15 Şubat 2012

ESMA'ÜL HÜSNA ES-SELAM C.C.




Es-Selâm (c.c.)
(Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, -her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran- Cennet'deki bahtiyar kullarına selâm eden.)
    İsm-i şerîf mastardır. Dertten, belâdan, ayıbtan, kusurdan berî olmak ma'nâsınadır. Esas i'tibâriyle mastarlardan isim olmaz. Fakat mübalâğa ma'nâsı gözetilerek mastarlardan isim yapıldığı vardır. Şu halde ma'nâ: Her türlü noksandan, ayıptan, âfât ve belâlardan son derece sâlim ve münezzeh bulunan demek olur. Bu ifâdeye göre bu ism-i şerîf de El-Kuddûs ism-i şerifine yakın bir ma'nâ bildirmekte ise de, bu daha ziyade istikbâle âittir.
    Yâni Allahu teâlâ'nın gerek zâtı, gerek sıfatı ileride en ufak bir tagayyüre, bir değişikliğe uğramaktan münezzehtir. O, ezelde nasılsa, ebedde de öyledir. O, asla yok olmaz, ilmi gevşemez, kudreti kesilmez, mülkü elinden çıkmaz...
    Bu sıfat da ancak Allahu teâlâ'yâ mahsustur. Ondan başka sâlim kalacak yoktur. Mahlûk varken yok olur, sultanken kul olur, bilirken câhil, muktedirken hiç olur. Hiç bir varlığa inanılmaz, hiç kimseye güvenilmez; bir anda hepsi yalan oluverir.
            BU MA'NAYA GÖRE KUL İÇİN GEREKEN ŞEY
    Her işinde fânilere değil, yalnız Allahu teâlâ'ya dayanıp güvenmektir. Çünkü yıkılmayacak ve her türlü âfat ve belâdan sâlim kalacak olan yalnız O'dur. Fânilere bağlananlar hayal sükûtuna uğrayarak sonunda ağlayanlardır. "Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür" diyen dedelerimiz bu hakikati ne güzel ifâde etmişlerdir.
            İSM-İ ŞERİFİN BAŞKA BİR MA'NÂSI:
    Es-Selâm ism-i şerîfi, gerek dünyâda, gerek âhirette, tehlike içine düşen kullarını, isterse selâmete çıkaran diye de tefsir edilmiştir. Öyle ya, her türlü selâmetin sâhibi ancak O olduğu gibi, istediğini selâmete erdirecek olan da ancak O'dur.
            BU MANÂYA GÖRE KULA GEREKEN ŞEY:
    Selâmeti yalnız O'ndan bilmek ve yalnız O'na teşekkür etmektir. Allahu teâlâ her türlü tehlikenin selâmet yollarını ve sebeplerini yaratmıştır, tanzim ve tertip etmiştir. Fakat bu sebepler nihâyet bir halâs vâsıtasıdır. Şu halde tehlikeden selâmete çıkanın, vâsıtaya değil, o vâsıtayı yaratıp sevkedene teşekkür etmesi icâbeder. Gerçi vâsıtaya da teşekkür edilir ama, Allah'a ortak gibi değil, iyi bir işe vâsıta olduğu için. Söz temsili, Allah'ın yaradıp kuluna ilham ettiği selâmet sebepleri, denize düşüp de dalgalar arasında bocalayan bir zavallıya atılan (tahlisiye simidine) benzer. O simidi tutarak selâmete çıkan felâketzedeye bu selâmeti veren simit midir, yoksa o simidi ona atan mıdır?
            FELÂKET VE BUHRANLI DAKİKALARDA DİN VE ÎMÂN KUVVETİ:
    Hayatta bâzan öyle hâdiseler olur ki, bu hâdiseler karşısında insan, müthiş bir fırtınaya tutulmuş vapur gibi, ıztırap dalgaları arasında çalkalanır durur. Vapurun kaptanı olduğu gibi, vücûdun kaptanı da akıl ve ilimdir. Fakat onu destekliyecek olan kuvvet de îmandır. Îman muvâzene temin eder. Muvâzene de selâmete çıkaracak bir sebep olur. İman yoksa muvâzene de yok.. Muvâzene olmayınca selâmete çıkar bir yol da yok demektir.
