DÜNYA VE ALDATMALARI
Dünya insanoğlunu Allah'a ulaştıran yolun çetin ve güç yol veren başlıca engellerinden biridir. Türlü türlü geçici nimetleri, renk renk güzellikleriyle dünya âdeta hayatımızın tabii akışını asıl yolundan saptırmak istemektedir.
Ulu Allah buyuruyor ki:
“Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma gezen güzel atlara, (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlara tarlalara tutkun bir sevgi ile bağlanmak insanlar için süslenip bezenmiştir. Halbuki bunların hepsi geçici, dünyalık servetlerdir. Varılacak yerlerin en güzeli ise Allah'ın nezdindedir.”[1184]
“İyi biliniz ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, aldatıcı bir süs, karşılıklı boş bir öğünme, servet biriktirme ve evlât sahibi olma yolunda bir yarıştır. (Âhiret için bir kazanç sağlamayan) bu dünya hayatı çiftçinin yüzünü güldürecek gelişkinlikte mahsûller yetiştiren bir yağmura benzer. Fakat çok geçmeden bu gelişkin eskinin sararıp kuruduğunu ve sonunda çer-çöp halini aldığını görürsün. Ayrıca dünya hayatının aldanmişlarını âhirette ağır bir azap beklemektedir.”[1185]
Bu âyetlerde Ulu Allah'ın açık açık gözlerimizin önüne serdiği dünya manzarası ne tüyler ürpertici bir gerçeği dile getirmektedir!.. İnsanlar arasında doğru yoldan ayrılarak Allah'ın emirlerine ters bir yol tutturanların hepsine, teker teker dikkat buyurunuz. Hepsi kendini var gücü ile bir dünya işine vermiş, o yoldan kazandığı servet, şöhret ve rütbelere aldanarak şımardıkça şımarmış ve artık varlıkların bir yaratıcısı olduğunu; kendisinin de O'na karşı yerine getirmek zorunda bulunduğunu tamamen unutmuştur.
Böyle kimseleri, varlığına varlık katmak, rütbesine yeni rütbeler eklemek, şöhret ve itibarını daha da artırmak 'için rakipleri ile gözleri dönmüşçesine kıyasıya bir yarışmaya girişmiş görürsünüz. Yollarının üzerinde dikilip onlara âhiret hayatları için ve Allah için ne gibi hazırlıklar yapmakta olduklarını sorsanız konuşmaya bile ayıracak vakitleri olmadığını, önür de yığın yığın işlerin kendilerini beklediğini ileri süreceklerdir. İşte bı meşguliyetler içinde oyalanırken günün birinde ölüm meleği canlarını almağa gelince aldanmtş ve boş ellerle Ulu Allah'ın huzuruna doğru yol çıkmak zorunda kalırlar. (*)[1186]
Evet, mü'minin ibadet yolunda ilerilerken yüzyüze geleceği baş enge terden biri dünyalık meşgalelerdir. Bu engeli aşarak esas hedefe ulaşabi mök için dünyadan el-etek çekerek gerçek manasiyle Allah'a yönelmek ge rekir. Mü'min iki sebebe dayanarak dünyadan el-etek çekmek zorundadır.
1. Mü'min, ibadet yolunda hedefe doğru ilerlemek üzere dünyay onun geçici, aldatıcı ve yolayıcı nimet ve güzelliklerine, öbür dünyaya v; sıta olabilmelerinin dışında bir değer tanımamalıdır. Çünkü dünyaya gönül verenler, ona sımsıkı sarılanlar tüm maddi kuvvetlerini dünyalık kazanma uğruna seferber ederler. Daha başka bir deyişle dünyaya bel bağlıyanlar bir yandan da maddî güçlerini dünyalık mal ve servetler peşinde seferber ederler. İnsan artık dünya ile öylesine bir dostluk havasına girmiştir dünyalık nimetler gece-gündüz hayali önünde resmigeçit yapmaktadırlar. İşte bir insanın bu derece dünya ile içli-dışlı olması ibadet yolunda as hedefe ulaşmak üzere yol almasına engel çıkar. Çünkü insanoğlu birbir ne zıt olan dünya ile âhiretin her ikisine de aynı zamanda bel bağhyama Bir kere birbirine zıt iki şeyle aynı zamanda uğraşamaz, bir. Uğraşmaya kalkışsa bile ne buna, ne o tam manası ile bağlılık gösteremez, iki.
