İBRAHİM HAKKI’NIN HAYATI
18. asır Osmanlı İmparatorluğu’nun bilim, kültür, tasavvufve edebiyat tarihinde Erzurum’lu İbrahim Hakkı’mn önemli biryeri vardır.Dini ve tasavvufî bir gelenek içinde bilim ve kültüre hizmetederek geniş halk kitlelerine seslenmeyi başaran bu bilginin, hemedebî, hem dinî ve hem de müsbet ilim yönü İncelenmeğe değer birkonudur.Hakkında çeşitli eser, makale, broşür ve yazı kaleme alınanErzurum’lu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin büyüklüğü ile mütena-sib ve onu hakkıyla tanıtacak bir inceleme bugüne kadar yapılmışdeğildir.
Toplumları, içine saplandıkları bataklık ve sıkıntılardan kurtaran, bilgili, faziletli ve üstün zekâlı insanlardır. Bu yaradılış vekabiliyette olan kişiler, bazan yıllar hatta yüzyıllarca beklenir durur. Umudun kaybolduğu anda kaybolup da yâd ellere giden vedönüşünden umut kesilen bir insanın ansızın çıkıp kendini göstermesi gibi, büyük atılımlara hazır âlim ve düşünürlerin ortayaçıkmasıyla durgun, hareketsiz, şaşkın ve ne yapacağım bilmeyentoplum, o andan itibaren birdenbire canlanmaya başhyarak ayağakalkar.
Doğu Anadolu’nun önemli kültür merkezlerinden biri ve belkide en önemlisi olan Erzurum’a yakın Horasan şehrinden Hasanka-le’ye göç eden bir aileye mensup olan bu büyük düşünürün dedesi,Molla Bekir isminde çevresinde hayli şöhret temin eden ve cömertliği dillere destan olan bir ailenin çocuğudur. Azak seferine giderekorada şehit düşmüş bir daha Hasankale’ye dönmemiştir.İbrahim Hakkı’mn babası ise, Derviş Osman Haseni ismindeyumuşak huylu, çekingen, halim selim ve çelebi-meşreb bir zattır.İbrahim Hakkı’nın «hilm ü haya madeni» dediği babası DervişOsman, yirmi yaşına kadar Erzurum’lu bilgin Karaşeyhoğlu Seyyid İbrahim isminde bir zattan zamanın okunması mutad dinîilimlerini öğrenmiştir.
1701 yılında geçirdiği buhran üzerine kendisini eğitecek ve şifaya kavuşturacak bir mürşid-i kâmil bulmak arzusuyla yanınaErzurum’lu Eyyup Efendi’yi de alarak seyahata çıkar.O esnada çevresinde haklı bir şöhrete ulaşmış ve Siirt’in onkilometre kadar kufcey doğusunda yer alan Tillo’da (Bugünkü ismiyle Aydınlar Bucağı) ikamet eden Şeyh İsmail Fakirullah isminde bir bilgine bağlanmıştır. Doğumu ve Çocukluk Yılları İbraiüm Hakkı, 18 Mayıs 1703 yılında Muharrem ayının ilkCuma sabalu, Erzurum’a aşağı yukarı kırk kilometre uzaklıkta bulunan Haşan kale (Pasinler) kasabasında dünyaya gelmiştir.Dokuz yaşma kadar amcalarının yanında kalan Erzurum luİbrahim Hakkı, gcccli gündüzlü okur ve çok az insana nasib olacak ou bilgi elde eder.
Daha sonra Siirt’in Tillö (Aydınlar) Bucağına giderek Şeyhİsmail Fakirullah'a bağlanmış olan babasımn yanında kalır. İlkdl tabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata ken-d itabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata kendisi de bağlanır.Kuvvetli bir tahsil ve terbiye ile yetişen bu ünlü bilgin ve düşünür, arapça, farsça ve türkçe’ye lâyıkıyla hâkim olmuş ve bu üçdilde şiir yazacak bir mertebeye ulaşmıştır. Derviş Osman Efendi Tillo’da oğlunu, büyük bir şefkat ve sevgi ile büyütmüş ve birlikte kaldıkları-Şeyh İsmail Fakirullah dergâhı onlar için âdeta bir eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Onyedi yaşında babasım kaybeden İbrahim Hakkı, tekrar doğuım yeri olan Erzurum’a dönmüştür.
Okuma imkânları bakımından Erzurum’u tercih ettiği anlaşılan bu mütefekkir ve şâirin gönül bakımından TUlo’ya bağlı olduğu ve küçüklük yıllarının verdiği mutluluğu tadmak için (1140-1728) tekrar oraya dönmüş, Şeyhİsmail Fakifullah’tan tasavvuf, tarikat ve dini bilgiler almıştır.Tillo’ya gidişinden yedi sene kadar gibi bir zaman geçtiktensonra Şeyh İsmail Fakirullah’m ölümü üzerine tekrar doğum yeriolan Hasankale’ye dönmüş, oradan da Erzurum’a gidip Yukarı Habib Efendi Camii’nde İmam ve hatip olarak görev yapmış, bununyanında başka camilerde de va’z ü nasihatlarla halkı aydınlatmaya çalışmıştır.Hayatının gençlik ve olgunluk dönemlerine rastlayan bu yaşlarda daha çok şifahî bilgi ve kültüre önem vererek ileride kalemealacağı eserlere hazırlık yapmıştır.Otuzüç yaşına bastığında Fiıdevs isminde Erzurum’lu bir hanımla evlenir.
1738 senesinde ilk defa hacca gider. Dönüşünde büyük İslâm şâir ve düşünürlerüıin eserlerinden seçmeler yaparak«Lübbü’l-Kütüb» isminde 7 ciltten müteşekkil gayet kıymetli birantoloji meydana getirir. Bu antolojinin beş cildi halen torunlarından Mesih İbrahim Hakkıoğlu’nun elinde ,iki cildi ise ErzurumAtatürk Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır.1742 yılında zengin bir ailenin kızı olein Fatime isminde ikinci bir kadınla evlenir. Bunu üçüncü ve dördüncü evlilikleri takipederek Belkis ve Züleyha isminde iki hanımla daha evlenir. Böyle-ce dört hanımla evliliğini büyük bir huzur ve mutluluk içinde devam ettirir. Hasankale’de saçaklı ve eyvanlı bir ev yaptırarak zaman zaman oraya gitmeyi tercih eder.İstanbul Seyahatlan :İbrahim Hakkı, 1747 yılında, Sultan 1. Mahmud’un tahtta olduğu bir dönertıde İstanbul’a gelir ve Padişah tarafından Saray’adavet edilerek yakın bir ilgi ve alâka görür.
İbrahim Hakkı’nın Saray’a davet edilmesinin gâye ve maksadı üzerinde duran kaynaklar, bu davetin ilim ve kitap sevgisindendoğduğunu ve bu büyük düşünürün eline geçen fırsatı değerlendirerek Saray kütüphanesinden oldukça fazla yararlandığım ilerisürmektedirler.Marifetnâme isimli eserini yazmada büyük yaran olan bu ziyaret esnasında, sarayda bulunan ve başka yerlerde benzerine tesadüf edilmesi güç kitaplardan yararlandığı, not aldığı, kendisinegerekli olah malzeme ve bilgiyi topladığı muhakkaktır.Ayrıca bu seyahat esnasında «ders okutmak şartıyla» SultanI. Mahmut tarafından Erzurum’un Şigveler Dağı eteğinde bulunanAbdurrahman Gazi (Abdurıahman Dede) zaviyedârlığına tayin edilir.
Toplumları, içine saplandıkları bataklık ve sıkıntılardan kurtaran, bilgili, faziletli ve üstün zekâlı insanlardır. Bu yaradılış vekabiliyette olan kişiler, bazan yıllar hatta yüzyıllarca beklenir durur. Umudun kaybolduğu anda kaybolup da yâd ellere giden vedönüşünden umut kesilen bir insanın ansızın çıkıp kendini göstermesi gibi, büyük atılımlara hazır âlim ve düşünürlerin ortayaçıkmasıyla durgun, hareketsiz, şaşkın ve ne yapacağım bilmeyentoplum, o andan itibaren birdenbire canlanmaya başhyarak ayağakalkar.
Doğu Anadolu’nun önemli kültür merkezlerinden biri ve belkide en önemlisi olan Erzurum’a yakın Horasan şehrinden Hasanka-le’ye göç eden bir aileye mensup olan bu büyük düşünürün dedesi,Molla Bekir isminde çevresinde hayli şöhret temin eden ve cömertliği dillere destan olan bir ailenin çocuğudur. Azak seferine giderekorada şehit düşmüş bir daha Hasankale’ye dönmemiştir.İbrahim Hakkı’mn babası ise, Derviş Osman Haseni ismindeyumuşak huylu, çekingen, halim selim ve çelebi-meşreb bir zattır.İbrahim Hakkı’nın «hilm ü haya madeni» dediği babası DervişOsman, yirmi yaşına kadar Erzurum’lu bilgin Karaşeyhoğlu Seyyid İbrahim isminde bir zattan zamanın okunması mutad dinîilimlerini öğrenmiştir.
1701 yılında geçirdiği buhran üzerine kendisini eğitecek ve şifaya kavuşturacak bir mürşid-i kâmil bulmak arzusuyla yanınaErzurum’lu Eyyup Efendi’yi de alarak seyahata çıkar.O esnada çevresinde haklı bir şöhrete ulaşmış ve Siirt’in onkilometre kadar kufcey doğusunda yer alan Tillo’da (Bugünkü ismiyle Aydınlar Bucağı) ikamet eden Şeyh İsmail Fakirullah isminde bir bilgine bağlanmıştır. Doğumu ve Çocukluk Yılları İbraiüm Hakkı, 18 Mayıs 1703 yılında Muharrem ayının ilkCuma sabalu, Erzurum’a aşağı yukarı kırk kilometre uzaklıkta bulunan Haşan kale (Pasinler) kasabasında dünyaya gelmiştir.Dokuz yaşma kadar amcalarının yanında kalan Erzurum luİbrahim Hakkı, gcccli gündüzlü okur ve çok az insana nasib olacak ou bilgi elde eder.
Daha sonra Siirt’in Tillö (Aydınlar) Bucağına giderek Şeyhİsmail Fakirullah'a bağlanmış olan babasımn yanında kalır. İlkdl tabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata ken-d itabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata kendisi de bağlanır.Kuvvetli bir tahsil ve terbiye ile yetişen bu ünlü bilgin ve düşünür, arapça, farsça ve türkçe’ye lâyıkıyla hâkim olmuş ve bu üçdilde şiir yazacak bir mertebeye ulaşmıştır. Derviş Osman Efendi Tillo’da oğlunu, büyük bir şefkat ve sevgi ile büyütmüş ve birlikte kaldıkları-Şeyh İsmail Fakirullah dergâhı onlar için âdeta bir eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Onyedi yaşında babasım kaybeden İbrahim Hakkı, tekrar doğuım yeri olan Erzurum’a dönmüştür.
Okuma imkânları bakımından Erzurum’u tercih ettiği anlaşılan bu mütefekkir ve şâirin gönül bakımından TUlo’ya bağlı olduğu ve küçüklük yıllarının verdiği mutluluğu tadmak için (1140-1728) tekrar oraya dönmüş, Şeyhİsmail Fakifullah’tan tasavvuf, tarikat ve dini bilgiler almıştır.Tillo’ya gidişinden yedi sene kadar gibi bir zaman geçtiktensonra Şeyh İsmail Fakirullah’m ölümü üzerine tekrar doğum yeriolan Hasankale’ye dönmüş, oradan da Erzurum’a gidip Yukarı Habib Efendi Camii’nde İmam ve hatip olarak görev yapmış, bununyanında başka camilerde de va’z ü nasihatlarla halkı aydınlatmaya çalışmıştır.Hayatının gençlik ve olgunluk dönemlerine rastlayan bu yaşlarda daha çok şifahî bilgi ve kültüre önem vererek ileride kalemealacağı eserlere hazırlık yapmıştır.Otuzüç yaşına bastığında Fiıdevs isminde Erzurum’lu bir hanımla evlenir.
1738 senesinde ilk defa hacca gider. Dönüşünde büyük İslâm şâir ve düşünürlerüıin eserlerinden seçmeler yaparak«Lübbü’l-Kütüb» isminde 7 ciltten müteşekkil gayet kıymetli birantoloji meydana getirir. Bu antolojinin beş cildi halen torunlarından Mesih İbrahim Hakkıoğlu’nun elinde ,iki cildi ise ErzurumAtatürk Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır.1742 yılında zengin bir ailenin kızı olein Fatime isminde ikinci bir kadınla evlenir. Bunu üçüncü ve dördüncü evlilikleri takipederek Belkis ve Züleyha isminde iki hanımla daha evlenir. Böyle-ce dört hanımla evliliğini büyük bir huzur ve mutluluk içinde devam ettirir. Hasankale’de saçaklı ve eyvanlı bir ev yaptırarak zaman zaman oraya gitmeyi tercih eder.İstanbul Seyahatlan :İbrahim Hakkı, 1747 yılında, Sultan 1. Mahmud’un tahtta olduğu bir dönertıde İstanbul’a gelir ve Padişah tarafından Saray’adavet edilerek yakın bir ilgi ve alâka görür.
İbrahim Hakkı’nın Saray’a davet edilmesinin gâye ve maksadı üzerinde duran kaynaklar, bu davetin ilim ve kitap sevgisindendoğduğunu ve bu büyük düşünürün eline geçen fırsatı değerlendirerek Saray kütüphanesinden oldukça fazla yararlandığım ilerisürmektedirler.Marifetnâme isimli eserini yazmada büyük yaran olan bu ziyaret esnasında, sarayda bulunan ve başka yerlerde benzerine tesadüf edilmesi güç kitaplardan yararlandığı, not aldığı, kendisinegerekli olah malzeme ve bilgiyi topladığı muhakkaktır.Ayrıca bu seyahat esnasında «ders okutmak şartıyla» SultanI. Mahmut tarafından Erzurum’un Şigveler Dağı eteğinde bulunanAbdurrahman Gazi (Abdurıahman Dede) zaviyedârlığına tayin edilir.
Erzurum’a döndüğünde ufak tefek bir takım esercikler yazma denemelerine girişir. 1755 yılında ikinci defa İstanbul’a gelir.Buradan hanım ve çocuklarına yazdığı bir takım enteresan mektuplar günümüze kadar ulaşabilmiştir.
İstanbul’dan döndükten sonra kendisini tamamiyle eserleryazmaya vererek Hasankale’ye çekilir. En büyük eseri olan Ma-rifetnâme’yi tamamlamak için uğraşır. Daha soma diğer eserlerini yazar.İbrahim Hakkı kadar seyahat yapmış bununla beraber gezileri çalışmalarına engel olmamış bilgin ve şâir nadirdir. Hasankaleonun doğum yeri olmasına rağmen hayatında en çok sevdiği ve bir türlü ilgisini kesemediği, içinde mesut günler geçirdiği ve kendisine ikinci vatan olarak seçtiği yer şüphesiz Tillo’dur.Sıkıştıkça, huzur bulmak çin Tillo’ya yönelir. Bu esnada, Fa-time ismindeki eşinin ölümü üzerine Şeyh İsmail Fakirullah’ın torunu, Abdülkadir’in kızı Fatime Azize ile son evliliğini gerçekleştirir.Kayın biraderi Mustafa Fâni ile 2. defa hacca gitmeye kararverir.
Çeşitli ilim merkezlerinde, bu arada Halep, Şam, Mekke, Medine, Kudüs ve benzeri tarihi ve kutsal şehirlerde devrin ünlü bilginleriyle temaslarını sürdürür, onlarla çeşitli konularda bilgi alışverişinde bulunur.Hasankale kasabasında doğduğu halde daha çok, büyük birmerkez olan ve eskilerin «Erzen-i Rum» dedikleri şehre nisbetle anılan İbrahim Hakkı, hac dönüşünde Tillo’ya yerleşir ve Şeyh İsma'il Fakirullah’m tekkesinde ders okutmak suretiyle talebeler yetiştirmeğe çalışır.1768 yılında Erzurum Müftüsü Şeyh Mustafa ile üçüncü defa hacca giden İbrahim Hakkı, amcası oğlu Yusuf, Nesim’e yolladığı bir mektupta, kendi eserlerinin Şam ve civarında okunup beğenildiğini yazar.
İbrahim Hakkı’nın, İsmail Fehim, Ahmed Naimi, MuhammedŞakir ve Osman Nedim adında dört erkek, Gülsün, Hanife ve Şemsi Aişe olmak üzere üç kızı olmuştur.Son demlerini Tillo’da geçiren Erzurum’lu İbrahim Hakkı, 22Haziran 1780 yılında vefat etmiş ve daha önce şeyhi ve mürşidiİsmail Fakirullah için yaptırdığı türbenin içine gömülmüştür. Bugün de senenin hemen hemen her mevsiminde burası ziyaretçilertarafından gezilmekte ve büyük bir ilgi toplamaktadır.
Eserleri:18. asır, insanlığın eğitim, bilim ve kültürde büyük atılım vehamlelere giriştiği, buluş ve icatlara yöneldiği bir çağdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı da bu keşif ve icatlara yabancı kalmadan,imkânları sınırlı olmasına rağmen aynı yolda yürümüş ve kendisini çevresine tanıtabilmlştir.Müsbet (pozitif) ilimler alanında büyük bir başarı elde eden bu mutasavvıf-şâir, mensur ve manzum olmak üzere on beş kadar eser kaleme almıştır.
Her ne kadar bu sayı kaynak ve tetkiklerde otuz dokuza çıkarılmakta ise de kendisinin bizzat verdiği rakam onbeştir.
1 — Divanı (İlahinâme) (1755)
2 — Marihetnâme (1756)
3— İrfaniyye (1761)
4 — İnsaniyye (1763)
5 — Mecmuatü’l-Maâni (1765)
6 — Tuhfetü’l-Kiram (1767)
7 — Nuhbetü’ 1-Kelam (1768)
8 — Meşakiku’ 1 -Yûh (1771)
9 — Sefine-i Nûh (1773)
10 — Kenzü’l-Futûh (1774)
11 — Definetü’r-Rûh (1775)
12 — Ruhu’ş-Şurûh (1776)
13 — Ülfetü’l-Enâm (1776)
14 — Urvetü’l-lslâm (1777)
15 — Hey’etü’l-İslâm (1777)
Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere yazdığı eserlerinin ilk beşini Erzurum’da bulunduğu sıralarda tamamlamıştır. Geriye kalan eserlerini ise Siirt’e bağlı Tillo Bucağı’nda yazmıştır. Marifetnâme:Hafif modernleşme hareketleri arasında eski usulde bir eserolan Marifetnâme, bu cins kitapların son turfandası sayılabilir.İstanbul, Bulak ve Kazan’da değişik tarihlerde çeşitli baskılan ya pılan eser, Bir Mukaddime (Önsöz), Üç Fen ve bir Hatime (Sonsöz) olmak üzere üç kısımdan müteşekkildir.
İstanbul’dan döndükten sonra kendisini tamamiyle eserleryazmaya vererek Hasankale’ye çekilir. En büyük eseri olan Ma-rifetnâme’yi tamamlamak için uğraşır. Daha soma diğer eserlerini yazar.İbrahim Hakkı kadar seyahat yapmış bununla beraber gezileri çalışmalarına engel olmamış bilgin ve şâir nadirdir. Hasankaleonun doğum yeri olmasına rağmen hayatında en çok sevdiği ve bir türlü ilgisini kesemediği, içinde mesut günler geçirdiği ve kendisine ikinci vatan olarak seçtiği yer şüphesiz Tillo’dur.Sıkıştıkça, huzur bulmak çin Tillo’ya yönelir. Bu esnada, Fa-time ismindeki eşinin ölümü üzerine Şeyh İsmail Fakirullah’ın torunu, Abdülkadir’in kızı Fatime Azize ile son evliliğini gerçekleştirir.Kayın biraderi Mustafa Fâni ile 2. defa hacca gitmeye kararverir.
Çeşitli ilim merkezlerinde, bu arada Halep, Şam, Mekke, Medine, Kudüs ve benzeri tarihi ve kutsal şehirlerde devrin ünlü bilginleriyle temaslarını sürdürür, onlarla çeşitli konularda bilgi alışverişinde bulunur.Hasankale kasabasında doğduğu halde daha çok, büyük birmerkez olan ve eskilerin «Erzen-i Rum» dedikleri şehre nisbetle anılan İbrahim Hakkı, hac dönüşünde Tillo’ya yerleşir ve Şeyh İsma'il Fakirullah’m tekkesinde ders okutmak suretiyle talebeler yetiştirmeğe çalışır.1768 yılında Erzurum Müftüsü Şeyh Mustafa ile üçüncü defa hacca giden İbrahim Hakkı, amcası oğlu Yusuf, Nesim’e yolladığı bir mektupta, kendi eserlerinin Şam ve civarında okunup beğenildiğini yazar.
İbrahim Hakkı’nın, İsmail Fehim, Ahmed Naimi, MuhammedŞakir ve Osman Nedim adında dört erkek, Gülsün, Hanife ve Şemsi Aişe olmak üzere üç kızı olmuştur.Son demlerini Tillo’da geçiren Erzurum’lu İbrahim Hakkı, 22Haziran 1780 yılında vefat etmiş ve daha önce şeyhi ve mürşidiİsmail Fakirullah için yaptırdığı türbenin içine gömülmüştür. Bugün de senenin hemen hemen her mevsiminde burası ziyaretçilertarafından gezilmekte ve büyük bir ilgi toplamaktadır.
Eserleri:18. asır, insanlığın eğitim, bilim ve kültürde büyük atılım vehamlelere giriştiği, buluş ve icatlara yöneldiği bir çağdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı da bu keşif ve icatlara yabancı kalmadan,imkânları sınırlı olmasına rağmen aynı yolda yürümüş ve kendisini çevresine tanıtabilmlştir.Müsbet (pozitif) ilimler alanında büyük bir başarı elde eden bu mutasavvıf-şâir, mensur ve manzum olmak üzere on beş kadar eser kaleme almıştır.
Her ne kadar bu sayı kaynak ve tetkiklerde otuz dokuza çıkarılmakta ise de kendisinin bizzat verdiği rakam onbeştir.
1 — Divanı (İlahinâme) (1755)
2 — Marihetnâme (1756)
3— İrfaniyye (1761)
4 — İnsaniyye (1763)
5 — Mecmuatü’l-Maâni (1765)
6 — Tuhfetü’l-Kiram (1767)
7 — Nuhbetü’ 1-Kelam (1768)
8 — Meşakiku’ 1 -Yûh (1771)
9 — Sefine-i Nûh (1773)
10 — Kenzü’l-Futûh (1774)
11 — Definetü’r-Rûh (1775)
12 — Ruhu’ş-Şurûh (1776)
13 — Ülfetü’l-Enâm (1776)
14 — Urvetü’l-lslâm (1777)
15 — Hey’etü’l-İslâm (1777)
Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere yazdığı eserlerinin ilk beşini Erzurum’da bulunduğu sıralarda tamamlamıştır. Geriye kalan eserlerini ise Siirt’e bağlı Tillo Bucağı’nda yazmıştır. Marifetnâme:Hafif modernleşme hareketleri arasında eski usulde bir eserolan Marifetnâme, bu cins kitapların son turfandası sayılabilir.İstanbul, Bulak ve Kazan’da değişik tarihlerde çeşitli baskılan ya pılan eser, Bir Mukaddime (Önsöz), Üç Fen ve bir Hatime (Sonsöz) olmak üzere üç kısımdan müteşekkildir.
Her fen, bölümlere, bölümler konulara, konular da kısımlara ayrılmıştır. İbrahim Hakkı, önsöze başlamadan önce âlem-i kebir dediği kâinatı ve onun sırlarını ele alır. Daha sonra âlem-i sağir diye adlandırdığı insan vücudunu işler. Cenab-ı Hakk’ın birliğini kesin olarak öğrenmek ve masivâdan kurtulma yoluna girmesini tavsiye ederek bu kısımda menkul ve muteber olan tarzda kâinatınyaradılışım Arş’ı, melekleri, cennet ve cehennemi, Kürsi, Levh ve benzeri konulan açıklamaya çalışır.
Bundan sonra hesap (Matematik) ve hendeseye (geometri)dair basit fakat açık bilgiler verir. Alemin küre şeklinde olduğunuispat ederken Kâtip Çelebi’nin Cihan-nümâ adlı eserinden çokçayararlanır.îmam-ı Gazali’nin «Tehafütü’I-Fclasife» sinden bu bahse dairfıkralan olduğu gibi Türkçe’ye çevirir. Bu aktarmayı yaparken yararlandığı kaynaklara değinir. Sudan bahsederken dünyanın evvelce, sularla örtülü olduğunu, bazı taşlar kırılınca içinden denizhayvanlan (fosil) çıktığım Fahrettin-i Razi’nin bir sözüne dayanarak söyler.İbrahim Hakkı’nın bu konudaki inancı, kendinden evvel yaşamış olan İslâm bilginlerinin düşüncelerinden ayrı değildir.
Yine bu münasebetle Magella’mn seyahatinden bahsederken Amerika'nın keşfini haber verir.Erzurum’lu İbrahim Hakkı, bütün bu bilgilerden sonra astronomi ilmine geçer ve birtakım açıklamalarda bulunur. Yaratıkların eşrefi olan insana gelince anatomi ile konuya girer. Tıptan veilâçlardan bahsederken İbn-i Sina’dan yararlandığı görülür. Fenn-i saliste (üçüncü bahis), eserin büyük bir bölümünü teşkil eden ve bizim açımızdan pek de yeni addedilebilecek bilgiler ihtiva etmiyen dinî meseleleri ele alır. Şeyhi ve mürşidi İsmail Fakirullah’ın hasep, nesep ve kerametlerinden bahseder, sonra âdap, ahlâk ve muamelâta dair bilgiverir. İnsanın hayatta takip etmekle yükümlü olduğu kurallar üzerinde durur. Anadolu’da yıllarca özel bir itina ve bilgiyle saklanıp okunanMarifetnâme’nin münevver çevrelerde de belli ölçülerde etkili olduğu söylenebilir.Toplum psikolojisini çok iyi bilen ve önce şarkta hakimiyetini sürdüren bilgilerle işe başlıyan mütefekkirimiz, İslâmî inanç vedüşünceye ters düşmeden yeni fikir ve teorilerin ortaya çıkmasınayardımcı olması ve bunları akli delillerle isbat etmesi küçümsen-miyecek bir anlayışın ifadesidir.
Bunalımlara Çare Arayan Şâir:İbrahim Hakkı, yakın tarihlere kadar sadece bir mutasavvufolarak bilinmekte idi. Oysa ki «Marifetnâme» isimli eseriyle şarkkültürünün en güçlü temsilcilerinden biri olduğu muhakkaktır.Bügün de Edirne’den Kars’a kadar birçok kişinin sıkıntıya düştüğüan tekrarladığı:«Hak şerleri hayr eylerZannetme ki ğayr eylerArif anı seyr eylerMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»İbrahim Hakkı, çoğu kez insanlar için ustalığa dayalı bir şiirtekniği çerçevesinde canlandırdığı düsturlar yanında, bazı manzumeler kaleme almıştır ki bunlar akılda tutulmaya ve hatırlanmayadeğer niteliktedir.
«Geçmişle geri kalmaMüstakbele hem dalmaHal ile dahi olmaMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»gibi mısralar bu türdendir.«Tefviznâme» adını alan ve dünya ile tarikat duygularının bi-ribirine karıştığı bu Şiirde, dini terbiye ile huzura kavuşmuş sakin bir ruhun parıltılarını sezer gibiyiz.Klasik edebiyatımızın şâirleri, sıkı bir kural ve disiplin içindeiken ve bu kuralların dışına çıkmaları oldukça güç bir iş iken İbrahim Hakkı, rahat söyleyiş ve ifadeleriyle' bu çerçeveyi zorlamışve kişinin rahatım temin yönünden bazı öğütlerde bulunmuştur.
Bundan sonra hesap (Matematik) ve hendeseye (geometri)dair basit fakat açık bilgiler verir. Alemin küre şeklinde olduğunuispat ederken Kâtip Çelebi’nin Cihan-nümâ adlı eserinden çokçayararlanır.îmam-ı Gazali’nin «Tehafütü’I-Fclasife» sinden bu bahse dairfıkralan olduğu gibi Türkçe’ye çevirir. Bu aktarmayı yaparken yararlandığı kaynaklara değinir. Sudan bahsederken dünyanın evvelce, sularla örtülü olduğunu, bazı taşlar kırılınca içinden denizhayvanlan (fosil) çıktığım Fahrettin-i Razi’nin bir sözüne dayanarak söyler.İbrahim Hakkı’nın bu konudaki inancı, kendinden evvel yaşamış olan İslâm bilginlerinin düşüncelerinden ayrı değildir.
Yine bu münasebetle Magella’mn seyahatinden bahsederken Amerika'nın keşfini haber verir.Erzurum’lu İbrahim Hakkı, bütün bu bilgilerden sonra astronomi ilmine geçer ve birtakım açıklamalarda bulunur. Yaratıkların eşrefi olan insana gelince anatomi ile konuya girer. Tıptan veilâçlardan bahsederken İbn-i Sina’dan yararlandığı görülür. Fenn-i saliste (üçüncü bahis), eserin büyük bir bölümünü teşkil eden ve bizim açımızdan pek de yeni addedilebilecek bilgiler ihtiva etmiyen dinî meseleleri ele alır. Şeyhi ve mürşidi İsmail Fakirullah’ın hasep, nesep ve kerametlerinden bahseder, sonra âdap, ahlâk ve muamelâta dair bilgiverir. İnsanın hayatta takip etmekle yükümlü olduğu kurallar üzerinde durur. Anadolu’da yıllarca özel bir itina ve bilgiyle saklanıp okunanMarifetnâme’nin münevver çevrelerde de belli ölçülerde etkili olduğu söylenebilir.Toplum psikolojisini çok iyi bilen ve önce şarkta hakimiyetini sürdüren bilgilerle işe başlıyan mütefekkirimiz, İslâmî inanç vedüşünceye ters düşmeden yeni fikir ve teorilerin ortaya çıkmasınayardımcı olması ve bunları akli delillerle isbat etmesi küçümsen-miyecek bir anlayışın ifadesidir.
Bunalımlara Çare Arayan Şâir:İbrahim Hakkı, yakın tarihlere kadar sadece bir mutasavvufolarak bilinmekte idi. Oysa ki «Marifetnâme» isimli eseriyle şarkkültürünün en güçlü temsilcilerinden biri olduğu muhakkaktır.Bügün de Edirne’den Kars’a kadar birçok kişinin sıkıntıya düştüğüan tekrarladığı:«Hak şerleri hayr eylerZannetme ki ğayr eylerArif anı seyr eylerMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»İbrahim Hakkı, çoğu kez insanlar için ustalığa dayalı bir şiirtekniği çerçevesinde canlandırdığı düsturlar yanında, bazı manzumeler kaleme almıştır ki bunlar akılda tutulmaya ve hatırlanmayadeğer niteliktedir.
