20 Şubat 2012

Camiu`s-Sagir 1.cilt » 1. Bölüm..İMAN


İMAN

1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Şüphesiz, Şeytan içimizden birinin kalbine girerek şöyle bir Soru sorar:
Semayı kim yarattı? Kul, Allah yarattı cevabını verir. Yeryüzünü kim yarattı? Kul, Onu da Allah ( c.c. ) yarattı. Şeytan, “ Peki ama Allah'ı kim yarattı” diye sorar. Biri böylesine sapık bir düşüncenin, vesvesesini kalbinde bulursa, Allah'a ve Hz. Muhammed'in onun hak peygamberi olduğuna iman ettim, desin.”[45]
Ulu Allah buyuruyor ki:
Allah'ı bırakarak sana ne faydası ve nede zararı dokunmayan (aciz ve fani) şeylere tapma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki öz nefsine yazık etmişlerden olursun. Çünkü Allah senin başına bir belâ verirse bu musibeti yine ancak kendisi giderebilir. Ve yine O, sana bir iyilik di­leyecek olursa O'nun bu (cömertlik ve) faziletine hiç bir kimse engel olamaz. O, iyiliği kulları arasından dilediklerine verir. O çok bağışlayı­cı ve esirgeyicidir. [46]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz her şeyin bir hakika­ti vardır. İman da bir hakikattir. Kişi imanın gerçeğine varabilme­si için kendisine verilen bir şeyin ezelde hükmü ilahiye dayandığı­nı ve onu geri çevirmenin mümkün olmadığını, başına gelen hallerden de kaçınmanın imkansızlığına inanmalıdır.”[47]
Ulu Allah buyuruyor ki:
De ki: biricik Allah'tır. Her şey varlığını ve hayatını O'na borçlu olduğu halde O, hiçbir şeye muhtaç olmayan Ulu'dur. O, ne doğurmuş ve ne de doğurulmuştur. Hiç bir şey O'nun dengi ve benzeri olmamış ve olamıyacaktır.
İhlas:
“De ki: Allah'la beraber, dedikleri gibi ilâhlar olsaydı, o takdirde bu ilâhlar Arş'ın sahibine (Allah'a üstün gelmek için) muhakkak ki bir yol ararlardı. Allah, onların söyledikleri şeylerden çok büyük bir yükseklikle münezzehtir. Yedi gök ve yer, bir de bunlar içinde bulunanlar (insan, cin ve melekler) Allah'ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki. Onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların tesbihini (dillerini bilmediğinizden) anlamazsınız. O, gerçekten Halim'dir, Gafur’dur.”[48] buyurulmuştur.[49]
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hakkıyle İslâm dinini kabul ederek ona samimiyetle bağlanan kimse, İslâmîyeti kabul etmeden ön­ce (Cahiliyet devrinde) yapmış olduğu kötülüklerden dolayı muahaza edilmez, azap görmez.
İslamiyeti kabul ettikten sonra irtidat etmek suretiyle eski dinine dönen kimse ise hem İslâmiyetten evvel yaptığı kötülüklerden hem de sonraki yaptığı fenalıklardan dolayı ceza görecektir.”[50]
Bu hadisi şerifin yukarki hadisle manen irtibatı vardır: Yukardaki Hadisi şerifte dünya için dini terkeden kınanmakta bun da ise bunun ölçüleri anlatılmaktadır. Bunun kiriteri olarak da:
Allah ve resulünü her şeyden çok sevmek, bu sevgiyi her şeyde görmek ve imanı sevip, küfürden nefret etmek, gösterilmiştir. Bu esasa sarılanlar artık imanın hazzına varmış kimselerdir. Bu duygulara malik olmayanlar da kendilerini aldatmasınlar. Zi­ra onlar henüz imanın istediği müminler olamamışlardır.[51]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her kim Allaha şirk koşmadan (imanla) ölürse cennete girer.”[52]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim ki, Allah (c.c) nın kazasına (kişinin leh ve aleyhine verdiği hükümlere) teslim olmaz ve ka­dere (alın yazısına) inanmaz ise Allah'tan başka bir ilah arasın.”[53]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bu ümmetin evvelkileri yekin ve zühtle (Dünyalığı hiçe sayıp, ahirete önem vermekle) kurtuluşa er­mişlerdir; sonrakiler ise cimrilik ve uzun emelle (dünyaya lüzumun­dan fazla önem vererek) helak olacaklardır.”[54]
Bu hadisi şerifteki tulu emelden murat: Dünya sevgisinin şu­ur altına yerleşmesi ve artık bir nevi mal delisi olurcasına imanın gereğini ve ibadetleri ihmal etmek demektir. Yoksa dinimizde dünya için çalışmak suç değildir. Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, ahiret için de yarın ölecekmiş gibi hazır ol buyuran peygamberimiz ve onun getirdiği din dünyayı ihmal etmemiş, ancak dünya için dinini ih­mal edenin kınanması gerektiğini bildirmiştir.[55]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Üç şey kendilerinde bulunan kimseler imanın tadını tadarlar:[56]
a- Allah ve resulünü her şeyden çok sevmek,
b- Kişiyi ancak Allah için sevmek,
c- Allah,(c.c.)ın küfrün karanlığından çıkarıp iman nuruna kavuşturduğu kimsenin, ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi, tekrar küfre girmekten de o derece hoşlanmaması.”
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hiç biriniz, beni evladından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”[57]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Biriniz, kendisi için sevdiği bir şeyi diğer din kardeşleri için de sevmedikçe hakkıyle iman etmiş olamaz.”[58]
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cebrail (a. s.), bana dedi ki: Allah şöyle buyuruyor:
Lailahe illallah cümlesi benim muhkem Kal'emdir. Bu kaleye kim girerse azabımdan korunur.”[59]
11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Nerede bir kâfir kabrinden geçersen onu cehennem azabı ile müjdele.”[60]
12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ümmetimden iki sınıf vardır ki, onların İslamiyetten nasipleri yoktur:
a) Mürci’e: İman ettikten sonra işleyeceği küçük-büyük bütün günahların hiçbir zararı olmadığına ve küfürle taatm faydalı olmadı­ğına kani olan kimseler,
b) Kaderiyye: “Kul fiilinin hâlikidir” diye inanan yani kulun iş­lediği fiilleri kendisinin yarattığına ve Allah'ın bir yaratması bulun­madığına inanan kimseler.[61]
13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ümmetimden öylesine iki grup vardır ki, kıyamet günü bunlara şefaatim ulaşmayacaktır: Mürci'e ve Kaderiyedir bunlar.”[62]
14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ümmetimden öylesine iki sı­nıf Kimse vardır ki, kıyamet gününde havzımın kenarına gelemiyecekler ve cennete giremiyeceklerdir. Bunlar da Mürci'e ile Kaderiyedir.....”[63]
15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mutlak iman,bir mü'minin hile ile diğer mü’mini öldürmesine engel olacak mânevi bir kötektir; hakiki bir mü'min, hile yapmak suretiyle bir din kardeşini öldüremez. (Şayet bir kimse hile ve desise ile bir mü'mini öldürse bu ha­kiki manada bir mü'min olamaz.”[64]
16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İman ile amel aynı ipte bağlanan iki ortaktır, biri olmaz ise diğeri kabul olunmayacaktır.”[65]
17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Samimi bir yürekle, Allah'tan başka hak bir mabud olmadığına şehadet eden kimse Cennet'e girer.”[66]
18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kimse samimi bir kalble, Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah (Allah'tan başka ilâh olma­dığına ve Hz. Muhammed'in de onun Resulü olduğuna) iman ederse Al­lah ( c, c.) Cehennem'i o kimseye haram kılar.”[67]
19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İslâm dini artacaktır ve (hiç bir zaman) eksilmeyecektir. (Bu Hadis-i Şerif Peygamberimizin bir mucizesidir. Çünkü: Peygamber imiz bu Hadisi ile çok insanların İs­lam Dinine gireceğini ve İslâmiyetten ayrılacaklar olsa da bunlarla İslama herhangi bir noksanlık gelmiyeceğini işaret buyurmuştur. Ta­rih bunu teyit etmiştir.)[68]
“Onun imparatorluğu küçük bir şehir devletinin bazı dar sokaklarından ibaret olarak başlamış, günde ortalama bir hızla 274 mil kare genişlemiştir. On sene gibi kısa bir zaman içinde son nefesini verdiği sırada bir buçuk milyon kilometre kare genişlemiştir. Rusya hariç bugünkü Avrupa büyüklüğünde (Hz. Peygamberin Savaşla­rı, Prof. Muhammet Hamidullah).”[69]
20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İslamiyet, daha önceki küfür ve günahı yok eder.”[70]
21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İman iki kısımdır:
a) Biri (Kötülüklere karşı) sabır,
b) Diğeri ise (Emrolunan dini hükümlere karşı) şükür'dür.[71]
22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kemali iman, Yemenlilerin imanıdır.”[72]
23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İmanın alameti Medineli Sa­habeleri sevmek, Münafıklığın alameti de Ensar denilen bu kimseleri sevmemektir.”[73]
Medineli olup da oraya göç eden müslüman muhacirlere yar dunda bulunan kimselere ensar denilmiştir.
