20 Şubat 2012

Camiu`s-Sagir 1.cilt » 1. Bölüm..CÖMERTLİK VE İYİLİK


KONU: CÖMERTLİK VE İYİLİK
1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir yolcu bir kavme ko­nuk olarak indiği zaman, şayet ev sahipleri o kimseye bir şey etmezler ve o konuk aç olarak sabahlarsa, muztar durumda kalan bu kimsenin ev sahiplerinin yiyecek ve içeceklerinden karnını doyuracak kadar alıp, karnını doyurmasında dinen bir mahzur yoktur,”[302]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kişi misafir bulunduğu evde aç kaldığı takdirde, o civarda bulunan her Müslümanın aç kalan misafirin, misafir bulunduğu evde yiyecek ve içeceklerden alarak karnını doyurmasında, ona yardımcı olmaları lazımdır.”[303]
Ey ehl-i aşk:
İyman, cesette ruh gibi, günah ise cesette hastalık gibi­dir. Mademki ruhun var; cesedini bu âlemde tedavi et. Hakka lâyık hale getir.
Ey hak yolcusu:
Dünya hayatı, yalnız koşup kaçmak için değildir. İnsan­oğlu dünyaya ancak mâ'buduna iyman ve ibadet etmek, Allahu Teâlâ'ya doğru bir yol açmak için gelmiştir. Bu yolun hu­dudu, zaten mahduttur. Habl-i metin-i ilâhi olan Kur'an-ı keri­me sarılan, dâr-üs-selâm olan cennât-ı âliyata elemsiz keder­siz varır gider.
Başta Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz olmak üzere bütün Enbiyâ-i mürseliyn, sahi ve câmert idiler.
3- Resulullah (s.a.v.)buyuruyor ki:
“Üç huy kimde bulunursa, o kimse nefsinin cimrilik hastalığından korunmuş olur:
a) Zekatı eda etmek,
b) Konuğu ağırlamak,
c) Din kardeşinin başına bir felaket geldiği zaman yardımına koş­mak.”[304]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zenginlik malla, iyi insan olmak tekva ile olur.”[305]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:
“Hz. Allah'ın sana nimetiyle ihsan ettiği gibi, sen de o nimeti layık olduğu yere harcamak suretiyle, kendi nefsine iyilik et.”[306]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Ey Bilal), Allah'ın sa­na verdiği mallarından infak et. Arş sahibi Allah'ın cömertliğine şüphe ve güvensizlik ederek, sakın malının azalacağından korkma.”[307]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“( Ey Ebubekir kızı Esma) Allah yolunda malını harca. ( bu veya şu kadar kaldı diye ) sayma. Yoksa Cenab-ı Hak da sana harcadığın malın yerine yenisini verirken sayılı verir. Ve malını hapsetmek ve harcamamak için kapalı olan kaplara koyup, saklama. Yoksa Hz. Allah da senden saklar.”[308]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İki kişi için hazırlanan yemek üç kişiye, üç kişi için hazırlanan yemek de dört kişiye yeter. O halde yemeklerinizi ayrı ayrı yemeyiniz, topluca yiyiniz. Toplu olarak yenilen yemekte bereket vardır.”[309]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kişi için hazırlanan, yemek iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter. (Yemeklerinizi beraber yiyiniz.)”[310]
Cennât-ı âliyat, cömertlerin evidir. Cömertlik, cennet-i âlâdan dünyaya uzanmış bir daldır. Her kim o dala tutunursa, o dal kendisine tutunanı cennete çeker.
Ashab-ı kiram efendilerimiz, aleyhissalâtü ve sellem efen­dimiz hazretlerine:
“Yâ Resûlallah. Dünyada yaşamanın hayırlı olduğu zaman, ne zamandır? Dünyada yaşanmaktansa, ölümün hayır­lı olduğu zaman hangi zamandır?” diye sordular.
Resûl-ü zişân efendimiz, saadetle buyurdular:
“Sizi idare eden âmirleriniz ve emirleriniz, sizlerin en hayırlı olanlarınız bulundukça, zenginleriniz cömert oldukça, bütün işleriniz şura ile görüldükçe, dünyada yaşamanız hayır­lıdır. Ancak, böyle oiduğu takdirde, toprağın yüzü içinden ha­yırlıdır. Kötüleriniz, âmirleriniz ve emirleriniz ve tamahkâr ve hasisleriniz, zenginleriniz olunca, işleriniz kadınlara kalınca ve sizler onların hükmü altına girince, dünyada yaşamanız, ya­şamamanızdan hayırlıdır. Bu takdirde de, toprağın içi size dı­şından daha hayırlıdır.”
Cömert, fâsık dahi olsa, ehl-i cennettir. Tamahkâr ve hasis, zahit dahi olsa cennete giremez.
Malı, gerçekten kendisine ebedî; olarak kalacak ve ebedî bir hayat verecek sanır.
İnsaf ile söyleyiniz; içinde yaşadığımız cemiyette, bu tip­te insanlar yok mudur? Bu gibiler, zannederler ki, topladıkları bu mallar, onları dünyada ebedî kılacak ve ölümden kurtara­caktır. Heyhat!.. Hiç te böyle değil. Onların topladıkları mal, kendilerini ölümden kurtaramayacak, dünyada ebedî kılamayacak, hattâ kendilerine dahi kalmayacaktır. Şeref ve fazileti malda ve parada vehmedenler, cahil denîlerdir. İnsanın şerefi, fazileti ve haysiyyeti, hiç bir zaman mal ile para ile değildir. İnsanın, ind-i Bâri'de şeref ve fazileti, tahsil-i mâ'rifetullah ile yani Allahu teâlâ'yı bilmek, Allahu Teâlâ'yı bulmak ve Allahu Teâlâ'yı anmakla gerçekleşir. Riza-i Bâriye nail olmayınca; ne malla, ne güzellikle, ne mansabla, ne kasa ve kese ile şeref ve fazilet sahibi olunamaz. Eğer, kadr-şeref para ile çok mal ile olsaydı; Hz. İsa aleyhisselâm fakirliğinden ötürü semaya çıkmazdı. Karun da, zenginliği dolayısıyla yere batmazdı. Hz. İsa aleyhisselâmın, semaya urucuna sebep, dünya malına meyletmemesi, Karun'un yerin dibine batması da malının çokluğu­na güvenmesi ve şımarmasıdır. Fasit zanları olanlar, başka­larında kusur ve noksan ararlar. Bu, tıpkı bir körün, diğer bir körün görmemesini ayıplaması gibidir.
