25 Aralık 2019

İNSANI TANIMA SANATI BİRİNCİ BÖLÜM


“İnsan olmak, kendini yetersiz hissetmek veüstün bir konumu ele geçirmek üzere çaba harcamak demektir.”“Mutlak bir doğru yoktur, ancak bu doğruyaen yakın bir şey var ki, o da toplumsal yaşamdır.”
“Cinsellik kişisel bir sorun değildir.”“Duygular kanıt niteliği taşıyamaz.”“Nevroz birfiksiyondur;1 nevrozlu, kenditokatlarına yanağını uzatan kişidir.” 1 Hayal, kuruntu. (Çev. n.)Freud’un libido, bilinçaltı, baskılama ve karşıkoyma ya da Jung’un arketip, ekstra versiyon [dışa yöneliş] ve introversiyon [içe yöneliş] kavramlarıyla kıyaslandı mı, Adler’in yukarıda kitipik sözleri bambaşka bir dünyadan kaynaklanır gibidir. 
Ne var ki, aslında Freud’un psikanalizi,Jung’un analitik, Adler’in bireysel ve toplumsalpsikolojisi her şeye karşın aynı ruh ve zekânınürünüdür. 
Kurucularının dünya görüşleri her nekadar bir yelpazenin kanatları gibi birbirindenayrılsa da, kurdukları öğretilerin bir birlik vebütünlük oluşturduğunu söyleyebiliriz. Sözkonusu öğretiler arasındaki farklar çoğu kez kısa formüllerle dile getirilmeye çalışılmış,

 örneğin Freud’un psikanalizinin büyük kent insanına,Jung’un analitik psikolojisinin henüz doğadankopmamış taşra sakinleriyle ilkel yaşam düzeyindeki kimselere, “lise öğretmenleri için bir psikoloji” sayılan Adler psikolojinin ise ortave küçük kentlerde oturanlara hitap ettiğisöylenmiştir. Ya da Freud’un çocukların, Jung’un ömrünün ikinci yarısında bulunan kırk yaş üzerindeki erişkinlerin, Adler’in ise gençlerin psikolojisini açıklığa kavuşturduğu, dolayısıyla bu üç öğretinin birbirini bütünlediği ileri sürülmüştür. 
Fransızların Katolik psikanalizcisi Bayan Maryse Choisy daha daileri giderek Freud, Jung ve Adler isimlerinearketipik simgeler gözüyle bakar, Freud’u cinsel içgüdülerinin, dolayısıyla yaşam sevinci’nin bir peygamberi, o görkemli kuşun adını taşıyan Adler’i saygınlık eğilimi ve üstünlük çabasının bir yorumcusu görür; Jung’u ise insanlığı elinden tutup gerilere, kolektif bilinç dışının pınarına götüren biri sayar.
Tıpkı karikatürler gibi bu tür yorumlar da herzaman tipik bir özelliği içerir, ne var ki sözkonusu özelliği düpedüz abartıp basiteindirgerler. Jung, ruhun bir simyacısı,parapsikolojiye belirli bir eğilim gösteren “tarihdışı bir parapsikolog”, Freud ise aslında tümpsikolojik sorunların çözümünü “eldekindendaha mükemmel bir fizyolojiden” bekleyen birdoğa bilimciydi. Adler’e gelince, kuramla başı hoş olmayan bir gerçekçi, bir pragmatisyendi;pratisyen bir hekim, hastalara yardım eli uzatanbir kişiydi. 
“Bilimsellik” üzerinde o kadar fazladurmayan, pratiğe yönelik bir insan sarrafıydı,insanların yardımcısı olmak ve öyle de kalmakisteyen biriydi. İşte bu kitap da ondaki bueğilimin en güzel kanıtını oluşturmaktadır.Yazmaktan pek hoşlanmaz, üslup konusunufazla önemsemezdi.2 Freud, Türkçe’de sevinç anlamına gelir. (Çev.n.)3 Adler, Türkçe’de kartal anlamına gelir. (Çev.n.)4 Jung, Türkçe’de genç anlamına gelir. (Çev. n.)Bu kitap, Adler’in 1926’da Viyana’da verdiğibir dizi konferansı içeriyor; dinleyicilerdenBroser adında biri konferansları stenoyla kalemealmış, kendisinden sonraki kuşakların elinegeçmesini sağlamıştır.Peki kimdi bu Adler? Yapıtları günümüzAmerikası’nda yine büyük ilgi gören, MaxScheler’in ve Keyserling’in kendisindenzamanımızın bir dâhisi diye söz açtığı, ne var ki Almanca konuşulan ülkelerde unutulup gitmişbüyük kişiler arasında yer alan bu adam kimdi?Adler, Macaristan sınırları içindeki Burgonya’dan göçüp Viyana’ya gelen ve buradahububat ticaretiyle uğraşan küçük burjuva birbabanın ikinci oğlu olarak 7 Şubat 1870’dedünyaya açtı gözlerini. 
