise, namaz sahih olur. Cebde bulunan kaptaki ispirto, kan ve alkollü içkiler, bir miskalden [beş gramdan] az ise, namaz sahih olur. Bu miktârlardan çok ise, namaz sahih olmaz. (Dürr-ül-muhtâr)da, İstincâ bahsi sonunda diyor ki, (Su ile topraktan biri temiz ise, karışımları olan çamur temiz kabûl edilir. Fetvâ da böyledir.) (İbni Âbidîn), (Bahr), (Eşbâh), (Feth) ve (Bezzâziyye)de de böyle yazılıdır. Bu söze zayıf diyenler de var ise de, haraç, meşakkat olunca, zayıf kavl ile amel olunur. Fıkh âlimlerinin bu sözlerinden, ihtiyacı karşılamak için yapılan kolonya, ilâc, vernik ve boya gibi ispirtolu karışımların temiz kabûl edilecekleri anlaşılmaktadır. Namaz kılarken necâsetten korunmakta haraç, meşakkat olduğu zaman, bu kavl ile amel edilir. Şâfi'î ve mâlikî mezhebinde de böyle olduğu, (Ma'füvât) kitabında yazılıdır. İspirtolu ilâcların temiz kabûl edilmeleri, bunları içmenin câiz olacağını göstermez. Zarûret olmadıkca, yinmeleri ve içilmeleri yine câiz olmaz. Alkollü içkiler, ihtiyaç eşyası değildirler. Necâset olmaları, bu kavle göre de, affedilmez.]
3) Avret yeri açık olarak kılınan namaz sahih olmaz.
4) Kıble cihetine dönmektir. Kıble, Mekke şehrinde bulunan Kâbedir. Namaz Kâbeye karşı kılınır. Kâbeye karşı secde edilir. Kâbe için secde edilmez. Allahü teâlâ için secde edilir. Vapurda, trende de, namaz kılarken, Kıbleye dönmek farzdır. Bunlarda kıbleye dönemiyen hanefîler, mâlikî veya şâfi'î mezhebini taklîd ederek, iki namazı cem' eder. Takvimde yazılı (Kıble saati) vaktinde, güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur.
5) Her namazı vaktinde kıldığını bilmektir. İbni Âbidîn, diyor ki, (Ezan, vaktinde okununca, islâm ezanı olur. Vaktinden evvel okunursa, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur.)
NAMAZ VAKİTLERİ
 
Âkıl ve bâlig olan, yâni aklı olup, evlenme yaşına gelmiş olan her müslüman erkeğin ve kadının, hergün beş vakit namazı, vakitlerinde kılmaları farzdır. Bir namaz, vakti gelmeden önce kılınırsa, sahih olmaz. Hem de büyük günah olur. Namazın sahih olması için, vaktinde kılmak lâzım olduğu gibi, vaktinde kıldığını bilmek, şüphe etmemek de farzdır.
Hadis-i şerifte, (Namaz vaktinin bir evveli vardır. Bir de sonu vardır) buyuruldu. Bir mahalde, bir namazın evvel vakti, güneşin o mahal üfkundan belli bir irtifâ'a geldiği vakttir. Her mahallin üç üfku olduğu için, her namazın üç vakti vardır: Hakîkî, zâhirî ve şer'î vakitler. Bunlardan herbirinin Riyâdî ve Mer'î kısmları vardır. Riyâdî vakitler, güneşin irtifâ'ından hesap ile bulunur. Mer'î vakitler, riyâdî vakitlere 8 dakika 20 sâniye ekliyerek hâsıl olur. Yâhut güneşi görerek anlaşılır. Riyâdî ve hakîkî vakitlerde namaz kılınmaz. Namazlar mer'î vakitlerde kılınır. Riyâzî vakitler, mer'î vakitlerin bulunmalarına vâsıta olurlar. Güneşi görenler için, bir namazın zâhirî mer'î vakti, görmiyenler için şer'î mer'î vakti kullanılır. Zâhirî mer'î vakit, güneşin kenârının, bu mahaldeki zâhirî üfuk hattına nazaran, bu namaz vaktine mahsûs olan irtifâ'a geldiği görülünce başlar. Bu irtifâ'a (Zâhirî irtifâ') ve bu vakte (Zâhirî vakit) denir. Şer'î vakit, güneşin kenârının, şer'î üfuk hattına nazaran, bu namazın irtifâ'ına geldiği hesap ederek anlaşılır. Tulû' ve gurûb vakitlerinin irtifâ'ı sıfırdır. Fecr-i sâdık vaktinin başlaması irtifâ'ı, dört mezhepte de, -19 derecedir. Yatsı namazı vaktinin başlaması irtifâ'ı, İmâm-ı a'zama göre -19 derece, iki imama ve diğer üç mezhebe göre -17 derecedir. Güneşin merkezinin, üfk-ı hakîkîden, gaye irtifâ'ına yükseldiği görülünce, mer'î hakîkî (Zevâl vakti) olur. Zevâlî saat makinalarının ayârları bu vakit 12 yapılır. Öğle ve ikindi vakitlerinin irtifâ'ları hergün değişmektedir. Bu iki irtifâ' hergün yeniden tâyîn edilir. Bir beldede, güneşin gaye irtifâ' derecesi, o beldenin arz derecesinin tamamîsi ile, o günkü meyl-i şemsin cebrî toplamıdır. Güneşin kenârının, zâhirî üfuk hattından, namazın irtifâ'ına geldiği vakit görülemiyeceği için, fıkh kitapları bu mer'î vaktin alâmetlerini, işaretlerini bildirmektedir. Semada bu alâmetleri görebilenler, namazlarını bu mer'î (Zâhirî vakitler)de kılar. Güneşi veya zâhirî vakitlerin alâmetlerini göremiyenler ve takvim hazırlıyanlar, güneşin kenârının, şer'î üfuklara göre olan (riyâdî şer'î) irtifâ'lara geldiği vakitleri hesap eder. Namazlarını, saate bakarak bu (Riyâdî şer'î vakitler)de kılarlar. Saat makinelerinin bu riyâdî şer'î vakitleri gösterdiği vakit, (mer'î şer'î) vakit olur. Namazlar, bu mer'î vakitlerinde kılınmış olur.
Tenbîh: Hesap ile, güneşin, irtifâ' noktasına geldiği, riyâdî vakitler bulunmaktadır. Güneşin, bu riyâdî vakte geldiği, bu riyâdî vaktten 8 dakika 20 sâniye sonra görülür ki, bu vakit, mer'î vakttir. Yâni, mer'î vakit, riyâdî vaktten 8 dakika sonradır. Saat makinelerinin başlangıçları, yâni hakîkî zevâl ve şer'î gurûb vakitlerinin sıfır olduğu vakitler, mer'î vakitler olduğu için, saat makinelerinin gösterdikleri riyâdî vakitler, mer'î vakitler olmaktadır. Şer'î vakitler, hesap ile bulunduğu ve takvimlerde riyâdî vakitler yazılı olduğu hâlde, saat makinelerinde mer'î vakitler hâline dönmektedirler. Hesap ile, önce güneş merkezinin, hakîkî üfka göre, namazın irtifâ'ına geldiği (Riyâdî hakîkî vakitler) bulunmaktadır. Bunlar, sonra temkin ile muamele olunarak,(riyâdî şer'î) vakitlere çevrilir. Riyâdî vakitlere 8 dakika 20 sâniye ilâve etmek lâzım olmaz.