Peygamber efendimiz bu hadisi şerifinde, ilk günlerde müslümanlara maddi ve manevi yardımda bulunan bu kimseleri sevmenin her mümine vacip olduğunu hatta imanlı olup olmadığının alameti oldu­ğunu beyan buyurmuşlardır.
Mekke'de iman edip de orada din hürriyeti olmadığından Medine’ye göç eden kimselere de muhacir denilir.
Gerek muhacir gerekse ensarın İslama hizmetleri büyüktür. On­ları sevmek sonradan gelecek olan müminlere vaciptir.[74]
24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey sahabilerim, Yemenliler, (İslam dinini öğrenmek için) yanınıza gelmişlerdir. Onların kalpleri katı değildir, onların kalbleri şefkat ve merhametle doludur. İslam hikmet ve bilgileri Yemenlilere mahsustur.”[75]
25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Münafıkın alameti üçtür:
a- Konuştuğu zaman yalan söyler,
b- Verdiği sözde durmaz,
c- Kendisine bırakılan emanete ihanet eder.”[76]
Münafık: İmanlı göründüğü hâlde gerçekte inanmayan kimselere denir. Yani; kalbinde başka iman taşıyan kimse demektir. İman bir kalp işi ve inandım diyen kimseye “Sen inanmıyorsun...” deme hakkı, peygamber dahil hiç kimseye verilmediğinden bu kimseler an­cak davranışları ile bilinebilirler.[77]
26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
Bid'at sahibi, bid'atını terk etmedikçe Cenab-ı Hak onun amelini kabul etmez.”[78]
27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mü'minin keskin anlayışından sakınınız, çünkü o Allah'ın nuru ile bakar.”[79]
Müminin keskin zekasından sakınınız, buyurulmak suretiy­le bazı gafil kimselerin sandığı gibi, müslüman adam saf adam aldatmışlar, sözlerinin yersiz ve yanlış olduğunu anlamak kolaydır.
Müslüman kimse her şeyden Önce akıllı ve dirayetli kimsedir. Müslümanlık akılsız kimseleri mümin saymamıştır.[80]
28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mü'minin benzediği bir ağacı söyleyiniz, o öyle bir ağaçtır ki yaprakları hiç dökülmez, meyvaları bir vakit yok olmaz. O işte Hurma ağacıdır.” (Mü'min de her yönüy­le başkalarına faydalı olmalı ve özviyle meyvasını dağıtmalı)[81]
29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kişinin camiye gitmeyi alışkanlık haline getirdiğini gördüğünüz takdirde onun imanına şehadet ediniz.”[82]
30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İyiliklerinden sevinç, kötülük­lerinden üzüntü duyduğunuz zaman sen gerçekten bir mü'minsin.”[83]
31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlar ile Allah'tan başka ilah olmadığını ve benim de Allah' in resulü olduğumu söyletinceye kadar uğraşmakla emr olundum. Bunu söylediklerinde, hakkın dışında, mal ve canlarını benden korumuş olurlar.”[84]
32- Resulullah (s.a.v.)buyuruyor ki:
“Beş şey İslamdandır:
a) Sünnet olmak,
b) Etek tıraşı olmak,
c) Bıyıkları kesmek,
d) Tırnakları kesmek,
e) Koltuk altlarını temizlemek.[85]
33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenab'ı Allah Himyerilere, (Yemen halkına) rahmet eylesin. Çünkü onların sözleri güzel, elleri cömert, tam güvenilir ve imanlıdırlar.”[86]
34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bu dinin başı teslimiyettir. Allah'a teslim olan selamete erişir. Namaz, dinin direğidir. Ama en yüksek şeref ve derece Cihattır. Bu dereceye ancak en üstün Mü’minler ulaşır.”[87]
Esefle görüyoruz ki, İslam alemindeki müslümanların çoğu, cihadı fiilen terk etmiş vaziyettedir. Onların defterinin cihat faslı yoktur. Dinsizler, kafirler ve mürtedlerle mücadeleyi terk etmişler; onların dediklerine boyun bükmüşlerdir. En ufak muhalefet, direnme, itiraz yoktur.[88]
35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz, Allah (c.c.) bu di­ni ahlaken güzel olmayan bir takım kimmseler ile de kuvvetlendirir.”[89]
36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bu ümmetin varlığı kötü olan kimseler ile kaimdir.”[90]
37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Ey ashabım), bugün siz hak dini olan İslamiyet üzerindesiniz. Ben sizin çokluğunuzla diğer üm­metlere iftihar ederim. Benden sonra geri bir dönüşle (Körler gibi) dinden ayrılmayınız.[91]
Allah saklasın kafirler mürtedler namaz kılmayı men etseler, bu yüreksiz müslümanlar:
“Ne yapalım başımıza bu musibet de geldi. Artık camilerde namaz kılamıyacağız. Ne yazık, eh biz de evlerimize kapanır, ses seda çıkarmadan namazı dolapların içinde, kömürlüklerde kılarız” diyeceklerdir. Rusya'daki milyonlarca müslümanın bugünkü feci duruma düşmelerinin sebebi bu uyuşuk zihniyetten gelmiştir. Onlar vaktiyle Çarlık Rusya zamanında, 1917'den beri de Sovyet Rusya devrinde Allah yolunda gerektiği gibi cihat yapmamışlar, mallarıyla, canlarıyla meydanı mücadeleye atılmamışlar ve sonunda bu hale düşmüşlerdir.[92]
İman
Bütün kainatı yoktan var eden, kalblerimizi iman nuru ile aydınla­tan, bizleri İslam nimetiyle şereflendiren Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Yüce dinimiz ilahi vahye dayanan hak dinlerin sonuncusu ve en mütekamilidir. Gerçekte bütün semavi dinler tevhid akidesine dayanan ve insanları hakka, hakikate ve güzel ahlaka yönelten ilahi bir düsturdur. Bu sebeple hepsine, Allah'a iman ve teslimiyet manasına gelen İslam adı verilir.
İslam dinine girmek ve Müslüman olmak, ancak iman esaslarını, öğrenmek ve onlara inanmakla mümkündür. Şu halde her şeyden önce İslam da imanın ve esaslarının ne olduğunu bilmemiz gerekir.[93]
İmanın Lügat Manası
İmanın lügat manası: Mutlak tasdiktir. Yani bir şeye tereddütsüz, kesin olarak yürekten inanmak, haber verilen bir şeyi tasdik etmek, onun doğru olduğunu kabul edip, haber verenin doğru söylediğine inanmaktır.
İyi ameller imanın etrafında bulunan kaleler gibidir. Adap ve müstehapları terk eden, imanın etrafında ve en dışta bulunan birinci (topraktan ) kaleyi şeytana açmış olur. Sünnetleri terk eden İmanın etrafındaki ikinci (taştan yapılmış ) kaleyi, vacipleri terk eden; üçüncü (demirden) kaleyi şeytana açmış olur. Farzları terk edip haramları işleyen de, imanı kuşatan (altın ve gümüşten olan) en iç kaleyi şey­tana teslim etmiş olur. Böylelikle şeytan imana el uzatır.
