30 Aralık 2019

İNSAN BİLMENİN DOĞASINA İSYAN ETTİĞİ VAKİT.....

İnsan, bilmenin doğasına isyan ettiği vakit kendinde bir olağanüstülüğe rastlar. 
Ona sımsıkı sarılır zira kendisini her zaman bu varoluşun bir misafiri olarak görmüştür. 
Bu metafizik algısı, bu canlı varlığın ilk ve tek kaidesi olan hayatta kalmayı bile yadsıyan destansı şiir, ona hiç görülmemiş bir motivasyon, sebebi bile sorulmayan bir cevap vermiştir. 
Eşyanın içkini olduğunu ona ispatlayan acıyla, yorgunlukla, ıstırapla bezeli et ve kemik torbasına duyduğu öfke ve nefretin bir dışa vurumudur bu. 
Başlangıç noktasını koyamadığımız bu varlık sahnesi, belirlenmiş parametrelerle sınırlı olduğundan ona iştirak eden insan aklı ile daimi bir orantı ve simetride değerlendirilmiştir.
Tanrı saklanırken insanlar onu arar. 
Kimileri onu bir kukla gibi konuşturmuş, insan aklına işlenmiş tanrısal konsepti sömürmüş ise de Descartes’ın giriş cümlesinde değindiği gibi, en sıradanımız bile ortak akıldan nasibi almıştır ve her insanın da kendi zekasıyla fevkalade bir örüntüde olduğunu kabul etmiştir. 
Asıl konumuz olun soruya tekrar dönelim
İki artı iki kaç eder?
Bu soruya aklın vereceği birçok soru mevcuttur
İlki ve günümüzde en çok kabul göreni, 
“iki artı iki beş eder çünkü bunu tanrı söyledi,” -dir. 
Tanrı, kimilerine göre avam kesime ama aslında herkese ve en net biçimde 
“MUCİZE” kelimesinden kendisine götüren bir ipucu olduğunu bildirir. 
Bununla insanları kendisine çağırır. 
Yazının başında değindiğim, bilmenin doğasını yadsıyan bu mucize kelimesi, çoğu insan için kutsal ve vazgeçilmez bir kavramdır. 
Fakat tanrının verdiği akıl bu iddiayı en net biçimde yadsır. Denizin veya ayın ikiye yarılması, taştan su fışkırması gibi, çok şiirsel ama çürük kokusu salan fenomenleri açıklamak için akla başvurulamaz.
İnsanların mucizeye olan tutkusunu açıklamak o kadar da kolay değil. 
Hiç kimse gözüyle gördüğü bir mucizeye inanmaz; zira eşyanın doğasına baş kaldırabilecek bir güç olmadığının bilincindedir. 
Fakat bu mucizeler ona başkaları tarafından aşılanırsa bunda bir bahis görmez zira o, mucizeye değil bu mucizeyi ona anlatanlara inanıyordur. 
İnsanın ne kadar aciz ve bağımlı bir varlık olduğunu biliyoruz. 
O, var oluş arenasına doğduğundan beri sürekli bir tüketime hapsolmuştur. 
Yemek yemek, dışkılamak, nefes almak gibi insan, birçok zorunlulukla doğar. 
Zaten onun en büyük hayali olan gökler katında o, hiçbir zorunlulukla baş etmeden, her nasılsa eşyanın geçici hevesleriyle vakit geçireceği bir ütopya kurgular.
Elimizde sınırlı bilgi ve bu bilginin odak noktası olan neredeyse değişmez, katı kurallarla sınırlı bir eşya mevcut. 
Hiçbirimiz uçamıyoruz, hiçbirimiz uykusuz bir hafta dayanamıyoruz. 
Zorunluluklarımızı giderdiğimiz ölçüde mutlu oluyoruz. 
Ses tellerimizin titreşmesiyle belli hakikatleri bağırıyorsak da bu neyi değiştiriyor? 
Kelimeleri yaratan biziz, yolu da istikameti de biz uydurduk, şu an dünyanın herhangi bir yerinde herhangi birisi olarak yaşabilirdik; bu tantana, bu başı sonu belirsiz varlık niye?
Bir değerli büyüğüm bana bir keresinde şunu demişti “İnsan gün içerisinde anlık aydınlanmalar, sıçramalar yaşar, birkaç saniyeliğine hakikati görür.” 
Bu o kadar doğru ki! Sanki ruhumuz çıkarın ulan beni bu kan kokan et parçasından diye inliyor içimizde. 
İnsanın bu var oluşa ait olmadığı o kadar bariz ki, her şeyin bir yanılgı ve yansıma olduğu, gölgeler içinde gölge olduğu o kadar ortada ki, insanlar bu en acı ve sert gerçeği göz ardı etmek için aşağılık bedenin zorunlulukları ile bir oraya bir buraya savrulup sonunda hırıltılı bir nefes vererek siktir olup gidiyorlar bu varoluştan.
İçinizdeki benlik dışında bu mavi-yeşil gezegende hiçbir hayati, hiçbir önemli, hiçbir kayda değer anlam yoktur. 
