16 Aralık 2019

EFSANELERİN İSTANBUL'U FETİH VE FATİH

Fatih Sultan Mehmet

EFSANELERİN İSTANBUL'U
FETİH VE FATİH
Efsaneler, insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla, din ve Allah’la ilgili olan düşüncelerinin oluşup sistemleşmesinde önemli rol oynarlar.
Halk, efsanelerden güç alır. Günlük olaylardan toplumun tamamını derinden etkileyen tarihi hadiselere kadar efsaneler hayatın içindedir. Yeri gelince bir efsane, okul dışı eğitimde önemli bir “örnekleme aracı” olarak kullanılır. Allah’ın varlığı ve birliği hususunda şek ve şüphenin yerinin olmadığı anlatılırken hemen Allaha isyan eden birinin nasıl taş kesildiğini izah eden bir efsaneye başvurulur.
Bu yolla anlatıma güç katılmış olur.
Efsaneler gerçekliğine inanılan anlatılardır. Efsanenin teşekkül zamanı, anlatılma zamanı ve anlatılanların yaşandığı zaman aynı paralelde olmayabilir. Efsaneler tarihi gerçeklikten beslenirler.Tarihi şahsiyetler efsanelerin konusu olabilir, ama efsaneler bire bir tarih değildir.Herhangi bir hadiseyi gerçekçi kılmak için gerçekleştiği söylenen zamanla, yerle, şahıslarla ve tabi ki olayın gerçekleşme süreciyle ilgili aktarımlar arttırılır. Bir olayı gerçek planından
uzaklaştırmak içinse zamanda belirsizlik, mekanda genişlik sağlamaya yarayacak bir üslup seçilerek, şahıs unsurunda tipleştirme, olay aktarımda ise sadelik tercih edilir. Bu anlamda efsaneler ne masal kadar gerçek dışı ne de gerçek kadar gerçektir.
Efsanelerin önemli bir fonksiyonu da sahiplenmeyi sağlamadır. Adına efsane anlatılan şahıs, tarihi şahsiyetinin ötesinde efsanevi bir kimlikle de sahiplenilmeye başlar. Adına efsane anlatılan mekan artık sıradan bir mekan olmaktan çıkar, bu anlamda kutsiyet kazanır. Efsanelerin kahramanları masallarda olduğu gibi olağanüstü varlıklardan oluşmaz, ama efsaneler varlıklara olağanüstülükler kazandırır. Efsane insanı taşa, taşı insana çevirebilir.2
Sosyal bilimlerde mutlak, sabit ve herkesin üzerinde anlaştığı tanım ve sınıflandırma olamayacağı düşüncesiyle belirli bir efsane tanımı yapmak yerine efsanelerin konumuzu yakından ilgilendiren temel özelliklerine dikkat çekerek değerlendirmelerini yapmaya çalışacağız.
Halkbilimciler tarafından tarihi, mitik ve etiyolojik olarak üç tematik efsane kategorisi ortayakonulmuştur, ama pek çok efsanenin bu sınıflandırmanın dışında kaldığı görülmektedir. Alman folkloristler, efsane türü ile elgili olarak “bilme” ve “inanma” çekirdeklerini öne çıkarmışlardır. Bu defa da kronik gerçekliklerden türetilen tarihi efsanelerde olduğu gibi olağanüstü memoratlardan türetildiği önerisiyle bir tür olarak efsanenin [fabulate) durumu zayıflatılmış oluyor. Halk bilimcilerin ortak görüşlerine göre efsane, sanatsal olarak formüle edilmiş, üçüncü bir şahsa anlatılan ve geçmişte ya da tarihsel geçmişte kurulmuş geleneksel bir hikaye ya da anlatıdır. Aslında gerçek değildir ancak anlatıcı ve dinleyicileri tarfından gerçek olduğuna inanılır. Bu ortak görüşlerde de tartılabilecek yanlar vardır.
BİZANS CEPHESİNE GÖRE İSTANBUL’UN KURULUŞU EFSANELERİ
MELEK TARAFINDAN KURULAN ŞEHİR
“Rum bilginlerinin rivayetlerine göre Aziz Konstantinus bir çok gemi kadırga ile Roma’dan Yunanistan’a yani bugün İstanbul’un bulunduğu yere gelmiştir. 0 sırada Tanrının bir meleği görünerek ona: “Burada yerleşmelisin, fakat şimdi atından inme, arkana bakma ve atını, yola çıktığın yere sür” dedi. Atından inmeyip yarı gün boyunca atını sürdü.
sonra ata bindiği yere yaklaştı. O zaman başını döndürüp baktığında, arkasında adam boyu bir duvarın yükselmiş olduğunu gördü. O andan itibaren nereye dönüp baksa, yola çıktığı yere kadar duvar yerinde durmayıp yirmi adım veya daha fazla aralıkla onu takip ediyordu. Sonradan sık sık boşluğu doldurmak için gayret edildi ve üstü örüldü ise de duvar durmak bilmiyordu ve denize doğru gidiyordu. Bu Rum inanışına göre duvar yani İstanbul’un surları melek tarafından inşa edilmişti. Bu sebeple İstanbul kutsaldır. İmparatorun başındaki taç da ilahi birtaçdır. Onu melek gökten Aziz Konstantin’e getirmiştir. Bu yüzden İstanbul İmparatorundan daha saygı değer hiç bir imparator yoktur.4
Bizans, kahinler: İstanbul’un ilk kurucusu Byzas’dır. Efsaneye göre, Poseidon’un ve Deroes’in oğlu olan Bizas, İstanbul hava lisinde doğmuştur. Diğer bir rivayete göre Argos’dan veya Megara’dan gelen göçmenlerin reisi idi. Megaralılar kuracakları yeni şehrin mevkiini tayin etmesi için Delphi’de Apollon mabedinin kahinine (Pitya5) müracaat etmiş ve ondan yeni şehri “körler memleketi”nin karşısına kurmalarını bildiren bir cevap almışlardı. Cevaptaki “körler” ile Halketon (Kadıköy) halkı kastediliyordu; zira onlar (Heredot’a göre 17 sene önce) buralara gelmiş ve İstanbul’un halen bulunduğu en uygun mevkii göremeyerek Halkedon şehrini kurmuşlardır.