Bir mahallin şâkûlüne, yâni Erd küresinin bu mahaldeki yarı çapına dik olan sonsuz düzleme bu mahallin (Üfk)u denir. Yalnız sathî ve şer'î üfuklar, böyle değildir. Güneşe bakan insana (Râsıd) denir. Herhangi bir yükseklikte bulunan Râsıdın, o mahallin, ova ve deniz gibi en aşağı noktaları ile semanın birleşmiş gibi gördüğü dâireye râsıdın (Zâhirî üfuk hattı) denir. Bu dâireden geçen üfuk düzlemine bu yüksekliğin (Üfk-ı mer'î)si denir. Altı çeşit üfuk düzlemi vardır. Herhangi bir yükseklikte bulunan Râsıddan geçen, MF üfuk düzlemine (Üfk-ı riyâdî)si denir. Râsıdın bulunduğu mahallin en aşağı yerine, yâni Erd küresinin sathına [yüzüne] temâs eden BN üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hissî)si denir. Râsıdın bulunduğu mahalden geçen ve Erd küresine K noktasında temâs eden [değen] MS düzlemine râsıdın, (Sathî üfuk)u denir. Bir mahaldeki muhtelif yükseklikler için, muhtelif sathî üfuklar vardır. Herbiri için, güneşin ayrı irtifâ'ları vardır. Belli bir yüksekliğe mahsûs olan bir sathî üfuk, râsıdın şâkûlü etrâfında devr ederse Erd küresine temâs eden K noktaları, zâhirî üfuk hattını meydana getirirler. Râsıd, mahallin en yüksek noktasında iken, sathî üfkuna (Şer'î üfuk) denir. Erd küresinin merkezinden geçen AE üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hakîkî)si denir. Merkezinde Erd küresi bulunan ve üzerinde güneş ile yıldızların bulundukları düşünülen büyük küreye (Sema küresi), şâkûlün sema küresini deldiği noktaya, bu mahallin (Semt noktası) denir. Şâkûlden geçen sonsuz miktârdaki düzlemlere (Semt düzlemi) denir. Güneşten geçen semt düzlemi, sathî üfuklardan birini keser. Bu MS doğrusuna, (Sathî üfuk hattı) denir. Bu hat, EK şâkûlüne amûddur, [dik]dir ve râsıdın gözünden geçer. Semt düzlemlerinin sema küresini kestiklerini düşünürsek, küre sathında hâsıl olan bu dâirelere, bu mahallin (Semt dâireleri) veya (İrtifâ' dâireleri) denir. Bu dâireler, bu mahallin üfuk düzlemlerini dik olarak keserler. Güneşin merkezinden geçen semt dâiresinin, hakîkî üfuk düzlemini kestiği A noktası ile güneşin merkezi arasında kalan AG kavsinin derecesine, güneşin o mahalde ve o andaki (Hakîkî irtifâ'ı) denir. Şems, her an, başka semt dâirelerinden geçmektedir. Şemsin bir Z kenârından geçen semt dâiresinin, bu kenârı kestiği Z noktası ile hissî, mer'î, sathî ve riyâdî üfuk düzlemlerini kestiği iki nokta arasında kalan semt kavsinin derecesine, güneşin bu üfuklara göre (Zâhirî irtifâ')ları denir. Şemsin bu üfuklardan aynı irtifâ'da olduğu vakitler farklıdır. Güneş bir mahallin hissî üfkunun altına girince, yâni bu üfka nazaran zâhirî irtifâ'ı sıfır olunca, bu üfkun her yerindeki Râsıdlar, güneşin bu üfuktan gurûb ettiğini görürler. Yüksekte bulunan Râsıd, LK kendi üfk-ı zâhirîsi hattının bir K noktasından geçen, başka bir MS üfk-ı hissî üzerinde bulunduğu için, güneşin bu üfk-ı hissîden gurûbunu görür. LK Üfk-ı zâhirî dâiresinin her noktasından geçen birer hissî üfuk düzlemleri vardır. Güneşten geçen ZS semt dâiresi, bu üfuklardan birini S noktasında dik olarak keser. K noktasındaki MKO hissî üfku, Râsıdın (Sathî üfk)udur. Sathî üfuk ve riyâdî üfuk, Râsıdın bulunduğu yükseklikten geçiyorlar. Fakat, aralarında bir C zâviyesi [açı] vardır. Bu açıya (İnhitât-ı üfuk zâviyesi) denir. Ahmed Ziyâ bey diyor ki, (râsıdın bulunduğu mahallin, üfk-ı hissîden, metre olarak, irtifâ'ının kare kökü 106,92 ile çarpılınca, bu mahallin inhitât-ı üfuk açı sâniyesi olur). Yüksekteki Râsıda nazaran güneşin gurûb etmesi, üfk-ı sathîye nazaran irtifâ'ının sıfır olmasıdır. Diğer namazların şer'î vakitleri de, bunun gibidir. Yâni, güneşin sathî üfka nazaran irtifâ'ları ile hesap edilir. Güneşin sathî üfka nazaran (ZS) irtifâ'ı, Râsıdın bulunduğu mahallin şâkûlünden geçen semt dâirelerinden, güneşin kenârından geçen dâirenin kavsidir. Bu kavs, Râsıdın gözünden çıkıp, bu kavsin iki ucundan geçen iki yarım doğru arasındaki zâviyenin derecesini göstermektedir. Bu kavse muvâzî [paralel] olarak, zâviyenin iki kenârı arasında çizilen sayısız miktârdaki kavslerin hepsi de, güneşin bu irtifâ' derecesini göstermektedirler. Râsıd, bu kavslerden, sathî üfkun, üfk-ı zâhirî hattını kestiği K noktasından geçen HK kavsini, güneşin üfk-ı zâhirî hattına nazaran irtifâ'ı olarak görmektedir. Bunun için, sathî üfka nazaran irtifâ' olan, ZS kavsi yerine, zâhirî üfuk hattına nazaran olan, HK (zâhirî irtifâ'ı) kullanılmaktadır. Mer'î şer'î vakitler, bu irtifâ' ile hesap edilmektedir. Şemsin zâhirî irtifâ'ı, Sekstant veRubu' dâire tahtası ile bulunmaktadır.
Erd mihverinin [ekseninin] sema küresini kestiği iki noktaya (Sema kutbu) denir. Mihverden geçen düzlemlerin sema küresinde hâsıl ettikleri dâirelere (Meyl dâireleri) denir. Erd merkezinden geçen ve mihverine amûd [dik] olan düzleme (Ekvator) sathı denir. Güneşin merkezi ile Ekvator sathı arasında kalan meyl dâiresi kavsinin derecesine (Güneşin meyli) denir.
Bir mahalde, bir meyl düzlemi ve birçok semt düzlemleri vardır. Bir mahallin şâkûlü ile Erdın mihveri, Erdın merkezinde birleşirler. Hâsıl ettikleri zâviyenin düzlemine (Nısf-ün-nehâr düzlemi) denir. Bu düzlemin sema küresini kestiği dâireye (Nısf-ün-nehâr dâiresi=Meridiyen), hakîkî üfku kestiği doğruya (Nısf-ün-nehâr hattı) denir. Güneşin günlük mahrekleri, birbirlerine ve Ekvator düzlemine paralel olan dâirelerdir. Bu dâirelerin bulundukları düzlemler, Erdin mihverine ve Nıfs-ün-nehâr düzlemine diktirler. Üfuk düzlemlerini eğik [mâil] olarak keserler. Güneş bir mahallin üfk-ı zâhirî hattı üzerinde kaldığı zaman, o mahalde şemsî gündüz olur. Güneşten geçen semt dâiresi, üfk-ı zâhirî hattını dik olarak keser. Güneş, bir mahallin Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine gelince, yâni merkezi hakîkî üfuktan gaye irtifâ'ında iken, merkezinden geçen meyl dâiresi ile, o mahallin semt dâiresi aynı olur. Bu dâirenin, güneş merkezi ile Ekvator arasındaki kavsi (Meyl), üfk-ı hakîkî arasındaki kavsi, (Hakîkî gaye irtifâ'ı) derecesi olur. Râsıd Ekvatorda ise, hakîkî üfku, Erdin mihverinden geçer. Her zaman, gece ve gündüz oniki saat olurlar. Râsıd Kutubda ise, hakîkî üfuk düzlemi, Ekvator düzlemi ile aynı olur ve güneş, Râsıdın bulunduğu yarım kürede iken, altı ay gündüz, diğer yarım kürede olunca, altı ay gece olur. Güneşin senelik hareketini yaptığı (Husûf düzlemi), Ekvator düzlemini Erdın bir kutru [çapı] istikâmetinde keser. Aralarında dâimâ 23 derece 27 dakikalık zâviye vardır. Güneş Ekvatorun bir tarafında iken, bu mahallerde yaz, diğer yarım kürede kış olur.
Sabah namazının vakti, dört mezhepte de, (leyl-i şer'î) sonunda, yâni (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın şarktaki üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında görülmesinden, (leyl-i şemsî)nin sonuna, yâni güneşin üst kenârının, o mahaldeki üfk-ı zâhirî hattından doğuncaya kadardır. Beyazlık, üst kenârı bir mahallin üfk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca, bir noktada görülür. Oruç da bu vakit başlar. İslâm âlimleri, -19 derece irtifâ' ile hesap ettikleri imsak vakitlerinin, bulutsuz ve berrak havada, üfk-ı zâhirî hattına ve saate bakarak, beyazlığın, üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında başladığı vakit ile aynı olduklarını görmüşlerdir. Biz de böyle gördük. Şimdi, oruç tutmaya bu vakitlerden sonra başlıyanların orucları sahih olmamaktadır. Daha sonra, irtifâ' -18 olunca, beyazlık bu üfuk hattı üzerine yayılır. Sabah namazını bu vakit kılmak ihtiyâtlı olur. Avrupalılar, bu vakte fecr diyorlar. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyânlara değil, islâm âlimlerine uyması lâzımdır. Beyazlık, üfuk hattı üzerinde kırmızılığın başlamasından iki derece evvel başlar. -20 derece yaklaşınca beyazlığın başladığını bildirenlerin de bulunduğu, İbni Âbidînde ve M.Ârif beğin takviminde yazılı ise de, islâm âlimleri, -19 derece olduğunda ittifâk etmişlerdir. Kırmızılığın yayılması, güneşin üst kenârı, üfk-ı zâhirî hattına 16 derece yaklaşıncadır. Fecr ve imsak vakti için -16 derece irtifâ'ı kabûl etmek, islâm âlimlerine uymamak olur.