Dört erkek ve iki kızkardeşi vardı. Ancak sonradan Avusturya uyruğuna geçmiş, Rus asıllı eşi Bayan Raissa ilebirlikte mezhep değiştirip, henüz dörtçocuğunun doğumundan önce Protestanlığıkabul etmişti. Daha dört yaşındaykenbüyüdüğünde hekim olacağını söylemişti Adler.Erkenden böyle bir karara varması, bir kez yanıbaşında yatağında ölen kardeşinin üzerindebıraktığı izlenimden, ikincisi hastalıklı annesiniiyileştirme arzusundan, üçüncüsü bizzatkendisinin de belki raşitizmli bir çocukolmasından kaynaklanıyordu. Bu durum,kurduğu öğretiyi anlamada Penzig (bugünViyana’nın VIII. bölgesi) sokaklarında geçençocukluğundan daha az önem taşımamaktaydı.Nitekim Adler’in kendisi de insanları tanıma becerisini salt “sokak çocukluğundan”gelmesine borçlu olduğunu sonradan ikide biryineleyip durmuş, bunda da yalnızca bir şakaamacı gütmemiştir. Genç bir göz hekimi olarakYahudi küçük burjuva mensuplarının oturduğuPrater Caddesi’nde açtığı muayenehanenin pekkazanç sağlamadığını görüp pratisyen hekimlikyapmaya başlamış, sempatik ve iyi kalpli bir evhekimini kendisine örnek alıp, piknik vücutyapısına ve “zyklothym” mizacına uygun birçalışma ortaya koyarak herkesin sevgisinikazanmıştır. 1897’de evlenmiş, 1898’de ilk kızıValentine dünyaya gelmiş, onu 1901’de bugünNew York Park Avenue’de ünlü birnöropsikiyatr olarak çalışan kızı Alexandra’nın,1905’de bugün aynı şekilde New York’dapsikiyatristlik yapan oğlu Kurt’un doğumuizlemiş, 1909’da ise kızı Nelly doğmuştur. Enbüyük kızı otuzlu yıllarda kocasıyla annesininyurduna göç etmiş, burada öyle görülüyor kikarı koca bir “temizlik” eylemine kurbangitmiştir. Viyana tıp çevrelerinde o zamanlaralay konusu olan Freud’u savunan Adler, Freud’dan, kendisini her çarşambaBergasse’deki evinde toplanan araştırmagrubuna katılmaya çağıran o efsanevi kartıalmıştır. 1907 yılında “Organların YetersizliğiÜzerine İnceleme” adlı yapıtını yayımlayarakdaha sonraki “organ diyalekti” ya da “organdili” öğretisinin ilk temel taşını koymuştur.İlginç yapıt, cinsel davranışları dışavurumsaldevinimler olarak yorumlayan “cinsel jargon” ilebirlikte psikosomatik tıbbın ilk sistematiktaslağının hazırlanmasına önayakolmuştur.55 Freud’un “organsal hazırlık” ve “ruhsalçatışmaların organik semptomlara isterikdönüşümü” kavramıyla birlikte. İlkpsikosomatik deneme olan “OrgansalSemptomların Psikogenezi ve Psikoterapisi” (Berlin 1925), Adler’in o zamanlar ürolog olarakçalışan, oldukça parlak öğrencisi Rudolf Allerstarafından çıkarılmış, yine Adler’in pekyetenekli bir öğrencisi sayılan Dr. RudolfSchwarz kitabın hazırlanmasında pek büyük birrol oynamıştır. Ne var ki, her ikisi de söz konusukitabın yayımlanmasından sonra Adler’in, Bireysel Psikoloji Derneği’nden ayrılmış;marksist Manes Sperber, Otto, Alice Rühle(Gerstel), ayrıcı özel terminolojisinden Adler’inpek hoşlanmadığı ve kitaplarının kamuoyundakiolumlu yankılarından tedirginlik duyduğu FritzKünkel aynı yolu izlemiştir.Darwin’in o zamanlar egemenliğini sürdüren,“beceriklilerin yaşayacağı, beceriksizlerin iseyok olup gideceği” öğretisi ile Lombroso’nun“soysuzlaşma” öğretisi