TÜRK CEPHESİNE GÖRE İSTANBUL’UN KURULUŞ EFSANELERİ
Evliya Çelebi’nin ifadesine göre ilk kurucu Adem Peygamber, onun ardından da Hazreti Süleyman’dır. Peygamber efendimizin doğumundan 1600 sene önce Davut peygamber oğlu Hz. Süleyman. Kaf’dan Kafa, insanlar ve cinler, vahşi hayvanlar ve kuşlara hükmetti, ama batı tarafında okyanus içinde Ferenduz adında bir ada içinde Saydun adında şanı büyük bir padişah vardı, Hz. Süleyman’a baş eğmeyerek serkeşlik etmişti. Hz. Süleyman, ateş saçan kılıcıyla Kral Saydun’u katletti ve kızı Aline’yi nikahına aldı, Rum ellerine getirdi, ama Aline sürekli ağlamaktaydı. Hz. Süleyman, sebebini sorunca kız: “Ey Allah’ın emini, dilerim benim için bu mahalde büyük bir saray yapasın, bende kalan ömrümü orada ibadet ile geçiririm ve babamın resmini yaptırıp ona baktıkça ağlamaktan kurtulurum” diye türlü türlü ricalar etti. Derhal ricası kabul olup Hz. Süleyman bütün insanlara, cinlere ve perilere emredip Makedon diyarında yani Erzurum, Filibe. Edirne. İstanbul ve İzmit’te suyu ve havası tatlı yerleri dolaşarak yedi günde Hz. Süleyman’a gelip haber verdiler. Ondan Hz. Süleyman Atina’ya gelip orada Temaşalık adlı cihannüma bir köşk yapmıştır. Oradan İstanbul toprağına gelip Sarayburnu adlı yere gelip orada Süleyman otağını kurup konaklamışlar. Bir gece uyuyup suyu ve havasından hoşlanınca o yerde büyük bir saray türlü dinlenme yerleri yapmıştır. Dillere destan olup dünya durdukça mamur ve bakımlı ola diye İstanbul toprağı için hayır dua etmiştir.7
İkinci kurucu Hz. Süleyman’ın oğlu Melik Rac’im, Yunanlılara parişah olup İstanbul’da babası Hz. Süleyman’ın yapıları üzerine nice yapılar daha ekleyerek şehri imar etmiştir. Burayı taht merkezi edinip Hz. Süleyman dini üzerine 240 yıl melik olmuştur. 
Üçüncü kurucu: Madyan oğlu Yanko’dur. Adem
Safi’nin yeryüzüne inişinden sonra 4600 yılında padişah olup İstanbul’u kurdu.
İstanbul’un kuruluşu ile ilgili efsanelerin ve inanışların hiç birisi kuruluş zamanında teşekkül etmiş ve o zamanda anlatılmış değildir. Efsaneler çoğunlukta anlattıkları olay yaşanıp bittikten sonra meydana çıkar. Efsanenin gerek teşekkülü ve gerekse nak­ledilmesi. çoğunlukla olayın gerçekleşme zamanından sonradır, ama anlatılanlar mutlaka anlatılma zamanından öncesine dairdir. İstanbul’un kuruluşu ile ilgili olarak anlatılan Bizans efsanesi de kuruluştan sonra teşekkül etmiştir. Evliya Çelebi’nin kuruluşla ilgili nakilleri de… Bizans efsanesini gerçeğe yaklaştıran, efsanenin daha inanılır olmasını sağlamak için kullanılan zaman unsuruna bakacak olursak, Kadıköy’ün gerçekten de İstanbul’dan önce kurulmuş olduğu görülür. Bu. anlatının inandırıcılığını arttırmaktadır, İstanbul’un yerinin “körler memleketinin karşısı” olarak ifade edilmesi ise edebi değerini Evliya Çelebinin anlattığı rivayetlerin üslubuna dikkat edilecek olursa, zaman, yer, şahıs ve olay aktarımının ayrıntılı olarak verildiği ve gerçeklik sağlama yoluna gidildiği görülebilir. Peygamber isimleri zikredilerek ve dini unsurlar kullanılarak anlatı manevi yatla da desteklenmiştir.
Efsanelerin İşlevlerinden birsinin de sahiplenmeyi sağlaması olduğuna bir örnek: Osmanlının kuruluşuyla ilgili olarak anlatılan, Osman Gazi’nin gördüğü rüyatkarnından bir ağaç çıkması] ve bunu Ede Balı’ya anlatması Ede Balı’nın da rüyayı tabir ederek Osman Gaziye ve nesline padişahlık verildiğini söylemesi9 efsanesi de OsmanlI’nın kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmıştır.
Osman Gazi tarihi bir şahsiyettir ve Osmanlı devletinin kurucusudur. Efsane, madde planında bu gerçeklikler üzerine bina edilmiştir. Rüya ve rüyanın tabir edilmesi de manevi desteğe işaret etmektedir. Madde ve mananın aynı sözde birleştirilmesi, özellikle din bağının güçlü olduğu toplumlarda efsaneye güç katıp onun inandırcılığmı artırırken anlatılanların sahiplenilmesinde de önemli fonksiyonlar üstlenir.
Gerek Bizans cephesinde gerekse Türk cephesinde İstanbul’a dair anlatılan efsaneler. Madde ve manadan gelen gücü elde tutma, İstanbul’u efsaneler yoluyla sahiplenme gayretleri görülmektedir.
İslama karşı İstanbul’u muhafaza cephesinde Bizans adına Tanrı, melekler, papazlar, kıssisler, keşişler, patrikler, azizler ve Meryem Ana gibi manevi güçler vardır.10 İstanbul’a sahip olma manevi mücadelesinin Türk-İslam cephesinde ise Allah’ın yardım ve inayeti, hz. Peygamberin müjdesi, Hızır’ın yardımları, Akşemseddin, Hacı Bayram Veli, Molla Fenari’nin işaretleri, Eyüp Sultan, Şeyh Muhittin Arabi, Cübbe Ali. Yavedud sultan gibi maneviyat büyüklerinin dua ve yardımları…
ŞEHİR MUHAFAZA GAYRETLERİ VE FETİH HAZIRLIKLARI
Madyan oğlu Yanko devrinde ve Vezendon Kral devrinde İstanbul çok şen ve bakımlı idi. Usta mimarve mühendisler, öğretici kahinler, yıldızlar ilminde kamiller, kaf ilminde üstadlar bilgi ve becerilerini göstermek için yedi iklimden, her ülkeden İstanbul’a gelip toplanmışlardır. Kostantin halkının gök ve yer afetlerinden korunmaları için her yetkin ustalar İstanbul’un yirmi yedi dağı üzerine yirmi yedi rasad tılsım kurmuşlardır.