Dünya ile âhiret; bir erkeğin iki kıskanç karısına benzerler. Birini ho nut etsen, diğeri darılacaktır. Yine dünya ile âhiret birbirine zıt iki yön doğu ile batı gibidir. Birine ne derece yüzünü dönersen, diğerinden de derece yüz çevirmiş olacaksın.
Dünya insanoğlunu hem dış varlığı, hem de iç varlığı ile tesir alai içine çekerek boyuna oyalar durur. Bir yandan vücut azaları ile dünya) kapılan insan, diğer yandan da gönlü ile ona tutkun tutkun sarılmağa çalışır.[1187]
Dünyanın Dış Hayatımıza Tesirleri
Dünya İnsanı çepçevre kuşatmıştır. Bütün renk renk nimetleri tür türlü aldatıcı güzellikleriyle onu kıskacı altına almak istemektedir,
Sahabilerden Ebudderdâ diyor ki:
“Ticaretle ibadeti, dünya ile ahreti at başı götürmek istedim. Ama yan yana yaklaştıramadım. Bu yüzden de ibadet ve âhirete sarılarak dünya ve ticareti başladım.” Hz. Ömer diyor iki:
“Eğer dünya ile âhireti bir arada yan yana yürüten bir kişi olsaydı, bu işi aynı şekilde ben de berecebilirdim.”
Bütün bu anlatılanlardan açıkça anlaşılıyor ki, birinci plânda âhiret hayatını düşünmek, söz ve hareketlerimizi bu düşünce etrafında yoğunlaştırmak zorundayız. Gönlünü dünyaya kaptırıp da sonsuz âhiret hayatını zindan denler büyük bir aldanışa düştüklerini Allah'ın huzuruna varır varmaz anlıyacaklardır. Ama yazık!...
Dünyanın İş Hayatımıza Tesirleri
Dünya insanoğlunun gönlünü de çalmaya uğraşır. Çoğu gönüllerin çalındığı da ayrı bir gerçektir. Daima dünyalık işlerinin nasıl bir yol alacağını düşünen kimsenin kafası dünyayı düşünür, kalbi dünya için çarpar, duygu ve düşünceleri o yönde gelişir. Böylece de insan ibadetini sekteye vurur, âhiretini yıkar. Peygamberimiz (s.a.s) diyor iki:
“Dünyasına karşı sevgi duyup da ona gönül kaptıranlar, âhiretleri hesabına zarar ve ziyana girmektedirler. Âhireti ne karşı sevgi duyup da gönül yaptıranlar da dünyası hesabına zarar ve ziyana girmektedirler. Ey ümmetim!.. Bu geçici dünya hayatına, ebedi olan öbür dünya hayatını tercih ediniz.”
Ey ibadet yolu yolcusu!. Bu açıklamalarımızdan da açık seçik anlaşılıyor ki içinle de dışınla da, daima dünya ile meşgul olursan, ibadet yolunda korkusuzca yol alamazsın; gereği gibi ibadete sarılamazsın. Fakat hem içinle, hem de dışınla, dünyadan el-etek çekerek tam bir bağlılıkla Al'lah'a yönelirsen, ibadet yolunda yol aman ve ibadet etmen kolaydır. Hatta bu hususta sana tüm azaların bile yardımcı olabilmek için can atarlar. Selman-ı Fârisî diyor ki:
“Kul dünyadan el-etek çekerek Allah'a yöneldi mi kalbi aydınlanır ve ibadet ederken de tüm azaları kendisine yardımcı olur.”
“İbadet yolunda ilerliyebilmek için önümüzü kesen dünya engelini ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için de dünyadan el-etek çekerek Allah'a yönelmek zorunda olduğumuz meydandadır. Dünyadan el-etek çekmeyi gerektiren ikinci sebep de şudur: Dünyadan elini eteğini çekerek tam manasıyle Allah'a yönelen bir mü'minin ibadetinin değeri artar, şerefi yücelir. Sevgili Peygamberimiz diyor ki:
“Yüreği yalnız Ulu Allah sevgisiyle atan bir âlimin kıldığı iki rek'âtlık namaz, gönüllerinde Allah sevgisinden başka herhangi fani varlıkların sevgisini taşıyanların bir ömür boyunca edecekleri ibadetten daha hayırlıdır.”