İnsan-ı kâmil odur ki, kendi ayıplarını görmekten, başkalarında ayıp aramaya fırsat ve imkân bulamaz. Kendi ayıl gören ve bilen, başkalarının ayıplarını göremez;
Kimse takdir edemez âlemde,
Kendi mahiyyetinî re'yile,
Münhasır vasıta-i rü'yet iken,
Göremez kendini dide bile.
Ey hak yolcusu:
Fırsat elde iken, iraden elinde iken, zikr-i Huda di iken, ruh kuşu beden kafesinde iken ve henüz tövbe kapıları kapanmadan, çenen kilitlenmeden, nutkun tutulmadan gafletle aylak aylak vakit geçirme!.. Sana emanetullah olan bu vücudunu mâ'siyyetlerle göçürme!.. Ayağını, sırattan sürçtürme!. Vakitler geçiyor, geceler ve gündüzler, durmadan ömür kuı şını biçiyor. Gün batıyor, şafak atıyor. Her gün, nice güneş hilâller, hilâl kaşlılar, âhu bakışlılar batıyor. Selvi boylar devriliyor, taze kabirler sivriliyor. Kaçtıkça ecel ardımızdan geliyor, kaçındıkça iradelerimiz elden gidiyor. Gelin, Allahu Teâla’ya rücû edelim. İradelerimiz elde, zikr-ü tevhidimiz dilde, kuvvet ve kudret belde iken, gaflete düşmeyelim, aldanmayalım, dünyaya güvenmeyelim. Gün olur, iradelerimiz elden, zü tevhid dilden, kuvvet ve kudret belden gidiverir. Son pişmaı fayda etmez. O zaman ağlamanın ve çırpınmanın hayrı olmaz. Yalvarmak ve yakarmak, kaybettiklerimizi geri getirmez, işten geçmeden, can kuşu beden kafesinden uçmadan, fırsat elden kaçmadan hakka rücû edelim, tövbe ve istiğfarda bulunalım, doğru yolu bulalım.
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cömert kimsenin yemeği devadır. ( ilaçtır ) cimrinin yemeği ise zehirlidir, (Çünkü cömertin yemeğini yiyen kişi, ikramda bulunanın hoşa giden güler yüz­lü halini görünce yemeği rahat ve huzurla yiyeceği için o yemeğin hazmı da kolay olur ve vücuduna bir ilaç misali fayda sağlar. Ama, cimrinin somurtkan ve ekşi yüzünü gören misafir, o yemeği değil yemek, onu yer ve asabı bozulduğundan yediği yemek kendisi için ya­rarlı olmaz.)”[311]

KONU: ŞEYTANIN VESVESESİ
1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytanın üç türlü vesvese vasıtası vardır:
a) Sürme
b) Dudak Boyası
c ) Enfiye
(Şeytanın sürmesi, insanların gözlerini bürüyen gaflet uykusu; Şeytanın boyası demek, yalan söylemektir. Yalan söyleyen kimse şeytanın tuzağına düşmüştür; Şeytanın enfiyesi demek burada meca­zi olarak burun dikliği ve burun büyüklüğü anlamında kullanılmış benlik havasına kapılma manasına kullanılmıştır.”)[283]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytanın yular ve kemen­di vardır. Kement ve yular: Allah'ın nimetini günah ve isyanda kullanmak, Allah'ın nimeti ile gurura kapılmak, kullarını üstünlük tas­lamak. Allah'ın kullarını hakir gördüğü gibi, Allah Taala'nın zatından gayrisinin havasına kapılmak.”[284]
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan (İblis ), karargahını su üzerine kurar, sonra askerlerini her tarafa yayar. Bu askerlerin şeytana mevkii en yakın olanı fitne ve fesadı büyük olanlarıdır.
Bundan sonra etrafa gönderdiği askerlerinden bazıları gelerek ey reis, ben şu şu... Kötülüklerin yapılmasını sağladım, der. Şeytan ona: Sen bir şey yapmış değilsin, der. Bir başkası gelir ve ben aralıksız olarak yaptığım fitne ve fesat sonucu kişi ile ehlini yani karı ile kocasının arasını bozdum. Tabii ki çocuklar da dağılmış ol­dular” der. Bu yapılanlardan Şeytan çok memnun kalır ve sen çok önemli işler başardın, der. Ve ona bir rütbe daha vererek kendisine yaklaştırır.”[285]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gençlik deliliğin bir türlüsüdür. Kadın Şeytanın ipidir.”[286]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir gün Şeytan görünerek namazımı bozmak için üzerime yüklendi. Allah (c.c.) bana imkan vererek onu şiddetle def ettim. Bundan sonra onu tutup mescidin bir direğine balamayı ve sabahtan hepinizin onu görmesini istedim. Ama bu sırada aklıma Süleyman Peygamberin şu duası geldi; Ey Kabbim, bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir salahiyet ve kuvvet ver. Bunun üzerine Cenabı Hak onu benden ebediyen uzaklaştır­dı.”[287]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan, namaz kılanların kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. Fakat, elinde kalan en müessir silahı: Namaz ehlini birbirine düşürerek fitne ve fasat çıkarmaktır.”[288]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, Şeytan insanoğlunun kanının dolaştığı bütün damarlarında dolaşır.”[289]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yeni dünyaya gelen çocu­ğun feryat etmesi, onu şeytanın sıkmasındandır.”[290]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gerçekten Şeytanın insanoğlunun kalbine attığı vesvese ve hatırlatmaları vardır. Meleğin de keza hatırlatmaları vardır.
Şeytanın vesvesesi: İman ederseniz, namaz kılarsanız ne çıkar? Gibi şer ve kötü işleri telkin ve hakkı tekzibe dayanır. Melek ise in­sana hayrı telkin ve hakkı tasdiki ifham eder. Her kim, kalbimde me­leğin telkinini bulursa bunu Allah'tan bilsin ve Allah'a hamdetsin. Ötekini bulan da bunu şeytandan bilsin ve şeytandan Allah'a sığınsın Sonra Resulullah şunları okudu: Şeytan sizi farü zaruretle korkutur ve fuhşiyatı emreder.”[291]
Ey Saadet yolunun yılmaz yolcusu!.. İbâdet yolunda he­define varmak üzere ilerlerken önünü kesecek olan üçüncü engel de lânetlik şeytandır. Bu pürüzü de temizleyebilmen için onunla aman tanımaz bir savaşa girişerek onu tepeleme­ye bakacaksın. İki sebep yüzünden lânetlik Şeytanla savaşa girişmen gerekiyor. Şimdi bu sebepler üstünde duralım:
1- Şeytan, insanoğlunun kendisini sapıklığa sürüklemek sevdasına düşen en amansız düşmanıdır. Öyle bir düşmandır ki hiç bir vakit barış yapmağa yanaşmaz. Küfür silâhını insan üzerine yöneltmiş kesintisiz savaşını devam ettirmekte­dir. Bu süresiz savaşma onu helake sürükleyene kadar devam eder, başını helake soktuğu zaman rahat bir nefes alır ve sa­vaşına ara verir.
