22 Kasım 2019

Hz. Osman'ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler Adem APAK∗

Hz. Osman'ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler 
Adem APAK
İslâm tarihçileri III. Halife Hz. Osman'ın iktidar sürecini iki kısımda değerlendirirler. 
Birincisi (H. 24-29/M.644-649) yıllarını içinde alır ve “Sükûnet Dönemi” olarak adlandırılır. 
Onun ikinci beş yıllık idaresine tekabül eden (H. 30-35/M: 650-655) yılları arası ise “Karışıklık Dönemi” olarak bilinir.
1 Böyle bir ayrıma gidilmesinin temelinde, dahilî problemlerin onun halifeliğinin ikinci devresinde ortaya çıkmış olması düşüncesi yatmaktadır. Ancak bununla birlikte Hz. Osman’ın hilafet sürecini bir bütün halinde değerlendirerek, olayların sebeplerini daha önceki dönemler içinde de aramak gerekir. Esasında ikinci dönemde görülen iç karışıklıklar, temelleri geçmişe dayanan problemlerin dışavurumundan başka bir şey de değildir. 
Hz. Ömer’den sonra halifelik görevini üstlenen Hz. Osman, yetkisi gereği pek çok siyasî karar almış ve bunları icraya koymuştur. Onun uygulamalarından bazıları kabul görürken, bazıları ise şiddetle tenkit edilmiştir. Burada konumuz icabı Hz. Osman’ın sadece eleştirilen faaliyetleri üzerinde durulacaktır. Zira, onun tenkide maruz kalan uygulamaları, idaresi döneminde meydana gelen karışıklıkların sebepleri arasında görülmüştür. Hz. Osman hakkında yapılan tenkitlerin başında, onun devletin en önemli idarî ve askerî mevkilere yakın akrabasını getirmesi gelir. Gerçekten halife, göreve başlamasının ilk yıllarından itibaren ailesinin de telkinleriyle çeşitli nedenlerle Mısır, Kûfe, Basra gibi önemli eyâlet valilerini azlederek yerlerine Benî Ümeyyeli şahısları tayin etmiştir. Onun bu konudaki siyasî tasarruflarını sıralamadan önce, mukayese yapılabilmesi için hilâfet görevini devraldığı dönemdeki eyalet valileriyle bu valilerin mensup olduğu kabileleri göstermek faydalı olacaktır. 
Hz. Ömer’in isteği doğrultusunda atandığı için, onu Hz. Osman’ın tayin ettiği valilerden kabul etmemek gerekir. 
Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri Hz. Osman halife olduktan (24/644-645) iki yıl sonra (26/647) yılında ilk siyasî uygulamasını Kûfe’de gerçekleştirerek şehrin valisi Sa‘d b. Ebî Vakkâs’ı azledip yerine anne-bir kardeşi Velid b. Ukbe’yi tayin etmiştir.
Halife Kûfe’de başlattığı kadro değişikliğini sürdürmüş; Mısır valisi Amr b. el-Âs’ın yerine süt kardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh’i (27/647) tayin etmiş , bundan yaklaşık iki yıl sonra da (29/649-650) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alarak dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i Basra valiliğine atamıştır. Ayrıca daha önce tayin ettiği Velid b. Ukbe’yi Kûfelilerin şikâyeti üzerine görevinden uzaklaştırmasının ardından, şehrin idaresini yine yakın akrabası Saîd b. el-Âs’a teslim etmiştir. (30/650). Eyalet valilerini sırasıyla değiştirip yerlerine Ümeyyelileri atayan Hz. Osman’ın tasarrufta bulunmadığı tek önemli eyalet Şam’dır. Bunun sebebi Hz. Ömer döneminden itibaren burayı idare eden Muaviye b. Ebî Süfyan’ın Ümeyyeli olmasıdır. Halife Şam valisini değiştirmek bir yana, daha önce Umeyr b. Sa‘d’ın yönetiminde bulunan Hama, Humus, Kınnesrin ve Havran gibi şehirleri ve Abdurrahman b. Alkame’nin emrindeki bölgeleri de onun yönettiği topraklara dahil etmiştir. İktidarın bütün kilit görevlerine yakın akrabasını yerleştiren Hz. Osman, ayrıca önemli devlet yetkilerini elinde bulunduran Devlet Katipliği görevine de amcasının oğlu Mervan b. Hakem’i getirmiştir. Bu tayinlerle birlikte devletin bütün idarî kademeleri Ümeyyeoğulları’nın kontrolüne geçmiştir. 
