24 Şubat 2012

BÜYÜK VUSLAT

.
O gün Hatice Hanıma erken bir ağırlık çöktü. Akşam karanlığı yoğun bir sis gibi pencereden içeri akıyordu. Birkaç yıldız kırıntısının cama vuran görüntüsünde kocasının televizyon seyreden kocasının siluetini gördü. Erkenden istirahate çekilip düşünceleriyle baş başa kalmak istiyordu. Göz ucuyla kocasını süzdü. Haberlere kendini kaptırmış, Hatice Hanımın farkında bile değildi.
Kutsal topraklar için müftülüğe yazıldıkları günden beri endişeli, tedirgin ve huzursuz bir bekleyişin içine girmiş, kalbine tanıdığı bir acı çöreklenmişti. Yıllar önce, hava alanında 15 gün gece gündüz bekledikten sonra, bütün umutları yıkılarak, gözyaşlarını bir ırmak gibi yüreğine akıtarak, evine geri döndüğü günden beri, yüreğinin bir yerine sinsice yerleşen o bildik yara yeniden kanamaya başlamış, kimsenin görmediği yerlerde, saatlerce gözlerindeki mevsimsiz yağmuru akıtıp durmuştu.

Korkuyordu…
Yıllardır özlemini çektiği sevgilisine kavuşamamaktan, O’nun yanına gidememekten korkuyordu. Yıllar önce diyanete yaptıkları hac müracaatları kurada çıkmadığı için özel bir şirkete başvurmuşlar, ama ne yazık ki bir yığın bürokratik engeller yüzünden Esenboğa’da günlerce bekletildikten sonra geri gönderilmişlerdi. Daha sonraki yıllarda Diyanet isteklerini kabul etmiş, bütün hazırlıkları bitmiş, tam gidecekleri gün senelerdir muzdarip olduğu şeker hastalığı yüzünden komaya girdiği için, kocası o saadet yolculuğuna tek başına çıkmak zorunda kalmıştı. Oğulları onu acil olarak hastaneye yatırmışlar, fakat o yoğun bakımdayken bile devamlı o büyük sevgilinin adını sayıklamıştı. İyileştikten sonra yüreğinde buruk bir ukde ile yıllarca çocuklarına ve kocasına kendisini tekrar götürmeleri için yalvarmış ama doktorlar yüksek tansiyonu, şeker ve kalp hastalığı yüzünden yorgunluğa gelemeyeceğini ve sıcak iklimde yaşamasının mümkün olmadığını belirtmişlerdi. Ama Hatice Hanım yenilmemiş, içinde kor gibi yanan Resulullah aşkı ile kocasına devamlı baskı yapmış ve sonunda onu ikna etmeyi başarmıştı.
.
Dünyada hiçbir sevgi ile mukayese edilemeyecek ölçüde seviyordu Hz. Muhammed’i (s.a.s). Bu sevginin getirdiği erişilmez mutlulukla bulmuştu 63 yaşını. Yıllarca hep “Yarabbi içime Resulullah’ın (s.a.s) sevgisini öylesine yerleştir öylesine yerleştir ki, yüreğimde başka hiçbir sevgiye yer kalmasın” diye dua etmişti. Müftülükçe çekilen kurada isimlerinin çıkmasına rağmen, içinde hâlâ hastalığından kaynaklanan bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı.
.
Saatler ilerledikçe dışarının uğultusu eriyor, gecenin sessizliğini televizyon seyrederken uyuklayan kocasının horultuları bozuyordu. Kalkıp televizyonu kapattı. Yatsı Namazından sonra dakikalarca dua etti. “Yarabbi bu sefer O’na kavuşmayı nasip eyle, sevgili Habibinle benim arama hastalığı sokma. Ravza’yı dünya gözü ile görmeme ve O’nun beytinde namaz kılmama müsaade et. Sonra da ruhumu al ve O’nun yanında kalayım. Dünyada ve ahirette beni o büyük sevgilime komşu et. Yarabbi senden oğullarımı istemiyorum, torunlarımı da istemiyorum. Sadece sevgililer sevgilisine kavuşmayı istiyorum. Bu duamı da geri çevirme Yarabbi.” Odanın içinde avuçlarına düşen yağmur taneleriyle kendine geldi. Islak gözlerle saatlerce kaldı seccadesinin başında. Uyku, ipek kanatlı bir kelebek yumuşaklığı ile kirpiklerini okşuyordu. Sessizce yerinden kalktı. Kocasını yatırdıktan sonra kendisi de yavaşça yanına sokuldu.
* * *