«Geçmişle geri kalmaMüstakbele hem dalmaHal ile dahi olmaMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»gibi mısralar bu türdendir.«Tefviznâme» adını alan ve dünya ile tarikat duygularının bi-ribirine karıştığı bu Şiirde, dini terbiye ile huzura kavuşmuş sakin bir ruhun parıltılarını sezer gibiyiz.Klasik edebiyatımızın şâirleri, sıkı bir kural ve disiplin içindeiken ve bu kuralların dışına çıkmaları oldukça güç bir iş iken İbrahim Hakkı, rahat söyleyiş ve ifadeleriyle' bu çerçeveyi zorlamışve kişinin rahatım temin yönünden bazı öğütlerde bulunmuştur.
«Az ye, az uyu, az içTen mezbelesinden geçDil gülşenine göçMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»İbrahim Hakkı, görüş ve düşüncelerini insanlara zorla kabulettirmeye çalışan bir propagandacı değil, çoğu zaman yol gösterici, halim-selim bir bilgin, öğreticilik görevini akıl ve mantık çerçevesi içinde yürütmeye çalışan bir düşünür, insanlığın haynnıgönülden arzulayan bir şâir olarak karşımıza çıkmaktadır. Her nekadar Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî ve İktisadî hayatının oçağda bir gerileme, hatta çökmeğe doğru yöneldiği söylenmekte İsede, kültür ve edebiyatımız geçmişten aldığı hız sayesinde 18. asırdada bir dereceye kadar güç yetirebilmiştir.Böyle bir ortamda gittikçe gerilemeye doğru yol alan İmparatorluğun, manevi koruyuculuğunu üstlenenler arasında İbrahim Hakkı’nın önemli bir yeri vardır.
O, sadece yaşadığı çağdaki konularla değil, kendisinden sonra da insanlığı ilgilendiren bazı meseleler üzerinde kafa yormuş özellikle kader, tevekkül, çalışma azmi,çağa ayak uydurma, İlâhî aşk ve sevgi gibi duygular karşısındainsanların alacağı tavır, biçim ve davranış üzerinde kafa yormuş;hemen hemen her asırda ortaya çıkması muhtemel sorunların halli için şür lisanıyla öğütlerde bulunmuştur.Kütüphanelerimizde büyük iftihar vesilesi nice eserler vardırki zeytinyağı, mum, gaz lâmbası ve hatta ay ışığında yazılmıştır.Marifetnâme sadece bunlardan bir tanesidir. Halbuki flöresanslâmbalarının ışıkları altında yazılan şimdiki eserlerin yüzde doksanı daha doğar doğmaz ölmeye mahkûmdurlar.«Bir işi murad etmeOlduysa inad etmeHak’tandır o, reddetmeMevlâ göreUm neyler Neylerse güzel eyler.»diyen şâir, her şeyi Allah (C.C.)’a havale eden bir tavır içinde dalma yeni ufuklara doğru yol almıştır.
O, sadece yaşadığı çağdaki konularla değil, kendisinden sonra da insanlığı ilgilendiren bazı meseleler üzerinde kafa yormuş özellikle kader, tevekkül, çalışma azmi,çağa ayak uydurma, İlâhî aşk ve sevgi gibi duygular karşısındainsanların alacağı tavır, biçim ve davranış üzerinde kafa yormuş;hemen hemen her asırda ortaya çıkması muhtemel sorunların halli için şür lisanıyla öğütlerde bulunmuştur.Kütüphanelerimizde büyük iftihar vesilesi nice eserler vardırki zeytinyağı, mum, gaz lâmbası ve hatta ay ışığında yazılmıştır.Marifetnâme sadece bunlardan bir tanesidir. Halbuki flöresanslâmbalarının ışıkları altında yazılan şimdiki eserlerin yüzde doksanı daha doğar doğmaz ölmeye mahkûmdurlar.«Bir işi murad etmeOlduysa inad etmeHak’tandır o, reddetmeMevlâ göreUm neyler Neylerse güzel eyler.»diyen şâir, her şeyi Allah (C.C.)’a havale eden bir tavır içinde dalma yeni ufuklara doğru yol almıştır.
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
Sonsuz hamd, şükr ve sena, var olacak her şeyi ezelî ilmi iletakdir ve tebyîn, kâinattaki her şeyi sonsuz feyzi ile tertîb ve tayin eden, gül bahçesi olan âlemi, âdem gülü ile süsleyip bezeyenVâhid, Ferd ve Ehad Allah (celle celâlüh) hazretlerine olsun! HakTeâlâ bütün cihâm insan için, insanı da kendini tanıması için yaratmıştır. İnsanda, yarattığı şeylerdeki bütün hakikatlan ve mâ’-na âleminin bütün inceliklerini bir araya toplıyarak açığa vurmuş, böylece sırların mahallî olan insanı Câmi’ ismine sûret, âlimleri, âlemdeki binlerce hikmetlere vâkıf, cihân kitâbımn herbir harfinden ma’rifet alâmetleri çıkaranları ârif ederek, gönül âleminegiren kullarım, Kâ’be huzûrunda âkif eylemiştir.
Salâvatlarm en üstünü, tahiyyatların en ekmeli, selâmın engüzeli, kâinatın efendisi, mahlûkatın en şereflisi, mevcûdatın özüve Allahü Teâlânın «Eğer sen olmasaydın cihâm yaratmazdım» hi-tâbına mazhar olan aleyhissalâtü vesselam hazretlerinin ism-ia’zâm ve en evvel olan kâmil rûhuna olsun. Ayrıca bütün sözlerinde, işlerinde, îmân ve ahlâkta ona tâbî olan, gönülleri imân nûruve ma’rifet huzûru ile dolu Ashâbma da dualar olsun. (Rıdvanul-lahi aleyhim ecmaîn).Bu hakir kulun İbrâhim Hakkı, bu kitabı yazarken «AllahüTeâlâ seni iki cihânda aziz etsin» diye du âettiği, aziz ve şerif oğluSeyyid Ahmed Na’îmî’ye hitâb etmektedir.Önce bilinmelidir ki, Hak Teâlâ iki âlemi insan oğlu için, onları da ancak kendini tanımaları için yarattığını herkese duyurmuştur.
Nitekim iutf ve keremiyle (hadis-i kudside) : «Ben gizli bir hazîne idim. Tanınmayı sevdiril. Beni tanımaları için mahlû-katı yarattım» buyurmuştur. O halde âlemin ve insanın yaratılmasında esas maksad, Cenab-ı Hakk’ı tanımaktır. Fakat bu her-şeyden üstün olan Rabbi tanımak, nefsi tanımağa bağlıdır. Nefsitanımak da bedeni tanımağa, bu da âlemi tanımağa bağlıdır. Âlemi tanımak için bir miktar astronomi ve fizik, bir miktar astronomi ve ruh bilimi seçip, biraz da kalb ve ma’rifet ilimlerinden (tasavvuf) alarak Türkçeye terceme ile bu kitâbımı bir mukaddime,üç fen ve bir hâtime olmak üzere tertib ettim.Mukaddimede İslâm dinine göre kâinatı tanımayı ve dünyaile âhiretin hallerini bildirdim.
Birinci fende, âlemdeki varlıklarıye bunların yaratılmasındaki hikmetleri, ikinci fende insan bedeninin yapısını etraflıca açıkladım. Üçüncü fende ma’rifete (Al-lah-ü Teâlâ’yı tanımaya) kavuşmanın nasıl olduğunu, hâtimedeise dost, akraba ve komşularla bir arada yaşamanın şartlarını veedeblerini bildirdim. Böylece, önce mukaddimede, Kur’an-ı Kerîm ve hadls-i şeriflerle sâbit olan dünya ve âhiretteki olayların akıl almaz inceliklerine vâkıf olup, tam bir inanç ile her varlığın yaratıcısını bilip azamet ve kudretini düşüneceksin. Sonra birinci fende, kâinattaki ince sanatları birer birer görüp, cihânın sırlarına vakıf olunca .insanın âlem, âlemin özünün de insan olduğunu anlıyarak herşey-den feragat edip kendine döneceksin.
Sonra ikinci fende, beden verûhunda Allahü Teâlâ’nm kudretinin akıl almaz büyüklüğünü,âlem-i kebîrdeki herşeyin misâlini vücûdunda görerek, vücûdun küçük bir âlem olduğunu anlıyacak kendi nefsinde, Hak Teâlâ’mnaçık alâmetlerini müşahede edeceksin. Vücudun sultânı olanrûhun kıymetini anlayıp ma’rifet4 nefs mertebesini bularak kendi âleminde sultan olacaksın. Üçüncü fende, kalbleri çeviren Allahü Teâlâ’nm aklın ermediği ilhâm ve tasarruflarını, Zâtının vesıfatlarının kalblere yakınlığını, âlem-i ekber olan kalbinde ilm-ülyakin ile bilerek, Hak Teâlâ’dan başka .her şeyi unutup yalnız O’nun her işi yapan ve tasarrufunda bulunduran olduğunu anladığında âlemi vahdete erip, Vâhid ve Ferd olan, Hak Teâlâ’nın varlığını ve birliğini basiretinle aynül yakîn ile görerek marifetullah devletineerecek, bu yakınlık seâdetini hakk-ül yakîn ile bilip, devamlı onunla kalacaksın.
En sonunda hâtime bölümünü de okuyarak, kesretâleminde mevcûd olan hükümleri de öğrenip, şartlanna riayet ederek Hak Teâlâ’nm mahlûklannm yumuşaklık ve idare ile gönüllerini alıp, kolayca cemiyet içinde aziz ve hâtm sayılır olacaksın.Bu kitabdaki konuların sırası, yukarıda anlattığımız lâtif üs-lûb ile tamamlanacaktır. Basiret gözü ile okuyanlan Mevlânmaçık alâmetlerinin hakîkatına eriştirecektir. (Mârifetnâme) ismini verdiğimiz bu kitab, hicri 1170 (M. 1756) senesinde tamamlanmıştır.
Sonsuz hamd, şükr ve sena, var olacak her şeyi ezelî ilmi iletakdir ve tebyîn, kâinattaki her şeyi sonsuz feyzi ile tertîb ve tayin eden, gül bahçesi olan âlemi, âdem gülü ile süsleyip bezeyenVâhid, Ferd ve Ehad Allah (celle celâlüh) hazretlerine olsun! HakTeâlâ bütün cihâm insan için, insanı da kendini tanıması için yaratmıştır. İnsanda, yarattığı şeylerdeki bütün hakikatlan ve mâ’-na âleminin bütün inceliklerini bir araya toplıyarak açığa vurmuş, böylece sırların mahallî olan insanı Câmi’ ismine sûret, âlimleri, âlemdeki binlerce hikmetlere vâkıf, cihân kitâbımn herbir harfinden ma’rifet alâmetleri çıkaranları ârif ederek, gönül âleminegiren kullarım, Kâ’be huzûrunda âkif eylemiştir.
Salâvatlarm en üstünü, tahiyyatların en ekmeli, selâmın engüzeli, kâinatın efendisi, mahlûkatın en şereflisi, mevcûdatın özüve Allahü Teâlânın «Eğer sen olmasaydın cihâm yaratmazdım» hi-tâbına mazhar olan aleyhissalâtü vesselam hazretlerinin ism-ia’zâm ve en evvel olan kâmil rûhuna olsun. Ayrıca bütün sözlerinde, işlerinde, îmân ve ahlâkta ona tâbî olan, gönülleri imân nûruve ma’rifet huzûru ile dolu Ashâbma da dualar olsun. (Rıdvanul-lahi aleyhim ecmaîn).Bu hakir kulun İbrâhim Hakkı, bu kitabı yazarken «AllahüTeâlâ seni iki cihânda aziz etsin» diye du âettiği, aziz ve şerif oğluSeyyid Ahmed Na’îmî’ye hitâb etmektedir.Önce bilinmelidir ki, Hak Teâlâ iki âlemi insan oğlu için, onları da ancak kendini tanımaları için yarattığını herkese duyurmuştur.
Nitekim iutf ve keremiyle (hadis-i kudside) : «Ben gizli bir hazîne idim. Tanınmayı sevdiril. Beni tanımaları için mahlû-katı yarattım» buyurmuştur. O halde âlemin ve insanın yaratılmasında esas maksad, Cenab-ı Hakk’ı tanımaktır. Fakat bu her-şeyden üstün olan Rabbi tanımak, nefsi tanımağa bağlıdır. Nefsitanımak da bedeni tanımağa, bu da âlemi tanımağa bağlıdır. Âlemi tanımak için bir miktar astronomi ve fizik, bir miktar astronomi ve ruh bilimi seçip, biraz da kalb ve ma’rifet ilimlerinden (tasavvuf) alarak Türkçeye terceme ile bu kitâbımı bir mukaddime,üç fen ve bir hâtime olmak üzere tertib ettim.Mukaddimede İslâm dinine göre kâinatı tanımayı ve dünyaile âhiretin hallerini bildirdim.
Birinci fende, âlemdeki varlıklarıye bunların yaratılmasındaki hikmetleri, ikinci fende insan bedeninin yapısını etraflıca açıkladım. Üçüncü fende ma’rifete (Al-lah-ü Teâlâ’yı tanımaya) kavuşmanın nasıl olduğunu, hâtimedeise dost, akraba ve komşularla bir arada yaşamanın şartlarını veedeblerini bildirdim. Böylece, önce mukaddimede, Kur’an-ı Kerîm ve hadls-i şeriflerle sâbit olan dünya ve âhiretteki olayların akıl almaz inceliklerine vâkıf olup, tam bir inanç ile her varlığın yaratıcısını bilip azamet ve kudretini düşüneceksin. Sonra birinci fende, kâinattaki ince sanatları birer birer görüp, cihânın sırlarına vakıf olunca .insanın âlem, âlemin özünün de insan olduğunu anlıyarak herşey-den feragat edip kendine döneceksin.
Sonra ikinci fende, beden verûhunda Allahü Teâlâ’nm kudretinin akıl almaz büyüklüğünü,âlem-i kebîrdeki herşeyin misâlini vücûdunda görerek, vücûdun küçük bir âlem olduğunu anlıyacak kendi nefsinde, Hak Teâlâ’mnaçık alâmetlerini müşahede edeceksin. Vücudun sultânı olanrûhun kıymetini anlayıp ma’rifet4 nefs mertebesini bularak kendi âleminde sultan olacaksın. Üçüncü fende, kalbleri çeviren Allahü Teâlâ’nm aklın ermediği ilhâm ve tasarruflarını, Zâtının vesıfatlarının kalblere yakınlığını, âlem-i ekber olan kalbinde ilm-ülyakin ile bilerek, Hak Teâlâ’dan başka .her şeyi unutup yalnız O’nun her işi yapan ve tasarrufunda bulunduran olduğunu anladığında âlemi vahdete erip, Vâhid ve Ferd olan, Hak Teâlâ’nın varlığını ve birliğini basiretinle aynül yakîn ile görerek marifetullah devletineerecek, bu yakınlık seâdetini hakk-ül yakîn ile bilip, devamlı onunla kalacaksın.
En sonunda hâtime bölümünü de okuyarak, kesretâleminde mevcûd olan hükümleri de öğrenip, şartlanna riayet ederek Hak Teâlâ’nm mahlûklannm yumuşaklık ve idare ile gönüllerini alıp, kolayca cemiyet içinde aziz ve hâtm sayılır olacaksın.Bu kitabdaki konuların sırası, yukarıda anlattığımız lâtif üs-lûb ile tamamlanacaktır. Basiret gözü ile okuyanlan Mevlânmaçık alâmetlerinin hakîkatına eriştirecektir. (Mârifetnâme) ismini verdiğimiz bu kitab, hicri 1170 (M. 1756) senesinde tamamlanmıştır.
Bismillâhirrahmaııirrahîm
MUKADDİME
Ayet-i kerîme ve hadis-i şeriflere dayanılarak, İslâm âlimlerinin tefsirlerine göre, Arş, Kürsî, Cennetler, Gökler, yer ve Cehennemin yaradılışım, kıyâmetin alâmetlerini, o günün hallerini vedehşetini ,cihânın harab ve yok olmasını, Allahü Teâlâ’yı görmeâlemi olan âhiretin sonsuzluğunu dört konu ile anlatır.
KONU: 1 ALTI KISIMDAN İBARETTİR KISIM: 1 Cihâm yaratan Allahü Teâlâ’nm âlemde olan bediî san’atlâ-rrnı düşünmeğe ve hatırlamağa vesile olan âyet-i kerîmeler:Ey aziz:Hak Teâlâ bu âlemi, varlığına ve birliğine delil olarak yaratıp, bütün eşyada, keskin görüşlü olanlara san’atını göstererek hikmetini duyurmuştur. Aşağıdaki mealleri alınan âyeti kerimeler, Kur’-ân-ı Kerîm’deki sıra iledir. Hak Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerle kulla-
MUKADDİME
Ayet-i kerîme ve hadis-i şeriflere dayanılarak, İslâm âlimlerinin tefsirlerine göre, Arş, Kürsî, Cennetler, Gökler, yer ve Cehennemin yaradılışım, kıyâmetin alâmetlerini, o günün hallerini vedehşetini ,cihânın harab ve yok olmasını, Allahü Teâlâ’yı görmeâlemi olan âhiretin sonsuzluğunu dört konu ile anlatır.
KONU: 1 ALTI KISIMDAN İBARETTİR KISIM: 1 Cihâm yaratan Allahü Teâlâ’nm âlemde olan bediî san’atlâ-rrnı düşünmeğe ve hatırlamağa vesile olan âyet-i kerîmeler:Ey aziz:Hak Teâlâ bu âlemi, varlığına ve birliğine delil olarak yaratıp, bütün eşyada, keskin görüşlü olanlara san’atını göstererek hikmetini duyurmuştur. Aşağıdaki mealleri alınan âyeti kerimeler, Kur’-ân-ı Kerîm’deki sıra iledir. Hak Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerle kulla-
nnı kendini tanımağa teşvik buyurmuştur. (Biz bunların bir kısmına yer vereceğiz) :Fatiha sûresi, 1. âyet-i kerîmesi:«Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her hamd ve senâ, âlemlerin rabbi, yaratıcı, besleyici ve işlerini tertib edicisi olan Allahüazîm-üşşan içindir.»Bakara sûresinin 107. âyeti çelilesi der ki:«Bilmez misin ki, semâvât ve Arz’ın mülkü Allah-ü Teâlâ’nın-dır ve sizin için Allah-ü Teâlâ’dan başka, size fayda veren bir dostve zararları gideren bir yardımcı yoktur.»Bakara sûresinin 255. âyet-i çelilesi (Ayet-el Kürsî) der kİ:«Allah-ü Teâlâ mahlûkata hak olarak ma’bûddur. Ondan başka ibâdete müstehak yoktur.
Devamlı hayât ile bâkî, mahlûklarıntedbirinde kâimdir. Dalgınlıktan ve uyumaktan münezzehtir. Göklerde ve yerlerde onlann hepsi O’nun içindir. O’nun mülküdür. Kı-yâmette hiç kimse O’nun katında, O’nun izni olmadan şefâat edemez. Gök ve yer ehlinin önlerinde olanı (Dünya işlerinde) ve arkalarında olam (Ahiret işlerinde) bilir. Mahlûklar O’nun ilminden, bildirmesini irâde ettiğinden başka bir şeyi kavrayamazlaf. O’nunKürsîsi gökleri ve yeri içine alır. Gökleri ve yeri muhafaza etmekona meşakkat vermez. O düşünceden yüksek, idrâkin dışındadır.»
Âl-i İmrân sûresinin 5. âyeti çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâya yerde ve gökte gizli bir şey yoktur. O, rahm-lerde çocuğa erkek ve dişi, güzel ve çirkin dilediği gibi şekil verir.Ondan başka ilâh yoktur. Aziz ve hâkîm’dir.»Al-i îmrân sûresinin 190. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün uzayıp kısalmasında akıl sahihlerine, varlıkları yaratanın birliğine vekudretinin kemâline açık işaretler vardır.»itfisâ sûresinin 124. âyet-i çelilesi der ki:«Semâvât ve Arzda olan bütün eşyanın yaratması ve mülküAllah-ü Teâlâ’ya mahsustur. O’nun ilmi ve kudreti, herşeyi kapsamıştır.»Mâide sûresinin 123. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin ve onlarda olan mahlûkların mâliki Allah-âazîmüşşandır. O Allah-üTe âlâ yokdan var etmeğe kadirdir.»En’âm sûresinin 13. âyet-i çelilesi der ki:
Devamlı hayât ile bâkî, mahlûklarıntedbirinde kâimdir. Dalgınlıktan ve uyumaktan münezzehtir. Göklerde ve yerlerde onlann hepsi O’nun içindir. O’nun mülküdür. Kı-yâmette hiç kimse O’nun katında, O’nun izni olmadan şefâat edemez. Gök ve yer ehlinin önlerinde olanı (Dünya işlerinde) ve arkalarında olam (Ahiret işlerinde) bilir. Mahlûklar O’nun ilminden, bildirmesini irâde ettiğinden başka bir şeyi kavrayamazlaf. O’nunKürsîsi gökleri ve yeri içine alır. Gökleri ve yeri muhafaza etmekona meşakkat vermez. O düşünceden yüksek, idrâkin dışındadır.»
Âl-i İmrân sûresinin 5. âyeti çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâya yerde ve gökte gizli bir şey yoktur. O, rahm-lerde çocuğa erkek ve dişi, güzel ve çirkin dilediği gibi şekil verir.Ondan başka ilâh yoktur. Aziz ve hâkîm’dir.»Al-i îmrân sûresinin 190. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün uzayıp kısalmasında akıl sahihlerine, varlıkları yaratanın birliğine vekudretinin kemâline açık işaretler vardır.»itfisâ sûresinin 124. âyet-i çelilesi der ki:«Semâvât ve Arzda olan bütün eşyanın yaratması ve mülküAllah-ü Teâlâ’ya mahsustur. O’nun ilmi ve kudreti, herşeyi kapsamıştır.»Mâide sûresinin 123. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin ve onlarda olan mahlûkların mâliki Allah-âazîmüşşandır. O Allah-üTe âlâ yokdan var etmeğe kadirdir.»En’âm sûresinin 13. âyet-i çelilesi der ki:
«Gcce ve gündüzde sükûn ve harekette olanlar O’nun içindir.Yani zaman ve mekânın mâliki O’dur. Allah-ü Teâlâ herkesin sözünü işitici ve hallerini bilicidir.»£n’am sûresinin 59. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ’nın gayb hazîneleri O’nun katindadır. Onlanancak Allah-ü Teâlâ bilir. Karada olan bitki ve hayvan, denizdeolan cevher ,hayvan ve diğerlerini bilir. Ağaçlardan düşen yaprakların ve geriye kalanların sayısını bilir. Karanlık zemine düşendânenin biteceğini veyâ çürüyeceğini biür. Yaş vc kuru, az ve çokölü ve diri hepsi Levh-i Mahfuzda yazılıdır.»
En’âm sûresinin 75. âyet-i çelilesi der ki:«Biz İbrâhim’e, Azer’in ve kavminin sapıklığım gösterdiğimizgibi, tevhidde yakim olması için göklerin ve yerin melckûtunu dagösterdik.»A’râf sûresinin 53. âyet-i çelilesi der ki:«Rabbınız o Allah-ü Teâlâ’dır ki, gökleri vc yerleri altı gündeyarattı. Sonra Arş-ı a'lâyı yaratmayı kasd eyledi. Gündüzü gece ileörter. Sür’atle gcce gündüzü vc gündüz geceyi taleb eder (birbirini ta’kîb eder). Güneş, ay ve yıldızlan emrine boyun eğer şekildeyarattı. Biliniz kİ, yaratmanın ve emrin tümü Allah-ü Teâlâmndır.Bütün mahlûkatlaıı O’nun tasarruf undadır. Ulûhiyyet ve rubûbiy-yette, vahdaniyyet ve ferdâniyyet ile âlî ve a’zâm, bütün âlemlerinyaratıcısı ve rabbidir.»
Tevbe sûresinin 117. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin mâliki Allah-ü Teâlâ’dır. Dünyâda diriltmek ve öldürmek O’nun emrindedir. Sizin için Allah-ü Teâlâ’dan başka işlerinize bakan ve yardım eden yoktur.»Yûnus sûresinin 101. âyet-i çelilesi der ki:«Delil isteyen müşriklere de ki: Göklerde ve yerdeki akıl almaz san’ata bakınız ki, ne incelikler vardır. İlm-i ezelîde îmân etmeden ölecekler için delil ve mucize görmek, korkutmak fayda vermez.»Enbiyâ sûresinin 22. âyet-i çelilesi der ki:«Eğer semâvât ve arzda AUah’dan başka ilâhlar olsaydı, semâ-vat, arz ve içindekiler bozulurdu. Arş’m sâhibi olan Allah-ü Teâlâ,müşriklerin, O’na lâyık olmayan vasıflarından münezzehtir.»
Fürkân sûresinin 45. âyet-i çelilesi der ki:«Rabbinin san atına bakmaz inisin ki, fecrin başlangıcı ile güneşin doğuşu arasındaki zamanda gölgeyi uzun kıldı. Allah-ü Teâlâ dilerse o gölgeyi sabit bırakıp, güneş ile gidermezdi. Sonra gölgenin bilinmesi için güneşi delil kıldık.» Nemi sûresinin 88. âyet-i çelilesi der ki:«Sûr’a üfürüldüğü sırada dağlan yerinde duruyor görürsün.Halbuki bulutlann gitmesi gibi havada sür’atle giderler. Allah-üTeâlâ herşeyi ilim ve hikmeti üzere mülıkem ve sabit yarattı. O yaptıklarınızı bilir.»Rûm sûresinin 48. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ, rüzgân gönderip bullutu kaldırır. Onu gökdedilediği gibi bazen açar, bazen parça parça eder. İlâhî hüküm ileyağmurun bulutların arasından çıktığım görürsün. Yağmuru kul-lanndan dilediğinin şehir ve arâzisine isabet ettirerek onlan bolluk ile sevindirir.»Rûm sûresinin 50. âyet-i çelilesi der ki:«Allah’ın rahmetine bak ki, o yağmur ile kurumuş toprağı nasıl canlandırıp ağaç, meyve ve ekin bitirir.
Buna kadir olan HakTeâlâ kıyâmette ölüleri diriltmeye de diriltmeye kadirdir. O her şeye gücü yetendir.»Secde sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ gökleri, yerleri ve onlann arasmda olanlan altı günde yarattı. Sonra O’nun hükmü Arş üzere müstevî ve müstevli oldu. Hak Teâlâ’dan başka size yardım ve şefâat eden yoktur.Acaba siz Kur’an-ı Kerimin nasihatlannı hiç dinlemez misiniz.»
Sebe sûresinin İ. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, semâvât ve arzda olan eşyâve ni’metler, O’nun mülkü ve mahlûkudur. Dünyada hamd etmekvâcib olduğu gibi, âhirette de O’nun kudret ve ni’metine hamd olunur. O, hâkîm ve habir’dir.»Sebe’ sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«Zemine girenleri (yağmur suyu, hayvan, hazine gibi), zeminden çıkanları (kaynak sulan, bitkiler ve madenler gibi), gökten inenleri (yağmur, kar, melekler gibi) hep bilir. O Allah-ü Teâlâ(mahlûklara ni’met vermesi ile) rahim, (günahları afv etmesi ile)gâf urdur.»Yâsin sûresinin 36. âyet-i çelilesi der ki:
En’âm sûresinin 75. âyet-i çelilesi der ki:«Biz İbrâhim’e, Azer’in ve kavminin sapıklığım gösterdiğimizgibi, tevhidde yakim olması için göklerin ve yerin melckûtunu dagösterdik.»A’râf sûresinin 53. âyet-i çelilesi der ki:«Rabbınız o Allah-ü Teâlâ’dır ki, gökleri vc yerleri altı gündeyarattı. Sonra Arş-ı a'lâyı yaratmayı kasd eyledi. Gündüzü gece ileörter. Sür’atle gcce gündüzü vc gündüz geceyi taleb eder (birbirini ta’kîb eder). Güneş, ay ve yıldızlan emrine boyun eğer şekildeyarattı. Biliniz kİ, yaratmanın ve emrin tümü Allah-ü Teâlâmndır.Bütün mahlûkatlaıı O’nun tasarruf undadır. Ulûhiyyet ve rubûbiy-yette, vahdaniyyet ve ferdâniyyet ile âlî ve a’zâm, bütün âlemlerinyaratıcısı ve rabbidir.»
Tevbe sûresinin 117. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin mâliki Allah-ü Teâlâ’dır. Dünyâda diriltmek ve öldürmek O’nun emrindedir. Sizin için Allah-ü Teâlâ’dan başka işlerinize bakan ve yardım eden yoktur.»Yûnus sûresinin 101. âyet-i çelilesi der ki:«Delil isteyen müşriklere de ki: Göklerde ve yerdeki akıl almaz san’ata bakınız ki, ne incelikler vardır. İlm-i ezelîde îmân etmeden ölecekler için delil ve mucize görmek, korkutmak fayda vermez.»Enbiyâ sûresinin 22. âyet-i çelilesi der ki:«Eğer semâvât ve arzda AUah’dan başka ilâhlar olsaydı, semâ-vat, arz ve içindekiler bozulurdu. Arş’m sâhibi olan Allah-ü Teâlâ,müşriklerin, O’na lâyık olmayan vasıflarından münezzehtir.»
Fürkân sûresinin 45. âyet-i çelilesi der ki:«Rabbinin san atına bakmaz inisin ki, fecrin başlangıcı ile güneşin doğuşu arasındaki zamanda gölgeyi uzun kıldı. Allah-ü Teâlâ dilerse o gölgeyi sabit bırakıp, güneş ile gidermezdi. Sonra gölgenin bilinmesi için güneşi delil kıldık.» Nemi sûresinin 88. âyet-i çelilesi der ki:«Sûr’a üfürüldüğü sırada dağlan yerinde duruyor görürsün.Halbuki bulutlann gitmesi gibi havada sür’atle giderler. Allah-üTeâlâ herşeyi ilim ve hikmeti üzere mülıkem ve sabit yarattı. O yaptıklarınızı bilir.»Rûm sûresinin 48. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ, rüzgân gönderip bullutu kaldırır. Onu gökdedilediği gibi bazen açar, bazen parça parça eder. İlâhî hüküm ileyağmurun bulutların arasından çıktığım görürsün. Yağmuru kul-lanndan dilediğinin şehir ve arâzisine isabet ettirerek onlan bolluk ile sevindirir.»Rûm sûresinin 50. âyet-i çelilesi der ki:«Allah’ın rahmetine bak ki, o yağmur ile kurumuş toprağı nasıl canlandırıp ağaç, meyve ve ekin bitirir.