Açıkça görülüyor ki mü'min uzlaşmaz düşmam olan lânetlik şeytana asla emniyet etmemeli, bir an olsun gaflet uyku­suna dalmaktan sakınmalıdır. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Ey Âdemoğulları!.. Size;“Sakın şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”diye emretmedim mi?”[292]
“Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman tanı­yın.”[293]
Bu âyetlerde açık seçik gözler önüne serilmektedir ki şey­tan, kulun en amansız düşmanıdır. O yüzden de ondan şiddet­le sakınması gerekir,
Soru: Şeytanla nasıl savaş edebilir, onu nasıl tepeleye­bilirim?
Cevap: Bu konuda başlıca iki ayrı görüş vardır. Birinci görüşe göre Şeytanın kurduğu tuzaklardan ancak Allah'a sı­ğınarak kurtulunabilir. Çünkü şeytan, Ulu Allah'ın kullarına musallat ettiği dişli bir köpektir, Onu defetmeye çalıştıkça kudurmuşçasına daha fazla saldırır. Ama sahibine başvurulursa köpeğini susturur. Böylece de insan azgın köpeğin saldırı­sından kurtulmuş olur.
İkinci görüşe gelince şeytanla amansız bir savaşa giriş­mek gerekir; açıktan kendisiyle savaşarak onu baştan saymalıdır.
Bence en doğru yol, adı geçen her iki görüşün de göster­diği yolları birleştirmektir. Yani lânetlik şeytandan hem Al­lah'a sığınmak, hem de onun akıl almaz tuzak ve hilelerine karşı savaş açmaktır. Eğer mü'min hem Allah'a sığınıp hem de savaştığı halde onu başından savamıyorsa bilmelidir ki sa­hibi olan Ulu Allah sırf kendisini denemek için şeytanı üzerine musallat etmektedir. Böyle kritik durumlarda sabırlı olmaya çalışmalı ve var gücümüzle karşı koymalıyız. Nitekim bazı zamanlar Ulu Allah kâfirleri mü'minler üzerine saldırtmaktadır. İstese kâfirlerin elinden bu güç ve imkânlarını alamaz mı? Alır, fakat almıyor. Gayesi mü'minleri imtihana çekmek ve onlara cihad ve şehidliğin doyulmaz zevkini tattır­maktır. Bizim güç ve kuvvetimizi, cesaret ve metanetimizi ortaya dökmektir. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Böylece Allah'ın ezeldeki ilmini açıklaması içinizden sehidler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.”[294]
“Yoksa siz, Allah İçinizden savaşanlarla savaşmıyanla­rı; hak yolda sebat edenlerle etmiyenleri ayırdetmeden Cennet'e girivereceğinizi mi sandınız!.”[295]
“Şeytan insanın kalbine yerleşmiş durmadan ona kötü duygu ve düşünceler telkin eder. Melek de insanın kalbine konmuş ona aydınlık Allah yolunu telkin eder.”
Ayrıca Ulu Allah insan varlığında öylesine bir hususiyet yarattı ki, onu daima kötülüklere sürüklemek ister. Bunun adına Nefsin havası denir. Böylece insanoğluna yön vermek isteyen çağırıcılar üçe çıkmış oluyor: İlhamcı melek, vesveseci şeytan ve nefsin havası.
Buraya kadar vermiş olduğumuz izahlar iîe kalbimize do­ğan çeşitli duygu ve düşüncelerin kök ve kaynağını, nereden beslendiklerini ortaya koymuş olduk. Şöyle bir soru kafaları kurcalıyabilir. Kalbe doğan duygu ve düşünceler nedir? He­men cevap vererek söyliyelim ki, bunlar öylesine tesir edici kuvvetlerdir ki insanoğlunu bazı kusurları yapıp yapmamağa sürüklerler ve insanoğluna aynı zamanda ıstırap kaynağı olurlar. Meydana gelişleri ve beslenme kaynaklan görünürde yukarda adı geçen çağırıcılar aracılığı ile gerçekleşir. Fakat gerçekte çağırıcılar sadece bir sebep durumunda olmaktan öte gitmemekte, yanlız Ulu Allah'ın bilgisi altında O'nun sınırsız kuvvet ve kudretiyle oluşmaktadırlar. Evet, duygu ye düşünceleri gönlümüze doğuran kudreti sınırsız olan Allah'tır. Bu düşünceleri dört madde halinde dile getirebiliriz.
1- Allah'ın doğrudan doğruya insanın kalbinde doğurdu­ğu duygu ve düşünceler.
2- Nefsin havasına yani sonu gelmez arzu ve istekleri­ne uygun olarak Allah'ın kalbde meydana getirdiği duygu ve düşünceler. Bu çeşit duygu ve düşüncelerden doğacak sorum­luluk nefse aittir.
3- İlhamcı Melek'in çağrısı sonunda Allah'ın kalbde ya­rattığı duygu ve düşünceler. Bu nevi duygu ve düşüncelere ilham denir.
4- Vesveseci şeytan'ın çağrısı sonunda Allah'ın kalbde doğurduğu duygu ve düşünceler. Şeytanın bu çağrısına vesvese (kötü duygu ve düşünceler) adı verilir. Bu kötü duy­gu ve düşüncelerin gönülde doğmasının sebebi şeytandır. O yüzden de bunların neticesinden başta şeytan, sonra da sahi­bi sorumludur.
Ey mü'min, şunu iyi bil ki, Ulu Allah tarafından doğru­dan doğruya kalbe doğurulan duygu ve düşünceler bazan ku­la bir izzet ve ikram olsun diye iyilik hususunda, bazan da imtihan etmek gayesiyle kötülük hususunda olabilir.
