BİR KÜRT AYARIMCININ DİLİNDEN KÜRT İSYANLARI VE İHANETLERİ
Aşağıda bir kürtçü-bölücü siteden alınmış ve FERDİ KARAASLAN tarafından yapılmış olan kürtçülük-bölücülük faaliyetlerinin bir değerlendirmesi var... Meseleye nasıl baktıklarının anlaşılması amacıyla sitemize aldık. Dikkatle okunmasını tavsiye ederiz.
Yazı içindeki rakamlar bizim açıklamalarımızla ilgili NOTLAR içindir. DOĞRULAR'ı ve YANLIŞLAR'ı birbirinden ayırmak için!.. Sayfanın altında açıklamalarımızı okuyabilirsiniz.
KENDİ ÖZ GÜCÜNE GÜVENSİZLİK VE DIŞ GÜÇLERE BEL BAĞLAMA
Geçmişten bugüne tüm Kürt milliyetçi hareketlerinin ortak özelliklerinden birisi, kendi özgüçlerine güvensizlik olmuştur.
Tarihte çokça Kürt ayaklanması olmasına rağmen sonuçta hemen tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır!.. (1)
Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelelerinin başarıya ulaşamamasında çeşitli etkenlerle birlikte bu özellikleri belirleyici olmuştur denilebilir. Kürt hareketleri bu özellikleriyle çeşitli güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda, kendi politikaları için kullanmasından kurtulamamıştır.
En son PKK, ilk çıkışında, uzak ve yakın tarihimizdeki Kürt hareketlerinin reformist ve icazetçi özelliklerini mahkûm etmesiyle farklılık ifade ediyordu. Ancak PKK de, esas olarak Sovyetler Birliği’ne ve Türkiye’yle çelişkisi olan bölge devletlerine dayanarak mücadelesini sürdürmeyi düşünmüş, bunu teorileştirmiş ve diğer sosyalist ülkelerle birlikte Sovyetler Birliği’nde de geri dönüşlerin yaşanmasıyla birlikte, emperyalist ülkelere bel bağlamıştır!..
Kürt Hareketleri tarihindeki temel özellik yine değişmemiş, PKK de emperyalizmin politikalarına yedeklenme ve tasfiye sürecini yaşamaktan kurtulamamıştır. (2)
DÜNDEN BUGÜNE BELLİ BAŞLI KÜRT HAREKETLERİ
Çaldıran Savaşı (1514) Kürdistan tarihinin önemli dönüm noktalarından birisidir. Bu savaşta Kürdistan toprakları Osmanlı ve Safevi ordularının kozlarını paylaştıkları bir alan haline gelir. Birbirlerine üstünlük sağlamak isteyen her iki devlet de, aşiretler halinde yaşayan Kürtler'e yönelirler. Safeviler Şii olmasından kaynaklı, sünni Kürt aşiretlere karşı zor kullanıp, alevi Kürt aşiretlerle ilişkilerini güçlendirip, geliştirirler. Buna karşılık Osmanlılar mezhep birliğini de kullanarak diyalog yolunu seçerler. Osmanlıların bu dönemdeki politikalarını hayata geçirmede Bitlis emiri İdris-i Bitlisi’nin önemli bir rolü olmuştur.
Kürt halkının tarihinde "ilk cahş" olarak anılan İdris-i Bitlisi, Osmanlı’nın, Kürdistan’daki sağ kolu durumundadır. Yoğun çabaları sonucunda birçok aşiret Osmanlı egemenliğini tanır. Çaldıran savaşı sonrasında İdris-i Bitlisi’nin girişimleri ile Yavuz Sultan Selim ile 23 Kürt beyliği arasında bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşmaya göre;
1- Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt emirliklerinin özerklikleri korunacak,
2- Kürt emirliklerinde de yönetim babadan oğula geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda ferman padişahtan çıkacak,
3- Kürtler, Türkler'e bütün savaşlarda yardım edecekler,
4- Türkler de, Kürtler(i bütün dış saldırılardan koruyacaklar,
5- Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler,
Bu anlaşma Sultan Selim ile ona boyun eğen Kürt emirlikleri arasında yapılmıştır. (M.Emin Zeki, Kürdistan Tarihi Sayfa:83)
Bu anlaşma ile Kürdistan’daki Osmanlı egemenliği perçinlenir. Osmanlılar anlaşma sonrasında bölgede yeni bir düzenlemeye giderler. Çeşitli kategorilerde küçük beylikler oluşturulur ve böylelikle Kürt beylikleri birbirinden yalıtılır. Bu yeni yapılanmanın mimarı Yavuz’un Kürdistan’daki sağ kolu, Osmanlı’nın sadık kulu İdris-i Bitlisi’den başkası değildir. (3)
İdris-i Bitlisi işbirlikçiliğin karşılığını alır. Çaldıran seferine çıkarken 40.000 Aleviyi katletmesi nedeniyle -bunların arasında çok sayıda Kürt Alevisi de vardır - "Yavuz" namını alan Sultan Süleyman’ın sevgi ve güvenini kazanır. İdris-i Bitlisi tarafından Kürdistan’da oluşturulan idari yapılanmayla Kürt beylikleri Osmanlı’nın elindeki güçlü bir silaha dönüşürler. Osmanlı’nın bir nevi özerklik bahşettikleri beylikler, Kürdistan ve Anadolu’daki katliamlarda başrollerden birisini oynarlar. (4)
Çaldıran savaşı sonrasında Kürtler, yüzyıllardır yaşadıkları aşiret yapılanması üzerine feodal üretim ilişkilerini oturtmuşlardır. Kürtlerdeki bu aşiret yapılanması Osmanlı’nın 19. Yüzyıldaki saldırılarıyla beyliklerin askeri zorla dağıtılmasına karşın varlığını korur. (5)
Bu dönem Avrupa’da gelişen Kapitalizm, hızla sömürge ağı ile dünyaya açılmaya başladı. Bu dönemde Önasya'nın, Avrupa’nın büyük toprak parçalarını elinde tutan, dolayısıyla da bir halklar hapishanesi durumunda olan Osmanlı, o güçlü görünümüne rağmen üzerine bir karabasan gibi çöken Kapitalizm karşısında tutunamayarak sömürgeleşti. (6)
Batı Avrupa’dan yayılan ulusal bilinç Osmanlı’da ezilen ulusların genç burjuvalarını ve aydınlarını hareketlendirdi. Bunların, "vatan" sloganı ile ezen ulusun feodallerine karşı açtığı savaşlarla, Avrupa kapitalizminin de yardım ve destekleri ile peş peşe Osmanlı’ya karşı zafer elde ederek ulusal devletlerini kurmuş, ulusal bütünlüklerini sağlamışlardır.
Kürtler ise bu dönem boyunca uluslaşma yolunda etkili adımlar atamamışlardır. Etkili adımlar atmanın da ötesinde, birçok aşiret gelişen Kürt isyanlarına karşı merkezi feodal yapının yanında yer alarak Osmanlı’nın katliamlarına ortak olmuştur! (7)
Kürtlerde, uluslaşma yönündeki iç dinamikler cılız yada güçlü herhangi bir şekilde gelişmemiş, uç vermemiş olduğundan ulusal temelde bir hareket yaratamamışlardır. Bunun temel nedeni; dışa kapalı, kendine yeten aşiret ekonomisinin öncü güç rolünü üstlenecek, ulusal bütünlüğü sağlayacak burjuvazinin oluşumunun önünde engel teşkil etmesidir.
Kürtler bu dönemde birbirinden bağımsız yüzlerce aşiret halinde yaşayan, şu veya bu çıkarları doğrultusunda arasıra bir araya gelip kendi aşiretlerinin ortak çıkarlarını savunmaya çalışan, o çıkarlar elde edildiğinde veya kaybedildiğinde yine kendi içlerine kapanan ve genellikle göçer olarak yaşayan, ticaretle ve dış dünyayla pek ilişkisi olmayan kapalı bir ekonomiye sahip köylü toplumudur.
Egemen olan bilinç ulus değil aşiret bilincidir. Tüm bunlara karşın Kürt beylikleri çeşitli defalar, çeşitli nedenlerle (Osmanlı’nın beylikleri tasfiye politikaları, aşiretler arası çelişkiler, asker ve vergi vermek istememe vb.) Osmanlıya karşı ayaklanmışlardır.
Genel anlamda bu ayaklanmaların talepleri hiçbir zaman ulusal bir içeriğe dönüşmemiş, aşiret çıkarlarını aşamamıştır. Kaldı ki, bu feodal direnme temelinde gelişen isyanlar Osmanlı tarafından, diğer Kürt aşiretlerinin kışkırtılıp, örgütlendirilmesi ile zalim ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Buna verilebilecek en somut örnek Hamidiye Alayları’dır. Bu alaylar hem Kürt isyanlarına hem de Ermeni halkının mücadelesine karşı etkili olarak kullanılmış, bir çok katliam gerçekleştirmişlerdir. (8)
Aşiret örgütlenmesini dağıtamayan, tüm Kürt toplumunu bağrında toplayan bir örgütlenmeye gidemeyen, bunun zeminini yaratamayan Kürtler, Osmanlı’nın her saldırısında kendi aşiret yapısını ve onun hakim olduğu toprakları korumaya çalışmayı yeğlemiştir. Mücadele bunlarla sınırlı olduğundan dar kalmış, tüm Kürdistan’ı kaplayamamıştır.
Bu tür ayaklanmaların ilklerinden sayabileceğimiz Şerefhan ayaklanması buna tipik bir örnektir. Bitlis Emiri Şerefhan görevden alınır, ancak yerine oğlu atanması gerekirken Osmanlı’nın merkezden bir vali ataması üzerine ayaklanma patlak verir. Ayaklanma 1600’lerden beri süren Osmanlı-İran savaşlarıyla da bütünleşince uzun süre devam eder. Ayaklanma Osmanlı’nın Bitlis Emirliğine Şerefhan’ın oğlunu atamayı kabul etmesiyle sona ermiştir. Belirleyici olan aşiretin çıkarı olmuştur.
Yine başka bir örnek; Osmanlı İran seferi için Canpolat aşiretinden asker ister. Çeşitli çıkar hesapları içinde olan aşiret reisleri asker vermez. Osmanlı sefer dönüşü aşiret resini öldürür. Bunun üzerine yeni aşiret reisi (ki oğludur) Osmanlıya isyan eder. Bu ayaklanma o dönemde Anadolu’yu saran Celali ayaklanmaları nedeniyle uzun süre ayakta kalır. Ancak Doğuda giderek kendine sorun olmaya başlayan bu ayaklanma Osmanlı tarafından, Kürt aşiretlerinden oluşturulan 40.000 kişilik bir güç ile bastırılır.
Ayaklanmaların feodal özüne karşın, ayaklanmalar hiçbir dönem durmamış, gerek Osmanlı’ya karşı, gerekse de Osmanlı sonrası ayaklanmalar yaşanmıştır. (9)
Bu dönemde yaşanan ayaklanmalar esas itibariyle feodal çıkarlara dayanmakla birlikte, Avrupa’daki gelişen ulusal uyanışlardan da etkilenme hiç yok değildir. Bu etkilenme daha sonra yaşanacak ayaklanmalarda daha belirgin olur ve giderek ulusal yanı ağır basan ayaklanmalar yaşanmaya başlanır. Bir anlamda feodal içerikli bu ayaklanmalar, ulusal direnişlere evrilen sürecin birer halkası durumundadır diyebiliriz.