İnsanı bedeni dışında bir benlikle tanımlamak kadar da zor bir şey yoktur. 
Filozoflar da bu sorunun cevabını kısmen de olsa aramışlardır. 
Özellikle Kilise filozofları, ruh dışında hiçbir gerçekliğin olmadığını, varlığı var edenin insan bilinci olduğunu savunmuşlardır. 
Bu ikircikli konu, en büyük felsefi tartışmalardan birçoğunu doğurmuştur. 
Benlik nedir? Ruh mudur, beden midir, yoksa ikisinin bir karışımı mıdır? 
İnsan bilince kavuştu kavuşalı kendisini göklerdeki gücün yerdeki bir yansısı olarak görmüştür. 
Kant, gökteki yıldızlara ve içindeki ahlaka vurgu yaparken bunlar arasındaki bağı işaret ediyordu. 
Schoupanhuer, 
Her şeyi cevaplayacak soru şudur: Gözümüzü kapattığımızda görmeye devam eder miyiz?
-Endülüs
"""Açıklama....
18 Maddede Hayatı Tüm Gerçekleriyle Kabul Edip Istırap Olarak Gören Filozof: Schopenhauer
Alman bir filozof, yazar ve eğitmen olan Schopenhauer 
(d. 22 Şubat 1788, Danzig - 21 Eylül 1860, Frankfurt), Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Ayrıca Nietzsche'nin ilk akıl hocasıdır.
Arthur Schopenhauer felsefesini anlamada hayat öyküsü önemlidir. Hayatı bir ıstırap olarak gören filozofun yaşadıkları felsefesini etkilemiştir. Babası tüccar Heinrich Floris, annesi edebiyatçı Henrietta Trosiener’dir. Babası 9 yaşından itibaren ticari seyahatlerine Arthur’u da götürür. Daha sonra özel ticaret okuluna gönderir. Oğlunu ticaretteki varisi olarak görmektedir. Arthur 1805’te ticari katip olarak işe başlar. Aynı yıl babası ölür. Annesi ticareti bırakıp akademik hayata devam etmesini ister. Zaten gönlü olmayan Arthur yüksek liseye başlar. Hocasını sert şekilde eleştirdiği için buradan ayrılır. Daha sonra üniversiteye kaydolur. Tıp okumaya başlar, sonra felsefeye yönelir. 
“Yeter Sebep İlkesinin Dört Farklı Kökü Üzerine” adlı çalışmasıyla Jena Üniversitesi’nden doktora derecesi alır.
Annesinin açtığı toplantı salonunda Arthur birçok düşünürle fikir münasebetinde bulunur. Goethe 'de bunlardan biridir. Doğu bilgeliği ile ilgilenir. 
Doğu mistisizmi ve panteizmi araştırır. Newton’u eleştirir.
Berlin Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine kabul edilir. Aynı fakültede ders veren Hegel için: “Eserlerinin dörtte üçü safi saçmalık, dörtte biri de paradoks olan” tanımını yapar. Hegel’in dersleri ile aynı saatte ders işler. İnsanların iki seçenekten kendisini seçmesini bekler ancak yanılır. Derslere gelen olmayınca seyahate çıkar. Çeviri, derleme ve editörlük yapmaya çalışır. Yayıncılar pek ilgi göstermez ancak o düşüncelerini destekleyen her destekleyici ifadeyi ve durumu kaydeder.
 “Alman felsefesinde put kırıcılık” yaptığı için övülür. 
Hayatının son yıllarını ünlü bir filozof olarak geçirir. 
Kendi tanımıyla, bir insan düşmanıdır ve tek arkadaşı köpeğidir. 
21 Eylül 1860’ta 72 yaşında vefat eder.
1. Herhangi bir şeye inanmayan evhamlı biri olarak anılır. İçinde yaşadığı ortamın sürekli ona kötülük vereceğini düşünmektedir. "Hayvanlar ve insanların aynı madde ve tozu paylaştığına ilişkin bu son derece basit ve sorgulanamaz gerçek, insanların zihinlerinde yer ettiği zaman, hayvanların gerçekten hakları olacak ve canları rezil bir serserinin ruh hali ve vicdansızlığına bağlı olmaktan kurtulacaktır. Ancak o zaman, şarlatan doktorlar sayısız hayvan üzerinde en cani işkenceleri deney adı altında uygulayamayacak, tüm tuhaf ve cahilce arzularını gerçekleştiremeyeceklerdir." anlamı anlamsızlıkla yadsırken, aklın turnusol kağıdı olan değer yargısından yola çıkıyordu.
Herhangi bir şeye inanmayan evhamlı biri olarak anılır. İçinde yaşadığı ortamın sürekli ona kötülük vereceğini düşünmektedir.
"Kolay değildir mutluluk; kendimizde bulmak çok zordur, 
başka bir yerde bulmak ise imkansızdır."