İktidarın zamanla bir kabilenin hakimiyetine girmesi ile, resmen olmasa da, fiilen saltanat uygulaması başlamış ve Hz. Ömer döneminden devralınan yönetim tablosu tamamen değişmiştir. 
Halife Hz. Osman (Ümeyye) 
Devlet Katibi Mervan b. Hakem (Ümeyye) 
Kûfe Valiliği Basra Valiliği Mısır Valiliği Şam Valiliği 
Velid b. Ukbe (Ümeyye) Said b. el-Âs (Ümeyye) 
Abdullah b. Âmir (Ümeyye) 
Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh (Ümeyye) 
Muaviye b. Ebî Süfyan (Ümeyye) 
Hz. Osman’ın tayin politikası bu bakımdan hem Hz. Peygamber’in (sav) hem de ondan sonraki iki halifenin icraatına uymuyordu. Hz. Peygamber(sav), Hz. Ali hariç hiç bir Hâşimî’yi önemli görevlere getirmemişti. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ise özellikle akrabalarını devlet idaresinden uzak tutmuşlardı. Onlar, uygulamalarıyla Hz. Peygamber (sav) döneminde üstü küllenen asabiyet ateşinin canlanmasına engel olmak istemişler, bunda da önemli ölçüde başarılı olmuşlardı. Hz. Osman ise seleflerinin tam tersi bir yol takip ederek, büyük eyalet valilerinin tamamını kendi kabilesinden seçmiş, Hz. Ömer döneminde Müslümanların ileri gelenlerinden oluşan istişare kurulunu da Emevîlerin aile meclisi haline getirmiştir. Böyle olunca da halife, sosyal tabanını yitirmiş, bütün Müslüman toplumdan ziyade bir aileye dayanan fiilî saltanat yönetiminin icracısı konumuna düşmüştür. Hz. Osman'ın tenkide uğrayan icraatından birisi de, devlet hazinesinden kendi ailesine ekonomik imkanlar tahsis etmesidir. Rivayetlere göre halife daha önce Taif'e sürgün edilmiş olan amcası Hakem'i Medine'ye getirdikten sonra kendisine yüz bin dirhem para verdiği gibi, Fedek arazisini onun oğlu Mervan'a tahsis etmiş, Medine çarşısının gelirini yine Mervan'ın kardeşi Haris'e aktarmış, kendi damadı Abdullah b. Halid'e 400 bin dirhem vermiştir.11 Hz. Osman'ın akrabalarına yaptığı ihsanlar hakkında en fazla spekülasyon, İfrikıyye ganimetleri üzerinde yapılmıştır. Halife, valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh'i Afrika fethine gönderirken eğer askerî harekatı  Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri başarıyla tamamlayabilirse, elde edilen ganimetlerin beşte birini kendisine vereceğini vaat etmişti. Abdullah'ın komutanlığındaki fetihler sonucunda bir buçuk milyon dinar ganimet elde edilmiş, edilen ganimetlerin bir kısmı halife tarafından vali Abdullah'a veya Hakemoğullarına verilmiştir. Ayrıca ilk gazvelerden elde edilen ganimetlerin Abdullah'a, sonraki ganimetlerin ise Mervan'a verildiği bilgisi de kaynaklarda yer almıştır. İbnü'l-Esîr'in en doğru rivayet kabul ettiği habere göre ise Abdullah b. Sa‘d, kendi payını aldıktan sonra ganimetlerin beşte birini Medine'ye göndermiş ve yapılan müzayede sonunda bu ganimetler beş yüz dinar karşılığında Mervan'a satılmıştır.Mervan da aldığı malların karşılığının belli bir miktarını ödemiş, geri kalan borcu ise halife tarafından bağışlanmıştır. Halifenin tenkide uğramasının önemli nedenlerinden biri de Ümeyyeli idarecilerin icraatlarıdır. Bu idareciler çeşitli faaliyetleri yüzünden ayrı ayrı eleştiriye uğramışlarsa da, eleştirilerin asıl muhatabı Hz. Osman olmuştur. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde en fazla problem yaşanan eyalet merkezleri Kûfe, Mısır ve Basra’dır. Bunlar içinde de en çok idareci değişikliği Kûfe'de gerçekleşmiş, burada sırasıyla Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Velid b. Ukbe ve nihayet, Sa‘îd b. el-Âs valilik görevinde bulunmuşlardır.