Münafıklık alameti olan emanete hiyanet, yalan söz, vadinde dumamaktan ve dargınlık halinde haktan ayrılmaktan korkmamak da mü­nafıklık alametidir. Çok yemin ve mü'mine iftira etmek imana zarar verdiği gibi, yalan yemin de imanın elden çıkmasına sebep olur Kal­bimiz de parlatmış olduğumuz iman ışığının hiç sönmeden daima parlaması ve bu nurun her an bir kat daha kuvvetini artırması ve böyle­ce bütün muhitini aydınlatması için ibadet lazımdır. İnsan, sadece inanılması gereken şeyleri tasdik ederek ibadet ve taat yapmaz, son­ra da Allah'ın yasak ettiklerini işlerse, dine ve Allah'a olan kalbi bağılılığı da yavaş yavaş zayıflar ve günün birinde sönüp gider. Böylelikle Allah'ın azabını üzerine çeker. Binaenaleyh ibadet hem imam kuvvetlendirir, hem de mu'minin ahiret azabından kurtulmasına ve nimetlerine erişmesine vesile olur.
Namaz, oruç, zekat gibi Allah'ın emreylediği güzel işler ve ibadetler kalbde parlamış olan iman nurunu daha ziyade parlatır, Mü’minin ahiret azabından kurtulmasına, Allah'ın lütuf ve inayetlerini kazanmasına vesile olur. Tembellikle, nefsani arzular peşinde koşmak suretiyle bu ibadetleri bırakan kimseler de günah islemiş sayılırlar.[94]


İSLAM


1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, yolun aydınlat­ma lambası ve trafik işaretleri olduğu gibi, İslam Dininin de yolunu aydınlatan lamba ve alametleri vardır.”[109]
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki ni'metimi tamamladım-ve size dîn olarak “İslâm'ı” ihtiyar ettim.”[110]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz ki, yolun aydınlatma lambaları ve trafiği düzenleyen işaretleri olduğu gibi, İslam dininin de yolunu gösteren ve düzenini sağlayan lamba ve işaretleri vardır. Bunların başında Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammedin onun kulu ve elçisi olduğuna kesinlikle inanmak, namaz kılmak, zekat vermek ve abdest-gusül gelir.[111]
“Doğrusu Allah katında makbul olan din, İslâm’dır. Kendilerine kitap verilen Hıristiyan ve Yahudiler hakikat, bildikten sonra, aralarındaki ihtirasdan dolayı, İslâm dini hakkında ihtilâfa düştüler.”[112]
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey sahabilerim, sizden kim Allah m emirlerinden onda birini yaparsa helak olur; sonra öyle kötü bir zaman gelecek ki, o zamanda ilahi emirlerden onda birini yerine getirenler dahil necat bulacaklardır.”[113]
“Ey müminler! Gerçek takvaya yaraştığı gibi, Allah'dan sakının ve her halde müslüman olarak-can verin
Korkup sakının ve her halde Müslüman olarak can verin.”[114]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey mü’minler, kafirin elinde bulunan esirleri (tutsakları) kurtarın, sizi bir yere davet edenlerin davetlerini kabul ediniz, açları doyurun, hastalarınızı ziyaret ediniz.”[115]
“Kim İslâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de ebedî zarar çekenlerdendir.”[116]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsan vücudunda üç yüz altmış mafsal (eklem) uzuvlar vardır. Bu uzuvlara sahip olan herkesin her bir azası için sadaka vermesi gereklidir. Caminin içine atılan bal­gam gibi, pislikleri temizlemen, yolda olan engebeleri kaldırman, bunları yapmaya da gücün yetmezse kuşluk zamanını kılman senin için her birisi bir sadakadır.”[117]
“Allah, kime hidayet etmeği dilerse, İslama onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir. Her kimide sapıklığa bırakmak İsterse, onun kalbini öyle daraltır sıkıştırır ki, iman teklifi karsısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur. Allah, iman etmeyenler üzerine, böyle azab bırakır.”[118]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Ey Abdullah oğlu Süfyan), ön­ce Allah'a iman ettim de! Sonra imanın gösterdiği şekilde doğru ol.”[119]
Allah'ın İslâm nuru ile kalbine genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü nursuz gibi midir? Elbette o Rabbinden bir hidayet üzeredir. O halde vay o Allah in zikrini terk eden kalbleri katılara!.. Onlar apaçık bir sapıklık içindedir ler.
Sadece kendimizin müslüman olması yetmez. Hanımımız çocuk­larımız da koyu müslüman olacaklar, dinin emirlerine dikkat edeceklerdir. Evlatlarımızı birer İslam mücahidi olarak yetiştirmeliyiz Zira İslam davasının bayrağını bizden sonra onlar yükleneceklerdir.[120]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanın iskeletini teşkil eden kemiklerin sayısı kadar sadaka vermesi gerekir. Her gün biri birine dargın iki kimsenin arasını bulmak da bir sadakadır. Bineğine binemeyen bir kimseye yardım etmek veya eşyasını yüklemek de bir sa­dakadır. Güzel ve faydalı söz söylemek de bir sadakadır. Namaza gi­derken atacağın her adımın senin için bir sadakadır. Yol göstermek, yolda eziyet veren şeyleri atmak da bir sadakadır.”[121]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Faydalı olan her şeyi söyleyip, öğretmek birer sadakadır.”[122]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İmanlı kişilerin fakire veya zengine yaptığı faydalı işler o kimse için birer sadakadır.”[123]
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Faydalı olan şeyi söyleyip, öğretmek birer sadakadır. Müslümanın alın teri ile çalışıp kazandığı malından, mülkünden kendisi ve çoluk çocuğuna harcadığı da birer sadakadır. Müslüman kişinin ırz ve namusunu korumak için yaptığı harcamalar da sadaka sayılır.
Mü'minin meşru ve helal yollarda harcadığı, infakta bulunduğu mallarının yerine Cenab-ı Hak yenisini koyacaktır. Çünkü Hz. Allah bu türlü meşru harcamaların kefilidir. Ancak, kişinin günah veya bi­na yapımı için yaptığı harcamalar bu hükmün dışındadırlar.”[124]
11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hayırlı şeyleri söylemek, öğ­retmek birer sadakadır. Bir hayra delalet eden onu yapmışcasına se­vap kazanır. Cenab-ı Hak, mağdur ve sıkıntıda olanların seslerini se­ver.”[125]
12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Adamın birini Cennette salına salına yürürken gördüm, sebebi ise dalları ile gelen geçen yolculara eziyet veren
bir ağacı kesmesidir, (buyurdu peygamberimiz).”[126]
13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Eşine yedirdiğin senin için bir sadakadır. Çocuğuna, hizmet­çine (işçine) yedirmen senin için bir sadaka sayılır, Nefsin için çalışıp yiyip içmen de senin hakkında bir sadakadır.”[127]
14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim, kitap sünnet ve sahabilerin amellerinde bulunmayan bir şeyi ihdas ederse vebaliyle birlikte kendisine reddolunacaktır.”[128]
15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“ Üç şey imandandır:
a- Haya; (Çirkin ve günah olan şeyleri yapmaktan utanç duy­mak),
b- İffet: (Helal olmayan ve insana yakışmayan hallerden im­tina etmek),
c- Lisanın korunması, fıkıh ve ilmi konular dışında lisana sahip olmak.
Bu üçü dünyalık kazançları azaltır, ahiretteki mükafatı çoğaltır. Ahiret mükafatını artıran dünyalık kazancı azaltandan daha da fazla­dır.