Şeyh Ubeydullah ayaklanmasındaki (1880) "Otonom Kürdistan" şiarı bunun bir ifadesidir. Ancak bu otonomi istemini, eskinin tekrar ikamesi olarak değerlendirmek gerekir. Ancak yine de Kürt ulusal bilincinin gelişimindeki önemli kilometre taşlarından birisidir.
Ayaklanmalarda öne çıkan bir yan da; kendi halkına, öz gücüne dayanmak yerine dış güçlere umut bağlanılmasıdır!..
Elbetteki bu umutlar her seferinde kaçınılmaz olarak hüsranla sonuçlanır!.. Çünkü her devlet kendi çıkarları doğrultusunda ayaklanmalarla ilgilenmektedir. Onları ilgilendiren Kürt halkının içinde bulunduğu koşullar ya da Kürt halkının geleceği değil, bölgedeki çıkarlarıdır!..
Kapitalizmin doğası gereği, halkların çıkarları, kapitalistlerin çıkarlarına her zaman feda edilebilir. Ayaklanmalara bakışları ve aldıkları tavır da bu anlayışa göre şekillenir.
Baban beyliğine dışarıdan bir vali atanması üzerine isyan eden beyliğin varisi Abdurrahman Paşa’nın başlattığı ayaklanma, dış güçlere bel bağlamanın çarpıcı bir örneğidir. Ayaklanma sırasında Abdurrahman Paşa her sıkıştığında İran’a çekilir ve burada Şah’tan destek alır. Ancak bir süre sonra bu sorunu kökten çözümlemek isteyen Osmanlı, Abdurrahman Paşa’nın üzerine yürümeden önce İran’la anlaşır. İran Abdurrahman Paşa’ya verdiği desteği keser. Çaresiz kalan Abdurrahman Paşa zorunlu olarak yeniden Osmanlı egemenliğine boyun eğer!..
Yezdan İzzettin Şer ayaklanması, bu konuda tarihten öğrenmesini bilenler için oldukça önemli bir isyandır. Bedirhan Bey ayaklanmasında, amcası Bedirhan Beye ihanet ederek, ayaklanmanın bastırılmasında önemli bir payı olan Yezdan İzzettin Şer, ayaklanma sonrası Hakkari paşalığıyla ödüllendirilmişti.
Ancak bir süre sonra görevinden alınarak yerine bir Osmanlı paşası vali olarak atanır. Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı ordularının Kürdistan’dan çekilmesini fırsat bilen Yezdan İzzettin Şer 1853 de ayaklandı. Kendi gücünden çok, Rus birliklerine güvenen Yezdan İzzettin Şer Rusya’yla ilişki geliştirmek istese de, kışın bastırmasıyla Rus birliklerinin bölgeden çekilmesi sonucunda bu istek sonuçsuz kalır!..
Bu sırada Rusya’nın Osmanlı karşısında başarı kazanmasını uzak doğudaki çıkarlarına karşı tehlike olarak gören İngiltere, ayaklanmaya müdahale eder!..
Musul’daki İngiliz konsolosluğu aracılığıyla Yezdan’la görüşmeler yapılır. Umudunu Rus birliklerinin ilerlemesine bağlayan, bu olmayınca Van’ın güneyindeki dağlık bölgeye çekilen Yezdan, bu kez umut olarak İngilizlere sarılır!.. İngilizlerin, Osmanlı hükümetiyle arasında arabuluculuk yapma teklifini kabul eder. Görüşmeleri başlatmak için İngilizlerin davetlisi olarak konsolosluğa giden Yezdan, burada yakalanarak Osmanlı subaylarına teslim edilir!..
Böylece kendi özgücüne, halkına değil de dış güçlere bel bağlayan Yezdan İzzettin Şer bunun bedelini yaşamıyla öder!.. Öndersiz kalan ayaklanmacılar ise bir süre dağlarda kalsa da dağılırlar!..
20. yüzyılın hemen başında, İstanbul merkez olmakla beraber, Kürt aydınları arasında ulus düşüncesinin gelişmeye başladığı görülür. Hatta Hamidiye Alaylarıyla birlikte kurulan ve Osmanlı’ya, Kürdistan’da körü körüne bağlı işbirlikçi bir tabaka yaratmayı hedefleyen Aşiret Mektepleri öğrencilerinin milliyetçi duygulardan etkilenmesi üzerine 1906 yılında kapatılır. II. Abdülhamit’in istibdat yönetimine karşı Kürt aydınları, Jön Türkler’le birlikte hareket eder. 1908 Jön Türk hareketiyle birlikte doğan, görece özgürlük ortamından peş peşe dernekler açılır, dergi-gazete gibi yayınlar çıkarılır.
İstanbul’da başlayan dernekleşme faaliyeti kısa sürede Kürdistan’a da yayılır. Ancak Kürt halkı, içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar gereği henüz ulusal bilinçlenme adımlarının çok gerisindedir. Bu nedenle de ulus bilinci tüm dernekleşme, yayın vb. faaliyetlere karşın az sayıdaki aydın tarafından geniş halk yığınlarına taşınamaz. Dernekler dar ve güdük kalır!..
Rus tarihçi Lazarf, 1908’den sonra kurulan Kürt örgütler için "... Aslında küçük derneklerdi ve programları belirsizlik gösteriyordu. ... Baskıcı iktidarlara karşı Kürdistan’da yığınların kitlesel protesto eylemlerini ve ilişkilerini kuramadılar..." (Kürdistan ve Kürt Sorunu 19. yy. sonlarından 1917’ye kadar) demektedir.
Meşrutiyetin ilanıyla bu aydınlar "Bağımsız Kürdistan" söylemlerinden de büyük oranda uzaklaştılar. Kürdistan sorununu bir yerde kültürel gelişim çerçevesine indirgediler. Çıkardıkları dergi gazete vb. yayın organları da bu doğrultuda, siyasi yönden dar kalırken, daha çok "Kürtlerin medenileştirilmesi", "Cahilliklerinin giderilmesi" vb. konular öne çıkarılır. Bağımsız Kürdistan propagandası doğrultusunda, örgüt-parti vb. yapılar oluşturma çabasına ise girişilmez. Dönemin temel amacı olarak, Musul bölgesindeki Baban aşiretinden Babanzade İsmail Hakkı’nın deyimiyle, "Osmanlı ailesi içinde kıymetli bir üye haline gelmiş olmak..." benimsenir.
I. Paylaşım Savaşı sırasında, daha sonra Kürt tarihinde önemli bir yer tutacak olan Barzaniler’in ilk isyanı baş gösterir.
Barzaniler’in tarihi uzun bir direniş tarihi olmasının yanında hep yarım kalan, hep bölge egemen sınıflarına güvenen, hep dış güçlere bel bağlayan, bu nedenle de ihanetlere uğrayan bir tarihtir. (10)
1907 baharında artan vergi yükü karşısında, Barzani aşiret reisi Şeyh Abdülselam Barzani ve bazı aşiret reisleri padişaha "isyan anlamına gelen" bir telgraf çekerler. Telgrafta; Kürt dilinin Kürt bölgelerinde resmi dil olması, Kürtçe öğrenim, Kürdistan’daki memurların Kürt olması, Kürdistan’da toplanan vergilerin Kürdistan’daki yol, okul vb. giderler için kullanılması ve İslam hukukunun uygulanması istenir.
Bu hareket diğer aşiretlerde de isyancı bir havanın doğmasına neden olur. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı bölgeye asker sevk eder. Buna karşın telgrafın çekilmesini isteyen aşiret reisleri bir tavır göstermez, hatta bir kısmı Osmanlı ordusuyla işbirliği yapar"!.. Barzaniler ise, iki ay süren bir savaşa tutuşurlar ve sonunda Şeyh Abdülselam tutuklanır. İki yıl sonra ise padişah tarafından affedilerek serbest bırakılır.
I. Paylaşım Savaşı sırasında, Osmanlı bölgeden daha fazla asker ve vergi ister. Bu istek Barzaniler tarafından geri çevrilir. Osmanlı isteğinin geri çevrilmesini ayaklanma olarak kabul eder ve Barzaniler’in üzerine yürür. Bir hainin oyunu sonucu yakalanan Abdülselam Barzani diğer aşiretlere örnek teşkil etmesi için asılır!..
20.yy’a girildiğinde gittikçe küçülen Osmanlı’nın elinde sadece Kürdistan, Arap Yarımadası ve Afrika’nın kuzeyi kalmıştır. Bu şartlar altında Alman emperyalizminin müttefiki olarak girilen I. Paylaşım Savaşında, Osmanlı İmparatorluğu gibi Kürdistan da emperyalistlerce işgal edilir ve paylaşılır.
Ulusal bir bütünlük sağlayamamış olan Kürtlerin bir bölümü Osmanlı’yla birlikte hareket ederler. Bunun nedeni; bir yandan Osmanlı’nın baskı ve vaatleriyken, diğer yandan da Rusya’dan aktif destek gören Ermeni Ulusal Hareketi’dir.
Ermenilerin Kürdistan’ı da kapsayan bağımsız bir Ermenistan kuracakları düşüncesi ve Osmanlı’nın da bu yöndeki demagoji ve kışkırtmaları, Kuzey Kürdistan’daki aşiretlerin büyük bir bölümünün Osmanlı safında savaşmasını sağlamıştır!.. (11) Ancak bu tavır Kürtler üzerindeki Osmanlı baskısının azalmasını getirmemiştir.
Bunun da en açık kanıtı; Rus ve Ermeni saldırılarından korumak adına yurtlarından sürgün edilen yaklaşık 700 bin Kürdün önemli bir bölümü, yollarda açlık, susuzluk ve diğer nedenlerden ölmesidir. (Göç edilen ve ölenlerin sayıları konusunda çeşitli kaynaklarda geçen rakamlar farklılık arz etmekle birlikte, ölenlerin sayısı on binlerle ifade edilmektedir.) (12)
Savaş sonrası imzalanan Mondros ve Sevr Anlaşmalarıyla, Osmanlı toprakları galip emperyalist devletler arasında resmi olarak da paylaşılır.
Sevr anlaşmasının önemli bir özelliği, Kürtlere "özerklik" hakkı tanınmasıdır. Bu nedenle de Sevr, özellikle geçmişte Kürt Milliyetçileri tarafından savunulur olmuştur!.. (13)
Ancak bu sınıf bakış açısından uzak, pragmatist bir yaklaşımın ifadesidir. Oysa Sevr, her şeyden önce emperyalist niteliğinden ötürü savunulamaz!..
Kürtlere "özerklik" söylemi ise, halkları emperyalizm karşısında bölen-parçalayan bu nedenle de emperyalizmi güçlendiren bir aldatmacadan öte bir şey değildir!..
Emperyalistlerin hedefi; Osmanlı devleti sınırları içinde bulunan Arap şeyhliklerinin, Kuzey Afrika uluslarının ve Anadolu’da Ermenilerle Kürtlerin, her birini bir devletçik şeklinde örgütleyerek denetimi altına almaktır!..