17 Kûfe’de 4-5 yıl yöneticilik yapan Velid b. Ukbe (30/650-651) yılında meydana gelen bazı olaylar sebebiyle azledilmiştir. Onun görevden uzaklaştırılmasıyla ilgili olarak kaynaklarda iki farklı rivayet yer almaktadır. Birinci rivayete göre Kûfe ileri gelenlerinin çocukları olan Zübeyr b. Cündeb, Müverrî b. Ebî Müverrî ve Şubeyl b. el-Ubeyy, İbn Heysemân adında bir şahsı haksız yere öldürmüşler, durum Medine’ye intikal ettirildiğinde halifenin emriyle vali suçluları idam ettirmişti. Bunun üzerine idam edilenlerin yakınları validen intikam almak için bir komplo düzenlemeye karar vermişler; bunun için Velid'in sohbetine katıldıkları bir gün onun uyukladığını fark edince elinden mührünü alıp Hz. Osman'a giderek valisini içkili halde bulduklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine halife, Velid'i başkente çağırmış, onu içki içmekle itham edenlere de şahitlik yapmalarını istemiştir. Fakat onlar kesin şahitlik yapamayıp sadece sakalından şarap damladığını gördüklerini söylemişlerdir. Buna rağmen Hz. Osman Velid’i valilikten azletmiştir.18 Velid'in Kûfe'den azli hakkında ilkine göre meşhur19 bir rivayet daha vardır ki, buna göre vali, sabah namazını sarhoş olarak kıldırmış, üstelik namazı dört rekâta çıkardıktan sonra isterlerse daha da fazla kıldırabileceğini söylemiştir. Durum halifeye iletilince Velid görevden uzaklaştırılmış ve kendisine Abdullah b. Cafer tarafından had vurulmuştur. Velid b. Ukbe’den sonra şehrin idaresini üstlenen Sa‘îd b. el-Âs başlangıçta Kûfe halkına hoşgörü ve anlayışla yaklaşmaya çalışıp şehrin önde gelenleriyle sohbet toplantıları düzenlemiş ve önemli meselelerde kendileriyle istişarede bulunmuştur. Ancak bir toplantı esnasında onun "Kûfe arazisi Kureyş'in bahçesidir" sözünü sarfetmesi şehir halkıyla arasının açılmasına sebep olmuştur. Muhalifler valinin bu ifadesini Hz. Osman’a karşı fiilî harekatın miladı olarak kabul etmişler, valiye karşı muhalefeti alenîleştirerek onun ve halifenin aleyhine propaganda faaliyetine başlamışlardır. Kûfe’dekine benzer idarî problem Mısır’da da meydana geldi. Hz. Osman, Mısır'ı fetheden Amr b. el-Âs'ı valilik görevinden azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d'ı tayin etmişti. (27/647). Bunun neticesinde Amr, halifeye kırgın olarak eyaletten ayrıldı.22 Mısır topraklarını fethetmiş ve uzun zaman da bölgeyi idare etmiş olması bakımından onun bölgede etkili bir nüfuzu ve çevresi vardı. Bu nedenle Mısır’da yönetici değişikliğinden sonra Amr taraftarları ve Abdullah taraftarları gibi gruplaşmalar meydana geldi. Dolayısıyla Mısır'daki karışıklıkların aslında Amr'ın azledilip Abdullah'ın tayin edilmesinden itibaren başlamış, zamanla yeni vali aleyhine faaliyetler Mısır’da yayılmıştır. O kadar ki, onun ve Halife Hz. Osman’ın hakkında  Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri  yapılan yüksek perdeden ilk eleştiriler, Müslümanların Roma donanmasını mağlup ettikleri Zâtü's-Savârî (34/654) zaferi sırasında yapılmıştır. Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Basra, Kûfe ve Mısır’daki gibi bir idareci-halk problemi yaşanmamıştır. Basralılar Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında valileri Ebû Mûsâ el-Eşarî'yi yönetime şikayet etmişler ve onun azlini sağlamışlardır. Halife bu talebi yerine getirdiği gibi, yine onların da görüşünü alarak buraya Abdullah b. Âmir'i tayin etmiştir. Bu sebeple şehir halkı Abdullah b. Âmir’in faaliyetleri hakkında gerek Kûfeliler, gerekse Mısırlılar kadar itirazda bulunmamışlardır. Bunda valinin özellikle Horasan üzerinde gerçekleştirdiği başarılı fetihlerin ve bu askerî harekatla halkı meşgul etmesinin büyük payı vardır. Üstelik o, Kûfe valisi Velid gibi gayr-i dinî davranışlar sergilememiş, onun halefi Sa‘îd b. el-Âs gibi halkı rahatsız edecek ve istismara açık ifadeler kullanmaktan da kaçınmıştır. Ayrıca Abdullah b. Âmir’in, Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d gibi Medine döneminde irtidat etmiş olma gibi bir sabıkası da bulunmamaktadır. Bütün bu olumlu şartlar sebebiyle, diğer beldelerdeki yönetim problemleri Basra'da görülmemiştir. Ancak buna rağmen Basra'da da birtakım huzursuzlukların olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Osman'ı hilâfetten azletmek için Mısır ve Kûfelilerle birlikte Medine’ye Basralılar da gelmişlerdir. Hiçbir sebep yok iken onların yönetime karşı düzenlenen isyan hareketine katılmış olmaları düşünülemez. Kûfe, Mısır ve Basra’da olduğu gibi devletin başkenti olan Medine’de de yönetime karşı hoşnutsuzluklar meydana gelmiştir. Esasında diğer eyâletlerde ortaya çıkan karışıklıkların faturası Medine'ye, yani Hz. Osman'a kesilmiştir. Buna ilave olarak başkentte özellikle halifenin mensup olduğu kabilenin bazı üyelerinin tavırları Müslümanları rahatsız etmiş, özellikle genç, tecrübesiz, ihtiyattan mahrum ve haris bir kişi olan Mervan'ın Hz. Osman'ın kâtibi olarak tayin edilmesi ve onun da halifeyi zor duruma sokacak davranışlar sergilemesi Medinelileri yönetimden soğutmuştur. Bundan başka halifenin hoşgörüsünü ve akrabasına meylini istismar eden Benî Ümeyye mensupları aşırı güvenin verdiği cesaretle toplum içinde uygunsuz hareketler yapmaya başlamışlardır. Mesela yönetim hakkındaki şikâyetleri halifeye iletmek için Hz. Osman'a giden Ammar b. Yasir’i feci  bir şekilde dövmüşlerdir.24 Bir taraftan Ümeyyelilere bolca ihsanlar verilip devlet imkânları tahsis edilirken, diğer taraftan ise ashâb ileri gelenlerinden Abdullah b. Mes‘ûd'un Kur'an'ın çoğaltılması hususunda halife ile anlaşmazlığa düşmesi sebebiyle maaşının kesilmesi ve Hz. Peygamber'in (sav) hanımı Hz. Aişe'nin tahsisatının azaltılması ashâbı ziyadesiyle rencide etmiştir.25 İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Osman dönemi hadiseleriyle ilgili olarak bazı sahâbîlerin rolleri yukarıdaki şekilde ortaya konulurken26, Kâdı Ebû Bekir İbn Arabî (543/1148) ve İbn Teymiyye (728/1328) gibi müellifler adı geçen şahıslarla ilgili rivayetlerin doğru olmadığını, bunların tamamen