Buna kadir olan HakTeâlâ kıyâmette ölüleri diriltmeye de diriltmeye kadirdir. O her şeye gücü yetendir.»Secde sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ gökleri, yerleri ve onlann arasmda olanlan altı günde yarattı. Sonra O’nun hükmü Arş üzere müstevî ve müstevli oldu. Hak Teâlâ’dan başka size yardım ve şefâat eden yoktur.Acaba siz Kur’an-ı Kerimin nasihatlannı hiç dinlemez misiniz.»
Sebe sûresinin İ. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, semâvât ve arzda olan eşyâve ni’metler, O’nun mülkü ve mahlûkudur. Dünyada hamd etmekvâcib olduğu gibi, âhirette de O’nun kudret ve ni’metine hamd olunur. O, hâkîm ve habir’dir.»Sebe’ sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«Zemine girenleri (yağmur suyu, hayvan, hazine gibi), zeminden çıkanları (kaynak sulan, bitkiler ve madenler gibi), gökten inenleri (yağmur, kar, melekler gibi) hep bilir. O Allah-ü Teâlâ(mahlûklara ni’met vermesi ile) rahim, (günahları afv etmesi ile)gâf urdur.»Yâsin sûresinin 36. âyet-i çelilesi der ki:
«Allah-ü Teâlâ ,lâyık olmayan sıfatlardan münezzehtir ve herşeyi yaratmasında büyük kudreti vardır. Yerden bitirdiği ağaç, ne bat ve hubûbâtm çeşitlerini ve nefs-i insandan erkek ve kadını yarattı. Onların bilmediği ve bilemiyecekleri şeyleri de yarattı.»' Yasin sûresinin 37. âyet-i çelilesi der ki:«Vahdâniyyet ve kudretimize diğer bir delil dc gecedir ki bizondan gündüzü giderip, geceyi getirdiğimizde karanlıkta kalırlar.»Yâsin sûresinin 40. âyet-i çelilesi der ki:«Seyir (hareket) esnasında güneş aya erişemez. (Çünkü ayhızb, güneş yavaş ve farkb felekler de seyr ederler.) Gece de gündüzün önüne geçemez. Her biri feleklerinde seyr ederler.»
Yâsin sûresinin 41. ve 42. âyet-i ceiileleri der ki:«Kudretimize bir alâmet olarak babalarını ve diğer canlıları Nûh aleyhisselâmm dolmuş gemisine yüklettik veya ticaretle gönderdikleri evlâdlannı yahud bir yere gitmeğe güçleri yetmeyen çocuklarım gemilere yüklettik. Ve onlara, binmeleri için kayık ve develer yarattık.»Yâsin sûresinin 82. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ bütün noksanlıklardan münezzeh ve kudret sahibidir. Her şey O’nun kudret elindedir, öldükten sonra O’na döner,hayr ve şer amelleriniz ile cezâ olunursunuz.»Zümer sûresinin 68. âyet-i çelilesi der ki:«Birinci surâ üförüldüğünde yerde ve gökte olan mahlûklarınhepsi ölü veya baygın olur. Ancak Allah-ü Teâlâ'mn diledikleri kalır. Sûr’a ikinci defa üfürüldüğünde bütün ölüler kabirlerindenkalkıp acaba ne olacak diye beklerler.»
Zümer sûresinin 69. âyet-i çelilesi ise şöyle der :«Mahşer yeri Rabbinin, nûru ile aydınlanır. Herkesin ameldefteri sağ ve sol taraflarından ellerine verilir. Peygamberlerle ümmetlerin, zâlimlerle mazlumların arası adaletle hükm olunur. Onlar sevablanmn noksanı ve azablannın fazlası ile zulm olunmazlar.»Zümer sûresinin 71-74 âyet-i çelilesi der ki:«Kâfirler Cehenneme grup grup sevkolunurlar. Onlar Cehenneme geldiklerinde yedi kapısı açılır. Zebâniler kâfirlere; size kendicinsinizden peygamber gelip Rabbinizin âyetlerini okumadı mı, bugüne kavuşursunuz diye sizi korkutmadı mı? derler.
Kâfirler,evet geldi, okudu vc korkuttu, fakat Allah-ü Teâlâ’nm ezelî ilmindekâfirler üzerine kelime-i azâb vâcib olmuşdu, derler.Kâfirlere ,orada devamlı kalmak üzere Cehennem kapılarınagirin denilir. Cehennem böbürlenenlere ne çirkin yerdir.Allah'dan korkarak şirk ve günâhdan sakınanlar grup grupCennete sevk olunurlar. Cennete geldikleri zaman kapılan açılır.Cennet melekleri onlara, selâmet ve emniyet size olsun! Dünyadagünahlardan arınmıştınız. Şimdi ebedî kalmak üzere Cennete girin!derler. Mü'minlcr: Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, bize peygamberlerle bildirdiği va'dini yerine getirdi. Cennetten bize bir yer mirasverdi. Dilediğimiz yerde konaklarız. Amel-i sâlih işleyenlere Cennetne güzel yerdir, derler.»
Mü’min sûresinin 64. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ arz’ı (yer yüzünü) size karargâh ve semâyı üstünüzde yüksekte bina kıldı. Sizin organlanmzı uygun, şekillerinizi güzel kıldı. Halâl, temiz ve leziz yiyeceklerle sizi nzıklândırdı.Sizi bu güzel şekillerde yaratıp temiz nzıklar veren, Rabbinlz Allah-ü Teâlâ’dır. O bütün hareket ve bereketlerin sâhibi ve âlemlerin rabbidir.»Zuhruf sûresinin 84. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ gökte meleklerin, yerde insanların ve cinnî-lerin ma’bûdudur.»
Duhân sûresinin 38. âyet-i çelilesi der ki:«Biz semâvâtı, arzı ve arasındakileri, kullarımız onlan varlığımıza ve birliğimize delil getirmeleri, ihtiyaçlarım gidermeleri içinyarattık, boş'yere yaratmadık.»Rahmân sûresinin 29 ve 30. âyet-i celileleri der ki:«Semâvât ve arzda olan bütün mahlûklar, Allah-ü Teâlâ’yamuhtaç oldukları için ihiyaçlanm O’ndan isterler. Hak Teâlâ heran iradesi mucibince kudretini icra etmektedir.» ve «Ey insan vecin! Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlarsınız.»Mücâdele sûresinin 7. âyet-i çelilesi der ki:«Yâ Muhammed! Bilmez raisin ki Allah-ü Teâlâ gökte ve yerdeolan mahlûkların hepsini bilir. Üç kişi gizli konuştuklarında Allah-ü Teâlâ dördüncü, beş kimse konuşsalar, O altıncı olur. Gizli konuşanlar mezkûr sayılardan az veya çok ve nerede olurlarsa olsunlar Allah-ü Teâlâ onların sırlarına vakıf olur.
Kıyamette onlan rezil etmek ve lâyık oldukları cezayı takrir için işledikleri kötüamelleri kendilerine haber verir. Allah-ü Teâlâ gizli, açık, her şeyi bilir.»Mülk sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ dünyada ölümü, âhirette hayatı yarattı. Sizden meydana gelecek amelleri ezelde bildiği halde, hanginizin dahagüzel amellerde bulunduğunu sizin de bilmeniz için sizi imtihanatâbi tuttu. AUah-ü Teâlâ’ iyi işleri yapmaktan kaçınanlardan intikam ahr, gâlibdir ve iyi amel işleyenlerin hatâlarım veya iyi işlerden kaçtıktan sonra tevbe edenleri afv eder.»
Mülk sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ yedi semâyı birbirinin üzerinde ayrı tabakalar halinde yarattı. Hak Teâlâmn yaratmasmda uygunsuzluk, noksan ve bozukluk görmezsin. Gözünü semaya tekrar çevir ki ondayanlma, çatlama görebilir misin.»Mülk sûresinin 5. âyet-i çelilesi der ki:«Biz dünyaya yakın olan semâyı kandiller gibi yıldızlarla süsledik. Bu yıldızların parçalan ile, semâya çıkıp haber çalmak isteyen şeytanlan meleklerin kovmasını emr eyledik. Şeytanlar içindünyada yıldızlann alevli parçaları ile yakılmalarından başka âhirette Cehennem azâbı hazırladık.»
Nûh sûresinin 15. ve 16. âyet-i celîleleri der ki:«Görmez misiniz ki, Allah-ü Teâlâ yedi semâyı tabaka tabakanasıl yarattı. Ve ay’ı dünya semâsında ve diğer semâlarda nûr, güneşi yeryüzünden karanlığı gideren ışıklı çırağ kıLdı.» Nûh sûresinin 17. ve 18. âyet-i celîleleri de şöyle der:«Ve Allah-ü Teâlâ sizin aslınız olan Adem Aleyhisselâmı nebatgibi topraktan yarattı. Sonra öldüğünüzde toprağa iâde ederve kıyamette sizi ondan çıkanr.»KISIM : 2KÂİNATIN YARATILIŞIEy aziz! Bil ki, tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Allah, ehadiyyet mertebesinde bir gizli hazine iken,
Yâsin sûresinin 41. ve 42. âyet-i ceiileleri der ki:«Kudretimize bir alâmet olarak babalarını ve diğer canlıları Nûh aleyhisselâmm dolmuş gemisine yüklettik veya ticaretle gönderdikleri evlâdlannı yahud bir yere gitmeğe güçleri yetmeyen çocuklarım gemilere yüklettik. Ve onlara, binmeleri için kayık ve develer yarattık.»Yâsin sûresinin 82. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ bütün noksanlıklardan münezzeh ve kudret sahibidir. Her şey O’nun kudret elindedir, öldükten sonra O’na döner,hayr ve şer amelleriniz ile cezâ olunursunuz.»Zümer sûresinin 68. âyet-i çelilesi der ki:«Birinci surâ üförüldüğünde yerde ve gökte olan mahlûklarınhepsi ölü veya baygın olur. Ancak Allah-ü Teâlâ'mn diledikleri kalır. Sûr’a ikinci defa üfürüldüğünde bütün ölüler kabirlerindenkalkıp acaba ne olacak diye beklerler.»
Zümer sûresinin 69. âyet-i çelilesi ise şöyle der :«Mahşer yeri Rabbinin, nûru ile aydınlanır. Herkesin ameldefteri sağ ve sol taraflarından ellerine verilir. Peygamberlerle ümmetlerin, zâlimlerle mazlumların arası adaletle hükm olunur. Onlar sevablanmn noksanı ve azablannın fazlası ile zulm olunmazlar.»Zümer sûresinin 71-74 âyet-i çelilesi der ki:«Kâfirler Cehenneme grup grup sevkolunurlar. Onlar Cehenneme geldiklerinde yedi kapısı açılır. Zebâniler kâfirlere; size kendicinsinizden peygamber gelip Rabbinizin âyetlerini okumadı mı, bugüne kavuşursunuz diye sizi korkutmadı mı? derler.
Kâfirler,evet geldi, okudu vc korkuttu, fakat Allah-ü Teâlâ’nm ezelî ilmindekâfirler üzerine kelime-i azâb vâcib olmuşdu, derler.Kâfirlere ,orada devamlı kalmak üzere Cehennem kapılarınagirin denilir. Cehennem böbürlenenlere ne çirkin yerdir.Allah'dan korkarak şirk ve günâhdan sakınanlar grup grupCennete sevk olunurlar. Cennete geldikleri zaman kapılan açılır.Cennet melekleri onlara, selâmet ve emniyet size olsun! Dünyadagünahlardan arınmıştınız. Şimdi ebedî kalmak üzere Cennete girin!derler. Mü'minlcr: Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, bize peygamberlerle bildirdiği va'dini yerine getirdi. Cennetten bize bir yer mirasverdi. Dilediğimiz yerde konaklarız. Amel-i sâlih işleyenlere Cennetne güzel yerdir, derler.»
Mü’min sûresinin 64. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ arz’ı (yer yüzünü) size karargâh ve semâyı üstünüzde yüksekte bina kıldı. Sizin organlanmzı uygun, şekillerinizi güzel kıldı. Halâl, temiz ve leziz yiyeceklerle sizi nzıklândırdı.Sizi bu güzel şekillerde yaratıp temiz nzıklar veren, Rabbinlz Allah-ü Teâlâ’dır. O bütün hareket ve bereketlerin sâhibi ve âlemlerin rabbidir.»Zuhruf sûresinin 84. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ gökte meleklerin, yerde insanların ve cinnî-lerin ma’bûdudur.»
Duhân sûresinin 38. âyet-i çelilesi der ki:«Biz semâvâtı, arzı ve arasındakileri, kullarımız onlan varlığımıza ve birliğimize delil getirmeleri, ihtiyaçlarım gidermeleri içinyarattık, boş'yere yaratmadık.»Rahmân sûresinin 29 ve 30. âyet-i celileleri der ki:«Semâvât ve arzda olan bütün mahlûklar, Allah-ü Teâlâ’yamuhtaç oldukları için ihiyaçlanm O’ndan isterler. Hak Teâlâ heran iradesi mucibince kudretini icra etmektedir.» ve «Ey insan vecin! Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlarsınız.»Mücâdele sûresinin 7. âyet-i çelilesi der ki:«Yâ Muhammed! Bilmez raisin ki Allah-ü Teâlâ gökte ve yerdeolan mahlûkların hepsini bilir. Üç kişi gizli konuştuklarında Allah-ü Teâlâ dördüncü, beş kimse konuşsalar, O altıncı olur. Gizli konuşanlar mezkûr sayılardan az veya çok ve nerede olurlarsa olsunlar Allah-ü Teâlâ onların sırlarına vakıf olur.
Kıyamette onlan rezil etmek ve lâyık oldukları cezayı takrir için işledikleri kötüamelleri kendilerine haber verir. Allah-ü Teâlâ gizli, açık, her şeyi bilir.»Mülk sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ dünyada ölümü, âhirette hayatı yarattı. Sizden meydana gelecek amelleri ezelde bildiği halde, hanginizin dahagüzel amellerde bulunduğunu sizin de bilmeniz için sizi imtihanatâbi tuttu. AUah-ü Teâlâ’ iyi işleri yapmaktan kaçınanlardan intikam ahr, gâlibdir ve iyi amel işleyenlerin hatâlarım veya iyi işlerden kaçtıktan sonra tevbe edenleri afv eder.»
Mülk sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ yedi semâyı birbirinin üzerinde ayrı tabakalar halinde yarattı. Hak Teâlâmn yaratmasmda uygunsuzluk, noksan ve bozukluk görmezsin. Gözünü semaya tekrar çevir ki ondayanlma, çatlama görebilir misin.»Mülk sûresinin 5. âyet-i çelilesi der ki:«Biz dünyaya yakın olan semâyı kandiller gibi yıldızlarla süsledik. Bu yıldızların parçalan ile, semâya çıkıp haber çalmak isteyen şeytanlan meleklerin kovmasını emr eyledik. Şeytanlar içindünyada yıldızlann alevli parçaları ile yakılmalarından başka âhirette Cehennem azâbı hazırladık.»
Nûh sûresinin 15. ve 16. âyet-i celîleleri der ki:«Görmez misiniz ki, Allah-ü Teâlâ yedi semâyı tabaka tabakanasıl yarattı. Ve ay’ı dünya semâsında ve diğer semâlarda nûr, güneşi yeryüzünden karanlığı gideren ışıklı çırağ kıLdı.» Nûh sûresinin 17. ve 18. âyet-i celîleleri de şöyle der:«Ve Allah-ü Teâlâ sizin aslınız olan Adem Aleyhisselâmı nebatgibi topraktan yarattı. Sonra öldüğünüzde toprağa iâde ederve kıyamette sizi ondan çıkanr.»KISIM : 2KÂİNATIN YARATILIŞIEy aziz! Bil ki, tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Allah, ehadiyyet mertebesinde bir gizli hazine iken,
bilinmeyi istemiş ve sevdiği için ruhlar ve cisimler âlemini yaratıpkendi merhametinin cemâlini, kudretinin kemâlini, azametinin celâlimi, nimetlerinin bolluğunu, sanatının çeşitlerini, hikmetlerininsırlarını göstermeği dilemiş. Bütün mahlûkattan evvel, yoktan çoknurlu, yeşil bir cevher yarattı. Bazı rivâyetlere göre; kendi nûrun-dan, lâtif ve azîm bir cevher var edip, ondan bütün kâinatı bir tertip içinde tedricî olarak yarattı. Buna, ilk cevher, Nur-ı Muham-med, Levh-ı mahfuz ,akl-i kül, izâfî ruh adlarım verirler ki, bütünruhların ve cisimlerin başlangıcı ve esası bu cevherdir. Çünkü Ce-nab-ı Allah ( muhabbetiyle o cevhere bakınca, cevher, utancındano anda eriyip su gibi akmış, özü su yüzüne çıkınca ondan önce külli nefsi yaratmış, sonra sırasıyla meleklerin, peygamberin, velilerin, âriflerin, âbidlerin, mü’minlerin, kâfirlerin, cinlerin, şeytanların, hayvanların, bitkilerin her birisi için, mertebelerine göre belli makamlar göstermiş ve her sınıf kendi makâmına girmiştir. Herruh, kendi cinsini bulmuş, her toplum kendi makamında kalmıştır.
Melekût âlemi, bu 14 çeşit ruhlarla tamamlanmıştır. Bu âlemin en yükseğine ve en lâtifine Gâyb âlemi = Lahût âlemi veya Ce berut âlemi denir. Bu âlemin ortancasına ruhlar âlemi = manââlemi veya emir âlemi adı verilir. Bu âlemin aşağısına ve cisimlereyakın olanına mücerret âlem = Berzâh âlemi veya Misâl âlemidenir.Cenab-ı Allah, bunları yarattıktan iki bin yıl sonra, ezelî iradesiyle, adını ve şanım belirtmek için cisimler âlemini yaratmıştır.Sonra yine o ilk cevhere sevgiyle bakmış, o cevher utancından eriyip akmış, özünden de arş-ı âzami yaratmıştır. Altındaki yağlardan da kürsi, Cennet, Cehennem, 7 kat gök ve 4 unsur yaratılmıştır. Arş-ı alâdan esfel-i-sâfiline (aşağılıkların aşağısına) kadar buâlem, bu tertip üzere düzenlenmiş ve bu 15 çeşitle Mülk âlemininyaradılışı tamamlanmıştır. Bu âlemin de yükseğine ulvî âlem=ba-kâ âlemi denir. Ortancasına yıldızlar âlemi = felekler âlemi veyagökler âlemi denir. Aşağısına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlarâlemi, Kevn ve fesad âlemi ve dünya âlemi denir.İşte melekût âleminin müfredatıyla mülk âleminin toplamı,yani çeşitli ruhlarla basit cisimlerin sınıflarının hepsi 29 olaraktamamlanmıştır.
Her iki âlemin sayıları kısımlarında üç çeşit birleşim, cisim var olmuştur kİ, bunlar hayvan, bitki ve madenlerdir.Tıpkı harflerin birleşiminden heceler, isim ve fiillerle çeşitli kelimelerden kurulu bir lisanın meydana gelmesi ve bunlardan Cihankitabının sonsuz mânalar kazanması gibi... İbret gözü ile bu âleme bakan Arifler, her birinde birçok hikmetler görürler. Böylece evliya, Cenab-ı Hak'ın san’atınm sırlarım idrak eder ve içindeki derinmânayı anlayarak onun yüksek huzurunu bulurlar.
KISIM: 3ARŞI ÂZAM VE HAMLESİ:
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Hakk’ın kâinatı bir anda yaratmaya kudreti olduğuhalde 6 günde yaratması, yani kâinatı yaratmasını pazardan başlayıp Cuma günü tamamlaması; kullarına her iş ve hareketlerindesabırlı ve temkinli olmalarını, acele etmemelerini bildirmek ve anlatmak içindir. Cenab-ı Allah, yeşil cevherden arş-ı âzami yaratmıştır ki, onun nur ve azametini vasıflandırmak imkânsızdır. Arş’-ın çevresi .kırmızı yakuttandır ki, bütün yaratıkların sıfat ve sû-retleri onda nakşolunmuştur.Göklerin üstünde meleklerin kıblesi olan Allah’ın arşı vardır. Nasıl ki yeryüzünde insanların kıblesi Kâbe’dir.Arş-ı âzamin 70 bin dili vardır ki, her dili başka bir lügat ileAllah’ı teşbih eder.
Arş-ı âzamin dört direği vardır ki bunlar, yerin dibine kadar inerler. Arş-ı âzam, su üzerinde, su hava üzerinde iken Cenâb-ı Allah, 4 büyük melek yarattı. Bunlar ,arş’ı taşırlar.Bunlara Hamele-i arş (arş’ı taşıyanlar) denir. Bu 4 Melekten her birinin 4 yüzü vardır. Bir yüzleri insan, bir yüzleri arslan, bir yüzleri öküz, bir yüzleri de kartal sûretinde tasvir edilmiştir. Bu yüzlerin her biri yeryüzünde kendine benziyen yaratıklar için Allah’tan nzık istemektedirler. Hamele-i arş melekleri daima ayaktadırve arş’ı boyunları üzerinde taşırlar. Bunlar, Allah’ın katında bütün meleklerden daha faziletlidirler. Bunlardan biri de İsrafil (f .a.)dır. Arş’ın bir direği onun boynu üzerinde kuvvetli ve muhkemdurur. Bu melek, Allah’ın katında diğer üç melekten daha değerlidir. Çünkü suru taşıyan bu melektir. Sur’a üfürmek için Levh-lmahfuzdan gelecek emri, kıyamete kadar beklemekte ve Cenab-ıAllah’ın Cebrail, Mikâil ve Azrail (a.s.)’e verdiği emirleri kendilerine bildirmektedir. Hamele-i arş meleklerinin her birinin 4 kanadı vardır. Bu kanatlar 4 yana yayılmıştır. Bu meleklerin vücutları yansı ateşten yansı kardan yaratılmıştır. Buna rağmen biridiğerim söndürmez. Yıldız böceği gibi birbiriyle kaynaşmışlardır.O kadar büyüktürler ki kulaklarıyla boyunlarımı* arası, kuşun 700 yıllık uçuş mesafesidir.
Hamele-i arş meleklerine Kerrübiyyun dadenilir.
KISIM: 4 ARŞ-I ÂZAMİN ÇEVRESİNDEKİ BÜYÜK NEHİRLER VE MELÂİKE-İ KİRAM
Ey azizi Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Hak Teâlâ, arş-ı âzamin çevresinde 8 büyük nehir yaratmıştır. Dördü kardan daha beyaz ve soğuk. Dördü de baldan daha tatlı ve lezzetlidir. Bu nehirler, devamlı olarak Arş’ın etrafında akar ve onutavaf ederler. Cenab-ı Hak, Herkâil adında bir melek yaratmıştırki, bütün eşyanın sırlarını ona vermiştir. Bu melek, Allah’tan arşıtavaf için izin istemiş. Allah’dan izin alınca ycla çıkmış, 8 bin kanadıyla 3 bin yıl uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. Üç bin sene daha Arş’ın etrafında uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. 3 bin yıldaha uçmuş ve yorulunca bakmış ki 9 bin senede ancak arş’ın birdireğinden diğerine gidebilmiştir. O hayretler içinde seyrederkenAllah’tan ona nidâ gelmiş:
Ya Herkâil! Kıyamete kadar uçsan yinede arşımı tavaf edemezsin.Bu 8 nehrin arkasında, aış-ı âzamin etrafında nurdan ve karanlıktan biner perde yaratılmıştır. Bu perdeler nurun şiddeti, arş’-ın etrafında bulunan melekleri yakmasın diye, onlara karşı gerilmiştir. Bu perdelerin arkasında da 70 bin melâike yaratılmıştır.Bunlar arş’a dönük, devamlı olarak Allah'ı teşbih ederler. Arş’ı tavaf etmek için etrafında dönerler ve günde iki defa hamele-i arşmeleklerine selâm verirler. Bunlara Saffun ve Haffun melekleri denir. Bunların arkasında da 70 bin saf melâike yaratılmıştır. Bunlar daima ayakta durur ve «Sübhan-Allah velhamd-ü-lillah ve lâilahe illallah vallah-ü ekber ve lâ lıav’le velâ kuvvete illa billah-ilaliy-yılazîm» diye zikrederler. Bunların arkasında da büyük bir yılan yaratılmış ki, Arş-ı âzami çevirmiş, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızıyakuttan yaratılmıştır. Yüz bin kanadı vardır ,her püskülü yanında bir melek olup Allah’ı teşbih eder.
Bu san yılanın teşbih sesinden bütün melekler dehşet duyar, teşbih sesi bütün meleklerinkini bastırır. Ağzı, açtığı zaman gök ve yeri bir lokmada yutacak kadar büyüktür, eğer bu yılana teşbih yaptığı zaman yavaş emri veril-meseydi, sesinden bütün melekler helâk olurdu.Cenab-ı Hak, melekleri çeşitli renkteki nurlardan yaratmıştır.Arş’a yakın olan meleklerin nurları beyaz ve şiddetlidir. Bütün melekler, Cenab-ı Hakk’m emirlerine göre hareket ederler, insanlar gibi Allah’a isyan etmezler. Onlar için, yemek, içmek, cinsî münasebet yoktur. Gıdaları Allah’ı teşbihtir. Çoğu insan suretindedir. Lâtif cisimler oldukları için çeşitli suretlere bürünürler ye Cenab-ıHakk’ın emriyle şimşek hızıyla giderler. Herbirinin vazifesi ayrıdır. Kimi arş’ın etrafında teşbih ve tavafla meşguldür, kimi kürsüde,kimi Sidre’de, kimi Cennette, kimi Cehennemde, kimi gökte, kimiyerde, kimi ayakta, kimi oturuşta, kimi rükûda, kimi sücûdda devamlı olarak Allah’ı teşbih ederler.
Kimi insanların hizmetindeolup gece-gündüz onları korur, amellerini yazar. Bunlara kiramenkâtibin ve koruyucu melekler denir.Meleklerin de kendilerinden Peygamberleri vardır. Bunlardan biri, Sur sahibi İsrâfil (A.S.) dır. Biri Cebrail (A.S.) dır. 600 kanadıvardır. Hera kanadının yüz püskülü vardır ki her püskülün uzunluğu batıdan doğuya kadardır. Bütün kanadları .renkli nurlardandır. Büyük vücudu kardan daha beyazdır. Öyle kuvvetlidir ki kanadının bir püskülü ile dağları yerinden oynatır. Bu melek, yeryü-zündeki peygamberlere Allah’ın selâm ve emirlerini getirir. Şekilve büyüklüğü İsrâfil (A.S.) gibidir. Meleklerin bir peygamberi deMikâil (A.S.) dir ki kanatlarının sayısını ancak Allah bilir. O, kızgın denizlerdeki meleklerin gözcüsüdür. Yer ve gökteki meleklerinher biri, yağmurun yağışını idare etmek gibi bir çok ilşleri yapmaya emir alırlar. Yağmurların her damlasını bir melek yere indirir ve kıyamete kadar o meleğe bir daha sıra gelmez.
Yere yağan yağmurlar Mikâil (A.S.)’in emir ve tedbiriyle yağar. Bu, onun vazifesidir. Bir peygamber de Azrail (A.S.)’dır. Bunun vazifesi ruhlarıalmaktır. Bütün yer, önünde duran bir sofraya benzer. Rahmet vegazab meleklerinden nice yüzbin yardımcıları vardır. İsrâfil, Cebrail, Mikâil ve Azrail (A.S.), bütün meleklerin başı ve peygamberidirler ki yer ve gökteki bütün melekler bunların emrindedirler.
KISIM: 5ARŞ-I ÂZAMİN ALTINDA OLAN KÜRSİ, LEVH, KALEM, SİDRETÜL-MÜNTEHA, TUBA AĞACI İLE İSRAFİL SURU VE BERZAH ÂLEMİ
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir: Cenab-ı Allah, kürsi’yi 4 direk üzerinde, Arş-ı âzamin nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde Arş’ın bir direğine bitişip olarak yaratmıştır. Onun direkleri, yerin dibine kadar uzanır. Bütün gökler ve yer, Kürsi’nin ortasında, sahradaki bir halkakadardır. Kürsi de arş-ı âzamin altında sahradaki bir sofraya benzer. Lâkin bu çeşit benzetişlerden maksat miktarları belirtmek değil, belki büyüklüklerini ifade edebilmek içindir. Çünkü onlann büyüklüklerini ve sayılarım ancak onları yaratan Cenab-ı Allah bilir.Arş’tan murad’m taht mülkü, Kürsiden murad’m Allah’ın ilmi olduğunu iddia edenler hatâ etmişlerdir. Çünkü bu görüş, âyet vehadîslere aykırıdır.Cenab-ı Allah ,arş-ı âzamin altında ve onun nurundan yeşilzeberced renkte büyük bir Lehv yaratmıştır. Çevresi .kırmızı yakuttandır. Zümrüd renginde de yeşil bir kalem yaratmıştır ki,uzunluğu yüz yıllık mesafedir. Onun mürekkebi beyaz nurdandır.Çünkü Cenab-ı Hak, kaleme yaz diye emrettiğinde kalem sarsılmış,üzüntü duyarak yıldırım sesi gibi bir sesle teşbihe başlamış ve ilâhıemirleri, kıyamete kadar olup bitecekleri Levh-i mahfuzda yazmıştır. Böylece Levh-i mahfuzu yazıyla doldurmuş vazifesini bitirdikten sonra mürekkebi kurumuş, artık mutlu olan mutlu, mutsuz olan mutsuz olmuştur. Lâkin Cenab-ı Allah, her gece ve gündüz Levh-ı mahfuza 360 defa bakar, her bakışta bir şeyler siler, yerinde başka bir şey tesbit eder.
Cenab-ı Allah, yer ve gök halkının bilmesi ve bütün mahlûkatının kaderlerinin yazıya göre cereyan etmesi için kullarının başından geçecek bütün işleri Levh-i mahfuzayazdırmıştır. Levh ve kalemi inkâr eden münafıktır.Cenab-ı Hak, arş-ı azanım altında ve onun nurundan, Kürsî’-nin karşısında, Cennetlerin üstünde beyaz inci gibi bir feza yaratmıştır ki bu Sidret’il münteha’dır. Burası Cebrail (A.S.) ile mukar-reb meleklerin mekânıdır.Cenab-i Allah, Sidre-tül-münteha’da san altından büyük birağaç yaratmıştır ki, buna Tuba ağacı derler. Gövdesi altından, dallan kırmızı mercandan, yaprakları yeşil zümrütten, meyveleri şekerdendir. Nihayetsiz dallan, Cennet köşkleri üzerine sarkmıştırki, sayısız meyvelerini Cennet ehli toplar.