Tüm bu devletçikler Kürtlerin dışında başarıya da ulaşır!.. Yani emperyalizm istediği türden bir paylaşımı hayata geçirir!..
Tüm bu nedenlerle Sevr’i savunmak gerici bir konuma düşmek demektir!..
Çünkü emperyalist dönemde Leninizm’in ulusal soruna yaklaşımı "emperyalizmi zayıflatan ulusal hareketlerin ilerici olabileceği"dir.
Ancak soruna milliyetçi gözle bakmak bu ilkeyi unutarak, Sevr’e övgüler dizerek ilerici bir misyon yüklemeyi getirmektedir!..
Sevr anlaşmasında geçen, emperyalistlerce bahşedilen özerkliğin ne menem bir şey olduğu aynı dönemde Irak’taki özerklik talepli Şeyh Mahmut Berzenci hareketinin İngiltere tarafından kanla bastırılması ile pratikte de kanıtlanmıştır!..
Şeyh Mahmut Berzenci, 1918 yılında "otonom Kürdistan" istemiyle Osmanlı’ya karşı savaşa tutuşur. Ancak bu hareket de kendi halkının gücüne dayanmaktan çok, bölgedeki petrol kaynaklarını denetimi altında tutmak isteyen İngilizlere dayanmaktaydı!..
Şeyh Mahmut önderliğindeki Hamavend şeyhleri ve Süleymaniye ileri gelenleri İngilizleri bölgeye davet ederler!.. Böylelikle İngilizler bölgeye yerleşirler!..
Ancak Osmanlı’nın Kerkük’ü almasıyla çekilen İngiliz birlikleri, Kasım ayı sonunda yapılan bir anlaşma ile yeniden bölgeye yerleşir. Şeyh Mahmut Berzenci de ‘Kürdistan Kralı’ ilan edilir!..
Aralık ayında bölgeyi gezen İngiliz emperyalizmi temsilcisine 40 kadar aşiret reisinin imzasını taşıyan bir belge verilir. Bu belgede; "...majestelerinin hükümeti, Doğu halklarının Türk mezaliminden kurtarılıp, onlara bağımsızlıklarının gerçekleşmesi için yardım etme niyetini açıklamış olduğundan, Kürdistan halkının temsilcileri olan şefler, hükümetten İngiliz himayesine alınmalarını ve birliğin yararlarından yoksun kalmamak için Irak’a bağlanmalarını rica ederler!.. Eğer hükümet Kürtlere yardım eder ve onları korursa, onlar da onun emir ve görüşlerini kabullenmeyi taahhüt ederler!!.." denilmekteydi.
Açıkça görüldüğü gibi, burada da amaç ne bağımsız bir Kürdistandır ne de uluslaşma çabasıdır!..
Şeyhlere, aşiret reislerine otonomi yetmektedir. Bunun yolu olarak da, güçlü bir devletin "emir ve görüşleri" doğrultusunda hareket edilmekten kaçınılmamaktadır!..
İngilizler, Kürtlerin bu isteğini ilk başlarda çıkarlarına uygun bulur ve desteklerler. Ancak bir süre sonra Ortadoğu’daki gelişmeler, Irak’ta Arapların iktidarı almasını daha olanaklı ve gerçekçi hale getirir. Bunun üzerine Şeyh Mahmut Berzenci’ye sırtını çeviren İngilizler Kürtlere karşı tavır alırlar!..
Şeyh Faysal Irak kralı ilan edilir. Berzenci, İngilizlerin kuklası olan Faysal’ı tanımayarak yeniden kendini Kürdistan Kralı ilan eder. Bu gelişme karşısında bölgedeki denetimini kaybetmek istemeyen İngilizler, Kürtlere karşı saldırılarını başlatırlar!.. İngiliz hava kuvvetlerinin 3 Mart 1923’te başlattığı saldırılarda Kürt köyleri bombalanır, çocuk, kadın demeden Kürt halkı katledilir!.. Yaşanan bu vahşet sonucunda Berzenci hareketi 1924 yılında fiili olarak yenilir.
Berzenci hareketi ilk döneminde, İngilizlerle işbirliği içinde Osmanlı’ya karşı gelişirken, daha sonra İngiliz desteğini yitirip İngiltere’yi karşısına alınca bu sefer İngiltere’ye ve güdümündeki Arap (Faysal) iktidarına karşı gelişmiştir. İşte bu dönemde (1923-24) Anadolu Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin önderliğini üstlenmiş olan Kemalistler tarafından etkin olarak desteklenmiştir. Elbette ki, bu destek Kemalistlerin bölgede etkin bir rol üstlenme isteklerinin dışında düşünülemez.
1919 yılında Kemalistler, anti-emperyalist bir temelde Anadolu’nun işgal edilmesine karşı tavır alır. Emperyalizme karşı Anadolu halklarının birliğini sağlamaya özel bir önem verirler. Bu çerçevede Kürtlerle ittifak kurma çabalarını yoğunlaştırırlar. Bu çabalarla birlikte Kürtlere yönelik birçok vaat de dile getirilir. Bunların başında da, emperyalizme karşı bağımsızlık kazanıldıktan sonra, özerk bir yapılanma oluşturulacağı sözü gelmektedir. Mustafa Kemal daha ulusal kurtuluş savaşının başında bunu; "Kürtlerin serbest gelişimlerini temin için ırkî ve içtimai hukuklar aynen kabul edildi. Böylece, yabancıların Kürtlerin üzerinde yapacağı propagandaların bu şekilde önünün alınacağı, Kürtlere malum olması hususu belirtildi," şeklindeki sözleriyle ifade etmektedir.
Bu dönemde Kürtler aşiretler halinde yaşayarak feodal yapılarını devam ettirmekteydiler. Ulusal bir hareket yaratacak olan, ulusal bilincin hâlâ uzağındadırlar. Bununla birlikte emperyalistlerin 1. Paylaşım Savaşı sonucunda bölgeyi işgal etmeleri ve buna karşı gelişen Anadolu Ulusal Kurtuluş Savaşı karşısında Kürtler ikili bir tavır sergilerler!.. Kimi Kürt aşiretleri anti-emperyalist bir temelde, gelişen Kurtuluş Savaşı içerisinde yer alırken, kimi aşiretler de emperyalizmin yedeğine düşerler!..
Bu durum, Kürt halkının içinde bulunduğu feodal yapının kaçınılmaz bir sonucuydu. Kimin yanında, hangi istemlerle yer alacaklarını belirleyen bölgedeki güçler dengesidir. Feodal aşiret yapısı bu ikili tavır alışı, yani ilericiliği ve gericiliği aynı toplumsal yapı içerisinde var etmiştir.
Kemalistler, Kürtlerin de desteğini almalarıyla Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırdılar. Bunun yanında Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalizmin de kışkırtmalarıyla ayaklanmalar ve feodal isyanlar da görülür!.. (14)
1919 yılı yaz aylarında Malatya’da patlak veren Kürt ayaklanması, İngilizlerin ulusal kurtuluş mücadelesinin önünü kesme amaçlı destekledikleri ve fiili olarak da ayaklanmanın organizasyonu içerisinde yer aldıkları bir harekettir!..
"...Kemalistlerin ‘devrimciliğinden’ korkan emperyalist devletlerin Kemalistlere karşı, Kürt hareketi de dahil, onlardan memnun olmayan bütün güçleri kullanma uğrunda gayret göstermeleri sonucunda daha da gerginleşti. 1919 yılının yaz mevsiminde Malatya’da patlak veren isyan, ele alınan dönemde Kürt hareketinin ilk ciddi etkinliği olarak kabul edilir. Bu ayaklanmanın hazırlanmasına Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kimi üyeleriyle birlikte İngiliz Binbaşı Noel de katıldı!" (Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi syf 113).
Girişilen bu isyan, Kuvva-ı Milliye güçlerinin ayaklanma hazırlıklarını öğrenerek bölgeye kuvvet sevk etmesi sonucunda başarısızlığa uğrar!.. Bölgedeki aşiretlerin etkin desteğini de sağlayamayan ayaklanmacılar dağılırlar!
Anadolu Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin sürdüğü koşullarda 1921 yılında Koçgiri Ayaklanması patlak verir!.. Bu ayaklanma ulusal taleplere sahip olması yanıyla haklı bir temele oturmasına karşılık, içinde bulunulan süreç, koşullar ve bu koşulların biçimlendirdiği ilişkiler bütünü açısından gerici bir konuma düşmüştür!
Çünkü, emperyalizm çağında ulusal bir hareketi ele alıp değerlendirirken emperyalizme karşı tavrına bakarak nitelemek gerekir!
Açıktır ki, ayaklanmanın yaşandığı dönemde Ulusal Kurtuluş Savaşı, emperyalizme karşı mücadelenin bayraktarlığını yapmaktadır. Ve emperyalizme darbeler vuran bir konumdadır!..
Koçgiri ayaklanması da, yaşanan süreç itibariyle haklı taleplere sahip olmasına karşın genelin çıkarlarıyla çelişen bir konumdadır! Bu özelliği itibariyle de tarih önünde gerici bir konuma düşmekten kurtulamamıştır!..
Kurtuluş Savaşı sürdüğü dönemde Kemalistler, Kürtlere karşı mümkün olduğunca "kardeşçe" yaklaşmışlardır. TBMM açıldığında ilk mecliste 72 Kürt Milletvekili bulunuyordu. Kürsüden yapılan konuşmada ise, "Bu kürsüde konuşma hakkı iki millete aittir; Kürtler ve Türkler'e" denmekteydi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın resmileştirilmesi olan Lozan Anlaşması’nda, azınlıklar konusunda yaşanan sorunla ilgili, meclisteki Kürt milletvekilleri konferansa telgraflar çekerek, Türkiye adına görüşmelere katılan komisyonun Kürtleri de temsil ettiğini belirtiyorlardı!
Kemalistler Anadolu topraklarındaki emperyalist işgale resmi olarak son veren Lozan Anlaşması’yla, "Misak-ı Milli" sınırları içerisinde toprak bütünlüklerini sağlayıp, iktidarlarını pekiştirdikten sonra ise içe yönelirler. (15) Başlangıçta Kürt-Türk ittifakına ihtiyaç duyan Kemalistler, savaş sonrası buna ihtiyaç duymuyorlardı. Mecliste temsil edilen, meclis kürsüsünden konuşma hakkına sahip iki ulustan biri olduğu söylenen Kürtler, bir anda Kemalistlerin ağzında "Dağ Türkleri" olup çıkmışlardı. Kürtlere verilen "Özerklik-Otonomi" vaatlerinin üzerine sünger çekerek, ulusal sorunu, tam da küçük burjuva diktatörlüklerin karakterine yakışır bir tarzda, asimilasyon ve soykırımla çözmeye yöneldiler.
Kemalist iktidarın, Kürt halkına yönelik inkârı ve asimilasyonu temel alan politikaları, ulusal ve ulusal yanı ağır basan Kürt ayaklanmalarının birbiri ardı sıra gelişmesini sağladı. Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısında değişim yapacak gücü olmayan Kemalist yönetim ise, ayaklanan Kürt halkını denetimi altında tutmak için feodal yapılarla çatışmaktan da kaçınmıştır. Zaten Kürdistan’da feodalizmi çözecek bir sermaye birikimi, gelişmiş bir burjuvazi de olmadığından ister istemez Kürt feodalleriyle işbirliğine gitmiş, devlet otoritesini tanıyan işbirlikçi Kürt egemenlerini güçlendirmiştir.