Zâhirî zuhr, yâni güneşi görenler için, öğle namazının evvel mer'î vakti, güneşin arka kenârı zâhirî zevâl mahallinden ayrılınca başlar. Bu vakit, dik bir çubuk gölgesinin, en kısa iken, uzamaya başladığını görmekle anlaşılır. Bu vakit, güneş merkezinin, o mahaldeki gündüz müddetinin ortasından [semadaki Nısf-ün-nehâr dâiresinden] yâni hakîkî üfka göre, hakîkî gaye irtifâ'ına yükseldikten, yâni (Hakîkî zevâl vakti)nden sonra, arka kenârının, Erd üzerindeki üfk-ı zâhirî hattının garp tarafından, zâhirî gaye irtifâ'ına indiği görülünce başlar. Güneşi görenler için, namaz vakitlerinin, [güneşin merkezinin] üfk-ı hakîkîye nazaran olan, hakîkî irtifâ'ları ile değil, kenârının üfk-ı zâhirî hattından zâhirî irtifâ'ına geldiği görülünce başlıyacağı, Tahtâvînin (İmdâd hâşiyesi)nde yazılıdır. Zâhirî zuhr vaktinin, güneşin, zâhirî gaye-i irtifâ'dan alçaldığı görüldüğü vakit başladığı (Mecma'ul enhür)de de yazılıdır. Etrâfımızda, bir dâire şeklinde gördüğümüz (zâhirî üfuk hattı) nın mahalli, Râsıd, en aşağı yerde iken, üfk-ı hissî üzerinde bir B noktasıdır. Zâhirî gaye irtifâ'ındaki (Zâhirî zevâl mahalli) de, semadaki hakîkî zevâl noktası olur. Râsıd, insân boyu kadar bile yükseldikce, üfk-ı zâhirî hattı, üfk-ı hissîdeki B noktasından ayrılarak, nısf kutru, inhitât-ı üfuk derecesi kadar bir kavs olan, bir dâire şeklini alır ve üfk-ı hakîkîye doğru alçalır. Semadaki, zâhirî zevâl mahalleri de, üfk-ı zâhirî hattından gaye irtifâ'ında olan noktaların, hakîkî zevâl noktası etrâfında husûle getirdikleri bir dâirenin, güneşin mahrekini kestiği iki nokta arasındaki mahrek kavsi olur. Bu zevâl dâireleri, Nısf-ün-nehâr düzlemine diktir ve nısf kutrları olan kavsler, inhitât-ı üfuklar kadardır. Zâhirî zevâl kavsinin başı ve sonu, güneşin günlük mahrekinin, zâhirî zevâl dâiresini kestiği iki noktadır. Güneşin ön kenârı, birinci noktaya gelince, gölgenin kısalması fark edilmez, zâhirî zevâl vakti başlar. Arka kenârı, ikinci noktadan çıkınca, tamam olur. Bu vakit, gölgenin uzamaya başladığını görmekle anlaşılır. (Zevâl mahalli dâireleri)nden her biri, Erd üzerindeki, râsıdın bulunduğu mahalle mahsûs olan zâhirî üfuk hattı dâiresinin noktalarından aynı gaye irtifâ'ında bulunan noktalardan meydana gelmiştir. (Şer'î zevâl vakti), güneşin ön kenârının, bu dâirelerin en dışındaki, en büyüğü üzerindeki iki noktadan birincisine geldiği vakit başlar. Arka kenâr, bu dâireden ayrılırken, şer'î zevâl vakti tamam olarak (şer'î zuhr vakti) başlar. Riyâdî şer'î vakitler hesap ile bulunarak takvimlere yazılır. Zuhr vakti, asr-ı evvele kadar, yâni bir şeyin gölgesi, zevâl vaktindeki boyundan, bu şeyin boyu miktârı uzayıncaya veya asr-ı sânîye, yâni boyunun iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Birincisi, iki imama ve diğer üç mezhebe göre, ikinci vakit ise, İmâm-ı a'zama göredir.
İkindi namazının vakti, öğle vakti bitince başlıyarak, güneşin arka kenârı üfk-ı zâhirî hattından batıp, gayb olduğu görülünciye kadar ise de, güneş sarardıktan sonra, yâni alt [ön] kenârı üfk-ı zâhirî hattına bir mızrak boyu yaklaşınca, her namazı kılmak ve ikindiyi bu vakte geciktirmek haramdır. Güneşin veya ziyâsının geldiği yerlerin sararması, merkezinin üfk-ı hakîkîye beş derece irtifâ'a geldiği vakit başlar. Bu vakte (İsfirâr vakti) denir. Türkiyede şehirlerde ikindi ezanları, iki imama göre okunduğundan, ikindi namazını, bu ezandan, kışın 36 dakika, yazın ise 72 dakika sonra kılmalıdır ki, böylece İmâm-ı a'zama da uyulmuş olur. Arz derecesi 40 ile 42 arasındaki mahallerde, her ay için 6 dakika, yaza doğru 36 ya ilâve, kışa doğru 72 den tarh edilince, bu aydaki iki asır vakti arasındaki zaman farkı olur.
Akşam namazı, şemsî ve şer'î gecenin başlaması ile birlikte başlar. Güneş zâhirî gurûb edince, yâni üst kenârının Râsıdın bulunduğu mahallin üfk-ı zâhirî hattından gayb olduğu görülünce başlar. Hadis-i şerifte, (Gece başlayınca, orucu bozunuz! Gecenin başlaması, güneş ziyâsının, şark tarafında, en yüksek tepeden gayb olması ile olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerif ve (İbni Âbidîn) ile (Tahtâvî)nin açıklamaları gösteriyor ki, güneşin zâhirî üfuk hattından gurûb etmesinin görülmediği yerlerde ve hesap yapılırken, gurûb, güneş ziyâsının en yüksek tepeden çekildiği mer'î şer'î gurûb vaktidir. Ezanî saat makineleri, bu vakit 12 yapılır. Akşam namazının vakti, şafak kararıncaya, yâni garbda, iki imama ve diğer üç mezhebe göre, kırmızılık gayb oluncaya veya İmâm-ı a'zama göre, bundan iki derece sonra, beyazlık gayb oluncaya kadar devam eder. Akşam namazını, vaktin evvelinde kılmak sünnettir. (İştibâk-i nücûm) vaktinden, yâni yıldızlar çoğaldıktan, yâni güneşin arka kenârının üfk-ı zâhirî hattı altına on derece irtifâ'a indikten sonraya bırakmak haramdır. Bu vakit ile gurûb vakti arasındaki zaman, İstanbul gibi, arzı 41 derece olan mahaller için, bir senede, 53 ile 67 dakika arasında değişmektedir. Hastalık, seferî olmak, hazır taâmı yimek için, yıldızlar çok görülünceye kadar geciktirilebilir.
Yatsı namazının vakti, İmâmeyne göre, işâ-i evvelden, yâni garbdaki zâhirî üfuk hattı üzerinde kırmızılık gayb olduktan sonra başlar. Diğer üç mezhepte de böyledir. İmâm-ı a'zama göre, işâ-i sânîden, yâni beyazlık gayb olduktan sonra başlar. Şer'î gecenin sonuna, yâni Fecr-i sâdıkın ağarmasına kadardır. [Güneşin üst kenârı, zâhirî üfuktan 17 derece irtifâ'a inince kırmızılık, 19 derece inince, beyazlık gayb olur.] Şâfi'î mezhebinde yatsı namazının âhır vakti, şer'î gecenin, yâni gurûb ile fecr-i sâdık arasındaki zamanın yarısına kadar diyenler vardır. Yatsıyı, şer'î gecenin yarısından sonra kılmak, bunlara göre câiz değildir. Hanefîde ise, mekruhtur. Mâlikîde de fecre kadar kılmak sahih ise de, şer'î gecenin üçte birinden sonra kılmak günahtır. Öğle ve akşam namazlarını iki imamın bildirdiği vakitlerde kılamıyan, kazaya bırakmayıp, İmâm-ı a'zamın kavline göre edâ etmeli, bu takdîrde, o gün ikindi ve yatsı namazlarını da, İmâm-ı a'zama göre kılmalıdır.
Beş vakit namazın ve bilhâssa sabah ve yatsı namaz vakitlerinin başlangıcı, her memleketin arz [Enlem] derecesine, yâni Hatt-ı istivâdan uzaklığına ve güneşin meyline, yâni ay ve günlere göre başkadır. Kutba yaklaştıkca, fecr ve şafak vakitleri güneşin tulû' [doğma] ve gurûb [batma] vakitlerinden uzaklaşır. Yâni sabah ve yatsı namazlarının ilk vakitleri, birbirlerine yaklaşır. Tenvîr sathı ile Erdın mihveri arasındaki (Tenvîr zâviyesi), güneşin meyline müsâvî olduğu için, 90 - arz < meyl +19 yâni arz dereceleri ile meyl-i şemsin toplamı, yetmişbir [90-19=71] veya daha ziyâde olan yerlerde ve zamanlarda, meselâ Pariste güneşin meyli, çok olduğu Haziranın 12 ile 30 u arasında, şafak kırmızılığı gayb olmadan, fecrin beyazlığı başlar. Bunun için, yatsı ve sabah namazlarının vakitleri başlamaz. (Se'âdet-i Ebediyye) sayfa 175'e bakınız! Hanefî mezhebinde vakit, namazın sebebidir. Sebep bulunmazsa, namaz farz olmaz. O hâlde, hanefî mezhebi âlimlerinin çoğu, böyle memleketlerde, bu iki namaz farz olmaz, dedi. Bazı âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yakın yerlerdeki veya böyle bir yerde, böyle zamanların başlamadan evvelki günlerdeki vakitlerinde kılmalıdır.