Üç şey de nifaktandır:
a- Çirkin söz söylemek,
b- Çirkin davranışlarda bulunmak,
c- Harcanılması gereken yerlerde Cimrilik etmek; Bu üç huy da dünyalık kazancı çoğaltır ve ahiret mükafatını azaltır. Ahiretten azaltılan dünyadaki kazanılandan daha da çoktur.”[129]
16- Resulullah (s.a.v.) Buyuruyor ki:
“Yalnız Allah'a kulluk et ona başkasını ortak koşma, Farz namazları tam kıl, farz olan zekatı ver, Hac ve Umre yap, Ramazan (orucunu tut), insanların sana yaptık­ları iyi hareketleri sen de başkasına yap, sevmediğin şeyleri de başkasına da yapma.”[130]
17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ortak koşmayarak sadece Allah'a kulluk et, onu görür gibi olduğun halde ona ibadet et, nefsini daima ölümde say, her taş ve ağacın yanında Allah'ı an. Bir günah işlersen onun akebinden hemen bir sevap işle; yaptığın günah şayet gizli ise yapacağın sevap da gizli olsun, işlemiş olduğun günah işakir ise yapacağın sevap da aşikar ol­malıdır.”[131]
18- Resulullah (s.a.v.) Buyuruyor ki;
“Muhakkak ki, din nasihattir, (Ya Resulellah bu nasihat kimin diye sorulduğunda) Allah ve Kur'an, bütün peygamberler ve müslümanlar içindir, diye cevap verdiler.”[132]
KONU: AMİRLER VE MEMURLAR
1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah, bir kavim hakkın­da hayır murat ederse, onların kin gazaba sahip olmayan yumuşak huylarını idari amirlik mevkiine getirir, ilmi ile alim olanlarını da hakimlik mevkiini getirir ve bu kimseler aralarından kazai hükümler verirler. Serveti de içlerinden cömert olanlara verir.
Bir milletin kötü olmasını isterse, başlarına ahlaken düşük, sefih kimseleri reis yapar. Cahil kimseler de aralarında zuhur edecek ihtilafları hallatmek için hüküm verirler. Serveti de aralarında en cimri olanlarına verir.”[427]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenab-ıHak, bir devlet başkanı hakkında hayır dilerse onun yanına özü ve sözü doğru bir ve­zir verir. Bu vezir, başkanın unuttukları hususları hatırlatır, hatırladıkları hususlarda da kendisine yardımcı olur.
Şayet Hz. Allah devlet başkanına faydalı olmasını dilemediği za­man yanına kötü bir adamı vezir ( Bakan ) yapar. Başkan bir hususu unutursa ona hatırlatmada bulunmaz, hatırlarsa yardımcı olup doğrusunu yapması için gayret göstermez.”[428]
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benim ümmetimi zalim­den korkar gördüğüm zaman, ona “sen de zalimsin” demelisin. Onlar artık dirileri yanından ayrılmış, çöllerin ortasında kalmış manevi olan bir ölü gibidirler.”[429]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Başınıza, kafasının tüyleri üzüm tanesi gibi siyah tüylü bir habeş köle dahi kumandan olursa (O hak ve adaletten ayrılmadıkça ), onu dinleyip itaat ediniz,”[430]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey Mikdat, sen bir amir, katip veya nakip olmadan ölürsen kendini felaha kavuşmuş say, bil.”[431]
Bilmiş ol ki, âmirler, memurlar ve zâlimlerle düşüp kalkmanın üç hâli vardır:
1. Meclislerine giderek onlara yaklaşmandır ki, en kötüsü bu­dur.
2. Onların sana yaklaşması ve sana gelip gitmeleridir. Bu, bi­rinciden ehvendir.
3. Ne onlar seni, ne de sen onları görmiyecek şekilde onlardan uzaklaşmandır. En selâmetti yol budur.
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hain olan emniyet amiri yüz koyun cehenneme atılır.”
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Vergi toplamak için gön­derdiğimiz tahsildarlara ne oluyor? Vergileri topladıktan sonra yanıma gelerek şöyle diyorlar:
“Şunlar devlet için topladığını vergiler, şunlar da bana verilen hediyeler.”
Sorarım size, bu adam anasının veya babasının evinde otursa idi ve bekleseydi ona hediye veren olurmuydu? Olmaz mıydı? Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki: Böyle devlet hesabına vergi topladığı zaman kendisine hediye ismi altında gayri meşru menfaat temin eden kimse yarın kıyamet gününde o mal sırtında ortaya çıkacak ve bunun hesabını verecektir. Hediye ismi altındaki bu mal deve ise deve sesi çıkararak, sığır ise, sığır gibi böğürerek, koyun ise koyun sesi çıkararak o hayvan sırtında mahşer halkına bu­nun hesabını verecektir.”[432]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah (c. c.) bir kimsenin müminlerin başına emir olmasını murad ettiği zaman yardım elini onun alnına koyar ( yardım elini onun yüzünün ak çıkması için uzatır.)”[433]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz Hz. Allah, idare mevkiinde bulunan herkesten hesap soracaktır. İdaresi altmdakilerin haklarını gözetip gözetmediğini, yoksa zayi mi ettiğini muhasebe edecektir. Hatta kişiyi evi halkı hakkında muhasebe ve gerekirse muaheze edecektir.”[434]
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sen bir şehirde hükümdar yoksa oraya uğrama, çünkü adil olan hükümdar Allah'ın rahmet gölgesi ve yer yüzünde kalkanıdır.”
Diğer rivayette: “(Her mazlum ona sığınır.)”[435]
Birincisi: Bu gibilere yaklaşarak onlarla düşüp kalkmak, şerî'atin ciddî olarak çirkin gördüğü bir harekettir. Bu hususta ağır ve şiddetli veîdler vardır. Bu gibi hareketin şer'an mezmûm olduğunu bildirmek için önce bu hususa dâir rivayet edilen hadîslerle büyük­lerin sözlerini anlatalım.
11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hakimler üç kısımdır: İkisi cehennemde, birisi cennettedir. Bu hakimlerin nitelikleri şöyle­dir:
a) Bir hakim ki, hissi tesirler ile hüküm verir, o cehennemde­dir.
b) İlimsiz olarak, yanlış hüküm veren cahil hakim de cehennem dedir.
c) Hak ve adeletle hükmeden hakim ise cennetlik hakimdir.”[436]
12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Size, gecesi gündüzü gibi olan aydın bir din bıraktım. Bu dinden ancak ve ancak kendisine felaket hazırlamak isteyen kimse ayrılır. İçinizden yaşayacak olanlar yakında çok ihtilaflar görecektir.
Böyle karışık bir durumda karşılaştığınız takdirde yapacağınız iş benim ve sünnetime sımsıkı bağlı olan hulefai Raşidi'nin sünnetine sarılınız. Başınızda habeşi bir köle de kumandan olsa ona itaat ediniz. Çünkü mümin, burnundan zincire bağlı ve nereye bağlanırsa ora ya bağlanan deveye benzer.”[437]
13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her yetki sahibi idaresi altında bulunan insanların yönetiminden kıyamet gününden Allah'a karşı sorumludur.”[438]
14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz, Hz. Allah gönderdiği Nebi ve Halifeler ile iki sırdaş gönderir. Sırdaşlardan birisi onu doğru yola sevkeder, kötülük yapmaktan engeller, öteki ise ötekinin aksine her türlü kötü fikirleri, fitne ve fesade müncer olacak icraatı onun kalbine sokmaya çalışır.
Hangi, devlet reisi bu ikincisinin kötülüklerinden sakmmasını başarırsa kendisini korumuş olur.”[439]
15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz Allah, hakimlerle beraberdir. Adaletten ayrımadıkca. Adaletten ayrılınca ondan uzaklaşır ve o hakimi Şeytan tesiri altında tutar.”[440]
16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenab-ı Hak sizden üç şeyde memnun olur, diğer üç şeyden de nefret eder. Yüce Allah'ın memnun olacağı üç şey:
a) Yalnız Allah'a kulluk edip, ona ortak koşmayınız,
b) Hep beraber Allah'ın ipi mesabesinde olan İslam dinine sarılın ve ayrıcalık yapmayınız,
c) İdareniz elinde olan amirler ile karşılıklı öğüt vererek müna­sebette bulunmanız,
Allah'ın nefret ettiği üç şey ise:
a) Dedikodu yapmak,
b) Gereksiz ve maksatlı sorular sormak,
c) Boş yere, servet heba etmek. (Bu üç şey Allah'ın sizden hoşlanmamasına sebep olur.)”[441]
17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Adil bir devlet reisi sağ yanı üzerine kabre konulunca, o hal üzre terkedilir, devlet başkanı zalim ise sağ tarafı üzerine kabre konulsa dahi melekler tarafından, sol tarafa çevrilir. Yani Cenab-ı Hak onu kötü duruma sokturur.”[442]
18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Amir halkın kötü taraflarını aramaya koyulur. Onlardan şüphe ederse, onları ifsat eder.”