Sidre-tül-münteha ileArş-ı âzam arasında 70 bin perde yaratılmıştır ki Sidrede bulunanmelekler, Arştaki nurdan yanmasınlar.Yine Cenab-ı Allah, Arş-ı âzamin altmda ve onun nurundan,Arş’m direğine bitişik, kırmızı mercan renginde bir boynuz biçiminde, büyük ve çok uzun, içi boş bir şey yaratmıştır ki onun boşluğunda birinci ve ikinci Berzah’ı yapmıştır. İnsan bedenine girecek ruhlar ile gelmiş ve gitmiş olan bütün ruhlann yeri burasıdır.Gök ve yer kürreleri, daireler gibi hiç biri diğerine dokunmadan bu boşlukta dizilmiştir. Bu boş yer İsrafil surudur ki onun iç düzeyine bir mum yuvarlağına açılan çukur gibi çukurlar kazılmıştır. Birinci Berzah âleminde, bedene girecek ruhlarla, bedendençıkıp Haşre kadar ikinci Berzahta bekliyecek ruhlar için o düzeyinçukurlan mesken olmuştur. Uçan ruhların her biri, mertebelerinegöre o çukurlarda kendi makamlarında yaşarlar .
KISIM: 6 SİDRE-TÜL-MÜNTEHADA OLAN MELEKLERİN VASIFLARI,DURUMLARI ve ARŞ’IN HOROZU OLAN TAVUS’UN RENGİ VE ZİKİRLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-ıHak, Sidre-tül-münteha’da vekil tayin ettiği meleği,büyük ve acayip bir cüssede yaratmıştır. Bu meleğin 70 yüzü vardır. Her yüzünde 70 ağzı, her ağzında 70 dili vardır. Her dili başka bir lügatla Ce-nab-ı Allah’ı devamlı olarak teşbih eder. Sidre de ayrıca 4 bin safmelâike yaratmıştır. Her saffın sayısı 10 bin melektir. Birinci saftaki melekler, daimi secdededir ve «Süphanallah» diye teşbih ederler. İkinci saftaki melekler de daimi oturarak «Elhamdü-lillah» diye teşbih ederler. Üçüncü saftaki melekler de daima rükûda olup«Lâ ilâhe illallah» diye teşbih ederler. Dördüncü saftaki meleklerde devamlı olarak ayakta «Allah-u Ekber» diye teşbih ederler.Cenâb-ı Hak, Sidre’de yeşil zümrütten minare biçiminde büyük bir direk yaratmıştır. Bu direğin Sidreden yüksekliği 70 bin fersahmesafededir. O direğin başında beyaz inciden, büyük bir kubbeyaratmıştır ve o kubbenin üzerinde Tavus kuşu şeklinde çeşitlirenkteki cevherlerden acayip bir melek yaratmıştır. Bu meleğin1500 kanadı ve her kanadında 100 bin püskül vardır. Her püskülüzerinde, yeşil yazıyla yazılmış üç satır vardır. Birinci satırda:
-«Bismil-lahir-rahmânir-râhîm» ikinci satırda: «Lâ ilâhe-illal-lahMuhammedün-Resûlullah» üçüncü satırda ise: «Küllü-sev'in hâli-kün-illâ-veche hû» yazılmıştır. Buna Arş’m horozu derler. Bu, kanatlarını gerince, püsküllerinden Cennet halkı üzerine, Allah'ınizniyle, yağmur gibi rahmet iner.Beş farz namazın her birinin vakti gelince o arş horozu, kanatlarını birbirine çarpar. Bağırarak ve kanadının her püskülünden başka bir sada çıkararak seslenir. Bu ses, Cennet ağaçlarının dallarım bir rüzgâr gibi sallar ve o sesten sevmen Cennetteki huri vegılman; «Muhammed ümmetinin namaz vakti gelmiş ve şimdihepsi namazla meşgul olacaklar» diye birbirlerine müjde vermeye başlarlar. Cenab-ı Hak, Arş horozuna seslenir ki: «Ya kuş! Niçin böyle bağırırsın?» O melek de der ki: «Ey Allah’ım, mü’min kulların ,ibadet için sana yöneldikçe ben de onlar için senden rahmetve mağfiret isterim.» O zaman Allah-u Teâlâ ona yine şöyle hitab buyurur: «Ya kuş: Ben de, dünyada beş vakit namazım kılan kullarıma rahmet edip onlan Cehennem ateşinden korur, Naim Cennetleriyle sevindiririm.» Bu İlâhî hitab, horozu sevindirir, Allah'adua ve niyazlarım tekrarlar.
Melekût âlemi, bu 14 çeşit ruhlarla tamamlanmıştır. Bu âlemin en yükseğine ve en lâtifine Gâyb âlemi = Lahût âlemi veya Ce berut âlemi denir. Bu âlemin ortancasına ruhlar âlemi = manââlemi veya emir âlemi adı verilir. Bu âlemin aşağısına ve cisimlereyakın olanına mücerret âlem = Berzâh âlemi veya Misâl âlemidenir.Cenab-ı Allah, bunları yarattıktan iki bin yıl sonra, ezelî iradesiyle, adını ve şanım belirtmek için cisimler âlemini yaratmıştır.Sonra yine o ilk cevhere sevgiyle bakmış, o cevher utancından eriyip akmış, özünden de arş-ı âzami yaratmıştır. Altındaki yağlardan da kürsi, Cennet, Cehennem, 7 kat gök ve 4 unsur yaratılmıştır. Arş-ı alâdan esfel-i-sâfiline (aşağılıkların aşağısına) kadar buâlem, bu tertip üzere düzenlenmiş ve bu 15 çeşitle Mülk âlemininyaradılışı tamamlanmıştır. Bu âlemin de yükseğine ulvî âlem=ba-kâ âlemi denir. Ortancasına yıldızlar âlemi = felekler âlemi veyagökler âlemi denir. Aşağısına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlarâlemi, Kevn ve fesad âlemi ve dünya âlemi denir.İşte melekût âleminin müfredatıyla mülk âleminin toplamı,yani çeşitli ruhlarla basit cisimlerin sınıflarının hepsi 29 olaraktamamlanmıştır.
Her iki âlemin sayıları kısımlarında üç çeşit birleşim, cisim var olmuştur kİ, bunlar hayvan, bitki ve madenlerdir.Tıpkı harflerin birleşiminden heceler, isim ve fiillerle çeşitli kelimelerden kurulu bir lisanın meydana gelmesi ve bunlardan Cihankitabının sonsuz mânalar kazanması gibi... İbret gözü ile bu âleme bakan Arifler, her birinde birçok hikmetler görürler. Böylece evliya, Cenab-ı Hak'ın san’atınm sırlarım idrak eder ve içindeki derinmânayı anlayarak onun yüksek huzurunu bulurlar.
KISIM: 3ARŞI ÂZAM VE HAMLESİ:
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Hakk’ın kâinatı bir anda yaratmaya kudreti olduğuhalde 6 günde yaratması, yani kâinatı yaratmasını pazardan başlayıp Cuma günü tamamlaması; kullarına her iş ve hareketlerindesabırlı ve temkinli olmalarını, acele etmemelerini bildirmek ve anlatmak içindir. Cenab-ı Allah, yeşil cevherden arş-ı âzami yaratmıştır ki, onun nur ve azametini vasıflandırmak imkânsızdır. Arş’-ın çevresi .kırmızı yakuttandır ki, bütün yaratıkların sıfat ve sû-retleri onda nakşolunmuştur.Göklerin üstünde meleklerin kıblesi olan Allah’ın arşı vardır. Nasıl ki yeryüzünde insanların kıblesi Kâbe’dir.Arş-ı âzamin 70 bin dili vardır ki, her dili başka bir lügat ileAllah’ı teşbih eder.
Arş-ı âzamin dört direği vardır ki bunlar, yerin dibine kadar inerler. Arş-ı âzam, su üzerinde, su hava üzerinde iken Cenâb-ı Allah, 4 büyük melek yarattı. Bunlar ,arş’ı taşırlar.Bunlara Hamele-i arş (arş’ı taşıyanlar) denir. Bu 4 Melekten her birinin 4 yüzü vardır. Bir yüzleri insan, bir yüzleri arslan, bir yüzleri öküz, bir yüzleri de kartal sûretinde tasvir edilmiştir. Bu yüzlerin her biri yeryüzünde kendine benziyen yaratıklar için Allah’tan nzık istemektedirler. Hamele-i arş melekleri daima ayaktadırve arş’ı boyunları üzerinde taşırlar. Bunlar, Allah’ın katında bütün meleklerden daha faziletlidirler. Bunlardan biri de İsrafil (f .a.)dır. Arş’ın bir direği onun boynu üzerinde kuvvetli ve muhkemdurur. Bu melek, Allah’ın katında diğer üç melekten daha değerlidir. Çünkü suru taşıyan bu melektir. Sur’a üfürmek için Levh-lmahfuzdan gelecek emri, kıyamete kadar beklemekte ve Cenab-ıAllah’ın Cebrail, Mikâil ve Azrail (a.s.)’e verdiği emirleri kendilerine bildirmektedir. Hamele-i arş meleklerinin her birinin 4 kanadı vardır. Bu kanatlar 4 yana yayılmıştır. Bu meleklerin vücutları yansı ateşten yansı kardan yaratılmıştır. Buna rağmen biridiğerim söndürmez. Yıldız böceği gibi birbiriyle kaynaşmışlardır.O kadar büyüktürler ki kulaklarıyla boyunlarımı* arası, kuşun 700 yıllık uçuş mesafesidir.
Hamele-i arş meleklerine Kerrübiyyun dadenilir.
KISIM: 4 ARŞ-I ÂZAMİN ÇEVRESİNDEKİ BÜYÜK NEHİRLER VE MELÂİKE-İ KİRAM
Ey azizi Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Hak Teâlâ, arş-ı âzamin çevresinde 8 büyük nehir yaratmıştır. Dördü kardan daha beyaz ve soğuk. Dördü de baldan daha tatlı ve lezzetlidir. Bu nehirler, devamlı olarak Arş’ın etrafında akar ve onutavaf ederler. Cenab-ı Hak, Herkâil adında bir melek yaratmıştırki, bütün eşyanın sırlarını ona vermiştir. Bu melek, Allah’tan arşıtavaf için izin istemiş. Allah’dan izin alınca ycla çıkmış, 8 bin kanadıyla 3 bin yıl uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. Üç bin sene daha Arş’ın etrafında uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. 3 bin yıldaha uçmuş ve yorulunca bakmış ki 9 bin senede ancak arş’ın birdireğinden diğerine gidebilmiştir. O hayretler içinde seyrederkenAllah’tan ona nidâ gelmiş:
Ya Herkâil! Kıyamete kadar uçsan yinede arşımı tavaf edemezsin.Bu 8 nehrin arkasında, aış-ı âzamin etrafında nurdan ve karanlıktan biner perde yaratılmıştır. Bu perdeler nurun şiddeti, arş’-ın etrafında bulunan melekleri yakmasın diye, onlara karşı gerilmiştir. Bu perdelerin arkasında da 70 bin melâike yaratılmıştır.Bunlar arş’a dönük, devamlı olarak Allah'ı teşbih ederler. Arş’ı tavaf etmek için etrafında dönerler ve günde iki defa hamele-i arşmeleklerine selâm verirler. Bunlara Saffun ve Haffun melekleri denir. Bunların arkasında da 70 bin saf melâike yaratılmıştır. Bunlar daima ayakta durur ve «Sübhan-Allah velhamd-ü-lillah ve lâilahe illallah vallah-ü ekber ve lâ lıav’le velâ kuvvete illa billah-ilaliy-yılazîm» diye zikrederler. Bunların arkasında da büyük bir yılan yaratılmış ki, Arş-ı âzami çevirmiş, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızıyakuttan yaratılmıştır. Yüz bin kanadı vardır ,her püskülü yanında bir melek olup Allah’ı teşbih eder.
Bu san yılanın teşbih sesinden bütün melekler dehşet duyar, teşbih sesi bütün meleklerinkini bastırır. Ağzı, açtığı zaman gök ve yeri bir lokmada yutacak kadar büyüktür, eğer bu yılana teşbih yaptığı zaman yavaş emri veril-meseydi, sesinden bütün melekler helâk olurdu.Cenab-ı Hak, melekleri çeşitli renkteki nurlardan yaratmıştır.Arş’a yakın olan meleklerin nurları beyaz ve şiddetlidir. Bütün melekler, Cenab-ı Hakk’m emirlerine göre hareket ederler, insanlar gibi Allah’a isyan etmezler. Onlar için, yemek, içmek, cinsî münasebet yoktur. Gıdaları Allah’ı teşbihtir. Çoğu insan suretindedir. Lâtif cisimler oldukları için çeşitli suretlere bürünürler ye Cenab-ıHakk’ın emriyle şimşek hızıyla giderler. Herbirinin vazifesi ayrıdır. Kimi arş’ın etrafında teşbih ve tavafla meşguldür, kimi kürsüde,kimi Sidre’de, kimi Cennette, kimi Cehennemde, kimi gökte, kimiyerde, kimi ayakta, kimi oturuşta, kimi rükûda, kimi sücûdda devamlı olarak Allah’ı teşbih ederler.
Kimi insanların hizmetindeolup gece-gündüz onları korur, amellerini yazar. Bunlara kiramenkâtibin ve koruyucu melekler denir.Meleklerin de kendilerinden Peygamberleri vardır. Bunlardan biri, Sur sahibi İsrâfil (A.S.) dır. Biri Cebrail (A.S.) dır. 600 kanadıvardır. Hera kanadının yüz püskülü vardır ki her püskülün uzunluğu batıdan doğuya kadardır. Bütün kanadları .renkli nurlardandır. Büyük vücudu kardan daha beyazdır. Öyle kuvvetlidir ki kanadının bir püskülü ile dağları yerinden oynatır. Bu melek, yeryü-zündeki peygamberlere Allah’ın selâm ve emirlerini getirir. Şekilve büyüklüğü İsrâfil (A.S.) gibidir. Meleklerin bir peygamberi deMikâil (A.S.) dir ki kanatlarının sayısını ancak Allah bilir. O, kızgın denizlerdeki meleklerin gözcüsüdür. Yer ve gökteki meleklerinher biri, yağmurun yağışını idare etmek gibi bir çok ilşleri yapmaya emir alırlar. Yağmurların her damlasını bir melek yere indirir ve kıyamete kadar o meleğe bir daha sıra gelmez.
Yere yağan yağmurlar Mikâil (A.S.)’in emir ve tedbiriyle yağar. Bu, onun vazifesidir. Bir peygamber de Azrail (A.S.)’dır. Bunun vazifesi ruhlarıalmaktır. Bütün yer, önünde duran bir sofraya benzer. Rahmet vegazab meleklerinden nice yüzbin yardımcıları vardır. İsrâfil, Cebrail, Mikâil ve Azrail (A.S.), bütün meleklerin başı ve peygamberidirler ki yer ve gökteki bütün melekler bunların emrindedirler.
KISIM: 5ARŞ-I ÂZAMİN ALTINDA OLAN KÜRSİ, LEVH, KALEM, SİDRETÜL-MÜNTEHA, TUBA AĞACI İLE İSRAFİL SURU VE BERZAH ÂLEMİ
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir: Cenab-ı Allah, kürsi’yi 4 direk üzerinde, Arş-ı âzamin nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde Arş’ın bir direğine bitişip olarak yaratmıştır. Onun direkleri, yerin dibine kadar uzanır. Bütün gökler ve yer, Kürsi’nin ortasında, sahradaki bir halkakadardır. Kürsi de arş-ı âzamin altında sahradaki bir sofraya benzer. Lâkin bu çeşit benzetişlerden maksat miktarları belirtmek değil, belki büyüklüklerini ifade edebilmek içindir. Çünkü onlann büyüklüklerini ve sayılarım ancak onları yaratan Cenab-ı Allah bilir.Arş’tan murad’m taht mülkü, Kürsiden murad’m Allah’ın ilmi olduğunu iddia edenler hatâ etmişlerdir. Çünkü bu görüş, âyet vehadîslere aykırıdır.Cenab-ı Allah ,arş-ı âzamin altında ve onun nurundan yeşilzeberced renkte büyük bir Lehv yaratmıştır. Çevresi .kırmızı yakuttandır. Zümrüd renginde de yeşil bir kalem yaratmıştır ki,uzunluğu yüz yıllık mesafedir. Onun mürekkebi beyaz nurdandır.Çünkü Cenab-ı Hak, kaleme yaz diye emrettiğinde kalem sarsılmış,üzüntü duyarak yıldırım sesi gibi bir sesle teşbihe başlamış ve ilâhıemirleri, kıyamete kadar olup bitecekleri Levh-i mahfuzda yazmıştır. Böylece Levh-i mahfuzu yazıyla doldurmuş vazifesini bitirdikten sonra mürekkebi kurumuş, artık mutlu olan mutlu, mutsuz olan mutsuz olmuştur. Lâkin Cenab-ı Allah, her gece ve gündüz Levh-ı mahfuza 360 defa bakar, her bakışta bir şeyler siler, yerinde başka bir şey tesbit eder.
Cenab-ı Allah, yer ve gök halkının bilmesi ve bütün mahlûkatının kaderlerinin yazıya göre cereyan etmesi için kullarının başından geçecek bütün işleri Levh-i mahfuzayazdırmıştır. Levh ve kalemi inkâr eden münafıktır.Cenab-ı Hak, arş-ı azanım altında ve onun nurundan, Kürsî’-nin karşısında, Cennetlerin üstünde beyaz inci gibi bir feza yaratmıştır ki bu Sidret’il münteha’dır. Burası Cebrail (A.S.) ile mukar-reb meleklerin mekânıdır.Cenab-i Allah, Sidre-tül-münteha’da san altından büyük birağaç yaratmıştır ki, buna Tuba ağacı derler. Gövdesi altından, dallan kırmızı mercandan, yaprakları yeşil zümrütten, meyveleri şekerdendir. Nihayetsiz dallan, Cennet köşkleri üzerine sarkmıştırki, sayısız meyvelerini Cennet ehli toplar.
Sidre-tül-münteha ileArş-ı âzam arasında 70 bin perde yaratılmıştır ki Sidrede bulunanmelekler, Arştaki nurdan yanmasınlar.Yine Cenab-ı Allah, Arş-ı âzamin altmda ve onun nurundan,Arş’m direğine bitişik, kırmızı mercan renginde bir boynuz biçiminde, büyük ve çok uzun, içi boş bir şey yaratmıştır ki onun boşluğunda birinci ve ikinci Berzah’ı yapmıştır. İnsan bedenine girecek ruhlar ile gelmiş ve gitmiş olan bütün ruhlann yeri burasıdır.Gök ve yer kürreleri, daireler gibi hiç biri diğerine dokunmadan bu boşlukta dizilmiştir. Bu boş yer İsrafil surudur ki onun iç düzeyine bir mum yuvarlağına açılan çukur gibi çukurlar kazılmıştır. Birinci Berzah âleminde, bedene girecek ruhlarla, bedendençıkıp Haşre kadar ikinci Berzahta bekliyecek ruhlar için o düzeyinçukurlan mesken olmuştur. Uçan ruhların her biri, mertebelerinegöre o çukurlarda kendi makamlarında yaşarlar .
KISIM: 6 SİDRE-TÜL-MÜNTEHADA OLAN MELEKLERİN VASIFLARI,DURUMLARI ve ARŞ’IN HOROZU OLAN TAVUS’UN RENGİ VE ZİKİRLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-ıHak, Sidre-tül-münteha’da vekil tayin ettiği meleği,büyük ve acayip bir cüssede yaratmıştır. Bu meleğin 70 yüzü vardır. Her yüzünde 70 ağzı, her ağzında 70 dili vardır. Her dili başka bir lügatla Ce-nab-ı Allah’ı devamlı olarak teşbih eder. Sidre de ayrıca 4 bin safmelâike yaratmıştır. Her saffın sayısı 10 bin melektir. Birinci saftaki melekler, daimi secdededir ve «Süphanallah» diye teşbih ederler. İkinci saftaki melekler de daimi oturarak «Elhamdü-lillah» diye teşbih ederler. Üçüncü saftaki melekler de daima rükûda olup«Lâ ilâhe illallah» diye teşbih ederler. Dördüncü saftaki meleklerde devamlı olarak ayakta «Allah-u Ekber» diye teşbih ederler.Cenâb-ı Hak, Sidre’de yeşil zümrütten minare biçiminde büyük bir direk yaratmıştır. Bu direğin Sidreden yüksekliği 70 bin fersahmesafededir. O direğin başında beyaz inciden, büyük bir kubbeyaratmıştır ve o kubbenin üzerinde Tavus kuşu şeklinde çeşitlirenkteki cevherlerden acayip bir melek yaratmıştır. Bu meleğin1500 kanadı ve her kanadında 100 bin püskül vardır. Her püskülüzerinde, yeşil yazıyla yazılmış üç satır vardır. Birinci satırda:
-«Bismil-lahir-rahmânir-râhîm» ikinci satırda: «Lâ ilâhe-illal-lahMuhammedün-Resûlullah» üçüncü satırda ise: «Küllü-sev'in hâli-kün-illâ-veche hû» yazılmıştır. Buna Arş’m horozu derler. Bu, kanatlarını gerince, püsküllerinden Cennet halkı üzerine, Allah'ınizniyle, yağmur gibi rahmet iner.Beş farz namazın her birinin vakti gelince o arş horozu, kanatlarını birbirine çarpar. Bağırarak ve kanadının her püskülünden başka bir sada çıkararak seslenir. Bu ses, Cennet ağaçlarının dallarım bir rüzgâr gibi sallar ve o sesten sevmen Cennetteki huri vegılman; «Muhammed ümmetinin namaz vakti gelmiş ve şimdihepsi namazla meşgul olacaklar» diye birbirlerine müjde vermeye başlarlar. Cenab-ı Hak, Arş horozuna seslenir ki: «Ya kuş! Niçin böyle bağırırsın?» O melek de der ki: «Ey Allah’ım, mü’min kulların ,ibadet için sana yöneldikçe ben de onlar için senden rahmetve mağfiret isterim.» O zaman Allah-u Teâlâ ona yine şöyle hitab buyurur: «Ya kuş: Ben de, dünyada beş vakit namazım kılan kullarıma rahmet edip onlan Cehennem ateşinden korur, Naim Cennetleriyle sevindiririm.» Bu İlâhî hitab, horozu sevindirir, Allah'adua ve niyazlarım tekrarlar.
KONU:24 KISIMDAN İBARETTİR KISIM: 1 CENNETLERİN İSİM VE VASIFLARI, NEHİRLERİ, MEYVELİ AĞAÇLARI, YÜKSEK KÖŞKLERİ VE DEĞERLİ GİYSİLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Hak Teâlâ kudretiyle yedi kat göklerin üstünde Arş ve kürsî’nin altında,Arş’m nuruyla 8 Cennet yaratmıştır. Biri diğerinden üstün olan bu cennetlerin en yücesi Eden Cennetidir. Cenab-ı Hakk’m görmekonusudur.Birinci Cennetin ismi Darül-Celâl’dir. Bu cennet beyaz incidendir. İkincisinin adı Darüs-selâmdır. Bu cennet kırmızı yakuttandır. Üçüncüsünün ismi, Cennet-ül-me’vâ’dır. Bu cennet yeşilZeberceddendir. Dördüncüsünün adı, Cennet-ül-Huld’dur. Bu cennet sarı mercandandır. Beşincisinin adı, Cennet-ün-naim’dir. Bucennet beyaz gümüştendir. Altmcısmm adı Cennet-ül-firdevs’tir,kırmızı altındandır. Yedincisinin adı Cennet-ül-karar’dır, sarı misktendir. Sekizincisinin adı, Aden Cenneti’dir, en güzel Lü’luden’dir.Aden Cenneti, büyük bir şehrin ortasmda ve yüksek bir dağ üzerinde bulunan bir iç kale gibi bütün cennetlerin içerisinde ve ortalarında bulunmakla yeri, hepsinden daha güzel ve daha üstündür.
Cennetlerdeki nehirlerin çoğunun kaynağı buradadır. Sıddık-larm ve Kur’an hafızlarının yeri burasıdır. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın tecelli ettiği (göründüğü) yerdir.Her cennetin eni ve uzunluğu yüz yıllık yol olan bir kapısıvardır. Her kapının san altmdan olan iki kanadı vardır. Rengârenkçeşitli mücevherlerle süslenmiştir. Birinci cennetin kapısı üzerinde«Lâ ilâhe illallah Muhammed’ün Resûlullah» yazılıdır. Diğer kapılan üzerinde «Ene la a’zap men kale La ilahe illallah» (Ben, La ilahe illallah diyene azap vermem) yazılıdır. Bütün Cennetlerin toprağı misk, taşları mücevherdir. Bitkileri çeşitli renkte, çiçeklerikırmızı Za’ferran’dır. Binalarının bir taşı altın, bir taşı gümüş,toprağı ise amberdir. Köşkleri, en güzel lü’lü’den ve sarı yakuttandır, hepsinin kapılan mücevherdir. Her köşkün önünde dört nehirakar. Bu nehirlerin, biri hayat suyu, biri halis yoğurt, biri temizşarab, biri süzülmüş baldır. Nehirlerin çevresi, meyveli ağaçlarladolu ve süslüdür. Bu ağaçların ebediyyen dalları kurumaz, yaprakları çürümez, dökülmez, meyveleri tükenmez. Birbirinden güzel veüstün olan bu sekiz cennette akan daha bir çok nehirler vardır. Bunehirlerden biri Rahman nehridir. Suyu bütün nehirlerden saf, tadı baldan tatlı olan bu nehrin rengi kardan beyazdır.
Kumu inciden üstündür. Cennet nehirlerinden bir de kevser nehridir. Ce-nab-ı Hak, onu habibi Peygamber (SA.) Efendimize vermiştir. Bunehrin eni 900 mildir, kaynağı Arş’m altında olup orada Sidreyegelir. Oradan da Firdevs Cennetine dökülür. Yaydan atılmış ok gi bi, süratli bir şekilde Firdevs-i âlâ ile diğer cennetlerden akar. Kevser nehrinin kokusu amberden hoştur, ondan bir kez içen hastalık görmez, tadını asla unutmaz. Birinci cennetin kapısı yamndave kesver nehrinin kenarında renkli cevherlerden sayılan yıldızlardan daha çok olan kâseler vardır. Haşır olmadan, Sırat köprüsünügeçmeden ve Peygamber (S.A.V.) Cennete girmeden önce, ümmetiyle bu nehirden su içeceklerdir. Kevser nehrinin bütün çevresi engüzel Lü’lü ve kırmızı yakuttan saf saf yüksek ağaçlar ile donanmıştır. Dallannın çoğu çeşitli güzel sesler çıkarır. Dallanmn üstünde başka türlerden kuşlar vardır ki çeşitli lügatlarla Allah’ıteşbih ederler. Cennet nehirlerinin biri kâfur, biri nesim, biri sel-sebil, biri rahik-ı mahtum’dur.
Bu saydığımız nehirlerden başkayüksek Cennetler içinde akan binlerce nehir vardır ki, çevrelerinde 100 binlerce ağaçlar, güzel meyveler vardır.Cennetlikler için Sündüs ve istibrak gibi binbir renkte değerligiysiler, türlü lezzetli yemekler ve tatlı içkiler vardır ki, sayısınıancak Allah-u Teâlâ bilir. Cennetlerin eni, yâni sekiz surundan heriki surun arasmdaki mesafe, gökle yerin eni kadar, uzunluğu isenihayetsizdir. Bütün cennetlerin derecelerinin toplamı, Kur’an-ıKerim’in âyetlerinin toplamı kadardır. Yani 6666 derecedir. Her iki derecenin arası 500 yıllık mesafedir. Çünkü Cennet ehli, ezberledikleri Kur’an âyetleri kadar dereceler nail olurlar. Bu nedenle Kur’an hafızlan Cennet derecelerinin en üstününe nail olmuş veyerleri Aden Cennetinin ortası olmuştur.
KISIM: 2 CENNET NİMETLERİNİN ÇEŞİTLERİ, CENNET HURİLERİ VE GILMANLARI, CENNET EHLİNİN ALLAH’I NASIL GÖRECEKLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cennet ehlinin arzuladığı, özlediği nimetler derhal önlerine gelir. Yüksek ağaçlann dallanndan sarkmış meyveleri, bir işaretleellerine gelir, istedikleri çeşitli meyvelerin lezzetini alırlar. İstedikleri her yemek ve içkiyi anmda önlerinde hazır bulurlar. Uğraşmave pişirme derdi yoktur. Çünkü Cennette zahmet ve ateş olmaz.Cennet ağaçlanmn çoğu Tuba ağacıdır. Kökü Sidre’de, dal ve yapraklan ise bütün Cennet köşklerinin içine yayılmıştır. Tıpkı güneşin kendisi çok yüksekte olduğu halde ışığının dünya evlerinegirmesi gibi. Cennet halkı, bu ağacm çeşitli meyvelerinden her anlezzet almaktadır. Mü’minler için rengârenk süslenmiş ve döşenmiş köşkler ve bu köşklerdeki tahtlar üzerinde saçlan amber kokulu, hilâl kaşlı, kara gözlü, güneş gibi parlak yüzlü, tatlı sözlü,nazlı, işveli, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu,güzel huylu, gülden taze ve körpe huri kızları vardır. Onlar Cennetteki erkeklere mahsusdur. Bu hurilerin her biri 70 kat, çeşitlirenklerde gayet ince ve hafif değerli elbiseler giyer. Başlarındarenkli nurlarla nurlanmış taçlar vardır. Çeşitli mücevherlerle süslenmiş, tahtlar üzerinde yaslanmış, ait oldukları mü’min erkekleri beklerler. Karşılarında, hizmetleri için binlerce gılman (cennetdelikanlıları) saf halinde ayakta dururlar.Cennete giren mü'minler, hiç çıkmamak üzere ebediyyen orada kalırlar. Birbirlerine selâm vererek tatlı konuşur, dedikodu gi bi kötü huylardan arındıkları için kimse kimseden usanmaz. Cennet ehli için ihtiyarlık ve ölüm yoktur, elbiseleri eskimez. Gönüllerizengin, gözleri toktur. İstediklerini yer, içer, buna rağmen tuvaletihtiyaçlan olmaz. Yiyip içtikleri, güzel kokulu bir ter halinde gülsuyu gibi bedenlerinden yayılır.
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Hak Teâlâ kudretiyle yedi kat göklerin üstünde Arş ve kürsî’nin altında,Arş’m nuruyla 8 Cennet yaratmıştır. Biri diğerinden üstün olan bu cennetlerin en yücesi Eden Cennetidir. Cenab-ı Hakk’m görmekonusudur.Birinci Cennetin ismi Darül-Celâl’dir. Bu cennet beyaz incidendir. İkincisinin adı Darüs-selâmdır. Bu cennet kırmızı yakuttandır. Üçüncüsünün ismi, Cennet-ül-me’vâ’dır. Bu cennet yeşilZeberceddendir. Dördüncüsünün adı, Cennet-ül-Huld’dur. Bu cennet sarı mercandandır. Beşincisinin adı, Cennet-ün-naim’dir. Bucennet beyaz gümüştendir. Altmcısmm adı Cennet-ül-firdevs’tir,kırmızı altındandır. Yedincisinin adı Cennet-ül-karar’dır, sarı misktendir. Sekizincisinin adı, Aden Cenneti’dir, en güzel Lü’luden’dir.Aden Cenneti, büyük bir şehrin ortasmda ve yüksek bir dağ üzerinde bulunan bir iç kale gibi bütün cennetlerin içerisinde ve ortalarında bulunmakla yeri, hepsinden daha güzel ve daha üstündür.