Nehâr-ı şer'înin, yâni oruç zamanının dörtte biri, (Duhâ) yâni kuşluk vaktidir. Oruç zamanının dörtte biri, fecr vaktine ilâve edilince, Duhâ vakti olur. Nehâr-ı şer'înin yarısı, (Dahve-i kübrâ) vaktidir. Ezanî Fecr vaktinin yarısı, Dahve-i kübrâ vaktidir. Vasatî saate göre, gece yarısından îtibaren imsak ve iftâr vakitleri toplamının yarısıdır.
Öğle ve ikindi namazlarının vakitlerini kolayca anlamak için, Muhammed Mâsum-i Fârûkî Serhendînin talebesinden Abdülhak Sücâdilin yazmış olduğu, fârisî (Mesâil-i şerh-ı Vikâye) kitabının Hindistânda Hayderî matbaasında 1294 [m. 1877] senesi baskısında ve (Mecma'ul-enhür)de şöyle yazıyor:
(Güneş gören düz bir yere, bir dâire çizilir. Bu dâireye (Dâire-i hindiyye) denir. Dâirenin ortasına, dâire kutrunun [çapının] yarısı kadar uzun, düz bir çubuk dikilir. Çubuğun tepesi dâirenin üç muhtelif noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır ki, tam dik olsun! Bu dik çubuğa (Mikyâs) denir. Bu mikyâsın gölgesi, sabahları, dâirenin dışına kadar uzundur ve garp tarafındadır. Güneş yükseldikce, yâni irtifâ'ı arttıkça gölge kısalır. Gölgenin dâireye girdiği noktaya işaret konur. Öğleden sonra şark tarafında, dâireden dışarı çıkar. Çıktığı noktaya da bir işaret konur. Dâire çenberi üzerindeki bu iki işaret arasında kalan kavsin [yayın] ortası ile, dâirenin merkezi arasına düz bir hat çizilir. Bu hat, o mahallin (Nısf-ün-nehâr hattı) olur. Nısf-ün-nehâr hattının istikâmeti, şimâl ve cenûb cihetlerini gösterir. Güneşin doğduğu tarafa dönen kimsenin sol omuzu, şimâl cihetidir. Güneşin ön kenârı, üfk-ı zâhirî hattından, gaye irtifâ'ına yükselince, (Zâhirî zevâl vakti) başlar. Bundan sonra gölgenin uzayıp kısaldığı his edilmez. Gölgenin en kısa uzunluğuna (Fey-i zevâl ) denir. Arka kenâr, alçalmaya başlıyarak, sathî üfka [zâhirî üfuk hattına] nazaran gaye irtifâ'ına gelince, (Zâhirî zevâl vakti)nin sonu ve (Zâhirî zuhr vakti) olur. Gölgenin uzamaya başladığı görülür. Zâhirî zevâl zamanının, yâni gölgenin kısalmasının sonu ile uzamaya başlaması arasındaki zamanın ortasında, güneşin merkezi, semadaki Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine geldiği mer'î vakit olup, hakîkî üfuktan gaye irtifâ'ında olur. Bu an gündüz ortası, yâni (Mer'î hakîkî zevâl vakti)dir. Bu mer'î hakîkî zevâl vaktinde, hakîkî zevâlî saat 12 dir. 12 ile tâdîl-i zamanın cebrî toplamı, gündüzün başlangıcı yapılmaktadır. Bu vakit, mahallî, vasatî zevâlî saat 12 yapılır. Zevâlî saat makinelerinin başlangıcıdır. (Hakîkî mer'î zevâl vakti), güneşin zevâle geldiği (riyâdî zevâl vakti)nden 8 dakika 20 sâniye sonradır. Çünkü, güneşin ziyâsı, Erda 8 dakika 20 sâniyede gelmektedir. Hesap ile bulunan riyâdî namaz vakitlerine 8 dakika 20 sâniye eklenerek, mer'î vakitlere çevrilir. Bu çevirmeyi saat makineleri yapmaktadır. Riyâdî vakitlerin ve saat makinelerindeki mer'î vakitlerin, birbirlerinin aynı oldukları anlaşılmaktadır.
1193 [m. 1779] senesinde Erzurûmda hazırlanmış olan (Mi'yâr-ı evkat) ceb takviminde diyor ki, (Gölgenin en kısa görüldüğü (mer'î) zevâl vaktinde, ezanî saat makinesi, takvimde yazılı zuhr vaktinden temkin zamanı geri getirilerek ayârı tashîh edilir.) Çünkü, zevâl vakti, zuhr vaktinden temkin kadar öncedir. Yâhut, vasatî saat makinesi herhangi bir namaz vaktini gösterince, ezanî saat makinesi de, bu namazın ezanî vaktine getirilir. Fey-i zevâl, arz ve meyl derecelerine göre, yâni her arz derecesinde ve her gün başka boydadır.
İkindi namazı vaktindeki güneş irtifâ'ını bulmak için, (İrtifâ'-gölge uzunluğu) cetveli kullanılır. Bu cetveli, 1924 (Takvim-i sâl) sonunda görerek, kitabımızın 558. sayfasına koyduk. Meselâ, 13 Ağustosta, İstanbulda, güneşin gaye irtifâ'ı 64 derece olduğundan, bir metre, dik çubuğun gölgesinin en kısa uzunluğu, cetvelde, 0,49 m. bulunur. Asr-ı evvelde, gölge 1,49 m. ve güneşin irtifâ'ı cetvelde 34 derece olur.
Pergel, fey-i zevâl boyu kadar açılıp, bir ayağı, Nısf-ün-nehâr hattının dâireyi kestiği noktaya konur. Diğer ayağının Nısf -ün-nehâr hattının dâire dışındaki kısmını kestiği nokta ile merkez arasındaki mesâfe nısf kutr olmak üzere ikinci bir dâire çizilir. Mikyâsın gölgesi bu ikinci dâireye geldiği vakit, (Hakîkî asr-ı evvel) vakti olur. İkinci dâireyi her gün yeniden çizmek lâzımdır.
Şer'î namaz vakitlerini, güneşin kenârının şer'î üfuktan olan irtifâ'ına göre hesap etmek lâzımdır. Namaz vakitlerinin irtifâ'ları, hakîkî üfuktan olamaz. Hakîkî üfka göre olan irtifâ' ile hesap edilen hakîkî gurûb vaktinde, güneş yüksek yerlerin zâhirî üfuk hatlarından batmamış olarak görülmektedir.
Güneş merkezinin, Nısf-ün-nehârdan iki gündeki geçişleri, yâni iki gündeki hakîkî zevâl vakitleri arasındaki zamana (Hakîkî güneş günü) denir. Bunların uzunlukları birbirlerine müsâvî olmadığı için (Vasatî gün) kullanılır. Vasatî gün uzunluğu, bir güneş senesindeki 365,24 günün 360 da biri zamandır. Vasatî günler, birbirlerine müsâvîdir. Bunların hakîkî güneş günlerinden farkına, bir günlük (Tâdîl-i zaman) denir. Vasatî gün fazla ise, tâdîl-i zaman (-), noksan ise (+) dır. Tâdîl-i zaman, her gün değişerek, bir senede +16 ile -14 dakika arasında değişmekte, senede dört defa sıfır olmaktadır.
Güneşin merkezinin hakîkî üfuktan gurûb ettiği (Riyâdî gurûb) vaktinden sonra, arka kenârının, üfk-ı şer'îye inerek, ziyâsının en yüksek tepeden gayb olması için geçen zamana (Temkin Zamanı) denir. Bir beldenin [şehir veya köyün] temkini, yükseklik ile ve arz derecesi ile değişir, artar. Günlük değişmesi birkaç sâniyedir. Bütün namaz vakitleri ve iftâr vakti hesap edilirken, her beldede, en yüksek yerin temkini kullanılır. Meselâ İstanbulda, Çamlıca tepesinin 267 metre yüksekliği için hesap edilen 8 dakika temkin kullanılır. Temkinlerin hergün değişmeleri ve muhtelif saat birimlerinin birbirlerinden farkları düşünülerek, İstanbulun temkini 10 dakika kabûl edilmiştir. Güneşin tâdîl-i zamanı ve meyli ise, hergün takrîben yarım dakika değişmektedir. Fakat, günlük miktârı her beldede aynıdır.