19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Adaletli yöneticiler, kıya­met gününde nurdan minberler üzerinde oturturuîmuş oldukları halde Rahman'ın sağında, onun iki eli arasındadırlar. Onlar öyle adil kimselerder ki, hükümleri dost, ehli ıyal ve malları ile de olsa ada­let üzredirler.”[443]
20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kıyamet gününde Allah’ın en sevgilisi ve ona en yakın olan insan adaletli olan devlet başkanıdır, Allah'ın en çok gazap ettiği ve kendisinden uzak tuttuğu kimse ise zalim devlet başkanıdır.”[444]
21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“ Hüküm sahibi insanlar meşakkat kapısındadırlar. Ancak Allah'ın korudukları müstesnadır.”[445]
22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Biz memuriyet isteyene onu vermeyiz ve bu tür kimseleri devlet işlerinde kullanmayız.”[446]
23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yakında hepiniz devlet hizmetinde bulunmayı arzu edeceksiniz. Halbuki, o istediğiniz memurluk kıyamet gününde size pişmanlık ve üzüntü kaynağı olacakatır. Devam eden sevinç ne iyi, sonunda kesilecek olan sevinç ise ne fena”[447]
24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İtaat marftadır. Yani: Başınızdaki amir habeş köle de olsa, ona itaat ediniz, şeklindeki hadis­ten maksat, ilahi kanuna bağlı ve adaletten ayrılmayan amire itaat ediniz demektir. Körü körüne itaat etmek değildir.”[448]
25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“En çok korktuğum ümmetimin başına gelecek sapık devlet reisleridir.”[449]
26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İsterseniz size amir ve memurluğun sonuçlarından haber vereyim. Memuriyetin evveli zor­luk, ikincisi pişmanlık ve üçüncüsü de kıyamet gününde azaba uğramaktır. Adalet üzre olanlar bundan müstesnadır.”[450]
27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Adaletten ayrılan devlet büyüklerinin yüklenmiş bulundukları günahlar kendilerine aittir, (on­lar Allah'ın emirlerine ayakırı hareket etmedikçe itaat etmeniz gerekir.) Ama onların yaptıkları zulme rıza gösterip, zalim olmaları hususunda meydan verdiğinizden bu masiyete itaatin cezası ise si­ze aittir.”[451]
Bu husustaki hadîsler: Resûl-i Ekrem (s.a.v.), zâlim emirleri anlattıktan sonra şöyle buyurmuştur:
“Onları inkâr edip onlarla mücâdele eden kurtulur. Onlardan uzaklaşan selâmet bulur veya selâmete yaklaşır. Dünyalıklarında onların arasına katılıp, onlarla düşüp kalkanlar da onlardandır.”
Çünkü mücâdele etmeden yalnız onlardan uzak kalmak, belki insanı mes'ûliyetten kurtarır, fakat onlarla mücâdeleyi terkettiği için, nazil olacak umûmî belâ dışında kalamaz. Yine Resûl-i Ekrem:
“Benden sonra, ileride yalan söyleyip zulmeden emirler türeyecektir. Onların yalanlarını tasdik edip zulümlerinde onlara yardımcı olanlar, benden değil ve ben de onlardan değilim. (Kıyamet günü) Havzıma uşrayamazlar.” buyurmuştur.[452]
28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yüce Allah'ın büyüklüğündendir: Yaşlı ihtiyar müslümanlara,(galatsıza) hakkını vererek Kur’an-ı Kerim'i ezber edenlere ve adaletli kumandanlara ikram et­mesi.”[453]
29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Devlet Başkanı, müslümanların manevi bir kalkanıdır. Din düşmanlarına karşı onunla savaşılır.”[454]
30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra bir çokdevlet adamı gelecek ki, onlar namazı vaktinde kılmayacaklar. Siz nama­zınızı mutlaka vaktinde kılınız. Hatta onların huzurlarında dahi olsa­nız namazını tehir etmeden vaktin de kılınız.”[455]
31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden hemen sonra başı­nıza öyle devlet başkanları geçecek ki, bunlar sizin ve dininizin iyi görmediği bir takım işlerin yapılmasını emredecekler ve (sizin ve dininizin) çirkin gördüğünüz ahlak dışı bir takını ameller işleyecek­lerdir.
Bunlar sizin başınızda bulunması lazım gelen devlet ricali değildirler.”[456]
32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yakında, benden sonra bir takım önderler gelecekler ki, bunların her dediği olacak (kimse cevap vermeyecek.) onlar başını kaldırıp, gözünü yumup giden may­munlar gibi, kendilerini ateşe atacaklardır.”[457]
33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra, ümmetim­den bir kavim gelecektir. Bunlar Kur'an okurlar ve dini ahkamı iyi anlarlar. Buna rağmen kendilerine sokulan Şeytan şöyle der:
(Eğer siz sultanın yanına giderseniz hem dünyanızı kazanırsınız hem de di­ni bilgilerinizin sayesinde onları da yola getirirsiniz ) Ama, hiç de böyle olmayacaktır. Çünkü çalışan dikenden başka bir şey koparılamayacağı gibi, devlet adamına yakın bulunmak da insana hata ve günahtan başka bir şey kazandırmaz.”[458]
34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Adil ve alçak gönüllü bir devlet başkanı Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve mızrağıdır. (Zayıfları himaye eder ve onlara saldıranlara karşı korur.) Böyle müslümanlar ( Hükümdarlar ) için yetmiş Sıddıkın sevabı yazılır.”[459]
35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Günah işlemeye emridilmedikçe ( hoşa gidilsin veya gidilmesin) mümin kişiye dinlemek ve itaat etmek gerekir. Zulüm ve masiyete emrolunulduklarında da dinleme ve itaat etme yoktur.”[460]
36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sana kolay veya çetin hoşa gidecek veya gitmeyecek ve başkalarını senden üstün tutacak bir hususta da olsa, kanun ve adaletten ayrılmayan amire itaat etmek dü­şer.”[461]
37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yakın gelecekte bu din, Allah yanında dinden nasibi olamayan kimseler ile kuvvetlendirilecektir.”[462]
38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ahir zamanda devlet başkanlarının yanlarında, devletin disiplin işlerim yürütmekle görevli öyle memurlar geleceklerdir ki:
Allah'ın gazabı ile kalkar yine gazabı ile yatarlar. Böyle kimselerle dost olmaktan kaçınınız.” [463]
39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra öyle devlet reisleri gelecektir ki: Devlerin çoğaldığı gibi, fitne onların kapılarında çoğalıp toplanacaktır. Onlar, halktan birisine, devlet hizmeti veya ihsanda bulunmaya görsünler, bunun karşılığı olarak onun dininden tavizde bulunmasını isterler ve bunu yaparlar.”[464]
40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra, başmıza halkı adaletle yönetecek olan Halifeler (Yani, halkı Allah ve Resulü adı­na yönetenler ) gelecektir. Halifelerden sonra Emirler yer alacaktır. Emirlerden sonra melikler gelecektir” Meliklerden sonra ise zalimler gelecek ve halka şiddetli zulüm yapacaklardır. Bundan sonra ehli beytimden bir kişi çıkacak ve yeryüzünün daha önce zulümle dolduğu gibi, bu defa onu adaletle dolduracak. Daha sonra Kahtanlı birisi ida­reyi ele alacak ve daha önceki benim soyumdan olan adil hükümdar gi­bi yeryüzünü, Allah'a kasem (yemin )ederim ki, ondan az olmak kaydiyle adaletle idare edecektir.”[465]
41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her biri büyük bir felaket olan üç kimse vardır:
a) Bir devlet başkanı ki, iyilik yaparsan bilmez, kusur işlersen affetmez,
b) Kötü komşu; İyilik görürse inkar eder, bir kötülük görmeye görsün, onu etrafa yayar,
c) Yanında bulunduğun zaman sana eziyet eden, bulunmadığın za­man ihanet eden eş.”[466]
42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ümmetimi öldürecek kavgalardan, helak edecek düşmandan korkmuyorum. Fakat sapık devlet başkanlarının getirecekleri felaketlerden korkuyorum. Zira ona itaat etmiş olsalar fitneye maruz kalırlar, karşı gelirlerse onlar ümmeti­mi katlederler.”[467]
43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra gelecek olan halifelerime; Allah'ın gazabından korkup emirlerim eksiksiz yerine getirmelerini tavsiye ederim. Keza, İslam camiasına da: Büyük­lerine saygı, küçüklerine sevgi ve merhamet etmelerini, mallarını artırmalarını, biri birlerine zarar vermemelerini, zillete düzmemelerini, herhangi birini dövmemelerini hak ve hukuklarını korumala­rını, zayıfı kuvvetlinin yememesi için kapılarını zayıflara kapamamalarını tavsiye ederim.”[468]
Sultânlar (devlet idarecileri) zâlim olursa, iki hususa dikkat edil­melidir:
1. Zâlim sultânın emri altında çalışmak caiz olur mu? Zâlim sultân, ya azledilmiş veya da azli vâcibtir. Aslında sultân addedilme­yen bu gibi adamın elinden para almanın câiziyeti üzerinde düşün­mek gerekir.
