Ey nefsim
Benim Nefsim
Ruhuma bir kefen bezi yeter de,
Yetmez aç nefsime sırma ve ipek.
Çare yok, yüzünden düştüğüm derde;
Yesem de "toprakla karışık kepek..."
Güneşle bir tutsam girmez hizaya;
Dar bulur, sığmam der, dipsiz fezaya.
Kuyruk sallar, sonra hırlar ezaya;
Benim nefsim, benim nefsim ne köpek!..
Necip Fazıl Kısakürek
İmam-ı Gazali hazretleri sık sık “Ey nefsim!” der,
“akıllı olduğunu sanıyorsun, hâlbuki senden
ahmak kim var? Ömrünü eğlenceyle geçiriyorsun. Senin hâlin infaza götürülen
mahkûmun gülüp oynamasına benzer. Bak ecel yaklaşıyor, Cennet ve Cehennem’den biri,
seni bekliyor. Sahi bugün ölmeyeceğin ne mâlum? Hem, bugün olmazsa bir gün
öleceksin. Mutlaka gelecek şeyi, geldi bilmeli değil mi? Hoş, ölüm kimseye vakit tâyin
etmedi. Bakıyorum da günahlara dalmışsın. Allahü teâlâ görmüyor sanıyorsan,
îmânsızsın! Yok eğer gördüğüne inanıyorsan, cür’etkâr ve hayâsızsın. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Emrindekiler sana itâat etmeseler kızarsın! Sen hem isyan ediyor, hem de Allahü teâlânın
gazabından emîn görünüyorsun! Eğer O’nun azâbını hafife alıyorsan, parmağını aleve tut!
Yaptıklarına cezâ vermeyeceğini sanıyorsan, Kur’ân-ı kerîmi ve peygamberleri
(aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) yalancılıkla itham ediyorsun demektir. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Yazıklar olsun
Günah işleyince, “O kerîmdir, rahîmdir, beni affeder” diyorsun ama nefsani arzularına
kavuşmak için, her hîleye başvuruyor “Allah kerîmdir, rahîmdir, istediklerimi gönderir”
demiyorsun. Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemediğini söyleyeceksin. İyi ama bugün
dünya zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azâbına nasıl dayanacaksın? Bak üç
kuruş para kazanmak için ne zahmetler çekiyor, türlü zilletlere katlanıyorsun. Hastalıktan
kurtulmak için bir Yahûdî hekimin bile sözünü dinliyor, şehvetlerinden vazgeçiyorsun.
Gelgelelim cehennem azâbının, hastalıktan acı, âhiretin dünyâdan uzun olduğunu
düşünemiyorsun. Sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm ani gelir,
pişmân olursun. Yarın tövbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır. Senin hâlin, dersine çalışmayan talebeye benzer,
imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve sınıfta kalır. Neden, ihtiyârlamadan gençliğin,
hastalanmadan sıhhatin, ölmeden hayâtın kıymetini bilmiyorsun? Kış için muhtâç olacağın
şeyleri yazdan hazırlıyorsun da Cehennem’in zemherîrini niye dikkate almıyorsun? Yoksa
hesaptan korkmuyor, ahiret gününe inanmıyor musun? O hâlde, yazıklar olsun sana ey
nefsim!
Ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyânın nîmet ve lezzetlerine alışmış, kendini kaptırmışsın!
Cennet’e ve Cehennem’e inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin
hepsini alacak, seni ayrılık ateşi ile yakacaklar! Bunları ne kadar sever ve sarılırsan
ayrılığın o kadar zor olur. Hem, sahi sen dünyâya niye sarılıyorsun? Bütün cihan senin
olsa ve bütün insanlar emrine girse de toprak olmayacak mısın! Kralların, sultanların
hatırlayanı kaldı mı? Hâlbuki sana dünyâdan az bir şey vermişler ki zaten değişip
bozulmaktadır. Bunlar için mi nihayetsiz Cennet nîmetlerini fedâ ediyorsun? Yazıklar
olsun! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!
ahmak kim var? Ömrünü eğlenceyle geçiriyorsun. Senin hâlin infaza götürülen
mahkûmun gülüp oynamasına benzer. Bak ecel yaklaşıyor, Cennet ve Cehennem’den biri,
seni bekliyor. Sahi bugün ölmeyeceğin ne mâlum? Hem, bugün olmazsa bir gün
öleceksin. Mutlaka gelecek şeyi, geldi bilmeli değil mi? Hoş, ölüm kimseye vakit tâyin
etmedi. Bakıyorum da günahlara dalmışsın. Allahü teâlâ görmüyor sanıyorsan,
îmânsızsın! Yok eğer gördüğüne inanıyorsan, cür’etkâr ve hayâsızsın. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Emrindekiler sana itâat etmeseler kızarsın! Sen hem isyan ediyor, hem de Allahü teâlânın
gazabından emîn görünüyorsun! Eğer O’nun azâbını hafife alıyorsan, parmağını aleve tut!
Yaptıklarına cezâ vermeyeceğini sanıyorsan, Kur’ân-ı kerîmi ve peygamberleri
(aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) yalancılıkla itham ediyorsun demektir. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Yazıklar olsun
Günah işleyince, “O kerîmdir, rahîmdir, beni affeder” diyorsun ama nefsani arzularına
kavuşmak için, her hîleye başvuruyor “Allah kerîmdir, rahîmdir, istediklerimi gönderir”
demiyorsun. Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemediğini söyleyeceksin. İyi ama bugün
dünya zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azâbına nasıl dayanacaksın? Bak üç
kuruş para kazanmak için ne zahmetler çekiyor, türlü zilletlere katlanıyorsun. Hastalıktan
kurtulmak için bir Yahûdî hekimin bile sözünü dinliyor, şehvetlerinden vazgeçiyorsun.
Gelgelelim cehennem azâbının, hastalıktan acı, âhiretin dünyâdan uzun olduğunu
düşünemiyorsun. Sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm ani gelir,
pişmân olursun. Yarın tövbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır. Senin hâlin, dersine çalışmayan talebeye benzer,
imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve sınıfta kalır. Neden, ihtiyârlamadan gençliğin,
hastalanmadan sıhhatin, ölmeden hayâtın kıymetini bilmiyorsun? Kış için muhtâç olacağın
şeyleri yazdan hazırlıyorsun da Cehennem’in zemherîrini niye dikkate almıyorsun? Yoksa
hesaptan korkmuyor, ahiret gününe inanmıyor musun? O hâlde, yazıklar olsun sana ey
nefsim!
Ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyânın nîmet ve lezzetlerine alışmış, kendini kaptırmışsın!
Cennet’e ve Cehennem’e inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin
hepsini alacak, seni ayrılık ateşi ile yakacaklar! Bunları ne kadar sever ve sarılırsan
ayrılığın o kadar zor olur. Hem, sahi sen dünyâya niye sarılıyorsun? Bütün cihan senin
olsa ve bütün insanlar emrine girse de toprak olmayacak mısın! Kralların, sultanların
hatırlayanı kaldı mı? Hâlbuki sana dünyâdan az bir şey vermişler ki zaten değişip
bozulmaktadır. Bunlar için mi nihayetsiz Cennet nîmetlerini fedâ ediyorsun? Yazıklar
olsun! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!