dikkate alındığında,Adler’in İnceleme ’sinin adeta devrim niteliğitaşıdığı anlaşılacaktır. Söz konusu yapıt her ikiöğretiye bir tepki oluşturur. Göz hekimi Adler’ingözlemlerinin odak noktasında güçlüksüzleriçokluk kalıtsal nitelikteki yetersiz organlarınzamanla güçsüzlüklerini dengelemeklekalmadığı, hatta aşırı derecede fonksiyonel birkompensasyon [denge] sağlayabildiği veolağanüstü denilebilecek işlevsel bir üstünlüğekavuşabildiği görüşü yer almaktaydı. Kekeme Demosthenes’in büyük bir hitabet gücüne sahipbir kimse, miyop Menzel’in hatırı sayılır birressam, aynı şekilde miyop Gustav Freytag’ın alabildiğine titiz betimlemeleriyle ün salmış biryazar olması doğrusu tuhaf sayılmaz mıydı?Kendisini yansıtan portresinde şaşı bir bakışıyok muydu Dürer’in? El Greco, pek büyük biolasılıkla astigmat değil miydi? Bir haylimüzisyen vardı ki, işitme duyularında biryetersizlikten şikâyetçiydi ve günün birindekulakları duymaz olmuştu hepsinin; örneğinBeethoven, Smetana ve Clara Schumann bunlararasındaydı. Bruckner’in dış kulağında ise bideformasyon seçilmekteydi. Adı geçen kişilerdesöz konusu organların işlevsel üstünlüklerinisağlayan, adı geçen yetersizlikler değil miydi?Böylece nasıl olup da dâhi dediğimiz kişilerinçokluk bir “dégénnere supérieur” görünümüsergilediklerine ilişkin Lombroso’nun ortayaattığı çelişik soru yanıtlanıyor, ayrıca biyolojikbakımdan yetersizlerin hayatta kalacağı,ötekilerinse yok olup gideceği sorunu açıklığakavuşturuluyor, bir zaman gerçek bir dehakültünün doğmasına yol açmış o deha bilmecesidoğabilimsel yoldan açıklığa kavuşturuluyordu:Daha önceleri Buffon’un, Lessing’in ve Goethe’nin6 söyledikleri gibi belki de deha saltçabanın bir ürünüydü, yani bir organın biyolojiknedenlerden kaynaklanan işlevsel yetersizliğinedeniyle erkenden başlayan bir egzersizin, biralıştırmanın sonucunda ortaya çıkmaktaydı.Adler, başlangıçta yetersiz organın yetersizliğinikendi kendine kompanze ettiği [dengelediği]sonucuna varmış ve zamanla beyne genel birkompensasyon organı gözüyle bakmayabaşlamışsa da, sonraları düşüncesinideğiştirerek, kompensasyon, aşırıkompensasyon ve dekompensasyon[kompensasyon işlevinin ortadan kalkması]olaylarının söz konusu organ tarafındangerçekleştirilmediği ve merkezi sinir sistemininbunda bir rol oynamadığı, adı geçen olaylarıninsanın istemine, ruhsal üstyapısına bağlıolduğu, biyolojik altyapısıyla bir ilgisibulunmadığı görüşüne varmıştır. Organyetersizliğini biyoloji açısından ele almaktanyavaş yavaş uzaklaşan Adler, genelliklebilincine varılmayan öznel yetersizlikduygusuyla durumu açıklamaya yönelmiştir. Söz konusu yetersizlik, Adler’e göre, çokluk nesnelbir varlığa sahip değildi, bir kuruntu niteliğitaşımaktaydı, ya da solaklıkta ve kızıl saçlılıktakigibi genellikle sosyal bakımdan olumsuz birdeğerlendirmenin sonucuydu. Nihayet mitolojive sanat, organsal birtakım kusurları içerenyaratıklarla dolup taşmaktaydı. YazgıTanrıçaları, kâhinler ve ozanlar kördü,Hephaistos ya da Wieland gibi kuyumcu vetanrılar topallıyordu, biçimsiz vücut yapısıdolayısıyla alay konusu yapılan III. Richard“kötü