Açıkça görülüyor ki, arkasını Allah'a dayandıranların ibadeti değer ve şeref bakımından daha büyük bir üstünlük taşımaktadır. Durum böyle olunca da mü'min tüm kalbiyle Allah'a bağlanacak, ayrıca bu geçici ve aldatıcı dünyadan da elini eteğini çekecektir. Büyük kurtuluşa varmanın tek yolu budur.
Soru: Dünyadan el-etek çekmek ne demektir ve bu nasıl gerçekleştirilir, anlatır mısınız?
Cevap: Dünyadan el-etek çekmek, ilim adamlarımıza göre, iki yoldan gerçekleştirilebilir:
1. Mü'minîn dünyada erişemediği nimetleri ille de ele geçireceğim sevdasından vazgeçmesi; kendisini dünyaya bağlıyan mai ve servetini Hak yolunda düşkün ve yoksullara dağıtması ve bir daha tekrar mal ve servet biriktirme fikrini taşımaması yoluyla olur ki, bu tamamen kulun kendi eli ile lfadesi altındadır. Gerçekten, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve lekesiz kurtuluşa kavuşmak isteyen her kul bu yola başvurabilir.
2. Dünya nimetlerinden, dünyalık meşgalelerden nefret etmek ve soğukluk duymak yolu ile. Dünyadan her şeyi ile nefret duymak insanoğlunun eli ve iradesi altında değildir. İsteyen istediği zaman dünyadan ve de dünyalık nimetlerden nefret duyamaz.
Fakat insanoğlu birinci şıkta söylediğimiz esaslar içinde hareket ederse, zamanla yüreğinde dünyaya karşı bir soğukluk belirmeğe yüz tutar; bu soğukluk öyle bir noktaya varır ki, artık gönlünden dünyalıik her türlü duyguyu atmış ve bütün varlığı ile biricik Allah'a bağlanmıştır. Zaten Allah'a gerçek bağlamış gönülde O'ndan başka herhangi, bir fani varlığın sevgisini taşımamaktır.
Burada kulun önünü kesen en güçlü engel, dünya sevgisini yürekten söküp atmaktır. İşte bu husus, pek sanıldığı kadar kolay değildir. Nice kimseler vardır ki söz ve davranişlarıyle dünyayı sevmez görünürler; fakat için için dünyaya tutkun oldukları inkâr edilmez bir gerçektir. Onlar derin bir kasvet ve yakıcı bir ıstırabın pençesi altında yanıp tutuşmaktadırlar. Aslında önemli olan nokta da dünyayı yürekten sevmemek ve ona karşı derin bir nefret duygusu beslemektir. Ulu Allah buyuruyor ki:
“İşte âhiret yurdu! Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayanlar ve kargaşalık çıkarmak istemeyenlere veririz.”[1188] Bu âyette Ulu Allah öbür dünyada sonsuz mutluluğa kavuşmanın, bu dünyada büyüklük taslamamak ve fesad çıkarmamak gibi iyi hareketlere bağlı bulunduğunu açık açık dile getirmektedir.
Konuyla ilgüli şu âyetleri de buraya aktaralım. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Âhiret kazancını isteyenin kazancını arttırırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık kazanç veririz. Ama dünyalık kazanç isteyenin âhirette hiç bir nasibi yoktur.” [1189]
“Kim bu hemencecik gelip geçen dünyayı isterse biz de dilediğimize, dilediğimiz şeyi çarçabuk veririz. Sonra da onu cehenneme sokarız. O oraya kınanmış ve rahmetten kovulmuş olarak girer,
Kim iman ederek âhireti diler ve bu hususta gayretli çalışma yaparsa, işte1 onlar mutlaka bu çalışmalarının mükâfatının görürler.” [1190]
Ey mü'min!-. Görmüyor musun foak, bu âyetlerde hep istemekten söz edilmektedir. Öyleyse en önemli nokta, herhangi bir şeye erişmeyi kalbin isteyip istememesidir. Bir kimse fiilen dünyaya bağlı görünmese de, kalben bağlı ise, tam manası ile Allah'a bağlılık duygusu besliyemez. Ne var ki ıkul, kendisini dünyaya karşı sevgi aşılayan mal ve servetini düşkün ve yoksullara dağıtır, erişemediği arzularına ille de kavuşacağım sevdasından vazgeçerse, umulur iki Ulu Allah onu, gönlünden dünya sevgisini kazıyıp atmaya muvaffak eder. Çünkü varlıkların ortaksız yaratıcısı olan Allah bol bol ikram edicidir.