Cennetlerdeki nehirlerin çoğunun kaynağı buradadır. Sıddık-larm ve Kur’an hafızlarının yeri burasıdır. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın tecelli ettiği (göründüğü) yerdir.Her cennetin eni ve uzunluğu yüz yıllık yol olan bir kapısıvardır. Her kapının san altmdan olan iki kanadı vardır. Rengârenkçeşitli mücevherlerle süslenmiştir. Birinci cennetin kapısı üzerinde«Lâ ilâhe illallah Muhammed’ün Resûlullah» yazılıdır. Diğer kapılan üzerinde «Ene la a’zap men kale La ilahe illallah» (Ben, La ilahe illallah diyene azap vermem) yazılıdır. Bütün Cennetlerin toprağı misk, taşları mücevherdir. Bitkileri çeşitli renkte, çiçeklerikırmızı Za’ferran’dır. Binalarının bir taşı altın, bir taşı gümüş,toprağı ise amberdir. Köşkleri, en güzel lü’lü’den ve sarı yakuttandır, hepsinin kapılan mücevherdir. Her köşkün önünde dört nehirakar. Bu nehirlerin, biri hayat suyu, biri halis yoğurt, biri temizşarab, biri süzülmüş baldır. Nehirlerin çevresi, meyveli ağaçlarladolu ve süslüdür. Bu ağaçların ebediyyen dalları kurumaz, yaprakları çürümez, dökülmez, meyveleri tükenmez. Birbirinden güzel veüstün olan bu sekiz cennette akan daha bir çok nehirler vardır. Bunehirlerden biri Rahman nehridir. Suyu bütün nehirlerden saf, tadı baldan tatlı olan bu nehrin rengi kardan beyazdır.
Kumu inciden üstündür. Cennet nehirlerinden bir de kevser nehridir. Ce-nab-ı Hak, onu habibi Peygamber (SA.) Efendimize vermiştir. Bunehrin eni 900 mildir, kaynağı Arş’m altında olup orada Sidreyegelir. Oradan da Firdevs Cennetine dökülür. Yaydan atılmış ok gi bi, süratli bir şekilde Firdevs-i âlâ ile diğer cennetlerden akar. Kevser nehrinin kokusu amberden hoştur, ondan bir kez içen hastalık görmez, tadını asla unutmaz. Birinci cennetin kapısı yamndave kesver nehrinin kenarında renkli cevherlerden sayılan yıldızlardan daha çok olan kâseler vardır. Haşır olmadan, Sırat köprüsünügeçmeden ve Peygamber (S.A.V.) Cennete girmeden önce, ümmetiyle bu nehirden su içeceklerdir. Kevser nehrinin bütün çevresi engüzel Lü’lü ve kırmızı yakuttan saf saf yüksek ağaçlar ile donanmıştır. Dallannın çoğu çeşitli güzel sesler çıkarır. Dallanmn üstünde başka türlerden kuşlar vardır ki çeşitli lügatlarla Allah’ıteşbih ederler. Cennet nehirlerinin biri kâfur, biri nesim, biri sel-sebil, biri rahik-ı mahtum’dur.
Bu saydığımız nehirlerden başkayüksek Cennetler içinde akan binlerce nehir vardır ki, çevrelerinde 100 binlerce ağaçlar, güzel meyveler vardır.Cennetlikler için Sündüs ve istibrak gibi binbir renkte değerligiysiler, türlü lezzetli yemekler ve tatlı içkiler vardır ki, sayısınıancak Allah-u Teâlâ bilir. Cennetlerin eni, yâni sekiz surundan heriki surun arasmdaki mesafe, gökle yerin eni kadar, uzunluğu isenihayetsizdir. Bütün cennetlerin derecelerinin toplamı, Kur’an-ıKerim’in âyetlerinin toplamı kadardır. Yani 6666 derecedir. Her iki derecenin arası 500 yıllık mesafedir. Çünkü Cennet ehli, ezberledikleri Kur’an âyetleri kadar dereceler nail olurlar. Bu nedenle Kur’an hafızlan Cennet derecelerinin en üstününe nail olmuş veyerleri Aden Cennetinin ortası olmuştur.
KISIM: 2 CENNET NİMETLERİNİN ÇEŞİTLERİ, CENNET HURİLERİ VE GILMANLARI, CENNET EHLİNİN ALLAH’I NASIL GÖRECEKLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cennet ehlinin arzuladığı, özlediği nimetler derhal önlerine gelir. Yüksek ağaçlann dallanndan sarkmış meyveleri, bir işaretleellerine gelir, istedikleri çeşitli meyvelerin lezzetini alırlar. İstedikleri her yemek ve içkiyi anmda önlerinde hazır bulurlar. Uğraşmave pişirme derdi yoktur. Çünkü Cennette zahmet ve ateş olmaz.Cennet ağaçlanmn çoğu Tuba ağacıdır. Kökü Sidre’de, dal ve yapraklan ise bütün Cennet köşklerinin içine yayılmıştır. Tıpkı güneşin kendisi çok yüksekte olduğu halde ışığının dünya evlerinegirmesi gibi. Cennet halkı, bu ağacm çeşitli meyvelerinden her anlezzet almaktadır. Mü’minler için rengârenk süslenmiş ve döşenmiş köşkler ve bu köşklerdeki tahtlar üzerinde saçlan amber kokulu, hilâl kaşlı, kara gözlü, güneş gibi parlak yüzlü, tatlı sözlü,nazlı, işveli, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu,güzel huylu, gülden taze ve körpe huri kızları vardır. Onlar Cennetteki erkeklere mahsusdur. Bu hurilerin her biri 70 kat, çeşitlirenklerde gayet ince ve hafif değerli elbiseler giyer. Başlarındarenkli nurlarla nurlanmış taçlar vardır. Çeşitli mücevherlerle süslenmiş, tahtlar üzerinde yaslanmış, ait oldukları mü’min erkekleri beklerler. Karşılarında, hizmetleri için binlerce gılman (cennetdelikanlıları) saf halinde ayakta dururlar.Cennete giren mü'minler, hiç çıkmamak üzere ebediyyen orada kalırlar. Birbirlerine selâm vererek tatlı konuşur, dedikodu gi bi kötü huylardan arındıkları için kimse kimseden usanmaz. Cennet ehli için ihtiyarlık ve ölüm yoktur, elbiseleri eskimez. Gönüllerizengin, gözleri toktur. İstediklerini yer, içer, buna rağmen tuvaletihtiyaçlan olmaz. Yiyip içtikleri, güzel kokulu bir ter halinde gülsuyu gibi bedenlerinden yayılır.
Cennetteki huriler, hayızdan, nifasdan ve kötü huylardanannmışlardır. Cennet halkı, her zaman emniyet ve huzur içinde,tedbirden, kazanma külfetinden, keder ve üzüntülerden uzak, hastalıklardan selâmettedir. Sıhhat ve afiyetleri, sevinç ve mutlulukları ebedidir. Görevli melekler, haftada bir defa, mücevherdeneğerlerle süslenmiş Burakları mü’minlere getirir, Allah’ın selâm veçağrışım iletir, müjde verirler. Onlar da buraklanna binip AdenCennetine yükselip giderler ve Cenab-ı Hakk’ın misafirhanesinevanp ikram ve izzetlerini görür, çeşitli nimetlerini yer, sözlerini işitip Cemalini görürler. Allah’ın hitabından o kadar zevk duyarlarki, Cennetteki bütün nimetleri unuturlar. Sonra, yine Allah’ın izniyle eski yerlerine dönerler. Bütün cennetlerin hakimi ve hâzinelerinin bekçisi olan büyük bir melek vardır. Adı Rıdvan olan bu meleğin Cennetlerde gece-gündüz diye bir zaman kavramı yoktur. Cennetler, bir an bile ışıksız kalmaz. Çünkü Cennetlerin tavanı, Cenab-ı Hakk’ın arş’ıdır. Arş’m nurları, daimi olarak orada parlar.
KISIM: 3 CENNET NİMETLERİ VE O SAADETE NAİL OLAN
Ey aziz! Bil ki Cenab-ı Hak, kutsi hadîsinde şöyle buyuruyor:
«Ey Ademoğlu! Dünyaya nasıl değer verir ve bağlanırsın? Halbuki dünya fani, nimetleri ve hayatı geçicidir. Muhakkak ki benim katımda bana itaatli olan kullarım için 8 cennet hazırladım.Sekiz kapısı olan bu cennetlerin her birinde Zağferandan 70 bin bahçe vardır. Ki her bahçede inci ve mercandan yapılı 70 bin şehir her şehirde de kırmızı yakuttan yapılmış 70 bin köşk, her köşkte Zebercedden yapılmış 70 bin ev, her evde sarı altından 70 binoda ve her odada san yakuttan 70 bin taht, her tahtın üzerindeipekten işlenmiş 70 bin yatak ve her yatak üzerinde bir huri kızı,her hurinin önünde san altmdan bir tepsi, her tepside renkli mü-.cevherlerden 70 bin tabak, her tabakta ise başka bir çeşit yemekvardır. Her köşkün altmda dört nehir akar. Bu nehirlerden biri su, biri süt, biri temiz şarap ,biri de süzülmüş baldır. Her nehrin kenarında 70 bin ağaç vardır. Her ağacın 70 bin çeşit meyvesi ve 70 bin renkte yapraklan vardır. Her ağaç üzerinde rengârenk kuşlardan 70 bin kuş vardır ki her kuş 70 bin çeşit sesle Allah’ı teşbiheder.
Cenab-ı Allah buyuruyor ki:«Bana itaat etmiş olan kullanma, bunlardan başka her saat başında gözlerin görmediği, kulaklann İşitmediği, gönüllerin duymadığı 70 bin hediye bağışlanın. Cennet halkının elbiseleri 70 kathülledir ,o kadar incedir ki birbirini kapamaz, altındakinin rengiüstündekine vurup birbirinin güzelliğini arttırır. Bunlar ebediy-yen cennetten çıkmaz, ihtiyarlamaz, ölmez, üzülmez, ağlamaz, namaz kılmaz, oruç tutmaz, hastalanmaz, tuvalete gitmez, tuvaletihtiyaçlarını gülsuyu gibi terle dökerler, kadınlar hayız ve nifasgörmezler. O halde benim nzamı ve Cennetimi isteyen, dünyadakanaatkAr olsun. Dünyanın fani ve geçici olan izzet ve lezzetlerine bağlanmasın, sadece habibim Muhammed (S.A.)’e bağlanıp onuiçten sevsin ve onun izinden gitsin.»
KISIM : 4 LİVA-I MUHAMMED VE BEYT-İ MAMUR
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Allah Habibi Peygamber (S.A.) Efendimize Liva-ül-Hamd adlı sancağını verecektir. Mahşer gününde Hz. Muhammed’-in ümmeti bunun altında toplanacak ve peygamberimizin makamına geçip ümmetine şefaatte bulunacaktır. Liva-ül-Hamd, halenCennette olup, sonsuz bir sahrada, Hamd dağı üzerinde dikilmiş bin yülık yol uzunluğunda çok büyük bir sancaktır. Kabzası beyazgümüşten ve yeşU zebercedden, ucu kırmızı yakuttandır. Onun üçköşesi vardır. İki köşesinin arası 500 yıllık mesafedir. Sancağınüzerinde her birinin uzunluğu 500 yıllık mesafe olan üç satır yazılıdır. Birinci satır: «Bismillahir-rahmanir-rahimn, ikinci satır «Lâilâhe İllallah», üçüncü satır, «uElhamdü-illâhi-rabbil-alemin» yazılıdır. Bu büyük sancağın altında 70 bin sancak ve her sancağın altında 70 bin saf melâike vardır. Her safta 70 bin melâike durupCenab-ı Hakk’ı teşbih ederler.
Bir de Beyt-ül-mamur vardır. Rah-metül flrdevs’te kırmızı yakuttan yüksek bir kubbedir. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı, Cennetten yeryüzüne indirdiğinde tövbesini ka bul etmiş ve ona ikram olarak Beyt-ül-mamuru Cennetten yeryüzüne indirip bugünkü Kabe’nin yerine koymuştur ki, Adem (A.S.)için, Cennetin bir yadigârı olup tavaf ve ziyaret etsin. Onun, doğuya ve batıya açılan iki kapısı vardır. İçinde de nurdan iki kandil vardı ki, aydınlatabildikleri yerin tamamı, bugün Kâbe olmuştur. Cenab-ı Hak’kın emriyle 7 kat göklerdeki melekler, nöbetleinip Adem (A.S.) ile birlikte Beyt-ül-mamuru tavaf ederlerdi. Beyt-ül-mamur, Adem (A.S.)’den sonra Nuh (A.S.)’a kadar yeryüzündeidi. Tufandan önce dünya semasına çıkarılmıştır. Kıyamet gününe kadar burada kalacak, sonra yine Cennetteki eski yerine alınacaktır. Bugün onun dünyadaki yerinde İbrahim (A.S.)’ın Cenab-ıAllah’ın emriyle inşa ettiği beyt-i-şerif vardır. Eğer Beyt-ül-mamurgökten düşse,'yine Kâbe’nin üzerine konar, ikisinin arasmda kalanyer de Harem-i-şerif olurdu. Bugün Kâbe duvarının bir köşesinde bulunup öpülen Hacer-i-Esved, Beyt-ül-mamurdan yadigâr kalmıştır. O taş, kırmızı yakutken, tufanda Allah’ın emriyle siyah olmuştur. Dünya semasındaki Beyt-ül-mamura her gün 70 bin melekgirip orda namaz kılarlar. Bunlar bir sınıf meleklerdir. İblis onlardan çıktığından cin olarak da adlandırılırlar. Sayılan o kadar çoktur ki, Beyt-ül-mamura bir kere girene, kıyamete kadar bir dahasıra gelmez.
KISIM: 3 CENNET NİMETLERİ VE O SAADETE NAİL OLAN
Ey aziz! Bil ki Cenab-ı Hak, kutsi hadîsinde şöyle buyuruyor:
«Ey Ademoğlu! Dünyaya nasıl değer verir ve bağlanırsın? Halbuki dünya fani, nimetleri ve hayatı geçicidir. Muhakkak ki benim katımda bana itaatli olan kullarım için 8 cennet hazırladım.Sekiz kapısı olan bu cennetlerin her birinde Zağferandan 70 bin bahçe vardır. Ki her bahçede inci ve mercandan yapılı 70 bin şehir her şehirde de kırmızı yakuttan yapılmış 70 bin köşk, her köşkte Zebercedden yapılmış 70 bin ev, her evde sarı altından 70 binoda ve her odada san yakuttan 70 bin taht, her tahtın üzerindeipekten işlenmiş 70 bin yatak ve her yatak üzerinde bir huri kızı,her hurinin önünde san altmdan bir tepsi, her tepside renkli mü-.cevherlerden 70 bin tabak, her tabakta ise başka bir çeşit yemekvardır. Her köşkün altmda dört nehir akar. Bu nehirlerden biri su, biri süt, biri temiz şarap ,biri de süzülmüş baldır. Her nehrin kenarında 70 bin ağaç vardır. Her ağacın 70 bin çeşit meyvesi ve 70 bin renkte yapraklan vardır. Her ağaç üzerinde rengârenk kuşlardan 70 bin kuş vardır ki her kuş 70 bin çeşit sesle Allah’ı teşbiheder.
Cenab-ı Allah buyuruyor ki:«Bana itaat etmiş olan kullanma, bunlardan başka her saat başında gözlerin görmediği, kulaklann İşitmediği, gönüllerin duymadığı 70 bin hediye bağışlanın. Cennet halkının elbiseleri 70 kathülledir ,o kadar incedir ki birbirini kapamaz, altındakinin rengiüstündekine vurup birbirinin güzelliğini arttırır. Bunlar ebediy-yen cennetten çıkmaz, ihtiyarlamaz, ölmez, üzülmez, ağlamaz, namaz kılmaz, oruç tutmaz, hastalanmaz, tuvalete gitmez, tuvaletihtiyaçlarını gülsuyu gibi terle dökerler, kadınlar hayız ve nifasgörmezler. O halde benim nzamı ve Cennetimi isteyen, dünyadakanaatkAr olsun. Dünyanın fani ve geçici olan izzet ve lezzetlerine bağlanmasın, sadece habibim Muhammed (S.A.)’e bağlanıp onuiçten sevsin ve onun izinden gitsin.»
KISIM : 4 LİVA-I MUHAMMED VE BEYT-İ MAMUR
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Allah Habibi Peygamber (S.A.) Efendimize Liva-ül-Hamd adlı sancağını verecektir. Mahşer gününde Hz. Muhammed’-in ümmeti bunun altında toplanacak ve peygamberimizin makamına geçip ümmetine şefaatte bulunacaktır. Liva-ül-Hamd, halenCennette olup, sonsuz bir sahrada, Hamd dağı üzerinde dikilmiş bin yülık yol uzunluğunda çok büyük bir sancaktır. Kabzası beyazgümüşten ve yeşU zebercedden, ucu kırmızı yakuttandır. Onun üçköşesi vardır. İki köşesinin arası 500 yıllık mesafedir. Sancağınüzerinde her birinin uzunluğu 500 yıllık mesafe olan üç satır yazılıdır. Birinci satır: «Bismillahir-rahmanir-rahimn, ikinci satır «Lâilâhe İllallah», üçüncü satır, «uElhamdü-illâhi-rabbil-alemin» yazılıdır. Bu büyük sancağın altında 70 bin sancak ve her sancağın altında 70 bin saf melâike vardır. Her safta 70 bin melâike durupCenab-ı Hakk’ı teşbih ederler.
Bir de Beyt-ül-mamur vardır. Rah-metül flrdevs’te kırmızı yakuttan yüksek bir kubbedir. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı, Cennetten yeryüzüne indirdiğinde tövbesini ka bul etmiş ve ona ikram olarak Beyt-ül-mamuru Cennetten yeryüzüne indirip bugünkü Kabe’nin yerine koymuştur ki, Adem (A.S.)için, Cennetin bir yadigârı olup tavaf ve ziyaret etsin. Onun, doğuya ve batıya açılan iki kapısı vardır. İçinde de nurdan iki kandil vardı ki, aydınlatabildikleri yerin tamamı, bugün Kâbe olmuştur. Cenab-ı Hak’kın emriyle 7 kat göklerdeki melekler, nöbetleinip Adem (A.S.) ile birlikte Beyt-ül-mamuru tavaf ederlerdi. Beyt-ül-mamur, Adem (A.S.)’den sonra Nuh (A.S.)’a kadar yeryüzündeidi. Tufandan önce dünya semasına çıkarılmıştır. Kıyamet gününe kadar burada kalacak, sonra yine Cennetteki eski yerine alınacaktır. Bugün onun dünyadaki yerinde İbrahim (A.S.)’ın Cenab-ıAllah’ın emriyle inşa ettiği beyt-i-şerif vardır. Eğer Beyt-ül-mamurgökten düşse,'yine Kâbe’nin üzerine konar, ikisinin arasmda kalanyer de Harem-i-şerif olurdu. Bugün Kâbe duvarının bir köşesinde bulunup öpülen Hacer-i-Esved, Beyt-ül-mamurdan yadigâr kalmıştır. O taş, kırmızı yakutken, tufanda Allah’ın emriyle siyah olmuştur. Dünya semasındaki Beyt-ül-mamura her gün 70 bin melekgirip orda namaz kılarlar. Bunlar bir sınıf meleklerdir. İblis onlardan çıktığından cin olarak da adlandırılırlar. Sayılan o kadar çoktur ki, Beyt-ül-mamura bir kere girene, kıyamete kadar bir dahasıra gelmez.
KONU:32 KISIMDAN İBARETTİR.
KISIM: 1YÜKSEK CENNETLERİN ALTINDA OLAN MELEKLERİNÇEŞİTLİ PERDELERİ İLE ALLAH’IN DENİZ VEHÂZİNELERİNİ VE HALLERİNİ, 7 KAT SEMAYI VEHER BİRİNDE OTURAN MELEKLERİN ŞEKİLLERİ VE TEŞBİHLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki : Cenab-ıAllah, yüksek Cennetlerin altında, güneş ışığından 70 bin perde yaratmıştır. Bunlann altında da karanlıktan 70 bin perde yaratmıştır. Bu perdelerde çeşitli melekler vardır. Onların altında kızgm-ateşli deniz, onun altmda Rakkı-menşur denilen deniz, onun altında da Kumkan denizi, onun altmda da hayvan denizi vardır. Budenizlerin adları, Allah'ın hazînelerinden kinayedir. Bu denizlerinaltmda 7 kat sema vardır. Parlak nurdan olup adı Ariban’dır. Burası erkek suretinde olan meleklerle doludur. Teşbihleri «Süpha-nallah ve bi-hamdihi, adede halkıhi vezneti arşîhi ve midâdi keli-mâtihiodir. Bunlar, Allah’tan gayrisini bilmezler, birbirlerine dahibakmazlar. Allah’ın korkusundan kıyamete kadar ayakta ağlarlar.Bu melekler, mukarreb melekler olup Ruhiyyin olarak
KISIM: 1YÜKSEK CENNETLERİN ALTINDA OLAN MELEKLERİNÇEŞİTLİ PERDELERİ İLE ALLAH’IN DENİZ VEHÂZİNELERİNİ VE HALLERİNİ, 7 KAT SEMAYI VEHER BİRİNDE OTURAN MELEKLERİN ŞEKİLLERİ VE TEŞBİHLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki : Cenab-ıAllah, yüksek Cennetlerin altında, güneş ışığından 70 bin perde yaratmıştır. Bunlann altında da karanlıktan 70 bin perde yaratmıştır. Bu perdelerde çeşitli melekler vardır. Onların altında kızgm-ateşli deniz, onun altmda Rakkı-menşur denilen deniz, onun altında da Kumkan denizi, onun altmda da hayvan denizi vardır. Budenizlerin adları, Allah'ın hazînelerinden kinayedir. Bu denizlerinaltmda 7 kat sema vardır. Parlak nurdan olup adı Ariban’dır. Burası erkek suretinde olan meleklerle doludur. Teşbihleri «Süpha-nallah ve bi-hamdihi, adede halkıhi vezneti arşîhi ve midâdi keli-mâtihiodir. Bunlar, Allah’tan gayrisini bilmezler, birbirlerine dahibakmazlar. Allah’ın korkusundan kıyamete kadar ayakta ağlarlar.Bu melekler, mukarreb melekler olup Ruhiyyin olarak
isimlendirilir.Başkanlanmn ismi Rukyaîl olup 7. kat semamn bekçisidir.
Onun altmdaki göğün adı Ruka’dır ,en güzel Lü’lü’den yaratılmıştır. Melekleri genç oğlanlar suretindedir. Yüzleri gülden tazedir vehepsi de Allah’ın korkusundan rukü’a gitmişlerdir. Teşbihleri «Süp-hane rabbi’külle şey»dir. Başları ,adı Kemhail olup Altıncı semanın bekçisidir. Bunun altında adı Dinka olan beşinci gök vardır ki,kırmızı altından yaratılmıştır. Melekleri huriler suretinde olup hepsi de Allah’ın korkusundan oturmuştur. Teşbihleri: «Süphanel ha-likün-nur ve bihamdihi»dir. Başları, adı Semhail olup beşinci semanın bekçisidir. Onun altında ismi Erkulun olan beyaz gümüşten yapılı dördüncü gök vardır. Melekleri süvari şeklinde olup teşbihleri : «Süphanel-melik-il-kuddus rabbuna ve rabbül melaiketi ver-ruh»’tur. Başlarının adı Kâkâil olup dördüncü semanın bekçisidir.Onun altında adı Maun olan sarı yakuttan yapılmış üçüncü gökvardır. Melekleri, kartal suretinde olup, teşbihleri: «Süphanel-me-lik-ül hayyillezi lâ yemut»dur. Başlarının adı Safdail olup, üçüncüsemanın bekçisidir.
Onun altmda kırmızı yahuttan yapılmış ikincigök vardır ki Adı Kadyum’dur. Melekleri, deve suretinde olup teşbihleri : «Süphane zil-izzeti vel ceberut»’tur. Başlarının adı Mikail’-dir. İkinci semanın bekçisidir. Onun altında da adı Berkia olan yeşil zebercedden yapılmış birinci gök vardır. Melekleri inek suretinde olup teşbihleri: «Süphane zil-mülkivel-meleküt» ’tür. Başlanİsmail’dir. Dünya semasının bekçisidir. Bu melek, çok büyük veçok güzeldir. Vekili, yağmurları her yere ayırıp gönderen Mikaü’-dir. Yağmur damlaları, onun hesabına göre dünyaya iner. Bulutlar ,onun sürdüğü yere gider. Bu 7 kat semanın kırmızı altındansayısız kapıları vardır ki kapalıdır. Anahtarları, «Allahu-ekber»ism-i-celilidir.
Her semanın kapıları, reislerinin izniyle bekçileritarafından açılırlar.Bu 7 kat semanın her birinin kalınlığı beş yüzyıllık mesafedir.İki sema arasındaki mesafe de beşyüz yıldır. Bu yedi kat semanınbüyüklük ve mesafelerini belirtmekten maksat, rakamlarım göstermek değil, Cenab-ı Hak’km kudret ve azametine işaret etmek içindir. Çünkü onun kudreti, sonsuzdur. Bu 7 kat sema, şekil bakımından 7 çadıra benzerler, Dünyanın etrafında bulunan 8 Kaf dağından 7’si üzerine konmuşlardır. Sekizinci Kafdağı da dünya semasının içinde dünyamızı çevrelemiştir.
Bu göklerin çevresi, bu dağlarla son bulmuştur.
Onun altmdaki göğün adı Ruka’dır ,en güzel Lü’lü’den yaratılmıştır. Melekleri genç oğlanlar suretindedir. Yüzleri gülden tazedir vehepsi de Allah’ın korkusundan rukü’a gitmişlerdir. Teşbihleri «Süp-hane rabbi’külle şey»dir. Başları ,adı Kemhail olup Altıncı semanın bekçisidir. Bunun altında adı Dinka olan beşinci gök vardır ki,kırmızı altından yaratılmıştır. Melekleri huriler suretinde olup hepsi de Allah’ın korkusundan oturmuştur. Teşbihleri: «Süphanel ha-likün-nur ve bihamdihi»dir. Başları, adı Semhail olup beşinci semanın bekçisidir. Onun altında ismi Erkulun olan beyaz gümüşten yapılı dördüncü gök vardır. Melekleri süvari şeklinde olup teşbihleri : «Süphanel-melik-il-kuddus rabbuna ve rabbül melaiketi ver-ruh»’tur. Başlarının adı Kâkâil olup dördüncü semanın bekçisidir.Onun altında adı Maun olan sarı yakuttan yapılmış üçüncü gökvardır. Melekleri, kartal suretinde olup, teşbihleri: «Süphanel-me-lik-ül hayyillezi lâ yemut»dur. Başlarının adı Safdail olup, üçüncüsemanın bekçisidir.
Onun altmda kırmızı yahuttan yapılmış ikincigök vardır ki Adı Kadyum’dur. Melekleri, deve suretinde olup teşbihleri : «Süphane zil-izzeti vel ceberut»’tur. Başlarının adı Mikail’-dir. İkinci semanın bekçisidir. Onun altında da adı Berkia olan yeşil zebercedden yapılmış birinci gök vardır. Melekleri inek suretinde olup teşbihleri: «Süphane zil-mülkivel-meleküt» ’tür. Başlanİsmail’dir. Dünya semasının bekçisidir. Bu melek, çok büyük veçok güzeldir. Vekili, yağmurları her yere ayırıp gönderen Mikaü’-dir. Yağmur damlaları, onun hesabına göre dünyaya iner. Bulutlar ,onun sürdüğü yere gider. Bu 7 kat semanın kırmızı altındansayısız kapıları vardır ki kapalıdır. Anahtarları, «Allahu-ekber»ism-i-celilidir.
Her semanın kapıları, reislerinin izniyle bekçileritarafından açılırlar.Bu 7 kat semanın her birinin kalınlığı beş yüzyıllık mesafedir.İki sema arasındaki mesafe de beşyüz yıldır. Bu yedi kat semanınbüyüklük ve mesafelerini belirtmekten maksat, rakamlarım göstermek değil, Cenab-ı Hak’km kudret ve azametine işaret etmek içindir. Çünkü onun kudreti, sonsuzdur. Bu 7 kat sema, şekil bakımından 7 çadıra benzerler, Dünyanın etrafında bulunan 8 Kaf dağından 7’si üzerine konmuşlardır. Sekizinci Kafdağı da dünya semasının içinde dünyamızı çevrelemiştir.
Bu göklerin çevresi, bu dağlarla son bulmuştur.
KISIM: 27 KAT SEMANIN ALTINDA DÜNYA SEMASINA BİTİŞİK OLANDENİZLE BUNUN İÇİNDE BULUNAN GÜNEŞ, AY VEYILDIZLARIN DOĞUŞ VE BATIŞI VE BAZI HALLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimlerinin bazıları diyorlar ki: Ce-nab-ı. Hak, dünya semasınm altmda ve ona bitişik bir su denizi yaratmıştır. O deniz, semanın içini bütün çevresiyle kaplamış olupdalgalarıyla birlikte, Allah-u Taâlâ’mn emir ve kudretiyle havadadurmakta, bir damlası dahi havaya düşmemektedir. Kendi arşınınnurundan yarattığı güneş, ay ve yıldızlar, adı geçen denizin içindebalık gibi yüzmektedirler.Cenab-ı Allah, önce bütün kürelerin en büyüğü ve parlağıolan güneşi, sonra ayı yaratmıştır. Daha sonra Cebrail (A.S.) Ce-nab-ı Hak’kın emriyle Ayın yüzünü kanadıyla silerek ışığını yoketmiştir. Böylece aydınlığı sönüp gece ile gündüz ayırdedilsin veonunla sene ile ayların hesabı bilinsin. Ay yüzünde çizgiler gibi görünen siyahlıklar, sönmüş olan ışığının izleridir. Cenab-ı Allah, adıgeçen deniz içinde Güneş için 360 ilikli elmas cevherinden bir vasıta yaratıp güneşi onun üzerine yerleştirmiş, her iliğini tutmakiçin de bir melek tayin etmiştir ki güneşi, o vasıtasıyla o denizdedoğudan batıya çekip götürsünler.