Saat makineleri, bir vasatî günde 24 saati gösterir. Vasatî veya ezanî zamanları ölçerler. Bir beldenin vasatî saati, hakîkî mer'î zevâl vaktinden tâdîl-i zaman kadar farklı olarak 12 yapılır. Ezanî saat makinesi, güneşin üfk-ı şer'îden, yâni en yüksek tepeden gurûb ettiği görülünce, 12 yapılır. Bu saat makineleri gurubî vakitleri göstermez. Ezanî vakitleri gösterir. Şarka doğru gidildikce, yâni tûl derecesi arttıkca, mahallî saat makinelerinin ayârları ileri alınmakta, bunun için, tûl dereceleri değişince, saat makinelerindeki namaz vakitleri değişmemektedir. Gurûbî ve ezanî gün uzunlukları, birbirlerine takrîben müsâvîdir. Mebde'leri, temkin miktârı farklıdır. Hakîkî [zevâlî] gün uzunluğundan 1-2 dakika farklıdırlar. Hesap ile, namazların zevâlî veya gurûbî riyâdî vakitleri bulunur. Bu riyâdî vakitler, saat makinelerinin gösterdikleri mer'î vakitlerin aynıdır. Arz derecesi arttıkca, [yatsı hâriç] dört namazın vakti önce olur. Tûl derecesi arttıkca mahallî saatlerdeki vakitler değişmez ise de, müşterek saate göre, tûl derecesi arttıkca ileri [önce] olur.
İbni Âbidîn, oruclunun yapması müstehab olan şeyleri bildirirken ve Tahtâvî (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, namaz vakitlerinde diyorlar ki, (Bir kimse, güneşin üst kenârının, zâhirî üfuk hattından gurûb ettiğini görmedikçe iftâr yapamaz. Alçakta bulunan kimse, gurûbu daha önce görünce, yüksektekinden önce iftâr yapar. Güneşin üfk-ı zâhirî hattından gurûbunu göremiyenler için gurûb, şarktaki tepelerin kararmasıdır.) Yâni şer'î üfuktan olan gurûbdur. Namaz vakitleri ve iftâr yapmak hesap edilirken, (Temkin) kullanmak, yâni irtifâ'ları şer'î üfuklara göre düşünmek lâzım olduğu, buradan anlaşılmaktadır. Hesap yaparken, her yükseklik için ayrı olan zâhirî üfuk hatlarından olan zâhirî irtifâ'lar kullanılamaz. Çünkü muhtelif zâhirî üfuk hatları ve bunların her birine göre muhtelif irtifâ'lar ve bir mahalde, bir namazın muhtelif riyâdî vakitleri olur.
Güneşin kenârının şer'î üfuktan, namaz vaktinin irtifâ'ına geldiği, riyâdî şer'î vaktini hesap etmek için, evvelâ bu namaza mahsûs olan (Fadl-ı dâir = Zaman farkı) hesap edilir. Fadl-ı dâir, güneşin bulunduğu yer ile, gündüz veya gece yarıları arasındaki zaman farkıdır. Fadl-ı dâiri bulmak için, muhtelif düstûrlar [formüller], logaritme ile veya hesap makineleri ile çözülürler. Öğle (zuhr), ikindi (asr), isfirâr, akşam (gurûb), iştibâk ve işâ (yatsı) vakitlerinin Fadl-ı dâirleri, [saat makinelerinin gösterdiği mer'î] hakîkî zevâl vaktine eklenerek, bazı makinelerde, bulunan yatsı namazının Fadl-ı dâiri gece yarısından çıkarılarak, fecr ve tulû' için gece yarısına eklenerek, işrak için hakîkî zevâl vaktinden çıkarılarak, hakîkî veya gurûbî zamanlara nazaran riyâdî (hakîkî vakitler) bulunur. Zuhr, asr, gurûb, iştibâk ve işânın hakîkî vakitlerine temkin ilâve ve fecr ile tulû' riyâdî hakîkî vakitlerinden tarh edilince, (Şer'î vakitler) olur. Çünkü, bir namazın hakîkî vakti ile şer'î vakti arasındaki zaman farkı, hakîkî üfuk ile şer'î üfuk arasındaki zaman farkı kadardır. Bu da, (Temkin zamanı)dır. Her şehir için tek bir temkin vardır. Bu da, şer'î vakitleri bulmak için kullanılır. Bunlar da, (Ezanî) veya (Vasatî) zamanlara çevrilerek takvimlere yazılır. [Namaz vakitlerini hesap etmek için, (Se'âdet-i Ebediyye) kitabında misâller verilmiştir.] Hakîkî vakti vasatîye tahvîl için, (Tâdîl-i zaman) ile muâmele edilir. Gurûbî vakti ezanîye tahvîl için, dâimâ bir temkîn çıkarılır. Görülüyor ki, zuhr, asr, gurûb ve işâ namazlarının gurûbî vakitleri ile ezanî vakitleri, birbirinin aynıdırlar. İslâm âlimleri, asırlarca evvel, (Rub'-ı dâire) âleti veya Üstürlâb [Oktant] denilen âlet yaparak, bununla güneşin riyâdî üfka göre veya Sekstant ile zâhirî üfuk hattına göre irtifâ'ını ölçmüşler, bundan her namaz vaktinin hakîkî irtifâ'ını hesap etmişlerdir. Zevâlden evvelki vakitler, şer'î tulû' üfkuna, zevâlden sonraki vakitler, şer'î gurûb üfkuna olan irtifâ'ları ile hesap edilir. Zuhr vakti, gündüz ortasından sonra olduğu için, (şer'î zevâl vakti), hakîkî zevâl vaktinden temkin zamanı sonra olması lâzım olur. Hüsâmeddîn efendinin (Şemâil-i şerife) tercümesine bakınız! Ahmed Ziyâ bey 1339 [m. 1921] tarihli (Rub'-ı dâirenin sûret-i isti'mâli) kitabında diyor ki, (Hakîkî mer'î zevâl vaktindeki 12 saata tevafuk eden vakit-i vasatîye o mevkie âid temkin miktârı cem' olundukta, mahallî vasatî saat ile zuhr vakti olur.) (Kedûsî)nin (İrtifâ' risâlesi)ni tercüme eden, Fatih medresesi ders-i âmlarından, yâni islâm ilimleri ordinaryüs profesörü Hezargradlı Hasen Şevkı efendi, dokuzuncu bâbında, imsak vaktini bulmağı bildirince diyor ki, (Bulduğumuz imsak vakitleri temkinsizdir. [Yâni güneşin merkezinin gurûbî saate göre, hakîkî üfka -19 derece irtifâ'a yaklaştığı [riyâdî] vakttir.] Oruç tutacak kimsenin, bundan onbeş dakika evvel imsak etmesi lâzımdır. Böylece, [oruca güneşin ön kenârının şer'î üfka ve ezanî saate göre olan imsak vaktinde başlıyarak] orucu fâsid olmaktan kurtulur.) Görülüyor ki, bu büyük âlim de, şer'î ezanî vakti bulmak için hakîkî vaktten temkin zamanının iki mislini çıkarmakta, temkin çıkarılmaz ise, orucun fâsid olacağını bildirmektedir. Çünkü, İstanbulda temkin sekiz dakika hesap edilmekte, ihtiyâten on dakika kabûl olunmaktadır. Ahmed Ziyâ bey de, (Rub'-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden temkinin iki misli çıkarıldıktan sonra, ezanî şer'î imsak vakti başlar) diyor. Hesap ile veya Rub'-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden, ezanî saat için temkin zamanının iki mislini çıkarmak lâzım olması, mahallî vasatî saat için, bir temkin çıkarmak lâzım olduğunu göstermektedir. Vasatî zaman için bir temkin çıkarılmazsa, oruç fâsid olur. Kedûsînin irtifâ' risâlesinin önsözünde, (Meârif nezâretinin 1310 [m. 1892] senesi 230 numaralı ruhsatı ile basıldı) yazılıdır. Bunun için, Osmanlı âlimlerinin zamanında, meselâ Osmanlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i islâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m. 1916] senesinin (İlmiyye sâlnâmesi) ismindeki takvimde ve 1982 ye kadar hazırlanan takvimlerin hepsinde ve İstanbul üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 tarih ve 14 sayılı (Evkat-ı şer'ıyye) kitabında imsak vakitleri, hakîkî vakitlerinden temkin zamanı evvel başlamaktadır. Oruca, bu takvimlerdeki şer'î imsak vaktinden beş dakika bile sonra başlayanın orucu sahih olmaz. Şer'î zevâl vaktinde gölgenin boyu, hakîkî zevâl vaktindeki fey-i zevâlden daha uzundur. İkisi arasındaki fark, temkin zamanında hâsıl olan uzunluktur.