2. Zâlim Reis, herkesin hakkını vermediğine göre, ondan pa­ra almak, caiz olur mu, olmaz mı? Şayet böyle bir sultândan para almak caiz olursa, hakkı kadar mı, yoksa verdiği kadar mı almak caizdir. Bütün bunlar düşünülmelidir.
Birincisine gelince, bize göre hakkını almasında beis yoktur. Nü­fuzlu zâlim ve câhil sultânın atılması güç olur veya azledilmesi ka­rışıklıklara sebebiyyet verirse, onu yerinde bırakmak, âmirlere itaat etmek vâcib olduğu gibi, ona da itaat etmek vâcib olur. Hadîs'de, emirlere itaatle emrolunmuş ve onlara karşı gelmekten men'edilmiştir. Bizim görüşümüz, hilâfet, Abbâsîlerindir. Velayet ise, her taraft halîfeye bağlı olan sultânların nüfuzundadır. Sözün kısası şudur: Bizim, sultânlarda aranacak şart ve vasıflara riâyetimiz, dinî ve dünyevî maslahatların meziyyetini süslemek içindir. Şayet, şimdiki valilikler bâtıldır, desek, o zaman süs ve ziynet şöyle dursun, âmme hiz­meti kökünden kaybolur.
44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra öyle devlet adamları gelecek ki, dininizin ve sizin güzel gördüğünüz şeyleri çirkin, çirkin gördüğünüz şeyleri güzel göreceklerdir. Yani onlar kendilerine göre iyilikleri ve kötülükleri tayin edeceklerdir. Kim bunların isteklerine karşı gelerek onlara uymazsa iki cihanda kurtulmuş olur. Bunları terkeden selamete ermiş olur, kim de bunların ( günah kervanına ) karışırsa felakete sürüklenir.”[469]
45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra öyle bir ka­vim gelecek ki, bir avuç toprak için biribirlerini öldüreceklerdir.”[470]
46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden idarenizin başına öyle adamlar gelecekler ki, dininizin ve sizin kötü kabul ettiği şeyleri onlar iyi kabullenecekler, sizin iyi ve güzel kabul ettiğiniz davranışları da kötü sayacaklardır.
Böyle bir kötü devre sizden hanginiz erişirse, Allah'a isyan ede­ne itaatin olmayacağını bilsin.”[471]
47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yakında idarenizin başına öyle amirler geçecektir ki, Allah'ın islah ederim sizin için seçip gönderdiği dininizin bir takım ana prensiplerini bozmaya çalışacaklar. O amirlerden kim Allah'ın emirlerine itaat ederse onlara büyük bir ücret verilecek, size de düşen vazife bunlara karşı şükür etmek­tir. Onlardan kim isyanla amel ederse onun için de büyük bir vebal vardır. Size düşen de onlara itaat etmemekle beraber sabırla kar­şı koymaktır.”[472]
48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Devlet reis ve hakimleri, yer yüzünde Allah'ın adalet gölgesidir. Haksızlığa uğrayan herkes ona sığınır. Şayet devlet reisi adaletle olursa, onun için büyük ecir ve sizin için de şükür söz konusudur. Onlardan günah ve zulümle hareket edenler için büyük bir vebal halka düşen de sabırdır.
Devlet adamları adaletin ve hkkaniyetin hilafına icraatta bulunur­larsa yağmurlar kıtlaşır, zekât verilmezse hayvanlar (hastalık ve benzeri zahiri sebepler ile) helak olmaya başlar. Fuhuş ve zina zuhur ettiği zaman yoksulluk artar, devletin idaresi altındaki ehli kita­ba zaman İslamiyet kuvvetini kaybeder.”[473]
49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hepiniz çobansınız ve her biriniz idarenizin altında bulunanların yönetiminden sorumlusunuz.
Devlet başkanı da bir çobandır ve halkın yönetiminden sorumludur. Aile reisi bir çobandır ve çoluk çocuğunun yetişme ve yönetiminden mes'uldur, kadında bir çobandır ve evin idaresinden sorumludur, hizmetçi efendisinin malının çobanıdır ve onun idaresinden sorumludur. Evlat, babasının malının çobanıdır ve o malın idaresin­den sorumludur. Hulasa hepiniz çobansınız ve çobanlığınızdan hesap vereceksiniz.” [474]
50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her şeyi ifsat edecek bir bela vardır, bu dinin afeti de kötü idarecilerdir.”[475]
51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü bir kişi şöy­le bir temenni de bulunacaktır: Ne olaydı, Süreyya yıldızından düşüp parça parça olsaydım da halkın başına idareci olarak geçmemiş olsaydım.”[476]
52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kişi devlet adamlarına so­kulduğu nisbette, Allah'tan uzaklaşır. Devlet adamım saranlar çoğaldıkca, Şeytanları daçoğalır. Devlet başkanının malı çoğaldığı nis­bette hesabı da artar.”[477]
53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“On ve de daha fazla insa­na emreden kimse, adaletten ayrıldığı takdirde, kıyamet günü elleri-kelepçeli, boynu zincirli olarak hesap yerine getirilir.”[478]
54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim bu ümmetin başına amir olarak geçtikten sonra adaletten şaşarsa, Hz. Allah onu yüzüstü cehenneme atacaktır.”[479]
55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir devlet başkanı veya vali, kapısını yoksul, düşkün ve iş sahiplerine kaparsa Cenab-a Hak da ona ihtiyaç ve dileklerine karşı semanın kapısını kapatır.”[480]
56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Öfkelendiği zaman tabâasını affeden devlet reisini Cenab -ı Hak affedecektir.”[481]
57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herhangi bir idareci eli bağlı olarak kıyamet günü huzura geldiğinde adil ise adalet onu kurtaracak, zalim ise zülüm onu felakete sürükleyecektir.”[482]
58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim, iltimas ve torpil­le hakim olmak isterse (Allah'tan yardım görmez) kendi nefsine terk edilir, kim de istemediği halde zorla hakim yapıldığı takdirde, Hz. Allah adalet işlerinde ona yardım edecek bir belek gönderir.”[483]
59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim, Müslümünların ara­sında hükmetmek mevkiinde kalırsa onların aralarında işlerini bakma, işaret etme, yer gösterme ve her türlü davranışları ile adaletli olsun. (Hükmün dışında kalan fakat hükümde de adaletli olacağını ihsas eden tarafsız harekette bulunsun.)”[484]
60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Halktan herhangi bir kim­se, devlet adamlarını Allah'ın gazabına çeken hareketler ile memnun etmeye çalışırsa o kimse dininden çıkmış olur.”[485]
Yani şart ve vasıflar, kâr gibidir. Saltanat ise sermayedir. Kârı ararken sermayeyi kaybetmek doğrumudur? Şimdi velayet ancak nüfuza, şevket ve azamete bağlıdır. Şevket ve nüfuz sâhibleri kime bi'at ederse, o, halîfedir. Hutbesinde, parasında halîfeyi, tanıyıp ona itaat eden şevket v,e nüfuz sahibi kimseler de hükmü nafiz- sultân­lardır.