İçimize doğan bir duygu veya düşünce işlediğimiz bir günahın peşi sıra geliyorsa Allah'tandır. İşlediğimiz günahın sebep olduğu bir uğursuzluk olarak kalbimize doğmuştur. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Hayır! Gerçek öyle değil. Onların işledikleri günahlar yığıla yığıla gönüllerini pas bağlatmıştır.”[296]
Açıkça görülüyor ki işlediğimiz günahlar gönüllerimizin kirlenmesine ve pas bağlamasına sebep olur.
Eğer içimize doğan duygu ve düşünce işlediğimiz bir günah sonucu değilse umumiyetle şeytandan gelir. Bizi kötülük işlemeğe davet etmektedir.
İçimize doğan duygu ve düşünce, Allah'ın anılmasından hoşlanmıyorsa onu şeytan telkin ediyor demektir.[297]


NİYET VE İHLAS
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Amellerin değeri niyete göredir Ve her kişi için ancak, niyet ettiği şey vardır. Öyle ise; Allah ve Resulü için memleketini terk eden kimse, Allah ve Resulü için göç etmiştir. Dünyalık bir şey elde etmek veya bir kadınla evlenmek için yurdunu terk eden kimse tse; dünyalık bir meta, veya bir kadın­la evlenmek için göç etmiş olur.” [1]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz Hz. Allah, herkesin yaptığı işin karşılığını, onun niyetindeki samimiyet kadar verir.” [2]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İyi niyet, sahibini cennete sokar.” [3]
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
“Halbuki onlar Allah'a, onun dininde ihlâs (ve samimiyyet) erbabı ve muvahhidler olarak ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, ze­kâtı vermelerinden başkasıyla emrolunmamışlardı. En doğru din de bu idi.”
Ey saadet yolunun yolcusu kardeşim!.. -Ulu Allah, cüm­lemize yardımıyla güç kuvvet versin- Gideceğin aydınlık yol belli olmuştur. Şimdi bu yol boyunca yol alırken işlediğin güzel amelleri, ettiğin ibadetleri fesada uğramaktan ve kaybolmaktan korumalısın. Bu, “samimiyet” ve “Allah'a karşı şükür ve minnet borcunu ödemek” ile olur. İşlenen amellerde samimiyet insanoğluna iki büyük fayda sağlar:
a) Samimi kalble edilen ibadetler Allah katında iyi kabul görür; büyük sevap ve mükâfatlara yol açar. Yalnız Allah rızası için yapılmayan ibadetler ise ya tamamı ile ya da çoğu ile redde uğrar, kabul görmez. Bu konuda sevgili peygamberimiz (s.a.s.) bir sözlerinde şöyle buyurmaktadır:
“Ulu Allah şöyle buyurur: Ben kendisine eş-ortak koşul maktan en çok uzak olanım. Yaptığı herhangi bir amelde ba­na bir başkasını ortak eden kimseyi. Kıyamet günü bana ortak koştuğu kimse ile başbaşa bırakacağım. Amelinin mükâfatını ondan alsın. Ben samimiyet taşımayan bir ameli asla kabul etmem.”
İslam, niyeti, ibadet ve muamelatta temel kabul etmiş, ceza ve mükafaat için şart kılmıştır.
Dünyada iken samimiyetten uzak kalarak işlediği amelle­rine karşılık sevap ve derece istemeğe kalkışan kimselere ulu Allah şöyle seslenecektir;
“Dünyada istediğin gibi oturup kalkmadın mı, bir yere baş olmadın mı? Dilediğin gibi alıp satmadın mı? Canının istedi­ği gibi izzet ve ikramda bulunmadın mı? Bütün bunları hep gönlünce yaptın, hiç bir zaman bizim hoşnutluğumuzu kazanmayı düşünmedin. Hiç bir hareketinde bize bağlılık göstermedin. Şimdi de kalkmış bizden ne istiyorsun?”
Bu ve bunun benzeri örnekler, edilen ibadetlerin, işlenen amellerin Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak gayesinden uzak, samimiyetsiz hareketler olduğu zaman nice tehlike ve zararlar doğuracağını bize açıkça göstermektedir. [4]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Halis niyyet, Arşa asılıdır... Kul, niyyetine sadık kalınca Arş-ı Ala, o kul affedilinceye kadar sallanır.” [5]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimse toplum arasında, (aşikarda ) namaz kıldığı zaman, namazını (farz, vacip ve sünneti­ne riayet ederek) güzelce kılar, gizli kıldığı zaman da aynı şekilde namazını güzel kılarsa Yüce Allah: “Şü benim hakkıyla bir kulumdur, buyurur.” [6]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yüce Allah bir Kudsi Hadiste şöyle buyurmaktadır:
Ben ortakların ortaklığından, uzağım, Bir kimse başkasını benimle ortak tutarak bir amel işlerse, ben o kimseyi ve ortak koştuğunu terkederim. (Amelinin ecrini ortak koştuğundan alsın.)” [7]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kulumun bana yaptığı ibadetlerden en çok sevdiğim ihlas ile başkasına nasihat etmektir.” [8]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yalnız Allah için yapılan bir Hacc, başka gayeler için yapılan on cihaddan üstündür; yalnız Allah için yapılan bir cihad ise on defa hacc etmekten daha da üstündür.” [9]
9- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenab-ı Hak, hitabette bulunan her hatipten hitabesi ile ne kasdettiğini, ne gibi bir gaye ile hitabette bulunduğunun hesabını soracaktır.” [10]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kıyamet gününde kişiye (dün­yada) attığı her adımın hesabı Sorulacaktır.” [11]
Bu hadisi şerif İslam dininde mes'uliyet duygusunun önemini belirtmekte, hadisin ihlas bölümünde yer almasının hikmeti de inanç yönünden kişinin düşünce ve kanaatinden de Sorumlu tutulacağını an­latmak içindir. [12]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gösteriş, Şaşaa uğruna batılı yükseltip, hakkı küçük düşüren her makam sahibi, bu tutumu devam ettikçe Allah'ın gazabındadır.” [13]
Gösteriş ve alayışın ihlasla bağdaşmayacağı ifham edilmektedir. Özellikle makam sahiplerini gösteriş için halkı ezmemesi öğüt lenmekte ve böyle davrananların Allah'ın gazabında olacakları ifade buyurulmaktadır. [14]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Birisine yaranmak maksadiyle, bir şey verilmediği halde -bana şunu şunu verdi- diyerek övücülük yapan kimse iki kat yalancılık kıyafetine bürünmüş gibidir.” [15]
Hadisin tahdis sebebi:
“Resulullah'a gelen bir kadın:
“Ya Rasulallah, kocam bana bir şey almadığı halde onun bana şunu şunu aldığını söylememde bir günah var mıdır?” diye sorması üzerine peygamber efendimiz bu hadislerini buyurdular ve bunun da günah oldu­ğunu söylemiş oldular. [16]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kuşkusuz, Allah (c.c.) an­cak kendi rızasını kazanmak gayesiyle halisane olarak yapılan amel­leri kabul eder.” [17]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, Allah (c.c) si­zin şeklinize ve servetinize bakmaz fakat, işinize ve içinize bakar.” [18]
15- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz, her işin başında neşe, heyecan vardır ve bu heyecanın sonunda da gevşeme ve bıkkmlık vardır. Amel sahibi, amelinde ifrata kaçmadan sevap kazan­mak ve Allah rızasını kazanmak için işe itidalle başlarsa, o kimsenin gayesine ulaşacağına kanaat ediniz. Böyle itidalle değil de parmakla gösteriliyor, ifrat derecede gisterişe yer veriyorsa o kimseyi salih kullardan saymayınız.” [19]
16- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimse halkın gözü önünde namazını güzelce kılar da, yalnız başına namaz kılarken namazı güzel kılmazsa o kimse bu davranışı ile rabbini hor görmüştür.” [20]
17- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim Allah ile kendi arasında­ki hukuka güzelce riayet ederse, Allah o kul ile insanlar arasındaki hakların yerine getirilmesinde o kula yardımcı olmaya yeter… Kim gizli işlerini islah ederse, Allah da o kimsenin aşikar olan işlerini yoluna koyar.” [21]
18- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlar kıyamet gününde (dünyadaki ) niyyetleri üzere dirilirler.” [22]
19- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gizli şirk: Kişinin başkasının görmesi için yaptığı ibadettir. (Farkına varmadan, amellerde Allah’a ortak koşmak anlamına gelir.)” [23]
20- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gizli şirk, düz kaygan taş üzerinde yürüyen karıncanın bırakacağı izden daha da gizlidir... Sana, öyle bir şey göstereceğim ki, bunu yaptığın takdirde senden şirkin büyüğü de gider. Üç defa şöyle de: “Allah'ım ben bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeyerek yaptıklarımdan da sana istiğfar ederim.” [24]
Hadiste şirkin, tıpkı bir mikroba benzetildiğini görmekteyiz. Bir mikrobun sağlam vücudu alil hale getireceği gibi, şirkin de sağlam bir akideyi ifsat edeceği beyan edilmiştir. [25]
21- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gizli şirk, ümmetimde ka­ranlık gecede kaygan taş üzerinde yürüyen karıncanın izinden daha gizlidir. Bu şirkin en küçüğü ise; Toplumun herhangi bir ferdine yapılan bir haksızlığı hoş görmek veya hakkaniyete uygun adaletli bir hükme (herhangi bir saikle) buğz etmektedir. Din Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten başka bir şey midir? Yüce mevla: “De ki, ey habibim. Siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin, buyurmuştur.” [26]
22- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz ki, kıyamet günün­de derece bakımından en kötü durumda olan kul: Başkasının dünyası uğruna dinini yok eden kimse olacaktır.” [27]
23- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Başkasını memnun edebilmek için Allah'ın gazabını kazanmak, Allah’ın verdiği rızka karşı başkasına şükür etmek, Allah'ın (c.c.) sana vermediği şeyler için insanlara kızmak imanın zayıf olmasındandır.” [28]
24- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her kim şöhret elbisesi giyerse, Cenab-ı Hak kıyamet günü o kimseye öyle bir elbise giydirir ki, sonra onunla ateşi alevlendirir.” [29]
25- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Erkeklerden) her kim dünyada ipek elbise giyerse, kıyamet günü Allah {c.c.) ona ateşten bir elbise giydirecektir.” [30]
26- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim duyurmak isterse, Allah (c.c.) onun gerçek niyetini herkese duyurur; kim ki, gösteriş ister­se Yüce Allah onun bu halini herkese teşhir eder.” [31]
Gösteriş, gizli ve açık olmak üzere iki rezilliğin doğmasına, sebep olur.
1- Gizli rezillik: İnsanoğlu bir amel işlediği zaman melekler sevinerek o ameli alıp ulu Allah'ın huzuruna götürürler. Fakat gösteriş için yapılan bu amel hakkında Allah melek­lere hemen emir verir:
“Çabuk, götürün o ameli kirli ve kötü amellerin atıldığı hücreye tıkın. Çünkü sahibi o ameli benim hoşnutluğumu ka­zanmak gayesini güden samimî bir yürekle işlemedi. Başkalarına gösteriş olsun diye yaptı!”
2- Açık rezillik: Bu, kıyamet günü Mahşer kalabalığı arasında vuku’ bulacaktır. Bu konuyu sevgili Peygamberimi­zin mübarek ağzından dinleyelim:
“Dünyada iken başkaları duysun diye ibadet eden kimseler, mahşer topluluğu tarafından şu dört ayrı kötü adlarla çağırılıp takdim edileceklerdir: Ey kâfir, ey günahkâr, ey hâin ve ey hüsrana düşen!... Bütün emeklerin boşa gitti.[32]
27- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sadece Allah için olan ve se­vabı da ondan beklenilen ibadetlerin karşılığı vardır ve ameller niyyete bağlıdır.” [33]
28- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bu ümmeti, iman nuruyla, doğru yolla, şerefle, yardımımla ve yer yüzünde sürecekleri hakimiyetle müjdele. Kim âhirete ait bir ameli dünyalık için yaparsa, onun ahirette hiç bir nasibi yoktur.” [34]
29- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Camiye giren kimsenin gayesi ne ise ancak nasibi odur.” [35]
30- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gece namazını kılmak niyyetiyle yatağına giren kimseyi uyku galebe çalıp, uyur ve kalkamazsa o kimse için yine niyyetinin sevabı yazılır ve uykusu kendisine rabbi tarafından verilen bir sadaka olur.” [36]
Soru: Samimiyet ve gösteriş (ihlas ve riya) ne demek­tir, bunların hükmü nedir? İşlenen amellere ne gibi tesirleri olur? Cevaplandırır mısınız?