Birinci Tılsım: Üstad Yağfur Avratpazarı adlı yerde bin parça beyaz ham mermerden minare gibi içi boş merdivenli bir yüksek sütun yapmıştır. Daha sonra Kostantin zamanında bu minare mili üzere ruhbanlar çıkıp İstanbul üzere bir isyancı asker gelse, ruhbanlar çanlara vurunca bütün askerler hazır olurlardı. Daha sonra Hz. Risalet doğduğu sırada bir deprem olup sütunun tepesinde bulunan peri sureti ve bütün çanlar düşmüştür.
İkinciTılsım: Konstantin’in Tavuk pazarı’ndaki, renkli zımpara taşından yapılmış bin parça sütundur.Yuvarlak bir direk şeklinde olup 100 arşın boyundadır. Bu da Peygamber Efendimizin doğduğu gece meydana gelen depremden zarar görmüştür.”
On dördüncü acayip Tılsım: Ayasofya’nın güneyinde dört adet beyaz mermerden yapılmış yüksek sütunlardır. 
Cebrail, İsrafil, Mikail ve Azrail meleklerinin her birinin sureti birer sütun üzerinde heykeller ile temsil edilmişti. Peygamber efendimiz dünyaya geldiğinde bu suretler yıkılmıştır.’2 Denizle ilgili Tılsımlar: Çatladıkapıda bulunan dört köşe bir sütun üzerinde bir dev sureti vardı. Ne zaman ki İstanbul’da Akdeniz tarafından düşman gemileri belirse, bu tunç dev suretinden bir ateş çıkıp bütün gemiler ateşte yanardı.
Kadırga limanında bakırdan bir gemi vardı. Yılda bir zemherir geceleri İstanbul’un bütün sihirbaz avratları o bakır gemi ile sabaha kadar deniz yüzünde dolaşıp Akdeniz’i koruyup beklerlerdi. Fetih’te bu geminin ganimet olarak alındığı söylenir.
Rivayete göre, Türkler Büyük Kostantin sütununun yanına kadar geldikleri zaman
FETİH HAZIRLIKLARINDA DİDON KURNAZLIĞI
Bir öküz derisi büyüklüğünde arazi istenilip, sonra deri kesilerek paçaları ile bir geniş sahanın çevrilmesi motifi.15 olan Didon Kurnazlığı Fatih Sultan Mehmet için de söz konusu edilmiştir: Önceden kafirler zamanında bir tepe üzerinde eski bir kilise ve içinde bir rahip vardı, ancak gizli Muhammed dini ulularındandı. 300 kadar gizli mezhep yüreği yanık dervişe malik idi. 
Fatih’in Edirne şehrinde tahta çıktığını duyup acele bir mektupla Sultan Mehmed’e “İstanbul’u fethedecek sensin” diye müjde verdi.’
Fatih, Terkoz kalesine gelip körfezinde ve ormanlarında avlanır. Kostantin’e nice
FETİH YAKLAŞIYOR BİZANS DEHŞETTE
Şehre yapılacak büyük hücumdan üç dört gün evvel erkeler ve kadınlar Allah’ın yardımına başvurarak Meryem Ana resmi önlerinde bulunduğu halde kurtuluş temennisi duaları okuyup sokaklarda dolaşırlarken, bu resim ortada hiçbir sebep bulunmadğı halde taşıyanların ellerinden yüz üstü yere düştü. Hazır bulunanlar bir ağızdan haykırıp kaldırmağa davrandılarsa da, resim kurşun gibi ağırlaşmış ve yere yapışmış ve gökten bir melek zuhur edecek ve bunu gören Türkler bir daha dönmemek üzere
armağanlar göndererek dost bir görünür, bu hisar yerinde bir av köşkü ve saray çiftliği yapmak için izin ister. “Bir sığır derisi kadar çiftlik ederse makbulümdür, ricalarını kabul ederim, yoksa bu sığır derisi büyüklüğünden fazlasına iznim yoktur, barışa aykırı iş olur” diye bir haber gelir. Mehmed Han, Edirne’den nice bin amele, yapı ustası ve dağ delen ustalar getirip Edirne’nin Karadeniz kenarında Burgaz İskelesi’nden bir gecede kırk elti pare topu, gizli Müslümanın tavsiyesiyle gizlice getirip deniz kıyısında yerli yerine koyup çer çöp ile örterler. Sonra denizler gibi asker ile bugünkü kale yerinde inşaata başlarlar ve yaptıklarını çalılar ile gizlerler. Daha sonra
sanki yerden çekiliyormuş gibi koparılıp kaldırlması kabil olmadı… Bir hayli uğraşmadan sonra ve halkın gönül yakıcı duaları üzerine papazlar ve resmi tutmaya ehil olan kimseler kaldırmaya muvaffak olup taşıyanların omuzlarına koydular ve alay yoluna devam etti. Bu olağanüstü hal. hayırlı bir haber sayılmadı. Ve halkın kalbine korku ve dehşet saldı. Resmi taşıyan alay, öğle vakti tufan gibi bir yağmura yakalandı.
Ardı Asya’daki dağlarına çekileceklerdi.“
Sultan Mehmet, Aristo akıllı gizli Müslüman rahibin görüşüyle Kostantin’in elçi ile gönderdiği sığır postunu gergiye gerip ince bıçağıyla fırdolayı dilim dilim edip o büyüklükte yalçın kayalar üzere hisarı inşa ederler.
Bu rivayetin coğrafi yayılma alanı olarak Afrika, Hindistan ve Avrupa kıtaları V. F. Miller tarafından zikredilmiş; Bartold ise Didon kurnazlığının çok daha eski zamanlara [XI. Yüzyıla kadar) dayanan orta ve Batı Asya çeşitlemeleri olduğuna dikkat çekmiştir.18 Efsane motifinin İstanbul’a bağlanmasını sağlamak için başına ek bir bölüm getirilmiştir.1‘’
arası kesilmeyen şimşek, yıldırm ve dolu ile karışık olarak yağan yağmurun şiddetinden alaya dahil olan halk, ne bir adım atabildiler, ne de yerlerinde durabildiler. Bütün bunlar umumi bir felaket olacağının alameti diye görüldü. Olayın ertesi günü gayet yoğun bir sis sabahtan akşama kadar bütün şehri sardı. Bu da Cenab-ı Hakk’ın şehirden ayrılıp gittiğini ve Rabbin bu şehre sırt çevirdiğini anlatıyordu.
