Dini Kime Soracağımızı Bilelim
Yazar: Ömer SEYHAN
Çare aramaktır, fayda ummaktır, ihtiyacı gidermektir, bilmek ve öğrenmek istemektir sormak… Bundandır, “Her şeyin bir anahtarı vardır. İlmin anahtarı ise soru sormaktır.” Denilmesi.
Evet, soran yanılmaz lakin her ne hususta olursa olsun ehline sorduğu müddetçe. Günümüz şartlarında ehline ulaşmak zor değildir; sadece samimiyet ve biraz gayret gerektirir. Bu yola meyletmediğimizde ise zekâsı ve dünyevi tahsiliyle, hoşa giden duruşu ve nasihatiyle vs. yani başımızda olup, göz dolduran nicesine dinden sual ederiz “Ben bilmiyorum” diyeni bulmak zor olduğundan mutlaka bir cevap verilir sualimize. Ve her haliyle dini bir hüküm içerdiğinden bu bir fetvadır; Kur’an-ı Kerim’e, sünnet-i seniyyeye, icma ve kıyas’a isabet edip etmediği belli olmayan.
Her Mecliste Fetva Kürsüsü Kurmak
Rivayet edildiğine göre; Süfyan es-Sevri (Kaddesallahu Sirruhu) Askalan şehrine gelir ve orada üç gün ikamet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmi bir mesele hakkında soru sormaz.
Süfyan es-Sevri buna çok üzülür ve “Bana ücreti karşılığında binek verin de bu beldeden hemen gideyim. Çünkü bu beldede ilim ölmüş” der.
(Gazali, İhyau Ulumi’d-din, 1,18)
Asırlar öncesinden gelen bu rivayetin günümüzdeki yansıması çoğunlukla, “İnandım, bundan fazlası bana lazım değil” düşüncesiyle karşımıza çıkmakta. Hâlbuki “İlim öğrenmek her Müslüman üzerine farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) hadis-i şerifi mucibince, müminin kendisine yetecek derecede ilim öğrenmesi temel vazifesidir. İlmin bu kadarından istifade etmemek ne derece yanlış bir tutum ise her ortam ve şartta önüne geleni soru yağmuruna tutup fetva istemek de dinde hassasiyet sahibi olduğumuz göstermez. Olsa olsa ihtiyatsızlığımızın, kolaycılığımızın emaresidir. Alelade fetva isteyenin çok olduğu yerde, iman etmiş olmamızın, din hakkında gelişi güzel hükümler vermemize yeteceği zannıyla, fetva verenimiz de olur.
Bu yerleşik anlayışımıza her meclis kendiliğinden fetva kürsüsünün kurulduğu birer mahal haline dönüşüyor. Sosyal ve siyasi olaylarla ilgili düşüncelerimizi dahi dinden kendimizce referanslar bularak onaylatmaya çabalıyor, birbirimizle bu yolla rekabet ediyoruz. Kendimizi fetva makamına öylesine layık görüyoruz ki örneğin bir arkadaşımıza, kocasının sarf ettiği olumsuz bir sözü işitince, önünü ardını düşünmeden “Nikâhınız düştü, seni boşadı” diyebiliyoruz. Böylece dert dinlerken ayrı bir derde sebep olabileceğimizi hesaba katmıyoruz.
Dini ilimlerden bir cüz öğrenmek maksadıyla oluşturulan bazı meclisler de benzer hatalardan beri olmuyor maalesef. “Nasılsa burada dinden bahsediliyor, bir müşkilimi sormamda veya sorulana cevap vermemde bir beis olmaz” vehmine kapılabiliyoruz. Bu vehimle ilminin ne düzeyde olduğunu kestiremeyeceğimiz kişilerin kurduğu tefsir veya hadis halkalarına katılmayı, ilim öğrenmek zannediyor; yapılan ayet tefsirlerinin ve hadis-i şerif şerhlerinin ne derece Allah ve Resul’ünün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) muradına uyduğunun muhakemesini yapmıyoruz.
Bireysel teşebbüslerle oluşturulan din eksenli bir tür toplantılarla sınırlı kalmıyor kurulan fetva kürsüleri. Dinden söz ediliyor olmasının rehavetiyle bazı vakıf ve derneklerin vakarlı, ciddi, sistemli sohbet meclisleri de benzer uygulamalara sahne olabiliyor. Her ne kadar sohbet edenler “Biz fetva veremeyiz” diyerek ilgili yerlere ve kaynaklara yönlendirme yapsalar da ya bilgiye olan açlıktan ya da kolaya kaçmaktan “peşinen cevap” isteyenlerle karşılaşmak mümkün. İşte bu nedenle her iki tarafın dikkat etmesi gereken hususlar mevcut.