Ulusal baskının olduğu yerde bu baskılara karşı ulusal başkaldırıların, ayaklanmaların olmayacağı düşünülemez. Ancak bu ayaklanmalar Kürt halkının feodal yapısından ötürü başarısızlıkla sonuçlanmaktan kurtulamadı!..
Kemalizm’in asimilasyon politikaları karşısındaki bu ayaklanmalar feodal bir toplumsal zeminde, ulusal direnme ve birleşme süreci niteliğindedir.
Bu dönemde nitelikleri itibariyle öne çıkan üç önemli ayaklanma vardır. Bunlardan Şeyh Sait Ayaklanması (1925) dini motifler taşımasına karşılık harekette belirleyici olan yan hareketin ulusal özüdür.
Şeyh Sait ayaklanması sonrasında çok geçmeden Kürt ayaklanmalarının en örgütlü ayaklanması olan Ağrı İsyanı başlar. Bu hareket, 1930 yılında gelişiminin en yüksek seyrine ulaştıysa da, Türkiye-İran işbirliğiyle bastırıldı.
Bu hareketin öncülüğünü yapan HOYBUN Cemiyeti asker, tüccar, aydın ve feodal yöneticilerden oluşan bir çeşitlilik gösteriyordu. Ayaklanmanın ulusal talepleri Şeyh Sait isyanına göre çok daha belirgindi.
Dersim Ayaklanmasını (1938) önemli kılansa ayaklanmanın ulusal yanının çok belirgin olması ile birlikte, büyük bir vahşetle bastırılmış olmasıdır. Kemalistlerin Kürt halkına yönelik saldırılarında sıranın Dersim'e geldiğini gören aşiretler Seyit Rıza önderliğinde örgütlenmeye çalışırlar. Ancak aşiretler arası çelişkiler, önyargılar ve Kemalizm’in vahşetinin yarattığı çekince geniş bir birliğin önünde engel olur. Ulusal baskıların karşısında bir kez daha topyekün direnilememesi, hareketin görülmemiş bir vahşetle bastırılmasına yol açar.
Bu ayaklanmalar uluslaşma sürecine hizmet etmişse de çok başlı feodal zemin ulusal bütünlüğün sağlanmasını engellemiştir.
Birçok aşiret ayaklanmalarda ya tarafsız kalmış ya da Kemalistlerle işbirliğine girmiştir!..
Örneğin Sünni Kürt aşiretlerin başlattığı Şeyh Sait ayaklanmasına Alevi Dersim aşiretleri seyirci kalır!..
Dersim ayaklanmasına da Sünni aşiretler seyirci kalmışlar, hatta bazıları ordu güçleri ile birlikte ayaklanmanın bastırılmasına katılmışlardır!.. (16)
Türkiye Kürdistanı’nda, Dersim ayaklanması kanla bastırılarak Kürt hareketi ağır bir darbe alırken Kürdistan’ın diğer parçalarında gözle görülür bir hareketlilik söz konusudur.
___________________________
NOTLAR:
1 - DOĞRUDUR!.. Bundan sonraki isyanlar, ayaklanmalar da aynı başarısızlıkla sonuçlanacaktır!
2 - DOĞRUDUR!.. PKK önce Sovyetler'in güdümüne girmeye çalışıp "sosyalist" görünmüş, sonra da Amerika ve Batı Avrupa'nın uşaklığına soyunup emperyalizmin kölesi, maşası haline gelmiştir. Diğer bütün bölücü, ayırımcı, yıkıcı THKP-C, TİKKO gibi Kürt-Ermeni örgütleri, ÖDP, SHP, TKP gibi Kürtçü-Ermenici partiler de hem "sosyalist" görünür, hem de emperyalist Batı'nın kuyruğunda dolanır, onlardan medet umar!
3 - YANLIŞ!.. Yazar, Kürt aşiretlerini iki ordu arasında ezilmekten kurtaran, ve onlara imtiyazlar sağlayan, böylece 1800'lere kadar Kürtler'in kendi hallerinde kalmalarını imkân hazırlayan İdris Bitlisî'yi hain ve casus olarak görüyor!.. İkinci yanlış "Kürt emirlikleri, beylikleri" diyor!.. Halbuki, daha önce de anlattığımız gibi, tanınan imtiyaz, bölgeye "dışardan bir TÜRK sipahi atanıp idarî işlerin onun tarafından yürütülmesi" yerine, aşiret reislerinin "sipahi" gibi devlet görevlisi haline getirilmesinden ibarettir!.. Bunlar ne emirdir, ne de otonom beydir, ne de beylik kurulmuştur!.. Bolu Beyi, Sivas Beyi ne kadar devlete bağlıysa, Kürt "bey"i de o kadar bağlıdır!.. Zaten yazar da "Osmanlı egemenliği perçinlenir," diyerek bu gerçeği ifade etmiş!
4 - YANLIŞ!.. Yazar Kürt "bey"lerin devlete bağlı olduğunu belirtiyor, ama bunu "katliam yaptıkları" şeklinde dile getiriyor!.. İkinci yanlış "Yavuz Sultan Selim'in 40.000 aleviyi katlettiği", ve "bu yüzden YAVUZ lâkabını aldığı" iddiası!.. Yavuz, Alevilerin arasından, Bektaşi yeniçerilerle Bektaşi-Alevi Şah İsmail'le savaşmaya gidiyor. Hiç böyle bir katliam yaptıktan sonra başarı şansı olur muydu?..
İşin aslı, Yavuz'un Aleviler'i tesbit edip deftere kaydetmesidir. Bugünkü tabirle onları muhtemel bir isyanı önlemek için "fişlemiş"tir. Hiç bir tarihî kaynakta halkı katlettiği yazmaz!.. Öte yandan yazar "Sultan Süleyman" diyerek Selim'le Süleyman'ı Selim'le karıştırmış bulunuyor.
Bir de "Kürtler'in Kürdistan ve Anadolu'daki katliamlarda baş rolü oynadığını" söylüyor!.. Hangi katliamlar yapılmış, söyleyemiyor!.. Ancak DOĞRU olan bir yön var ki, o da derebeyine dönüşen bazı Kürt beylerinin bölgede EŞKİYALIK yapması ve halka zulüm etmesidir. Ancak bu Devlet eliyle değil, Devlet kontrolünde olmayan Kürt beylerin eliyle yapılmış zulümdür.
5- Burada sözü edilen "saldırılar" Sultan 2. Mahmud'un reform faaliyetiyle ilgilidir. Daha sonra da Tanzimat'la birlikte imtiyazlar ortadan kaldırılmak istenir. Aşiretler buna direnince, Devlet zor kullanır. Yoksa durup dururken bir saldırı yoktur!
6 - Osmanlı için kullanılan "halklar hapishanesi" tabiri son derece büyük haksızlıktır! Bütün halklar (Yunan, Bulgar, Arap, Sırp, Arnavut, Hırvat, Romen, Çek, Leh, vs) bu sözde hapishaneden "kurtulunca", emperyalizmin zindanına düşmüş, en az iki harp daha görmüş, ezilmiş, perişan olmuştur! Araplar'ın hali ortada!.. Balkan halkları ise erkekleri köle, kızları "nataşa" halinde Avrupa'nın esiri oldu!
Osmanlı'nın "sömürgeleştiği" iddiası da YANLIŞ'tır!.. Her ne kadar Hıristiyan Batılılar Osmanlı üzerindeki baskılarını arttırmışlar, kendileri ve gayrımüslim azınlıklar için imtiyazlar sağlamışlar, hatta ülkenin bölünmesini sağlamış iseler de; Osmanlı bilimsel anlamıyla sömürgeleşmemiş, yabancılar gelip ülkeyi koloni haline getirmemişlerdir! Hatta diyebiliriz ki, Osmanlı'nın en kötü hali, 1983'de Özal'la başlayan süreç içinde AKP'nin 2007 yılında TÜRKİYE'yi içine soktuğu durumdan daha bağımsızdı!
7 - Kürtler, isyanlara karşı "katliam"a âlet olmuş!.. İsyan bastırma hiç bir yerde katliam sayılmaz! Devlet ne yapsaydı yani? İsyancıyı başıboş mu bıraksaydı?.. Hoş, bunu da Ermeni isyanlarında yaptı, 1885-1915 arasında tam 30 sene doğru-dürüst bir tedbir almadı, sonra da "tehcir yaptı" diye suçlandı!
8 - Yazar burada çok önemli bir itirafta bulunuyor; "bu ayaklanmaların talepleri hiçbir zaman ulusal bir içeriğe dönüşmemiştir," diyor! SON DERECE DOĞRU!.. Dönüşmesi de mümkün değildi, çünkü Kürtler bir millet değildir, birbirinden çok farklı bir "aşiret topluluğu"dur. Batı'nın bütün desteğine rağmen hâlâ da bir araya gelemediler.
Öte yandan hiç bir devlet "isyan bastırdı" diye suçlanamaz! Hamidiye Alayları Sultan Abdülhamid'in dehasından çıkmış çok önemli bir düzenlemedir. Bölgeyi hem Ermeni mezaliminden kurtarmış, hem de Kürtlerin başıboşluğunu ortadan kaldırmıştır. Ancak burada önemli olan husus, bölücü yazarın "Ermeni mücadelesi" diye onların yaptığı katliamı desteklemesi, Devlet'in isyan bastırmasını "katliam" olarak nitelendirmesidir. Kürt bölücüler, her türlü zulmün yanındadırlar!. Yeter ki, ekmeğini yedikleri devlete ve millete karşı olsun!
9- Bu noktadan sonra dile getirilen isyanlar üç hususu ortaya koymakta!.. Birincisi, Kürtler'in tümü bu ayaklanmalara katılmıyor. Katılmamak bir yana, Devlet'ten yana çıkıp, isyancı Kürtler'le çarpışıyor!.. Bu durum şimdi de böyledir, ve bölücüler için umutsuzluk kaynağıdır.
İkinci husus, bütün isyanlarda bir ihanet ve bir "yabancı işbirliği" var!.. Yani Kürt bölücüler sadece cani değil, aynı zamanda hain, nankör ve kalleştir!.. Bunu biz demiyoruz, bölücünün biri itiraf ediyor!
Üçüncü husus, Kürtler kime güvendilerse, (Ruslar, İngliizler, vs.) hep sonradan ihanete uğramış, terkedilmişlerdir. İhanetin sonucu ihanet olmuştur. Şimdi Amerika'ya ve İsrail'e güveniyorlar, sonucu siz tahmin edin!..
Ve dördüncü husus, bölücü yazar yazısının başından sonuna "feodalizm, kapitalizm, emperyalizm"e karşı çıkıyor...muş gibi görünüyor!.. Bundan kendisinin "sosyalist" hatta "komünist" olduğu sonucunun çıkması lâzım. Ancak aynı yönde yazıp çizen bütün Kürt bölücüler, istisnasız tümü, zalim, insafsız, kapitalist ve emperyalist Hıristiyan Batı ile ve yine zalim, kapitalist, emperyalist, siyonist İsrail ile çok sıkı işbirliği içindedirler. Hıristiyan misyoner papazları bağırlarına basar, Yahudi Mossad ajanlarından eğitim alırlar!