BizanslIların inanç ve iddialarına göre; Tekfur Sarayına yakın yerde bulunan Ksilokerkon Pili (Ahşap Sirk Kapısı) daha kullanışlı olduğundan dolayı Kerkoporta (Sirk Kapısı) terkedilmişti. Bizans rivayetleri Kerkoporta’nın tesadüfen açık kalması sonucu elli yeniçerinin şehre girdigi ve bunu gören BizanslIların İstanbul’un düştüğünü
BİZANS KEŞİŞİNİN KEHANETİ
Fatih Sultan Mehmet, bir gün Ayasofya önünden geçerken içerde derinden derine gelen bir inilti duydu. Adamlar gönderip tahkik ettirdi. 
Biraz sonra karşısına saçı sakalına karışmış perişan kılıklı bir adam
FETİH ÖNCESİ TÜRK CEPHESİ
İstanbul’u fethetmek hedefiyle sayısız plan, birçok teşebbüs ve çok sayıda muhasara gerçekleştirilmişse de fetih 1453’te Türkler eliyle gerçekleştirilebilmiştir.
Türk inanışlarında “Konstantiniyye elbette fethedilecektir ve şüphe yok ki onu fetheden emir ne güzel emirdir ve o ordu, ne güzel zannedip savunmadan vazgeçtikleri yönündedir. İstanbul’un fethini küçümseme gayreti olarak nakledilen bu rivayet, İznik Rum devletinin, paleologosların, İstanbul’u Latinlerin elinden nasıl aldıkları ile ilgili olarak da anlatılmaktadır. Bu rivayete göre; surların yakınındaki evi altında açık bir yol olan Bizanslıdan aldıkları bilgi üzerine gece
çıkardılar. Fatih: “Burada ne ararsın?” diye sordu. 
Adam: “Ben, dedi. Bizans keşişlerindenim. Gaipten haberveririm. 
Emri üzerine, imparatorun falına baktım. Çok geçmeden, İstanbul’un Türkler eline ordudur”. Hadis-i şerifinin manevi müjdesi, Osman Gazi’ye
Osman Eğtuğrul oğlusun Oğuz Karahan neslisin Hakkın bir kemter kulusun İstanbul’u aç gülzar yap karanlığında bu yolu kullanarak ordunun keşif kolunu oluşturan elli kişinin şehre girmesi ve en yakın kapılardan birisine hücum ederek kapıyı baltalarıyla kırmaları ve asıl orduyu şehre sokup İstanbul’u Latinlerden almalarıdır.
geçeceğini söyleyince beni yakalatıp Ayasofya’nın mahzenine attırdı, o günden beri buradayım”.
Dedirterek bu şehrin fethini milli bir vasiyet haline getirmiştir.
Efsaneler, dini ve milli bir hedef haline gelen fethin kimin tarafından gerçekleştirileceği efsanelerde cevabını bulmuştur.
Padişah İkinci Murat Han, devlet erkanını topladığı bir mecliste İstanbul’un fethi için planlar hazırlamaktadır. Şeyhülislam olan Molla Fenari de o mecliste bulunmaktadır, ama meclisle ilgilenmeyip dışarıyı seyretmektedir. 
Padişah, onun toplantıya ve konuşulanlara kayıtsız kaldığını görünce sorar: ” Şeyhülislam hazretleri, bu konular sizin dikkatinizi ve ilginizi çekmedi galiba! Acaba sizler bu konuda neler düşünürsünüz, fikirlerinizi öğrenebilir miyiz? ” Molla Fenari bunun üzerine kendisini toplayarak dışarıda
kuyu başında oynayan, 7-8 yaşlarındaki Mehmed’i göstererek cevap verdi: 
“Padişahımız bu konuştuklarınızın hepsi boştur. 
İstanbul’un fethi şu kuyu başında oynayan çocuğa nasip olacaktır…
HACI BAYRAM VELİ : ŞU KÜÇÜK ÇELEBİ HELE BİR BÜYÜSÜN DE
İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yıl dönümü için hazırlanan Fetihten Evvelki İstanbul ve Fatih’e Ait Menkıbeler çalışmasında Fatih’i işaret eden bu defa Hacı Bayram Veli olarak karşımıza çıkmaktadır Hacı Bayram Veli, Edirne’ye geldiği zaman, Fatih henüz iki
yaşındaydı. Babası Sultan Murat, Hacı Bayrama: “ Şeyhim, ne dersin, ben İstanbul’u alabilecekmiyim?” Diye sordu. Hacı Bayram, hiç ses çıkarmadı. Sultan Murat yalvardı: “Şeyhim, teveccüh eyle, bu emelime nail olayım!” Hacı Bayram, bir müddet murakabe halinde kaldıktan sonra başını kaldırdı. “Sultanım”, dedi. “İstanbul şehrini zaptetmek, sana nasip değil! 
Şu küçük çelebi hele büyüsün de seninle o zaman konuşuruz!…
AKŞEMSEDDİN: İSTANBUL FETHİNİN MÜJDESİ
Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre; fetih gerçekleşip şenlikler başladığı sırada serdengeçtiler gemiler çıkıp Tersane Bahçesi’nde Fatih’e ve Akşemseddin’e müjde edip hemen o saat Akşemseddin hazretleri buyururlar ki, “Beğim cenab-ı şerifiniz Manisa’da Şehzade iken Mısır nahiyelerinde Akka, Sayda ve Beyrut kalelerini kafirler işgal ettiğinde zatınız duyup” Bu kadar ibadullah ve bu kadar çoçuk ve kadın esir ve giryan oldu” diye ağladığınızda, “Elem çekme beğim, İstanbul’u fethedeceğiz günde yağmalanan Akka’dan gelmiş akide ve pişmiş helva yersiz” diye size teselli verip
İstanbul’un fethini müjdelemiştik.
Aynı rivayetin bir çeşitlemesini de Akşemseddin menakıbında bulmaktayız: “Rivayet olunur ki Akşemseddin hazretleri vaktj Fethi tayin eylediğinden sual olundu. Gayibi neden bildin ki hükmeyledin dediler. Cevap verdi ki karındaşım Hızır’la ilm-i ledünnü Kostantiniyye fethini vaktiyle istimzaç eylemiştik. Kal’e fetholunduğu gün Hızır’ı gördüm… Askerin önünce hisara koyuldular. Fetholunduktan sonra Hızır’ı gördüm. 