Sohbet eden kişi her halükarda “Cevap veremediğim takdirde bir şey bilmiyor denmesi nefsime ağır gelmemeli. Nefsimle değil hazırladığım sohbetle mükellefim” düşüncesiyle kendini ikna etmeli.
Benzer şekilde sohbet dinleyen de nefsine dönüp: “Bu sorduğum sıradan bir soru değil, dünyamı ve ahiretimi ilgilendiren bir sorudur. Niyetim hakikati öğrenmek ise sual ettiğim kişi doğru insan mıdır?” şeklinde maksadını evvela kendinden sual etmeli değil midir?
Kimdir Fetvaya Ehliyetli?
Öğrenmek bilmek için birkaç kitap karıştırmanın, TV ekranlarında boy gösteren kişileri dinlemenin yeterli olduğunu zannedip dini sıradan muhabbetlerimizin vazgeçilmezi yaptık. Böylece “Tavuktan kurban olur, kadınlar özel hallerinde namaz kılabilir, oruç tutabilir.”! şeklinde fetva veren, “hoca!” vasıflı kişiler gönüllerimizi çeldi. İlgili hükümlerin hakikatini öğrendik mi? Hayır. Aksine “Kimin söylediğine inanacağım, birinin sevap dediğine diğeri günah diyor?” şeklinde cümleler kurar olduk. Nasıl ki din hususunda sorulan sorular, sıradan sorular değilse bu cümleler de öyle basite alınacak türden değil. Zira kalbin düştüğü ikilik şüphenin göstergesidir, lakin din şüphe götürmez.
Gönüllerimizin bulanmasına engel olmak için ilmin bilmekle yükümlü olduğumuz kadarını bir hocadan talim edebileceğimiz gibi, muteber kitaplardan da okuyabiliriz. Bununla birlikte “Musibetlerin en büyüğü sayfaları hoca edinmektir.“ fetvasınca daha incelikli, karmaşık, ihtilaflı mevzuları da kitaplardan öğrenebilirim yanılgısına düşmemeliyiz. Bu noktada dini ilimlere vakıf, ehliyetli şahıslara yönelmek gerekir. Aynı zamanda fetva istenecek kişinin bilgi ve itikat ekseninin Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat çizgisinde olması, fetvasını vahiyden bağımsız akılla, dinin kabul etmediği gelenek ve kültürle, herhangi bir ideolojiyle harmanlamaktan uzak durması son derece mühim. Yine taşınması gereken başka bir vasıf, takva sahibi, mütevazı olunmasıdır. Öyle ki bir takva ehli, fetva vermeden tıpkı İmam Gazali’nin (Rahmetullahi Aleyh) bize belirttiği gibi olmalıdır.
Diyor ki İmam Gazali:
“Âlimlerde aranan diğer hususiyetlerden biri de sorulduğunda fetva vermekte acele etmemek, ağırdan almak ve kurtuluş yolunu aramak için çekingen davranmaktır. Eğer sorulan her suali, Kur’an’ın veya hadisin sarahatinden, icmadan veya kıyastan biliyorsa cevabını verir, yok eğer şüphe ettiği bir şeyden sorulmuşsa: “Bilmem” der.
Eğer kendi içtihadı ve tahmini ile zannettiği bir şeyden soruluyorsa ihtiyati tedbir olarak, varsa daha iyi bilene havale eder. Akıllılık, bu anlattığımızdır. Çünkü içtihat tehlikesini yüklenmek büyük iştir. Haber de şöyle denilmiştir: “İlim üçtür: Konuşan kitap, yerleşen sünnet, üçüncüsü de “Bilmem” demektir.”
(Gazali, İhyau Ulumi’d-din, 1,106)
Şu halde her önümüze gelene dinden sormadığımızda; soru sorduğumuz, fetva istediğimiz kişinin ilmi ve takvayı kuşanmış olmasına özen gösterdiğimizde
İbrahim b. Ethem’in (Kaddesallahu Sirruhu):
“Dünyayı yamamak için parçalarız dini biz Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz.”
Sözündeki aczi yete düşmemiş oluruz.