10- ÇOK DOĞRU!.. Yahudi kökenli Barzani ailesi hep yabancılara, şimdi de Amerika ve İsrail'e uşaklık ederek ayakta kalmaya çalışmış, her seferinde Kürtler'in daha çok ezilmesine sebep olmuştur!
Bu aşiretin isyanlarında dile getirdiği "Kürdistan’da toplanan vergilerin Kürdistan’daki yol, okul vb. giderler için kullanılması" şeklindeki talebi son derece saçmadır. Doğu ve Güneydoğu'ya yol, baraj, fabrika, okul, hastane olarak yapılan yatırımlarda hep Türkiye'nin batısından toplanan vergiler kullanılmaktadır. Çünkü doğu bölgesinin vergisi, devede kulak mesabesindedir. Yetmez!.. Türkler'in Kürtler'i sömürdüğü iddiası da aynı derecede geçersizdir. Sömürülecek bir şey yok ki!.. Tam tersine Türkler, Kürtler'i beslemektedir!.. Bu besleme ve desteklemenin yeterli olmaması, bölgenin dağlık ve ulaşılmaz olmasından dolayıdır. Orada yaşayan Türkler de Kürtler kadar sıkıntı içindedirler.
11- Yazar bu noktadan sonra iyice zırvalamaktadır... "Ermenilerin Kürdistan’ı da kapsayan bağımsız bir Ermenistan kuracakları düşüncesi ve Osmanlı’nın da bu yöndeki demagojisi" ifadesi, bölücü yazarın kendi halkını kandırma teşebbüsüdür!.. Kaldı ki, kendi de bir paragraf üstte "Kürtlerin bir bölümü Osmanlı’yla birlikte hareket ederler," demekte, ve sebep olarak ta "Rusya’dan aktif destek gören Ermeni Ulusal Hareketi"ni göstermektedir!..
Öte yandan Robert Olson, David Mc Dowall gibi pek çok yazar, daha doğrusu aklı başında her tarihçi bilir ve dile getirir ki, Ermeniler ile Kürtler aynı bölgelerde hak iddia etmektedirler. Bu yüzden 1. Dünya Savaşı'nda Ermeniler doğuda, Erzurum'da, Van'da TÜRKLER'in yanısıra Kürtler'i de kıtır kıtır kesmişlerdir!.. Yazar aslında Kürtler'in can düşmanı olan Ermeniler'i "dost" gösterme çabası içindedir!.. Kürt isyancıları "başkalarıyla işbirliği içinde" gösterirken, kendisi de Ermeni saldırganlarla aynı safı tutmaktadır!
12 - YALAN değil, KUYRUKLU YALAN!.. Kürtler hiç bir zaman ne resmen göç ettirildi, ne de tehcir!.. Rus ordusu ve Ermeni çetelerinin gelip zulmetmesi üzerine ta İstanbul'a kadar kaçanlar oldu!.. Bir kısmı Ruslar ve Ermeniler çekilince geri döndü. Tabii savaş sırasında ve bu göç sırasında ölenler olmuştur! İngiliz belgelerine dayanan Robert Olson, ve kapsamlı bir araştırma yazmış olan David Mc Dowall hiç bir şekilde böyle resmî bir göç ettirme veya sürgünden söz etmezler!.. Ancak Dersim isyanından sonra bazı Kürt aşiret reisleri aileleri ile birlikte batıya sürülmüşlerdir.
13- Yazarın tek takdirle karşıladığımız görüşü, SEVR ANLAŞMASI'na karşı çıkmasıdır!.. Dürüst bir şekilde Sevr'i desteklemenin emperyalizme âlet olmak anlamına geleceğini, ve bunun bir Kürt bölücüsüne bile yakışmayan bir davranış olduğunu belirtmiş!.. Ve ümidini emperyalist İngiltere ve Fransa'ya bağlayıp Osmanlı'ya isyan edenlerin sonradan hüsrana uğradıklarını da dile getirmiş! Ama kendini bu davranıştan kurtaramamış, tercihleriyle yine emperyalistlerin safına düşmüş!
Berezenci olayı dikkatle ve ibretle incelenmelidir. Savaş sırasında Kürtler İngilizler'i davet ederek Osmanlı'ya ihanet etmişler, sözde Kürt krallığı kurmuşlar, Musul'un Mondros Mütarekesi'ne aykırı olarak işgâline yol açmışlar, buna rağmen daha sonra İngilizler tarafından bombalanmışlardır. İngiliz'le mücadele eden Anadolu kurtulurken, İngiliz'den medet uman Kürtler ve Araplar sömürge durumuna düşmüş, perişan olmuşlardır. Hâlâ da kurtulamadılar!
Öte yandan Kemalistler'in Musul-Kerkük bölgesinde İngilizler'e karşı direnişi desteklemesini, "bölgede etkin bir rol üstlenme istekleri" olarak görmektedir. BUNDAN DAHA TABİİ BİR ŞEY OLAMAZ!.. Çünkü MUSUL-KERKÜK, mütarekeye MİSÂK-I rağmen işgâl edilmiş, MİLLÎ'YE DAHİL TÜRK TOPRAĞIDIR!
14- DOĞRUDUR!..Yazar, yine takdir edilecek bir dürüstlükle, aslında sadece TÜRKLER'in değil, Kürtler'in de kurtuluş savaşı olan mücadelede, "emperyalistlerin kışkırtmasıyla" ülke içinde isyanlar çıktığını belirtiyor.
15 - YANLIŞ!.. Kemalistler artniyetli davranmadılar. Lozan'dan hemen sonra Kürtler'e saldırmadılar. Lozan 1924'de, Şeyh Said isyanı 1925'tedir. Bu isyan, Mustafa Kemal'de Kürtler'in her zaman dış etkilere açık ve âlet olacağı kanaatini uyandırmış, bu yüzden Türk-Kürt söylemini değiştirmesine yol açmıştır. Mustafa Kemal, bölgenin tek kurtuluşunun, tamamen TÜRK milliyetçiliği üzerine bir devlet kurulması olduğu sonucuna varmış, böylece bütünlüğün sağlanmasına karar vermiştir. Yani, ülke zaten TÜRKİYE'dir, yüzlerce yıldır Avrupa tarafından da öyle bilinir. "TÜRK devletini kuran herkese TÜRK denir," şiarı ile her türlü ayırımcı yaklaşımı önlemek istemiştir. Kürtlük artık kişinin evinde, köyünde olan bir özelliktir ve öyle kalmalıdır. Sürüden ayrılanı, Emperyalizm kurdu kapar!
Öte yandan "Kürt soykırımı", "Dersim'de vahşet" iddiası elbette ki külliyen YANLIŞ!.. Soykırım zaten olmaz da, vahşet falan yok; yeni devleti yıkmak isteyen emperyalistlerin desteklediği peşpeşe isyanlar ve bu isyanların bastırılması var!..
Maalesef Ermeniler'den, Rumlar'dan sonra Kürtler de emperyalistlere âlet olmaktan kurtulamıyor!
Kürtler'in "göçebe" ve "dağlı" aşiretlerden oluşan bir topluluk olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Onların geri ve farklı yönlerini "Dağ Türkü" tabiri içinde eritmek istemenin, onları bu milletin has fertleri olarak görmenin neresi yanlış ki?.. Hep söyledik, "Dağ Türkü" ifadesi, Kürtler hakkında yazılan eserlerde kullanılan TEK OLUMLU tabirdir!
16- Şeyh Sait isyanını Dersimliler'in, Dersim isyanını da Kürt aşiretlerinin desteklememesi son derece tabiidir, Çünkü Dersimliler Kürt değil, Zaza'dır.
Öte yandan 1938'den 1968'e kadar, İsmet İnönü ve Menderes döneminde hiç bir Kürt isyanı çıkmaması, hemen hiç bir Kürtçülük faaliyeti olmaması üzerinde durulması gerekir. Hele "kemalist" sayılan (asla değildi) İsmet Paşa'nın, 2. Cihan Harbi kargaşasında dahi, isyanlardan âzâde yaşaması, nasıl yorumlanabilir?..
Biz bunu, İsmet Paşa'nın 2. Cihan Harbi'nde Batılılar'ın safında yer alması için rahat bırakıldığı, 1947'den sonra ise, tam bağımsızlıkçı millî Kemalist siyasetten tamamen uzaklaşıp Hıristiyan Emperyalist Batı'ya yönelmesine bağlı olduğu şeklinde yorumluyoruz. Menderes için de yorumumuz aynıdır. 1960 sonrası ise, karışıktır. Değişen dünya dengelerine uygun olarak hem Sovyetler, hem de ABD ve Batı Avrupa Kürtçülüğü kışkırtarak Türkiye'yi kendi istedikleri yöne çekmeye çalışmışlardır.
KÜRT AYIRIMCILARIN İDDİALARINA DEVAM!.. Ayırımcıların iddialarının aksine; Kürt ve Karduk kelimesi arasında bir ilişki olmadığı Nöldeke, Hartmann, Weissbach gibi şarkiyatçılar tarafından ortaya konmuştur.
Olsa da farketmez... Biz KARDULAR'ın TÜRK olduğunu daha önce gösterdik... Ama bilim adamları da ayırımcılara destek vermiyor. Yani KARDULAR TÜRK, ve şimdiki "kürt" diye bizden koparılmak istenenler ile ilişkisi yok!..
Rödiger ve Pott Kürtler'in İran kökenli olduğunu; Minorsky ise Med-İskit kökenli olduklarını belirtir... İskitlerin bir TÜRK boyu olduğu ise bilinmektedir.
İran'la olan bağlantıya gelince Pers, Sasanî dillerinde, diğer Hint-Avrupaî dillerde de Kürt kelimesi yoktur. Med dilinde de yoktur... Arapça'ya ise sonradan girmiş olup, Etrak(TÜRKLER) gibi çoğul haliyle Ekrad olarak alınmıştır. En eski devirlerden beri "göçebe-konargöçer" anlamında kullanılmıştır.
Yani Kürtler İranlılar'dan etkilenmişlerdir ama, köken olarak onlara bağlı değillerdir.
451 yılında Kafkasya üzerinden Mugan'ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun TÜRK topluluklarından, 12. yüzyılda Harzemşahlar döneminde MUGAN TÜRKMENLERİ olarak bahsedilmektedir.. Bu TÜRKMENLER Arap kaynaklarında Ekrad-ı bi-iskân, yani "yerleşik olmayan Kürtler" olarak geçer.
Açıkça görülmektedir ki, Arap kaynakları henüz yerleşik hayata geçmemiş ve belki de müslüman olmamış TÜRK boylarını ayırt etmek için Ekrad ifadesini kullanmaktadırlar... Çünkü göçebe de olsa müslüman Türkler'e TÜRKMEN adı verilmesi de bu dönemdedir.
Böylece ilk olarak Kürt adına GÖKTÜRK kitabelerinde rastlıyoruz. Bu oymağın GÖKTÜRKLER arasında yaşadığı ve liderinin adının ALP URUNGU olduğu tartışma götürmez.