Gece, gündüz müddetleri birbirine dâimâ müsâvî olsaydı, güneş dâimâ hakîkî zevâlden altı saat evvel tulû' ve altı saat sonra gurûb ederdi. Gece ile gündüz müddetleri müsâvî olmadığı için, yaz aylarında, hakîkî zevâl vakti ile hakîkî tulû' ve hakîkî gurûb vakitleri arasında 6 saattan bir miktâr fazla zaman vardır. Kış aylarında, bu vakitler arasında, bir miktâr az zaman bulunur. Altı saatten olan bu zaman farkına (Nısf fadla) zamanı denir. Yaz aylarında, hakîkî tulû' ve gurûb vakitleri, zevâl vaktinden, 6 ile Nısf fadlanın toplamı kadar farklı olmaktadır. Gurûb vakti, zevâl vaktinden uzaklaşınca, gurûbî saatın sabah mebdei, zevâl vaktine yaklaşır. Gurûbî saate göre zevâl vakti, yaz aylarında, Nısf fadlanın 6 saatten farkı olur. Herhangi bir mahalde:
sin Nısf fadla = tan arz-ı belde x tan meyl
müsâvâtından (Nısf fadla = Yarı fark) derecesi bulunur. Bunun dört misli, zaman dakikası olur. Meyl ile arz derecelerinin işaretleri aynı ise, yâni aynı nısf kürede iseler, Nısf fadla zamanının mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, hakîkî zamana göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti ve gece yarısı 12 den, sabah gurûbî 12 ye kadar olan zaman olur şemsin hakîkî tulû' vakti ile zevâli vakti arasında da bu kadar zaman vardır. 6 dan çıkarılırsa, gurûbî zamana göre riyâdî hakîkî zevâl vakti yâni sabah 12 den zevâl kadar zaman olur ki, aynı zamanda, ezanî zamana göre şer'î zuhr vakti ve hakîkî zamana göre, hakîkî tulû' vaktidir. Bulunulan mahal ile güneş başka nısf kürelerde ise, nısf fadlanın mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, o mahallin gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zamana göre, hakîkî tulû' vakti olur. 6 dan çıkarılınca, hakîkî zamana göre o mahaldeki riyâdî hakîkî gurûb vakti olur. 1 Mayısta, meselâ Privileg hesap makinesinin 14.55 µ tan x 41 tan = arc sin x 4 = ¥ düğmelerine basılınca, makinenin levhasında, Nısf fadla 53 dakika 33 sâniye görünür. Hakîkî zamana göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti 6 saat 54 dakika, mahallî vasatî zamana göre 6 saat 51 dakika ve müşterek zamana göre 18 saat 55 dakikadır. Şer'î gurûb vakti 19 saat 5 dakika olur. Gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti 5 saat 6 dakika olur. Bundan, İstanbul için gurûb vaktindeki 10 dakika temkin zamanı dâimâ çıkarılıp 4 saat 56 dakika, ezanî zamana göre zevâl vakti olur. Buna zuhr vaktindeki, yine 10 dakika temkin zamanı ilâve edince, ezanî saate göre zuhr vakti, yine 5 saat 6 dakika olur. Zuhr vaktindeki temkin, gurûb vaktindeki temkinin aynı olduğu için, gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti ile ezanî zuhr vakti aynı olmaktadırlar. İkindi ve yatsının ezanî vakitleri de böyledir. Müşterek saat ile şer'î tulû' vakti 4 saat 57 dakika olur. 5 saat 6 dakika, hakîkî gece müddetinin yarısıdır. Hakîkî gece müddeti olan 10 saat 12 dakikadan 2 temkin zamanı çıkarılınca, ezanî zamana göre şer'î tulû' vakti 9 saat 52 dakika olur. Türkiyenin her yerinde, imsak vaktinden onbeş dakika sonra sabah namazı kılınır. Yüksek bir yerin D inhitât-ı üfuk zâviyesi:
Y = metre olarak yüksekliktir.
Fadl-ı dâir saati H, her yerde, aşağıdaki düstûr ile bulunur ki, aranılan vakit ile nısf-ün-nehâr arasındaki zamandır. Ezanî imsak vakti: [12 + zuhr - H - (1 ÷ 3) = Saat] ve işâ vakti: [H - (12 - zuhr)] Saat olur. Ziyâ te'sîri ile işliyen Privileg hesap makinesinde, H:
h = irtifâ', ª = arz,  = meyl,
h irtifâ'ı, geceleri ve ª ile  da cenûb nısf kürede (-) olacaktır.
Namaz vakitleri de, Casio hesap makinesi ile, şu şekilde müşterek saat olarak bulunur:
S = saat başı tûl, T = tûl, E = tâdîl, N = temkin,
H, S, T değerleri derece; E, N değerleri saat olarak alınacaktır.
H ve N öğleden önce ( -), öğleden sonra ( + ) dır.
Temkin müddeti N, arz derecesi 44 dereceden aşağı ve en yüksek yeri 500 metreden az olan yerler için, aşağıdaki düğmeler ile saat olarak bulunur. Yâni, âletin levhasında görülen 0 saat ile dakika ve sâniye rakamları temkin olur:
Pil ile işliyen CASIO fx 3600 P hesap makinesinde H Fadl-ı dâiri bulmak için, makine, tertîb edildikten sonra, P1 irtifâ' RUN meyl RUN arz RUN düğmelerine basılır. Meselâ, meyl 21°. 47'. 43.5” ise, meyl için, 21 ¬ 47 ¬ 43,5 ¬ düğmelerine basılır. Makinenin levhasında hakîkî saat görülür. Miktârlar (-) ise sonra             düğmelerine de basılır. Makineyi tertîb etmek için, MODE š P1 ENT sin - ENT Kin 1 sin x ENT Kin 3 sin = ÷ Kout 1 cos ÷ Kout 3 cos = INV cos ÷ 15 = INV ¬ MODE  düğmelerine basılır.
Tertîb edilmiş Kompütür [Bilgisayar]ler, tûl ve arz dereceleri verilen herhangi bir mahaldeki, bütün namaz vakitlerini, bir günlük veya bir senelik olarak, hemen, cetvel hâlinde vermektedir. Bu cetvel, telefona merbût (Faks) ile hemen, dünyanın her yerindeki bir telefon faksına gönderilmektedir.
Herhangi bir günde, güneşin meyli ve tâdîl-i zaman mâlûm ve arz derecesi 41 olan yerlerde nısf fadla ve fadl-ı dâir ve namaz vakitleri, hiçbir hesaba ve düstûra ve hesap makinesi kullanmaya lüzûm olmadan, (Rub'-ı dâire) ile kolayca ve sür'at ile anlaşılmaktadır. Rub'-ı dâire ve bunun istimâlini bildiren tarifesi, Hakîkat Kitabevi tarafından imâl ve tevzî' edilmektedir.
İbâdetlerin vakitlerini tâyîn ve tesbît etmek, yâni anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. İbâdetlerin vakitlerini, din âlimleri, yâni müctehidler anlamış ve bildirmişlerdir. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitaplarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesap etmek ise, astronomi bilen müslümanların vazîfesidir. Hesap edilmesi câiz olan vakitleri, astronomi âlimleri bulur. Bunların bulduğunu, din âlimlerinin tasdik etmeleri şarttır. Namaz vakitlerini saat ile ve kıbleyi pusula ile anlamanın câiz olduğu (İbni Âbidîn)de (Namazda kıbleye dönmek) bahsinde ve (Fetâvâ-i Şemsüddîn Remlî)de yazılıdır. (Mevdû'ât-ul-ulûm)da diyor ki, (Zamanımızda namaz vakitlerini hesap etmek, farz-ı kifâyedir. Müslümanların güneşin hareketinden veya takvimlerden anlamaları farzdır.)
İbni Âbidîn ve Şâfi'î (El-envâr) ve mâlikî (El-mukaddemet-ül-izziyye) şerhinde diyor ki, (Namazın sahih olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinde şüpheli olarak kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahih olmaz. Vaktin bilinmesi, vakitleri bilen âdil bir müslümanın okuduğu ezanı işitmekle olur. Ezanı okuyan âdil değil ise, [veya âdil müslümanın hazırladığı takvim yoksa], kendisi vaktin girdiğini araştırıp, kuvvetli zannedince kılmalıdır. Fâsıkın veya âdil olduğu bilinmeyen kimsenin, kıbleyi göstermesi, temiz, necis, helâl, haram demesi gibi dinden olan haberleri de, ezan okuması gibi olup, ona değil, kendi araştırıp anladığına uyması lâzımdır.) Yalnız kılanların, hastaların, yolcuların, işe dalıp namazı kaçırmak korkusu olanların, her namazı, vaktinin evvelinde kılmaları lâzımdır. Sabah namazını vaktinin sonunda kılmak, hanefî mezhebinde eftaldir.
Sabah namazının ve orucun evvel vakti, fecr-i sâdık vakti ile başlar. Bu vakit, gurûb vaktinde 12 den başlayan ezanî saatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır. Yâhut gece yarısı 12 den başlayan vasatî saatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır.
Şemsin tulû'u, gece yarısı 12 den, gece müddetinin yarısı sonra veya gurûb vaktindeki 12 den, gece müddeti kadar sonra veya zevâlden gündüz müddetinin yarısı kadar evvel başlar. Sabah gurûbî saatin 12 vakti, gurûb vaktindeki 12 den, 12 saat sonra veya gece yarısı 12 den gündüz müddetinin yarısı kadar sonra veya hakîkî zevâl vaktinden gece yarısı müddetinin yarısı kadar evveldir.
Tulû' vakti ile sabahın 12 vakti arasında, gece ve gündüz uzunluklarının yarıları arasındaki fark kadar fark vardır.
