Güneş, İrfan Güneşiyle Birlikte Gurub Etti
Sultan Veled, yatağının basucunda. sevgili babasının ateşler içinde yanan ellerini soğuk sularla yıkıyor, yaşlı gözlerini göstermemek için bakışlarını başka yöne çeviriyordu. Kerra Hatun, kızı Melike, diğer oğlu Emir Âlim Çelebi yanıbaşındaydı. Çelebi Hüsameddin'le birlikte, bütün aile günlerden beri uyku dünek görmemişlerdi.
Son gece Mevlâna yatağından doğruldu. Yüzünde ilâhî bir neşe, tatlı bir mahzunluk vardı. Baş ucunda bekleyen oğlu Sultan Velede:
— Veled, oğlum... Ben iyiyim artık.. Git, yat. Biraz dinlen..
dedi. Sultan Veled istemeyerek itaat etti. Mevlâna arkasından kesik kesik son gazelini söylüyordu:
"Git başını yastığa koy, yat; bırak beni, şu geceleri dönüp dolaşan yanmış biçâreyi..
Biz gecelen ta sabahlara kadar sevda dalgaları arasında bocalar dururuz istersen gel bağışla bizi. istersen git. cefâ et bize... Benden kaç da sen de belâya uğrama: selâmet yoluna. Gözyaşları dökerek gam bucağında sürünüyoruz. Akar] gözyaşlarımızın yolunda, yüz yerde yüz değirmen kur.
Kuvvetli biri var ki, bizi çekip götürmede; mermerden bir gönül var onda. adamı alır, götürür de kimse ona hesap bile soramaz..
Güzeller padişahına, âşıklara vefa vacip değil: ey yüzü sararmış âşık, sen sabret, sen vefakâr ol.
Bir dert ki, ölümden başka devası yok; artık ben nasıl olur da derde çare bul diyebilirim..."
Ertesi gün, iyi görünüyordu, ama bu görünüşte sevgili Allah'ına bir an evvel kavuşmanın heyecanı vardı. Artık ebedilik fermanı yazılmış, Mevlâna bu fermanı çok önceden okumuştu:
"Ben o padişah değilim ki, tahttan ineyim de tâbuta bineyim. Benim fermanımın yazısı ebediliktir.." diyordu.
O gün, 17 Aralık 1273 Pazar günüydü. Mevsim kış olmasına rağmen parlak bir güneş ağır aheste, Konya'nın batısındaki Takkeli dağlara doğru süzülüyordu. Yatağın başında Sultan Veled, sağında Hüsameddin Çelebi.. Mevlâna biri öz, diğeri mânevi iki sevgili oğluna yaslanmış, dudaklarında kelime-i şehadet, vuslat anını bekliyordu.
Akşama yakın, güneş Takkeli dağlarda gurup ederken, beri yanda bir irfan güneşi de fânî âleme "Can ve Beka âlemi"ne kanat açıyordu.
Yarabbi! Bu ne bekleyiş, bu ne arzu. bu ne tatlı ölümdü!
Rabbiııe şöyle sesleniyordu:
"Canı, sen aldıktan sonra, ölmek şeker gibi tatlı.. Seninle olduktan sonra, ölüm tatlı candan daha tatlı.."
Akşam ezanıyla birlikte bir feryattır koptu Konya'da.. Mevlâna, bu diyardan o diyara göçtü..
Bu feryat dalga dalga sardı şehri.. Günlerden beri için için ağlayan şehir, şimdi hıçkırıklarla boşalıyordu. Uzun kış gecesi uykusuz geçti. Cenaze ertesi gün kaldırılacaktı. Son hizmetler yerine getirildi.
Mevlâna'nın medresesinden gelen hafızların yanık sesleri,hıçkırıklara karışıyor, gecenin bitimiyle yeni bir sabah daha başlıyordu.
Son gece Mevlâna yatağından doğruldu. Yüzünde ilâhî bir neşe, tatlı bir mahzunluk vardı. Baş ucunda bekleyen oğlu Sultan Velede:
— Veled, oğlum... Ben iyiyim artık.. Git, yat. Biraz dinlen..
dedi. Sultan Veled istemeyerek itaat etti. Mevlâna arkasından kesik kesik son gazelini söylüyordu:
"Git başını yastığa koy, yat; bırak beni, şu geceleri dönüp dolaşan yanmış biçâreyi..
Biz gecelen ta sabahlara kadar sevda dalgaları arasında bocalar dururuz istersen gel bağışla bizi. istersen git. cefâ et bize... Benden kaç da sen de belâya uğrama: selâmet yoluna. Gözyaşları dökerek gam bucağında sürünüyoruz. Akar] gözyaşlarımızın yolunda, yüz yerde yüz değirmen kur.
Kuvvetli biri var ki, bizi çekip götürmede; mermerden bir gönül var onda. adamı alır, götürür de kimse ona hesap bile soramaz..
Güzeller padişahına, âşıklara vefa vacip değil: ey yüzü sararmış âşık, sen sabret, sen vefakâr ol.
Bir dert ki, ölümden başka devası yok; artık ben nasıl olur da derde çare bul diyebilirim..."
Ertesi gün, iyi görünüyordu, ama bu görünüşte sevgili Allah'ına bir an evvel kavuşmanın heyecanı vardı. Artık ebedilik fermanı yazılmış, Mevlâna bu fermanı çok önceden okumuştu:
"Ben o padişah değilim ki, tahttan ineyim de tâbuta bineyim. Benim fermanımın yazısı ebediliktir.." diyordu.
O gün, 17 Aralık 1273 Pazar günüydü. Mevsim kış olmasına rağmen parlak bir güneş ağır aheste, Konya'nın batısındaki Takkeli dağlara doğru süzülüyordu. Yatağın başında Sultan Veled, sağında Hüsameddin Çelebi.. Mevlâna biri öz, diğeri mânevi iki sevgili oğluna yaslanmış, dudaklarında kelime-i şehadet, vuslat anını bekliyordu.
Akşama yakın, güneş Takkeli dağlarda gurup ederken, beri yanda bir irfan güneşi de fânî âleme "Can ve Beka âlemi"ne kanat açıyordu.
Yarabbi! Bu ne bekleyiş, bu ne arzu. bu ne tatlı ölümdü!
Rabbiııe şöyle sesleniyordu:
"Canı, sen aldıktan sonra, ölmek şeker gibi tatlı.. Seninle olduktan sonra, ölüm tatlı candan daha tatlı.."
Akşam ezanıyla birlikte bir feryattır koptu Konya'da.. Mevlâna, bu diyardan o diyara göçtü..
Bu feryat dalga dalga sardı şehri.. Günlerden beri için için ağlayan şehir, şimdi hıçkırıklarla boşalıyordu. Uzun kış gecesi uykusuz geçti. Cenaze ertesi gün kaldırılacaktı. Son hizmetler yerine getirildi.
Mevlâna'nın medresesinden gelen hafızların yanık sesleri,hıçkırıklara karışıyor, gecenin bitimiyle yeni bir sabah daha başlıyordu.
Dr. Mehmet ÖNDER