Cevap: Yetkili din bilginlerimize göre samimiyet (İhlâs) iki kısma ayrılır:
1- Amelde Samimiyet: Amelde samimiyet, Allah'a bir adım daha çok yaklaşmayı dilemek, O'nun buyruklarına derin saygı duymak ve çağrısına koşmak demektir. Sağlam ve sar­sılmaz bir inanca sahip olmak sahibini amelde samimiyet ve Allah'a bağlılığa götürür.
Samimiyetin zıddı, nifaktır. Nifak, Allah'tan başkasına ya­kınlaşmayı dilemek ve başkaları duysun diye ibadet etmek ve amel işlemek demektir.
2- Sevap Beklemede Samimiyet: Sevap beklemede samimiyet, hayırlı işler işleyerek karşılığında öbür dünyada menfaat ummak demektir.
Havariler İsâ Peygamber'e sorarlar:
“Samîmi (hâlis) amel nedir? Allah bağlısı kişi kimdir?” İsâ Peygamber buna şu ibret dolu cevabı verir:
“Samimi amel, katıksız ameldir. Yani yalnız Allah'ın hoş­nutluğunu kazanmayı gaye güden ameldir. Allah bağlısı kişi ise yaptığını sadece Allah için yapan, O’ndan başka kimsenin işlediği ameli bilmesini istemeyen kişidir.” [37]

ÖLÜMÜ VE KABRİ ANMAK

1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Dikkat ediniz. Eğer siz dünya zevkü safa ve eğlencelerine son verdiren ölümü çok hatırlayıp anlasaydınız şimdi gördüğüm durumdan ölüm sizi vaz geçirirdi. Öy­le ise lezzetleri kesen ölümü çok hatırlayınız. Çünkü her gün kabir ( lisanı hal ile ) şöyle der:
Ben yalnızlık, gariplik, toprak ve haşereler eviyim.
iman,
İmanlı kul kabre konduğu zaman kabir ona şöyle seslenir: Merhaba, hoş geldin. Sen yeryüzünde yaşayan insanların en iyisi olanısın. Çünkü sen bütün kainatı yaratan Allah'a iman etmiş bir kimse­sin, seni bir dost gibi içime aldığım zaman sana lütuf edeceğim, ben­den iyilikler göreceksin.”[200]


SABIR

1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kula, Allah'tan yardım kulların ihtiyaçları miktarında olur. Sabır da Allah tarafından kulun başına gelen musibetlere göre verilir.”[218]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Size verilen ( Her nimet) Allah'ındır. Her şeyin Allah'ın indinde bir eceli vardır.”[219]
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra çok fitnelerle karşılaşacaksınız. Havuzumun başında benimle buluşuncaya ka­dar o fitne ve fesada karşı sabırlı olunuz. (dininizden ayrılmayın)”
“Innallahe mâ'as-sâbiriyn”[220]
“Sabır, insanı hayvanlıktan kurtarır. Bir maksûd için sa­bır eyleyen, o maksuduna erer. Fakirliğe sabır eden zenginli­ğe, gedâlığa sabır eden kişi, baylığa erişir. Düşman zahmeti­ne sabır eden, düşmanına muzaffer olur.”
“Kem min fietin kaliletin galebet fieten kesiyereten biiznillahi vattahu maassabiriyn”.[221]
“Birçok küçük kuvvetlerin, büyük ordulara sabır ile galip oldukları muhakkaktır. Allah, sabırlılar ile beraberdir. Ayrı­lık zahmetine sabr-u-tahammül gösteren de bir gün olur has­retine kavuşur. Bundan dolayı, (Essabru miftahül-ferec)” den­miştir.
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hz.Allah İsa Peygambe­re şöyle demiştir: Ya İsa, senden sonra yeryüzüne öyle bir ümmet göndereceğim ki, onlara sevdikleri, hoşlandıkları bir şey isabet ederse, bana hamd ve şükredenler, hoşlanmadıkları bir felaketle kar­şılaştıkları zaman da sabrederek sevabını benden isteyeceklerdir. Onların hilm ve ilimleri de yoktur. Hz. İsa, Allah'ın buyruklarına, hayret ederek şöyle sordu: Yarab, ilim ve hilm olmadan bunlar nasıl böyle olabilirler Cenab-ı Hak cevaben şöyle buyurdular: Ben onlara kendi hilm ve ilmimden vereceğim.”[222]
Bunlar Muhammed'e ümmet olmak şerefine kavuşacak Müslüman olan kimselerdir.[223]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Biz, (her kötülüklere kar­şı) sabredelim ve cezalandırmayalım.”[224]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenab-ı Hak Teala şöyle buyurmuştur: İmanlı olan kullarımdan birine sıkıntı veren bir bela verdiğimde beni ziyaretçilerine şikayet etmeyip sabır ederlerse ben onu, o hastalıktan şifaya kavuştururum. Sonra da kaybettiği kanını, etini değiştirerek ona daha hayırlısını vererek yepyeni bir vücutla ibadete başlatırım.”[225]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimse için kendisine verilen en iyi ve hayırlı şey sabırdır.”[226]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kimin başına bir bela, bir musibet gelip de o kimse musibeti hatırlayıp, ey Rabbim, senden geldik ve sana gideceğiz, derse, zamanı geçtiği vakit Cenab-ı Hak o kimseye başına gelen belalar kadar sevap yazar.”[227]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Erginlik çağına varmadan üç çocuğu ölen bir Müslüman, cennetin sekiz kapışında bu çocuk­ları ile karşılaşır ve istediği kapıdan cennete girer.”[228]
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herhangi mü’minin ayağına diken ve benzeri bir şey battığında Allah-ü Teala o mü'mine bir sevap yazar ve onun bir hatasını bağışlar.”[229]
11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimse belaya maruz kalır ve sabrederse, nimete mazhar olur ona karşı şükranı nimette bulunur. Zulma uğradığı zalimin zulmünü bağışlarsa, kötülük yaptığı zaman istiğfar ederse, böyle kimseler için felaketlerden kurtuluş yolu vardır ve böyle kimseler hidayete ermişlerin ta kendileridir.”[230]
12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Rekub: ( Nesilsiz olan) Çocuğu yaşamayan değil, hayatta iken çocuğu ölmeyen kimsedir.”[231]
13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Rakub: Çocuğu olup da kendisinden önce ölen ve geriye evladı kalmayan kimseleri denir.”[232]
14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Rakub: evladı kendisinden önce ölen sonraya evladı kalmayan kimsedir.”[233]
15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cebrail, bana taun ve veba hastalıkları ile geldi. Ben de taun ( sıtma ) hastalığı Medine'de bıraktım, vebayı da Şam'a gönderdim.” Çünkü sıtma hastalığı günahla­rın af ve mağfiretine sebep olduğundan dolayı ümmetim için bir rahmet, bir şehitlik vesilesidir. Kafirler hakkında ise bir ikabdır.”[234]
16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kul, ibadeti kısalttığı zaman Cenab-ı Allah onu hüzün ve kedere mübtela eder.”[235]
“Vel-asri innel-insâne lefiy husrin iltelleziyne âmenû ve amiî-us-sâlihati ve tevâ sav bil-hakkı ve tevâ sav bis-sabr.”[236]
Meali hâkimi: “Asr'a yemin ederim ki; bütün insanlar hüs­randadırlar. Ancak, îyman edip âmal-i-saliha işleyenlerle, hak­kı ve sabrı tavsiye edenler müstesna...”
