26 Aralık 2018

CUMHURİYET TARİHİ YALANCILARI


CUMHURİYET TARİHİ YALANCILARI
CUMHURİYET TARİHİ YALANCILAR ile ilgili görsel sonucu
Cumhuriyet tarihini doğru anlamak yaşamsal bir zorunluluktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizmin birkaç asırlık oyununu bozan Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nu adım adım bölüp parçalayarak yok eden emperyalizm, Türk ulusuna en ciddi darbeyi vurmaya hazırlanırken Anadolu’da Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde hiç ummadığı bir direnişle karşılaşmış, bu direnişe boyun eğmek zorunda kalmış ve dahası, daha iyi sömürebilmek için, hep ortaçağ karanlığında, hurafelerin bataklığında görmek istediği Türkiye’nin çağdaşlaşmasını büyük bir şaşkınlık ve endişe içinde izlemiştir.
Ancak emperyalizm hiç vazgeçmemiştir. Evet! Sıkıştıkça Türkiye’yi bölüp parçalamaktan vazgeçmiş gibi görünmüş; ama bilinçaltında ve sümen altında hep Türkiye’yi bölüp parçalamaya yönelik planları saklı tutmuştur. Emperyalizm, dün Sevr Projesi diye Türkiye’ye dayattıklarını bugün “demokrasi”, “insan hakları”, “AB Uyum Yasaları” ve BOP olarak Türkiye’ye dayatmaktadır. Örneğin, dün Sevr Antlaşması’yla Türkiye’ye dayatılan Anadolu coğrafyasında bir Kürdistan ve Ermenistan kurma planı, bugün başka adlarla Türkiye’ye dayatılmaktadır. Özetle, aradan geçen 87 yıla rağmen emperyalizmin Türkiye üzerindeki “böl, parçala, yönet” biçiminde özetlenebilecek olan planları pek de fazla değişmemiştir. Bu bir paranoya değil, gerçeğin soğuk yüzüdür!
Emperyalizm, dünyanın her yerinde “silahla” yapamadıklarını “siyasetle”, “parayla” ve “toplum kontrolüyle” yapmayı denemiş ve genelde de başarılı olmuştur. Yani, Atatürk’ün dediği gibi, “Mesele Kurtuluş Savaşı’nı kazanmak değildir, asıl mesele, yeni bilim ve iktisat zaferlerine koşmaktır. ” Emperyalizmin niyetini ve yöntemini çok iyi bilen Atatürk, askeri zaferlerini; ekonomik, bilimsel ve kültürel zaferlerle “taçlandırmayan” ulusların emperyalizmin baskısından asla kurtulamayacaklarını da çok iyi bilmektedir. Bu yüzden ısrarla “Tam bağımsızlık” demiştir.
Atatürk’ün sağlığında pusuda bekleyen emperyalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra hemen harekete geçerek 1919-1938 yılları arasında yapamadıklarını, 1938’den sonra yapmanın yollarını aramıştır. Bunun için de öncelikle “ekonomi” ve “siyaseti” kontrol etmeye çalışmıştır. Bir taraftan “para vererek” Türkiye’yi kendisine borçlandıran emperyalizm, diğer taraftan da Türk siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmiştir. Bu süreçte, emperyalizm içerdeki paraya düşkün işbirlikçilerle, aydınlanmamış kitlelerle ve karşı devrimcilerle çok sıkı bir ilişki kurmuştur.
Asırlık planlarını, Atatürk’ün sağlığında uygulama fırsatı bulamayan emperyalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle Atatürk ve çağdaş cumhuriyet düşmanı “kadim yobazlarımızı” ve “II. Cumhuriyetçi” liboşlarımızı kullanmıştır. Bunların bir kısmı emperyalizmin “gönüllü hizmetkârıyken” bir kısmı da emperyalizmin “paralı askerleridir”.
Aslında emperyalizmin ekmeğine yağ süren cumhuriyet düşmanlığı, daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlamıştır. İngiliz arşivlerindeki bazı belgeler, İngilizlerin, I. Meclis’te Atatürk’e karşı gelişen muhalefeti Kâzım Karabekir ve Rauf Bey gibi Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarını kullanarak güçlendirmek istediğini gözler önüne sermektedir. Nitekim, Kurtuluş Savaşı sırasında öyle bir dönem gelmiş ki, I. Meclis’teki muhalifler, neredeyse Atatürk’ün Büyük Taarruz öncesinde başkomutan olmasını engelleyecek kadar güçlenmişlerdir.

İngilizler, Atatürk’ün Türkiye’yi, bağımsız bir cumhuriyete doğru götürdüğünü anladıklarında halife-sultana ve halifesultan yanlılarına sarılmışlardır. Bu süreçte Atatürk’ün silah arkadaşları bile Atatürk’ün karşısına dikilmiştir. Atatürk bu gerçeği Nutuk’ta şöyle ifade etmiştir:
"""Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli bayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ve ruhlarının kavrama sınırları bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir. Ben milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak aşama aşama bütün toplumsal hayatımıza uygulatmak mecburiyetinde idim."""
Emperyalizm, Türkiye üzerindeki amaçlarına ulaşmak için Atatürk’ün “bağımsızlık” ruhunu ve “çağdaşlaşma” idealini kırmak zorunda olduğunu çok çabuk anlamıştır. 
Bu nedenle bir taraftan Atatürk’e, diğer taraftan Kurtuluş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne saldırmıştır. Ancak bu saldırıları genelde emperyalistlerin kendileri değil, emperyalistlerin dümen suyuna girmiş olan “yerli işbirlikçiler” yapmıştır.
Emperyalizmin en güçlü silahlarından biri “tarih”tir. 19. yüzyılda büyük bir çılgınlıkla doğuyu sömüren emperyalist Avrupa, doğuya yönelik saldırılarına meşruiyet kazandırabilmek için “tarih” ve “arkeoloji” gibi bilimlerden yararlanmıştır. Emperyalist Avrupa, tarih ve arkeolojiyi kullanarak doğudaki eski uygarlıklara (Hititler, Frigler, Etrüskler, Sümerler vb) sahip çıkmış, böylece bir zamanlar o eski uygarlıkların yaşadığı topraklarda şimdi yaşayan doğuluları (Hintlileri, Türkleri vb) istilacı olarak adlandırmış, böylece kıyım ve katliamlarını, “atalarının eski yurtlarına dönmek” yalanı altında meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Siyasi amaçlarına ulaşmak için tarihi kullanan emperyalizm,
19. yüzyıldan sonra güdümlü tarihçilere “kurgusal tarih tezleri” icat ettirerek bu tezleri tüm dünyaya “tarihsel gerçekler” diye yutturmuştur.
İşte Türkiye’yi de kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek isteyen emperyalizm, Atatürk, bağımsızlık ve çağdaşlaşma gibi değerlerin altını oymak için öteden beri birtakım güdümlü tarihçilerden, akademisyenlerden ve gazetecilerden yararlanmıştır ve yararlanmaktadır. Bunlar arasında özellikle Atatürk’e ve Atatürk devrimlerine düşmanlık besleyen “yobaz” kesimi kullanmak çok kolay olmuştur. Onlar, adeta emperyalizmin “gönüllü askerleri” olarak Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne saldırmışlardır.
Cumhuriyet Tarihi Yalancıları
Emperyalizmin güdümündeki “yobaz”, “liboş” ve “II. Cumhuriyetçi” tayfa, Türkiye’de “Resmi tarih yalan söylüyor” formülüyle hareket ederek, önce insanları bildiklerinin “yalan” olduğuna inandırmakta, daha sonra da şüphe içindeki insanlara, “Bu yalanlan düzeltiyoruz” diyerek kurgusal bir tarih yazmaktadırlar. Asıl yalan olan, bu yobaz, liboş, II. Cumhuriyetçi tayfanın yazdığı kurgusal tarihtir. Bunlar kelimenin tam anlamıyla cumhuriyet tarihi yalanlarıdır.
Evet! Resmi tarih de zaman zaman yalan söylemiştir. Ancak bu yalanlar hiçbir zaman emperyalizmin güdümündeki cumhuriyet tarihi yalancılarının yalanları boyutunda “kuyruklu yalanlar” değildir.
Özellikle Türkiye’nin ABD ve AB emperyalizmi çerçevesinde yeniden biçimlendirilmeye çalışıldığı bu günlerde cumhuriyet tarihi yalancılarını ve söyledikleri yalanları bilmek hayati önem taşımaktadır.
Cumhuriyet tarihi yalancıları, 1930’lardan beri bıkıp usanmadan “yalandan kim ölmüş” misali sürekli yalan üretmektedirler.
İşte belli başlı cumhuriyet tarihi yalancıları:
1. Mevlanzade Rıfat: I. Dünya Savaşı sonrasında Türk ordusuna ağır hakaretler eden ve bu yüzden Atatürk tarafından ağır şekilde eleştirilen Mevlanzade Rıfat, 1929 yılında Halep’te basılan ve 1933 yılında da Türkiye’de yayımlanan “Türkiye İnkılâbı’nın İç Yüzü” adlı kitabında söze “yakın tarih yalan söylüyor!” diye başlayarak cumhuriyet tarihini alt üst etmiştir! Atatürk’e ve çağdaş cumhuriyete düşmanlıkla kaleme alınmış bu kitapta gerçekler tersine çevrilmiştir. Örneğin, Mevlanzade’ye göre Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk değil Vahdettin başlatmıştır! Bugünkü cumhuriyet tarihi yalancılarının “ağababası” odur.
2. Rıza Nur: Atatürk’ün 1927 yılında yazdığı Nutuk’’ta Arnavutluk isyanından dolayı eleştirdiği Rıza Nur, daha sonra yurt dışındayken kaleme alıp Atatürk’ün ölümünden sonra yayınlanmasını istediği “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabında akla hayale gelmeyecek yalanlar ve iftiralarla Atatürk’e saldırmıştır. Örneğin, ona göre Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım bir genelev kadınıdır! Atatürk’ün babası ise belli değildir; “Atatürk, soyu sopu belli olmayan bir Makedonyalıdır!” Bu kitabı inceleyen uzman psikiyatrisler, Rıza Nur’un ruh sağlığının çok bozuk olduğu ve akli dengesinin yerinde olmadığı sonucuna varmışlardır (Bkz. Turgut Özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995).
3. Said-i Nursi: 5. Şua’da Atatürk’e “deccal” ve “süfyan” diyen ve Atatürk devrimlerine karşı çıkan Nursi, Kurtuluş Savaşı’nın onurunun Atatürk’e değil Mehmetçiğe ait olduğunu belirterek, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü küçültmek hatta yok etmek için çok şeyler yazıp söylemiştir.
4. Kâzım Karabekir: Kurtuluş Savaşı’nın birincil kadrosu içinde yer alan ve özellikle Doğu zaferinin kazanılmasında başrolü oynayan Kâzım Karabekir Paşa, daha Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren Atatürk’le karşı karşıya gelmiş, özellikle cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’le yollarını tamamen ayırmış ve Atatürk’ün 1923’te kurduğu Halk Partisi’ne karşı 1924’te Türkiye’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuştur. Atatürk devrimlerinin neredeyse tamamına cephe alan Karabekir, 1925’de Şeyh Sait isyanıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması, ardından İzmir Suikastı’yla ilişkilendirilerek İstiklal Mahkemelerinde yargılanması, daha sonra da 1927 yılında Atatürk’ün Nutuk’unda ağır eleştirilere maruz kalması üzerine kaleme sarılarak Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltan, buna karşı kendi rolünü arttıran kitaplar ve yazılar yazmıştır. Karabekir’in, “İstiklal Harbimizin
Esasları'" ve “İstiklal Harbimiz” adlı kitapları -cumhuriyet tarihiyle ilgili önemli gerçekleri de barındırmasına rağmenözellikle Atatürk’ün cumhuriyet tarihindeki rolünü büyük oranda çarpıtarak verdiğinden, çok dikkatle okunmalıdır. Örneğin, Karabekir Paşa, bu kitaplarında “Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı istemiyordu, onu ben ikna ettim!” ve “Atatürk dinsiz ve namussuz olmamızı istiyordu\” bile diyebilmiştir.
5. Necip Fazıl Kısakürek: Ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek, “Vabidüddin” ve “Büyük Vatan Dostu Sultan Vabidüddin” adlı kitaplarında, konuşmalarında ve yazılarında, bir taraftan Kurtuluş Savaşı’nı küçültmeye çalışırken, diğer taraftan bu savaşın başlamasında ve kazanılmasında Atatürk’ten çok Vahdettin’in etkili olduğu yalanını söylemiştir. Şair Necip Fazıl, sonradan kazandığı İslami kimliğini güçlendirmek amacıyla olsa gerek, kaçak HalifePadişah Vahdettin’e sahip çıkarak, onu aklamaya çalışarak kendince “Bir Müslümanı, bir Halifeyi korumuştur!” Ancak bunu yaparken, bir Müslümana yakışmayacak biçimde belge uydurmaktan ve açık gerçekleri çarpıtmaktan çekinmemiştir.
6. Kadir Mısıroğlu: Atatürk devrimlerine karşı olduğundan ara sıra Şapka devrimine tepki olsun diye “fes” giyen Mısıroğlu, “Lozan Zafer mi Hezimet mi?”, “Osmanoğullarının Dramı”, “Sarıklı Mücahitler”, “Geçmişi ve Geleceği İle Hilafet” adlı kitaplarında, yazılarında ve konuşmalarında Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne “küfredercesine” saldırmıştır. Bunu yaparken de bilinen bütün yakın tarihi tersyüz etmiş, örneğin, Kurtuluş Savaşı’nın aslında çok önemsiz bir mücadele olduğunu, I. İnönü ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri’nin aslında olmadığını, Büyük Taarruz sonrasında Mustafa Kemal’in İzmir’e nasıl gittiğini bile bilmediğini, Vahdettin’in bir kahraman, Lozan’ın ise bir hezimet olduğunu söyleyebilmiştir. Onun tarihi belgeleri çarpıtırken ortaya koyduğu soğukkanlılık cidden etkileyicidir! Yakın tarihe hakim olmayan biri, özellikle onu dinlerken kolayca bildiklerini sorgular hale gelebilir. Özetle Mısıroğlu, yaşayan en büyük cumhuriyet tarihi yalancılarından biridir.
7. Fikret Başkaya: Solcu cumhuriyet tarihi yalancılarının ekolü Fikret Başkaya’dır. Onun, “Paradigmanın İflası” adlı kitabı, Kemalizmi, “Burjuva devrimi” diye tanımlayan Marksist dönmesi ve faşist Kürt kesimin başucu kitabıdır. Onun en popüler yalanı, “Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir mücadele olmadığı; tam tersine Kürtleri ezen emperyalist bir mücadele olduğu” yalanıdır. Özellikle, Atatürk’ü ve cumhuriyeti Kürtlerle kavgalı gösterme modasını başlatan odur.
8. Prof. Yalçın Küçük: Cumhuriyet tarihini “altüst eden” Solculardan biri de Yalçın Küçük’tür! Araştırmalarına peşinen “bilinenleri altüst etmek” niyetiyle başlayan Küçük, “Türkiye Üzerine Tezler” ve “Aydın Üzerine Tezler” adlı kitaplarında Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı yeniden yorumlayarak, bilinenleri altüst etmek sevdasıyla gerçekleri epeyce eğip bükmüştür. Çerkez Ethem’i aklamaya çalışan, buna karşın İsmet Paşa’ya yüklenen Küçük, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist niteliğini ve Atatürk’ün bu savaştaki rolünü sorgulayanlardandır.
9. Abdurrahman Dilipak: Daha çok gazeteci kimliğiyle tanınan yazar Abdurrahman Dilipak, romantik üslubuyla çok ciddi cumhuriyet tarihi yalanlarına imza atmıştır. Onun yöntemi diğer cumhuriyet tarihi yalancılarından biraz daha farklıdır; çünkü o belgeleri çarpıtmaktan çok, hiç belge kullanmamaktan yanadır. “Arşivler kapalı! Dedemden duydum!” diyerek, mantıksal çıkarımlarla ve dini duygularla yakın tarihi yeniden yazmış, yalanda sınır tanımamıştır. Dilipak’ın, “Cumhuriyete Giden Yol” ve “Bir Başka Açıdan Kemalizm” adlı kitapları cumhuriyet tarihi yalanları klasiklerindendir.
10. Prof. İdris Küçükömer: İktisatçı kökenli düşünürlerden biridir. Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu, CHP’nin aslında sağ bir parti olduğunu iddia ederek ünlenmiştir. 1960 sonrasında Yön’de yazdığı yazılarla tanınmıştır. Ant dergisindeki yazıları tartışma yaratmıştır. Milliyet gazetesindeki açık oturumlarda dönemin yerleşik yargılarını sorgulamıştır. Sonra 1973’de on yıllık bir suskunluğa bürünmüş ve daha sonra Yeni Gündem yazılarıyla tekrar ortaya çıkmıştır. Küçükömer’in ileri 
sürdüğü en önemli görüş, Türkiye’de devletin despotik niteliğinin sivil toplumun gelişmesi önündeki en büyük engellerden biri olduğudur. Başta Sencer Divitoğlu ve Selahattin Hilav gibi bazı aydınlarla birlikte Türkiye’nin toplumsal tarihine ilişkin çözümlemelerinde Asya Tip Üretim Tarzı kuramını gündeme getirmiştir. Türkiye’nin bugünkü sorunlarının kökeninde cumhuriyeti ve cumhuriyetin kuruluş felsefesini görmüştür. Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir mücadele olmadığını ileri sürmüştür. “Düzenin Yabancılaşması”, “Batılılaşma” ve “Türkiye Üstüne Tartışmalar” adlı kitaplarında Kurtuluş Savaşı’nı, cumhuriyeti, Türk Devrimi’ni alabildiğince eleştirmiştir. En önemli cumhuriyet tarihi yalanlarından biri “DP’ye oy verenlerin Solun gerçek tabam olduğudur.” Küçükömer’in tezlerine cevap vermek için Doğan Avcıoğlu, dört ciltlik “Milli Kurtuluş Tarihi”ni yazmıştır.
Resim
11. Prof. Atilla Yayla: Kendisini “liberal” olarak tanımlayan Atilla Yayla, adeta kafayı Atatürk’e ve Kemalizme takmıştır. “Kemalizm, ilerlemeden çok gerilemeye tekabül etmektedir. ‘Kemalizm olmasaydı Türkiye medenileşemedi’ deniliyor. İlerleyen yıllarda bizlere neden her yerde bu adamın heykelleri ve fotoğrafları var diye soracaklar. Üstünü örtemezsiniz, bu eninde sonunda tartışılacaktır...” diyen Prof. Yayla, Anayasa’dan da Kemalizmin çıkarılmasını önermiştir. Yayla yazılarında ve “İki Cumhuriyet Kavgası” adlı kitabında Cumhuriyet tarihini ters yüz etmeyi denemiştir.
12. Prof. Mehmet Altan: Aslında bir iktisat profesörü olan, bütün eğitimini iktisat (ekonomi) üzerine alan Mehmet Altan, ne hikmetse bir tarihçiden çok cumhuriyet tarihi üzerine kafa yormuş; sadece kafa yormakla da kalmamış, bu konuda kimi çevrelerde çok ciddiye alınan tarih tezleri bile ileri sürmüştür. Örneğin, Atatürk’ün 1923’te kurduğu cumhuriyete karşı Demokrat Parti’nin 1950’den sonraki uygulamalarıyla başlayan süreci II. Cumhuriyet olarak adlandırmış ve I. Cumhuriyet’in “antidemokratik”, “baskıcı”, “ilerlemeye kapalı”; II. Cumhuriyetin ise “demokratik”, “özgürlükçü” ve “ilerlemeci” olduğunu iddia etmiştir. Yani uyanık Altan, bu millete “Karşı devrim” sürecini “demokrasi” diye yutturmaya çalışmıştır. Altan, “Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar”, “II. Cumhuriyet, Demokrasi ve Özgürlükler”, “II. Cumhuriyetin Yol Hikâyesi” adlı kitaplarında, yazılarında ve konuşmalarında Atatürk’e ve Atatürk cumhuriyetine adeta kin küsmüştür. İşte iktisat profesörü Mehmet Altan’ın Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi konusundaki çarpıtmalarına birkaç örnek: “Milli kurtuluş savaşı, anti emperyalist bir hareket değildir... Çünkü Türk Yunan Savaşı’ndan bir yıl önce İngiliz Dış işleri Bakam böyle bir muhtemel savaşta tarafsız kalacağını açıklamıştır ve bunu notayla bildirmiştir.” Başka bir yalan: “Kurtuluş Savaşı’nda sanayileşme hareketinin adı vardır ama kendi yoktur. Olsa zaten bugün başka yerlere gelir, sanayi devrimini tamamlamış, köylülüğü bitirmiş, bilgi çağma eklemlenmiş bale gelirdik... O zaman niye cumhuriyet, Kemalizm bu sanayileşmeyi başaramadı?” Başka bir yalan daha: “Kemalizm, halka güvenmeyen bir elitler, seçkinler hareketidir... Halka güvenmediğin vakit kime güvenirsin, silahlı güçlere güvenirsin. İşte onlar kurmuştur cumhuriyeti. Yani ordu kurmuştur, halk kurmamıştır, ordu halka rağmen kurmuştur. Ve bir başkası: “Kemalizm ile demokrasinin bir araya gelmesinin hiçbir imkânı yoktur, birbirlerine tamamen zıttırlar... Kemalizm, tek sesliliği, otoriterliği, totaliterliği devletin hukuksal güvencesi altına alan bir rejimdir. 
Çünkü Kemalizm, tek parti demek, bunun dışında bir düşünce burada yasaktır demek...” Altan’ın, cumhuriyet tarihi yalanlarının tamamını buraya sığdırmamız olanaksızdır. Atatürk’ü, Kemalizm’i “antidemokratik”, “tek sesli” olmakla suçlayan Prof. Mehmet Altan’ın bugün Fethullah Cemaati’nin gazetelerinde yazması, televizyonlarında konuşması, kendisini adeta bu cemaatle özdeşleştirmesi, onun nasıl bir demokrat olduğunun çok iyi bir göstergesidir. Demek ki bir cemaate mensup olmak, o cemaatin sözünden çıkamamak demokratlık oluyor!
13. Doç. Dr. Halil Berktay: Liseyi Robert Kolej’de okuduktan sonra, lisans ve lisansüstü eğitimini 1968’de ekonomi alanında Yale Üniversitesi’nde tamamlamıştır. 1990 yılına kadar Aydınlık hareketinin içinde yer almıştır. Ekonomiden sonra yöneldiği tarih alanındaki doktorasını Birmingham Üniversitesi’nden 1991 yılında almıştır. Harvard, ODTÜ, Boğaziçi, Sabancı üniversitelerinde görev almıştır. Berktay, üstlendiği projeler için AB ve ABD (Soros Vakfı)’den yüklü miktarlarda bağışlar almıştır. “İzmir’in Yakılmasının Yarattığı Sosyal Travmalar” projesi için ABD’den 84.000 Avro, “Osmanlı İmparatorluğu ve Toplum Dersleri” projesi için Avusturya ve İsviçre hükümetlerinden 74.000 Avro, “Balkanlardaki Türk Ulusal Hafızasının İnşası: Türk Milliyetçiliğinin Orijini ve Erken Gelişimi” projesi için Almanya Eğitim Bakanlığı’ndan 99.000 Avro bağış almıştır. Berktay, “İzmir’in Yakılmasının Yarattığı Sosyal Travmalar” projesinde İzmir’i

Türklerin yaktığını ima ederek, bu sırada Rumlara etnik temizlik yapıldığını kanıtlamayı amaçlamış; “Balkanlardaki Türk Ulusal Hafızasının İnşası: Türk Milliyetçiliğinin Orijini ve Erken Gelişimi” projesiyle de İttihat ve Terakki’nin Balkanlar’da nasıl “milliyetçiliğe” yöneldiğini ve bu yönelim sonunda Ermeni soykırımının gerçekleştiğini kanıtlamayı amaçlamıştır. İşte Doç. Dr. Halil Berktay’ın bazı yalanları: “İzmir civarında yan gizli şekilde Rumlara etnik temizlik yapıldı. Bu olaylar Ermeni katliamının silahsız provasıdır.” (Milliyet, 7 Mart 2005). “İzmir’de Rumlara etnik temizlik yapıldı” yalanını söyleyen Berktay, 15 Mayıs 1919 ve sonrasında İzmir’de Türklere yapılan soykırımı nedense hiç dile getirmemiştir. Başka bir yalan: “Tehcir kanunu başlı başına bir etnik temizliktir. Ermeni oldukları için tehcir ediliyorlar. Günümüzde, öldürme unsuru hariç bu kadar dahi ‘jenosit’ tanımına giriyor,(Milliyet, 7 Mart 2005). Ve bir başkası: “Mustafa Kemal’in Ermeni tehcirini savunan tek bir demeci yoktur.(Milliyet, 7 Mart 2005). Bütün bu yalanlara burada cevap vermek olanaksız olduğundan sadece sonuncusuna -Mustafa Kemal’in Ermeni tehcirini savunan tek bir demeci yokturcevap vereceğim. Bakın ne demiş Mustafa Kemal: “Dünya kamuoyu, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.” (Mustafa Kemal, 26 Şubat 1921).

14. Dr. Taner Akçam: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni bitirmiş, 1973’ten sonra ODTÜ-DER, ADYÖD gibi derneklerin kurucuları arasında yer almış, 1975’te yayma başlayan Devrimci Gençlik dergisinin sorumlu yazıişleri müdürü olarak, dergide Komünizm ve Kürtçülük propagandası yapıldığı iddiasıyla yargılanmış ve 1976’da tutuklanmıştır. 1977’de 9 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. 12 Mart 1977’de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nden kaçmıştır. 1978-1995 yılları arasında Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşamıştır. 1988 yılında Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde çalışmaya başlamıştır. 1995’te Hannover Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde “İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı” konulu doktora çalışmasını tamamlamıştır. Akçam, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü’nde görev yapmaktadır. Akçam, Alman İstihbaratının “Ermeni Soykırımını Araştırma Masası’nın” Hamburg İncelemeleri Enstitüsü görevlilerindendir. “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu”, “Türkiye’yi Yeniden Düşünmek” adlı kitaplarında, yazılarında ve konuşmalarında hararetle Ermeni olaylarım “soykırım” diye adlandıran, Kurtuluş Savaşı’na ve cumhuriyete yönelik ağır ithamlarda bulunan Akçam’ın yalanlarından biri şudur: “Ermeni soykırımı olmasaydı Ulusal Kurtuluş Savaşı diye bir şey olmazdı.” (Türkiye’yi Yeniden Düşünmek, s.58). “Türkiye’nin haksız bir devlet olduğunu kanıtlayacağım..” (www.his.online. de/mitarb/akcam.htm) diyen Akçam’ın patronu Tessa Hafman, Akçam’ı şöyle tebrik etmiştir: “Taner Akçam aferin! Türk Kurtuluş Savaşı’nın, Ulusal Devleti kuran savaşın aslında bir soykırım olduğunu bir Türk olarak ispatlamıştır.” Haşan Yalçın, “Dönekler” adlı kitabında haklı olarak Dr. Taner Akçam’nı uzmanlık alanını “Türkiye Düşmanlığı” olarak adlandırmıştır.

15. Prof. Cemil Koçak: Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olan Cemil Koçak, “Siyaset ve Sosyal Bilimler” alanında doktora yapmıştır. Sabancı Üniversitesi’nde “tarih” hocalığı yapan Cemil Koçak, Tarih Vakfı’nın yayınladığı “Toplumsal Tarih Dergisi”nin yayın politikasını belirlediği dört kişiden biridir. 
Prof. Cemil Koçak son zamanların en önemli cumhuriyet tarihi çarpıtmacılarmdan biridir. “Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvelle savaşmadık!” diyen Cemil Koçak’ın bazı cumhuriyet tarihi yalanları şunlardır: “İngilizler İstanbul’a yüz bin kişi ile geldiler, ama İngilizlerle savaşılmadı... 
Anadolu (da) çok büyük bir işgal yaşamadı. 
İşgal asıl Güneydoğu’da Fransızlar tarafından Gaziantep, Kahramanmaraş ve Urfa’da yaşandı. Batı Anadolu’da da Yunan işgaline karşı savaşıldı... Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü ve şehit-yaralı toplam 30 bin kişilik zayiatımız oldu. Kurtuluş Savaşı’nın pırıltılı hale getirilmesinin nedeni, cumhuriyete ve cumhuriyetle birlikte yapılanlara bir meşruiyet kazandırmak içindir...” 
(Neşe Düzel’in Söyleşisi, Radikal, 13 Kasım 2006).

Bunların dışında cumhuriyet tarihi yalanlarına sıkça başvuran belli başlı yazarlar şunlardır:
Burhan Bozgeyik, “Çerkez Ethem” ve “Mustafa Kemal’e Karşı Çıkanlar”.
Cemal Kutay, “Çerkez Ethem Hadisesi”,
Ahmet Kabaklı, “Temellerin Duruşması”
Haşan Hüseyin Ceylan, “Din Devlet İlişkileri”, (3 cilt).
Mustafa Müftüoğlu, “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” (10 cilt).
Nihal Atsız, “Türk Ülküsü” ve “Dalkavuklar Gecesi”
Vehbi Vakkasoğlu, “Son Bozgun” ve “Bu Vatanı Terk Edenler”.
Mustafa Armağan, “ Yakın Tarih Küller Altında” (3 cilt)
Sevan Nişanyan, “Yanlış Cumhuriyet”
Emre Aköz, “yazılarında”
Prof. Mümtazer Türköne, “yazılarında”
Ayşe Hür, “yazılarında”
Prof. Murat Belge, “yazılarında”
Engin Ardıç, “yazılarında”

Ayrıca, Prof. Mete Tunçay, Dr. İsmail Beşikçi, Prof. Eric Jan Zürcher, Prof. Vamık Volkan, Prof. Şerif Mardin, Prof. Baskın Oran gibi akademisyenler dekitaplarında ve yazılarında ara sıra cumhuriyet tarihi yalanlarına başvurmuşlardır.
Bütün bu isimlere ekleyecek daha çok isim var ama yeter; mesele anlaşılmıştır sanırım....
Cumhuriyet tarihi yalancılarını üç grupta toplamak mümkündür:
1. Atatürk devrimlerini “din dışı” görerek Atatürk’e ve cumhuriyete saldıranlar: İslamcı kesim, cumhuriyetin Türkiye’yi İslami köklerinden kopardığını düşünerek Kurtuluş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne alabildiğince saldırmıştır ve saldırmaktadır. Bu saldırılarda aslında temel hedef Atatürk’tür (Bu saldırıların tamamen haksız ve maksatlı saldırılar olduğunu gösteren bir çalışma için bkz. 
Sinan Meydan, ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA, 
“Bir Ömrün Öteki Hikayesi”, 4.bs, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2010). 
Özellikle 28 Şubat öncesinde Türkiye’de Atatürk düşmanlığında ve buna paralel cumhuriyet tarihi yalanlarında adeta bir patlama olmuştur. 
Necmettin Erbakan’ın kapatılan, Refah ve Fazilet partileri döneminde siyasi çevrelerden büyük bir destek gören cumhuriyet tarihi yalancıları, öncelikle bütün güçleriyle Atatürk’e yüklenmişlerdir. 
Soyundan, sopundan, dinine, imanına; askeri, siyasi hayatından kişisel hayatının en ücra köşelerine kadar Atatürk’e saldıran “yobaz öfke”, hızını alamayıp RP MKYK Üyesi Haşan Hüseyin Ceylan ve Haşan Mezarcı gibi şarlatanların öncülüğünde ve Fethullah’ın ışık evlerinde, yurtlarında ve dershanelerinde sistemli bir şekilde genç nesillerin beynini yalanlarla, iftiralarla doldurmuştur. 
2000’lere girerken “Yakın tarih yalan söylüyor” diye başlayan onlarca kitapta yüzlerce cumhuriyet tarihi yalanı Türkiye’ye saçılmıştır. Said-i Nursi, Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu, Haşan Hüseyin Ceylan ve son zamanlarda Mustafa Armağan bu grubun en tanınmış isimleridir.
Resim
(Milliyet 1 Aralık 1994)
2. Kişisel tatmin için Atatürk’e ve cumhuriyet tarihine saldıranlar: Bunlar biraz “narsist” tiplerdir. Özünde “iyi niyetli oldukları” bile söylenebilir. Bunlar, daha çok kişisel tatmin ve şöhret uğruna tarihi eğip bükenlerdir. “İleri sürdüğüm tezlerle resmi tarihin ezberini bozdum!” diye bas bas bağıran bu tiplere en iyi örnek Prof. Yalçın Küçük’tür.
3. Emperyalizmin gönüllü (bazen paralı) askeri olarak Atatürk’e ve cumhuriyet tarihine saldıranlar: En tehlikeli tipler bunlardır. Eğitimlerini genelde yurt dışında (daha çok ABD’de) tamamlamışlar, doktoralarım yine yurt dışında yapmışlardır. Birçoğu az ya da çok yurt dışındaki üniversitelerde (çoğu kez ABD’deki belli üniversitelerde) görev yapmıştır. Kendilerini genelde “liberal” olarak tanımlayan bu tipler, ülkemizde özellikle Bilgi, Sabancı ve Boğaziçi üniversitelerinde yuvalanmışlardır. Onları sıkça ekranlarda “Ermeni soykırımını tanıyalım! Tarihimizle yüzleşelim!” derken görürsünüz. Prof. Dr. Atilla Yayla, Doç. Dr. Halil Berktay, Dr. Taner Akçam bu gurubun en gözde isimleridir.
Belli Başlı Cumhuriyet Tarihi Yalanları
Türkiye’de kitaplarda, gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda ve radyolarda bolca görmeye alıştığımız belli başlı cumhuriyet tarihi yalanları şunlardır:
Osmanlı’yı Atatürk yıkmıştır!
Kurtuluş Savaşı’nın başlamasında Atatürk’ün etkisi yoktur! Atatürk bu savaşa sonradan katılmıştır!
Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir mücadele değildir! İngilizlerle savaşılmamıştır!
Atatürk Kürtlere özerlik sözü vermiştir! Cumhuriyet Kürtleri yok etmek istemiştir!
Vahdettin hain değil kahramandır!
Atatürk manda ve himayeye taraftardır? Sivas Kongresi’nde ABD mandası kabul edilmiştir?
Çerkez Ethem hain değil, kahramandır!
I. İnönü Savaşı diye bir savaş yoktur!
Lozan Antlaşması zafer değil hezimettir?
İstiklal Mahkemelerinde on binlerce insan suçsuz yere asılmıştır!
Atatürk devrimleri din dışıdır, Atatürk dine karşıdır!
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi demokrasiye karşıdır!
Harf devrimi Türkiye’yi geçmişinden koparmış, halkı bir gecede cahil bırakmıştır!

Buna benzer yalanları çoğaltmak mümkündür...
İşte elinizdeki kitap, bu ve benzeri yalanlara “belgelerle” cevap vermek için kaleme alınmıştır. Amacım, hiç kimsenin kişilik haklarına saldırmak değildir... 
Amacım, Atatürk’ün, “Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!” ilkesi doğrultusunda tamamen belge ve bilgilere dayalı olarak cumhuriyet tarihi yalanlarını ortaya koymak ve özellikle genç nesilleri bilgilendirip uyarmaktır.

Kitapta, “Atatürk”, soyadı kanunu öncesinde (1934) de “Mustafa Kemal” olarak değil “Atatürk” olarak adlandırılmıştır. 
Bu adlandırma, tarafımdan bilinçli olarak yapılmıştır. 
Atatürk adını ağzına almaktan bile çekinen “YOBAZ TAKIMINA” tepki olarak “Mustafa Kemal Atatürk”, doğumundan ölümüne kadar inadına hep “Atatürk” diye adlandırılmıştır.

Kitapta, 1919-1922 arasındaki dönemin gazetelerinden birebir alıntılara yer verilmiştir. Bilindiği gibi 1928 Harf devrimi öncesinde Arap alfabesi kullanıldığından gazeteler de Arap harfleriyle Osmanlıca çıkmaktaydı. 
Ben bu Osmanlıca gazetelerin geniş kitlelerce bugün anlaşılmayacağını düşünerek kitabımda bu gazetelerin birebir Latin harflerine çevrilmiş Türkçe tercümelerini kullandım. 
Ömer Sami Coşar’ın, dönemin gazetelerini birebir derleyip çevirdiği “İstiklal Harbi Gazetesi”nden yararlandım.

Kitapta, belgesel nitelikli fotoğraflara da yer verdim. Özellikle İstanbul’un İngilizlerce işgali, Anadolu’ya çıkarılan İngiliz işgal kuvvetleri, İşgalci Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları maddi ve manevi yıkım ve Türk insanının olağanüstü fedakârlığını gösteren bu fotoğraflar, Kurtuluş Savaşı’nın ne kadar zor ve ne kadar önemli bir mücadele olduğunu kanıtlamaktadır.

Cumhuriyet Tarihi Yalanları’nı, “seri kitap” olarak düşünmekteyim. Elinizdeki kitap birinci cilttir. Cumhuriyet Tarihi Yalanları’nın diğer ciltleri önümüzdeki aylarda ve yıllarda sizlere ulaşacak.

Cumhuriyet Tarihi Yalanları’nın ortaya çıkmasında, bana her türlü desteği veren Sevgili Eşim Özlem Akkoç Meydan’a, İnkılâp Kitabevi’ne ve editörüm Tansel Mumcu’ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...
Sinan Meydan İstanbul/Ağustos 2010
Kaynakça
Kitap: CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, Yoksa siz de mi kandırıldınız?... 

Yazar: SİNAN MEYDAN

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...