Cemaat ile öğle namazını, yazın sıcakta geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam namazını her zaman erken kılmak müstehabdır. Yatsıyı, şer'î gecenin üçte biri oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak tahrîmen mekruhtur. Bu geciktirmeler, hep cemaat ile kılanlar içindir. Evinde yalnız kılan, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır. (Künûz-üd-dekâık)da yazılı ve Hâkimin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (İbâdetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan namazdır) buyuruldu. (İzâlet-ül hafâ)nın beşyüzotuzyedinci sayfasında yazılı, (Müslim) kitabındaki hadis-i şerifte, (Bir zaman gelecek, âmirler, imamlar, namazı öldürecekler, vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, namazını vaktinde kıl! Senden sonra, cemaat olurlarsa, onlarla da, tekrar kıl! İkinci kıldığın nâfile olur) buyuruldu. İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a'zamın kavline göre kılmak ihtiyâtlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Yatsıdan evvel kılarsa, sonra tekrar kılar. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.
Bir beldede, bir namaz vakti, mahallî veya müşterek vasatî zamana göre mâlûm iken, bu namazın ezanî zamana göre vaktini bulmak için, şu iki düstûr kullanılmaktadır:
Müşterek zamana göre vakit = Ezanî zamana göre vakit + Müşterek zamana göre şer'î gurûb vakti.
Ezanî zamana göre vakit = Müşterek zamana göre vakit - Müşterek zamana göre şer'î gurûb vakti. Gurûbdan evvelki zamanlarda, çıkarma yapabilmek için, önce 12 ilâve edilir. Ahmed Ziyâ beğin kitabında, gurûb vakti yerine, zevâl vakti düstûru kullanılmaktadır.
Bu ikinci düstûr, herhangi bir vaktte, ezanî saati ayârlamak için de kullanılır.
Namaz kılması tahrîmen mekruh, yâni haram olan vakitler üçtür: Bu üç vaktte başlanan farzlar sahih olmaz. Nâfileler sahih olursa da, tahrîmen mekruh olur. Bu nâfileleri bozmalı, başka zamanda kaza etmelidir. Bu üç vakit: Güneş doğarken, batarken ve zevâlde ikendir. Burada, güneşin doğması, üst kenârının mer'î üfuk hattından görünmeye başlayıp, bakamıyacak kadar yükselmesine, yâni (İşrak vakti)ne kadar olan zamandır. Güneşin zevâlde olması, şer'î zevâl mahalli olan dâirenin içinde bulunmasıdır. Yâni hakîkî zevâl vaktinden temkin zamanı evvel ve sonra olan iki vakit arasındaki zamandır. Bu zaman, İstanbul için, 20 dakikadır. Güneşin batması da, bakacak kadar sararmaya başladığı vaktten batıncaya kadar olan zaman demektir. Bu zamanın miktârı, İstanbul gibi 41 derece olan mahaller için, 37 dakika ile 42 dakika arasında değişmektedir. Bu zamanın evvel vaktine (İsfirâr-ı şems) vakti denir. Güneş batarken, yalnız o günün ikindisi kılınır. Fakat, ikindiyi isfirâr vaktine geciktirmek tahrîmen mekruhtur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız Cuma günü güneş tepede iken, nâfile kılmak mekruh olmaz. Bu kavl zayıftır. Önceden hazırlanmış cenâzenin namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Bu vakitlerde hazırlanan cenâzenin namazını, bu vakitlerde kılmak sahih olur.
Yalnız nâfile kılmak mekruh olan iki vakit vardır. Sabah Fecr-i sâdık [tan yeri] ağardıktan, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının sünnetinden başka nâfile kılınmaz. İkindiyi kıldıktan sonra, akşam namazından önce nâfile kılmak tahrîmen mekruhtur. Cuma günü imam minbere çıkınca ve müezzin ikâmet okurken, diğer namazlarda imam namazda iken nâfileye, yâni sünnete başlamak mekruhtur. Yalnız sabah sünnetine başlamak mekruh değildir. Bunu da saftan uzak veya direk arkasında kılmalıdır. Minbere çıkmadan başlanan sünneti tamamlamalı denildi.
Sabah namazı kılarken, güneş doğmaya başlarsa, bu namaz sahih olmaz. İkindiyi kılarken güneş batarsa, bu namaz sahih olur. Akşamı kıldıktan sonra, tayyâre ile batıya gidince, güneşi görse, güneş batınca akşamı tekrar kılar. Orucunu bozmuş ise, bayramdan sonra kaza eder.
Hanefî mezhebinde, yalnız Arafât meydanında ve Müzdelifede hâcıların iki namazı cem' etmeleri lâzımdır. Hanbelî mezhebinde, seferde, hastalıkta, kadının emzikli veya müstehâza olmasında, abdesti bozan özürlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde ve âmâ ve yer altında çalışan gibi, namaz vaktini anlamakta âciz olanın ve canından, malından ve nâmusundan korkanın ve maişetine zarar gelecek olanın, iki namazı cem' etmeleri câiz olur. Namazı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmıyanların, bu namazlarını kazaya bırakmaları, hanefî mezhebinde câiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi)ni taklîd ederek, öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı takdim yâhut te'hîr ederek, birlikte kılmaları câiz olur. Cem' ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci namaza dururken, cem' etmeyi niyet etmek, ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve namazın hanbelî mezhebindeki farzlarını ve müfsidlerini öğrenmek ve bunlara uymak lâzımdır.
TENBÎH: Namazları vakitlerinden önce ve sonra kılmak haramdır. Büyük günahtır. Güneş mahreki üzerinde hareket ederken, kenârı, bir namaza mahsûs olan irtifâ'a gelince, bu namazın vakti başlar. Namaz vakitleri hesap edilirken, bazı takvimler, Türkiye gazetesi takvimlerinden üç sebeple ayrılmaktadır:
1- İrtifâ'ları, hakîkî üfuktan hesap ediyorlar. Hâlbuki, o mahallin en yüksek yerinden görülen zâhirî üfuk hattından, yâni şer'î üfuktan hesap edilir.
2- Bir yerdeki zâhirî üfuk hattının mahalli, o yerin yüksekliğine göre değişir. Hakîkî üfka göre buldukları vakitleri, o yerin aşağı noktalarının zâhirî üfuk hatlarına nazaran olan irtifâ'lara göre hesap edilen zâhirî vakitlere çeviriyorlar. Namaz vakitleri, şer'î vaktten farklı ve şüpheli oluyor. Hâlbuki, o yerin en yüksek noktasının zâhirî üfuk hattından, yâni şer'î üfuktan olan irtifâ'a göre hesap edilen şer'î vakitlere çevrilir.
3- Güneşin merkezinin, hakîkî irtifâ'a geldiği vakti hesap edip, buldukları bu hakîkî vakti, kenârının geldiği şer'î vakte çevirmeleri lâzımdır. İslâm âlimleri, bu üç hatâyı düzeltmek için, temkin zamanını hesaba katmışlardır. Her mahallin Temkin zamanı, bir dânedir. İstanbul için on dakikadır. Namazların ve orucların fâsid olmaması için, bu tek Temkin zamanını hesaba katmak lâzımdır. Bütün namazların, hesap ile bulunan, riyâdî hakîkî vakitlerini, riyâdî şer'î vakitlere çevirmek için, tek bir temkin kullanılır. Her namaz vakti için ayrı temkinler yoktur.
6) Namazın şartlarından altıncısı, namaza niyet etmektir. Niyet kalb ile olur.
7) Namazın şartlarından yedincisi, (İftitâh tekbîri)dir. Yâni, namazın evvelinde, (Allahü ekber) demektir. Bu yedi şartın birini namazdan evvel, sehven veya kasten, terk eden kimsenin namazı sahih olmaz.
NAMAZIN EDÂSI
 
20 - Peygamberimiz buyurdu ki:
(Evinizi kilise gibi eylemeyiniz! Namaz ile zînetleyiniz.) Diğer bir hadis-i şerifte buyurdu ki: (Benim câmiimde iki rekât namaz kılmak, başka câmilerde bin rekât namazdan daha hayrlıdır.) Yine buyurdu ki: (Her kim sabah namazının sünnetini evinde kılsa, benim câmiimde kılmaktan eftaldir.)
Sabah NAMAZI
 
21 - Namaza başladığın zaman, Hak teâlâ hazretlerini ve Peygamber efendimizi karşında görür gibi, kemâl-i edeble namaza başla ki, namazın hakîkî namaz olsun. Eğer vücûdün namazda, kalbin başka yerde olursa, o namaz makbûl namaz değildir. Böyle olunca, önce (Kelime-i temcîd) oku. Yâni “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” de. Sonra namaza başla.