Cenab-ı Allah, Ay için de 300 ilikli, san yakuttan bir vasıta yaratıp ayı onun üzerine koymuş, her iliğini tutmak için de bir melek tayin etmiştir ki Ayı, vasıtasıyla o deniz içinde doğudan batı ya çekip götürsünler. Ayrıca yine Ay için Lahür cevherinden 60ilikli bir kılıf yaratmıştır ki ona da 60 melek tayin etmiştir. Sonraaym vasıtasını çeken melekler, onu güneşten gün be gün uzaklaştırdıkça, kılıfına tayin olunan melekler.de Aydan, azar azar kılıfını uzaklaştınrlar. Böylece ay güneşe karşı tam geldiği zaman,kılıfı da tamamen çıkmış olur ki, o zaman Ay tam Bedir halindegörünür. Melekler güneşi, aya yavaş yavaş yaklaştırdıkça öbür taraftan da kıbfını aynı oranda yaklaştırırlar. Ay, güneşe yaklaşınca kılıfım da ona tamamen giydirirler. Bu durum kıyamete kadarböylece devam edecektir.
Bunun için Ay, bazen hilâl, bazen yarımay, bazen de Bedir halinde görünür. Diğer küre ve yıldızların en büyüklerine onar, en küçüklerine birer melek tayin edilmiştir. Böy-lece, Cenabı Allah’ın emir ve takdirine göre o denizde onlan yü-rütür, belli zamanlarda doğuş ve batışlarını sağlar ve Kaf dağının arkasında, adı geçen denizden gezegenlerle yıldızların her birini yine kendi doğuş yerlerine götürürler.Yıldızlardan çıkan ateş parçalan Allah’ın emirlerine karşı ge-len şeytanları döver ve yakarlar. Hak Taâlâ’nm kudretiyle güneş, ay ve bütün yıldızların yalnız beş tanesi için dünyanın iki tarafın-da çok sayıda doğuş ve batışlar yaratmıştır. Onun için bunlara 7 gezegen derler ki her gün her biri başka bir yerden doğar ve baş-ka bir yere batar.Cenabı Allah, güneş için doğu tarafından, siyah topraktan kaynayan 180 pınarı, doğurmakta ve yine batı tarafından siyah balçıktan çıkan 180 pınarı batırmaktadır ki, bunlar şiddetli ateş üzerinde fıkır fıkır kaynayan kazanlar gibi kaynamaktadır.
Sonra güneş, Allah'ın takdir ve bilgisiyle altı ay kadar her gün yeni bir yerden doğup başka bir yerde batmaktadır. 6 ay bitince yine doğuş ve batış yerlerine döner, sene tamamlanınca yine eski yerine dön-mekte ve böylece kuzeyden güneye, güneyden kuzeye doğru daimî hareket halindedir. Bu sebepten kış mevsiminde güneşin doğuş ve batışı güney yönünden olmakta, yaz aylarında ise kuzey yönünde olmaktadır. Bu hal, kıyamete kadar böyle devam eder. Eğer güneş, adı geçen denizde batık olmayıp havaya gelseydi o, bize çok yakın olacak ve yerdeki bütün yaratıkları yakıp kavuracaktı. Eğer aym güzel ve ışıklı yüzü o deniz vasıtasıyla örtülmeyip olduğu gibi görünseydi dünya halkının ayın güzelliğine hayran kalıp onu kendi-lerine ilâh edineceği söylenmektedir.
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimlerinin bazıları diyorlar ki: Ce-nab-ı. Hak, dünya semasınm altmda ve ona bitişik bir su denizi yaratmıştır. O deniz, semanın içini bütün çevresiyle kaplamış olupdalgalarıyla birlikte, Allah-u Taâlâ’mn emir ve kudretiyle havadadurmakta, bir damlası dahi havaya düşmemektedir. Kendi arşınınnurundan yarattığı güneş, ay ve yıldızlar, adı geçen denizin içindebalık gibi yüzmektedirler.Cenab-ı Allah, önce bütün kürelerin en büyüğü ve parlağıolan güneşi, sonra ayı yaratmıştır. Daha sonra Cebrail (A.S.) Ce-nab-ı Hak’kın emriyle Ayın yüzünü kanadıyla silerek ışığını yoketmiştir. Böylece aydınlığı sönüp gece ile gündüz ayırdedilsin veonunla sene ile ayların hesabı bilinsin. Ay yüzünde çizgiler gibi görünen siyahlıklar, sönmüş olan ışığının izleridir. Cenab-ı Allah, adıgeçen deniz içinde Güneş için 360 ilikli elmas cevherinden bir vasıta yaratıp güneşi onun üzerine yerleştirmiş, her iliğini tutmakiçin de bir melek tayin etmiştir ki güneşi, o vasıtasıyla o denizdedoğudan batıya çekip götürsünler.
Cenab-ı Allah, Ay için de 300 ilikli, san yakuttan bir vasıta yaratıp ayı onun üzerine koymuş, her iliğini tutmak için de bir melek tayin etmiştir ki Ayı, vasıtasıyla o deniz içinde doğudan batı ya çekip götürsünler. Ayrıca yine Ay için Lahür cevherinden 60ilikli bir kılıf yaratmıştır ki ona da 60 melek tayin etmiştir. Sonraaym vasıtasını çeken melekler, onu güneşten gün be gün uzaklaştırdıkça, kılıfına tayin olunan melekler.de Aydan, azar azar kılıfını uzaklaştınrlar. Böylece ay güneşe karşı tam geldiği zaman,kılıfı da tamamen çıkmış olur ki, o zaman Ay tam Bedir halindegörünür. Melekler güneşi, aya yavaş yavaş yaklaştırdıkça öbür taraftan da kıbfını aynı oranda yaklaştırırlar. Ay, güneşe yaklaşınca kılıfım da ona tamamen giydirirler. Bu durum kıyamete kadarböylece devam edecektir.
Bunun için Ay, bazen hilâl, bazen yarımay, bazen de Bedir halinde görünür. Diğer küre ve yıldızların en büyüklerine onar, en küçüklerine birer melek tayin edilmiştir. Böy-lece, Cenabı Allah’ın emir ve takdirine göre o denizde onlan yü-rütür, belli zamanlarda doğuş ve batışlarını sağlar ve Kaf dağının arkasında, adı geçen denizden gezegenlerle yıldızların her birini yine kendi doğuş yerlerine götürürler.Yıldızlardan çıkan ateş parçalan Allah’ın emirlerine karşı ge-len şeytanları döver ve yakarlar. Hak Taâlâ’nm kudretiyle güneş, ay ve bütün yıldızların yalnız beş tanesi için dünyanın iki tarafın-da çok sayıda doğuş ve batışlar yaratmıştır. Onun için bunlara 7 gezegen derler ki her gün her biri başka bir yerden doğar ve baş-ka bir yere batar.Cenabı Allah, güneş için doğu tarafından, siyah topraktan kaynayan 180 pınarı, doğurmakta ve yine batı tarafından siyah balçıktan çıkan 180 pınarı batırmaktadır ki, bunlar şiddetli ateş üzerinde fıkır fıkır kaynayan kazanlar gibi kaynamaktadır.
Sonra güneş, Allah'ın takdir ve bilgisiyle altı ay kadar her gün yeni bir yerden doğup başka bir yerde batmaktadır. 6 ay bitince yine doğuş ve batış yerlerine döner, sene tamamlanınca yine eski yerine dön-mekte ve böylece kuzeyden güneye, güneyden kuzeye doğru daimî hareket halindedir. Bu sebepten kış mevsiminde güneşin doğuş ve batışı güney yönünden olmakta, yaz aylarında ise kuzey yönünde olmaktadır. Bu hal, kıyamete kadar böyle devam eder. Eğer güneş, adı geçen denizde batık olmayıp havaya gelseydi o, bize çok yakın olacak ve yerdeki bütün yaratıkları yakıp kavuracaktı. Eğer aym güzel ve ışıklı yüzü o deniz vasıtasıyla örtülmeyip olduğu gibi görünseydi dünya halkının ayın güzelliğine hayran kalıp onu kendi-lerine ilâh edineceği söylenmektedir.
KONU:44 KISIMDAN İBARETTİR. KISIM: 1 CEHENNEMİN YARADILIŞI VE HALLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-iAllah, yerin 7 kat altmda yedi tabaka Cehennem yaratmıştır kiher tabakası birbirinden aşağıdadır. Bu tabakalardan herbirininarası ise beşyüz yıllık mesafededir. Cehennemin 7 kapısı vardır.Herbirinin içinde ateşten 70 bin dağ vardır. Her dağda ateşten 70bin dere, her derede ateşten 70 bin kale, her kalede ateşten 70 binev, her evin içihde, kızgın yağlar, kelepçeler, zincirler, sandıklar,köpekler, yılanlar, akrepler, zehirler, kaynar sular, buzlar ve zakkum gibi bin türlü azab verici şeyler vardır. Cehennemde kara yüzlü, gök gözlü Zebani denilen, merhametsiz ve sayıları hesapsızmelekler vardır. Cenab-ı Allah, zebanilere Mâlik adında korkunçbir başkan tayin etmiştir. 7 kat cehennemin hâkimi budur.
Her Cehennemin azabı, bir altındakinden daha hafiftir. Birinci kat cehennem Ümmet-i Muhammed’in asileri içindir. İkinci Cehenneminadı, Sâîr olup Hıristiyanlar içindir. Üçüncüsünün adı Sakar’dır.Yahudiler içindir. Dördüncüsünün adı, Cehim’dir, dinden dönenler ve şeytanlar içindir. Bunun azabı elimdir. Beşincisinin adı Hut-ma olup, dipsiz kuyuları vardır. Yecuc - Mecuc kâfirler içindir. Altıncı Cehennemin adı, Lazza’dır. Puta ve ateşe tapanlar ile sihirbazlar içindir. Yedinci Cehennemi adı Haviye’dir. Zındıklar (dinsizler) ve münafıklar içindir. Bu cehennemin azabı, hepsinden şiddetlidir. Bütün cehennemlerin 7 binden fazla basamakları vardır.
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-iAllah, yerin 7 kat altmda yedi tabaka Cehennem yaratmıştır kiher tabakası birbirinden aşağıdadır. Bu tabakalardan herbirininarası ise beşyüz yıllık mesafededir. Cehennemin 7 kapısı vardır.Herbirinin içinde ateşten 70 bin dağ vardır. Her dağda ateşten 70bin dere, her derede ateşten 70 bin kale, her kalede ateşten 70 binev, her evin içihde, kızgın yağlar, kelepçeler, zincirler, sandıklar,köpekler, yılanlar, akrepler, zehirler, kaynar sular, buzlar ve zakkum gibi bin türlü azab verici şeyler vardır. Cehennemde kara yüzlü, gök gözlü Zebani denilen, merhametsiz ve sayıları hesapsızmelekler vardır. Cenab-ı Allah, zebanilere Mâlik adında korkunçbir başkan tayin etmiştir. 7 kat cehennemin hâkimi budur.
Her Cehennemin azabı, bir altındakinden daha hafiftir. Birinci kat cehennem Ümmet-i Muhammed’in asileri içindir. İkinci Cehenneminadı, Sâîr olup Hıristiyanlar içindir. Üçüncüsünün adı Sakar’dır.Yahudiler içindir. Dördüncüsünün adı, Cehim’dir, dinden dönenler ve şeytanlar içindir. Bunun azabı elimdir. Beşincisinin adı Hut-ma olup, dipsiz kuyuları vardır. Yecuc - Mecuc kâfirler içindir. Altıncı Cehennemin adı, Lazza’dır. Puta ve ateşe tapanlar ile sihirbazlar içindir. Yedinci Cehennemi adı Haviye’dir. Zındıklar (dinsizler) ve münafıklar içindir. Bu cehennemin azabı, hepsinden şiddetlidir. Bütün cehennemlerin 7 binden fazla basamakları vardır.
KISIM : 2 ADEM (A.S.)’IN YARADILIŞI, CENNETE GİRMESİ, SONRA ORADAN ÇIKMASI, ZÜRRİYETİYLE YERYÜZÜNÜ ŞENLENDİRMESİ, PEYGAMBER (S A V.) EFENDİMİZİN
DOĞUMU, VEFATI, YÜCELİĞİ VE ŞERİATI :
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Hakta-âlâ, ruhlar âlemini yarttıktan 2 bin yıl sonra cisimler âlemini yarattı. 6 günde Arş-ı-âlâdan karanlık perdelere varıncaya kadar,hepsinin düzenini tamamladı. Sonra Kerrübiyyün meleklerine arş-ı-âzamı, Hafun ve Saffun meleklerine Arşın yanını mesken yaptı.Diğer meleklerin de herbirine bir makam tayin etti. Bir sınıfımKürside, bir sınıfını Sidre’de, bir sınıfım livaül-hamd altında, birçok sınıflarını da Cennette huriler ve gılmanlar ile yerleştirdi, meleklerin binlerce sınıfını da göklerde, yerde, denizlerde, Cehennemde doldurmuş ve buradaki yaratıklarının hizmetine vermiştir. Cehennemdeki melekler Zebanidir. .Kâinatın her tarafım meleklerle dolduran Cenab-ı Allah yer yüzünü de çeşitli yaratıklarla doldurdu. Yeryüzünün her yanındadan bitirdi ve bir Tavus kuşunu yaratıp bütün o darılan kendisine rızık yaptı.
Kuş, zamanla bütün o darılan yemiş, yalnız on derede kalan taneleri, biter korkusuyla, günde her dereden onar tane yemeye başlamış. Bir zaman sonra bir tek derede darı kalmış. Sonra o kuş, günde yalnız on tane yemeğe başlamış ve ona takdir edilmiş olan rızık taneleri bitince ölmüş. Bir düşünün ki, bu dünya, nekadar zamandan beri bugünkü düzenini bulmuş ve nelerden gerikalmış?...Sonra Hak Taâlâ, yeryüzünde hikmetiyle renksiz, dumansız ve hararetsiz ateşten Cân’ı yarattı, adını Maric koydu. Sonra karısını yarattı, ona da Marice adını verdi. Onların izdivacından Cin taifesi üremiştir. İblis, bunlardandır. Zamanla bu Cin taifesi öyle çoğalmış ki yeryüzünü doldurmuş. Onların asıl sureti insanlarınkine benzer. Fakat bedenleri, meleklerinki gibi lâtif olduğu için diledikleri şekillere girerler. Nihayet dünyaya sığamayacâk kadar çoğalan cinler, Allah’ın emriyle dünya semasına çıkmış ve orada yaşamaya başlamışlar. Bütün Cinler, gece-gündüz Allah’a ibadet eder, emirlerine asla karşı gelmezler. Fakat' 7 bin sene sonra, cinlerin yeryüzünde kalanları kötülük yapmaya ve kan dökmeye başladılar,ibadeti terk edip Allah’a isyan ettiler. Cenab-ı Allah’ın her yüzyılda bir kendilerine gönderdiği Peygamberi öldürdüler. Böylece 12bin senede 120 Peygamberi katlettiler.
Sonra Cenab-ı Allah onlara gazap edip dünya semasında yaşayan iblis ile çocuklarını yeryüzüne göndermiş ve dünyadaki cinlerle birlikte toplandıkları yerde, tümünü ateşle yakmış. Sonrabaşka bir gökten gönderdiği İblisin torunlarını, bir denizin adalarına yerleştirmiş. O zaman İblis, Allah’a çok itaat ve ibadette bulunduğundan Hak Taâlâ, onu yedinci kat göğe çıkarmış, nihayetondan razı olmanın karşılığı olarak Cennete sokmuştur. Yeryüzünü de boş kalmasın diye dünya semasından gönderdiği meleklerledoldurmuş. Bunlar da bin yıl Allah’a ibadet etmişler, böylece Cinlerin yaradılışının üzerinden yirmi bin yıl geçmiş. Sonra Cenab-ıAllah, Adem (A.S.)’ı yaratmak istemiş, bunun için de Azrail (A.-S.) ’ı gönderip o kuru toprağı yoğurup hamur haline getirmesiniemretmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak, buhamura Numan vadisinde ,en güzel şekilde suret vermiş ve kendiruhundan başına üfürerek diriltmiş. Adem (A.S.) ’a secde etmeleriiçin meleklerine emretmiş.
Bütün melekler Adem (A.S.)’â secde etmiş. Yalnız İblis, ona secde etmemiş, onun için de lanetlenmiştir.O da bütün zürriyetiyle Adem oğullarına musallat olmuştur. Bunlar, insanın vücudundan girer, kan gibi damarlarında akar ve vesvese vererek kötülüklere sürükler. Fakat hiç kimseyi zorla isyanave kötülüğe yöneltmezler. Ancak ibadetleri, iyilikleri güç, kötülükleri güzel bir eğlence, sefahati tatlı gösterir, bu yolla insanları is yana sürükler. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı yaradılışından 40 yılsonra göklere çıkarmış ve Fiıdevs Cennetine sokarak ona her çeşit nimeti ihsan etmiştir. Sonra onun sol böğründen Havva anamızı yaratmıştır. O zaman Adem (A.S.), çok sevinmiş, bu nimetindendolayı Allah’a sonsuz hamd ve şükürler etmiştir. Cenab-ı Hak onlara : «Cennetimde kalın, her çeşit nimetimden faydalanın, yalnızşu ağaca sakm yaklaşmayın, ondan yiyip bana asi olmayın» diyebuyurmuştur.Onlar da Allah’ın bu emrini dinlemiş ve tam bin yıl Cennettenimet ve zevk içinde yaşamışlardır.
Fakat bu zaman akabindeAdem atamız, Havva anamızın sözüne uyup yasak ağacından yi yince ikisi de Cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilmişlerdir. Adem(A.S.) Hindistan, Havva anamız da Cidde’de iki yüz yıl gözyaşı döküp pişmanlık içinde yaşadıktan sonra, Cenab-ı Allah tövbelerinikabul edip onları Arafat dağında birbirlerine kavuşturmuştur.Adem atamız ile Havva anamız bundan sonra Şam taraflarına gitmiş, beşyüz yıl oralarda yaşamışlar. Habil ve Kabil’in doğumundan sonra yine Hindistan’a gitmişlerdir. Ömürleri iki bin oluncaAdem (A.S.) Serendip adasında, 40 yıl sonra da Havva anamız Cidde’de vefat etmişlerdir. Sonra evlâtları yeryüzünde çoğalıp dünyayı şenlendirmişlerdir. Adem (A.S.)’dan altı bin yıl soma Mekke’de,Hz. İsmail (A.S.)’ın soyundan, Kureyş kabilisine mensup Haşimoğullarından olan Abdullah ile Amine’nin evlenmelerinden Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed 40 yaşma gelince Peygamber olmuş, Kureyş kabilesi halkından gördüğü kötülükler ve çektiği eziyetlerden dolayı Medine’yi göçmüş ve İslâmiyeti yaymış. 63 yaşında iken orada vefat etmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.), son Peygamber’dir. Şeriatı Kıyamete kadar bâkidir.
KISIM: 3 KIYAMETİN ZAMANI VE ALAMETLERİ,
SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ, ZELZELE VE YARATIKLARIN HELÂKI,GÖKLERİN YIKILIŞI:
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Kıyametzamanı ve alâmetleri; biri gizli, diğeri açık olmak üzere ikidir.
1 — kıyametin gizli alâmetleri: İnsanda, izzet-i nefis, saygı,sevgi, şefkat ve merhamet, haya ve edep, cömertlik, sözünde durma, vefalı olma, doğruluk, koruyuculuk, dostluk, din, takva ve şeriata bağlılık kalmayacak, şehirlerde cami çok, fakat cemaatları azolacak, her tarafta binalar yükselecek, ince elbiseler giyilecek, kadın ve gençler fazla süslenecek ,kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara giyim, kuşam, davranış ve diğer şeylerde benziyecek, erkekler kadın, kadınlar erkek işlerini yapacak, hayır ve bereketazalacak, doğum kısılacak, ahkâm satılacak, kötü insanlar beğenilip övülecek, faziletli ve iyi insanlar hakaret görecek, zinalar vegayrı meşru doğumlar artacak, fısk, fücur ve sefahat çok fazlaolacak, mezarlar süslenecektir.
2 — Kıyametin açık alâmetleri: Deccal’m çıkışı, Ay tutulmalarının artması, üç yıl boyunca kıtlık olması, yoğurt bir dumanınortalığı kaplaması, İsa (A.S.)’nm, Şam’daki beyaz minareye inip Deccal’ı öldürmesi ve İslâm şeriatini yayması, Hz. MuhammedHz. İsa (A.S.) ile buluşması, Dabbet’ül Arz’ın ortaya çıkması, Yecüc soyundan Mehdi’nin çıkması, 40 yıl adaletle hüküm sürüp Yecüc ve Mecuc’un İskender şeddini aşarak yeryüzüne dağılması, Hz.İsa (A.S.)’nm Mekke’ye gitmesi ve orada vefat etmesi ve Allah’ınevi olan Kâbe’nin yıkılması, sonra güneşin batıdan doğup yineoradan batması.Bu alâmetlerin hepsi olup bittikten sonra misk ve amber ko*kuşuna benzer güzel ve serin bir rüzgâr esecek, bununla müminlerin ruhları şenlenecektir. Bundan sonra Kur’ân’ın hükümleri yer yüzünden kalkacak, bütün insanlar cehalette kalacaktır. Bu durum yüz yıl sürecek ondan sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e suraüfürme emrini verir.
Surdan çıkan sesin şiddetinden o anda 7 katgökte bulunan melekler ve dünyadaki bütün yaratıklar, kıyametinkoptuğunu sanarak yüzüstü düşüp bayılırlar. Göklerle yer sarsılır, yıldızlar dökülür, insanların saçı sakalı bir anda ağarır, gebe kadınlar çocuklarını düşürür, insanlar şuurunu yitirmiş sarhoşlaradöner, bu şekilde birinci sur üfürüşünün korkusu 40 yıl sürer. Sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e ikinci defa sura üfürmesini emreder. O da ikinci üfürüşü öyle şiddetli yapar ki bütün dağlar yerinden kopar, tıpkı havaya savrulan pamuk hallacı gibi dağılır. 7 katgök, parçalanarak su gibi eriyip yeryüzüne dökülür. Bütün denizler kurur. Güneş ve ayın ışıkları yok olur, bütün dünya karanlığabürünür. Kainattaki bütün yaratıklar bir anda mahvolup yok olur.Yalnız Allah’a mukarreb olan 8 melek sağ kalır. Sonra Azrâil, bu7 meleğin de ruhunu alır. En sonra kendi ruhunu alırken öyle birhaykırışla bağırır ki yer ve gökler sarsılır. Böylece bütün âlemdehiçbir canlı kalmaz, yer yıkık ve boş olarak böyle devam eder. İşte o zaman Cenab-ı Allah, bu mülk kimindir? sorusunu sorar, fakat kendisinden başka bir canlı olmadığı için yine kendi kendine;Bu mülk yalnız ve yalnız kahhar olan Allah’ındır, cevabım verir.
Kuş, zamanla bütün o darılan yemiş, yalnız on derede kalan taneleri, biter korkusuyla, günde her dereden onar tane yemeye başlamış. Bir zaman sonra bir tek derede darı kalmış. Sonra o kuş, günde yalnız on tane yemeğe başlamış ve ona takdir edilmiş olan rızık taneleri bitince ölmüş. Bir düşünün ki, bu dünya, nekadar zamandan beri bugünkü düzenini bulmuş ve nelerden gerikalmış?...Sonra Hak Taâlâ, yeryüzünde hikmetiyle renksiz, dumansız ve hararetsiz ateşten Cân’ı yarattı, adını Maric koydu. Sonra karısını yarattı, ona da Marice adını verdi. Onların izdivacından Cin taifesi üremiştir. İblis, bunlardandır. Zamanla bu Cin taifesi öyle çoğalmış ki yeryüzünü doldurmuş. Onların asıl sureti insanlarınkine benzer. Fakat bedenleri, meleklerinki gibi lâtif olduğu için diledikleri şekillere girerler. Nihayet dünyaya sığamayacâk kadar çoğalan cinler, Allah’ın emriyle dünya semasına çıkmış ve orada yaşamaya başlamışlar. Bütün Cinler, gece-gündüz Allah’a ibadet eder, emirlerine asla karşı gelmezler. Fakat' 7 bin sene sonra, cinlerin yeryüzünde kalanları kötülük yapmaya ve kan dökmeye başladılar,ibadeti terk edip Allah’a isyan ettiler. Cenab-ı Allah’ın her yüzyılda bir kendilerine gönderdiği Peygamberi öldürdüler. Böylece 12bin senede 120 Peygamberi katlettiler.
Sonra Cenab-ı Allah onlara gazap edip dünya semasında yaşayan iblis ile çocuklarını yeryüzüne göndermiş ve dünyadaki cinlerle birlikte toplandıkları yerde, tümünü ateşle yakmış. Sonrabaşka bir gökten gönderdiği İblisin torunlarını, bir denizin adalarına yerleştirmiş. O zaman İblis, Allah’a çok itaat ve ibadette bulunduğundan Hak Taâlâ, onu yedinci kat göğe çıkarmış, nihayetondan razı olmanın karşılığı olarak Cennete sokmuştur. Yeryüzünü de boş kalmasın diye dünya semasından gönderdiği meleklerledoldurmuş. Bunlar da bin yıl Allah’a ibadet etmişler, böylece Cinlerin yaradılışının üzerinden yirmi bin yıl geçmiş. Sonra Cenab-ıAllah, Adem (A.S.)’ı yaratmak istemiş, bunun için de Azrail (A.-S.) ’ı gönderip o kuru toprağı yoğurup hamur haline getirmesiniemretmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak, buhamura Numan vadisinde ,en güzel şekilde suret vermiş ve kendiruhundan başına üfürerek diriltmiş. Adem (A.S.) ’a secde etmeleriiçin meleklerine emretmiş.
Bütün melekler Adem (A.S.)’â secde etmiş. Yalnız İblis, ona secde etmemiş, onun için de lanetlenmiştir.O da bütün zürriyetiyle Adem oğullarına musallat olmuştur. Bunlar, insanın vücudundan girer, kan gibi damarlarında akar ve vesvese vererek kötülüklere sürükler. Fakat hiç kimseyi zorla isyanave kötülüğe yöneltmezler. Ancak ibadetleri, iyilikleri güç, kötülükleri güzel bir eğlence, sefahati tatlı gösterir, bu yolla insanları is yana sürükler. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı yaradılışından 40 yılsonra göklere çıkarmış ve Fiıdevs Cennetine sokarak ona her çeşit nimeti ihsan etmiştir. Sonra onun sol böğründen Havva anamızı yaratmıştır. O zaman Adem (A.S.), çok sevinmiş, bu nimetindendolayı Allah’a sonsuz hamd ve şükürler etmiştir. Cenab-ı Hak onlara : «Cennetimde kalın, her çeşit nimetimden faydalanın, yalnızşu ağaca sakm yaklaşmayın, ondan yiyip bana asi olmayın» diyebuyurmuştur.Onlar da Allah’ın bu emrini dinlemiş ve tam bin yıl Cennettenimet ve zevk içinde yaşamışlardır.
Fakat bu zaman akabindeAdem atamız, Havva anamızın sözüne uyup yasak ağacından yi yince ikisi de Cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilmişlerdir. Adem(A.S.) Hindistan, Havva anamız da Cidde’de iki yüz yıl gözyaşı döküp pişmanlık içinde yaşadıktan sonra, Cenab-ı Allah tövbelerinikabul edip onları Arafat dağında birbirlerine kavuşturmuştur.Adem atamız ile Havva anamız bundan sonra Şam taraflarına gitmiş, beşyüz yıl oralarda yaşamışlar. Habil ve Kabil’in doğumundan sonra yine Hindistan’a gitmişlerdir. Ömürleri iki bin oluncaAdem (A.S.) Serendip adasında, 40 yıl sonra da Havva anamız Cidde’de vefat etmişlerdir. Sonra evlâtları yeryüzünde çoğalıp dünyayı şenlendirmişlerdir. Adem (A.S.)’dan altı bin yıl soma Mekke’de,Hz. İsmail (A.S.)’ın soyundan, Kureyş kabilisine mensup Haşimoğullarından olan Abdullah ile Amine’nin evlenmelerinden Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed 40 yaşma gelince Peygamber olmuş, Kureyş kabilesi halkından gördüğü kötülükler ve çektiği eziyetlerden dolayı Medine’yi göçmüş ve İslâmiyeti yaymış. 63 yaşında iken orada vefat etmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.), son Peygamber’dir. Şeriatı Kıyamete kadar bâkidir.
KISIM: 3 KIYAMETİN ZAMANI VE ALAMETLERİ,
SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ, ZELZELE VE YARATIKLARIN HELÂKI,GÖKLERİN YIKILIŞI:
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Kıyametzamanı ve alâmetleri; biri gizli, diğeri açık olmak üzere ikidir.
1 — kıyametin gizli alâmetleri: İnsanda, izzet-i nefis, saygı,sevgi, şefkat ve merhamet, haya ve edep, cömertlik, sözünde durma, vefalı olma, doğruluk, koruyuculuk, dostluk, din, takva ve şeriata bağlılık kalmayacak, şehirlerde cami çok, fakat cemaatları azolacak, her tarafta binalar yükselecek, ince elbiseler giyilecek, kadın ve gençler fazla süslenecek ,kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara giyim, kuşam, davranış ve diğer şeylerde benziyecek, erkekler kadın, kadınlar erkek işlerini yapacak, hayır ve bereketazalacak, doğum kısılacak, ahkâm satılacak, kötü insanlar beğenilip övülecek, faziletli ve iyi insanlar hakaret görecek, zinalar vegayrı meşru doğumlar artacak, fısk, fücur ve sefahat çok fazlaolacak, mezarlar süslenecektir.
2 — Kıyametin açık alâmetleri: Deccal’m çıkışı, Ay tutulmalarının artması, üç yıl boyunca kıtlık olması, yoğurt bir dumanınortalığı kaplaması, İsa (A.S.)’nm, Şam’daki beyaz minareye inip Deccal’ı öldürmesi ve İslâm şeriatini yayması, Hz. MuhammedHz. İsa (A.S.) ile buluşması, Dabbet’ül Arz’ın ortaya çıkması, Yecüc soyundan Mehdi’nin çıkması, 40 yıl adaletle hüküm sürüp Yecüc ve Mecuc’un İskender şeddini aşarak yeryüzüne dağılması, Hz.İsa (A.S.)’nm Mekke’ye gitmesi ve orada vefat etmesi ve Allah’ınevi olan Kâbe’nin yıkılması, sonra güneşin batıdan doğup yineoradan batması.Bu alâmetlerin hepsi olup bittikten sonra misk ve amber ko*kuşuna benzer güzel ve serin bir rüzgâr esecek, bununla müminlerin ruhları şenlenecektir. Bundan sonra Kur’ân’ın hükümleri yer yüzünden kalkacak, bütün insanlar cehalette kalacaktır. Bu durum yüz yıl sürecek ondan sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e suraüfürme emrini verir.