Kendini kızgın çöllerde uzay aracına benzeyen bir otonun içinde buldu. Arabada ne bir yolcu, ne de bir sürücü vardı. Yüreği, heyecandan yaralı bir güvercin gibi titriyordu. Masal kaçkını devler gibi bir karartı şeklinde uyuyan dağlar, araç ilerledikçe canlanıyor, uyanıyordu. Dağların altındaki tünellerden, alt geçitlerden hızla geçti. Tünellerin bitiminde sonsuz bir ışık huzmesinin içinde Beytullah ve Ravza bütün muhteşemliği ile gözlerinin önündeydi. Uzay aracı kuşlarla yarışırcasına tavaf etti siyah örtülü mabedi. Sonra bir yıldız kayması gibi uzayın derinliklerine doğru akıp gitti.
Bir ebabil kanadının vuruşuyla uyandı gördüğü sırlı rüyadan. Gözlerinin içi özlenen bir sevgiliye kavuşmanın sevecenliği ile ışıl ışıldı. Gökyüzünün erişilmez maviliğinden kopan sonsuz bir huzur, berrak bir bulut gibi doldu gönlüne. Sevinçle kocasına seslendi.
- Uyan Hacı Efendi, uyan.
Ekrem Bey tatlı uykusundan güçlükle uyandı. Sabah namazından sonra zor uyumuştu. Kısık gözlerle saatine baktı.
- Sabahın köründe hayrola hanım dedi.
-  Bu sefer iki cihan güneşine kavuşuyorum Hacı Efendi. Gidiyoruz.
-  Yahu zaten gidiyoruz, kurada çıktı ya.
-  Evet ama içimde hâlâ yine gidemeyecekmişim gibi bir korku, bir endişe vardı. Rabbime çok şükür bu gece o korku bitti.
Ekrem Bey merakla karısının yüzüne baktı. Mutluluktan gözleri parlıyordu.
- Hayrola, bir rüya falan mı gördün.
Hatice Hanım gece gördüğü rüyayı kocasına anlattı. Ekrem Beyin dudaklarında küçük bir gülücük belirdi. Gayr-i ihtiyari aksakalını sıvazladı. Karısına belirtmiyordu ama Hatice Hanımın sağlığından kendisi de endişeleniyordu. Götürdüğü bütün doktorlar o meşakkatli yolculuğa dayanamayacağını söylemişlerdi. Ama bu durumu oğulları bir taraftan, kendisi bir taraftan ne kadar anlatmaya çalıştılarsa da bir türlü kabullendirememişlerdi karısına. Kadere teslimiyetin getirdiği bir ifadeyle:
- Hayırlısı olur inşallah, dedi.
Sonra da yorganı kafasına çekip uyumak için tekrar yattı.
Bir hafta sonra, hava alanında yolcu etmeye gelen çocuklarına sarılırken, Hatice Hanımın sevinçten içi içine sığmıyordu. Doya doya torunlarını öptü, oğullarıyla helâlleşti. Nemli gözlerle:
- Oğlum, benim için dua edin ve ne olur kusuruma bakmayın, çünkü O’nu sizden çok seviyorum, dedi.
* * *
Mekke’de doktor gözetiminde, dört iri kıyım zencinin taşıdığı tahteravanlarla tavaf etti Kâbe’yi. Türk hacılarının kaldığı Mesfele Mahallesinden Harem-i Şerif’e giderken, dağların altındaki tünellerden geçtikçe rüyasını hatırladı. Allah’a bir kez daha sonsuz şükretti. Ekrem Bey, Hatice Hanımın sağlığına azami titizlik gösteriyor, mecbur kalmadıkça güneşe çıkarmıyordu. Sık sık Türkiye’yi arayarak, çocuklarını annelerinin sağlığından haberdar ediyor, müjdeler veriyordu.
.
Sağlık durumundaki moral düzeltici haberler ilk günler Medine’de sürdü. Hatice Hanım her gün beş vakit namazını Mescid-i Nebevi de kılıyor, Kurban Caddesinden sevgilisinin yanına her sabah servislerle gidiyor, akşama kadar bir daha da dönmüyordu. Mescid-i Nebevi’nin hanımlara ayrıldığı bir günde aşırı izdihamdan fenalaşmasına rağmen, büyük vuslatı daha fazla geciktirmek istememiş ve Hz. Muhammed (s.a.s)’in beytiyle minberi arasında ağlayarak namaz kılmış, saatlerce secdede kalmıştı. Hanımlara ayrılan saatin bitiminde görevliler geldiğinde hâlâ secdedeydi. Onu sevgilisinin yanından, eller üstünde zorla ayırdılar. O gün öğle namazından sonra birkaç Türk hacısının eşliğinde, sessizce Cennetü’l-Baki’de o çok sevdiği insanın yanına komşu ettiler.
Ekrem Bey acı haberi Türkiye’ye bildirememişti. Buna rağmen hava alanına karşılamaya gelen çocukları, gördükleri rüyadan dolayı babalarına; “annem nerede” diye sorma cesaretini bir türlü gösterememişlerdi.
.
Ümit Fehmi Sorgunlu

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...