bir insan olmaya eğilim gösteriyordu.”6 A. Gehlen tarafından genişletilerek “yetersizvarlık” olarak insan öğretisine dönüştürülenAdler öğretisinin, bir başka yerde belirttiğimgibi, daha çok önce Goethe’nin, “Hayvanların Metamorfozu” adlı kitabında açığa vurulduğunatanık olmaktayız: “Bir yaratıkta bir üstünlük mügörüyorsun, nerede bir yetersizliği olduğunuaraştır, işte o zaman tüm yaratıkların anahtarınıele geçirirsin...” Egon Friedell de insanlığınuygarlık tarihini Adler öğretisiyle yorumlamaya çalışmıştır. Buna göre, “yetersizlik duygusu” yetersizliğinkendisinden daha önemliydi ve her zamansosyal bir arka planı vardı. İnsanı yiyip bitirenbu duygu kimilerinde, bu kişilerin ortadankaldırılmasını amaçlayan bir çabanıngösterilmesine yol açıyor, bazılarında isetoplumdışı (sosyal) ya da topluma karşı(antisosyal) bir tutumun doğmasına nedenoluyordu: Sosyal açıdan yararsız bir alandaetkinlik gösterme, gerçek ya da hayali birüstünlüğe ulaşmak için hastalık derecesinde birçabanın harcanması, bir “sanki”, bir “fiksiyon”.Son iki sözcüğü Adler, H. Vaihinger’in ozamanlar moda olan “Sanki felsefesi”ndenalarak “Asabi Karakter” i (1912) ve daha sonra“Nevroz”u açıklamada kullanmıştı.Bir yay, üzerine ne kadar kuvvetli bastırılırsa,o kadar yükseğe fırlar, yeter ki basınç altındakırılıp kopmasın. Bunun gibi yetersizlik duygusuda bir tek insanın ya da bir topluluğun üzerinene kadar kuvvetle bastırırsa, söz konusu kişi yada topluluk o kadar yukarı fırlamak ister. İnsantek başına yetersizdir, ancak toplum içinde yaşamını sürdürebilir. Mutlak bir doğru varsa,toplum bu biricik mutlak doğrudur. Yetersizlikduygusu insanı toplum dışına iter; ne var ki,doğuştan insanda var olan toplumsallıkduygusunun kalıntıları yeniden diriltilip, insanyeniden topluma kazandırılabilir. Toplum dışınaitilen insan ‘kötü’ değil, yalnızca cesaretikırılmış biridir; cesaretlendirildi mi, tekrartoplumun yararlı bir üyesi durumuna sokulabilir.Toplumsallık duygusuyla yetersizlik duygusuarasındaki çatışmadan insanın “devinim yasası”ortaya çıkar, çünkü yaşam devinim demektir.Herkes erken çocukluk döneminden başlayarak“fiktif” (hayali) bir yaşam amacına yönelikyaşam planını oluşturur, bu gizli yaşam planıiçinde temel doğrultular üzerinde bütünsel birvarlık olarak devinir, ilerler, kendi yaşamamacına yaklaşmaya çalışır. Yaşam amacı,yaşam planıyla uyum içindeyse, kişisel yaşamüslubu toplumun yaşam üslubuna uygunlukgösteriyorsa, insan, saptadığı amaca da ulaşırsonunda.Bu kuramdan yola koyularak bireysel psikolojinin bütün önemli sorunlarınıanlayabiliriz. Böyle davranıldı mı saygınlıkeğilim ve çabasının, insanın güvensizlik veyetersizlik duygusunu yenme denemesinden,nevrozun ise kendini güvenlik altına almadenemesinin başarısızlığa uğramasından başkabir şey olmadığı görülecektir. Aynı şekilde, sözkonusu kuramdan kalkarak, kadının güçlü bir“erkeksi protesto” ile toplumsal köleliğinebaşkaldırmasını, aşırı korkak anneyi ve böyle birannenin çocuğunu şımartma konusu yapmasını,aile içinde ilk doğmuş çocukların sonradantahtından edilmesini ve kardeşler arasındakisavaşımı, kardeşler