Surdan çıkan sesin şiddetinden o anda 7 katgökte bulunan melekler ve dünyadaki bütün yaratıklar, kıyametinkoptuğunu sanarak yüzüstü düşüp bayılırlar. Göklerle yer sarsılır, yıldızlar dökülür, insanların saçı sakalı bir anda ağarır, gebe kadınlar çocuklarını düşürür, insanlar şuurunu yitirmiş sarhoşlaradöner, bu şekilde birinci sur üfürüşünün korkusu 40 yıl sürer. Sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e ikinci defa sura üfürmesini emreder. O da ikinci üfürüşü öyle şiddetli yapar ki bütün dağlar yerinden kopar, tıpkı havaya savrulan pamuk hallacı gibi dağılır. 7 katgök, parçalanarak su gibi eriyip yeryüzüne dökülür. Bütün denizler kurur. Güneş ve ayın ışıkları yok olur, bütün dünya karanlığabürünür. Kainattaki bütün yaratıklar bir anda mahvolup yok olur.Yalnız Allah’a mukarreb olan 8 melek sağ kalır. Sonra Azrâil, bu7 meleğin de ruhunu alır. En sonra kendi ruhunu alırken öyle birhaykırışla bağırır ki yer ve gökler sarsılır. Böylece bütün âlemdehiçbir canlı kalmaz, yer yıkık ve boş olarak böyle devam eder. İşte o zaman Cenab-ı Allah, bu mülk kimindir? sorusunu sorar, fakat kendisinden başka bir canlı olmadığı için yine kendi kendine;Bu mülk yalnız ve yalnız kahhar olan Allah’ındır, cevabım verir.
KISIM : 4 ÜÇÜNCÜ SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ, ÖLÜLERİN DİRİLİŞİ VE MAHŞERDE TOPLANMALARI, AMEL DEFTERİNİN VERİLİŞİ,HESAP VE TARTI İŞİ, SIRAT KÖPRÜSÜ VE ÂRÂF
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Hak, yeryüzünü şiddetli bir rüzgârla dümdüz edip Mahşer yerini Dımeşk sahrasının bir yerinde, bu yeryüzünden yüzbin defadaha geniş yapar. Sonra Arşın altında olduğu bildirilen denizden40 gün erkek menisi gibi bir yağmuru yeryüzüne indirir ve bütündünyayı deniz gibi su ile doldurur. Yerde bulunan ve toprak olmuşolan bütün insan ve hayvan vücutları o yağmuru çeker ve sonrabedenin bütün kısımları bir araya gelip her cesed eskisi gibi yerdebakla gibi biter ve evvelki haline gelir. Sonra Cenab-ı Allah, 8 mu-karreb meleğini tekrar yaratır ve İsrafil (A.S.)’e, sura üçüncü defaüfürmesini emreder. O da bu üçüncü üfürüşü, öyle yavaş ve şefkatle üfürür ki, surun içinde bulunan bütün ruhlar etrafa yayılır veher ruh kendi bedenini bulur. Tıpkı, bir sürü içinde kendi anasınıbulan kuzu gibi. Bütün melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar ve hayvanlar bir anda dirilir ve Mahşer yerinde toplanırlar.
Bütün Peygamberler, veliler, âlim ve salihlere, cennetten giyecekve burak (binek) gelir. Hepsi giyinir ve buraka binip gider, Arşıngölgesindeki minber ve kürsilerde rahat ve selâmetle otururlar.Geri kalan bütün yaratıklar ise aç, susuz, başları açık, vücutlarıçıplak, yalın ayak yürüyerek bitkin ve yorgun bir halde mahşeralanında toplanırlar, sıklaşıp ayakta dururlar. Kendilerine çok yakın olan güneşin hararetiyle ter döküp dururlar. Günahına göre,kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar terin içine gömülürler. 700 bin Zebani, Cehennemi, yer altındanmahşere götürürler ve halkı çepçevre sararlar. Mahşer ehli, elli bin yıl kadar o halde hesaplarının görülmesini beklerler. Dünyadaiken her insanın sağ ve sol omuzunda bulunan ve Kiramen, kâtibin denilen iki meleğin tuttuğu amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlere ve İyilere sağdan, kâfirlere ve kötü insanlara soldanverirler.Sonra Cenab-ı Hak, insanlarla vasıtasız konuşur. Hesaplarım görerek mazlumun hakkım zalimden alıp, onun iyilikleri varsaalır mazluma verir, yoksa mazlumun günahlarını zâlimlere yükler.
Hesap görüldükten sonra Cenab-ı Hak, hayvanları tekrar toprakeder. O zaman kâfirler .hayvanlan kıskanıp; «keşke biz de toprakolsaydık» derler. Sonra Mahşerde iki direk üzerinde çok büyük birterazi konur ki, her direğin uzunluğu beş yüz yıllık yoldur. Bu terazinin her kefesi dünyanın büyüklüğü kadardır. Bu teraziyle mahşer gününde insanların iyilikleriyle kötülükleri tartılır. İyiliklerigünahlarından ağır olanlar Cennete, hafif olanlar da Cehennemegönderilir. Cenab-ı Hakkın kerem ve. merhametine veya peygamberler, veliler, âlim ve salihlerin şefaatine uğrayanlar müstesna.Ancak bunlarm da imanla ölmeleri şarttır. Çünkü dünyadan imansız gidenlere, mağfiret, şefaat ve Cennet yoktur, ebediyyen Cehennemden çıkmazlar. İmanla ölüp, kötülükleri ağır gelenlere, eğerAllah mağfiret eder ve peygamberlerin, velilerin şefaati nail olmuşsa, kötülükleri kadar Cehennemde yanacak ve sonra Cennete gireceklerdir. Zerre kadar dahi olsa imanla gidenler, muhakkak Cehennemden çıkıp Cennete gireceklerdir.Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskin, uzunluğu üç bin yıllık yoldur. Bunun bin yılı yokuş, bin yılı düz, bin yılı da inişdir.
Bu köprü, Cehennem üzerine kurulur ve bütün Mahşer halkı bunun üzerinden geçerler. Kimi şimşek hızıyla, kimi ok hızıyla, kimide atm koşması hızıyla geçip giderken, kimi de kötülüklerini yüklenmiş olarak yürür. Kimi Cehenneme düşüp yanar. Cehennemise şöyle bağırır; «Ey mümin, çabuk geç! Çünkü senin nurun muhakkak benim ateşimi söndürür.» Sonra bütün müminler, Sıratköprüsünü selâmetle geçerler. Kevser havuzundan su içer ve onda yıkanarak ayıp ve kusurlanndan temizlenirler. Ondan sonra Cennete girerler. Herkes orada rütbe ve makamım bulur ve onda ebediyyen zevk-u safa içinde kalır. Çünkü Cennet ehli her an oramnçeşitli nimetlerinden zevk ve lezzet alır, her hafta Cenab-ı Hak’kıgörme şerefine ererek, kendilerinden geçerler, gözlerin görmediği,kulakların işitmediği, akla ve hayale gelmiyen mutluluklar içinde yaşarlar.Cennetle Cehennem arasında kale duvarı gibi gayet büyük birsur vardır ki .yüksekliği tam beş yüz yıl, mesafe uzunluğu ise nihayetsizdir. Parlak ve renkli cevherlerden yapılmışta. Ona Araf derler ki deliler ve kâfirlerin çocukları bu surun üstünde kalırlar.Cennet ehline bakıp içinde bulundukları nimetleri gördükleri zaman üzülürler. Cehennem tarafına bakıp halkım azap içinde gördükleri zaman da sevinir, Cenab-ı Hak’ka şükrederler. Bunlarınebedî hayatları da böyle geçer. Tenbih:Biliniz ki, bu anlattıklarımız dinin emir ve bilgileridir. Bu bilgilere inanmak ve güvenmek lüzumludur ve şarttır. Çünkü hepside Ayet-i Kerim ve hadîs-i şeriflere dayanır. Bunları, akim delilleriyle kıyaslamak ve üzerlerinde mantıkî fikirler yürütmek caiz değildir. Çünkü insan aklı, bunları idrakten acizdir. Ancak bizim enbüyük arzumuz, Cenab-ı Allah’a kavuşmak, O’nun kudret ve azameti üzerinde düşünmek, bize yol gösteren Kur’an ve hadîse bağlanıp bu yolda yürüyerek her iki dünya saadetine nail olmaktır.
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Hak, yeryüzünü şiddetli bir rüzgârla dümdüz edip Mahşer yerini Dımeşk sahrasının bir yerinde, bu yeryüzünden yüzbin defadaha geniş yapar. Sonra Arşın altında olduğu bildirilen denizden40 gün erkek menisi gibi bir yağmuru yeryüzüne indirir ve bütündünyayı deniz gibi su ile doldurur. Yerde bulunan ve toprak olmuşolan bütün insan ve hayvan vücutları o yağmuru çeker ve sonrabedenin bütün kısımları bir araya gelip her cesed eskisi gibi yerdebakla gibi biter ve evvelki haline gelir. Sonra Cenab-ı Allah, 8 mu-karreb meleğini tekrar yaratır ve İsrafil (A.S.)’e, sura üçüncü defaüfürmesini emreder. O da bu üçüncü üfürüşü, öyle yavaş ve şefkatle üfürür ki, surun içinde bulunan bütün ruhlar etrafa yayılır veher ruh kendi bedenini bulur. Tıpkı, bir sürü içinde kendi anasınıbulan kuzu gibi. Bütün melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar ve hayvanlar bir anda dirilir ve Mahşer yerinde toplanırlar.
Bütün Peygamberler, veliler, âlim ve salihlere, cennetten giyecekve burak (binek) gelir. Hepsi giyinir ve buraka binip gider, Arşıngölgesindeki minber ve kürsilerde rahat ve selâmetle otururlar.Geri kalan bütün yaratıklar ise aç, susuz, başları açık, vücutlarıçıplak, yalın ayak yürüyerek bitkin ve yorgun bir halde mahşeralanında toplanırlar, sıklaşıp ayakta dururlar. Kendilerine çok yakın olan güneşin hararetiyle ter döküp dururlar. Günahına göre,kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar terin içine gömülürler. 700 bin Zebani, Cehennemi, yer altındanmahşere götürürler ve halkı çepçevre sararlar. Mahşer ehli, elli bin yıl kadar o halde hesaplarının görülmesini beklerler. Dünyadaiken her insanın sağ ve sol omuzunda bulunan ve Kiramen, kâtibin denilen iki meleğin tuttuğu amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlere ve İyilere sağdan, kâfirlere ve kötü insanlara soldanverirler.Sonra Cenab-ı Hak, insanlarla vasıtasız konuşur. Hesaplarım görerek mazlumun hakkım zalimden alıp, onun iyilikleri varsaalır mazluma verir, yoksa mazlumun günahlarını zâlimlere yükler.
Hesap görüldükten sonra Cenab-ı Hak, hayvanları tekrar toprakeder. O zaman kâfirler .hayvanlan kıskanıp; «keşke biz de toprakolsaydık» derler. Sonra Mahşerde iki direk üzerinde çok büyük birterazi konur ki, her direğin uzunluğu beş yüz yıllık yoldur. Bu terazinin her kefesi dünyanın büyüklüğü kadardır. Bu teraziyle mahşer gününde insanların iyilikleriyle kötülükleri tartılır. İyiliklerigünahlarından ağır olanlar Cennete, hafif olanlar da Cehennemegönderilir. Cenab-ı Hakkın kerem ve. merhametine veya peygamberler, veliler, âlim ve salihlerin şefaatine uğrayanlar müstesna.Ancak bunlarm da imanla ölmeleri şarttır. Çünkü dünyadan imansız gidenlere, mağfiret, şefaat ve Cennet yoktur, ebediyyen Cehennemden çıkmazlar. İmanla ölüp, kötülükleri ağır gelenlere, eğerAllah mağfiret eder ve peygamberlerin, velilerin şefaati nail olmuşsa, kötülükleri kadar Cehennemde yanacak ve sonra Cennete gireceklerdir. Zerre kadar dahi olsa imanla gidenler, muhakkak Cehennemden çıkıp Cennete gireceklerdir.Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskin, uzunluğu üç bin yıllık yoldur. Bunun bin yılı yokuş, bin yılı düz, bin yılı da inişdir.
Bu köprü, Cehennem üzerine kurulur ve bütün Mahşer halkı bunun üzerinden geçerler. Kimi şimşek hızıyla, kimi ok hızıyla, kimide atm koşması hızıyla geçip giderken, kimi de kötülüklerini yüklenmiş olarak yürür. Kimi Cehenneme düşüp yanar. Cehennemise şöyle bağırır; «Ey mümin, çabuk geç! Çünkü senin nurun muhakkak benim ateşimi söndürür.» Sonra bütün müminler, Sıratköprüsünü selâmetle geçerler. Kevser havuzundan su içer ve onda yıkanarak ayıp ve kusurlanndan temizlenirler. Ondan sonra Cennete girerler. Herkes orada rütbe ve makamım bulur ve onda ebediyyen zevk-u safa içinde kalır. Çünkü Cennet ehli her an oramnçeşitli nimetlerinden zevk ve lezzet alır, her hafta Cenab-ı Hak’kıgörme şerefine ererek, kendilerinden geçerler, gözlerin görmediği,kulakların işitmediği, akla ve hayale gelmiyen mutluluklar içinde yaşarlar.Cennetle Cehennem arasında kale duvarı gibi gayet büyük birsur vardır ki .yüksekliği tam beş yüz yıl, mesafe uzunluğu ise nihayetsizdir. Parlak ve renkli cevherlerden yapılmışta. Ona Araf derler ki deliler ve kâfirlerin çocukları bu surun üstünde kalırlar.Cennet ehline bakıp içinde bulundukları nimetleri gördükleri zaman üzülürler. Cehennem tarafına bakıp halkım azap içinde gördükleri zaman da sevinir, Cenab-ı Hak’ka şükrederler. Bunlarınebedî hayatları da böyle geçer. Tenbih:Biliniz ki, bu anlattıklarımız dinin emir ve bilgileridir. Bu bilgilere inanmak ve güvenmek lüzumludur ve şarttır. Çünkü hepside Ayet-i Kerim ve hadîs-i şeriflere dayanır. Bunları, akim delilleriyle kıyaslamak ve üzerlerinde mantıkî fikirler yürütmek caiz değildir. Çünkü insan aklı, bunları idrakten acizdir. Ancak bizim enbüyük arzumuz, Cenab-ı Allah’a kavuşmak, O’nun kudret ve azameti üzerinde düşünmek, bize yol gösteren Kur’an ve hadîse bağlanıp bu yolda yürüyerek her iki dünya saadetine nail olmaktır.
FEN: 2ANATOMİ (TEŞBİH) İLMİ, BEDENİN MUHAFAZASI, CANIN KIYMETİ, DUYGULAR, BİTKİ VE HAYVANLARIN CANLI OLUŞU, İNSAN RUHU VE RUHUN BAZI HALLERİ BEŞ BÖLÜMDEN İBARETTİR
BÖLÜM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI, BEDEN VE CANIN BAŞLANGIÇ VE SONU, HAYVANİ RUH’UN BEDENDEKİ BAZI TASARRUFLARI, İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGIÇ VE SONU, BEDEN VE CANIN DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞ HALLERİ, BEDENİN DEĞİŞMESİ, RUH’UN DEVAMLILIĞ I,ANNE MİSALİ OLAN DÜNYA TERBİYESİ ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI
Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Bedenin terkibinin neleri ihtiva ettiğini inceleyen ilme, teşrih ilmi denir. İmam-ı Şafiî Hz.’leri diyor ki:
BÖLÜM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI, BEDEN VE CANIN BAŞLANGIÇ VE SONU, HAYVANİ RUH’UN BEDENDEKİ BAZI TASARRUFLARI, İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGIÇ VE SONU, BEDEN VE CANIN DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞ HALLERİ, BEDENİN DEĞİŞMESİ, RUH’UN DEVAMLILIĞ I,ANNE MİSALİ OLAN DÜNYA TERBİYESİ ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI
Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Bedenin terkibinin neleri ihtiva ettiğini inceleyen ilme, teşrih ilmi denir. İmam-ı Şafiî Hz.’leri diyor ki:
«İlim ikiye ayrılır:
1 — Bedenî ilimler.
2 — Din ilimleri.»
2 — Din ilimleri.»
Onun bu sözleri, bedenî ilimlerin en önemli ilimlerden biri olduğunu bildiriyor. Şu halde anatomi, yani teşrih ilmi çok kıymetli ve leziz bir ilimdir. Çünkü anatdftü; hakikate erenlerin hikmetlerinin sonucu; işinin ehli doktorların sermayesi, ehl-i yâkîn’innimeti, dinin ve dünyanın kazanılmasının vesilesi, Allah’ı bilme vetanıma âletidir.Doktorlar, sırf mesleklerine yardımcı olması için bu ilmi öğrenirler. Onu bilmeyenler, ne tıbbı, ne de hikmeti bilemezler. Hem kendilerini ve hem de kendilerini yaratan Allah’ı tanımaktan gafil ve uzaktırlar. İnsanların birçoğu O’nu bilmek hususunda aldanmışlardır. Öğretim görenler varsa da bu öğretimlerim tıp ilminde ihtisas için yaparlar. Allah’ı tanımak, bilmek için öğrenen,onunla metanet bulur. Kendini tanıyacağı gibi, sonra da kendisini yaratan Allah’ı tanır.Şu halde anatomi ilmine gereken önemi veren, bu husustaaraştırmalar yapar. Cenabı Hakk’ın kudretini müşahede edenbir kul olursan, senin istifade edeceğin üç türlü fayda sana ulaşır ki, bu faydalar şunlardır:
1 — Bedenî seyredersen aklın hayrete düşer. Şaşırır kalırsınve görürsün ki, eşyamn benzerini taşıyan bu bina ve bu süslü şekil, kemâl düzeni, en güzel yaradılış üzeredir. Cenabı Hakk, onun yaradılışım böyle yapmıştır. Onun için âcizlik ve noksanlık düşünmek mümkün değildir. Onu gören yüce yaratıcı, karşısında ne derece âciz olduğunu görür. Sen de aynı durumdasın. Bedenim gör,o zaman Allah’ın kudreti ne derece sonsuz olur. Bunu ilmelyakînüe ancak böyle bilebilirsin.
2 — Bu eşsiz, anlayışlı, faydalı ve süslü eseri yoktan varedenve onu süsleyen yaratıcının ne derece âlim ve ne derece hâkim olduğunu görür ve bu hususta en küçük bir şüpheye düşmezsin. Bunun için de Hakk-ı Bâri olan Cenabı Hakk ay-ı yâkın ile, yani yapının şehadetiyle görerek anlarsın.
3 — Bu ilmi öğrenmekle Allah’ın sana verdiği türlü lütuf veihsanlarını, yardımlarını, merhametini ve şefkatinin olgunluğunuanlar, böylece de Rabbinin seni her an için terbiye etmekte olduğunu inanarak Hakkel yâkln ile idrak edersin.Çünkü Cenabı Hak, vücut binasını öyle hassas bir temele oturtmuş ve yapım ve çalışmasında en ufak bir noksanlık bırakmamış ve bu binayı çok mükemmel bir şekilde kurmuştur. Cenabı Hakk’ın zikrettiğimiz bu ihsanı lütfü, merhameti ve yardımısadece insanlara mahsus değildir.Onun lütfü ve inşam
1 — Bedenî seyredersen aklın hayrete düşer. Şaşırır kalırsınve görürsün ki, eşyamn benzerini taşıyan bu bina ve bu süslü şekil, kemâl düzeni, en güzel yaradılış üzeredir. Cenabı Hakk, onun yaradılışım böyle yapmıştır. Onun için âcizlik ve noksanlık düşünmek mümkün değildir. Onu gören yüce yaratıcı, karşısında ne derece âciz olduğunu görür. Sen de aynı durumdasın. Bedenim gör,o zaman Allah’ın kudreti ne derece sonsuz olur. Bunu ilmelyakînüe ancak böyle bilebilirsin.
2 — Bu eşsiz, anlayışlı, faydalı ve süslü eseri yoktan varedenve onu süsleyen yaratıcının ne derece âlim ve ne derece hâkim olduğunu görür ve bu hususta en küçük bir şüpheye düşmezsin. Bunun için de Hakk-ı Bâri olan Cenabı Hakk ay-ı yâkın ile, yani yapının şehadetiyle görerek anlarsın.
3 — Bu ilmi öğrenmekle Allah’ın sana verdiği türlü lütuf veihsanlarını, yardımlarını, merhametini ve şefkatinin olgunluğunuanlar, böylece de Rabbinin seni her an için terbiye etmekte olduğunu inanarak Hakkel yâkln ile idrak edersin.Çünkü Cenabı Hak, vücut binasını öyle hassas bir temele oturtmuş ve yapım ve çalışmasında en ufak bir noksanlık bırakmamış ve bu binayı çok mükemmel bir şekilde kurmuştur. Cenabı Hakk’ın zikrettiğimiz bu ihsanı lütfü, merhameti ve yardımısadece insanlara mahsus değildir.Onun lütfü ve inşam
sınırlı olmayıp 18.000 (on sekiz bin)âlemi kaplamıştır. Atları, kedileri, yırtıcı hayvanları, kuşları, sinekleri, anları ,yılan ve karıncaları yaratan, nesillerinin devamını sağlıyan, süslerine ve gıdalanmalarma temel sebep teşkil edenhallerinde ve tavırlarında hiç bir noksanlık bırakmıyan ve hepsinikendi cinslerine ait vasıfta kemâl üzere yaratan O’dur.
İmamı Gâzâli diyor ki: «Mahlûkattaki mevcut açık halden (Allahını varlığını isbat.eden) daha açık bir hal olamaz.»Demek oluyor ki, anatomi (teşrih) ilmi, insanın kendini bilmesinin ve tanımasının anahtarı olup, bu da (kendini bilmekte)Rabbini tanımanın anahtarıdır. Ancak ikisi arasında büyük farkvardır. Allah’ı bilmek ve tanımanın, kendini bilmek ve tanımaktan farkı, güneşten bir zerre, denizden bir damla gibidir. Ancakbeden, ruhun bineği durumundadır. Esas gaye, Allah’ı bilmek vetanımak olup ,beden bineğinin süvarisi de nefistir.Kendini bilmeyen ve tanımayan kimsenin Allah'ı tanımak vebilmek iddiasına kalkışması, kendisinin yemeye birşeyi olmıyan,fakat buna rağmen şehrin fakirlerini ziyafete davet eden kimsenin haline benzer ki, bua çık bir iflâstan başka birşey değildir. Herinsan, önce kendini bilmesi ve ondan sonra da Rabbini tanımagayret, şefkat ve iddiasına girmesi, böylece sevgiye ermesi, sevkiliye kavuşmasının husule gelmesi icabeder. Çünkü kendini tanımak, Hakk’m tanınmasını icabettirir. Hakk’ı tanımak ta, O’nunsevgisini k&anmay ıicabettirir. Meselâ güzel bir yazıyı veya fasîhbir şiiri görüp okursan, yazanını ve söyliyeninin tanıyıp onu sevmesi ve görmeği candan istersin. O da seni sevip muvafakat eder.Yarabbi, bize kendimizi tammayı, seni bilmeyi ve sevmeyi na-sib buyur.
Ya vedûd, ya Allah, ya Rahim!..
KISIM: 2 İNSAN BEDENİNDE OLAN ALLAHÜ TEALA’NIN BAZI
GARİB SAN’ATLARI VE HAKKIN EMRİ İLE HAYVANİ RUHUN
BAZI TASARRUFLARI VE BEDENİN BAZI UZUVLARININ ÖZELLİKLERİ
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki;İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden, albin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âleminözüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,Beyt-i Rahmandır. Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’at-lar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetlervardır.Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardırki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyâri hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için yaratılmıştır.
Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrâr edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyorve nasıl olduklarından gâfil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadarbilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabakaolup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ettenizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatlerini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini veruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâiç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer veböbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, İşe yaramıyam dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi .hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır. Her biri kendi işini
GARİB SAN’ATLARI VE HAKKIN EMRİ İLE HAYVANİ RUHUN
BAZI TASARRUFLARI VE BEDENİN BAZI UZUVLARININ ÖZELLİKLERİ
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki;İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden, albin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âleminözüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,Beyt-i Rahmandır. Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’at-lar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetlervardır.Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardırki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyâri hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için yaratılmıştır.
Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrâr edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyorve nasıl olduklarından gâfil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadarbilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabakaolup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ettenizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatlerini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini veruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâiç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer veböbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, İşe yaramıyam dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi .hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır. Her biri kendi işini
KISIM : 2İNSAN BEDENİNDE OLAN ALLAHÜ TEALA’NIN BAZIGARİB SAN’ATLARI VE HAKKIN EMRİ İLE HAYVANİRUHUN BAZI TASARRUFLARI VE BEDENİN BAZIUZUVLARININ ÖZELLİKLERİ
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden,kalbin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âleminözüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,Beyt-i Rahmandır. Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’at-lar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetlervardır.Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardırki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyari hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için yaratılmıştır.
Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrar edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyorve nasıl olduklarından gafil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadarbilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabakaolup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ettenizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatleıini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini veruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâiç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer veböbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, işe yaramıyanı dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi ,hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır. Her biri kendi işini yapmakta ve hiç gafil olmamaktadır.
Zira hayat kaynağı olan yürek, her an bu organlara çeşit çeşit hareket ve kuvvet göndermektedir. Sonra midede olan çekme kuvveti, çeşit çeşit yiyecekleri mideye çekmekte; tutma kuvveti tutmakta, sindirim kuvveti pişirmektedir. Sonra ayırıcı kuvvet, pişmiş gıdaların kalınım incesinden ayırmakta, dışarı atıcı kuvvet, o kalınları mideden barsak-lara itmektedir. Ondan midede kalan latif ve inceleri, karaciğerkendine çeker. Ciğerde olan musavvire kuvveti onu kan rengineboyamaktadır. Onun üzerinde meydana gelen siyah köpük —kiona sevda derler— onu dalak çekip .kendine tebdil etmektedir. Kalan san köpük —ki ona safra derler— onu öd kesesi kendine çekip,değiştirmektedir. Onda olan balgamı da .akciğer çekip nefesle boğaza çıkarmaktadır. Sonra bunlardan süzülüp ayrılan kan, ciğerde su ile karışıp kıvam bulmadığından, kandaki o fazla suyu böbrek çekip süzmekte ve ayırmaktadır. Böbreklerde kalan artık, sidikolup mesaneye gider.
Kalan kan, kıvamında olup, damarlarla bütün vücuda yayılmaktadır. Besleyici kuvvet, oluşan bu kandan,organlara ihtiyaçlarına göre büyüme ve beslenme kuvveti verir. Buda bedende et ve yağların oluşmasına, kişinin kuvvet ve hudret temin edip hayat bulmasına sebep olmaktadır.Damarlarda dolaşan kandan erkekte insanların üremelerinitemin eden meni, kadında da yumurta ve süt meydana getirir. Bütün bunlar kendilerine ayrılan depovari yerlerde toplanmakta,meselâ süt göğüslere gelmektedir.Bedende arıza olur mu? Olursa ne olur?Evet. Meselâ, diyelim ki; Dalakta bir arıza olsa durum neolur? Bu durumda dalak, kandan sevda adı verilen siyah köpüğüayıramaz. Kan onunla beraber kalır ve bedene öylece yayılırsa budurumda hamma, cüzzam, delilik gibi hastalıklar meydana gelir.Öd kesesinde bir rahatsızlık olması halinde, öd kesesi kandan ayırması gereken safrayı ayıramaz ve bundan da sarılık, siroz, su toplanması ve safra gibi hastalıklar meydana gelir. Bedendeki mevcut azalardan herbiri kendi yerinde ve kendine ait görevleri ve hizmetleri yerine getirirler. Bunda bir aksilik olması ve azalardan birinin görevini yerine getirememesi halinde çeşitli hastalıklar olacağı gbi, bu hastalıklar insanların bedenini mahveder.
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden,kalbin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âleminözüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,Beyt-i Rahmandır. Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’at-lar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetlervardır.Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardırki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyari hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için yaratılmıştır.
Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrar edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyorve nasıl olduklarından gafil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadarbilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabakaolup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ettenizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatleıini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini veruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâiç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer veböbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, işe yaramıyanı dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi ,hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır. Her biri kendi işini yapmakta ve hiç gafil olmamaktadır.
Zira hayat kaynağı olan yürek, her an bu organlara çeşit çeşit hareket ve kuvvet göndermektedir. Sonra midede olan çekme kuvveti, çeşit çeşit yiyecekleri mideye çekmekte; tutma kuvveti tutmakta, sindirim kuvveti pişirmektedir. Sonra ayırıcı kuvvet, pişmiş gıdaların kalınım incesinden ayırmakta, dışarı atıcı kuvvet, o kalınları mideden barsak-lara itmektedir. Ondan midede kalan latif ve inceleri, karaciğerkendine çeker. Ciğerde olan musavvire kuvveti onu kan rengineboyamaktadır. Onun üzerinde meydana gelen siyah köpük —kiona sevda derler— onu dalak çekip .kendine tebdil etmektedir. Kalan san köpük —ki ona safra derler— onu öd kesesi kendine çekip,değiştirmektedir. Onda olan balgamı da .akciğer çekip nefesle boğaza çıkarmaktadır. Sonra bunlardan süzülüp ayrılan kan, ciğerde su ile karışıp kıvam bulmadığından, kandaki o fazla suyu böbrek çekip süzmekte ve ayırmaktadır. Böbreklerde kalan artık, sidikolup mesaneye gider.
Kalan kan, kıvamında olup, damarlarla bütün vücuda yayılmaktadır. Besleyici kuvvet, oluşan bu kandan,organlara ihtiyaçlarına göre büyüme ve beslenme kuvveti verir. Buda bedende et ve yağların oluşmasına, kişinin kuvvet ve hudret temin edip hayat bulmasına sebep olmaktadır.Damarlarda dolaşan kandan erkekte insanların üremelerinitemin eden meni, kadında da yumurta ve süt meydana getirir. Bütün bunlar kendilerine ayrılan depovari yerlerde toplanmakta,meselâ süt göğüslere gelmektedir.Bedende arıza olur mu? Olursa ne olur?Evet. Meselâ, diyelim ki; Dalakta bir arıza olsa durum neolur? Bu durumda dalak, kandan sevda adı verilen siyah köpüğüayıramaz. Kan onunla beraber kalır ve bedene öylece yayılırsa budurumda hamma, cüzzam, delilik gibi hastalıklar meydana gelir.Öd kesesinde bir rahatsızlık olması halinde, öd kesesi kandan ayırması gereken safrayı ayıramaz ve bundan da sarılık, siroz, su toplanması ve safra gibi hastalıklar meydana gelir. Bedendeki mevcut azalardan herbiri kendi yerinde ve kendine ait görevleri ve hizmetleri yerine getirirler. Bunda bir aksilik olması ve azalardan birinin görevini yerine getirememesi halinde çeşitli hastalıklar olacağı gbi, bu hastalıklar insanların bedenini mahveder.