Kale duvarı üzerine çıkmış ayakların sarkıtmış oturmuş idi.
İstanbul’un fatihinin kim olacağı konusunda Molla Fenari, Hacı Bayram Veli ve Akşemseddin’in aynı ifadede birleştikleri görülmektedir.
Akşemsiddin ile ilgili olan bu efsanelerin belgeyle de teyit edildiği anlaşılmaktadır. Akşemseddin’in el yazısıyla Fatih’e bir mektubu vardır. Dilinin sadeliği ve Fatih’e hitabındaki samimiyetiyle dikkat çeken ve Topkapı arşivinde bulunan bu mektupla Akşemseddin. Fatih’i fütühata sevketmektedir.
BU MUHAMMET O MUHAMMET DEĞİLDİR
Kale muhasara edildiğinde İstanbul tekfuruna Mahmut Paşa eliyle bir mektup gönderilir. Mektup okunur, mektupta yer alan İslam olmaları, kaleyi teslim etmeleri ve haraç vermeleri isteklerinin tamamını, kalenin sağlamlığına ve askerlerinin çokluğuna güvenen BizanslIlar reddederler.
Cümle papazlar, keşişler ve patrikler ilim kuvvetiyle kalenin kuvvetinin talihini bulurlar: Son zamanlarda bir Muhammet gelecek, nice bin kiliseleri yıkacak, onun ümmetleri Antakya ve Kudüs ve Mısır ve İstanbul’u alacak ve karadan bin parça yelkenleri açılmış gemilerle gelecek ve başında kadı kavuğu olacak ve katıra binip ayağında mavi çizme olacak, o Muhammet gelip kiliseler yıkılalı ve Mısır ve Antakya ve Kudüs fethedileli sekiz yüz sene oldu ve karadan gemi yürütülüp bu kalenin alınması imkansızdır ve bu Muhammet o Muhammet değildir. Büyük Muhammetlerinden beri İstanbul on bir kere muhasara görüp Araplar fethedemedi de bu Türk’e mi müyesser olacak! diye laf vurup teselli ederek savaşa giriştiler.
AÇILMAZ KAPI
Güney yönde, meşhur Ayasofya kütüphanesinin hemen yanındaki ufak koridorun sonunda örülmüş bir kapı yeri vardır. Burası, açılmaz kapı efsanesinin yeridir. Efsane şudur: Bizans kuşatıldığı zaman, son Konstantin surlarda şecaatle
TAVADAN ATLAYAN BALIKLAR
Bir Bizans inanışına göre Bizans’ta büyük bir felaket olacağı zaman tavada kızartılan balıklar denize dönmek isterlermiş.
Buna ait bir efsane de şöyle anlatılır: İstanbul’un fethedileceği gün Balıklı
ATEŞ SAÇAN DEVE
Bizansın kuruluşundan bir süre sonra imparator şehrin Çatladıkapı mevkiinde büyük bir tunç sütun üzerine bir dev heykeli yaptırdı.
dövüşürken papazlar da halkın geri kalan kısmını kiliselere çağırıyor, her gün “Türkler şehre giriyor” diye çıkan söylentileri önlemek için : ” Türkler şehre giremezler, girseler bile ancak Ayasofya civarına kadar gelebilirler. Bu kutsal mabeti koruyan Tanrı
Manastırındaki Rum papazları tavada balık kızartmakta idiler. Bu sırada bir haberci kendilerine İstanbul’un fethedildiğini ve Türklerin kale kapılarından içeri girdiklerini söyledi. Papazlar eski inanışa göre balıkların
Bizans halkı Akdeniz tarafından bir düşman tehlikesi olduğunda bu heykelin ateş çıkarmaya başlayacağı ve tehlikeyi haber kuvvetleri Türkleri defecektir” şeklinde telkinlerde bulunuyorlardı. Fetih günü kilisede dua eden kalabalık bir cemaatin varlığı tarihçe de tespit edilmiştir.29
tavadan atlamaları gerektiğini söylediler ve bakışlarını tavaya çevirdiler. 0 anda balıklar yarı pişmiş halde tavadan çıkıp yakındaki havuza atlayınca papazlar dehşet içinde kaldılar.30
vereceğini sanırdı. Hatta İstanbul’un fethinden önceki çeşitli kuşatmalarda bütün Bizans halkının bu heykelin etrafında bekledikleri
yazılmıştır.3‘
Fetih öncesini ve fetih sürecini konu edinen Bizans efsanelerine baktığımızda alman
FETİH SIRASINDA TÜRK CEPHESİ
CİBALİ
İstanbul’un fethi sırasında ön saflarda çarpışanlardan biri de Cebe Ali’dir. Mısır’da Sultan Klavun’un şeyhi olan Cebe Ali. İstanbul’un alınışında bulunmak için Anadolu’ya gelmiştir. At çulundan bir cebe (zırh) giydiği için Cebe Ali diye çağrılır. Cebe Ali. Osmanlı ordusuyla İstanbul önlerine gelince, ordunun ekmekçibaşılığını üstlenir.
ULU BATLI HAŞAN
Uzun boylu, kuvvetli ve yiğit bir delikanlı olarak tanınan Haşan, sonuca ulaşacak hücum kollarından birinin başında bulunan ve otuz arkadaşıyla surların üzerine ilk defa Türk sancağını diken askerdir. Bu sırada o ve
YAVEDUD SULTAN
Ya Vedud Sultan. İstanbul’un gün boyu, geceler süresi “Allah’ım bu güzel şehrin İslamın olduğunu gördüğüm an benim canımı al” diye yalvarırmış. 29 Mayıs günü Fatih’in ilk askerleri surdan içeri girerken ruhunu teslim etmiştir.34
tedbirlerin boşa çıktığını, fetih sırasında Bizans açısından inancın zayıfladıığını, manevi mücadelede ibrenin Türkleri işaret ettiğini
Yüz binlerce kişinin ekmeğini bir tek fırından hiç aksatmadan sağlar. Bu sırrını kimseye söylemez. Fatih, gemileri karadan Halic’e indirdiğinde Cebe Ali bu gemilere binmez, üç yüz dervişiyle birlikte postlarını denize yayarak üstlerine binip Haliç’i geçerler, surların önüne varırlar. Bunu gören BizanslIlar, korkuyla kaçışırlar. Bugünkü arkadaşlarından on sekizi şehit olurlar, bazı kaynaklar onun on sekiz arkadaşından daha sonra şehit olduğunu kaydeder. Hasan’ın şehit olması üzerine kurulan efsane “kesik baş motifi” ile birleştirilmiştir. Çünkü o. Fatih şehri kuşatalı on günden fazla bir zaman olmasına rağmen şehir düşmüyordu. İşte o günlerde askerler arasında bir rivayet dolaşıyordu: “Bizans kalesinde Yavedud isminde Tanrının çok sevdiği bir zat var. Bu yüce zat hergün sabahtan akşama kadar söyleyebiliriz.
