10 Şubat 2012

Vakit Yaklaşıyor, Hak'ka Vuslatı Özlüyordu


Vakit Yaklaşıyor, Hak'ka Vuslatı Özlüyordu
    Yıllar birbirini kovalamış. Mevlâna'nın soluk buğday benzi hafifçe sararmış, kısa ve düzgün sakalındaki kırçıl tellerin sayısı artmıştı. Uzun ve zayıf vücudu, tevazu ve hiçlik duygusu içinde hafifçe öne eğilmişti. Geceli, gündüzlü yazılan Mesnevi, devamlı riyazet, vücudunu yormuştu. Yalnız gözleri, iri elâ gözleri, asla parıltısını kaybetmemişti. Ruhundaki, asla sükûn bulmayan coşkun, cezbeli âlemin aynası olan bu gözler, celâl nurları saçıyor, onlara kimse, dikkatle bakamıyordu.
    Mesnevi'nin yazılması bitmişti. Vazifesini tamamlamış insanların huzuru içinde bu âlemden ayrılmak ister gibi bir hâli vardı. Dostları bunu hissediyorlardı. Son gazellerinde ise. mutlak varlığa bir an önce kavuşmanın heyecanı ve özlemi görülüyordu.
    1273 yılının sonbaharıydı o günler.. Konya'da sık sık depremler oluyor, halk sokaklara dökülüyor, gecelerini çadırlarda geçiriyorlardı. Gene büyük bir deprem olmuş, yer yerinden oynamıştı. Mevlâna o gün:
    — Korkmayınız, yerin karnı acıktı. Son günlerde yağlı bir lokma istiyor.. İnşallah muradına çabuk vasıl olur da siz de üzüntüden kurtulursunuz...
    demişti. Bu depremden birkaç gün sonra da yorgun bedeni, artık bir daha doğrulmamak üzere yatağa düştü. Devrin tanınmış doktolarından Nahcıvanlı tabip Ekmeleddin ve Gazanferî, hastanın başucundan ayrılmıyor, ilâç üstüne ilaç yapıyorlardı. Yüksek ateş, nabızdaki düşüş bir türlü giderilememiş, hastalık kırk gün uzamıştı.
    Konya üzüntü içerisindeydi. Basta. Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev III. olmak üzere, vezirler, emirler, bilginler ve halk ziyaretine koşuyor. O'nun mübarek yüzünü bir kere daha görmek istiyorlardı. Bir gün de, yakın dostu Sadreddin Konevî gelmiş, âcil şifalar dilemişti. Mevlâna:
    — Tanrı sizlere şifalar versin. Âşıkla maşuk arasında bir kıl inceliğinde gömlekten başka bir şey kalmadı. Bunu da soyunup çıkarmamı ve Hak vuslatına ermemi, nurun nura kavuşmasını istemiyor musunuz? dedi, sonra da:
   
"Ben bedenden soyundum, o hayalden soyundu. Şimdi, öuslat mertebelerinin burcunda salınmadayım..
    Sen ne bilirsin iç âlemde nasıl bir padişahla düşüp kalkmadayım? Altın gibi sapsarı benzime bakma, demirden bir ayağım uar benim.Beni buraya getiren o padişaha tamamiyle tüz tuttum. Beni yarattığından duayı binlerce şükürler olsun O'na..."
    diye başlayan gazelini okudu Son gazelleriyle bunlar. Ölümü, Hak'ka vuslatı istiyor:
    "Gerçekten haberi olarak ölen âşıklar. liak'kın huzurunda şeker gibi erirler, tatlı tatlı ölürler.
    "Elest" kitabından âb-ı hayat içerler de bir başka işveyle ölürler onlar..."
    diyordu.
    İNSANLARIN HAYIRLISI, İNSANLARA FAYDALI OLANDIR..."
    Eşi Kerra Hatun, bu hastalığa, herkesten fazla üzülenler arasındaydı.
    —     Keski, diyordu. Mevlâna'nın yüzlerce yıllık ömrü olsaydı da dünyayı hakikat ve mânâ incileriyle doldursaydı..
    Mevlâna bu sözler üzerine:
    — Niçin yüzlerce yıllık ömür? Bizi ne sandın?Biz ne Firavun, ne de Nemrud'uz. Bizsiz bu yalan dünyada huzur ve karar nasıl olur? Biz başkalarına faydalı olalım diye bu dünya zindanında kaldık. Yoksa, kimin malını çalmışız ki. mahpus kalalım?
    dedi. Sonra yatağının bas ucunda toplanan dostlarını şu sözleriyle teselli etti:
    — Bu dünyadan göçeceğim diye hiç üzülmeyiniz. Ne halde olursanız olun, sizinle beraberim. Hz. Peygamberimizin, "Benim ölüm de, dirim de sizin için hayırlıdır" buyurduğu sözünü ben aynen tekrar ediyorum. Bunun mânası, benim dirim doğru yolu göstermek, ölümüm de yardım etmek içindir.
    Sonra da şu vasiyete bulundu:
    — Ben size, gizlice ve açıkça Allah'tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az söylemeyi, günâhlardan çekinmeyi, oruca, namaza devam etmeyi, şehvetten kaçınmayı, sefihlerden uzaklaşmayı, olgun ve bilgin kişilerle birlik olmayı vasiyet ederim. Sunu biliniz ki; insanların en hayırlısı, insana ve insanlığa faydası olandır.
    İçlerinden birisi:
    — Sizden sonra yerinizi kim alabilir, halifeniz kim olabilir, biz kime başvurabiliriz? diye sormuştu. Mevlâna yatağından hafifçe doğrulmuş ve:
    — Çelebi Hüsameddin! demişti.
    — Ya oğlunuz Saldan Veled için ne buyurursunuz? diyenlere de
    — O. hakikat pehlivanıdır, vasiyete muhtaç değildir., cevabını! vermişti.
    Hastalık günden güne ilerliyor. Mevlâna gün gün çöküyordu. Sultan Veied, Celebi Hüsameddin başucundan bir an olsun ayrılmıyorlardı. Şuuru ve hafızası yerindeydi. Hattâ, bir ara, elli iki dirhem borcu olduğunu,hatırlamış, oğluna:
    — Evde, birkaç altın kırıntısı olacak al, götür, helâllaş.. demişti. Alıcı ise altınları kabul etmiyor, hakkı varsa helâl ettiğini söylüyordu. Haber Mevlâna'ya ulaştığı zaman, ferahlık içinde:
    -- Alemlerin Rabbına hamdolsun. bu korkunç belâdan kurtuldum... demişti.
    Çelebi Hüsameddin:
    — Namazınızı kim kılsın?
    diye sormuştu. Bir ara Mevlâna hafifçe
    --- Şeyhi Sadreddin Konevî hepsinden evlâdır... buyurmuşlardı. Hazırlık tamamdı, günler yaklaşıyordu, düğün günleri..
Dr. Mehmet ÖNDER

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...