sonradan siyasî amaçlarla uydurulan ve geçersiz rivayetler olduklarını dile getirmişlerdir. Meselâ İbn Arabî, “el-Avâsım mine’l-Kavâsım” isimli eserinde Hz. Osman hakkında ileri süren tenkitleri tek tek sıralayarak bunların tamamının geçersiz olduğunu isbata çalışmıştır.27 Aynı anlayış daha geniş ve teferruatlı bir şekilde İbn Teymiyye tarafından da takip edilmiş, müellif bu konudaki bilgileri Şia ve Kaderiyye’nin kelâmî görüşlerine red sadedinde dile getirmiştir.28 Bütün bu ve benzeri sebeplerden dolayı Medine'de idareden memnun olmayan bir topluluk oluşmaya başlamıştır. O kadar ki, Hz. Osman'ın halife seçilmesinde en büyük rolü oynayan Abdurrahman b. Avf dahi gerçekleştirilen icraattan duyduğu rahatsızlık nedeniyle Hz. Ali'ye gelerek, "Sen kılıcın al, ben de alırım" diyerek, meselenin halli için halifeye karşı silahlı mücadele teklifinde bulunmuştur. Ayrıca Ümeyye ailesinin baskısına maruz kalan Ammar b. Yasir, Hz. Osman tarafından Mısır valiliğinden alınan Amr b. el-Âs, Hz. Peygamber'in (sav) eşi Hz. Aişe Hz. Osman'ın İbn Kuteybe, el-İmâme,  İlk tarihçilerin fitne dönemi hakkındaki rivayetleri ve değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için bk Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri 165 uygulamalarından memnun olmayan Hz. Talha ile Hz. Zübeyr, Muhammed Ebî Bekir ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe gibi şahıslar Medine'deki muhalefetin öncüleri konumuna gelmişlerdir.31 Bununla birlikte Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Ammar gibi şahısların tenkitleri yıkıcı mahiyette değildi. Onlar, sadece yapılan yanlış uygulamaları dile getiriyorlardı. Ancak Amr b. el-Âs gizlice32, Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe halkı açıkça idare aleyhine tahrik etmişlerdir.33 Hz. Osman döneminde meydana gelen karışıkların önemli sebeplerinden birisi de Hz. Peygamber'in (sav) büyük ölçüde etkisiz hale getirdiği ve Hz. Ömer'in tekrar canlanmasından endişe ettiği ve aldığı hususi tedbirlerle etkisini azaltmaya çalıştığı asabiyetin yeniden faaliyete geçmesidir. Asabiyet her şeyden önce Kureyş kabilesi içinde Emevî-Hâşimî rekabetini yeniden canlandırmıştır. Hz. Peygamber’in (sav) kabileler üstü konumu sebebiyle, cahiliye dönemine kadar uzanan bu mücadele büyük oranda gündemden çıkmıştı. Hz. Peygamber’den (sav) sonraki halifelerin Teym ve Adî soylarına mensup olmaları sebebiyle Ümeyye ve Hâşimîler iktidardan uzak kaldıkları ve muhalefete düştükleri için, bu iki kabile arasında iktidar mücadelesi görünür hale gelememiştir. Ancak Hz. Osman’ın halife olması ve Emevîler adına siyasî kararlar alması, rakipleri Hâşimîler’i tabiî olarak muhalefete sevketmiş, idareden şu veya bu sebeple memnun olmayanlar da Emevîler’e karşı muhalefet bloğu olarak gördükleri Hâşimîler’in yanında toplanmışlardır.34 Sonuçta Müslümanlar Emevî ve Hâşimî taraftarları şeklinde bölünmüş, iki sülale arasında geçmişe dayanan siyasî rekabet, alanını genişleterek bütün toplumu etkiler hale gelmiştir. 