Herat'tan üç fersah yukarıda Ulenknişin yaylasının batısında Kürtnişin adında bir köy vardır... Anadolu Kürtleri o diyara bir sefer yapmadıklarına göre (!), bu adın yöre Türkleri tarafından verildiği ortadadır.
Anadolu'nun doğu bölgesinde 11. asırdan itibaren devlet kuran Artukoğulları, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Saltukoğuları, Mengücükoğulları hep OĞUZ boyundandır. Aralarında hiç Kürt devleti yoktur!... Olsaydı, o da Kürt sayılmazdı. Çünkü devlet kuran yerleşik hayata geçer, yerleşik olanın da Kürtlüğü sona erer!.. Çünkü KÜRTLÜK, DAĞ GÖÇEBELİĞİ DEMEKTİR!
Dil farklılığın sebebi, yörenin sarp dağlık olması ve Arap-Acem etkisinin hissedilmesidir...
Kürt ayırımcılar hep bağımsızlık için mücadele ettiklerinden dem vururlar... Doğu ve Güneydoğu'da çıkan olaylar asla bir milliyetçi Kürt isyanı olarak başgöstermemiştir. Feld Mareşal Moltke, hatıralarında Osmanlı dönemindeki isyanların "Kürtler'in de askere alınmak istenmesi"nden çıktığını yazar... (Bakınız: Moltke'nin Türkiye Mektupları) 2. Mahmud dönemine kadar Kürtler de, Araplar, gayrımüslim azınlıklar gibi askere alınmıyordu... Birden 15 yıllık askerlik yükümlülüğü gelince erkekler dağa çıkmış, direnmiştir...
Cumhuriyet dönemindekiler de dahil, bazı diğer isyan olayları da şu sebeplere dayanır:
-- Eruhlu Yakup Ağa Olayı ... serpuş yerine şapka giyilmesinden,
-- Dersim Olayı ... 4. Genel Müfettişlik kurulmasından,
-- Hazza Olayı ... Hükümetin iskân uygulamasından,
-- 1934 Şerif Ahmet Han Olayı ... vergi meselesinden,
-- Bedirhan Olayı ... Hükümete asker verilmesinden,
-- Şemdinan, Hoca, Reşkotan, Raman, Jilyanlı Resul Ağa olayları ise jandarmanın kaçakçı takibinden
kaynaklanmıştır.
Şeyh Said'le İskilip olaylarında ise, dini yön ağır basmıştır... Tabii hasım devletlerin ajanları bu fırsatları değerlendirmekten kaçınmamışlardır
Osmanlı Döneminde Kürt İsyanları1800’lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda 30 civarında Kürt ayaklanması olmuştur. Bunların tamamına yakını aşiret beylerinin devlet otoritesiyle egemenlik paylaşımı mücadelesinin sonucudur. Bu yüzden isyanların milli bir karakterinin olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Batılı dinî ve siyasî misyonerlerin 1850’lerden itibaren Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaptığı faaliyetler sonucu, bu hareketlerde Kürtlük öğesinin de kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu Kürtlere bir çeşit özerk beylikler verilmişti. Aşiret düzeni içinde yaşayan bu topluluklar dinsel yönden Sünnî, Şafiî ve Alevî olmak üzere üçe ayrılmışlardı. Osmanlı, Sünnî ve Şafiî Kürtlerle ilişkileri iyi tutmaya gayret etmiştir. II. Abdülhamit, bu Kürtlerden Hamidiye Alaylarını kurarak Ermenilere karşı kullanmıştır. Bu alayları İstanbul’da açılan, beş yıllık hizmet veren “Aşiret Mektepleri” izlemiştir. II. Abdülhamit bu okullarda kendisine bağlı Kürt asker ve sivil bürokratları yetiştirmiştir. Buraya alınan çocukların tamamı aşiret reisi, bey ve ağaların çocuklarıydı. Buralarda yetişen çocuklar ileride Kürt isyanlarının başında yer alacaklardır.
Asıl konumuz Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi ayaklanmaları olduğu için Osmanlı’daki Kürt ayaklanmalarının belli başlılarının yalnızca isimlerini anmakla yetineceğiz.
1. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806-1808, Süleymaniye)
2. Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812, Süleymaniye)
3. Zaza Aşiretleri İsyanı (1818-1820, Dersim)
4. Revaduz Yezidi İsyanı (1830-1833, Hakkari ve çevresi)
5. Mir Muhammet İsyanı (1832-1833, Soran)
6. Kör Mehmet Paşa İsyanı (1830-1833, Erbil, Musul, Şirvan)
7. Garzan İsyanı (1839, Diyarbakır)
8. Bedirhan Bey İsyanı (1843-1847, Hakkari ve çevresi)
9. Yezdan İzzettin Şer İsyanı (1855, Bitlis)
10. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (1877-1878, Cizre ve Midyat)
11. Şeyh Ubeydullah İsyanı (1880, Hakkari, Şemdinli)
12. Emin Ali Bedirhan İsyanı (1889, Erzincan)
13. Bedirhani Halil ve Ali Remo İsyanı (1912, Mardin)
14. Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanı (1913-1914, Bitlis)
Her iki aile de Milli Mücadele yıllarında yeniden karşımıza çıkar. Sevr Antlaşmasını imzalayan kurulda yer alan ve 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti Başkanlığına getirilen Seyyid Abdülkadir, Şeyh Ubeydullah’ın büyük oğludur. Bu adam, 1925 yılında Şeyh Sait İsyanıyla ilgisinden dolayı idam edildi. Şeyhin diğer oğlu Abdullah ise, babasının öcünü almak için 1926 Haziran’ında Şemdinli Ayaklanmasını çıkaracaktır.
İngiltere’nin 1919 Haziranı’nda Kürt ayaklanması çıkarmak için görevlendirdiği Binbaşı Noel, bu iş için Bedirhaniler ailesini seçmişti. Bedirhani ailesinin lideri Bedirhan Paşa’nın oğlu Kürt Teali Cemiyeti Başkan Vekili Emin Ali Bey’dir. İngilizler ile Bedirhanilerin ilişkisi Fransız istihbaratının 1920’deki bir raporunda şu şekilde geçiyor:
“Botan aşiretinden Bedirhan ailesi İngiliz ajanları ile anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir.”
Mustafa Kemal Paşa da, Sivas Kongresi’nde bu işbirliğini açıklayarak gerekli tedbirleri aldıklarını açıklar. Mustafa Kemal, Binbaşı Noel, Ali Galip ve yanındakilerin tutuklanması emrini verince hepsi çareyi kaçmakta bulur.
Kürtler, 2. Meşrutiyet’le birlikte İstanbul’da çeşitli siyasi cemiyetler kurdular. 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ilk örgütlenmeleridir. Başında ömür boyu kalmak üzere Seyyit Abdülkadir vardır. Diğer kurucular, Bedirhanlı Emir Ali ve Şerif Paşa’dır. Kürt çocuklarını okutmakla işe başlayan örgüt bir basımevi kurar ve Kürdistan adlı bir gazete çıkarır. Örgüt Emin Ali ve Seyyit Abdülkadir’in anlaşamamaları üzerine kısa sürede dağılır.
Aynı isimler 1919 Mayısı’nda ilk siyasi örgütleri olan Kürdistan Teali Cemiyetini kurarlar. Başkanlığa yine Seyyit Abdülkadir seçilir. Cemiyet mevki sahibi asker-sivil bürokratlara dayanır. Yabancı elçilikler dolaşılarak destek ararlar. Wilson Prensiplerinden yararlanarak ayrı bir devlet kurmak peşindedirler. Doğuda Türkler, Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetinde örgütlenirken, bunlar Diyarbakır, Bitlis ve Elazığ illerinde cemiyetin şubelerini açarak emperyalistlerle işbirliğine girdiler.
2 Ocak 1920’da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope’a başvuran Kürdistan Teali Cemiyeti, Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Musul illerinin nüfusunun ezici çoğunluğunun Kürt olduğunu ve Ankara, Konya, Sivas, Adana ve Halep illerinde çok sayıda Kürt yaşadığını iddia ederek İngiliz mandası altında özerklik istediler. İngilizlerin zaten Mardin, Bitlis ve Van illerini içine alan İngiltere koruması altında bir Kürdistan devleti kurma planları vardı. Erzurum ve Trabzon ABD koruması altında Ermenilere verilecekti.
İngilizlerin planları ve desteğiyle hareket eden Kürt isyancılar, Milli Mücadeleyi önemli ölçüde zarara uğrattılar. Türk İstiklal Savaşını desteklediğini söyleyen Kürt aşiretleri olsa bile, bunlar bölgede etkin olamadılar. Kürtler, doğudaki Türkler Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinde birleşirlerken bunun dışında kalmışlar ve ayrılıkçı aşiret şeyhlerinin peşinden gitmişlerdir. Türklük dışında ayrı bir Kürt örgütlenmesinin varacağı başka bir son olamazdı zaten.
Kurtuluş Savaşında Türkler cephede savaşırken Kürtler, Ankara hükümetine karşı İngiliz desteğiyle başkaldırıyorlardı. Milli Mücadelenin Türkler ve Kürtler tarafından birlikte verildiği iddiasını tarihsel gerçekler ve rakamlar yalanlıyor. Kurtuluş Savaşında verdiğimiz 34 bin şehidin yalnızca 700’ü Kürt’tü. Milli Mücadelede sırasında 4, Cumhuriyetin ilanından sonra ise 11 Kürt isyanı çıkmıştır.
Koçgiri, Sivas’ın İmranlı ilçesinde yaşayan Kürt-Alevi aşiretidir. Bu aşiret Sivas’tan Erzurum’a kadar yayılan bir alanda yaşamaktadır. Kürdistan Teali Cemiyeti, Koçgirili Aşireti Şeyhi Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey’i Dersim’e cemiyetin şubesini açmak için gönderir. Alişan, Baytar Nuri ile birlikte çalışmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa, Doğuda yaşanabilecek bir tehlikeyi önlemek için her ikisiyle de görüşmek ister. Alişan ile görüşen Mustafa Kemal, onu ikna eder ve milletvekilliği önerir. Baytar Nuri ise, Alişan aracılığıyla kendisine yapılan milletvekilliği önerisini reddeder. Baytar Nuri, Seyyit Abdülkadir’i de pasif bulmakta, Kürt devleti kurmayı hedeflemektedir.
1921 yılı başında belli başlı Kürt aşiretleri reislerini toplayan Baytar Nuri, toplantıdakileri ikna eder ve Temmuz ayında Zara’da karakola saldırarak isyan başlar. Ankara Hükümeti, Koçgirili Alişan Bey’i Kaymakam Vekilliğine, kardeşi Haydar Bey’i de Bucak Müdürlüğüne atasa bile onlar da ayaklananlara yardım ederler.
Kürtler Kemah’ı ele geçirirler ve Ankara Hükümetine Kürdistan’ın özerkliğini tanıma, Türk memurların bölgeden çekilmesi ve Koçgiri’ye gönderilen birliklerin geri alınması konusunda bir muhtıra çekerler. Ardından TBMM’ye şu başvuruda bulunurlar: “Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”
İsyan gittikçe büyür ve 50 binden fazla silahlı insan bir araya gelir. Bölgede Türk köylerine saldıran isyancılar büyük katliamlar yaparlar. Bu esnada Yunanlılar da Bursa’yı ele geçirmişlerdir. Ancak isyanın büyümesi üzerine Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu 11 Nisan 1921’de isyancıların üzerine yürür. Topal Osman komutasındaki Giresun Alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir. 17 Haziran tarihinde isyan tamamen bastırılır.