içindeki konumunun,çocuğun yaşam üslubuna damgasını vurmasını,toplumsal davranış biçimlerinden sapmalarıngüvenini yitirmiş ben’in savunmamekanizmalarından ve insanın soydaşlarınakarşı saldırı (agresyon) biçimlerinden başka birşey sayılamayacağını ve ilgili savunmamekanizmalarıyla agresyon biçimlerinin nevrozve psikozdan kriminozlara ve cinsel sapıklıklara,uykusuzluktan intihara kadar uzanabileceğini anlama olanağını ele geçirebiliriz. Hatta kişiyiintihara götüren melankoli bile başkalarına karşı‘dolaysız bir saldırı’ olup, bu niteliğini korur herzaman.Böylece ‘karşılaştırmalı bireysel psikoloji’aslında karşılaştırmalı bir sosyal psikolojiniteliğini kazanmış, ‘ben psikolojisi’ olmaktançıkarak Karl Mannheim’ın istediği ve örneğinTalcott Parsons’un action theory’sindegerçekleştirmeye çalıştığı bir sosyal psikolojiyedönüşmüştür. Adler’in göz önüne serdiği“yaşamın üç büyük sorunu”, toplumsal yaşamlailgilidir. David Riesmann’ın dışarıdan yönetilentoplumda aradığı “other-centeredness”, ruhsalsağlığın temel koşuludur. Dolayısıyla, bugünAmerika’da ortaya atılan “Is Alfred AliveToday?”7 sorusu aslında gereksiz bir sorudur.Ama yine de burada ilgili soruyu ayrıntılarakaçmadan yanıtlamaya çalışacağız.7 “Alfred Adler Bugün Yaşıyor mu?” Robert W.White’ın bir yazısının başlığı, ContemporaryPsychology: A Journal of Review II/1, Ocak1957. Adler’in insanı konu alan bilimler için taşıdığönem hâlâ tartışma konusudur. Bazıları içinörneğin Leibniz’in yanında Christian Wolf gibiikinci derecede önem taşıyan biridir.Öğrencilerden bir grup vardır ki, Adler’e asla bir‘derinlik psikoloğu’ gözüyle bakmaz; nitekimAdler de kendisinin hiçbir zaman böyle biriolduğunu söylememiştir. Bazı kimselerseAdler’in öğrencisi olmamalarına karşın, Adler’i,Freud–Adler–Jung sacayağını oluşturanpsikologlardan biri sayar. Adler’in ilk gerçekvaroluşçu psikolog olduğunu söylemek deyanlış olmaz, çünkü ilkin V. E. Frankl’ın“varoluşçu çözümlemesi”, Adler’in öğretisinintutarlı bir uzantısıdır; ikincisi, Adler’in ateşli birokuyucusu olan Sartre’ın insanı, Adler’in “asabikarakterinin” genişletilip bir insan tablosunadönüştürülmesinden başka bir şey değildir.Ayrıca yaşamı bir ‘plan’ olarak gören (vida esroyecto) Ortega y Gasset de, yalnızca şucümleyi yazmakla bile Adler’i İspanyolca’yaçevirmiş sayılır: “La vida no nos esté impuesta,sino propuesta” . Adler’in temel düşüncelerini ustalıklı ve dâhice yansıtan bu cümlenin anlamışöyledir: “Yaşam bize bağışlanmamış, biryükümlülük olarak verilmiştir.” Ne var ki,Adler’in ‘yaşam topluma karşı bisorumluluktur’ tezinin Ortega’da dikkatealınmadığını belirtmeden geçmemek gerekiyor.Bir ara Maximilian von Rogister’e ölümündensonra öğretisinden geriye neler kalacağını soranAdler, ondan şu yanıtı almıştır: “Hepsi kalacak,ama sizin adınızı taşımayacak.” “Hiçbir Batılıyazar yoktur ki, Adler kadar yağmalanmışolsun,” diye ekler Rogister sözlerine, “Ama yinede iyidir böyle olması, çünkü Freud’un veJung’un öğretilerinin insanların kafasında yolaçtığı karışıklığı hafifletmeye katkıdabulunuyor.” Ancak, Rogister’in görüşününbugün