Sultanların, etrafını saran tebe'a ve işçilerin hepsi de onlar gibi, zalimdirler, Allah için onlara buğz etmek vâcibdir. Sultanların yardımcılarından birisi gideceği yolu Osman b. Zâide'ye (481) Sorunca, gideceği yerde zulüm yapacağını ve kendisinin yol göstermekle ona yardımcı olacağını düşündüğünden, dilsizmiş gibi davrandı ve cevâb vermedi. Tüccar, hamamcı, boyaca, kan alıcı, san'atkâr ve benzeri kimselerden fâsik olanlarla yapılan bu gibi muamelelerde, bu kadar mübalağa, seleften rivayet edilmemiştir. Hatta zimmîlerle yapılan muamelelerinde bile bu mübalağa görülmemiştir. Bu şekil muamele ancak yetim ve mazurların mallarını yiyenler ve müslümânlara devamlı surette eziyet edip, Şerî'atin şi'annı bozmak isteyenlere tatbik edilmiştir. Çünkü isyan, biri lâzım diğeri müteaddı yani birisi şahsa ait, diğeri de başkalarına sirayet etmek üzere ikiye ayrılır. Fısk ve küfür, şahsa râci' ve yalnız Allah'a karşı işlenmiş birer cinayettir. Bunların cezası Allah'a aittir, fakat valilerin zulümleri müteaddı olup halka sirayet ettiği için, onlara cephe alınır. Zulümlerinin şü­mulü nisbetinde Allah'tan uzaklaşır ve azaba uğrarlar. Bunun için onlardan uzaklaşmak ve muamelelerinden kaçınmak lâzımdır. Nite­kim Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
“(Zâlim) polislere: “Elinizdeki kamçıyı atın ve Cehennem’e gi­rin” denir.” buyurmuştur. Diğer bir hadîs'de: “Kıyametin, alâmetlerinden birisi de, ellerinde sığırkuyruğu gibi kamçıları bulunan bazı erkeklerin türemesidir.” buyurmuştur. İşte onların hükmü budur. Bunu bilen onları da bilmiştir.
61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Müslümünlarm işlerinin birinin başına geçen kimse memuriyetine düşen vazifelerini yapıp, onların ihtiyaçlarını gidermedikce Cenab-ı Hak o kimsenin yüzüne as­la bakmaz, ona yardım etmez.”[486]
62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hüküm verirken adaletten ayrılan hakim, işkence altında bıçaksın olarak kesilen canlıya benzer.”[487]
63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ümmetimin helaki, Kureyş Kabilesinden gelecen olan bazı genç hakimler tarafından olacak­tır.”[488]
64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Vazifesini yerine getirmeyen bir devlet adamının azabı, idaresi altında bulunan halkın inti­zarından ileri gelecektir. Ancak, öğüt ve nasihat ile zor kullanmadan vazifesini yerine getiren idareciler müstesnadır.”[489]
65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Devlet reislerine sövme­yiniz, onların iyilikleri için Allah'a dua ediniz. Zira onların iyiliği haddi zâtında sizin de iyiliğinizdir.”[490]
66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kalbinizi, devlet adamla­rına küfürle doldurmayınız, onlara dua ederek Allah'a yaklaşınız ki, kalbleri de size karşı yumuşasın.”[491]
67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Devlet başkanlarının kapılarına yanaşmayınız. Çünkü onların kapılarına yarmak sizin için çetin bir kayba sebep olur.”[492]
68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah'a itaat etmeyene itaat olmaz.”[493]
69- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah'a karşı günah işle­yen fiillerde, kimseye itaat yoktur. İtaat ancak dinen iyi cıduğu bili­nen hususlardadır.”[494]
70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her kim bir kimseyi on kişi üzerine amir tayin eder ve de o, on kişi içerisinde bu kimseden daha üstün bir kimsenin bulunduğunu bilirse, o kimse Allah’a, Resulüne ve bütün İslam toplumuna ihanet etmiş olur.”[495]
71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Müslümanların başına idareci olarak geçen kimse, kendi için istediği şeyleri müslümünlar için istemez, onlara şefkat duygusu taşımazsa, cennetin kokusunu koklayamaz. (Cennetin kokusunu bulamaz )”[496]
72- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“ Hangi idareci, idaresi altında bulunanlara ihanet ederse cehennemdedir.”[497]
73- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Benden sonra ümmetimin idaresini üzerine alan her idareci, kıyamet günü sırat teşrinde dur­durulur. Ve amel defterine bakılır. Şayet, adil bir idareci ise, ada­letinin sayesinde köprüden geçer. Yok, öyle değil de zalim ise üzerinde bulunduğu köprü şiddetle sarsılır. Öyle bir sarsılma olur ki zalim idarecinin her uzvu yüz senelik mesafeye atılır. Sonra, dağılan bu uzuvları toplayarak sıratın üzerinde yakılır. İlk olarak alevler temas edecek olan uzuvları yüz ve burun kısımları olacaktır.”[498]
74- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yönetiminde bulunan kim selere merhamet etmeyen, yöneticiye Cenab -ı Hak, cennetine haram kılar.”
75- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Müslümanların işlerinden bir işin tedvirini üzerine alan kimse, kendi nefsi için verdiği öğüdü onlara vermez ve kendisi için gösterdiği gayreti onların işlerinde göstermez ise Cenab-ı Hak, o kimseyi ( kıyamet günü ) yüzü koyun cehennemine atacaktır.”[499]
76- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sapıklığa davet eden kimseye, onun etkisi ile sapıtanlarm vebalları kadar (Onların günahları ağırlığından bir şey eksilmeden) günah vardır. Hidayete çağıranların, çağrılarına uyulduğu takdirde de, bu güzel çağrıya uyanların top­lam sevapları kadar sevap bu çağrıda bulunan kimse için vardır. Hidayete kavuşanların sevaplarına bir eksilme olmaksazın.”
77- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şu üç şarta riayet ettikleri takdirde idareciler Kureyştendir:
a) Zayıflara karşı merhametli oldukları müddetçe,
b) Herhangi bir şeyi taksim ederken hak olan ölçüdan ayrılmadıkça,
c) Hükümlerinde adaletten ayrılmadıkça ( adaletli oldukça )”[500]
78- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Amirler Kureşten olmalı­dırlar. Çünkü Kureyşin iyi kumandanları, iyi insanlar için, kötü kumandanları da kötü insanlar içindir.
Kureyş, başınıza kıvırcık saçlı bir habeş köleyi kumandan tayin etse dahi, bu kimse ya İslam dinînden dönünüz, ya da başınıza vuru­rum demedikçe, ona itaatte devam ediniz, sözünü dinleyiniz. Bir kim­se böyle bir teklifle karşı karşıya gelir ve birini yapmak zorunda ka­lırsa başını vurdursun, dininden dönmesin.”[501]
Huzeyfe (r.a.):
“Fitne yerlerinden sakının,” dedi. Kendisine:
“Fitne yerleri nerelerdir?” diye sorulunca, Huzeyfe:
“Onlar, âmirlerin kapularıdır. Sizden biriniz onların huzurlarına girer, yalanlarını tasdik eder ve onlarda olmayan vasıfları, söy­ler,” buyurdu. Ebû Zer-i Gıfârî, Seleme b, Kays'e:
“Sultânların kapularına sokulma; zîrâ sen, dîninin çoğunu onlara vermedikçe, onla­rın dünyalığından bir şey alamazsın.” buyurdu. Süfyân-ı Sevrî:
“Cehennem'de bir dere vardır. Orada, melikleri ziyaret eden okuyuculara azâb edilir.” demiştir. Evza'î:
“Allah katında âlimin, âmili ziyaretin­den daha çirkin bir şey yoktur.” demiştir. (Buradaki âmil, devlet memurlarıdır.) Semnûn:
“Bir âlim için, aranıp bulunmadığı ve sorul­dukta: “Emîr'in yanındadır”, denmesi ne çirkin bir şeydir; zîrâ ben hocalarımdan şöyle işittim:
“Dünyalığı seven âlimi gördüğünüz za­man, onu dininiz adına itham edin.” Bunu bizzat, kendim denedim. Dâima arzularına muhalefet ve kendilerine karşı geldiğim hâlde yan­larına girip çıktıktan sonra, kendimde onlara karşı bir temayül his­settim.” demiştir. Ubâde b. es-Sâmit (r.a.):
“Âlimlerin, âmirleri sevmesi nifak, zen­ginleri, sevmesi ise riyadır.” dedi. Ebû Zer (Ş.A.):
“Zâlim bir kavmin karaltısını çoğaltan (yâni zâlimler arasına karışan) kimse onlardan­dır,” buyurdu. İbn Mes'ûd (r.a.):
“Bâzı kimseler, sultânlar huzuru­na dinli olarak girer, fakat dinsiz olarak çıkarlar.” demiştir.