2. Gürültüden nefret eder. Ona göre insanların çoğunluğu hor görülmeye layıktır. Kendisi insanlardan uzak ve bencil bir yaşam sürer ancak felsefesi dünyadan el çekmeyi, doğal itki ve güdülerden uzaklaşmayı öğütler.


"İyimserlik dinlerde olduğu gibi felsefede de gerçeklerin yerini almış temel bir yanılgıdır."
3. Bir nevi yeni Budizm düşler ve çileci bir yaşamı destekler. Yaşam şekli konusunda kendisini eleştirenlere: “Bir ahlakçının sadece kendisinin sahip olduğu erdemleri örnek göstermesinin saçma olduğunu” söyler.


Bir nevi yeni Budizm düşler ve çileci bir yaşamı destekler. Yaşam şekli konusunda kendisini eleştirenlere: “Bir ahlakçının sadece kendisinin sahip olduğu erdemleri örnek göstermesinin saçma olduğunu” söyler.
''Bir ahlak duygusu ele alalım ki, temelleri olmayan ve sadece öğüt olarak kulaklarımızı doldurduğu için var olan. İşte böyle bir duygunun etkisinin kayda değer olmasını bekleyemeyiz. 
4. Dünyayı sefalet ve ıstırapla dolu bir yer olarak görür. İçinde yaşanılan dünyanın olabilecek en kötü dünya olduğu fikrindedir.


"İnsan varoluşu bir tür hata olmalı. İnsan varoluşuyla ilgili şöyle söylenebilir: “Bugün kötü, yarın daha da kötü olacak ve en kötüsü olana dek de bu böylece sürüp gidecek."
5. Kurumsal otoritenin çıkarlar için kullanılmasına karşıdır. Hristiyan ahlakını, kilisenin çıkarlarını koruyan tutumu reddeder.


"Anlaşılan, insanın felsefeye ciddi biçimde yaklaşabileceği olasılığını şimdiye kadar kimse aklından geçirmemiş, özellikle de felsefe hocaları; tıpkı Hıristiyanlığa Papa’dan daha az inanan kimse olmadığı gibi."
6. Hayatın bir amacının olduğu ve bu amaç doğrultusunda geliştiği fikrini saçma bulur.


En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız oldugunu da söyleyebiliz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez."
7. Tasarım olarak dünya bir yanılsamadır. Onun arkasında, mutlak, değişmez, sonsuz ve sınırsız isteme yatar.


"Çok mutsuz olmamanın en güvenilir yolu, çok mutlu olmayı istememektir."
8. İnsanların bütün yaşamları daha fazlasını istemeyle; bu nedenle yaşanan mücadelelerle, çatışmalarla, doyumsuzluklarla ve düş kırıklıklarıyla doludur. Bizi biz yapan şey olan kör istememiz, bütün acıların kaynağıdır.


"En büyük zevkimiz takdir edilmektir; ama her nedense, bizi takdir edenler takdirlerini ifade etmek konusunda pek de istekli davranmazlar. Demek ki en mutlu insan, hangi yolla olursa olsun, kendini içtenlikle takdir etmeyi başarabilen insandır. "
9. İstemenin sonu gelmez açlığına yenilen, haz ve tutkularının kölesi olan, ulaştığı noktayla yetinmeyip hep daha fazlasını isteyen, sonunda ıstıraba ve can sıkıntısına düşen insanın, yaşadığı dünyayı iyi diye nitelendirmesi mümkün değildir.


"Kendine yetmek, kısacası kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir."
10. Schopenhauer’a göre, mevcut dünya bir nimet değil, kuruntulardan oluşmuş yanılgıdır.


"Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez. Kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü."
11. Bir kimse en entelektüel hazlarına, arzularına ancak kendi zekası aracılığıyla ulaşır. Zeka ülkesinde acının yeri yoktur.