(Niyet ettim bugünün sabah namazının sünnetini kılmaya) diye kalbinden geçirip, iki ellerini yukarı kaldırıp, kulaklarının yumuşağına değdirirsin. (Kadın, niyet ederken, avuç içlerini kıbleye karşı olarak göğsü üzerine koyar.) Niyeti kalbinden geçirmek farzdır. Eğer imama uyuyorsan, (Niyet eyledim bugünün sabah namazının farzını kılmaya, uydum imama) diye niyet eyle! (Allahü ekber) diyerek ellerini kulaklarından göbek altına indir. Sağ eli sol bilek üzerine bağla! (Kadın göğsü üzerinde, sağ eli sol el üzerine koyar.) Sübhânekeyi okumaya başla. Tekbîr alıp namaza girdikten sonra, ayakta iken, gözlerini secde yerinden ayırma. İki ayağını da birbirinden fazla ayırma. Aralarında dört parmak kadar bir mesâfe kalsın. Sübhâneke bittikten, E'ûzü Besmele ve Fâtiha sûresini tâm olarak okuduktan sonra, Besmele okumayarak bir sûre veya üç âyet kadar bir âyet veyahut üç âyet oku! Bunları bitirdikten sonra, (Allahü ekber) diyerek rükû'a eğilirsin. Dizlerinin kapaklarını avuçlarının içi ile kaplarsın. Bu esnâda sırtın tâm olarak düz ve başınla arkan aynı seviyede, düz bir şekilde olacaktır.
Hz. Âişe buyurdu ki: (Resûlullah namaz kılarken, rükû'a eğildiği zaman, o kadar düz dururlardı ki, eğer arkasında bir dolu kâse su olsa, imkânı yok dökülmezdi.) Yalnız kadınların rükû'da arkalarının tâm olarak düz olmaması lâzımdır. Düz olmaya yakın, fakat erkekler gibi tâm düz olmayacaktır. Bu ayrılığın dînî olduğu kadar, sıhhî önemi de vardır. Zaten yaptığımız bütün ibâdetlerde [dînimizin emrettiği gibi yapılan ibâdetlerde] birçok sıhhî ve içtimâî fayda ve hikmetler mevcuttur.
Rükû'da gözler, iki ayak arasına bakacaktır.
Rükû'da üç defa “Sübhâne rabbiyel azîm” dedikten sonra, “Semi'allahü limen hamideh” diyerek doğrul ve dimdik olarak dururken: “Rabbenâ lekel hamd” de ve ondan sonra “Allahü ekber” diyerek secdeye git. (Tâdîl-i erkân), rükû'dan doğrulunca, dik olarak rahat durmaktır. Yine bunun gibi, secdeden kalkınca, rahatca oturup, ondan sonra, ikinci secdeye gitmektir. Böyle dik durmaya ve oturmaya (tâdîl-i erkân) denir. Secdeye giderken evvelâ iki dizini, sonra ellerini yere koy. Burun ile alnın ikisi de yere konması lâzımdır. Şâyed, burnun yere değip alnın değmezse, veyahut alnın değip burnun değmezse, İmâm-ı Ebû Yûsüf ve Muhammede göre namaz sahih olmaz. İkisi de yere değmesi lâzımdır. Dirseklerini yere döşeme, (kadınların döşemesi lâzımdır). Karnını uyluklarından ayır, (kadınlar ayırmaz). Yere tahta, taş koyup, üzerine özürsüz secde etmek câiz değildir. [Bunlar, yirmibeş santimetreden çok iseler, namaz sahih olmaz. Az ise mekruh olur.] Secdede de üç kere “Sübhâne rabbiyel a'lâ” söyle ve “Allahü ekber” deyip kalk, sağ ayağını uylukların üzerine dikip otur. Burada sağ ayağın parmakları kıbleye karşı olsun. Rahatça oturduktan sonra, tekrar secdeye git ve evvelki secdede olduğu gibi, üç kere tesbîh söyle. Ondan sonra “Allahü ekber” diyerek evvelâ başını, sonra ellerini, daha sonra da dizlerini yerden kaldır. (İhtiyâr veya özr sahipleri müstesnâdır.) İki ellerini eskisi gibi, göbeğinin altına bağla. [Kadınlar göğüs üstüne kor.] Yalnız Besmele ile Fâtiha sûresini ve zamm-ı sûreyi [Fâtihadan sonra okunan üç âyete veya üç âyet miktârına da uygun bir âyete zamm-ı sûre denir] tâm olarak okuyup, ellerini çöz, “Allahü ekber” diyerek rükû'a, ondan sonra secdeye var ve aynen birinci rekât gibi tesbîhlerini yap. Secdeye iki defa gideceğini unutma. Rükû'a eğilirken, secdeye giderken, secdeden kalkıp otururken ve ikinci defa olarak, secdeye giderken “Allahü ekber” demeyi de unutma. Son olarak secdeden kalkınca iki ellerini iki dizlerinin üzerine koy ve parmaklarını dizlerinin üzerine kendi hâline kıbleye karşı uzat ve hiçbirini oynatma. Kollarını karnına doğru yapıştırma. Gözlerini iki ellerinin üzerinden ayırma. Tehiyyât ve salevâtı ve bildiğin duâları arabî olarak oku ve nihâyet, evvelâ sağ, sonra sol tarafına başını çevirip, gözlerini omuzunun ucuna dikip, birer kere, (Esselâmü aleyküm ve rahmetullah) de. Ondan sonra, bu duâyı oku: “Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârekte yâ zelcelâli vel ikrâm.” Daha sonra okunacak şeyler, 248. sayfada yazılıdır. Her zaman, duâ ederken, “Yâ Allah yâ Allah yâ hayyü yâ kayyûmü yâ zelcelâli vel ikrâm, es'elüke en tuhyiye kalbî bi nûr-i marifetike ebeden yâ Allah yâ Allah” okumalıdır.
Tenbîh: Böyle duâları, sabah namazının sünnetinden evvel veya farzdan sonra okumak daha iyi olur. Çünkü, İbni Âbidînin Mısrda Bulak matbaası baskısının üçyüzellialtıncı ve dörtyüzelliyedinci sayfalarında diyor ki, sünnet ile farz arasında konuşursa veya duâ, zikir okursa, sünnet sâkıt olmaz. Fakat, sünnetin sevabı azalır. Sünnetten sonra yalnız, (Allahümme entesselâm...... ikrâm) denir. Fazla birşey okunursa, sünnet namazı, sünnet olan yerinde kılınmamış olur. Bazı âlimler, sünnet sâkıt olur, tekrar kılınması lâzım olur dedi. Farzdan sonra olan sünneti (Allahümme entesselâm....) dedikten sonra geciktirmek mekruh olur. Müslimin ve Tirmüzînin, Âişeden haber verdiklerine göre, Resûlullah farzdan sonra, (Allahümme entesselâm...) diyecek kadar oturup, hemen son sünnete başlardı. Hadis-i şeriflerde, namazlardan sonra okunmaları bildirilen (Evrâd)ın son sünnetlerinden evvel okunacaklarını gösteren bir işaret yoktur. Hattâ, bunların son sünnetlerden sonra okunmaları anlaşılmaktadır. Çünkü sünnet namazlar, farzların devamıdır. Bunun için son sünnetlerden sonra okumaya, farzdan sonra okumak denilir. Bunun için, (Resûlullah her farz namazdan sonra Tesbîh, Tahmîd, Tekbîr ve Tehlîl okurdu) haberinden, son sünnetlerden sonra okurdu anlaşılmıştır. Şems-ül-eimme Halvânî farz ile sünnet arasında kısa birşeyler okursa, zararı olmaz ise de, son sünnetten sonra okumak iyi olur dedi. İbni Âbidînden tercüme tamam oldu.
22 - Tenbîh: Abdest almakta, necâset temizlemekte, niyet etmekte ve namaz kılmakta (Vesvese) etmemelidir. Vesvese, zararlı olan şüphe, kuruntu demektir. (Hadîka) ve (Berîka) kitaplarının sonunda, vesvesenin zararları uzun yazılıdır. Hulâsaları şudur: Hadis-i şerifte, (Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederken ve necâset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakınınız!) buyuruldu. Vesvese etmek günahtır. Vesvese eden imamın arkasında namaz kılmak mekruhtur. Onu imamlıktan ayırmak vâcibdir. Vesvese, suyu isrâf etmeye sebep olur. İsrâf ise haramdır. Vesvese, namazı geciktirmeye, cemaati, hattâ namaz vaktini kaçırmaya sebep olur. Vakti, ömrü zâyı' etmeye sebep olur. Husûsî önlük, ibrik, seccâde kullanmak gibi, bid'at işlemeye sebep olur. Başkalarının elbisesinin, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, müslümanlara sû-i zan haramdır. Kendini ihtiyâtlı zannederek, kibrli olur. Birşeye sebep olanı yapmak da, o şeyi yapmak gibidir.
Abdestin, tahâretin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmiyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip, yerine getirince, şüpheye düşmemeli, iyi ve tamam yaptığına inanmalıdır. Böyle inanmak, ihtiyât olur. Şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, ruhsat ile amel etmelidir. Sokaklar, topraklar temizdir. Üzerinde necâset görülmiyen herşey temizdir. Şüphe etmekle necis olmaz. Çok zannedilirse, kullanmak sahih, câiz ise de, tenzîhen mekruh olur. Kâfirin, fâsıkın kullanmış olduğu donu, tabakları ve pis sokak böyledir. Ehl-i kitabın kestiklerini, incelemeden yimek helâldir. Kalbi, kötü ahlâktan temizlemekte, kul haklarını gözetmekte ve haramlardan sakınmakta, çok dikkat etmek, vesvese olmaz. Verâ ve takvâ olur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...