19 Şubat 2012

Huzur dolu bir gece… çölde…

Çöller hakkında herşey
Huzur dolu bir gece… çölde…
Yıldızlar milyarlarca, sanki uzansan tutuverecekmişsin gibi hepsi de
insan ruhuna dinginlik veren bir sessizlik sinmiş yeryüzüne…
Hafiften esen çöl rüzgarı, kum taneleriyle her an yeni bir tablo çizmekte
Ay, bedir hâlinde… Sema bir istiridye olmuş da, meleklerin gözyaşından göğün incisi mi doğmuş diye soruyor, ona hayran bakanlar
Mehtâbınsa hayran kaldığı biri var
Omuzlarına düşen dalgalı saçlarını rüzgar okşuyor,
annesinin hasretini yüklenerek
Tebessüm ederken hafifçe gözlerini yumuyor
üzerinde, ince kırmızı çizgileri olan beyaz bir elbise, öyle gösterişten uzak, sâde…
“Bir aya baktım, bir de Rasulullah’a! Vi Rasûlullâh aydan daha güzeldi” diye tasvir ediyor bu manzarayı seyreden sahabî…
Mehtap, O güneşten akseden bir parıltı sadece…
çölün kavurucu sıcağında bir öğle vakti insanlar sıcaktan ağırlaşan bedenlerini kaylûle yaparak dinlendirmekteler Hazret-i ömer huzura kabul için izin istiyor ve izin veriliyor şimdi hücre-i saâdette, beş-altı metrekarelik mekânda gözüne ilişen birkaç kap, su kırbası ve eski bir hasır üzerinde Âlemlerin Efendisi Gül yüzünde hasırdan izler var Ağlıyor Hazret-i ömer, ağlıyor… Ayaklarının altına yıldızlar serilmeli, hazineler O’nun önünde açılmalı değil mi?!
“Bir elime ayı, bir elime güneşi verseler, vallâhî bu davamdan vazgeçmem!” deyişini hatırlıyor Nebî’nin, ağlıyor… Tesellî yine O’ndan geliyor, her derde, devâ ondan…
“Dünyalıklar kayserlerin, kisraların olsun, âhiret bizim olsun istemez misin Ya ömer?”
Saadeti dünyevî bir geometri içinde aramamayı öğretiyor Allâh’ın Habibi…
“Ashâbım!
Nihayet ben de bir insanım
Aranızda bazı kimselerin hakları geçmiş olabilir
Ben hangi kişinin tenine dokunmuş isem, işte tenim!
Gelsin o da dokunsun, hakkını alsın!
Kimin sırtına vurmuşsam, işte sırtım! Gelsin vursun!
Kimin malından sehven almışsam, işte malım! O da gelsin alsın!”
Bu minvalde birkaç söz daha,
gerisi kıyamete kadar sürecek hüzün yüklü bir sükût…
Mescid-i Nebevî’nin duvarlarında yankılanan Nebî’nin son sözleri bunlar… Hücre-i saâdette bir tek yürek atıyor sanki, nefesler O’nunla alınıp verilmekte… Havadaki her bir zerrede bir feverân başlıyor
Karanlığın üstüne gelse, rengini değiştirecek bir musibet var, hâne-i saâdette…
Mübarek elleri, yüzlerini ıslattıkları su kabının içine düşüyor,
dilinde “Refik-i Â’lâ, Refîk-i Â’lâ!” terennümleri
Hazret-i Âişe, kim bilir kaç gece, aydınlığında iğneden iplik geçirdiği mâh-cemâle bakıyor Hazret-i Ebûbekir:
“–Ölümün de hayatın gibi ne güzel yâ Rasûlallâh!” demekten kendini alamıyor…
O’nun her hâli, ecmel (en güzel)dir
Derken Azrail -aleyhisselâm- huzuruna gelip:
“–Ya Rasûlallâh! Eğer Sen arzu edersen rûhunu alacağım!
Arzu etmezsen rûhunu Sen’de bırakacağım!”
diyerek sizden izin istiyor
Yanında bulunan Cebrail -aleyhisselâm- da ekliyor:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Yüce Allah, Sen’i özlemektedir!”
Bizler de zamanın ve mekânın ötesinden O’na sesleniyoruz:
“–Ey Rahmân’ın özlediği Rasûl, ümmetin Sen’i özlemektedir!”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...