Cibali kapısının bulunduğu yerden kente girerler. Cebe Ali, açıkça keramet gösterdiği için şehit olur. Buraya onun adını verirler. Cebe Ali tarafından ordunun ekmek ihtiyacının aksatılmadan karşılandığına inanılması, buna inananlara büyük güç vermiştir.
efsaneye göre bir kılıç darbesiyle şehit olurken başı da gövdesinden ayrılmıştır.33 Zaferler,kahramanlar doğurur, kahramanlara dair efsaneler de onları ölümsüzleştirir.
“Fetih olmasın” diye dua eder. İşte bu zatın, Tanrı indinde pek makbul olan duası fethin gecikmesine sebeptir. Bu rivayet dönüp dolaşıp Padişahın, genç hükümdarın kulağına kadar geldi. Padişah, Akşemsettin Efendi başta olmak üzere alim ve şeyhleri huzura davet etti. “Dün gece bazı şeyler duydum, bu güzel $ehri, almadan mı döneceğiz acep geri, siz ne dersiniz ki?” Padişahın bu sorusuna cevap Akşemsettin Efendi’den geldi. “Hiç üzülme padişahım, Şeyh Maksut’un halifelerinden biri olan Yavedud Sultanın ölümü ile düşecektir. Onun yüzü suyu • hürmetine elimize varamayan şehir için daha , bir kırk gün dayanmamız gerekecek. Çünkü Tanrının sevgili kulu Yavedud, bu zamanın sonunda Tanrısına kavuşacak.” 35
AYASOFYA EFSANESİ
Hızır Aleyhisselam birgün Ayasofya’mn bir türlü tutmayan ve daima yıkılan kubbesine bir çare bulduğunu abdal şekline girerek rahiplere: “Ahirzaman peygamberinin tükrüğü olmadıkça bu kubbe tutmaz. Eğer onu zemzem suyu ile karıştırıp kubbenin hamuruna katarsanız kubbe sabit olur” der kaybolur. Rahipler Mekke’ye giderler. Peygamberimizin amcası Ebu Talibi bulurlar. Bunun delaletiyle Peygamberimizin yanına giderek tükrüğünden isterler. Bir hokka
FETİH SONRASI TÜRK CEPHESİ
EYÜP SULTAN ‘İN KABRİNİN BULUNMASI
Akşemseddin Menakıbından: Pes Konstantiniyye feth oldu. Sultan Mehmet Akşemseddin’den Ebu Eyyub’un kabr-i şeriflerini tayin eylemek iltimas eyledi. Şeyh dahi ol kabri şerifi o zaman arasında bulup asasını Ebu Eyyub hazretlerinin göbeği üzerine tayin eyledi. Bazı kimseler asayı giderüp asanın yerine nişan edüp ol nişanı gizleyip Şeyh’e varup ol nişan belürsiz oldu.
toprağı, yetmiş deveye de zemzem yükleyerek getirirler. Ayasofyada terler direk yanında Mekke toprağıyla Mekke zemzemini hamur ederler, tükrüğü de karıştırarak kubbeyi tuttururlar. Fatih de bu azametli kubbenin Peygamberimizin tükrüğüyle kaim olmasından ortasına bir zincir ile teberrüken bir altın top asar ki elli kile buğday alırmış. Hızır Aleyhisselam bunun altında ibadet edermiş, orayı kendine makam tutmuştur.
Mahalde kırk sabah namaza devam edenin Bir defa dahi tayin eyleyin dediler. Şeyh yine geldi. Asasını dikti. Kazdılar. 01 gizledikleri nişanın üzerine dikilmiş…
Kabri şerifin kurbinde bir ayazma çıktı. Öyle olsa Sultan Mehmet Han ve sair devlet kabr­ şerifin üzerine geldiler. Kazdırdılar. Şeyh’in buyurduğu alametler zahir oldu. Taşla yapılmış kabr-i şerifi ve ayazma zahir oldu. Sultan Mehmet mezar-ı şerifi yaptı ve şeyh dünyadan ve ahiretten muradı ne ise hasıl olur.
Ayasofya, fethin sembol ve pay-i tahtın kilit mekanıdır. Mekana sahiplenmek bakımından Ayasofya ile ilgili Türk efsaneleri ve gayr-i Türk efsaneler ayrıca üzerinde durulmaya değer bir konudur.37
Rivayet olunur ki Ebu Eyyub-u Ensari’nin mezarı kazılıp Şeyh dediği alametler zahir olduğu zamanda bir çoban geldi. 01 kabr-i şerif budur zira bir hayvan gördüm. Bu araya geldikte koyun bu mezar üzerine uğramazdı.
Sultan Mehmet Ayasofya’yı seyredip dolaşırken Terledirek adlı bir yerde ilahi bir nurun parladığını görüp üzerine vardılar, gördüler ki ilahi bir nur beyaz mübarek vücut kıbleye dönüp yatar. Gördüler ki nurlu göğsünde kırmızı et ileYavedud ismi yazılmış, hemen Akşemseddin, Sivasi Kara Şemseddin ve yetmiş adet büyük veli buyurdular ki, “işte padişahım İstanbu’un elli günde fetholmasına sebep bu idi ki Allah’ın hikmeti ile İstanbul’un fethini ellinci günde rica o gün ruhu teslim eden bu meczuptur ki daha önce padişahımı haberdar etmiştik” dediler.3’
Hemen bütün bilgin, salih ve erdemliler mübarek cesedini yıkamak istedikleri sırada
İSTANBUL TÜRK ELİNDE KALACAK MI?