"Olağanüstü bir beyne sahip insanlar, küçük beyinlilerin o her şeyi silip süpüren iradelerine göre hareket etselerdi, amaçlarına ulaşıp, uzun zaman varlığını sürdürecek yapıtlar ortaya koyabilirler miydi?"
12. Bu avantaja eşlik eden bir dezavantaj ise doğada zekanın derecesiyle beraber acı çekme yeteneğinin de artması, yani tasarım olarak dünya ile istencin çatışması olan en yüksek yere ulaşılmış olmasıdır.


"Sayfaların arasında gözyaşları, ağlama, dişlerin birbirine çarpması ve karşılıklı katletmenin korkunç gümbürtüsü olmayan felsefe, felsefe değildir."
13. İstenç insanda olan tek şeydir ve irade karşısındaki önceliğini daima korur, ona karşı zayıftır. Bu bütün canlılarda böyledir aslında.


"Söylediğim gibi bir bütün olarak bakıldığında her bir insan hayatı bir tragedyanın niteliklerini sergiler ve biz kural olarak hayatın bir dizi düş kırıklığıyla dolu umuttan, boşa çıkmış emellerden, suya düşmüş tasarılardan, çok geç fark edilmiş yanlışlardan başka bir şey olmadığını anlarız."
14. Hiçbir memnuniyet de sürekli değildir, ondan çok daima yeni bir çabanın yeni başlangıç noktasıdır.


"Evlenmek, iki kişinin birbirleri için iğrenç birer nesneye dönüşmelerini sağlamak üzere mümkün olan ne varsa yapmaktır."
15. İstencin, her şeyden önce her şeyi istemenin esası ihtiyaçtır, eksikliktir, yetersizliktir. Sonuç itibarıyla "acı"dır. Öyleyse yaşam, can sıkıntısı ile acının arasında sallanarak gidip gelendir.


"Her şeyden evvel hiçbir insan mutlu değildir; bütün hayatı boyunca hayali bir mutluluk peşinde koşup durur, onu nadiren ele geçirir ve ele geçirse bile, geçirmesiyle birlikte bir yanılsamadan, bir düş kırıklığından başka bir şey kalmayacaktır geride; ve kural olarak sonunda bütün umutları suya düşecek ve limana bir enkaz halinde girecektir. O halde yalnızca her an değişip duran şimdiden ibaret olan ve şimdi sona eren bir hayatta mutluluk olmuş mutsuzluk olmuş hepsi birdir."
16. İnsanlığın yaşamında daha ilk halinden itibaren hiçbir gerçek mutluluğa yeteneği yoktur.  Her bir yaşam hikayesi acıdan ibarettir.


"Verdiği sözü tutmuyor hayat. Tutsa bile, özlediğimiz şeyin özlenilmeye değer olmaktan ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu. Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi. Bir eliyle verdiğini öteki eliyle alıyor. Uzaklığın büyüsü, cennetler gösteriyor bize. Ama büyülenir büyülenmez, bu cennetlerin uçup gittiğini görüyoruz. Demek ki, mutluluk ya gelecekte yada geçmişteki şimdiki an, güneşli ovanın üzerinde dolaşan bir küçük buluta benziyor önü arkası pırıl pırıl bu bulutun, ovaya yalnız onun gölgesi düşüyor."
17. İstencin en etkileyici, baskın olanı sürekli olarak insanı rahatlatmayan cinsel güdüdür.


"Bir böceğin, özel bir çiçeği veya meyveyi veya pisliği veya eti ya da tıpkı, tırtır sineğinin kendi yumurtalarını başka bir yere değil de sadece oraya bırakabilmek için bir başka böceğin larvasını ararken gösterdiği özen ve onu korumak için ne zahmetten ne de tehlikeden çekinmesinin, bir insanın kendi cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmek için kişisel olarak, bilhassa nitelikleri kendisine cazip gelen bir insanı seçerken gösterdiği özenle çok benzeştiği açıkça bellidir."
18. Hayvanlarla beraber acı çekmek, kendisine güvenileceğine izin verdiğimiz karakterin yardımseverliğine bağlıdır. 
Kim hayvanlara karşı gaddar davranıyorsa, iyi bir insan olamaz.


"Hayvanlar ve insanların aynı madde ve tozu paylaştığına ilişkin bu son derece basit ve sorgulanamaz gerçek, insanların zihinlerinde yer ettiği zaman, hayvanların gerçekten hakları olacak ve canları rezil bir serserinin ruh hali ve vicdansızlığına bağlı olmaktan kurtulacaktır. Ancak o zaman, şarlatan doktorlar sayısız hayvan üzerinde en cani işkenceleri deney adı altında uygulayamayacak, tüm tuhaf ve cahilce arzularını gerçekleştiremeyeceklerdir."


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...