Hz. Osman’ın şahsî zafiyeti sadece Kureyş içinde Emevî-Hâşimî şeklindeki bir siyasî hizipleşmeye sebep olmakla kalmamış, bundan cesaret alan diğer Arap kabileleri de idareye karşı birleşmeye, kabile asabiyetlerini açığa vurmaya ve hilâfetin genelde Kureyş’in, özelde de Ümeyyeoğulları’nın tekelinde olmasına muhalefet etmeye başlamışlardır. Bu sebepledir ki, o dönemde yeniden canlanan Emevî-Hâşimî asabiyeti mücadelesine Kureyşli ve Kureyşli olmayan Araplar şeklindeki yeni bir politik rekabet de eklenmiştir. Kureyş’e mensup olmayan Bekr, Abdülkays, Rebîa, Ezd, Kinde, Temîm, Kudaa gibi Arap kabileleri İslâm’a daha sonra katılmış olmalarına rağmen İslâmî fetihlere büyük katkı sağlamışlardı. Fetihlerde komutanlık, eyaletlerde de idarecilik mevkilerini hep Mekkeliler’in işgal etmesinden rahatsızlık duyan bu kabileler, yönetimde de artık kendilerinin söz sahibi olmalarının zamanının geldiğini dile getirmeye, bu tür taleplerine cevap vermeyen idareyi açıkça tenkit etmeye başlamışlardır. 
Abdullah İbn Sebe de, Hz. Osman’ın hilafeti döneminde ortaya çıkan karışıklıkların sorumlularından birisi olarak kabul edilir. O kadar ki, Taberî'nin ravilerinden Seyf b. Ömer hadiselerin tek müsebbibinin İbn Sebe olduğuna iddia eder. 
Ona göre, İslâm beldelerine fitne ve karışıklıkları organize eden bu kişi, San'alı bir Yahudi olup annesinin zenci olmasından dolayı Abdullah b. Sevdâ olarak tesmiye edilmiştir. İbn Sebe, Hicaz, Basra, Kûfe, Mısır ve Şam diyarlarını dolaşarak buralardaki insanları fitneye sürüklemeye çalışmış, onlara Hz. İsa'nın geri geleceğine inanmalarına rağmen neden Hz. Peygamber'in (sav) döneceğine inanmadıklarını sormuş, her peygamberin bir vasisi bulunduğu gibi Hz. Peygamber'in (sav) vasisinin de Hz. Ali olduğunu iddia ederek, Hz. Osman'ın, Hz. Ali'nin hakkı olan halifeliği haksız yere ele geçirdiği ve bu nedenle Hz. Osman'ın hilâfetten indirilip yerine Hz. Ali'nin getirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu faaliyetleriyle o, Hz. Ali'nin mevkiini yükseltmek, halife Hz. Osman'ı yermek ve gâsıp ilân etmek suretiyle bu iki şahsı ve aynı zamanda da eskiden beri rekabet içinde olan Benî Haşim ile Benî Ümeyye'yi birbirine düşürmek istemiştir. 
Hz. Ali'yi Rasulüllah'a (sav) vasi ve varis kabul etmesi sebebiyle Abdullah b. Sebe, muhalifleri tarafından Şia'nın kurucusu olarak kabul Câbirî, Muhammed Âbid, İslâm’da Siyasal Akıl, 
(çev. Vecdi Akyüz),
Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri edilmiştir. Seyf'ten gelen rivayet kabul edilip karışıklıkların tüm sorumluluğu Abdullah b. Sebe'ye yüklenirse, bu durumda olaylara iştirak eden bütün Müslümanları bir bozguncunun sözüne aldanarak onun peşinden koşan basiretsiz topluluklar olarak kabul etmek gerekir ki, bu ashâba bir haksızlık, hatta iftira olur. Üstelik, İbn Sebe hakkındaki bilgilerin yegâne kaynağının Seyf b. Ömer olması42, onun da rical kitaplarında "zayıftır", "kendisinden hayır yoktur", "metruktur", "zındıklıkla itham edilmiştir", "uydurduğu hadisleri güvenilir kişilere atfederek rivayet etmektedir", "rivayetleri boştur" gibi olumsuz ifadelerle tanımlanması, Seyf’in şahsının ve rivayetlerinin güvenilirliği hakkında derin şüpheler ortaya çıkarmaktadır. İbn Sebe ile ilgili olarak İbn Sa‘d (230/845), Belâzurî (279/893), el-Minkarî (212/827) gibi ilk dönem tarih kaynaklarında da herhangi bir bilgi yer almamaktadır.44 Belki iyimser bir ifade ile, Seyf’in bütün sorumluluğu İbn Sebe'ye yükleyerek, olaylarda rol oynayan Müslümanları hadiselerin sorumluluğundan kurtarmak istediği söylenebilir. Daha sonraki Müslüman tarihçilerin bir kısmı da muhtemelen bu sebeple Seyf’in rivayetlerine çok itibar etmişler, hatta gerek Seyf’in güvenilir bir ravi olduğu hususunu, gerekse onun İbn Sebe hakkında aktardığı bilgilerin gerçekliği konusunu deliller sunmaya çalışmışlardır. 
