BEYİNDEKİ DEDİ KODU
Mu’minûn sûresinin hemen başında, kişisel gelişimin ve rûhsal arınmanın en önemli adımlarından birisi olduğunu düşündüğüm bir ibare var. Müminlerin, yani kendindeki ilahi öze inanıp güvenenlerin meziyetleri sayılırken, ilahi yönümüzün beslenmesi/desteklenmesi anlamına gelen salât konusunda huşûnun gerekliliği ile birlikte, malayaniden yüz çevirmek de vurgulanıyor.
Gerçekten Mü’minler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, Salatlarında huşû içindedirler. Onlar ki, boş sözden ve faydasız işten yüz çevirirler (23: 1-3).
Fakat huzur reçetesindeki bu temel hüküm çoğunlukla göz ardı ediliyor. Dünya koşuşturmacasına dengenin ötesinde kendini kaptıran, kaybeden bireyler bir yana, bilhassa, rûhsal arınma yoluna niyetlenmiş kişi ve çevrelerin boş söz ve yararı olmayan alanlara yönlendirilen merak duygusundan (dedikodu) kendilerini alamamaları ne hazin!
Hele ki, dedikodu batağında, “başkaları” kavramının renksiz yelpazesinde ömür tüketilirken, dindeki ritüellere sıkı sıkıya bağlılıkla [1] cennete girilebileceğinin veya dinlerin özünü anlatanları taklit etmekle [2] erilebileceğinin zannedilmesi!?.. [3].
[1] Dindeki ritüeller tevhidin rûhu idrak edildikten sonra mecaz olmaktan çıkar ve anlam kazanmaya başlar.[2] Şekil-şemailin, tarzın taklidi değil, ilmin, yani, bilginin yaşamının/pratiğinin modellenmesi (Üsve-i Hasene) makbul olandır.[3] Bu iki durum da dedikodunun gizli kalmış farklı yönleridir.
Hâlbuki hemen bir önceki âyette dikkatlerimizin huşûya çekilmesi, lakırdıdan yüz çevirme ile salâttaki huşûnun birbirlerini besleyen eylem ve duygular olduklarını hissettiriyor. Yani, “öteki” kavramı dâhilindeki yararsız ego-hazlar beynin ilgi alanından silindikçe salâttaki huşû artar, huşû arttıkça da, düşük bilinç seviyesinin beslenme malzemesi olan malayaninin çekiciliği de zayıflar, kesilir.
Peki, salâtlarımızı kupkurutan dedikodu neden bu kadar güçlü bir alışkanlık, huy veya karakterdir?
İnsanın doğasında var olan ve rûhsal olgunlaşma açısından çokça puan kaybettiren bu gerçeğimizin evrimsel psikoloji perspektifinden bir açıklaması var aslında!
Böceğinden şempanzesine kadar birçok canlıda basit sinir düğümleri veya beyin katmanları arası koordineli aktivitelere paralel olarak ortaya çıkan temel duygulardan birisidir, merak.
Balıklarda/amfibilerde/sürüngenlerde bilinçli içerik olmadan salt dikkat kesilme biçiminde bulunan merakın en basit formu, en eski beyin yapısı olması nedeniyle sürüngen beyin olarak da adlandırılan Beyin sapı tarafından sağlanır. İnsanda ise, canlılarda en son evrimleşmiş, kompleks beyin bölgesi olan Prefrontal korteksin, genlerinde diğer beyin katmanlarıyla daha girift bağlantılar kuracak şekilde kodlanması yüksek bilinci ve meta-merak diyebileceğimiz, merakın kendisi hakkında merak kavramını doğurmuştur.
Evrim ağacındaki uzak akrabalarımızda dahi merakın belirli oranlarda olması aslında bu ortak duygunun ne kadar güçlü ve hayati olduğunu gösteriyor. Bu gayet normal [4], çünkü vahşi doğada her şeye karşı oldukça meraklı/şüpheli olacak şekilde özelleşmiştir beyin.
[4] Bir türün doğada örneğin yeni bir besin kaynağı bularak veya av olmaktan korunarak hayatını devam ettirebilmesi için evrimleşen beyin organizasyonlarına koşut olarak iç dünyasına merak duygusu yerleşmiştir.
Fakat insansı türlerin (hominid) genomlarında (=total DNA dizilimi) meydana gelen mutasyonlar evrimsel kaderini 6-7 milyon yıllık bir süreçte bilincinin bilincinde olacak [5] derecede radikal bir değişiklikle sonuçlandırmıştır. Bilinçli olma avantajı ile birlikte, insan türü zor doğa şartlarından kurtulmuş ve önceden tahmin edilebilir, daha güvenli ve daha sakin yerleşik hayata geçmiştir. Çetin yaşam şartları için, adapte olarak beyne kodlanmış, milyonlarca yıllık fiziksel ve güdüsel derinliğe sahip güçlü merak duygusunun dozajı artık fazla geldiğinden, bu duygunun farklı alanlara yöneltilerek doyurulma zorunluluğu çıkmıştır doğal olarak.