Dünyanın bir sürü musibet ve belâlarıyle insanın başına her an felâket yağdırdığı, şöyle bir göz atılınca sayısız derecede kusur ve eksikliklerle mallû bulunduğu düşünülecek olursa mü'min, kendiliğinden birikmiş mal ve servetini dağıtmaya, gönlünde taşıdığı arzu ve ihtirasları söküp atmaya başhyacaktir. Bazıları diyor ki:
“Dünyanın zenginliği geçici ve değersiz, gam ve tasası çok, insanları hasis ve cimridir. Üstelik dünya da hızla yokluğa doğru yol almaktadır. İşte bu sebeplerden biz dünyadan el-etek çekmiş bulunuyoruz.
Hemen belirtelim ki bu sözlerde dünyaya bağlılık kakmaktadır. Çünkü birisinin ayrılığından şikâyet eden kimse, onun hasretini çeker, onun gelişine sevinir. Rakipleri arasında bir İşi terk eden kimse, yalnız kalınca hemen o işe koyulur, hiç değilse bile ona karşı içinden bir hoşnutluk duyar.
Bu konuda en gerçek şudur:
“Dünya, Allah'ın amansız düşmanıdır. Sen ise ondan hoşlanmakta, ona karşı sevgi duymaktasın. Halbuki insan sevdiğinin düşmanına en az öz düşmanı kadar kin duymak zorundadır.
Gerçekte dünya bir pislik kuyusudur. Dünya hayatının sonu murdarlıktır; ıstırap ve yok olmaktır. Ama o güzel ve süslü püslü bir gelin gibi görünür. Gafiller de onun bu dış gösterişine kapılırlar. Akıllılar ise gerçeği görerek Allah'a yönelip bağlanmağa bakarlar.
Soru: Dünyadan el-etek çekmek, zevk ve safasına yüz çevirmek farz mıdır?
Cevap: Dünyadan el-etek çekmek ve zevk safına yan çizmek iki hususda olabilir.
1. Haramlarda,
2. Helâllerde,
Dünyada haramlardan el-etek çekmek, her mü'mlnln boynuna farz derecesinde borçtur; yalnız helâllerde ıborç değildir; kul isterse helâl olan bir nimetten el-eteik çekerek uzaklaşabilir-
Hak yolda ilerlemek üzere dosdoğru yol alan Allah bağlısı mü'minlerin gözünde haram, kokuşmuş pislikli bir ölüye benzer. Ona yaklaşmak asla doğru değildir. Zaruret olup da ille yaklaşmak gerekiyorsa, zararı baştan savacak ölçüde yaklaşmak gerekir. Helâl ise sadece ölüye benzer. Ona da ihtiyaç duyulduğu ölçüde yaklaşmak gerekir. Yine aynı kimselerin gözünde haram yakıcı ateşten farksızdır. Ona sokulmak bir mü'minin aklından bile geçmez. Tersine ona karşı tiksinti duyar, nefret besler. Gönlünde dünyaya karşı en ufak bir sevgi taşımaz.
İşte mü'min bu anlattığımız manada dünya ve dünyalık nimetlere karşı soğukluk duymakta, o yüzden de bu dünyaya öbür dünyasına basamak yapmaktan öte bir değer tanımamaktadır.
Soru: İnsanın gözünde bunca zevk ve safa imkânları bahşeden dünya, nasıl olur da pis ve kokuşmuş bir ölü veya yakıcı bir ateşe benzer? Üstelik de mizaç ve tabiatımız zevk ve safâya öyle düşkün ki!..
Cevap: Ulu Allah'ın geniş ve yaygın lütfuna erişenlerin gözünde dünya gerçekten insanı kötülükten kötülüğe iten bir pislik veya yakmak, tutuşturmak İsteyen bir ateş deryasıdır. Hemen belirtelim ki bu, renk renk geçici nimetleri aldatıcı türlü türlü güzellikleri ile bütün oldu bittisi ne vakıf olan gerçek ve uyanık mü'minlerîn gözünde böyledir, fakat dünyanır iç yüzünü kavramayıp da görünüşündeki çekici mal ve servetlerine, kadir ve eğlencelerine kendilerini kaptıran basiretsiz kimselerin gözünde dünya bir zevk ve safa yurdu, mal ve servet yığma yeridir. Şimdi bu noktay küçük örnekle açıklığa kavuşturmaya çalışalım:
“İşinin ehli bir adamın güzel ve nefis bir tatlı hazırladığını tasav vur edelim. Yanında da iki kişi var. Adam tatlıyı yaparken içine birazcık öldürücü zehir akıtmıştır. Yanındaki iki kişiden biri bunun farkında, diğer de farkında olmasın. Sonra tatlıcı tatlıyı hazırlayınca güzel ve yaldızlı tabaklara koyarak iki kişinin önüne sunuyor, ne olacaktır?