İstanbul Rumları arasında sokrat adında bir bilgin varmış, geçmişi bildiği kadar, geleceği de bilirmiş. Hakan bu bilgin Rumu huzuruna çağırmış ve şöyle demiş: “Seni bana çok methettiler. De bakayım bana, İstanbul’u ben fethettim, fakat acaba muhafaza edebilecekmiyim, devletim baki kalacak mı?” Sekiz gün mühlet isteyen sokrat, adalet mekanizmasının iyleyişini takip eder. Ertesi babah Sultan Mehmed’in tayin ettiği Türk kadısının mahkemesine vardı, kağıdını gösterip içeri girdi, birkaç gün peş peşe hep mahkemeye gidip geldi. Üçüncü gün kadının
Ayasofya’nın Terlerdirek köşesinden “Merhum yıkanmıştır, hemen defnedin” diye ses duyulunca bütün hazır olanlar susup hayran oldular. Sonra bütün şeyhler Yavedud Sultan’ın mübarek cesedini tabuta koyup Sehitkapısı’nda defnetmek isteyip tabutu götürenler kendilerini Eminönü İskelesinde bulup oradan bir kayığa binip şimşek gibi kayık kürek çekmeden ve yelken açmadan Ebu Eyyub -ı Ensari hazretleri yakınında karar edip hemen tabut kayıktan Allah’ın emri ile çıkıp o yerde kazılmış bir mezarda tabut durup ardı sıra bütün gazi ve bilginler varıp duydular ki anılan kabirden “Yavedud” ismi duyulurdu.10
önüne bir davacı çıktı ve derdini anlattı: “Üç gün evvel atpazarından bir at aldım. Eve getirip ahıra çektiğim zaman bir türlü yemlenmediğini ve madrabazın bana hasta hayvan satıp oyun oynadığını anladım. Hemen pazara dönüp geri vermek istedim. Fakat madrabaz ayak diredi: “Satılan mal geri alınmaz. Hayvanın ağzına kendin bakmadın mı?” dedi. Bunun üzerine dün sabah hakkımı aramak için sana geldim. Fakat sen mahkemede yoktun. Eve döndüğüm zaman hayvanın ahırda nalları diktiğini gördüm.”Kadı sordu:
İstanbul’un fethi madde ve mana güçlerinin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Rumelihisarı gibi heybetler heybetini üç ayda meydana getiriverecek inşa kudreti, topu devleştirerek aşılmaz surlarda büyük gedikler açan ilim, gemileri bir gecede karadan yürütüveren hendese, düz giden gülleye daireli kavis çizdiren buluş: kudretli bilekler ve yiğit yürekler kadar üstün bir medeniyete malik olma ile Türk’ün maddi gücünü, medeniyet üstünlüğünü gösterir.41 Fatih ve İstanbul hakkında anlatılan ve moral üstünlüğü temin eden efsanelerde maneviyat gücünün bir unsuru olarak değerlendirilebilir.
-Kaça aldın hayvanı?
-Beş akçeye
-Eğer ben dün mahkemeye gelseydim, madrabazı mahkum eder, hayvanı geri aldırtırdım. Vazifemi ihmal ettiğim ve mahkemeye gelmediğim için hakkının yenmesine ben sebep oldum. Al paranı, hak yerini bulsun.
Kadı, cebinden beş akçe çıkardı ve davacıya verdi. Alim Sokrat hemen yola koyulup huzura çıktı, istediği mühletin üçüncü günü Fatih’e -Hakanım! Adalet böylece yerine getirildikçe devletine son olmaz“dedi.w
Gaipten haber veren bir Bizans keşişine Fatih sordu: Madem ki gaipten haber veriyorsun, o halde bana söyle:
-İstanbul, OsmanlIların elinden çıkacak mı? Papaz şu cevabı verdi:
-İstanbul, harp neticesinde yabancıların eline geçmeyecek. Fakat öyle bir zaman gelecek ki, Türklerin elindeki mal ve mülk, yavaş yavaş başkalarının eline geçecek. Böylece de İstanbul, Türk malı olmaktan çıkacak!
Fatih Sultan Mehmet, Bizans lI keşişten bu cevabı alınca, ellerini açarak:
-İstanbul’da kendi arazisini yabancılara satanlar Allah’ın gazabına uğrasın!43
Efsaneler açısından konuya yaklaştığımızda İstanbul, kunruluşundan bugüne kadar madde ve mana planında bir mücadele mekanı olarak karşımızda durmaktadır. Şehrin kuruluşu ve muhafazası Bizans inanış ve anlatmalarında başka; Türk inanç ve rivayetlerinde başka efsaneler doğurmuştur. Her iki cephenin efsanelerinin ortak yanı ise mekana kutsiyet katarak “sahiplenmeyi sağlama fonksiyonuyla boy göstermiş olmalarıdır.
Fetih öncesini ve fetih sürecini anlatan Bizans efsanelerinde dini yardım ve destekleri zayıfladığı, Tanrının kendilerine yüz çevirmesi sonucunun çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Bunun aksine olarak maneviyatın Türk cephesini muhkemleştirdiği ve efsanelerin “inanılırlık” fonksiyonunun Türkler lehine işlediği görülmektedir. Fatih Sultan Mehmet ve devrin manevi liderleri etrafında fetih öncesini de içine alacak efsaneler teşekkül etmiş, böylece tarihi kişiliklere efsanevi kimlikler ilave olunmuştur.
Fetih sonrasını ilgilendiren efsaneler de önceki muhasaraların hatıralarını, tarihi ve dini değerini canlı tutarak sahiplenilen mekanın ebedileştirilmesini sağlamak icrasındadırlar.
DİPNOTLAR
* İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türk Halk Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
Metin Ergun, Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi II. Cilt, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Ankara, 1997. s. 881.
Taş kesilme ve taşın canlanıp insana dönmesi ile ilgili olarak bakınız: Saim Sakaoğlu. Anadolu Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğlu, Ankara. Ankara Üniversitesi, 1980: Abdulkadir Emeksiz- S. Oktay, “Tas Bebek Efsane ve Ninnileri Arasında Tematik İlişkiler”, Marmara Üniversitesi, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi The Journal of Turkish Culturel Studies, sayı: 11. İstanbul 2004, s.148-66.
Linda Degh,” Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı”, çeviren: Selcan Gürçayır, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Yayına Hazırlayanlar: M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır. Ankara. Geleneksel Yayıncılık. 2005, s. 343-344.
Johanne5 Türklerve Tatarlar Arasında (1394-14271,3. Bs.. İstanbul, İletişim.1997. s.184-185.