[5] Kendinin/bilincin farkındalığına giden süreçteki önemli basamakları şöyle sıralayabiliriz: Dik yürümeye başlamasıyla ellerinin serbest kalması ve çenenin küçülüp kafatasının büyümesi. Gözlerin ön tarafa kayarak üç boyutlu görüşe yani daha bilgilendirici datanın beyine sunulması. Dili konuşma (Broca) ve anlama (Wernicke) ile ilgili beyin bölgelerinin gelişmesi. Ayna nöronlar ile soyut düşünme, modelleme ve hayal kurma yetisinin gelişimi. İnsan nöroanatomisinin embriyonik gelişimi, dil ve kompleks düşünme ile ilgili ve en yakın akrabalarımız şempanzelerden bile çok fazla farklılık gösteren HARs (Human Accelerated Regions/İnsanda ivme kazanmış 49 gen bölgesi) DNA bölgeleri.
Bu zorunlu tatmin arayışı insanlık tarihinde bilinçli olarak yönlendirildiğinde özetle bilim, sanat, din ve kültür dediğimiz yaratıcı ve anlamlı alanlar olarak tezahür ederken, bilinçsizce gerçekleşmesi ise malayaniyi doğurmuştur.
Peki, insanoğlunun çoğunluğu merak duygusunu neden ağırlıklı olarak yaratıcı alanlara çevirmek yerine basit olana çeviriyor?
Bilgi çağı insanı olarak övündüğümüz 21. yüzyılda, bir kişi mesela neden başkalarına yararı olmayan gün içi faaliyetlerini sosyal iletişim ağlarında paylaşma isteği duyar veya aynı/daha fazla ölçüde başkalarının kendisine yaramayacak paylaşımlarını takip ederek zaman israfı yapar? Neden magazin programları, başkalarının hayatlarını anlatan diziler bu derece popüler? Örneklerin sayısı uzatılabilir…
Kişi bu mantıksızlığın farkında olsa dahi doğası gereği daha güçlü olan dürtüler genel olarak mantıksal düşünmenin önüne geçer ve rahatlamak için bu eylemlere devam edilir.
Merakın çoğunlukla/kolayca malayaniye bilinçsizce yönlendirilmesinin nörolojik açıdan karşılığı; beyinde az enerji gerektiren sıradan, komprime bağlantılar kurması, yani psikolojik olarak kolay ve hızlı bir tatmin aracı olması! Bu nedenle de insan kendini dedikodudan, aynı mantıkla televizyon başında saatlerce dizi izlemekten bir türlü alamamakta!
Geliştirici olmayan, kalıbı yoran ve de kalbi öldüren bu aksiyonların tekerrüründe ise ilgili sinirsel bağlantılar güçlenmekle kalmaz, bu bağlantıların zamanla beynin derinliklerine doğru sinmesiyle kalıplaşmasına da neden olur. Demek istediğim, bu fiillerin kişi tarafından içselleştirileceği! Ve artık toplum nezdinde bile normal kabul edileceği!
Bu adaptasyon (örneğin dedikodu yapmanın “normal bir durum” olarak addedilmesi) sonucu, o beyinde girift düşünce patika ve yollarının kurulması da haliyle güçlükle gerçekleşen bir sürece dönüşür. Bunun hayatımızdaki göstergesi tefekküre niyetlendiğimizde beynin tembellik göstermesi ve hemencecik düşünmekten yorulmamız değil midir?
Kişisel bilinçdışımızın bu hali reddederek yorgun düşmesi normal, çünkü fikirdeki yoğunluk beraberinde yüksek enerji gerektirir. Yani düşünme sürecine daha fazla sinir hücresi katılır. Beyin süreçlerinin, yani kişiliğin alışık olmadığı bu durumu sürdürmesi de zor olacağından, insanı hâlihazırda daha az maliyetli olan ve egosal tatmin yaratan malayaniye yöneltecektir.
Kendindeki ilahi öze inanmış bir zihnin, sahte ve/yani sınırlı egonun sanal-ardındaki özünün sınırsızlığına olan güvenini, teslimiyetini tesis edebilmesinin olmazsa olmaz gerekliliklerinden biri malayaniden kaçınmak. Böylece uzun vadede, zihne sınır koyan, aklı bulandıran, gönlü buğulandıran gereksiz düşünceler bilince daha az çıkacağından insanın psikolojisi de hafifleyecektir. Kişi rahatladıkça, paralelinde çapraşık/derinlikli düşünmenin özgürleşmesine zemin hazırlanır.
Beyinde ata dininden (~genetik program ve çevre şartlanmaları) kalma, kilitleyici dedi ‘kodu’ hack edildiğinde/haklandığında/hakkından gelindiğinde, âyet (Mu’minûn-3) melek (~ilahi güç) olarak tecelli edecektir. Artık tefekkür âyetlerinin kıraatine (~okumasına) rahatlıkla geçilerek yeni, dönüştürücü ‘kod’ yazma vakti geldi demektir!
Yeni tefekkürlerde buluşmak üzere..