Tâhâ Hüseyn, tarihçilerin, Hz. Osman döneminde meydana gelen fitne olaylarında, ardından Hz. Ali’nin, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe ile mücadelesinde İbn Sevdâ’dan ve Sebeîlerin faaliyetlerini çokça zikrettiklerini, ancak aynı tarihçilerin yukarıdaki hadiselerden daha derin tesirleri olan Sıffin savaşını naklederken Sebeîyye’den bahsetmeyi unuttuklarını Hatta İbn Sebe meselesinin Sünni Müslümanların icat ettikleri destandan başka bir şey olmadığı dile getirilmektedir. veya bunu ihmal ettiklerini dile getirir.46 Ona göre Seyf b. Ömer, gerek Hz. Osman döneminde, gerekse onun öldürülmesinden sonra gerçekleşen Cemel savaşında sahabe önderlerinin isimlerinin geçmesi sebebiyle onları buradaki sorumluluktan kurtarmak amacıyla hadiselerin tek müsebbibi olarak İbn Sebe’yi ve taraftarlarını göstermek istemiştir. Sıffin savaşında ise Şam tarafı ve Muaviye rahatlıkla suçlanabileceği için İbn Sebe ve onun gibi muhayyel suçlulara ihtiyaç duyulmamıştır. Eğer İbn Sebe meselesi doğru ve gerçek tarihe dayanmış olsaydı, bu fırkanın Sıffin’de meydana gelen karışık ve çetrefilli savaşta ve Hz. Ali ashâbının tahkim meselesindeki ihtilâfında, sulhtan yüz çeviren, tahkim anlaşmasına iştirak edenleri kafirlikle suçlayan Haricî grubunun meydana çıkışında Sebeîyye’nin bir parmağının ve bir tuzağının bulunması gerekirdi. 
Fakat Haricîlik meselesinde de İbn Sebe’den bahsedilmemiştir. 
Müellif, İbn Sebe’nin Seyf b. Ömer ve halefleri tarafından Hz. Osman dönemi ve sonrasındaki hadiselerde başrol oyuncusu olarak gösterilmesini ve bunun gerekçelerini şu şekilde açıklar: “Ben bu hususu tek bir şekilde izah edebilirim; o da İbn Sebe’nin sadece bir vehimden ibaret olmasıdır. Velev ki, böyle bir kişi bilfiil var idiyse de İbn Sebe tarihçilerin, o Hz. Osman döneminde ve Hz. Ali’nin halîfeliğinin ilk yıllarında faaliyetlerini tasvir ettikleri gibi bir öneme sahip değildir. Ancak İbn Sebe, Şia muhaliflerinin, Haricîler hakkında yapmadıkları bir şekilde, özellikle Şia fırkası için sonradan ihtiyaç halinde kullanılmak üzere uydurup sakladıkları bir kişidir. Haricîler cemaatten değildiler ve onların hilâfeti veya iktidarı isteme gibi bir niyetleri de yoktu. Onlar, her halîfeye karşı ayaklanan, her idareciye isyan eden, fırsat buldukça da iktidarlara savaş açan bir topluluktular. Üstelik onlar-bilhassa Benî Ümeyye iktidarı yıkıldıktan sonra- büyük önemi haiz ve hayatiyetini devam ettiren bir fırka olmamışlardır. 