İçine zehir akıtıldığını bilen adam o tatlıdan asla yemiyecektir. Tabakların güzelliğine ve yaldızına kanmıyacaktır. Çünkü o tatlı onun gözünde yakıcı bir ateşten farksızdır; kendisini ölümün soğuk kollan arasına doğru çekmek istemektedir- Nasıl yesin, yer mi? Birazcık tatlı yiyip mideye ziyafet çekmek uğruna canını feda eder mi?
Ama gelelim tatlının içine zehir damlatıldığının farkında olmayan ikinci kahramanımıza. O güzel ve yaldızlı tabaklarda “beni yiyin” diye kurulan nefis tatlıyı bir an önce yemeye can atacaktır; hırsla saldıracak ve oburca yiyecektir. Hatta yanındakini de neden yemiyor diye azarlıyacak, enayilikle suçlayacaktır.
İşte dünyada Allah'ın yasak ve haramlarından sakınan uyanık müminlerle, hiç bir şeyin farkına varamayan gâfil kişilerin durum ve tutumları!.. İcabında öz canlarına bile mal olabilecek açık görüş farkı, duyuş, biliş ve seziş farkı!.. Aydınlık Allah yoluna baş koyanlarla, geçici dünyalık nimetler peşinde koşanlar arasındaki fark!..
Aynı örneği bir daha ele alalım. Ama bu defa tatlıcı tatlının içine zehir koymasın da tükürsün veya sümkürsün. Sonra da güzelce karıştırarak yine aynı göz alıcı tabaklarla sunsun. Ne olacaktır? Yine bunun farkında olan adam tiksinti duyacak, nefret edecek ve mecbur kalmadıkça yemeyecektir. Ama öteki?.. O iştahla yemeye ve tıkabasa midesini şişirmeye bakacaktır.
İşte bu da dünyanın helâl ve mubah olan nimetleri karşısında şuurlu ve uyamk müVninlere; ilimsiz, fikirsiz, basiretsiz kişilerin durumları ve tutumlarıdır!.. Gönlünü Allah'a açanla, dünyaya açanlar arasındaki fark!
Örneğimizin iki kahramanı tabiat ve mizaç bakımından aynıdır. Daha açıkçası her ikisi de Allah'ın bahşettiği aynı bünye ve oluşa sahiptir. Ama söz ve hareketleri apayrı bir durum arzediyor. Neden? Çünkü birisi bilgili, görgülü ve düşüncelidir; o yüzden de zehirli tatlıyı yemeye yanaşmamıştır- Diğeri ise ilimsiz, fikirsiz ve basiretsiz bir kimsedir; zehirli tatlıya oburcasına saldırmıştır. Eğer o da diğeri gibi zehirli veya tükürüktü olduğunu görse, iblise veya sezse idi, elbette ki yemiyecektir. Tıpkı bunun gibi diğeri de zehir katıldığını bilmeseydi, yiyecekti.
Bu örnekten açıkça gözler önüne serilen gerçek odur ki üç buçuk günlük geçici dünya hayatında helâl - haram demeden zevk ve safa peşinde koşanlar bunu tabiatları icabı yapıyor değillerdir; sadece koyu bir bilgisizlik ve derin bir gaflet onları peşinden sürüklemekte ve diz iboyu felâketler içinde bocalatıp durmaktadır.
Soru: Varlığımızı devam ettirebilmek için bize bir mikdar dünyalı lâzım. Gıdasız olamayacağına göre dünyadan el-etek nasıl çekebiliriz?