KISIM: 3 İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGICI VE SONU
Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:İnsan bedeninin başlangıcı da sonu da topraktır.Cenabı Hak buyuruyor ki:«Sizi ondan (topraktan) yarattık. Ölümünüzden sonra da sizi yine ona döndüreceğiz.»(Ta’ha sûresi, âyet: 55)Yukarıda anlatıldığı gibi, yıldızların ışınlarının etkisiyleAnâsır-ı Erbâa (dört unsur) birieşir, kanşır ve belirli bir ortamoluşturunca toprak artık aslından döner. Yani, toprak olduğu halde sonradan bitkiye döner, bitki suretine girdikten soma da yaekmek ,ya da hayvanlara yem olur. Et ve hayvan da insanlara gıda olur. Böyle olunca da yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, cazibeadını verdiğimiz çekici kuvvet —iştiha da denilmektedir— gıdayıkendine doğru çeker. Tutucu kuvvet ise onu midede muhafaza altına alır. Sindirici kuvvet ise sindirim (hazım) ini yapar. Ayıncıkuvvet, kalın ve incesini ayırarak kana dönüşecek kısmı diğerle-rindenç ıkarır. İtici kuvvet ise geride kalan kanın haricindeki yoğun kısmı baısaklar yoluyla dışarıya atar.
Bu durumda midede tabii sıcaklığın zayıf veya kuvvetli oluşuna göre 2-3, ya da 4 saatte bir meydana gelir ki, buna Birincisindirim adı verilir. Sözünü ettiğimiz süzülen lâtif sıvıyı karaciğerkendisine doğru çeker ve midede meydana gelen olayların aynısıburada da meydana gelir. Orada yoğunlaşan bu sıvı, dört kısmaayrılır:
1 — Dalağa giden kısım ki, bu kara sevda adını verdiğimiz sıvıdır.
2 — Ödkesesine giden kısım ki, bu da safra olur.
3 — Böbreklere giden kısım ki, orada idrar olur.
4 — Akciğere giden kısım ki, o da göğüste balgama dönüşür.
Bu hallerin oluşu da kuvvet ve zayıflığa göre 2-3 veya 4 saatte meydana gelir ki, buna da İkinci sindirim adı verilmektedir.Ciğerde kalan lâtif ve temiz kan, damarlar ile başı ve bütünbedeni dolaşır. Kanın bütün bedeni dolaşıp dolanımını tamamlamasına da Üçüncü sindirim adı verilmiştir.Bu sindirim sonucunda kalan yoğun kısmı, deliklerden çıkar,kulaklarda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, kıllarda ve tırnaklarda ter ve bedende de kir olur. Yoğun kısım bu yollardan dışarı ya çıkmadığı takdirde bu durumda bedende nezle, verem, yara,çıban, cerahat gibi şeyler meydana gelir.
Sonra damarların içindekalan ve dolaşan temiz kan, bütün organları dolamr; organlarınherbirine görevlerini yapma, güç ve kuvvetini verir. Buna daDördüncü sindirim denilir.Bu sindirimin yoğun kısmı bedenden noksan kalan uzuvların eksiklerini tamamlar. Bedende et ve yağ yaparak bedeni topluve şişman yaparak güzelleştirir. Sıvının kalan lâtif ve temiz kısmıise, insanın soyunun devamına sebep olan mani olur. Bu sır; erkeklerde meni, kadınlarda ise hem meni, hem de süt olur.Gıdamn özü durumunda olan meni, bir nutfedir. Erkeğin kadınla cinsî münasebette bulunması anında kadının döl yumurta-larıyle birleşerek ana rahmine gider. Orada yerleşen nutfe, 40günlük bir müddet içinde şekil değiştirir ve kan pıhtısı haline döner ki buna alaka denilir. 40 gün daha geçtiğinde, yani menininana rahmine girmesinden 80 gün sonra çiğnenmiş et haline gelirki ,buna da müdga adı verilmektedir.
40 gün daha geçince (yani 120 gün sonra) sözünü ettiğimizmüdga içinde kemik, sinir, damar, uzuv, et, yağ, tüy, tırnak gibişeyler meydana gelir. Şu halde 4 ayın sonunda cenin kemâlineerer ve Cenabı Hak, ona ruh verir ve o da göbek yolu vasıtasıylagıdasmı kandan temin eder. Beslenen çocuk eğer sekizinci aydadünyaya gelirse ölür. Ancak 7. ve 9. aylarda dünyaya gelirse yaşar.Bu hususta Kur’an da bize bilgi veriyor:Cenabı Hak buyuruyor ki:«Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık.Sonra Adem neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Derken, o kanpıhtısını bir çiğnem et yaptık. O et parçasını da kemiklere çevirdik de o kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaradılış(can) verdik. Şekil verenlerin en güzeli olan Cenabı Hakk’ın şanı ne yücedir.»(Mü’minün sûresi, âyet: 12-13-14)Şu halde, söylediklerimizi hülâsa edecek olursak, insan bedeninin esasının toprak olduğunu hemen zikredelim.Önce bitkilere dönüşen toprak, ekmek veya hayvanlara yemolur. Sonra o ekmek ve hayvanda insanlara gıda, erkeklerde meni, kadınlarda da süt ve üreme yumurtaları olur. Erkek-kadın birleşmesi sonucu sıra ile nutfe, alaka, müdga, cenin olur ve sonrada et, kemik ve damarlar dolar. Sonra Allah’ın takdiri ile ya kadın, ya da erkek olarak kendilerine can verilerek dünyaya gelirler.Dünyaya gelen insan, ya ömrü uzun olur ve uzun seneler yaşar, yahut da gençliğinde, çocukluğunda vefat eder.
Göklerin felekleri ve yıldızların ışınlarından müsait kıvamını bulan toprak unsurlarının bin parçasından da ancak binde biri ekmek ve hayvan,hayvanın da ancak bin parçasından biri insan gıdası olur. Gıdanın da ancak bin parçasından biri meni olur. Bir damla menidenrahime giden sperma ise sadece birdir.Rahme düşen nutfeleıden ancak binde biri çocuk olarak dün yaya gelir. Doğanlar için de yaşayanların sayısı da binde birdir.Yaşayanlardan ancak binde biri büluğ çağına kadar yaşar.Yine yaşayanlardan da binlercesinden ancak biri gerçek mü’min olur. Mü’minlerin nice binlerinden ancak biri âlim olabilmekte, binlerce âlimden de ancak biri hakikati bulan olmakta ve nice hakikati bulan âlimden de ancak biri arif olmakta, onlarınnice bininden de ancak biri insan-ı kâmil derecesine erebilmek-tedir.
Şu halde, gök feleklerinin hareketleri ve unsurların birleşmesi sonucu canlılar meydana gelir. Görünen kâinattan gayemiz, yalnızca insan-ı kâmilin var oluşudur. Çünkü, onun haricindekiherşey onun hizmetinde ve ona tabidir. İnsanlar içinde en kâmil olanı O’nun sevgilisi olan Resulüllalı S.A.V.’dir. Cenabı Hak, onunhakkındaki bir hadis-i kutside:«Habibim, Sen olmasaydın, eğer Sen olmasaydın, Ben bu âlemi yaratmazdım.» buyurdu.BEYT:Her bin senede bir gönül burcunaSemâ-ı aşktan böyle bir yıldız gelir.Verilen bu kadarcık bilgi ile insanın başlangıcı hakkında bilgi edinilmiş oldu. Herşey aslına döndüğüne göre, topraktan gelen insanın yine toprağa döneceğini bilmek herhalde zor olmasagerek.
Bu durumda midede tabii sıcaklığın zayıf veya kuvvetli oluşuna göre 2-3, ya da 4 saatte bir meydana gelir ki, buna Birincisindirim adı verilir. Sözünü ettiğimiz süzülen lâtif sıvıyı karaciğerkendisine doğru çeker ve midede meydana gelen olayların aynısıburada da meydana gelir. Orada yoğunlaşan bu sıvı, dört kısmaayrılır:
1 — Dalağa giden kısım ki, bu kara sevda adını verdiğimiz sıvıdır.
2 — Ödkesesine giden kısım ki, bu da safra olur.
3 — Böbreklere giden kısım ki, orada idrar olur.
4 — Akciğere giden kısım ki, o da göğüste balgama dönüşür.
Bu hallerin oluşu da kuvvet ve zayıflığa göre 2-3 veya 4 saatte meydana gelir ki, buna da İkinci sindirim adı verilmektedir.Ciğerde kalan lâtif ve temiz kan, damarlar ile başı ve bütünbedeni dolaşır. Kanın bütün bedeni dolaşıp dolanımını tamamlamasına da Üçüncü sindirim adı verilmiştir.Bu sindirim sonucunda kalan yoğun kısmı, deliklerden çıkar,kulaklarda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, kıllarda ve tırnaklarda ter ve bedende de kir olur. Yoğun kısım bu yollardan dışarı ya çıkmadığı takdirde bu durumda bedende nezle, verem, yara,çıban, cerahat gibi şeyler meydana gelir.
Sonra damarların içindekalan ve dolaşan temiz kan, bütün organları dolamr; organlarınherbirine görevlerini yapma, güç ve kuvvetini verir. Buna daDördüncü sindirim denilir.Bu sindirimin yoğun kısmı bedenden noksan kalan uzuvların eksiklerini tamamlar. Bedende et ve yağ yaparak bedeni topluve şişman yaparak güzelleştirir. Sıvının kalan lâtif ve temiz kısmıise, insanın soyunun devamına sebep olan mani olur. Bu sır; erkeklerde meni, kadınlarda ise hem meni, hem de süt olur.Gıdamn özü durumunda olan meni, bir nutfedir. Erkeğin kadınla cinsî münasebette bulunması anında kadının döl yumurta-larıyle birleşerek ana rahmine gider. Orada yerleşen nutfe, 40günlük bir müddet içinde şekil değiştirir ve kan pıhtısı haline döner ki buna alaka denilir. 40 gün daha geçtiğinde, yani menininana rahmine girmesinden 80 gün sonra çiğnenmiş et haline gelirki ,buna da müdga adı verilmektedir.
40 gün daha geçince (yani 120 gün sonra) sözünü ettiğimizmüdga içinde kemik, sinir, damar, uzuv, et, yağ, tüy, tırnak gibişeyler meydana gelir. Şu halde 4 ayın sonunda cenin kemâlineerer ve Cenabı Hak, ona ruh verir ve o da göbek yolu vasıtasıylagıdasmı kandan temin eder. Beslenen çocuk eğer sekizinci aydadünyaya gelirse ölür. Ancak 7. ve 9. aylarda dünyaya gelirse yaşar.Bu hususta Kur’an da bize bilgi veriyor:Cenabı Hak buyuruyor ki:«Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık.Sonra Adem neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Derken, o kanpıhtısını bir çiğnem et yaptık. O et parçasını da kemiklere çevirdik de o kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaradılış(can) verdik. Şekil verenlerin en güzeli olan Cenabı Hakk’ın şanı ne yücedir.»(Mü’minün sûresi, âyet: 12-13-14)Şu halde, söylediklerimizi hülâsa edecek olursak, insan bedeninin esasının toprak olduğunu hemen zikredelim.Önce bitkilere dönüşen toprak, ekmek veya hayvanlara yemolur. Sonra o ekmek ve hayvanda insanlara gıda, erkeklerde meni, kadınlarda da süt ve üreme yumurtaları olur. Erkek-kadın birleşmesi sonucu sıra ile nutfe, alaka, müdga, cenin olur ve sonrada et, kemik ve damarlar dolar. Sonra Allah’ın takdiri ile ya kadın, ya da erkek olarak kendilerine can verilerek dünyaya gelirler.Dünyaya gelen insan, ya ömrü uzun olur ve uzun seneler yaşar, yahut da gençliğinde, çocukluğunda vefat eder.
Göklerin felekleri ve yıldızların ışınlarından müsait kıvamını bulan toprak unsurlarının bin parçasından da ancak binde biri ekmek ve hayvan,hayvanın da ancak bin parçasından biri insan gıdası olur. Gıdanın da ancak bin parçasından biri meni olur. Bir damla menidenrahime giden sperma ise sadece birdir.Rahme düşen nutfeleıden ancak binde biri çocuk olarak dün yaya gelir. Doğanlar için de yaşayanların sayısı da binde birdir.Yaşayanlardan ancak binde biri büluğ çağına kadar yaşar.Yine yaşayanlardan da binlercesinden ancak biri gerçek mü’min olur. Mü’minlerin nice binlerinden ancak biri âlim olabilmekte, binlerce âlimden de ancak biri hakikati bulan olmakta ve nice hakikati bulan âlimden de ancak biri arif olmakta, onlarınnice bininden de ancak biri insan-ı kâmil derecesine erebilmek-tedir.
Şu halde, gök feleklerinin hareketleri ve unsurların birleşmesi sonucu canlılar meydana gelir. Görünen kâinattan gayemiz, yalnızca insan-ı kâmilin var oluşudur. Çünkü, onun haricindekiherşey onun hizmetinde ve ona tabidir. İnsanlar içinde en kâmil olanı O’nun sevgilisi olan Resulüllalı S.A.V.’dir. Cenabı Hak, onunhakkındaki bir hadis-i kutside:«Habibim, Sen olmasaydın, eğer Sen olmasaydın, Ben bu âlemi yaratmazdım.» buyurdu.BEYT:Her bin senede bir gönül burcunaSemâ-ı aşktan böyle bir yıldız gelir.Verilen bu kadarcık bilgi ile insanın başlangıcı hakkında bilgi edinilmiş oldu. Herşey aslına döndüğüne göre, topraktan gelen insanın yine toprağa döneceğini bilmek herhalde zor olmasagerek.
KISIM : 4 BEDEN VE CAN (RUH’UN) DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞİ, BEDENİN DEĞİŞMESİ, İNSAN RUHU VE RUH’UN DEVAMLILIĞI.
Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Eğer bir insan, kendisinin hangi devrelerden geçerek kemâlbulduğunu ve âkıbetinin de ne olacağını bilmek ister ve bunuaraştırmaya ve bundaki mevcut konakların esasına ermeyi arzuederse, baştan şunu bilsin ki .ihtiyarlamadan evvel genç idi, ondan evvel çocuk idi, ondan önce de geriye doğru sıra ile alaka,rahimde toplanan nutfe, babasımn sulbünde meni, annesiningöğsünde süt, döl yatağında yumurtalık idi. Yine ondan önce degeriye doğru sıra ile, damarda kan, anne-babasına gıda, hayvanve bitki, dört unsurun birleşimi olan toprak, mutlak cisim, küllîtabiat ve nihayet en evvelinde mücerred (soyut) cevher idi. Kendinde çeşitli değişiklikler meydana gelerek dünyaya gelen insan,cisim ve ruha ait bütün yollan geçmiş ve bugünkü hale gelmiştir.Artık karanlık ve aydınlık perdelerini tamamıyle ortadan kaldırmış, kendini tanımış ve idrak etmiş, sonra da kendini yaratanbaşlangıcının ne olduğunu, sonunun ne olacağını, nereden geldiğini ve tekrar nereye gideceğini bilmiş ve böylece ârif vasfına lâ yık olmuştur.
Bu ruhî ve İnsanî yükseliş onun bütün güçlük ve zorluklarını çözmüş ve onu bütün arzularına ve muradına nailetmiştir.Evet, yaptığımız bu kısa izahtan da anlaşılacağı üzere, insanruhu hemekadar bedenle beraber ve ona yakın görünüyor ise de,esasen ruh, zâtı itibariyle bedenden ayrıdır. Beden geçici ve heran değişmeye müsait olup, bilfasıla değişikliğe uğramaktadır. Ruh,bedenden bu cihetten ayrılır, bedenin bütün konaklarını, uğradığıdeğişiklikleri seyrederek konakları birbirinden ayırır. Şu halde ruh,kalıcı, yani bâkidir. Ruh, bedenin değişim hallerini seyreder vebaşlangıç ve sonunu teşkil eden yollarını tefekkürle geçip, tezekkürle sonuna varmıştır.Ruh, gerek araştırma ve gerekse yakîn ile hallerin hakikatine vasıl olmuştur. Eğer bir insan, birşey hakkında bir fikir yürütmüş ve hakkında takdir etme yoluna gitmişse, bu o kimseninölçtüğü ve düşünüp takdir ettiği şeyin haricinde olduğunu gösterir. Hikmet kitaplannda ruh’un bedenden ayn olduğunu isbateden birçok deliller vardır. Bu hususta delillerin hepsini zikretmeksözü uzatır. Ancak buna uygun gelen bir delili buraya almakta fayda umut edilmiştir.(Meselâ, 50 yaşında bir insanı ele alalım.
Bu insan, hem ruha ve hem de bedene sahiptir.) Bu insanın 5 yaşındayken ruhunasıl idiyse bugün de aynıdır. Ruhta cismî hiçbir değişiklik olmamıştır. Ama beden öyle mi? Elbette değil, çeşitli değişikliklereuğramış ve hâlden hâle girmiştir. Şekil değişmiş, sıfatlar değişmiş, boy, en ve hareketlerinde çeşitli değişiklikler görülmüştür.Önceleri genç ve kuvvetli iken şimdi yaşlandı ve zayıf düştü. Önceleri çok güzeldi, fakat şimdi eski cevvaliyetini kaybetti.Bu yaşlı bedenin geneç bedenden başka birşey olduğunu gösterir.Yine genç beden de çocukluk haldeki bedenden başkadır. Bedende bu ve buna benzer çeşitli değinmeler oluyorsa da ruh ayneneski halindedir, ölüm anında terkettiği bedenle mahşer yerindetekrar buluşur. Sonra da bedenle birlikte ya cennete erip mes’utve bahtiyar olur, yahut da cehennem azabıyla azaplanan bir bedbaht olur.
KISIM: 5 BEDENİN DEĞİŞİKLİĞE UĞRAMASI VE RUHUNBAKİ KALIŞI
Ey AziziHikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:İnsan ruhunda herhangi bir değişiklik olmayışının, buna karşılık bedeninin çeşitli değişikliklere maruz kalmasının sebebi,ruh’un yüksek âlemden (Alem-i Ulvî) gelmiş olmasındandır. Ruh, yüksek âlemin bir parçasıdır. Yüksek âlemde bir değişme olmadığına göre, onda da olmaz.Bedenin parçaları, yani bedeni meydana getiren bölümler iseaşağı âlem (Alem-i süfli) dendir. Bu âlem, değişmekte ve bozulmakta olduğuna göre, bedende de çeşitli değişmeler olur. Bu âlem4 unsurdan yaratıldığından, bu terkibden oluşan insan da bu bozulan ve değişen âlemin bir parçası olmuştur. Parçalar daimakendilerini meydana getiren asla bağlıdırlar. Bu sebeple külünde cüz’üne meyilli olduğu bilinmiştir. İnsan yaşlanınca can âlemine döner. Cenab-ı Hakk’m Kur’an’da:«Biz Allah için var olduk ve tekrar O’na döneceğiz.» âyetininsırn budur.İlâhî fazlın feyzinin mülk âlemine gelişi akl-î kül vasıtasiyleolur. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’mda:«Alemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun.» buyurması bunadelildir. Şu halde kül cüz’e eğimli olduğu gibi, cüz de kül’e eğimlive ona dönücüdür. Bu hususta diğer bir delil de şudur :Normal hayatını yaşayan insan acıkıp susar ve bu sebeplede yemek ve içmek ihtiyacını duyar. Çünkü her zaman için cüzler kül tarafına döner. Bu, bedene noksanlık ve zayıflık verir. İnsanın yemesi ve içmesi, onun bu husustaki noksanlığını giderir.Bu demektir ki, unsurlar tarafına yönelen beden, cüzlerinin yerine, gıda vasıtasıyla bedene girer ve bedene ihtiyacı olan kuvveti verir. Çünkü bedenin gıdası unsurlara dahil olan bitki vehayvanlar vasıtasıyla temin edilir.Gerçekten de 5 yılda bir insan bedeni bütünüyle erimekte veküle dönmektedir. Meselâ, 55 yaşma girdiğimiz zaman, bedenimizin mevcut cüzleri, 50 yaşına girdiğimiz zamanki bedenimizin cüzlerinden tamamen farklıdır.
Eski cüzler (hücreler) gider veonların yerine yenileri gelir. Bedene giren cüzler bedenin kendilerine ayrılan kısmına girer ve bedenin durumuna göre şekil alır.Bu durumdan haberi olmayanlar, bedenin de ruh gibi sabit birhalde olduğunu zannederler.Meselâ, bir kimse herhangi bir çölde siyah direk ve iplerlebir çadır kursa, bu kimse her hafta o siyah direk ve halatlı çadırıdeğiştirip yerine beyaz kazık ve halat koysa, bu duruma bir sene devam etse, sonunda da tamamen beyaz kazık ve halatlankoysa, bu durumdan haberi olmıyanlar bütün sene o çadırın be yaz kazık ve halatlarla kurulu olduğunu zannederler. Bilmezlerki, o çadırın ip ve kazıklan değiştirilmiştir. İnsanın bedenindekihücreler de aynı şekilde, hem içte ve hem de dışta değişmektedir.Eskiler gider, yerini yenileri doldurul- ki, bu da alınan gıdalardanmeydana gelir. Hücreler 5 yılda bir bütünüyle değişir ve başka birşekil alır.Cüz’ün külle ve külün de cüz’e eğilimi işte böyle olmaktadır.Her şeyi bütün hakikatiyle bilen yalnız Allah’tır.
KISIM: 6 CİHANIN BİZLERİ BİR ANNE MİSALİ TERBİYE ETMESİ
Ey Aziz! Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Üzerinde yaşadığımız bu âlem, âdeta bizim için şefkatli birannedir. Meselâ, bir anne, dünyaya gelen çocuğunu hem büyütürve hem de terbiye eder. Çocuğun alamadığı gıdaları annesi yiyip içer ve bu gıdalardan da süt olur. Bu çocuğa gıda olacak duruma gelir ve göğsüne çıkar, bunu emen çocuk, büyümesi içingerekli gıdayı alır. Çocuk nasıl böyle büyüyor ise, ve annesininşefkatine ihtiyaç duyuyor ise, âlem de aynı şekilde bizler içinşefkatli bir annedir. Anne diye ad verilen bu âlemin diğer annelere nisbetle büyük bir değişikliği vardır. Çünkü bütün anneler, yüzlerini dışlarına çevirdikleri halde, âlem yüzünü batınına çevirmiştir. Bu durumda bizler esasta kendi annemizin (dünyanın)karnında yaşamaktayız. Peygamberimiz buyuruyor ki;«Saki, annesinin kanunda Said olan kimsedir. Şaki de anne*sinin kanunda iken şaki olan kimsedir.»Şu bir hakikattir ki, anadan doğma âmâ olan kimsenin gözlerinin görmesi imkânsızdır. Bu da gösteriyor ki, hem dünya vehem de âhiret saadetinin dünyadayken kazanma imkânı vardır.Zira biz, daha ana kamında bir çocuk gibi, yani bu dünya âle-mindeyiz. Bundan gaflete düşmek, insanın kendini tanımamasıve görmemesi olduğu gibi, Rabbini bilmemesi ve tanımamasıdır.Bu durumdaki insan, hem dünyada ve hem de âhirette kör olur.Allah tarafından Peygamberlerin, Velîlerin ve Alimlerin gönderilmelerinin sebebi, insanlara Allah'ın varlığım haber verip O'nun yoluna çağırmaktır. Bu davete kulak veren insanlar, Allah'ın sevgilisi olurlar.
Ey AziziHikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:İnsan ruhunda herhangi bir değişiklik olmayışının, buna karşılık bedeninin çeşitli değişikliklere maruz kalmasının sebebi,ruh’un yüksek âlemden (Alem-i Ulvî) gelmiş olmasındandır. Ruh, yüksek âlemin bir parçasıdır. Yüksek âlemde bir değişme olmadığına göre, onda da olmaz.Bedenin parçaları, yani bedeni meydana getiren bölümler iseaşağı âlem (Alem-i süfli) dendir. Bu âlem, değişmekte ve bozulmakta olduğuna göre, bedende de çeşitli değişmeler olur. Bu âlem4 unsurdan yaratıldığından, bu terkibden oluşan insan da bu bozulan ve değişen âlemin bir parçası olmuştur. Parçalar daimakendilerini meydana getiren asla bağlıdırlar. Bu sebeple külünde cüz’üne meyilli olduğu bilinmiştir. İnsan yaşlanınca can âlemine döner. Cenab-ı Hakk’m Kur’an’da:«Biz Allah için var olduk ve tekrar O’na döneceğiz.» âyetininsırn budur.İlâhî fazlın feyzinin mülk âlemine gelişi akl-î kül vasıtasiyleolur. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’mda:«Alemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun.» buyurması bunadelildir. Şu halde kül cüz’e eğimli olduğu gibi, cüz de kül’e eğimlive ona dönücüdür. Bu hususta diğer bir delil de şudur :Normal hayatını yaşayan insan acıkıp susar ve bu sebeplede yemek ve içmek ihtiyacını duyar. Çünkü her zaman için cüzler kül tarafına döner. Bu, bedene noksanlık ve zayıflık verir. İnsanın yemesi ve içmesi, onun bu husustaki noksanlığını giderir.Bu demektir ki, unsurlar tarafına yönelen beden, cüzlerinin yerine, gıda vasıtasıyla bedene girer ve bedene ihtiyacı olan kuvveti verir. Çünkü bedenin gıdası unsurlara dahil olan bitki vehayvanlar vasıtasıyla temin edilir.Gerçekten de 5 yılda bir insan bedeni bütünüyle erimekte veküle dönmektedir. Meselâ, 55 yaşma girdiğimiz zaman, bedenimizin mevcut cüzleri, 50 yaşına girdiğimiz zamanki bedenimizin cüzlerinden tamamen farklıdır.
Eski cüzler (hücreler) gider veonların yerine yenileri gelir. Bedene giren cüzler bedenin kendilerine ayrılan kısmına girer ve bedenin durumuna göre şekil alır.Bu durumdan haberi olmayanlar, bedenin de ruh gibi sabit birhalde olduğunu zannederler.Meselâ, bir kimse herhangi bir çölde siyah direk ve iplerlebir çadır kursa, bu kimse her hafta o siyah direk ve halatlı çadırıdeğiştirip yerine beyaz kazık ve halat koysa, bu duruma bir sene devam etse, sonunda da tamamen beyaz kazık ve halatlankoysa, bu durumdan haberi olmıyanlar bütün sene o çadırın be yaz kazık ve halatlarla kurulu olduğunu zannederler. Bilmezlerki, o çadırın ip ve kazıklan değiştirilmiştir. İnsanın bedenindekihücreler de aynı şekilde, hem içte ve hem de dışta değişmektedir.Eskiler gider, yerini yenileri doldurul- ki, bu da alınan gıdalardanmeydana gelir. Hücreler 5 yılda bir bütünüyle değişir ve başka birşekil alır.Cüz’ün külle ve külün de cüz’e eğilimi işte böyle olmaktadır.Her şeyi bütün hakikatiyle bilen yalnız Allah’tır.
KISIM: 6 CİHANIN BİZLERİ BİR ANNE MİSALİ TERBİYE ETMESİ
Ey Aziz! Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Üzerinde yaşadığımız bu âlem, âdeta bizim için şefkatli birannedir. Meselâ, bir anne, dünyaya gelen çocuğunu hem büyütürve hem de terbiye eder. Çocuğun alamadığı gıdaları annesi yiyip içer ve bu gıdalardan da süt olur. Bu çocuğa gıda olacak duruma gelir ve göğsüne çıkar, bunu emen çocuk, büyümesi içingerekli gıdayı alır. Çocuk nasıl böyle büyüyor ise, ve annesininşefkatine ihtiyaç duyuyor ise, âlem de aynı şekilde bizler içinşefkatli bir annedir. Anne diye ad verilen bu âlemin diğer annelere nisbetle büyük bir değişikliği vardır. Çünkü bütün anneler, yüzlerini dışlarına çevirdikleri halde, âlem yüzünü batınına çevirmiştir. Bu durumda bizler esasta kendi annemizin (dünyanın)karnında yaşamaktayız. Peygamberimiz buyuruyor ki;«Saki, annesinin kanunda Said olan kimsedir. Şaki de anne*sinin kanunda iken şaki olan kimsedir.»Şu bir hakikattir ki, anadan doğma âmâ olan kimsenin gözlerinin görmesi imkânsızdır. Bu da gösteriyor ki, hem dünya vehem de âhiret saadetinin dünyadayken kazanma imkânı vardır.Zira biz, daha ana kamında bir çocuk gibi, yani bu dünya âle-mindeyiz. Bundan gaflete düşmek, insanın kendini tanımamasıve görmemesi olduğu gibi, Rabbini bilmemesi ve tanımamasıdır.Bu durumdaki insan, hem dünyada ve hem de âhirette kör olur.Allah tarafından Peygamberlerin, Velîlerin ve Alimlerin gönderilmelerinin sebebi, insanlara Allah'ın varlığım haber verip O'nun yoluna çağırmaktır. Bu davete kulak veren insanlar, Allah'ın sevgilisi olurlar.
KONU: 2 BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ), GÖRÜNEN VE GÖRÜNMİYEN AZALARIN MAHİYETİ, İNSANIN HAKİKATİ, DÖRT RÜKNÜN KARIŞMASI VE BUNUN SEBEP OLDUĞU DOĞUM.
KISIM: 1 BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ).
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Basit cisimler 4 tanedir. Bu cisimler insan ve diğer canlıvarlıkların bedenlerinin temelini teşkil ederler. Çünkü birleşik cisimlerin değişik türleri bu madenlerin birleşmeleri sonucu meydana gelir.
Bunların esası dörttür. Bunlardan ikisi hafif, ikisi de ağırdır.
Hafif olan cisimler:1 — Ateş, 2 — Hava.
Ağır olan cisimler:1 — Su, 2 — Toprak.Ateş,
havanın kendisini etkilemesiyle diğer cisimlere karışır ve hararetiyle soğuk ve ağır olan iki unsurun soğukluk derecelerini azaltır. Onlar da unsur oluş özelliklerini değiştirir ve mizacey- ye mertebesine girerler. Bu ağır unsurlar, uzuvların kısalmalarının ve sakinleşmelerinin esası olur. İki tane olan hafif unsur daazalann hareket ve canlılığına sebep olur.Unsurların tamamına esas teşkil eden 4 unsur vardır. Bunlar:
KISIM: 1 BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ).
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Basit cisimler 4 tanedir. Bu cisimler insan ve diğer canlıvarlıkların bedenlerinin temelini teşkil ederler. Çünkü birleşik cisimlerin değişik türleri bu madenlerin birleşmeleri sonucu meydana gelir.
Bunların esası dörttür. Bunlardan ikisi hafif, ikisi de ağırdır.
Hafif olan cisimler:1 — Ateş, 2 — Hava.
Ağır olan cisimler:1 — Su, 2 — Toprak.Ateş,
havanın kendisini etkilemesiyle diğer cisimlere karışır ve hararetiyle soğuk ve ağır olan iki unsurun soğukluk derecelerini azaltır. Onlar da unsur oluş özelliklerini değiştirir ve mizacey- ye mertebesine girerler. Bu ağır unsurlar, uzuvların kısalmalarının ve sakinleşmelerinin esası olur. İki tane olan hafif unsur daazalann hareket ve canlılığına sebep olur.Unsurların tamamına esas teşkil eden 4 unsur vardır. Bunlar: