KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ
Mehmet ÜMİT *
Özet
Kur’an’da tahrif (distortion) iddiaları, III./IX. asırda özellikle bu asrın ikinci yarısında yoğunlaşmıştır.
Bu dönem, imam olacak kimsenin nassta açıkça belirtilmesi anlayışı ve bunu temellendirme tartışmalarının yoğunlaştığı, İmâmiyye’nin onbirinci imamı Hasanu’l-Askerî (260/874)’nin vefat edip,
Şîa’nın adeta bir şaşkınlık ve arayış içinde olduğu zamanla da çakışır. Bu dönemde genelde Şîa
tarafından öne sürülen Kur’an’da tahrif iddialarına yine Şîa’nın bir alt grubu sayılan Zeydîlerden
eleştiriler gelmiştir. Bu çerçevede Kâsım Ressî (246/860), Kur’an’da Allah’ın kullarına itaati emrettiği ayetlerden bazılarını zikredip, bu ayetlerin mantıki sonucu olarak Kur’an’da bir eksikliğin mümkün
olmadığını ispata girişir. Zira Allah’a hakkıyla itaat edebilmek için Kur’an’daki emir ve yasaklardan
herhangi birinin eksik olmaması gerekir. Ona göre tahrif iddiasını salih bir kimseye isnat etmenin de
bir anlamı yoktur. Çünkü Hz. Muhammed vefat ettiğinde sahabeden Kur’an’ı yazı ve kıraat olarak
pek çok kimse bilmekteydi. Daha sonra Kâsım, Hasan oğullarından birinin yanında Ali b. Ebî Tâlib, Selman ve Mikdat’ın el yazısıyla yazılmış bir mushaf gördüğünü ve onun mevcut Kur’an’ın aynısı olduğunu kaydeder. Konuyu daha sistematik ve ayrıntılı bir şekilde ele alan Hâdî ile’l-Hakk
(298/910), Kâsım Ressî’den farklı olarak Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğu kabul edildiği taktirde
ortaya çıkacak sonuçlardan bahseder. Ayrıca sekaleyn hadisini delil göstererek Kur’an’da bir tahrif olmasının mümkün olmadığını ifade eder.
Anahtar kelimeler: Kur’an, Tahrif, Kâsım Ressî, Hâdî ile’l-Hakk, Şîa.
Abstract
Zaydite Response to the Claims of Distortion in the Qur’an
The claims of distortion in the Qur’an increased especially in the second half of the 3rd/9th century.
In this era, attempts to justify the thought that the person who would be the Imâm should be
determined exactly by the nass, also increased, and also Hasan al-Asqari (260/874), the eleventh
imam of the imâmate, died so the imâmate were in search of a new imâm. The claims of distortion
in the Qur’an which were especially asserted by Shî’a were criticized by Zaydiyya which was considered as a subset of Shî’a. In this context, al-Qâsim al-Rassi (246/860), attempted to prove the
integrity of the Qur’an by citing some verses of the Qur’an in which Allah ordered obedience to his
creatures. According to al-Qâsim al-Rassi those verses indicates logically to the integrity of the
Qur’an, because in order to act totally in obedience to Allah, there should be no deficiency in
Qur’anic commands, prohibitions and permissions. In his view, to ascribe the distortion of the
Qur’an to a follower of the prophet is also not acceptable, because while the prophet Muhammad
died there were a lot of believers who memorised the whole Qur’an or copied it by writing. Al-Rassi
also stated that he himself saw in the hand of a man, who belongs to sons of Hasan, a copy of the
Qur’an that was written by the handwriting of Ali bin Abû Tâlib, Salmân and al-Mikdâd, and he
declared that it was the same as the actual copy of the Qur’an. al-Hâdî ila al-Haq (298/910), who
took the subject more systematically and more detailed, mentioned consequences when it is accepted some parts of the Qur’anic text were lost, as a difference from al-Rassi. Hâdî ila al-Haq, by
citing the thaqalayn Hadith (Hadith of the two precious things) as an evidence, also declared it is
impossible that there was a distortion in the Qur’anic text.
Key words: Qur’an, distortion, al-Qâsim al-Rassi, Hâdî ila al-Haq, Shî’a.
* Dr., Öğretim Görevlisi. Hitit Ü. İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
66
1. Giriş
Kur’an’a yönelik eksiklik, fazlalık, anlamı çarpıtma ve benzeri iddialara “tahrif” denilir. Kavram olarak tahrif, bir yazıyı, bir metni aslî manasını değiştirecek
şekilde bozma, yazılı metnin doğrudan doğruya değiştirilmesi, aslında doğru
olan metinlerin okunurken keyfi olarak tağyiri, metinden bazı kısımların çıkarılması veya metne ilaveler yapılması, ya da aslî metni yanlış tefsir etme gibi
muhtelif anlamlara gelir.1 Râgıb el-İsfehânî, bu kavramı, anlamın çarpıtılması
olarak şöyle yorumlamıştır: “Sözü tahrif etmek, iki yöne hamledilmesi muhtemel bir kelimeyi bir tek anlamla sınırlandırmaktır”.2 Tahrif terimi, doğrudan
olmasa bile farklı varyantlarıyla Kur’an’da da yer almaktadır. Bu çalışmamızda,
daha çok Kur’an’a ilişkin öne sürülen eksiklik ve fazlalık iddialarını ifade etmek için kullanılmıştır.
Tahrif kelimesinin anlamını bu şekilde izah ettikten sonra, asıl konumuz
olan Kur’an’ın tahrifi iddialarına gelelim. Bu kavramın, Hz. Peygamber’in vefatından belli bir süre sonra ortaya çıkan siyasi mücadelelerde, tarafların kendi
düşüncelerini meşrulaştırmak amacıyla gündeme getirilmeye başladığını görüyoruz. Bu dönemde, Kur’an’da eksiklik-fazlalık, metnin anlamını çarpıtma ve
benzeri tartışmalar bağlamında kullanılmıştır. Bu çerçevede sahabe döneminde
Kur’an’ın mushaf haline getirilmesi ve Kur’an nüshaları arasındaki farklılıklara
ilişkin tartışmalara girmeyeceğiz.3 Biz çalışmamızda daha çok, Kur’an metninden bazı kısımların çıkarılması veya ilaveler yapılması anlamındaki tahrif iddialarına yönelik III./IX. asır Zeydî âlimleri tarafından yapılan eleştirileri inceleyeceğiz.
Söz konusu eleştirilere geçmeden önce Kur’an’da eksiklik veya fazlalık
olduğuna dair iddialardan bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu çerçevede Hasan
b. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin, muhtemelen 75-80/694-699 yılları arasında
yazdığı Kitâbu’l-ircâ adlı eserinde Kur’an’ın tahrifiyle ilgili iddiaların Sebeiyye
tarafından öne sürüldüğü kaydedilir. Burada Sebeiyye’nin,4 Allah’ın nebisinin
Kur’an’dan onda dokuzunu gizlediğini iddia ettiği aktarılır.5
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’da tahrif iddiaları II./VIII. asrın
ortalarına kadar Sebeîyye başta olmak üzere Gulât Şiîler tarafından öne sürül-
1 F. Buhl, “Tahrif”, İA, MEB Yay. , İstanbul 1979, c. IX, s. 667.
2 Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, Kahraman Yay. , İstanbul 1986, 164.
3 Bu konuda bkz. F. Buhl, “Kur’an”, İA, MEB, İstanbul 1977, c. VI, ss. 1003-1005.
4 Sebeiyye ve tarihi gerçekliği ile ilgili olarak bkz. Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe
Meselesi, Araştırma Yay. , Ankara 2005, ss. 23-141.
5 Sönmez Kutlu, “İlk Mürciî Metinler ve Kitâbu’l-İrcâ”, AÜİFD, Ankara 1998, c. XXXVII, ss.
327-328.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
67
mekteydi. Ancak bu iddiaların, hicrî ikinci asrın ikinci yarısından itibaren
nassla imamet anlayışının gündeme gelmesiyle birlikte Şiî grupların çoğunluğu
tarafından benimsenmeye başladığı anlaşılmaktadır. Şîa’nın ileri gelenleri, gerek halife meclislerinde, gerekse başka mahfillerde muhalifleriyle girdikleri
tartışmalarda bu tür iddiaları rahatlıkla öne sürmekteydiler. Gelişen süreç içerisinde bu tür tartışmalarla ilgili pek çok rivayet gündeme gelmiş ve bunlar
III/IX. asırdan itibaren Şiî hadis literatüründe yer almaya başlamışlardır. Bu
konuda Ca’fer Sâdık ve oğlu Musa b. Ca’fer’in ashabından olan Ebû Ca’fer elAhvel Muhammed b. Ali b. Nu’man, Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi kendinden
sonra imam olacak şahıs olarak açıkça belirttiğini savunur. İbn Hazm, onun
Kitâbu’l-imâme adlı eserinde Ebû Bekir’in üstünlüğüne delil olarak kullanılan
Tevbe 9/40. ayetteki “...Mağarada iki kişiden birisi iken arkadaşına ‘üzülme Allah
bizimle beraberdir’ diyordu...” kısmını Allah’ın kesinlikle söylemediğini ileri sürdüğünü nakleder.6
Rafızî-Şiî hadisçi Muhammed b. el-Hasan es-Saffâr (290/903), Besâiru’dderecât adlı eserinde Hz. Peygambere inzal edilen Kur’an’ın, Hz Ali ve ondan
sonra gelen imamlar dışında sadece kendisinde bulunduğunu öne süren kimsenin yalancı olduğunu ifade eder.7 Diğer bir Şiî rivayette Sâlim b. Ebî Seleme,
Ebû Abdullah Cafer Sâdık’ın yanındaki birinden “insanların elindeki Kur’an’da
bulunmayan metinler” duyduğunu, bunun üzerine Ebû Abdullah’ın onu durdurup, bu Kur’an’ı bırakıp insanların elindeki Kur’an’ı okumasını istediği, sonra bir mushaf çıkarıp, onun Hz. Ali tarafından Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiği gibi yazılan mushaf olduğunu ve o günden sonra onu göremeyeceklerini söylediği ifade edilmektedir.8 Yine konuyla ilgili başka bir rivayette Câbir,
Ebû Ca’fer Muhammed Bâkır’ın şöyle dediğini nakleder: “Rasulullah Mina’da
ashabı çağırdı ve ey insanlar, ben size Allah’ın kutsal kıldığı emanetleri
(hurumâtillah), yani Allah’ın Kitabını, benim yakınlarımı ve Kâbe’yi, Beytü’lHaram’ı bırakıyorum” dedi. Devamında Ebû Ca’fer, onların Allah’ın kitabını
tahrif ettiklerini, Kâbe’yi yıktıklarını, Rasulullah’ın soyunu katlettiklerini ve
Allah’a verdikleri bütün ahidlerden uzaklaştıklarını belirtir.9 Hişam b. Sâlim,
6 Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm (ö. 456/1064), el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâ ve’n-nihal,
tahk.: Muhammed Rahim Nasr-Abdurrahman Umeyra, Beyrut ts., c. V, s. 39.
7 Muhammed b. el-Hasan es-Saffâr (ö. 290/903), Besâiru’d-derecâti’l-kübrâ fî fadâil-i Âli Muhammed, takd. tsh. el-Hac Mirza Muhsin Kûçebâğî, Kum-Tahran 1374, ss. 213-214.
8 Saffâr, age, 213; Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kub b. İshak el-Kuleynî (ö. 328-329/940-941),
Usûlü’l-kâfî, Farsça çev. ve şerh: Seyyid Cevad Mustafavî Horasânî, I-IV, Tahran, ts. , c. IV, ss.
443-444. Saffâr, sonraki sayfada da buna benzer rivayetler aktarır.
9 Saffâr, age, ss. 433-434. Aynı yerde Ebû Ca’fer’in Kitab’ın zail olmayacağını da ifade ettiği
nakledilir.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
68
Ebû Abdillah’tan naklederek Cebrail’in Hz. Muhammed’e getirdiği Kur’an’ın
on yedi bin ayet olduğunu ifade eder.10
Ali b. İbrahim el-Kummî (307/919), Tefsîr’inin girişinde Kur’an’da değişme
ve bozulma olduğundan bahsederek şöyle der: “Ebû Abdillah (Ca’fer Sâdık)
‘Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan,
Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz’11 ayetini okuyan bir kimseye ‘Emîrü’lMü’minîn’i ve Hüseyin b. Ali’yi öldürenler mi hayırlı ümmettir’ diye sormuş;
kendisine ey Allah’ın oğlu öyleyse bu ayet nasıl nâzil olmuştur diye sorulduğunda, ‘entüm hayra eimmetin uhricet li’n-nâsi’ (siz insanlar için çıkarılmış
hayırlı imamlarsınız) şeklinde nâzil oldu demiştir.” Ali b. İbrahim el-Kummî’ye
göre bu, Kur’an’da eksilme ve bozulma olduğunun en güzel örneğidir. Yine
ona göre Kur’an’dan bazı hususların çıkarılmış olduğuna Mâide 5/67 (Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et), buna açık bir delil teşkil eder. Zira
ayetteki (Ey Peygamber! Rabbinden sana Ali hakkında indirileni tebliğ et) ‘fî
Aliyyi’ (Ali hakkında), ibaresi çıkarılmıştır.12
Kummî, Ebû Abdillah Ca’fer Sâdık’ın yanında “ve’c’alnâ lil-müttakîne
imâma”13 ayeti okunduğunda “onlar, yüce Allah’tan kendilerini imamlar yapması gibi büyük bir şey istiyorlar” dedi. Ona bu nasıl olur denilince, Allah’ın
bu ayeti “ve’c’al lenâ mine’l-müttakîne imâma” “bizim için müttakîlerden önder yap” şeklinde nâzil ettiği cevabını verdiğini aktarır.14 Ca’fer b. Muhammed’in “en tekûne ümmetün hiye erbâ min ümmetin”15 (bir ümmetin diğerlerinden daha çok olmasından ötürü...) ayetini “en tekûne eimmetün hiye ezkâ min
eimmetiküm” (İmamların sizin imamlarınızdan daha zeki olmasından ötürü...)
şeklinde olduğunu, kendisine insanların bu ayeti “hiye erbâ min ümmetin”
şeklinde okuduklarını söylediklerinde yazılar olsun, “erbâ” nedir, dediğini ve
eliyle bu kelimenin çıkarılmasını işaret ettiğini nakleder.16 Kummî, Şuarâ 26/227
10 Kuleynî, Usûlü’l-kâfî, c. IV, s. 446. Kuleynî burada (ss. 440-446), tahrife ilişkin başka rivayetler
de aktarır. Ayrıca o, Hz. Ali ve Ebû Cafer’den, inzal edilen Kur’an’ın üç veya dört parçadan
meydana geldiğini, birinci parçanın kendileri, ikinci parçanın düşmanları, üçüncü parçanın
sünen ve emsal, dördüncü parçanın farzlar ve ahkam hakkında olduğunu nakleder. Bkz.
Kuleynî, age, c. IV, ss. 435-436.
11 Âl-i İmrân 3/110.
12 Ebu’l-Hasen Ali b. İbrahim b. Hâşim Kummî (ö. 307/919), Tefsîrü’l-Kummî, I-II, Müessese-i
Dâri’l-Kitâb, Kum 1404, c. I, s. 10; İhsan İlahi Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve Takiyye Anlayışı,
çev.: Sabri Hizmetli, Hasan Onat, Ankara 1984, s. 94.
13 Furkan 25/74. Tamamı aktarılmayan ayetin bu kısmının meali şöyledir: “...Bizi Allah’a karşı
gelmekten sakınanlara önder yap.”
14 Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. II, s. 117.
15 Nahl, 16/92.
16 Kummî, age, c. I, s. 389.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
69
ayetinin önce Hz. Muhammed’in Âl’inden ve hidayete ermiş taraftarlarından
bahsettiğini: “...Ancak inanıp yararlı işler işleyenler ve Allah’ı çok ananlar bunun dışındadır” daha sonra Âl-i Muhammed’in düşmanlarını ve onların haklarını yiyenleri “ve seya’lemu’l-lezîne zalemû Âl-e Muhammedin hakkahum eyye
munkalibin yenkalibûn” (Âl-i Muhammed’in haklarına zulmeden kimseler, nasıl
bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklar) şeklinde zikrettiğini ve bu ayetin böyle
nâzil olduğunu zikreder.17 Burada zikredilen ‘Âl-e Muhammedin hakkahum’
ibaresi Kur’an’da yoktur.
Kuleynî, Ebû Ca’fer Muhammed el-Bâkır’dan nakille, Cebrâil’in Nisâ 4/170
ayetini Hz. Muhammed’e “yâ eyyühe’n-nâsu kad câekumu’r-Resûlu bi’l-hakkı
min Rabbikum fî velâyeti Aliyyin. Fe âminû hayran lekum ve in tekfurû fe inne
lillâhi mâ fi’s-semavâti ve’l-ard.” “Ey insanlar, Peygamber, Rabbinizden Ali’nin
velayeti hakkında gerçekle geldi, inanın bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz,
bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır” şeklinde getirdiğini aktarır.18
Yine Ebû Ca’fer’den nakille Cebrâil’in İsra 17/89 ayetini Hz. Muhammed’e “fe
ebâ ekseru’n-nâsi bi-velâyeti Aliyyin illâ küfûrâ.” “İnsanların çoğu, Ali’nin velayetini inkar etmede direndiler” şeklinde nâzil olduğunu zikreder.19 Kur’an’da “bivelâyeti Aliyyin” ibaresi yoktur. Kuleynî Hz. Ali ve imamlarla ilgili kısımların
Kur’an’dan çıkarıldığına ilişkin daha pek çok örnek aktarır.20
Yukarıda örnekleri verilen Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğuna ilişkin iddialar III./IX. asrın sonlarına doğru yoğunlaşmıştır. Bu dönem, imam olacak kimsenin “nass yoluyla açıkça belirtilmesi” şeklinde ifade edilebilecek
İmâmîyye inancının teşekkülünün yaşandığı dönemdir. Söz konusu süreçte,
İmamiyye kimliğinin temayüz eden niteliği olan imamet nazariyesi tartışılmış,
21
Müslümanlar nezdinde en güçlü meşruiyet kaynağı olan Kur’an’dan ayetlerle
temellendirilmeye çalışılmış ve bu imâmet anlayışına eleştiriler yöneltilmiştir.22
17 Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. II, s. 125; Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve Takiyye Anlayışı, s. 104.
Kummî, En’am 6/93 ayetinde de benzer bir iddia öne sürer. Bkz. Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. I,
s. 211.
18 Kuleynî, Usûlu’l-kâfî, c. II, s. 295.
19 Aynı eser, c. II, s. 296.
20 Bu hususta bk. Kuleynî, age, c. II, ss. 279-314; c. IV, ss. 443-444. Kur’an metninin tahrif edildiğiyle ilgili rivayetler ve bunların değerlendirmesi için bkz. Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve
Takiyye Anlayışı, ss. 68-139; Şaban Karataş, Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Ekin Yay.,
İstanbul 1996, 116-154; Mehmet Atalan, “Şiî Kaynaklarda Ali b. Ebî Tâlib ve Fâtıma Mushafı”,
Dinî Araştırmalar, Ankara, Eylül-Aralık 2005, c. 8 sayı:23, ss. 93-107. Ayrıca Şîa’dan tahrifle ilgili rivayetleri aktaran yazarlar hakkında bkz. Karataş, age, ss. 158-173.
21 Bu dönemde imamette açık nass anlayışını öne sürenlerle ilgili olarak bkz. Mehmet Ümit, ŞiîMu’tezilî İmâmet Tartışmaları ve İskâfî’nin Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1996, ss.
25-38.
22 Bu konuda bazı Mu’tezilîler, açık nass anlayışını öne süren Şiî kelamcılara karşı çıkmışlardır.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
70
Kur’an’dan temellendirme yaparken istenilen deliller bulunamadığında
“Kur’an’ın elimizdeki Kur’an metninden çok daha fazla olduğu”, “onun çoğunun yok olduğu,”23 “Hz. Ali ve ondan sonra imam olacak şahıslarla ilgili kısımların ve Kureyş’ten pek çok kimsenin ismen kâfir olduğunun belirtildiği kısımların çıkartıldığına” ilişkin rivayetler aktarılmıştır.24 Dolayısıyla imameti temellendirebilmek uğruna Kur’an feda edilmiştir. Nitekim Kur’an’da tahrif iddialarının, amaçlanandan çok daha büyük sıkıntılara yol açacağı, çeşitli gruplarca
verilen sert tepkilerin de etkisiyle sonraki İmamî âlimlerin çoğunluğu tarafından anlaşılarak bu iddialar reddedilmiş ve Kur’an’ın elimizdeki Kur’an olduğu
ifade edilmiş,
25 hatta bazıları bu konuya ilişkin müstakil eserler kaleme almışlardır.26 İmamın nassta açıkça belirtilmesi gerektiği şeklinde formüle edebileceğimiz imamet nazariyelerini de, bir yandan elimizdeki Kur’an’ın bazı ayetlerini
te’vil yoluna giderek, diğer yandan da Kur’an dışında aklî ve ahbara dayalı
yollarla ispatlamaya çalışmışlardır.27
Farklı mezheplere mensup pek çok âlim, Kur’an’da tahrif olduğuna ilişkin
söz konusu iddiaları reddetmekle birlikte bu meseleye en fazla tepki gösteren
gruplardan biri de Zeydîler olmuştur. Bu çerçevede III./IX. asırda Kur’an’ın
eksikliğine ilişkin öne sürülen iddiaları değerlendirip, onlara cevap veren iki
Zeydî âlim öne çıkıyor: Kâsım b. İbrâhim er-Ressî (246/860) ve onun torunu,
Yemen Zeydî Devletini kuran Hâdî ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin (298/910).
Bu Zeydî yazarlardan Kâsım Ressî, konuyu genel olarak ve kısaca ele alırken,
torunu Hâdî ile’l-Hak ise ayrıntılı ve daha sistematik olarak incelemiştir. Bu da
bizde, onun döneminde Kur’an’da eksiklik iddialarının daha organize olmuş
gruplarca gündeme getirildiği ve çok daha ciddi boyutlara ulaşmış olduğu kanaatini uyandırmaktadır. Yine onun yaşadığı dönem, İmamîlerce Gaybet-i
Suğra dönemi (260-329/874-941) olarak adlandırılan dönemdir. Kur’an’da eksiklik iddiaları hususunda önce Kâsım Ressî’nin verdiği cevapları inceleyelim.
Bkz. Ümit, Şiî-Mu’tezilî İmâmet Tartışmaları ve İskâfî’nin Yeri, s. 48; Aydınlı, Mu’tezilî İmâmet
Düşüncesinde Farklılaşma Süreci, Araştırma Yay. , Ankara 2003, ss. 154-156. Ayrıca Zeydiyye
içinden de bu anlayışa eleştiriler gelmiştir.
23 Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, İlk Dönem İslam Mezhepleri Makâlâtu’l-İslamiyyîn ve İhtilafu’l-Musallîn,
çev.: Mehmet Dalkılıç, Ömer Aydın, İstanbul 2005, s. 72.
24 Kuleynî, Usûlü’l-kâfî, c. II, ss. 279-314, c. IV, ss. 440-446.
25 Şeyh Sadûk (ö. 381/991), Şeyh Müfîd (ö. 413/1022) ve Seyyid Murtazâ (ö. 436/1044), Kur’an’da
eksiklik iddialarını reddeden İmâmî alimlerden bazılarıdır. Bu konuda geniş bilgi için bkz.
Mazlum Uyar, İmâmiyye Şîası’nda Düşünce Ekolleri Ahbârîllik, Ayışığı Yay., İstanbul 2000, ss.
257-258; Karataş, Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, ss. 174-188.
26 Şiîler tarafından tahrif iddialarını reddetmek için yazılan eserlerle ilgili olarak bkz. ; Karataş,
Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, ss. 188-189.
27 Uyar, Ahbârîllik, ss. 256-257.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
71
2. Kâsım Ressî’nin Cevapları
Zeydiyye içinde, mezhep esaslarını ilk olarak sistematize eden, aklı öne çıkaran
ve Mu’tezile esaslarını -ayrıntılarda farklılık olsa da- ilk benimseyen kişi, Kâsım
b. İbrâhim b. İsmail b. Tabataba er-Ressî (169-246/785-860)’dir. O bu konuyu,
Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr28 ve oğlu Muhammed’in kendisine sorduğu sorulara
cevapları içeren Mesâilu’l-Kâsım29 adlı risalelerinde ele alır.
Kâsım Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr’de Kur’an’da bir eksilme ve kaybolmanın olmasının şu ayetlerle çelişeceğini ifade eder: “Allah bir kavmi doğru
yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça
onları saptıracak değildir. Allah her şeyi bilendir.”;30 “ ‘Ey cin ve insan topluluğu, içinizden, size ayetlerimi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi
uyaran elçiler gelmedi mi?’ ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayatı
onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.”;31 “İşte Rabbinin
doğru yolu budur. Biz, öğüt alanlar için ayetleri geniş geniş açıkladık.”32
Yukarıdaki ayetlerde Kur’an’da, Allah’ın sırât-ı müstakiminin açıklandığı,
insanların hesaba çekileceği ve onun insanlar için hidayet rehberi olduğu ifade
edilir. Dolayısıyla Kâsım Ressî, bu hususların gerçekleşebilmesi için mantıken
onda herhangi bir eksilme veya kaybolmanın mümkün olmaması gerektiğini ve
Allah’ın buna müsaade etmeyeceğini ifade eder.33
Yine Kâsım, İsra 17/934 ayetini aktardıktan sonra, bundan sonra herhangi
bir kimsenin bir özrü ve gerekçesinin kalamayacağını, Allah’a Kur’an’ın bir
kısmını zayi etmesi gibi bir iftiranın atılamayacağını ve Allah’ın, kullarına,
kendisine itaat etmelerini emrettiğini belirtir.35 Dolayısıyla itaatin nasıl olacağının bildirildiği Kur’an’da herhangi bir eksikliğin bulunması durumunda Al-
28 Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b. Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö. 246/860),
Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, (a.mlf, Mecmûu Kütübi ve resâili’l-imâm el-Kâsım b. İbrâhim el-Ressî, I-II,
tahk.: Abdülkerim Ahmed Cedbân, San’a 2001) içinde c. II, ss. 7-28. Bundan sonra Medîhu’lKur’ani’l-kebîr’e bulunulan referanslarda verilen sayfa numaraları da, Kâsım’ın Mecmûu içinde
yer alan metnin sayfa numaralarıdır.
29 Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b. Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö. 246/860),
Mesâilu’l-Kâsım, (a.mlf, Mecmûu Kütübi ve resâili’l-imâm el-Kâsım b. İbrâhim el-Ressî, I-II, tahk.:
Abdülkerim Ahmed Cedbân, San’a 2001) içinde c. II, ss. 551-663. Bundan sonra Mesâilu’lKâsım’a bulunulan referanslarda verilen sayfa numaraları da, Kâsım’ın Mecmûu içinde yer
alan metnin sayfa numaralarıdır.
30 Tevbe 9/115.
31 En’am 6/130.
32 En’am 6/126.
33 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, ss. 15-16.
34 Bu ayetin meali şöyledir: “Gerçekten bu Kur’an en doğru yola iletir ve iyi işler yapan mü’minlere,
kendileri için büyük bir ecir olduğunu müjdeler”.
35 Ressî, age, ss. 16-17.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
72
lah’a kulluğun gereği gibi yerine getirilemeyeceği, bunun kullardan kaynaklanan bir durum olmadığı gibi onun Allah için de düşünülemeyeceğini îmâ eder.
Söz konusu hususu desteklemek için En’am 6/153, A’raf 7/3, En’am 6/155 ayetlerini aktarır.36 Eksiklik iddiasında bulunanların, farkına varmadan Kur’an’a
iftira attıkları ve bilmedikleri konuda Allah’a iftirada bulunduklarını zikreder.37
Kâsım Ressî yukarıda belirtilen ayetlerin mantıki sonucu olarak Kur’an’da
eksikliğin olamayacağını ifade ettikten sonra Allah’ın Kur’an’ı koruyacağını
açıkça bildirdiği ayetleri aktarır.38 Burada “Kur’an’ı korumayı Allah taahhüt
etmişken onun bir kısmının kaybolması nasıl mümkün olabilir” der.39 O,
Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğu bilgisini salih bir kimseden rivayet ettiğini
söyleyen kişinin sözüne de itibar edilmeyeceğini, çünkü Allah Resulünün ashabından pek çok kimse yazı ve kıraat olarak Kur’an’ı biliyorken bunun mümkün olmadığını zikreder.40
Kâsım Ressî, kendi zamanında Kur’an ayetlerini okuyanlardan eksiltme ve
çoğaltma yapanlar arasında pek çok ihtilaf olduğunu ve söz konusu eksiltme ve
çoğaltmalardan (Kur’an ayeti okurken araya başka bir ayeti katmak gibi) hak
ve doğru olanların Kur’an’dan, yalan ve batıl olanların ise şeytandan olduğunu
kaydeder. Bu çerçevede, Rafızîler ve Gulât’tan “Vallahu’l müstean mine’lKur’an” ifadesini “vallahu’l-müstean mine’l-Kurât” diye okuyanlar olduğunu
duyduğunu ifade eder.41
Buraya kadar aktardıklarımızdan, yazarın Müslümanlardan Kur’an’ın eksikliğini iddia edenlere karşı, Kur’an ayetlerinden deliller sunduğu ve bu delillerin mantıki sonucu olarak Kur’an’da herhangi bir eksikliğin olmasının mümkün olmadığına işaret ettiği görülmektedir. Bu hususu, yukarıda naklettiğimiz,
oğlu Muhammed b. Kasım’ın sorduğu çeşitli sorulara verdiği cevaplardan olu-
36 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “İşte benim doğru yolum budur, ona uyun, (başka) yollara uymayın
ki sizi O’nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti” (En’am 6/153;
“(Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O’ndan başka velîlere uymayın. Ne kadar da az
öğüt alıyorsunuz!” (A’râf 7/3); “İşte bu (Kur’an) da indirdiğimiz mübarek kitaptır. O’na uyun ve ve
korunun ki size rahmet edilsin!” (En’am 6/155).
37 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17.
38 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “O zikri (Kitab’ı) biz indirdik; ve onun koruyucusu da elbette biziz!”
(Hicr 15/9); “Hayır, (Kur’an, onların dedikleri gibi bir söz değil), o, şerefli bir Kur’an’dır. Korunan bir
levhada (yazılı)dır.” (Buruc 85/21-22).
39 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17; a.mlf, Mesâilu’l-Kâsım, s. 612. Ayrıca Kâsım Mesâil’de (s.
612), Muavvizateyn’in Kur’an’dan olup olmadığına ilişkin soruya cevabında onların
Kur’an’dan olduğunu kaydeder.
40 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17. Burada, eksiklik olduğunu ifade edenin getirdiği deliline
karşılık Allah’ın delilinin daha üstün olduğunu belirtir ve bu bağlamda En’am 6/149 ve Enbiya 21/18 ayetlerini aktarır.
41 Ressi, Mesâilu’l-Kâsım, s. 595.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
73
şan Mesâilu’l-Kâsım’da, döneminde Râfıza ve Gulât’tan bazılarının Kur’an’dan
bazı kelimeleri farklı okuduklarını ifade etmesi de teyit eder.
Kâsım Ressî, bir başka yerde mushaf hakkında ihtilaf olup olmadığı sorusuna şöyle cevap verir: “Ali b. Ebî Tâlib’in, Selman’ın ve Mikdad’ın hattıyla/yazısıyla yazılmış mushafı gördüm. O, inzal edildiği gibi olup, Hasan oğullarından birinin yanındadır. İmam imametini ilan ettiğinde siz onu okuyacaksınız. O mushafla elimizdeki mushaf arasında “Kâtilû ve uktulû” gibi okunuş
farkları dışında bir fark yoktur. Surelerin dizilişi de aynıdır.”42
Ayrıca Kâsım Ressî, Garanik hadisesine de değinir. Bu çerçevede, cümle
dizilişindeki bozukluğu, çirkinliği ve zayıflığı açık olan bir ifadeyi, Arapların
belâğat sahiplerinden biri bile söylemezken akılların kavrayamadığı ve hikmet
yönünden sözünün benzeri olmayan Allah veya Resulünün söylemesinin
mümkün olmadığını ifade eder.43
Kasım Ressî’nin, Rafıza’nın Kur’an’ın eksik olduğu şeklindeki iddialarına
yönelik cevapları, genel olarak yukarıda aktardığımız çerçevede olmuştur. Kasım Ressî gibi alimler, söz konusu iddiaları eleştirseler de benzer fikirler bazı
Şiîler tarafından daha uzun süre gündemde tutulmaya devam etmiştir. Hatta
Kur’an’a yönelik eksiklik ithamları, III/IX. asrın ikinci yarısından itibaren teşekkül etmeye başlayan İmamiyye Şiası içerisinde de taraftar bulmuş, onlara
karşı benzer cevaplar yine verilmişti.
Dönemin Kur’an’a yönelik eksiklik iddialarına cevap verenlerden biri olarak da, yine bir Zeydî ve aynı zamanda Kasım Ressî’nin torunu olan Hâdi ile’lHakk (298/910)’ı görmekteyiz.
3. Hâdî İle’l-Hakk’ın Cevapları
Hâdi ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin b. el-Kâsım er-Ressî (245-298/859-910),
imâmeti Zeydî mezhep esasları içine dahil eden ve Yemen’de Zeydî Devletini
kuran kimsedir. Dolayısıyla hem yazdığı eserler hem de devlet başkanı olarak
fikirlerini pratiğe yansıtması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. O, Kur’an’ın
eksikliği iddialarını reddetmek için er-Redd alâ men zeame enne’l-Kur’ane kad
zehebe ba’duhu44 başlıklı müstakil bir risale kaleme almıştır.
42 Ressi, Mesâilu’l-Kâsım, s. 631.
43 Aynı eser, s. 595.
44 Hâdî ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin b. Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b.
Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö.298/910), er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu,
[a.mlf, Mecmûu resâili’l-imâm el-Hâdî ile’l-Hakk el-Kavîm Yahya b. el-Hüseyin b. el-Kâsım b. İbrâhim: er-Resâilu’l-usûliyye, tahk.: Abdullah b. Muhammed eş-Şâzelî, Amman-Sa’de 2001] içinde
ss. 460-464. Bundan sonra er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu’ya bulunulan referanslarda verilen sayfa numaraları, Hâdî’nin Mecmûu resâil’i içinde yer alan metnin
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
74
Hâdî ile’l-Hakk, bu konuyu, karşısında Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu benimseyen bir kimseyi tahayyül ederek soru-cevap tarzında ele alır. Bu
çerçevede insanların elindeki Kur’an’ın Hz. Muhammed’e inzal edilen Kur’an
olduğunu, onda bir eksiklik veya fazlalık olduğunu kabul eden ve Kur’an’ın bir
kısmının kaybolduğunu ileri süren kimseye, Allah’ın kullarına karşı delillerinin
kaç tane ve neler olduğunu sorar? Ona göre, karşısındaki hayali muhatabı da
kaçınılmaz olarak şöyle cevap verir: Kitaplar, elçiler, akıllar ve hidayete/doğru
yola ulaştıran imamlar. Muhatabı bunları itiraf ettiğinde ona, Allah’ın her bir
hüccetinde gereğinin yerine getirilmesi gereken pekiştirilmiş farzları yok mudur? sorusunu sorar. Bu soruya ‘hayır’ cevabını verirse küfre gireceğini söyler,
‘evet’ derse ona söz konusu hüccetlerden her birinin işlevinin ne olduğu ve
Allah’ın söz konusu hüccetleri yaratmasının ne anlama geldiğini sorar. Muhatabı cahilse zaten bunları bilmeyeceğini, bilgili ise buna delille ve doğru bir
şekilde şöyle cevap vereceğini ifade eder: Akıl delili, idrak edebildiği mahlukâttan yola çıkarak yaratıcıya ulaşsın (fiilden faili idrak edebilsin) ve dolayısıyla
Allah’ı ikrar edip, eşyayı birbirinden ayırt edebilsin ve neyin kötü neyin iyi
olduğunu bilsin diye yaratılmıştır. Nebiler, insanları Allah’a imana davet etmek, buluşma/hesap günü hakkında uyarmak, kullara bir olan yaratıcıya ilişkin
deliller sunmak, onlara ihtilaf ettikleri hususları beyan etmek ve buna benzer
amellere davet etmek için gönderilmiştir. İmamlar, nebîlerin şeriatlarına yöneltmek, kullar arasında adaletle hükmetmek, yeryüzünde bozgunculuk ve
fesadı ortadan kaldırmak için var kılınmıştır. Kitaplara gelince, onların içinde
Allah’ın farzları, delilleri, helali ve haramı vardır. Kullarına helal kıldıkları ve
haram kıldıklarının açıklaması, onlara yapmalarını emrettiği ve yasakladığı
şeyler, kulları hakkındaki kesinleştirdiği hükümleri ve uymadıkları takdirde
aleyhlerine olacak şeyler vardır.45 Yazar burada Enfal 8/42. ayetin “...Helak olan
açık delille helak olsun; yaşayan da açık delille yaşasın. Çünkü Allah, işitendir, bilendir” kısmını aktarır. Bununla, az önce belirtilen Allah’ın delillerinin apaçık olduğunu ve bundan sonra sorumluluğun insana kaldığına işaret eder.
Hâdî, muhatabı yukarıdaki gibi cevap verdiğinde, onun gafletine, şaşkınlığına cehaletine dikkat çeker ve onu ne söylediğini bilmemekle itham eder. Kitapların ve onların en büyüğü Hz. Muhammed’e indirilen rahmet, şifa, rehber
olan, yapılması gereken farzların ve inanç esaslarının içinde bulunduğu, helaliharamı açıklayan Kur’an’ın, yukarıdaki şekilde olduğunu kabul ettiği halde
sayfa numaralarıdır.
45 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 460. Yazar burada
Enfal 8/42. ayetin bir kısmını aktarır. Bu kısmın meali şöyledir: “...Helak olan açık delille helak
olsun; yaşayan da açık delille yaşasın. Çünkü Allah, işitendir, bilendir”.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
75
Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu söylemesinin çelişki olduğuna işaret
eder. Yine Kur’an’daki, “...Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır...” (En’am
6/38), “...Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan, Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve
müjde olarak indirdik” (Nahl 16/89) ayetlerini, Allah’ın resulüne Kitab’a ve onun
içindekilere uymasını emrettiği; “Rabbinden sana vahy olunana uy...” (En’am
6/106),46 ayetini benimsedikten sonra, “Kur’an’ın bir kısmı kayboldu, elimizde
onun az bir bölümü kaldı.” diyemeyeceğini, böyle demesinin bir çelişki olduğunu ifade eder; “Kur’an, Rahman’ın kullarına gönderdiği esasları içerir,
Kur’an’da Allah’ın işlerinden muhtaç olunan her hususla ilgili her şey vardır.
Eğer Kur’an’ın bir kısmı kaybolmuş olursa, Allah’ın farzlarının çoğu kaybolmuş, Allah’ın hücceti ortadan kalkmış, terk edilmiş, iptal edilmiş ve reddedilmiş olur. Batılın şaşkınlığı ve karanlığı Hakk’ın nuru ve güzelliği ile değiştirilmiş olur.”47
Hâdî ile’l-Hakk, bunun sonucu olarak da, kulların bilmedikleri hususlarda
doğruyu/hakkı bilmemeleri nedeniyle fesadı işlemelerinden, Allah’ın Kitabı’nın
kaybolan kısımlarındaki farzları terk etmelerinden dolayı en ufak bir günahlarının olmayacağını, çünkü onların o farzlardan habersiz olduklarını, onları bilmediklerini, o farzları bulamadıklarını ve o farzlara muttali olup, onların bilgisine sahip olmadıklarını ifade eder.48
Hâdî ile’l-Hakk, Kur’an’ın eksikliğiyle ilgili iddialara bu şekilde cevap
verdikten sonra, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğu şeklindeki iddialar kabul
edildiği takdirde bunun meydana getireceği sonuçları ortaya koymaya çalışır.
3.1. Kur’an’ın Bir Kısmının Kaybolduğunu İleri Sürmenin Dinî Değeri/Değersizliği
Hâdî ile’l-Hakk, dedesi Kâsım Ressî’den farklı olarak bu konuya değinir ve onu
ayrıntılı olarak ele alır. Ona göre Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğunu söyleyen kimsenin bu sözünden dolayı dini ve düşüncesi/yapıp ettikleri bozulur. Bu
durumda o, ne sağlıklı herhangi bir delil getirebilir ne de onun herhangi bir
açıklaması makbul olur. Onun getirdiği delilin ve izahın bir değeri de olmaz.
Zira biri ona dese: “Sen ey münazaracı, Kur’an’da nasih-mensuh, emir-nehiy ve
haber bulunduğunu bildiğin halde Kur’an’ın bir kısmının hatta çoğunun kaybolduğunu ileri sürüyorsun. Bu durumda senin iddiana göre insanların elinde
asıl Kur’an’dan geriye kalan bu kalıntıdaki farzların/görevlerin hepsi Kur’an’ın
46 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 461.
47 Aynı yer.
48 Aynı yer.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
76
neshedilmiş kısmıdır ve hiç bir hüküm ifade etmez. Hüküm ifade eden kısım
ise, mevcut metni nesh etmiş olup, kaybolmuş olan metnin içinde bulunur.”
Hâdî ile’l-Hakk, bununla onu susturmuş ve onun, savunduğu Kur’an’ın bir
kısmı kaybolmuştur görüşünü de çürütmüş olur. Bu durumda söz konusu kimse ya bütün Müslümanlar tarafından bilinen Kur’an’daki hükümleri geçersiz
kılmak zorunda kalır veya mecburen hakka döner ve Kur’an hakkında doğru
olanı söyler. Mevcut metnin indirilmiş Kur’an’ın bizzat kendisi olduğunu, ondan hiçbir şeyin/kısmın kaybolmadığını, onun her türlü tahriften korunmuş,
her türlü bozulmaya karşı muhafazalı olduğunu ikrar eder.49 Böylece Hâdî onu
ilzam etmiş olur. Çünkü muhatabı, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğunu ileri
sürmektedir. Hâdî’ye göre bu görüşü öne süren kimse, Müslümanların elinde
olan Kur’an’daki farzların nâsih mi mensuh mu olduğunu bilmemektedir. Bunu kesin bir şekilde bilmeyen bir kimsenin kesin bilgisi olmadığı bir şeyle amel
etmesi bir tarafa onu ikrar/kabul etmesi bile gerekmez.
Burada Hâdî, konuyu açmak için tasarlamış olduğu hayali tartışmaya,
Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu benimseyen üçüncü bir şahsı katar. Bu
üçüncü şahıs aynı görüşü paylaşan ikinci şahsa: “Kur’an’dan kaybolan kısım
bende var. Ben onu esas alıyor ve onunla amel ediyorum. O, elimizde bulunan
Kur’an’ın tümünü nesh etmektedir. Ben bu nesh edilmiş olan hükümleri uygulamıyorum, onları nesheden hükümleri uyguluyorum. İnsanların elinde kalan
Kur’an’ı nesheden ve bu Kur’an’dan kaybolmuş olan Allah’ın farzlarıyla ona
ibadet ediyorum. Ben bunu biliyorum, çünkü o, bende ve elimde bizzat mevcut. Sonra farz olan oruç Recep orucudur, nasıl ki Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’e
dönerek namaz kılma ve buna benzer diğer hükümler nesh olunmuşsa Ramazan orucu da nesh olunmuştur, Kur’an’dan kalan kısımda belirtilen vakitlerde
namazı kılmıyorum, çünkü bu elinizde bulunan mensuhtur, onu kaybolan kısımdaki hükümler neshetmiştir. Aynı şekilde zina eden sopalanmaz, eli kesilir;
hırsızın eli kesilmez, yüz değnek vurulur. Bu hüküm Kur’an’ın kaybolan kısmında sabittir, ben hükmü oradan anlayıp, öğrendim. İnsanların elinde eksiksiz olarak bulunduğunu iddia ettiğin bu Kur’an kalıntısında yer alan hırsız ve
zânî hakkındaki hüküm mensuhtur. Kur’an’dan kaybolmuş olan ve bilinmeyen
kısım onu nesh etmiştir. Ben nâsih ile amel ediyor ve mensuhu terk ediyorum.”
iddialarında bulunsa ve mevcut Kur’an’ın eksik olduğunu savunan ikinci şahsa
bütün farzlar konusunda bu şekilde karşı çıksa, eksik olduğunu iddia eden,
büyük olsun küçük olsun Kur’an’ın bütün farzları konusundaki bu iddiayı
(üçüncü şahsın iddiasını) kabul etmek zorunda kalır. Çünkü o, ona uymuş ve
49 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, ss. 461-462.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
77
Kur’an’ın bir kısmının hatta iddiasına göre çoğunluğunun kaybolduğu hususunda onunla fikir birliği etmiştir.
Hâdî ile’l-Hakk’a göre eğer Kur’an gerçekten böyle olsaydı, insanların tümü bu tür iddialardan her hoşlarına gideni ileri sürebilirler, bu durumda da
Allah’ın farzları ve hadleri geçersiz olur ve Allah adına kullar üzerine hiçbir
sınırlama konmamış olurdu. Çünkü onun bu ileri sürdüğü iddia gerçek olmuş
olsaydı, Rasulullah’ın “hadleri şüphelerle düşürünüz” hadisi gereğince hadler
düşerdi. Ve bu çürük, muhal, yalan, saptırıcı ve sapık görüşün sahibine Müslümanlar uysalar veya bu görüşü Müslümanların kabul etmesi caiz olsa,
mü’minlerin kendilerinin ve imamlarının Kur’an’ın nâsihini mensuhunu ve
kaybolan kısmın tümünü ortaya koymaları gerekir. Aksi takdirde onların haddi
hak eden kişiye had uygulama yetkileri söz konusu olmaz. Çünkü yaptığı bir
şeyden dolayı üzerine had vacip olan her had uygulanacak şahıs, Allah’ın bu
konudaki had hükmünün mensuh olduğunu iddia eder ve işlediği suçtan dolayı mevcut Kur’an’da belirtilen haddin uygulanamayacağını, Kur’an’ın eksik
olduğunu iddia edenin iddiasına göre elde bulunan Kur’an kalıntısındaki haddin dışında başka bir haddin bu suçun haddi olduğunu belirtir ve “kaybolan o
hükmü getirin ve bana okuyun. Eğer orada bu mevcut olanı nesheden bir şey
bulamazsanız mevcut olan haddi bana uygulayın, benim iddia ettiğimi orada
bulursanız o zaman beni bırakın”, der.50 Dolayısıyla insanlar için inzal edilmiş
olan Kur’an, onlar için geçerliliğini yitirmiş, Allah’ın cin ve insanlara karşı delili
olma niteliğini de kaybetmiş olur ve Kur’an’da bildirilen emir ve yasakların da
bir anlamı kalmaz.
3.2. Kur’an’da Eksiklik ve Fazlalık Olmadığını Naklî Delille Temellendirme
Hâdî ile’l-Hakk, Kur’an’dan herhangi bir şeyin kaybolmasının mümkün olmadığını önce mantıken ifade ettikten sonra burada, Allah’ın bizzat kendisinin
Kur’an’ı koruduğunu ifade eden ayetleri aktarır. Bu çerçevede, Kur’an’ın latif,
habir ve bir olanın delili iken ve onda mahlukâta farz kıldığı şeyler varken ondan az veya çok bir bölümün kaybolmasının mümkün olmadığını onu bizzat
Allah’ın koruma altına almış, ona ilişebilecek her şeye engel koymuş olduğunu
ifade eder. Kur’an’ın Allah tarafından korunduğunun Buruc 85/21-22’de
Fussilet 41/42’de açıkça belirtildiğini söyler.51 Ayrıca Hicr 15/9’da Allah’ın, in-
50 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, ss. 462-463.
51 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “Hayır, (Kur’an, onların dedikleri gibi bir söz değil), o, şerefli bir
Kur’an’dır. Korunan bir levhada (yazılı)dır.” Buruc 85/21-22; “Ne önünden ne arkasından onu boşa
çıkaracak bir söz gelmez. (O) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)dan indirilmiştir.” Fussilet
41/42.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
78
dirmiş olduğu zikrin koruyucusu olduğunu bildirdiğini kaydeder.52 Bu açık
ayetlerden sonra Kur’an’ın korunmadığı gibi bir iddianın, zır cahil, akıl ve sağduyudan yoksun ve Allah’ın ayetlerini hiçe sayan, Allah’ın onu koruduğuna
dair sözünü inkar eden kimsenin dışında başkasının ağzından çıkmayacağını
kaydeder.53
Hâdî ile’l-Hakk daha sonra Kur’an’da bir eksiklik ve fazlalık olmadığı hususunu teyit etmek için babasından dedesi Kâsım Ressî’nin, Hasan oğullarından yaşlı bir kadının elinde gördüğü mushafla ilgili rivayeti aktarır. Buna göre
Hâdî’nin babası Hüseyin, babası Kâsım Ressî’nin şöyle dediğini nakleder:
“Emîrü’l-Mü’minin Ali b. Ebî Talib’in mushafını Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali
b. Ebî Tâlib’in soyundan ihtiyar bir kadının yanında okudum. O mushafın değişik el yazılarıyla cüzler halinde yazılmış olduğunu, cüzlerden birinin en alt
kısmında Hz. Ali b. Ebî Tâlib’in yazdığı bir yazı olduğunu, diğer bir cüzün en
altında Ammar b. Yasir’in yazdığını, bir diğerinde el-Mikdâd’ın yazdığını, bir
diğerinde Selman el-Fârisî’nin yazdığını, bir diğerinde Ebû Zer el-Gıf’arî’nin
yazdığını gördüm. Sanki onlar, bu mushafın yazımında yardımlaşmış gibiydiler.” Sonra Kâsım Ressî, o mushafı okuduğunu, onun, insanların elinde bulunan Kur’an’ın aynısı olduğunu, sadece Kâtilû’l-lezine yelûnekum mine’l-küffâr
yerine Uktulû’l-lezîne yelûnekum mine’l-küffâr yazılmış olduğunu, ayrıca bu
mushafta Muavvizeteynin de yer aldığını ifade eder.54
Burada dikkat çeken husus, başta Hz. Ali olmak üzere Mushafın cüzlerini
yazdığı belirtilen sahabiler Şîa’nın hayırla andığı ve haklarında kötü herhangi
bir söz aktarmadığı kimselerdir. Bu rivayet Kâsım Ressî’nin eserinde de geçmekteydi. Onda Ali b. Ebî Tâlib, Selman ve Mikdâd dışındaki şahıslar zikredilmemektedir. Bu söz konusu rivayete bazı eklemelerin yapılmış olabileceğini
ihsas ettirmektedir. Ayrıca Muavvizeteyn’in Kur’an’da olduğunun belirtilmesi
de, söz konusu dönemde farklı görüş öne sürenlerin bulunduğunu îmâ eder.
Daha sonra Hâdî ile’l-Hakk, dedesi Kâsım’dan farklı olarak,
Rasululullah’ın şu hadisinin de, Kur’an’ın korunması, onun farklılaştırılması,
bir kısmının kaybolması, zevali ve eksilmesi gibi iddiaların çürütülmesi hususunda delil olduğunu ifade eder: “Ben size öyle bir şey bırakıyorum ki benden
sonra ona sarıldığınız sürece ebediyyen sapmazsınız; Allah’ın Kitabı, ıtretim ve
Ehl-i Beytimdir. Latif ve habîr olan Allah bana bildirdi ki o ikisi havza ulaşana
52 Ayetin meali şöyledir: “O zikri (Kitab’ı) biz indirdik; ve onun koruyucusu da elbette biziz”.
53 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 463.
54 Aynı eser, ss. 463-464. Bu rivayet yukarıda naklettiğimiz Mesâilu’l-Kâsım’da geçen rivayetle
anlam olarak aynı olmasına rağmen ona bazı eklemelerin yapıldığı görülmektedir.
Kur’an’a Yönelik Tahrif İddialarına Zeydî Tepki
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
79
kadar birbirinden ayrılmaz.”55 Böylece Hâdî ile’l-Hakk, Rasulullah’ın, onlardan
her ikisinin kalıcı/sabit olduğunu ve her ikisinin Allah katından mahlukâtı üzerine Allah’ın arzında kıyamet günü âlemlerin haşr edileceği zamana kadar bir
hüccet olarak kalacaklarını bildirdiğini zikreder.
Sonuç
İlk defa I/VII. asrın sonlarında Sebeiyye tarafından gündeme getirilen
Kur’an’da tahrif iddiaları, III./IX. asrın sonlarına doğru Şiî grupların çoğunluğu
arasında yoğunlaşmış ve tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Bu dönem, imam olacak şahsın nassta açıkça belirtilmesi anlayışı ve bunu temellendirme tartışmalarının arttığı zamana denk gelmektedir. Bu süreçte Gulât Rafıza ve bazı İmâmî
düşünürler, Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğu iddialarını sıkça öne sürmüşlerdir. Şîa’nın bir alt grubu sayılan Zeydiyye’ye mensup olan Kâsım Ressî
(246/860) ve Hâdî ile’l-Hakk (298/910) ise, söz konusu iddiaları reddedip,
Kur’an’da herhangi bir eksiklik ve fazlalığın olmadığını ispata girişmişlerdir.
Onların girişimleri, aynı zamanda dönemlerinde bu hususla ilgili tartışılan ve
öne sürülen fikirlerin tespiti bakımından da önemlidir.
Bu çerçevede Kâsım Ressî, önce Kur’an’da Allah’ın kullarına itaati emrettiği ayetlerden bazılarını delil getirip, bu ayetlerin mantıki sonucu olarak onda
bir eksikliğin olmasının mümkün olmadığını ispata girişir. Çünkü Allah’a hakkıyla itaat edebilmek için Kur’an’daki emir ve yasaklardan herhangi bir şeyin
eksik olmaması gerekir. Ona göre eksiklik iddiasını salih bir kimseye isnat etmenin de bir anlamı yoktur. Çünkü Rasulullah’ın ashabından pek çok kimse
yazı ve kıraat olarak Kur’an’ı biliyorken onda bir eksilme ve ekleme olması
mümkün değildir. Bu mantıki delillendirmelerinden sonra Kâsım, Hasan oğullarından birinin yanında Hz. Ali, Selman ve Mikdat’ın hattıyla yazılmış bir
mushaf gördüğünü ve o mushafın mevcut Kur’an’ın aynısı olduğunu kaydeder.
Hâdî ile’l-Hakk ise, genelde aynı hususlara dikkat çekmekle birlikte konuyu daha sistematik bir tarzda ele alır. Bu çerçevede önce Allah’ın kullarına karşı
delillerini zikreder. Bunlar arasında yer alan Kur’an’da, emir ve yasakların,
kullar için gerekli her şeyin bulunduğunu, onun insanlara gönderilmiş bir kitap
olduğunu ve Allah’ın ona uymayı emrettiğini Kur’an’dan ayetlerle ortaya koyar. Sonra Allah’ın bu emir ve yasaklarına riayet edebilmek için insanların bunlardan haberdar olması gerektiğini, dolayısıyla Kur’an’da bir eksiklik olmaması
gerektiğini ifade eder. Kâsım Ressî’den farklı olarak, Kur’an’ın bir kısmının
55 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 464.
Mehmet ÜM İ T
Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/1, c. 5, say ı : 9
80
kaybolduğu kabul edildiği takdirde ortaya çıkacak sonuçlardan bahseder. Bu
çerçevede Kur’an’da emir ve yasaklar, nâsih-mensuh bulunduğunu bilip, mevcut Kur’an’da bir eksiklik olduğu kabul edildiği takdirde had cezalarından hiç
birinin yerine getirilemeyeceğini, emir ve yasaklara riayet edilemeyeceğini belirtir. Çünkü bu durumda Kur’an’ın tamamına muttali olunamadığı için hangi
ayetin nâsih hangisinin mensuh olduğuna karar verilemeyecektir. Dolayısıyla
Allah’ın insanlara kitaplar göndermesinin hikmeti gerçekleşmeyecektir. Bu ve
benzeri mantıki çıkarımlardan sonra Hâdî ile’l-Hak, Allah’ın Kur’an’ı koruduğunu ifade eden ayetleri ve sekaleyn hadisini zikredip, bunların da onda bir
eksiklik ve fazlalık olmaması gerektiğinin delili olduğunu ifade eder. Sonra
dedesi Kâsım Ressî’nin, Ali oğullarının elinde gördüğü mushafın mevcut
Kur’an’ın aynısı olduğunu ifade ettiği rivayeti de delil olarak aktarır.
Her iki yazarı karşılaştırdığımızda Hâdî ile’l-Hakk’ın konuyu Kâsım
Ressî’ye göre daha sistematik ve ayrıntılı olarak ele aldığını görüyoruz. Bu da
onun döneminde Kur’an’ın tahrifiyle ilgili tartışmaların daha ciddi boyutlara
ulaştığına işaret eder.