“Niye böyle oluyor?” diyenlere, İbn Mes'ûd:
“Çünkü o, sultânı memnun eder, Allah'ı gazablandırır.” şeklinde cevâb verdi. Ömer b. Abdülâzız, bir kişiyi âmil tâyin etti. Sonra kendisine:
“Bu adam, Haccâc dev­rinde de âmil idi.” dediklerinde, hemen adamı azletti. Adamcağız, Ömer b. Abdülâzîz'e; “Haccâc'ın emrinde çok az vazife gördüm.” de­yince, Ömer b. Abdülâzîz:
“Şûm ve kötülük bakımından, onunla ya­rını gün sohbette bulunman da senin için kâfidir.” dedi. Fudayl:
“Kişi sultân'a ne kadar yakın olursa, Allah'tan o kadar uzaklaşır.” demiştir. Saîd b. Müseyyeb, zeytinyağı alır satar ve:
“Bu sayede sul­tânlara muhtaç olmam.” derdi. Vüheyb:
“Meliklere yaklaşanların bu ümmete verdikleri zarar, kumarcıların zararından daha çoktur” de­miştir. Muhammed b. Seleme de:
“Pislik üzerinde sinek, melikler kapusundaki âlimlerden daha güzeldir.” dedi.
Zâlim sultânların kadıları, valileri ve diğer memurları ile yalan muamele, aynen kendileri ile yapılan muamele gibi olup, belki daha da ağır bir haramdır.
Kadılara gelince: Onlar, sultânların haram olduğu bilinen mâllarını alır ve bunları biriktirirler. Ulemâ kılığına girdikleri için, insânlar onlara aldanır. Kadılar sultânlarla ihtilât eder, mâllarından alır. İnsanın tabiatı, yaradılış itibariyle haşmet ve mevki sâhiblerine heves eder ve onlar gibi olmayı arzu eder. İnsanların onlara bağlanmalarının sebeb ve hikmeti budur..
İşçi ve hizmetçilerine gelince: Zâten bunların kazançları, efendilerine dayanarak, vurgunculuktan başka bir şey değildir. Bunların eline miras ve cizye gibi helâl para geçmiyeceği gibi, helâl olmasına en küçük bir ihtimâl olacak şekilde de para geçmez ki, helâl de ka­rışmıştır, diye bir şübhe uyandırmış olsun. Nitekim Tavus:
“Haklı ol­salar da ben onların nezdinde şehâdette bulunmam; çünkü şahide de kötülüklerinin sirayet edeceğinden korkarım.” demiştir.
Hülâsa: Çalıştırdıkları memurların bozulması, başlarındaki me­liklerin bozulması; meliklerin bozulması da âlimlerin bozulması ile­dir. Eğer kötü kadılar ve fâsid âlimler bulunmasaydı, melikler de bo­zulmazdı. Çünkü onlardan çekinirlerdi. Bunun için Resûl-i Ekrem:
“Okuyucular (âlimler) emirlere meyletmedikçe, bu ümmet, Allah'ın himayesinde ve yed-i kudretindedir.” buyurmuştur.
Bâzıları, zâlim sultânlara karşı o kadar ileri gitmiş, onlara ha­karet olsun diye, selâmlarını almaktan bile çekinmişler ve bunu bir ibâdet saymışlardır. Fakat selâmlarını almamak, doğru değildir. Çünkü verilen selâmı almak vâcibdir. Bu vücûb, zulüm ile düşmez. Verdiği selâmı iade eder. Sultanların huzuruna giren kimse, bütün bu hususlara riayet ederse, oturacağı minderlerin (koltukların) ha­ram olma ihtimali kuvvetli olduğu için, bunlara da oturması caiz değildir. İşte bunlar, iş bakımından günah olan kısımlardır.
Sükûtuna gelince: Sultanlar meclisinde; gümüş kaplar, ipek minderler ve erkek hizmetçilerde ipek elbiseler görülür ki; bunlar, haramdır. Fenalığı görüp sükût edenler, ona ortak olurlar. Ayrıca, yalan, küfür ve sövüp sayma gibi kötü sözleri de duyulur. Bütün bunlara sükût, haramdır. Yedikleri, giydikleri ve ellerinde olanların hepsi haramdır. Bütün bunları görüp susmak, asla caiz değildir. Eli ile bozmağa gücü yetmezse de, dili ile emr-i ma'rûf ve nehy-i münker etmesi vâcibdir. Şayet, ne yapsın korkar, bu bakımdan ma'zurdur, dersen: Bu doğrudur, fakat keyfî olarak aralarına girip bu hâle düş­mesine de bir sebeb yoktur. Çünkü sultanların yanlarına sokulup meclislerine katılmasa ve bu hâli müşahede etmese, bu mes'ûliyet karşısında kalmaz ve mazeret aramağa da lüzum olmazdı. Buna gö­re, ben derim ki:
“Önleyemiyeceği bu gibi fesâd yerlerine bilerek gidip susması caiz değil, belki bunları görmekten sakınması lâzımdır.”
Söze gelince: Zalime dua etmek, onu övmek, asılsız ve çürük söz­lerinde kavuk sallamak, güler yüz göstermek veya açık ifade ile onu tasdik etmek, ona sevgi göstermek, ona kavuşmağa heves etmeğe, üzün ömürlü olmasını dilemek gibi hâllerdir. Çünkü sultanların soh­betine katılanlar, yalnız bir selâm ile kifayet etmez. Bütün bu söz­leri ile sultanları takviyeye çalışırlar.
Duâ'ya gelince: Zâlimlere dua, helâl değildir. Ancak:
“Allah, seni ıslah etsin, hayırlı işler yapmağa muvaffak kılsın, kendisine kul­luk ve ibâdet etmek suretiyle uzun ömürler versin.” diyebilir ve ben­zeri duaları yapabilir. Fakat:
“Sultânım, Allah sizi korusun, başı­mızda dâim etsin, bol ni'metler ihsan etsin.” gibi dualar caiz değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v,):
“Zâlime, bekası için dua eden, yeryüzünde Allah'a isyan edilme­sini seven kimsedir.” buyurmuştur. Şayet daha da ileri giderek, ken­disinde bulunmayan vasıflarla övmeye başlarsa, yalancı, münafık ve zâlime ikram etmiş olur ki, bunların her biri ayrı ayrı birer suç­tur. Resûl-i Ekrem:
“Fâsık, övüldüğü zaman, Allahü Teâlâ muhakkak gariab eder.” buyurmuştur. Diğer hadîs'de:
“Fâsık olana ikram eden, açıkça İslâmiyeti yıkmağa cür'et etmiş­tir.” buyurulmuştur. (464) Şayet bu hâli, zâlimi sözünde tasdik et­meye, işinde tezkiye ile medhu senaya kadar vardırırsa, onu tasdik etmek ve yardımcı olmak suçları ile de âsi olur. Zira zalimi tezkiye ve onu övmek, isyanda ona yardım etmektir. Bir yarım kelime ile de olsa, isyana yardım, mâsiyettir. Süfyân-ı Sevrî'ye sormuşlar:
“Bir zâlimi, çölde susuzluktan ölüme mahkûm olmuş görür­sek, ona su verelim mi?” Süfyân:
“Vermeyin bırakın ölsün. Çünkü ona su verip onu hayata ka­vuşturmak, yapacağı zulümde ona yardımcı olmaktır.” dedi.
“Diğer­leri ise ölmeyecek kadar su verilir. Başka hiç bir suretle tarafına ba­kılmaz,” demişlerdir.
Şayet, bu medh u sena sevgi derecesine yükselir ve onun bekasını temenni ve ona mülakata iştiyak derecesine varır ve bunu yalan ya­parsa, yalancılık ve münafıklık suçu ile suçlanır. Samimî ise, zâlimin bekaasını sevmekle cezalanır. Halbuki onun hakkı, Allah için ona buğz etmektir. Bu ise, vâcibdir. Mâsiyeti sevip, rnâsiyete rızâ göste­ren, âsidir. Zâlimi, zulmünden dolayı seven, âsidir.[502]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...