Cevap: Gıda almaktan maksat, Allah'a gereği gibi ibadet edebilmel için vücudumuzu ayakta tutabilmektir. Zevk için yemek, içmek değildir Zaten burada önemli olan keyif için yapılan şeylerden sakınmaktır. Yoks; Ulu Allah dilerse herhangi bir sebeple, dilerse de meleklerde olduğu gib sebepsiz olarak kullarını ayakta tutabilir. Kullarına hiç akıllarına bile esmeyen yerlerden, rızk kapılarını açabilir. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu yaratır. Onu aklına hayaline gelmiyecek bir yerden rızıklandınr. Kim Allah'a güvenir ve dayanırsa Allah ona yeter.” [1191]
Âyete göre rızık, istenmeden ve çalışılmadan da elde edilebiliyor. Zevk ve safâya dalmak için değil, fakat Allah'a tam manasiyle ibadet ede bilmek için rızık iste. O vakit yorulmaların, çalışıp çabalamaların düny uğruna değil de, Allah adına olmuş olur. Böylece de hem dünyadan el-ete çekmiş, hem de rızkını temin etmiş olursun. Bunu böyle bilesin.[1192]
İyilik Ve Faziletleri
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, Hz. Allah,(müminlerin işlediği) iyiliklerinin mükâfatını, kötülüklerinin ise cezasını yazdıktan sonra, (meleklerin zamanında yazmaları için) açıklar. Öyleyse kim bir iyilik işlemek istediği halde işleyemezse, Hz. Allah sanki işlemiş derecesinde ona tam bir, işlemesi halinde ise bunun 700 derece veya daha fazlasını sevap olarak yazar. Gene Hz. Allah, Mümin bir kişi, işlemek istediği bir kötülüğü sonradan (Allah’ın haram kılması nedeniyle) işlemekten vazgeçerse, ona tam bir sevap onu kendi isteğiyle işlemesi halinde ise, tek bir kötülük olarak yazar.”
Kısaca, (Allah'ın müminlere karşı olan merhameti öylesine çoktur k kendisini helak etmek isteyen bir kimse, Allah nezdinde ancak helak olur.”[1193]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir müminin vücudunun herhangi bir azası bir belâ ile karşılştığında, Hz. Allah o müminin omuzundaki koruyucu meleklerine şöyle emir buyurur: “Kulumun sağlığında olduğu gibi, hastalığından ötürü işlemediği iyiliklerinin sevabını işlemiş gibi yazın.”[1194]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim, (dünyada tüm yaptıklarından) hesaba çekilecek olan kimse azabdan kurtulamaz. Ancak Allah'ın kolaylık göstermesi ve affetmesi ile az bir hesapla kurtulabilir.)”[1195]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Müminlerin) iyilikleri pazartesi, perşembe günleri Allah (c.c.)’a, Cuma günü de peygamberler ve ölmüş olan anne babalara arz edilir. Çocuklarının iyilikleri kendilerine arz edildiğinde anne ve babalar bundan ötürü sevinirler. Yüzlerindeki nur ve beyazlık artar. Öyleyse Allah'dan korkunuz ve kötülüklerinizle ölülerinize eziyet vermeyiniz.”[1196]
Tövbe
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her insan hata işleyebilir. Fakat en iyileri, işlediği hatalarından dolayı (Allah'a) tövbe edenlerdir.”[1197]
Yüce M evlamız Hz. Allah, iman şerefine nail olmuş müminlere karşı rahmeti, denizlerden daha bol, fakat buna karşın müminin işlediği günahlar denizden bir damla bile değildir. Yine Hz. Allah'ın tövbe kapış her mümin için ardına kadar açıktır. Yeter ki, mümin Allah'ın rahmetinden faydalanmasını bilsin ve tövbe kapısının zilini çalıp içli bir sesle yalvarıp günahı için Allah'dan af dilesin. Böylesine bol olan rahmet denizinden her yaratık faydalanabilir. Yalnız Allah'ın var olduğunu lisan-î haliyle hav kıran yer ve gökdeki milyonlarca canlı ve cansız yaratıklarını görmeyeı kâfir ve münafıklar faydalanamaz, o rahmet denizinden bir damla su dahi içemezler.[1198]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her günahın Allah'dan af edilmesi umulur. Yalnız kâfir olarak ölen ve kasten mümin bir kimseyi öldürenin günahları bu affın dışındadır.”[1199]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ademoğlunun (işlediği veya) konuştuğu tüm kötü sözler (melekler tarafından) onun aleyhine yazılır. O halde ademoğlu günah işledikten sonra tövbe etmeyi seviyorsa (istiyorsa), yüksek bir yere çi'kıp ellerini ileriye doğru uzatarak şöyle dua etsin: “Allah'ım! İşlediğim günahlardan tövbe eder, teıkrar emirlerinize döner ve bir daha da günah işlemeyeceğime söz veriyorum.” Yüce mevlâmız böyle tevbe eden bir kimseyi, işlediği günaha dönmedikçe af eder.”[1200]