“Innemâ yuveffes sâbirûne ecrehüm bigayri hisâb”[237]
17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hz. Allah bir kimsenin hayırlı olmasını dilerse, ( yaptığı kötülüklere keffaret olsun diye) onu dünyada üzecek hastalık ve fakirlik gibi şeyleri verir. Kötü olmasını istediği bir kimse için de dünyada sağlık ve esenlikler verir. Günahının bağışlanması için sebep olan şeyleri vermez ki, kıyamette, hak ettiği cezayı tam olarak versin. Mükafatın büyüklüğü cezanın büyüklüğü oranındadır. Cenabı Hak, bir kavmi severse onlara belalar verir. Bu hale rıza gösterene Allah da rıza ve mağfiret eder, rıza göstermeyene de Allah'ın gazabı vardır.”[238]
18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İmanlı bir kişi hastalandığı zaman, Allah (c.c.) onun günahını, körüğün demirin pasını erittiği gibi eritir.”
19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mü'minin çocuğu öldüğü zaman, Cenab-ı Hak meleklere, şöyle seslenir: (Ey ölüm melekleri kulumun çocuğunun canını aldınız mı? Melekler evet, derler. Hz. Al­lah, kulumun kalbinin meyvasını kopardınız mı? Diye sorar. Melek­ler, yine, evet derler. Bundan sonra Cenabı Hak şöyle sorar: Ku­lum buna ne dedi? Melekler şu cevabı verirler: Sana hamd ve istirca etti. ( Yani, veren de Allah, alan da Allah, hepimiz ona varacağız, dedi, derler.) Bunun üzerine Yüce Allah meleklerine şu emri verir: Derhal o kulum için cennette bir köşk inşa edin ve o köşke ( Hamd Evi ) adını verin.”[239]
20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İmanlı bir kulun yolculuk veya hastalık sebebiyle, ibadetlerinde bir eksiklik meydana gelirse Cenab-ı Hak o kuluna sağlık ve ikamet halinde iken yaptığı noksansız ibadetlerin sevabını yazar.”[240]
21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;
“Benim üretim rahmeti ilahiye mazhar olmuş bir ümmettir. Onlara ahirette azap yoktur, onların azabı ancak dünyada maruz kalacakları fitne depremler ve belalardır.”[241]
“Sâbirlere ve şâkirlere mükâfat ölçüsüz ve hesapsızdır.”
Ebu Aliyyul Dekkak. (Allah ondan razı olsun). Sabır edenler dünya izzetini ve âhiret saadetini kazandılar. Zira, Allahu zülcelâl hazretlerinin maiyetine nail oldular. Bezm-i-lâhuti ilâhiye nail oldular.
22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gerçek sabır, musibetin, insanı ilk sarsmasına karşı gösterilen sabırdır.”[242]
Bu hadisi şerifte, musibetin ilk geldiği anda gösterilen sabrın önemi belirtilmekte ve aradan zaman geçtikten sonra onun uhuneti azalacağından, sabrın mükafatı da o nisbette azalacaktır.[243]
23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimsenin malına, ya­hut cesedine bir musibet gelir de, o kimse onu gizler ve kimseye şi­kayette bulunmaz ise Allah1 in onu affetmesini hakk eder.”[244]
24-Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Belanın büyüğü: Az kazançla beraber çok çoluk-çocuk sahibi olmaktır.”[245]
Bu hadisi şerifte de “Yoksulluk ateşten gömlektir” atasözünün en veciz şekli ifade buyurulmakta ve özellikle nüfus kalabalığı karşısında aile reislerinin kuruz kalacakları geçim derdinin ne büyük bir sabrı gerektiği ifade edilmekte ve bu hale sabredenlerin, ecir ve mükafatlarının da büyük olacağı anlatılmaktadır.[246]
25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sabır imanın yarısıdır. Yekin ise ( Allah'tan geldiğine kesinlikle kanaat etmektir.) imanın ta­mamıdır.”
26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sabrın manası rıza göstermektir. Yani: Bela ve musibetin Allah'tan geldiğine inanmak ve rıza göstermektir.”
27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sabır, belâya maruz kalındığı ilk andaki sabırdır, gözyaşı kimseye söylenmeden, dökülen gözyaşıdır ki kişi bunu kardeşi için döker.”
Bu hadisi şerifte Peygamber efendimiz, özellikle musibete ilk anda maruz kalındığı zaman duyulan acının dehşet verici ol­duğunu ve bunun bir neticesi olarak gözden yaş akacağını, ancak bunu dövünüp, vurunmadan sessizce akıtabilmenin büyük bir sabrın mahsulu olacağını ve sevabının da büyük olacağını beyan buyurmaktadır.[247]
28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hangi kadının üç çocuğu ölürse, bu çocuklar onun için cehennemden perde olurlar.” [248]
“Vallâhû yuhibbus-sâbiriyn”[249]
“Allah, sabredenleri sever” buyurarak, sabredenlerin makamlarını ve nail olacakları şerefi ebediyen ilân eylemiştir.
“Ya eyyühellezine amenu esteiynû bissabri vessalâh innallahe maassairin”[250]
Bu âyetin meali şerifinde: “Ey beni tevhid edenler, bana ve benim Resulüme muhabbet edip, itaat edenler! Kıyamet gü­nüne inananlar, yapacağınız ve terk edeceğiniz her şey de sa­bır ve namaz ile benden yardım isteyiniz. Muhakkak ki benim yardımım sabredenlerle beraberdir. Ben sabredenlerle berabe­rim, ben namaz kılanlarla beraberim, benden yardım isteyen­lerle beraberim” buyuruluyor. Ne büyük şeref, ne büyük fa­zilet, hak ile beraber olmak.