Bu rivayete göre İsa’dan altı astr evvel Yunanistan’dan yola çıkan Bizas’ın yurt ararken kendisine başvurduğu Delfi kahininin adı. Bkz.: Hans Hermann Russack, “ İstanbul ve Efsaneleri”, Yapı ve Kredi Bankası iHazırlayan), İstanbul 1453-1953, Yapı ve Kredi Bankası, 11953). , s. 32.
Ğ. İncieyan, XVIII. Asırda İstanbul, tercüme ve notlar : Hrand O. Andreasyan, İstanbul, Baha Matbaası. 1976, s. 77.
Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı (Hazırlayanlar) . Günümüz Türkcesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul. 2. baskı, 1. Cilt- 1. Kitap. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları. 2004, s. 7-8.
Aynı eser; s. 8.
Atsız, Aşıkpaşaoğlu Tarihi. İstanbul, MiUi Eğitim Basımevi. 1970. 10-11.
” Ortaçağ halk efsanelerinin ana kahramanları genellikle Hıristiyan azizleri, papazlar, kısacası din adamlarıdır. Bu efsaneler ortaçağ düşüncesinin oluşumunu büyük ölçüde etkilemiştir”. Daha fazla bilgi için bakınız: Yazanlar: İtalyan Profesörlerinden kurulu bir heyet, İstituto, Geografica Oe Agostini Novara, İtalya, 1967. Bu eserin Türkçe tercümesi için bkz: Gökkuşağı (Haftalık Ansiklopedik Dergi),“ Ortaçağ Halk Efsaneleri”, 7. cilt: Mitoloji-Efsaneler, İstanbul, Akın Ofset.l tarih yok), s. 260
Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı (Hazırlayanlar), Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi. İstanbul, 2. Baskı. I.cilt * 1, Kitap. İstanbul, Yapı Kredi Yayınlan, 2004, s. 32.
Aynı eser, s.34.
Aynı eser, s.36
Niyazi Ahmet Banoğlu. Tarih ve Efsaneleriyle İstanbul, İstanbul, İhsan Manavoğlu Ak, 1966. s. 266.
W. Bartold,” Didon Hilesi Masalına Ûair”, mütercimi: Abdulkadir, Halkbilgisi Haberleri, yıl: 3.15 İkincikanun 1934, sayı: 32. s. 223.
Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı (Hazırlayanlar) , Günümüz Türkcesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, 2.baskı, 1. cilt – 2. Kitap. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2004, s. 414.
Aynı eser, s. 415.
W. Bartold, adı geçen makale, s. 223.
Saim Sakaoğlu. ‘”Fetih Efsaneleri”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 3. İstanbul, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı, 1994. s. 307.
Mithat Sertoğlu (Ha2irlayan) r “Rum Tarihçisinin Yazdıktan“, Resimli Büyük İstanbul Ansiklopedisi. (İstanbul), Yeni İstanbul Gazetesi, (tarih yok), 349.
21 -Aynı eser, s. 348.

Fetihten Evvelki İstanbul ve Fatih’e ait Menkibeler: lyayım yeri yok. yayımlayan yok). (14531, Beşyüzüncü Fetih yıldönümü: 2.
Mehmet Önder, Efsane ve Hikayeleriyle Anadolu $ehir Adları. Ankara, Defne Yayınları. 1969,
7.
Hasan Bursa Evliyaları ve Tarihi Eserleri, Bursa, Öner Matbaası, 1982, s.134.
Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı (Hazırlayanlar), Günümüz Türkcesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul. 2. Baskı, 1. Cilt -1. Kitap, İstanbul. Yapı Kredi Yayınlan, 2004. s. 64-6
Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri cilt 2. hazırlayan: İsmail Kara, İstanbul. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1995. s. 141.
Aynı eser, s. 144.
Mithat Sertoğlu( hazırlayan),” Rum Tarihçisinin Yazdıkları’*, Resimli Büyük İstanbul Ansiklopedisi. (İstanbul), Yeni İstanbul Gazetesi, (tarih yok), s. 357.
Niyazi Ahmet Banoğlu, Tarih ve Efsaneleriyle İstanbul, İstanbul, İhsan Manavoğlu Ak. 1966. s. 270-271.
Yeni İstanbul. Tarihi İstanbul, (İstanbul), (tarih yok). Yeni İstanbul “Tarihi İstanbul” ilavesi no, 16. s.19.
Aynı eser, s. 19.
Sennur Adnan Özyalçıner, Bir zamanların İstanbul’u Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru. 2. Bs., İstanbul, İnkılap 2005,408.
Saim Sakaoğlu. “Fetih Efsaneleri”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 3, İstanbul. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı, 1994, s. 307.
Aysel İstanbul Evliyaları. 2.Bs., İstanbul. Yeni Gür Matbaası. 1968. s. 187.
Aynı eser, s. 187-189.
A.S.Ünver. “Ayasofya Efsanesi”. Türk Folklor Araştırmaları, cilt: 2, sayı: 46, Mayıs 1953
736.
Daha fazla bilgi için bakınız: Stefanos Yerasimos, Türk Metinlerinde Konstantiye ve Ayasofya Efsaneleri, 3. Basım, İstanbul, İletişim. 1998; Niyazi Ahmet Banoğlu, Tarih ve Efsaneleriyle İstanbul. İstanbul. İhsan Manavoğlu Ak, 1966.
Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri cild 2, Hazırlayan: İsmail Kara, İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1995, s. 142.
Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı (Hazırlayanlar), Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, 2. Baskı, 1. Cilt – 1. Kitap. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2004, s. 71.
Aynı s. 71-72.
41 -İsmail Habib Sevük.” felihten Önce Rumelihisarı. Şahi Toplar ve Haliç”, Yapı Ve Kredi Bankası (Hazırlayan), İstanbul 1453-1953. Resimli Hayat Dergisi İlavesi, Yapı ve Kredi Bankası (basım yeri yok), (1953), s. 18-19.
Hans Hermann Russack. “İstanbul ve Efsaneleri“. Yapı Ve Kredi Bankası IHazırlayan), İstanbul 1453-1953, Yapı ve Kredi Bankası, (1953). s. 33.
Fetihten Evvelki İstanbul ve Fatih’e ait Menkibeler: (yayım yeri yok. yayımlayan yok). (1453). Beşyüzüncü fetih yıldönümü: 2.
Efsanelerin İstanbul’u, Fetih ve Fatih
Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Emeksiz
 FATİH SEMPOZYUMLARI I-II TEBLİĞLER
FATİH BELEDİYE BAŞKANLIĞI

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...