Çünkü Abbasî devletinin başlangıç yıllarında onların güçleri zayıflamış, keskinlikleri körelmiş ve Haricîlik geride sadece mütekellimin arasında bilinen ve ilmî hayatta farklı tavırlar kazanan bir mezhep olarak kalmıştır. O zaman diyebiliriz ki; Haricîler günümüze kadar Müslümanları yöneten halîfe ve meliklerle mücadele eden Şia fırkasında olduğu gibi, insanları kendilerinden uzaklaştıracak, takva ve vera sahiplerini onlardan soğutacak zorlayıcı ve şiddetli bir mücadele için kendilerine düşman olunması gereken bir hizip olmamışlardır”.48 Özetle Tâhâ Hüseyn, tarihçilerin Sıffin savaşında Sebeiyye ve İbn Sebe’nin adını anmamalarından yola çıkarak, Sebeîler ve onların reisi İbn Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ (Ali ve Benûhu)
Hz. Osman'ın Dönemindeki Siyasî Problemler ve Sebepleri 169 Sebe konusunun çok zorlama ve uydurma bir mesele olduğunu ve bu tür bilgilerin Şia ile diğer İslâmî fırkalar arasında daha sonraları meydana gelen mücadeleler sırasında sonradan uydurulduğunu iddia eder. Ona göre hasımları Şia’ya derin tuzaklar kurmak, onları daha fazla yıpratabilmek ve meşruiyetlerini problemli göstermek için bu mezhebin aslına Yahudi bir unsur katmak istemişlerdir. Bütün bu değerlendirmelerle birlikte, mevcudiyeti tartışmalı da olsa İbn Sebe'nin bu dönemde hoşnutsuzlukları ve gayrı memnunları fitneye dönüştürecek gizli çalışmalarından bahsedilebilir.
Neticede sosyal bünyedeki yaraları ve şikâyetleri gören İbn Sebe ve İbn Sebeler, insanları devlet ile halife aleyhine kışkırtmışlar ve onları isyana sürüklemişlerdir. 
Netice olarak ifade etmek gerekirse; klâsik İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Osman döneminde meydana gelen dahilî karışıklıkların genelde halife ve onun idarecilerinin şahsî kusurları ile belli oranda İbn Sebe’nin faaliyetlerinden kaynaklandığını ileri sürülür. Nitekim biz de bu çerçevede yukarıdan beri Hz. Osman'ın ve onun idarecilerinin halkta rahatsızlığa sebep olan uygulamalarından bahsettik. Ancak görülen olayları bir sebep veya bir/birkaç şahsın sorumluluğuyla açıklamak mümkün değildir. Dahilî karışıklıklar o dönemdeki, dinî siyasî, ictimaî ve iktisadî değişimlerin bir sonucu olarak kabul etmek gerekir. Her şeyden önce bu süreçte askerî faaliyetler tamamlanmış, devlet ulaşabileceği en uzak sınırlara dayanmış, doğuda İran'ın düşman halkı ve yüksek yaylası, kuzeyde Anadolu ve batıda Akdeniz, devletin en tabii sınırlarını oluşturmuşlardı. Fetihlerin durmasıyla birlikte insanlar olayları düşünme ve değerlendirme imkânı bulmuşlar, bunun sonucunda da, onlardan bir kısmı çeşitli nedenlerle farklı şekillerde yönetim aleyhine faaliyetlere girişmeye başlamışlardır. 
Ayrıca Hz. Peygamber'in (sav) ahlâkî terbiyesi altında yetişmiş olan sahâbenin sayısının gün geçtikçe azalması ve bu terbiyeden mahrum kalan insanların cemiyette ekseriyete sahip hale gelmeleri de karışıklıklarda etkin bir şekilde rol oynamıştır. Ayrıca İslâm fetihlerinin genişlemesiyle birlikte Müslümanlara boyun eğen ve zimmî duruma düşen, ancak içten içe de Müslümanlara düşmanlık besleyen Hristiyan zümre, Hz. Ömer tarafından tarih sahnesinden silinen Sasani İmparatorluğu'nun tebeası olan İranlılar ve nihayet Hz. Peygamber'in (sav) 622'de Mekke’den Medine'ye hicretinden itibaren sürekli olarak Müslümanlara karşı düşmanca duygular besleyen Yahudiler, Hz. Osman zamanındaki fitne hareketlerinin tabii destekçileri olmuşlar, teşekkül ettirdikleri gizli örgütlerle muhalifleri sürekli olarak devlet idaresine karşı ateşlemişlerdir. Bütün bu ve benzeri faaliyetler toplamı, Hz. Osman döneminde Müslümanları büyük dahilî problemlerle karşı karşıya getirmiştir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...