Şems Olayı Düşünceler ve Büyük Sır..???
Sustular, çünkü olay, gerçekten iğrenç bir tarzda hazırlanmış, üstelik Mevlâna'nın gözü gibi sevdiği ortanca oğlu Alâeddin'in de adını karıştırmışlardı. Halbuki bu özü, sözü doğru gencin hiçbir dahli yoktu. Sadece, Sems'le aralarında küçük bir kırgınlık olmuştu. Bunu istismar ediyorlardı.
Ve yapılacak tek şey, Mevlâna da bir ümid yaratmak ve yaşatmaktı. Bu ümid onu daha çok olgunlaştıracaktı. "Şems, vaktiyle olduğu gibi, bu defa da kayboldu. Bir gün, tekrar Konya'ya gelecek.." diye teselli ediyorlardı. Nitekim Mevlâna, vefatına kadar, Şems'i gözlemiş, onu aramış, aratmıştı. Bir gazelinde:
"Yüreğimizi öylesine dağladın, bizi öylesine bir hasrete attın ki... Yolcular gibi, kalktın sefere çıkıverdin. Nereye gittin ki izinin tozu bile görünmüyor. Bu sefer gittiğin yol ne de kanlı bir yol.." diye Şems'in şahadetine ihtimal verdiği halde, bir türlü ölümüne inanmak istememişti.
Ama Mevlâna'nın vefatından sonra diller çözüldü, sırlar ifşa edilmeye başlandı. Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Arif Çelebi devrini idrak eden derviş Ahmed Eflâkî, Sultan Veled'den naklen, Şems'in, kıskanç ve hayırsız yedi kişi tarafından hançerlendiğini, Sultan Veled'in zevcesi Fatma Hatun'dan naklen de, cesedinin bir kuyuya atıldığını "Ariflerin Menkıbeleri" adlı eserinde yazmaktadır. Yine Eflâkî'nin kaydına göre Sultan Veled. bir gece rüyasında Şems'i görmüş. Şems ona cesedinin atıldığı kuyuyu haber vermiş, uyanır uyanmaz bazı dostlannı yanına alarak, cesedi gizlice kuyudan çıkarmış, Mevlâna'nın Medresesi . yakınlarındaki. Medresenin banisi Emir Bedreddin Gevhertaş'ın mezarı yanına defnettirmişti. Eflâkî, böylece bu bilgileri verdikten sonra, sözlerini, "Bu herkesin bilmediği bir sırdır" cümlesi ile bitirmiştir. Evet bu sır, Mevlâna'nın yaşadığı yıllarda, yalnız Sultan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış, asla ifşa edilmemiş, ancak Mevlâna'nın vefatından sonra, Eflâkî'ye söylenmiş, O da bunu eserine kaydetmişti. Mevlâna'nın vefatından sonra Şems'in üzerine türbe yaptırılmış, yine de "burada mezar var" denmemiş, Mevlâna'nın mübarek ruhu incinir
diye kimse Şems'in şahadetinden söz açmamış, açamamış, gerçekleri bilen dervişler; "Şems kayboldu, burası da türbe değil makamdır" deyip geçmişlerdir.
Gerçekten de. bugün Konya'da Şems adına, klâsik Selçuklu kümbetleri tipinde, piramidal kurşun kaplı bir türbe vardır. Kümbedin altında ahşap bir sanduka, sandukanın üzerine sırma islemeli puşide, baş tarafından örfî sarılmış yeşil destarlı bir sikke (külah) mevcuttur. Beş-on adım ötesinde, kör bir bostan kuyusunun bulunduğu bu türbe, yüzyıllar boyunca "Makam-ı Şems" olarak adlandırılmış, Şems'in gerçek türbesi sorulduğu zaman (bilinmiyor) cevabı verilmiştir. Bilinmiyor değil, biliniyor fakat gizleniyordu. Gelenek buydu. Sır ebediyyen gizlenecekti.
Bunun için ifşa edilmeyecek, o acı günler, hatıralar tekrar dile gelmeyecekti. Sanduka sorulduğu zaman da "Altında bir bostan kuyusu vardır, o kadar!."diye cevap veriliyordu.