Âyeti kerime’de de sabır ile namazın birbirinden ayrıl­maması, beraberce zikredilmesi, sabrın vücutta gizli amellerin en ziyade şiddetli olması, namazında vücudun zahirinde, hari­cinde en ağırı ve türlü taatı toplayıcı olmasındandır. Sabır, ruh ve namaz ise ceset oluyor. Ruhsuz cesedin kıymeti olma­dığı gibi, sabırsızın kıldığı namazın kıymeti de kalmaz. Zira, o kimse, yapacağı fenalıklar ve nefsin arzularına uyması ile kıldığı namazın sevabını giderecektir.
“Yine Rabbül-âlemin, sabır edenleri, müttakilere, Allah’tan korkanlara imam kıldığını beyan buyuruyor. Yâni, müttakilerin, en ön safındakilerin sabreden kimseler olduğunu bildiriyor.”[251]
Her şeyin başı sabırdır. İslâm’ın başı sabır, iymanın başı sabır, âmâli salihanın başı sabırdır. Fenalıklardan korunma­nın başı, nefsin ile mücadele edip harama sabır eylemendir. Sabırsız kişide ne iyman, ne âmâli saliha ne de namus kalır.
Sabrın bir çok nevileri vardır: Evvelâ iymâna sabır, sonra tâata sabır. Üçüncüsü musibete ve mâ'siyyete sabır. Bir de eşek sabrı vardır ki, buna sabır diyemeyeceğim. Bu ancak inaddır. Zira, sabır esmai-ilâhiden bir mübarek isimdir.
İymana sabır nedir? Bizden evvel gelen ümmetlerden bazı­larını, kâfirler îymândan döndürmek için ateşlerde yaktılar, çarmıhlara gerdiler, Velhasıl yüz bin türlü eza ve cefalara lâ­yık gördükleri halde bunlardan bir tanesini dahi dinlerinden ve hak yolundan döndüremediler. Bunlardan, ashab Uhdud'u, Allah bizlere Kur'anı keriminde bildiriyor. Yine ashabı-kiram-dan mazharı-nûr Bilâli-Habeşi ve Ammârın babası Yaser ve Sümeyyeye yapılmadık eza ve cefa kalmamış, fakat bunlar di­ni Ahmedîden, mahbubu rahman olan Muhammed'den yüz çevirmemişlerdir.
Birçoklarının gözlerini çıkarmışlar, bir ayağını bir deveye, diğer ayağını başka bir deveye bağlayıp, develeri başka başka istikametlere doğru kamçılayıp, bu mü'minlerin ayak­larını yırtarak parçalamışlar; fakat onlar katiyyen iymanlarını terk etmemiş, bilâkis onların eza ve cefalarına karşı sabır ile tahammül gösterip, Allahu-ehad resül-Ahmed diyerek ve ölüm şerbetini yudumlayarak derecei-şehadeti ihraz eylemiş­lerdir. Ebul-Hakemin cariyesi Zeyneb'de iyman uğruna Ebû Ezcümle, ehli-salip seferlerinde iymânları uğruna fedayı can eyleyen binlerce mü'minin ruhu adalet-i-İlâhiyyenin tecel­lisi için, mahkeme-i-kübrayı, arşın altında beklemektedirler. Yine İspanya’da, müslümanlara dinlerini terk etmeleri için ya­pılan ezâ ve cefâyı tarih kitaplarında okumaktayız. Balkan harbinde, elimizden çıkan ülkelerde oturan müslümanlara, dinlerinden dönmeleri için yapılan zulüm, küçümsenecek bir şey değildir. Şimdi, bile birçok memleketlerde, müslümanları dinlerinden çevirmek için yapılmadık zulüm kalmamakta ve buna tahammül ederek dinlerini ve iymanlarını, namuslarını muhafaza eden din kardeşlerimizin, göğsümüzü kabartacak derecede sabır ve tahammül göstermektedirler. Bu sabır ve tahammüllerinin mükâfatım yakın bir zamanda vacibül-vücûddan alacaklardır.
Bu mazlum kimselere zulm eyleyen kâfirler ise, pek yakın bir zamanda belâlarını bulacaklardır. Ey aşıkı sadık! Gözünü açıp düşmana karşı savaşmazsan, Allah korusun senin de dinin, iymanın, Kur'an’ın, mescidin, medresen, mektebin, türben, ana.ve babanın kabri, ashabı-resülün kabri düşmanların pis çizmesi altında ezilecek, ailenin, evlâdının, vatan evlâtlarının iffet, ırz ve namusu düşman tarafından kirletilecektir.
Vaktiyle Rumeli faciasını gözünün önüne getir. Bütün müslümanlara, bahusus Türk milletine yapılan bu faciaya sebeb, bir avuç Allahsız insanların o günkü günde Türk milleti­nin başında bulunup; adalet yerine, zulüm, ilim yerine cehil, Sadâkat yerine yalan dolan ve kötülükle memleketi idare et­meleri, namerd düşmandan hakaret görmemize ve masum ahalinin binlerce belâya duçar olup yerlerinden ve yurtların­dan; ırz, iffet, namus ve mukaddesatlarının ayak altında çiğ­nenmesine sebep olmuştur.
Milletimiz bunca zulüm ve hakareti gördüğü halde, dinde ve iymanda sabrü-sebat gösterip dinlerinden dönmemişlerdir. Başımıza gelen bunca felâket, cehlimiz, dinden ve iymandan uzaklaşmamız sebebiyledir.
îlim oku, Ahlâk sahibi ol ki; dinine, devletine sahip bulunasın. Vatanını çok sev! Bu vatanda yaşayanlarla dost ol! Tembelliği, adiliği terk eyle! Hakta ol! Hakkı tavsiye eyle! Fenalara ve din, vatan, millet düşmanlarına göz açtırma! Ben­liğini kaptırma! Evlâdını okut! Dindar insan, vatana bağlı, vatanını seven, doğruluk önünde can verecek fertler yetiştir! Böyle yapmaz da bu tembellikte kalacak olursak, Allah muha­faza buyursun düşman gelip bizleri dinimizden çevirmek iste­yecektir. Acaba böyle bir durumda aşağıda yazacağım hikâ­yedeki kadının gösterdiği sabır ve metanet kadar bir sabır gösterebilecek miyiz?[252]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...