İsyanı bastıran Nurettin Paşa önlem olarak isyan çıkartan aşiretlerin batıya Türk köylerinin yanına iskan ettirilmelerini önermişşe de bölgenin milletvekilleri bunu kabul etmezler. Hatta Nurettin Paşa’nın katliam yaptığını ve görevinden uzaklaştırılmasını istemektedirler. Nurettin Paşa’nın Kürt milletvekillerinin isteğiyle yargılanmasına karar verilir. Mustafa Kemal, tüm muhalefete ve Bakanlar Kuruluna karşı tek başına Nurettin Paşa’yı savunmuş ve onun ağır bir işleme tabi olmasına izin vermemiştir.
Nurettin Paşa’nın Kürtleri iskan önerisi ise Atatürk tarafından ileride 1935’de uygulattırılacaktır.
Cumhuriyet Döneminde İsyanlar
Cumhuriyetin ilanından 1938’e kadar 17 Kürt ayaklanması çıktı. Bu ayaklanmalar tarih sırasına göre şöyledir:
1. Nasturi (1924),
2. Şeyh Sait (1925),
3. Raçkıtan ve Raman (1925),
4. Sason (1925),
5. Ağrı (1926),
6. Koçuşağı (1926),
7. Mutki (1927),
8. İkinci Ağrı (1927),
9. Bicar (1927),
10. Asi Resul (1929),
11. Tendürük (1929),
12. Savur (1930),
13. Zeylan (1930),
14. Oramar (1930),
15. Üçüncü Ağrı (1930),
16. Pülümür (1930),
17. Dersim (1937-1938).
Olsa da farketmez... Biz KARDULAR'ın TÜRK olduğunu daha önce gösterdik... Ama bilim adamları da ayırımcılara destek vermiyor. Yani KARDULAR TÜRK, ve şimdiki "kürt" diye bizden koparılmak istenenler ile ilişkisi yok!..
Rödiger ve Pott Kürtler'in İran kökenli olduğunu; Minorsky ise Med-İskit kökenli olduklarını belirtir... İskitlerin bir TÜRK boyu olduğu ise bilinmektedir.
İran'la olan bağlantıya gelince Pers, Sasanî dillerinde, diğer Hint-Avrupaî dillerde de Kürt kelimesi yoktur. Med dilinde de yoktur... Arapça'ya ise sonradan girmiş olup, Etrak(TÜRKLER) gibi çoğul haliyle Ekrad olarak alınmıştır. En eski devirlerden beri "göçebe-konargöçer" anlamında kullanılmıştır.
Yani Kürtler İranlılar'dan etkilenmişlerdir ama, köken olarak onlara bağlı değillerdir.
451 yılında Kafkasya üzerinden Mugan'ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun TÜRK topluluklarından, 12. yüzyılda Harzemşahlar döneminde MUGAN TÜRKMENLERİ olarak bahsedilmektedir.. Bu TÜRKMENLER Arap kaynaklarında Ekrad-ı bi-iskân, yani "yerleşik olmayan Kürtler" olarak geçer.
Açıkça görülmektedir ki, Arap kaynakları henüz yerleşik hayata geçmemiş ve belki de müslüman olmamış TÜRK boylarını ayırt etmek için Ekrad ifadesini kullanmaktadırlar... Çünkü göçebe de olsa müslüman Türkler'e TÜRKMEN adı verilmesi de bu dönemdedir.
Böylece ilk olarak Kürt adına GÖKTÜRK kitabelerinde rastlıyoruz. Bu oymağın GÖKTÜRKLER arasında yaşadığı ve liderinin adının ALP URUNGU olduğu tartışma götürmez.
Herat'tan üç fersah yukarıda Ulenknişin yaylasının batısında Kürtnişin adında bir köy vardır... Anadolu Kürtleri o diyara bir sefer yapmadıklarına göre (!), bu adın yöre Türkleri tarafından verildiği ortadadır.
Anadolu'nun doğu bölgesinde 11. asırdan itibaren devlet kuran Artukoğulları, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Saltukoğuları, Mengücükoğulları hep OĞUZ boyundandır. Aralarında hiç Kürt devleti yoktur!... Olsaydı, o da Kürt sayılmazdı. Çünkü devlet kuran yerleşik hayata geçer, yerleşik olanın da Kürtlüğü sona erer!.. Çünkü KÜRTLÜK, DAĞ GÖÇEBELİĞİ DEMEKTİR!
Dil farklılığın sebebi, yörenin sarp dağlık olması ve Arap-Acem etkisinin hissedilmesidir...
Kürt ayırımcılar hep bağımsızlık için mücadele ettiklerinden dem vururlar... Doğu ve Güneydoğu'da çıkan olaylar asla bir milliyetçi Kürt isyanı olarak başgöstermemiştir. Feld Mareşal Moltke, hatıralarında Osmanlı dönemindeki isyanların "Kürtler'in de askere alınmak istenmesi"nden çıktığını yazar... (Bakınız: Moltke'nin Türkiye Mektupları) 2. Mahmud dönemine kadar Kürtler de, Araplar, gayrımüslim azınlıklar gibi askere alınmıyordu... Birden 15 yıllık askerlik yükümlülüğü gelince erkekler dağa çıkmış, direnmiştir...
-- Eruhlu Yakup Ağa Olayı ... serpuş yerine şapka giyilmesinden,
-- Dersim Olayı ... 4. Genel Müfettişlik kurulmasından,
-- Hazza Olayı ... Hükümetin iskân uygulamasından,
-- 1934 Şerif Ahmet Han Olayı ... vergi meselesinden,
-- Bedirhan Olayı ... Hükümete asker verilmesinden,
-- Şemdinan, Hoca, Reşkotan, Raman, Jilyanlı Resul Ağa olayları ise jandarmanın kaçakçı takibinden
kaynaklanmıştır.
Şeyh Said'le İskilip olaylarında ise, dini yön ağır basmıştır... Tabii hasım devletlerin ajanları bu fırsatları değerlendirmekten kaçınmamışlardır
Osmanlı Döneminde Kürt İsyanları1800’lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda 30 civarında Kürt ayaklanması olmuştur. Bunların tamamına yakını aşiret beylerinin devlet otoritesiyle egemenlik paylaşımı mücadelesinin sonucudur. Bu yüzden isyanların milli bir karakterinin olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Batılı dinî ve siyasî misyonerlerin 1850’lerden itibaren Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaptığı faaliyetler sonucu, bu hareketlerde Kürtlük öğesinin de kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu Kürtlere bir çeşit özerk beylikler verilmişti. Aşiret düzeni içinde yaşayan bu topluluklar dinsel yönden Sünnî, Şafiî ve Alevî olmak üzere üçe ayrılmışlardı. Osmanlı, Sünnî ve Şafiî Kürtlerle ilişkileri iyi tutmaya gayret etmiştir. II. Abdülhamit, bu Kürtlerden Hamidiye Alaylarını kurarak Ermenilere karşı kullanmıştır. Bu alayları İstanbul’da açılan, beş yıllık hizmet veren “Aşiret Mektepleri” izlemiştir. II. Abdülhamit bu okullarda kendisine bağlı Kürt asker ve sivil bürokratları yetiştirmiştir. Buraya alınan çocukların tamamı aşiret reisi, bey ve ağaların çocuklarıydı. Buralarda yetişen çocuklar ileride Kürt isyanlarının başında yer alacaklardır.
Asıl konumuz Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi ayaklanmaları olduğu için Osmanlı’daki Kürt ayaklanmalarının belli başlılarının yalnızca isimlerini anmakla yetineceğiz.
1. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806-1808, Süleymaniye)
2. Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812, Süleymaniye)
3. Zaza Aşiretleri İsyanı (1818-1820, Dersim)
4. Revaduz Yezidi İsyanı (1830-1833, Hakkari ve çevresi)
5. Mir Muhammet İsyanı (1832-1833, Soran)
6. Kör Mehmet Paşa İsyanı (1830-1833, Erbil, Musul, Şirvan)
7. Garzan İsyanı (1839, Diyarbakır)
8. Bedirhan Bey İsyanı (1843-1847, Hakkari ve çevresi)
9. Yezdan İzzettin Şer İsyanı (1855, Bitlis)
10. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (1877-1878, Cizre ve Midyat)
11. Şeyh Ubeydullah İsyanı (1880, Hakkari, Şemdinli)
12. Emin Ali Bedirhan İsyanı (1889, Erzincan)
13. Bedirhani Halil ve Ali Remo İsyanı (1912, Mardin)
14. Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanı (1913-1914, Bitlis)
Bedirhan ve Ubeydullah Aileleri
Bu isyanların niteliğini göstermek için Bedirhan Osman ve Şeyh Ubeydullah İsyanına değinelim. Her ikisi de Ruslarla yapılan ‘93 Harbinin kaybedilmesi sonucu bölgede egemenliği zayıflayan Osmanlı idaresine karşı yapıldı. Bedirhan Osman ve kardeşi Hüseyin Paşa, II. Mahmut döneminde dedeleri Bedirhan Bey’in kaybettiği yarı bağımsızlığı elde etmek istiyorlardı. Şeyh Ubeydullah ise Hakkari’den hareketle İran ve Osmanlı’yı tehdit edecek bir ayaklanma planlamıştı. İki yıl arayla çıkan bu isyanların ikisi de şeyh aileleri tarafından yönetiliyor, aynı bölgede çıkıyor ve birbirinden bağımsız hareket ediyorlardı. Bugün Kürtçü yazarların saygıyla adlarını andıkları iki isyancı da başarısız olunca Osmanlı’ya sığınmışlardır. Osman ve Hüseyin Paşa affedilip İstanbul’a yerleşirken, Ubeydullah ise II. Abdülhamit’ten geçimini sağlayarak Mekke’ye sürülmüştür.Her iki aile de Milli Mücadele yıllarında yeniden karşımıza çıkar. Sevr Antlaşmasını imzalayan kurulda yer alan ve 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti Başkanlığına getirilen Seyyid Abdülkadir, Şeyh Ubeydullah’ın büyük oğludur. Bu adam, 1925 yılında Şeyh Sait İsyanıyla ilgisinden dolayı idam edildi. Şeyhin diğer oğlu Abdullah ise, babasının öcünü almak için 1926 Haziran’ında Şemdinli Ayaklanmasını çıkaracaktır.
İngiltere’nin 1919 Haziranı’nda Kürt ayaklanması çıkarmak için görevlendirdiği Binbaşı Noel, bu iş için Bedirhaniler ailesini seçmişti. Bedirhani ailesinin lideri Bedirhan Paşa’nın oğlu Kürt Teali Cemiyeti Başkan Vekili Emin Ali Bey’dir. İngilizler ile Bedirhanilerin ilişkisi Fransız istihbaratının 1920’deki bir raporunda şu şekilde geçiyor:
“Botan aşiretinden Bedirhan ailesi İngiliz ajanları ile anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir.”