az sayıda kişi tarafından paylaşıldığınıbelirtmeliyiz. Ancak, günümüzün hatırı sayılırAlman psikoloğu Wolfgang Metzger de şusoruyu yöneltmektedir: “Gerçekte günümüzinsanının başına musallat olan nedir, Freudhastalığı mı, (bununla Freud’un cinsel nevrozlarıkastedilmektedir!), yoksa Adler hastalığı mı?” (Bununla da ilk kez Adler’in tanımladığı‘saygınlık eğilim ve çabası’ anlatılmakistenmektedir).Adler, günümüz Amerikası’nda, ‘benpsikolojisi’nin ilk büyük öncüsü olarakkutlanmaktadır. Buna karşılık, Adler’inzamanının işçi sınıfının maddi durumunudüzeltmekten çok, Amerikalıların ‘self-importance’ diye nitelediği kolektif aşağılıkkompleksine karşı savaştığını keşfeden Henri deMan, Adler’in öğretisini temel alarak kendi neo-sosyalizmini kurmaya çalışmıştır. Beri yandan,Dale Carnegie saygınlık eğilimi kavramınıAdler’den almış, ama Viyanalı hekim, psikologve pedagog Adler gibi söz konusu eğilimdekiaşırılık ve aksaklıklarla savaşmak değil, tersinekendi bencil amaçları uğrunda insanlarısömürmek için bu yola başvurmuştur. Adler’intoplumun tek biricik doğru olduğu postulatınınbugün Amerika’da ‘community’ adı altındakarşımıza çıkması, oysa bu ülkede çok sayıdataraftarı bulunan Adler akımının söz konususözcüğü ‘social interest’ diye çevirmesi, çevrilmesi olanaksız toplumsallık duygusunu social interest ile karşılaması, ileriki yıllardaAdler’in daha pek çok değişik yoruma konuyapılacağını ve bu yorumların Luis Way’in dler’s Place in Modern Psychology kitabınıalabildiğine değişik açılardan bütünleyeceğinigöstermektedir. Amerika’da Adler’in kitaplarınınsürekli yeni baskıları yapılmakla kalmayıpsistematizasyon çalışmaları sürdürülmekte, Prof.Heinz’ın ve Rowena Ansbacher’in iki büyükyapıtı gibi antolojiler hazırlanmaktadır.T. W. Adarno’ya göre, Freud psikanalizininhâlâ geçerliğini koruduğu Almanya’da bugünHarvard Üniversitesi’nde profesör Robert W.White gibi bir kimse çıkıp Adler’in Freudüzerindeki etkisini saptamayı gözealamamaktadır. White’ın belirttiğine göre, Freud1911’de Adler’in “güvenlik eğilimleri”kavramını kabul etmeye yanaşmamışsa da, aynıkavramı 1912’de “savunma mekanizmaları”adıyla alıp benimsemiştir. Öte yandan Adler’in, içgüdünün tersine dönüşümü, Freud’da tepkiseloluşum’ a (1908), Adler’in temel doğrultusu Freud’da ben-ideali’ ne (1914), Adler’in saldırıiçgüdüsü Freud’da ölüm içgüdüsü’ ne (1920)dönüşmüştür. Yine White, Adler öğretisindekisadelik ve yalınlığın bu öğreti için hem biravantaj, hem de bir dezavantaj oluşturduğunusöyler. Sorduğu soruya verdiği yanıt iseolumludur: “Adler is very much alive today andwe should know our indebtedness to him.” 8Adler’in düşünceleri halen günümüzdüşüncesinin akıp giden ırmağı içine karışmışbulunmakta, “and have become the acceptedclinical common sense of our time.” 9 Böyle bircümleye eklenecek ne olabilir.8 “Alfred Adler bugün pekâlâ yaşıyor ve bizimkendisine neler borçlu olduğumuzu bilmemizgerekiyor.” (Çev. n.)9 “Çağımızın klinik sağduyusu olarak kabuledilmiş bulunmaktadır.” (Çev. n.)Oliver BrachfeldMünster 1965

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...