    Faraza denizin ortasında azgın dalgalar arasında teknesi battı, batıyor vaziyetine düşen kaptanın orada biricik dayanıp güveneceği kuvvet, kalbindeki Allahu teâlâ'ya olan îmânıdır. O bilir ki, her türlü selâmetin biricik sâhibi, yaradanı, bağışlıyanı yalnız Allah'tır ve inanmıştır ki, Allahu teâlâ merhametlidir, kudretlidir, bütün işleri hikmetlidir. Artık o, Allah'ın hükmüne ve kendi hakkındaki emr-ü fermanına razıdır. Allah'ın yardımından ve merhametinden aslâ ümidini kesmez. Kalbinin bir tarafında korku varsa, öte tarafında da ümit bulunur. Korku ile ümitten meydana gelen muvâzene içinde yeise kapılmaz, izini şaşırmaz, ma'nâsız telâşlarla vahâmeti arttırmaz. Bilâkis soğuk kanlılığını muhafaza eder, vaziyete göre tedbir alır, kumanda verir, ondan ötesini Allah'a bırakır. Onun yaradıp sevkedeceği fırsatları gözetir ve her fırsattan sükûnetle faydalanarak, böylece selâmet sâhiline çıkar. Fakat bu inancı ve bu kuvveti bulamayan kalblerde yalnız korku hâkimdir. Müthiş bir yeis, bütün kalbi kaplamıştır. Orada hiç bir ışık, hiç bir ümit yoktur. İşte bu yeis hâli, daha büyük felâketlere yol açabilir. Her zaman görüp ve işidip duruyoruz ki, muvâzenesini kaybederek kendisini fazla yeis ve ıztıraba kaptıranlarda hemen barut gibi ateş almak, olura olmaza hiddetlenmek, düşünmeden her şeye saldırmak gibi gayri tabiî ve mazarratlı haller görülür. Onun için kalpleri perişan, fikirleri kararsızdır. Çâredir diye asılsız şeyler araştırır, tedbirdir diye yanlış şeylere baş vurur. Halbuki böyle yapmak zâten mevcut olan mazarrata daha başka mazarratlar eklemekten, durumu bütün bütün kötüleştirmekten başka bir şeye yaramaz. Bu cihetten bu gibi hallerde muvâzeneli bulunmak Allah'ın büyük ni'metidir. Çünkü muvâzenesizliğin neticesi - Allah'a sığındık - ya intihar.... ya tecennün.. İşte bu da bu sûrette helâk girdaplarına batar gider. Şâyet kurtulmaları mukadder değilse, imânlısı da, imânsızı da dalgalar veya ıztıraplı hâdiseler arasında boğulur gider. Bunlar, görünüşe göre hayatlarının sonucu i'tibariyle birleşmiş gibi olsalar da, ölümden sonra görecekleri muamele ayrıdır.
    Allahu teâlâ buyurmuştur ki: "Kullarımdan bir kuluma bedeni, yâhut malı, yâhut evlâdı yüzünden bir musibet verirsem, o da bunu sabr-ı cemil ile karşılarsa, kıyamet günü kendisi için mizan kurmaktan yâhut defter-i a'mâlini açmaktan hayâ ederim." (Bir hadîs-i kutsî meâli.)
    İşte îmân sâhibi, sabr-ı cemîli sebebiyle Hak'kın o büyük mükâfâtına erecektir.
    Sabr-ı cemîl ne demektir? İnsanın mukadderatı içinde hoşuna giden hâdiseler olduğu gibi, hoşlanmadığı hâdiselerde olur. Bunların hepsi de Allah'ın hükmü, emr-ü fermanı neticesidir. Hoşlanmadığı hâdiseleri de hoşuna giden hâdiseler gibi karşılayabilmek sabr-ı cemîldir. Bunun izâhı, öfkelenmemek, yeise dalmamak, önüne gelene hâlinden şikâyet etmemek, hele ağzından Allah'ın hükmüne i'tiraz yollu bir söz kaçırmamaktır. İşte tam bir olgunluk nişâneleri...
    Sevgili okuyucu! Her zaman için ve bilhassa hayâtın korkunç safhalarında din ve îmân kadar kalbe metânet veren bir kuvvet yoktur.
    İflâs haline gelmiş nâmuslu bir tüccar, ıssız ve tehlikeli çöllerde kalmış veya dağlarda yolunu, izini kaybetmiş bir yolcu ve daha bunlara benzer hallerde hep ayni hâlet-i rûhiye ve aynı âkıbet.
        YİNE BU İSM-İ ŞERİFİN TEFSİRİ OLMAK ÜZERE: Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden.. denmiştir. Yâ-sîn Sûresinde
Selâmün kavlen min Rabbi'r-Rahîm" buyurulmuştur. Meâl-i Şerifi: Ehl-i cennete, Rahîm olan Rab'dan doğrudan doğruya söylenme bir selâm da vardır. Bu âyetteki Er Rahîm ism-i şerifi, sonunda mü'minleri rahmetiyle muratlarına erdirecek demek ma'nâsınadır.
    Bu günahkâr kullarını da cemâlini gören, selâmını duyan o bahtiyarlar sırasına katıver; ey lûtuf ve kerem sâhibi Allah'ım!
Ali Osman Tatlısu

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...