Mustafa Kemal Paşa da, Sivas Kongresi’nde bu işbirliğini açıklayarak gerekli tedbirleri aldıklarını açıklar. Mustafa Kemal, Binbaşı Noel, Ali Galip ve yanındakilerin tutuklanması emrini verince hepsi çareyi kaçmakta bulur.
B- Türkler Emperyalizmle Savaşırken Kürtler Ne Yaptı?
Osmanlı’nın İtilaf Devletleriyle Mondros Antlaşmasını imzalaması ve arkasından gelen işgaller, Anadolu’daki Türkleri harekete geçirdi. İşgallere karşı Kuvayı Milliye örgütleri kurarak çarpışan Türkler, Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinde toplanıyorlardı. Mustafa Kemal’in liderliğinde birleşen ulusal direniş, bir taraftan emperyalist işgalcilerle çarpışırken bir taraftan da içerdeki ayaklanmalarla uğraşıyordu. Bu ayaklanmalar esas olarak padişahın desteğindeki gerici ayaklanmalar ile Güneydoğudaki Kürt ayaklanmaları idi.Kürtler, 2. Meşrutiyet’le birlikte İstanbul’da çeşitli siyasi cemiyetler kurdular. 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ilk örgütlenmeleridir. Başında ömür boyu kalmak üzere Seyyit Abdülkadir vardır. Diğer kurucular, Bedirhanlı Emir Ali ve Şerif Paşa’dır. Kürt çocuklarını okutmakla işe başlayan örgüt bir basımevi kurar ve Kürdistan adlı bir gazete çıkarır. Örgüt Emin Ali ve Seyyit Abdülkadir’in anlaşamamaları üzerine kısa sürede dağılır.
Aynı isimler 1919 Mayısı’nda ilk siyasi örgütleri olan Kürdistan Teali Cemiyetini kurarlar. Başkanlığa yine Seyyit Abdülkadir seçilir. Cemiyet mevki sahibi asker-sivil bürokratlara dayanır. Yabancı elçilikler dolaşılarak destek ararlar. Wilson Prensiplerinden yararlanarak ayrı bir devlet kurmak peşindedirler. Doğuda Türkler, Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetinde örgütlenirken, bunlar Diyarbakır, Bitlis ve Elazığ illerinde cemiyetin şubelerini açarak emperyalistlerle işbirliğine girdiler.
2 Ocak 1920’da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope’a başvuran Kürdistan Teali Cemiyeti, Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Musul illerinin nüfusunun ezici çoğunluğunun Kürt olduğunu ve Ankara, Konya, Sivas, Adana ve Halep illerinde çok sayıda Kürt yaşadığını iddia ederek İngiliz mandası altında özerklik istediler. İngilizlerin zaten Mardin, Bitlis ve Van illerini içine alan İngiltere koruması altında bir Kürdistan devleti kurma planları vardı. Erzurum ve Trabzon ABD koruması altında Ermenilere verilecekti.
İngilizlerin planları ve desteğiyle hareket eden Kürt isyancılar, Milli Mücadeleyi önemli ölçüde zarara uğrattılar. Türk İstiklal Savaşını desteklediğini söyleyen Kürt aşiretleri olsa bile, bunlar bölgede etkin olamadılar. Kürtler, doğudaki Türkler Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinde birleşirlerken bunun dışında kalmışlar ve ayrılıkçı aşiret şeyhlerinin peşinden gitmişlerdir. Türklük dışında ayrı bir Kürt örgütlenmesinin varacağı başka bir son olamazdı zaten.
Kurtuluş Savaşında Türkler cephede savaşırken Kürtler, Ankara hükümetine karşı İngiliz desteğiyle başkaldırıyorlardı. Milli Mücadelenin Türkler ve Kürtler tarafından birlikte verildiği iddiasını tarihsel gerçekler ve rakamlar yalanlıyor. Kurtuluş Savaşında verdiğimiz 34 bin şehidin yalnızca 700’ü Kürt’tü. Milli Mücadelede sırasında 4, Cumhuriyetin ilanından sonra ise 11 Kürt isyanı çıkmıştır.
Ali Batı İsyanı
Midyat’ın güneyindeki aşiretlerin başkanı olan Ali Batı otorite boşluğundan faydalanarak; Mardin, Savur, Cizre ve Nusaybin bölgesindeki aşiretlerin de bir bölümünü etkisi altına alarak, 11 Mayıs 1919’da adamlarıyla birlikte Nusaybin’e girer. İngilizlerin kışkırtmasıyla harekete geçen Ali Batı, Padişahın izni ile hareket ettiğini yayar. Kürdistan’ı kurmak amacındaki Ali Batı, tutukluları serbest bırakarak işe başlar. 19 Ağustos’ta Meddah bölgesine çekilen Ali Batı öldürülür ve isyan son bulur. Bu, Türk Milli Mücadelesi döneminin ilk Kürt ayaklanmasıdır.Cemil Çeto İsyanı
1920 Mayıs ayında Hıdranlı Aşireti Reisi Hüseyin Paşa Garzan çevresinde Kürt Teali Cemiyeti’nin bir beyannamesini dağıtır. Bu beyannamede, İtilaf Devletlerinin Kuvayı Milliye’yi dağıtacağı ve bir Kürdistan kurulacağı belirtiliyor, silahlanarak hazırlıklı olunması isteniyordu. Hüseyin Paşa’yı misafir eden Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, başka aşiretleri de kışkırtarak Garzan bölgesinde güçlenmeye başlar. Reşkotan aşiretini de yanına çekmek ister, ancak başaramaz. Cemil Çeto, harekete geçtiyse de, askerî birliklerin önlemleri karşısında adamlarını bir arada tutamaz ve 4 oğlu ile 7 Haziran 1920’de teslim olur.Milli Aşireti İsyanı
Bitlisli Kürt milletvekili ve aynı zamanda İngiliz ajanı Yusuf Ziya Bey’in yakın arkadaşı Cibranlı Halit Bey, Haziran 1920’de Kürt aşiretlerini “birlik halinde bulunmadıkları için altı yüz yıldır Türk hakimiyetinde yaşadıkları, şimdi kurtuluş gününün geldiği ve silahlanarak harekete geçmeleri” yönünde propaganda yapıp kışkırtıyordu. Ankara’da kurulan Hükümetin Padişahı tanımadığı ve bu Hükümetin Yunanlılar tarafından ortadan kaldırılacağını yayıyordu. Bu yolda yapılan kışkırtmalar sonucu Milli Aşireti, güneydeki İtilaf devletleriyle ilişki kurdu ve Fransızların Urfa’ya ikinci kez saldırdıkları sırada, fırsattan yararlanarak ayaklanıp Siverek’e doğru yürüdü. Fakat burada bulunan 5. Tümen 19 Haziran’da üzerlerine gidince, isyancılar Suriye’ye kaçılar. Bir ay sonra hazırlık yaparak, 3000 atlı ve deveyle ve 1000 yaya kuvvetle, Viranşehir’e girdiler. TBMM’ye karşı harekete geçtiklerini ilan ettiler. Ancak Dersim ve Elazığ yöresindeki aşiretlerin bekledikleri desteği vermemesi sonucu 5. Tümen isyancıları tekrar mağlup etti ve Milli Aşireti tekrar çöle kaçtı.Koçgiri İsyanı
Türk Milli Mücadelesini en çok tehlikeye düşüren isyan, Koçgiri İsyanı olmuştur. İkinci İnönü Savaşı’nın başladığı günlerde başlayan isyan, Ankara’yı çok zor duruma soktu. Yunan saldırısıyla eşzamanlı başlayan isyan, Türk düşmanlarının planlı bir şekilde çalıştıklarını göstermektedir.Koçgiri, Sivas’ın İmranlı ilçesinde yaşayan Kürt-Alevi aşiretidir. Bu aşiret Sivas’tan Erzurum’a kadar yayılan bir alanda yaşamaktadır. Kürdistan Teali Cemiyeti, Koçgirili Aşireti Şeyhi Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey’i Dersim’e cemiyetin şubesini açmak için gönderir. Alişan, Baytar Nuri ile birlikte çalışmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa, Doğuda yaşanabilecek bir tehlikeyi önlemek için her ikisiyle de görüşmek ister. Alişan ile görüşen Mustafa Kemal, onu ikna eder ve milletvekilliği önerir. Baytar Nuri ise, Alişan aracılığıyla kendisine yapılan milletvekilliği önerisini reddeder. Baytar Nuri, Seyyit Abdülkadir’i de pasif bulmakta, Kürt devleti kurmayı hedeflemektedir.
1921 yılı başında belli başlı Kürt aşiretleri reislerini toplayan Baytar Nuri, toplantıdakileri ikna eder ve Temmuz ayında Zara’da karakola saldırarak isyan başlar. Ankara Hükümeti, Koçgirili Alişan Bey’i Kaymakam Vekilliğine, kardeşi Haydar Bey’i de Bucak Müdürlüğüne atasa bile onlar da ayaklananlara yardım ederler.
Kürtler Kemah’ı ele geçirirler ve Ankara Hükümetine Kürdistan’ın özerkliğini tanıma, Türk memurların bölgeden çekilmesi ve Koçgiri’ye gönderilen birliklerin geri alınması konusunda bir muhtıra çekerler. Ardından TBMM’ye şu başvuruda bulunurlar: “Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”
İsyan gittikçe büyür ve 50 binden fazla silahlı insan bir araya gelir. Bölgede Türk köylerine saldıran isyancılar büyük katliamlar yaparlar. Bu esnada Yunanlılar da Bursa’yı ele geçirmişlerdir. Ancak isyanın büyümesi üzerine Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu 11 Nisan 1921’de isyancıların üzerine yürür. Topal Osman komutasındaki Giresun Alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir. 17 Haziran tarihinde isyan tamamen bastırılır.
İsyanı bastıran Nurettin Paşa önlem olarak isyan çıkartan aşiretlerin batıya Türk köylerinin yanına iskan ettirilmelerini önermişşe de bölgenin milletvekilleri bunu kabul etmezler. Hatta Nurettin Paşa’nın katliam yaptığını ve görevinden uzaklaştırılmasını istemektedirler. Nurettin Paşa’nın Kürt milletvekillerinin isteğiyle yargılanmasına karar verilir. Mustafa Kemal, tüm muhalefete ve Bakanlar Kuruluna karşı tek başına Nurettin Paşa’yı savunmuş ve onun ağır bir işleme tabi olmasına izin vermemiştir.
Nurettin Paşa’nın Kürtleri iskan önerisi ise Atatürk tarafından ileride 1935’de uygulattırılacaktır.
Cumhuriyet Döneminde İsyanlar
Cumhuriyetin ilanından 1938’e kadar 17 Kürt ayaklanması çıktı. Bu ayaklanmalar tarih sırasına göre şöyledir:
1. Nasturi (1924),
2. Şeyh Sait (1925),
3. Raçkıtan ve Raman (1925),
4. Sason (1925),
5. Ağrı (1926),
6. Koçuşağı (1926),
7. Mutki (1927),
8. İkinci Ağrı (1927),
9. Bicar (1927),
10. Asi Resul (1929),
11. Tendürük (1929),
12. Savur (1930),
13. Zeylan (1930),
14. Oramar (1930),
15. Üçüncü Ağrı (1930),
16. Pülümür (1930),
17. Dersim (1937-1938).