Hatta son yıllarda bu kuyunun ağız çapını, derinliğini hayali ölçülerle ifade edenler olmuştu.
Ve yapılacak tek şey, Mevlâna da bir ümid yaratmak ve yaşatmaktı. Bu ümid onu daha çok olgunlaştıracaktı. "Şems, vaktiyle olduğu gibi, bu defa da kayboldu. Bir gün, tekrar Konya'ya gelecek.." diye teselli ediyorlardı. Nitekim Mevlâna, vefatına kadar, Şems'i gözlemiş, onu aramış, aratmıştı. Bir gazelinde:
"Yüreğimizi öylesine dağladın, bizi öylesine bir hasrete attın ki... Yolcular gibi, kalktın sefere çıkıverdin. Nereye gittin ki izinin tozu bile görünmüyor. Bu sefer gittiğin yol ne de kanlı bir yol.." diye Şems'in şahadetine ihtimal verdiği halde, bir türlü ölümüne inanmak istememişti.
Ama Mevlâna'nın vefatından sonra diller çözüldü, sırlar ifşa edilmeye başlandı. Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Arif Çelebi devrini idrak eden derviş Ahmed Eflâkî, Sultan Veled'den naklen, Şems'in, kıskanç ve hayırsız yedi kişi tarafından hançerlendiğini, Sultan Veled'in zevcesi Fatma Hatun'dan naklen de, cesedinin bir kuyuya atıldığını "Ariflerin Menkıbeleri" adlı eserinde yazmaktadır. Yine Eflâkî'nin kaydına göre Sultan Veled. bir gece rüyasında Şems'i görmüş. Şems ona cesedinin atıldığı kuyuyu haber vermiş, uyanır uyanmaz bazı dostlannı yanına alarak, cesedi gizlice kuyudan çıkarmış, Mevlâna'nın Medresesi . yakınlarındaki. Medresenin banisi Emir Bedreddin Gevhertaş'ın mezarı yanına defnettirmişti. Eflâkî, böylece bu bilgileri verdikten sonra, sözlerini, "Bu herkesin bilmediği bir sırdır" cümlesi ile bitirmiştir. Evet bu sır, Mevlâna'nın yaşadığı yıllarda, yalnız Sultan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış, asla ifşa edilmemiş, ancak Mevlâna'nın vefatından sonra, Eflâkî'ye söylenmiş, O da bunu eserine kaydetmişti. Mevlâna'nın vefatından sonra Şems'in üzerine türbe yaptırılmış, yine de "burada mezar var" denmemiş, Mevlâna'nın mübarek ruhu incinir
diye kimse Şems'in şahadetinden söz açmamış, açamamış, gerçekleri bilen dervişler; "Şems kayboldu, burası da türbe değil makamdır" deyip geçmişlerdir.
Gerçekten de. bugün Konya'da Şems adına, klâsik Selçuklu kümbetleri tipinde, piramidal kurşun kaplı bir türbe vardır. Kümbedin altında ahşap bir sanduka, sandukanın üzerine sırma islemeli puşide, baş tarafından örfî sarılmış yeşil destarlı bir sikke (külah) mevcuttur. Beş-on adım ötesinde, kör bir bostan kuyusunun bulunduğu bu türbe, yüzyıllar boyunca "Makam-ı Şems" olarak adlandırılmış, Şems'in gerçek türbesi sorulduğu zaman (bilinmiyor) cevabı verilmiştir. Bilinmiyor değil, biliniyor fakat gizleniyordu. Gelenek buydu. Sır ebediyyen gizlenecekti.
Bunun için ifşa edilmeyecek, o acı günler, hatıralar tekrar dile gelmeyecekti. Sanduka sorulduğu zaman da "Altında bir bostan kuyusu vardır, o kadar!."diye cevap veriliyordu.
Hatta son yıllarda bu kuyunun ağız çapını, derinliğini hayali ölçülerle ifade edenler olmuştu.