02 Ekim 2018

Skolastik Felsefe (Scholastic Philosophy)



Skolastik Felsefe (Scholastic Philosophy)

Skolastik felsefe, Ortaçağ felsefesiyle ilgisi olan, Aristo ve Eflatun'un eserlerinden alınmış olan, Avrupa'da 10. yüzyıldan 15. yüzyılın sonlarına kadar, üniversitelerde ve din okullarında okutulan felsefeye verilen addır. Skolastik felsefe, kiliseye ait olan düşüncedir, Latince kökenli "schola" kelimesinden türetilen "scholasticus" teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak "okul felsefesi" demektir; çünkü bu dönemin felsefesi, gerçeği aramaktan çok, okul ve medresede "öğretilen" bilgilerden ibâretti. Bu anlam, önemlidir; çünkü skolastik felsefe, Ortaçağ düşüncesinde doğru'nun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli, teolojidir; teolojiye dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

Skolastik felsefe, genel olarak bir öğreti durumuna gelmiş olan Hıristiyan inancının temellendirilmesi ve sistematikleştirilmesi girişiminden doğmuş olarak kabul edilir.Bu anlamda Patristik felsefenin devamı niteliğindedir. Bir başka açıdan Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen, Skolastik felsefedir. Bu, doğal bir durumdur, çünkü skolastik felsefe, hem Ortaçağ felsefesinin merkezi konumundadır, hem de ona genel karakteri vermiştir. Başı ve sonu Ortaçağ ile belirlenmiş bir düşünme yönelimidir.

Skolastik felsefenin ana yönelimi, Aristoteles'e yönelmiş olması tarafından belirlenir. Patristik felsefede görülen dinsel ağırlıklı Platonizm'den ayrılmak üzere, skolastik felsefede bilgi ağırlıklı bir Aristotelizm öne çıkar. Hem Hıristiyan, hem de İslam skolastiğinde Aristotales, bir başlangıç noktası olarak görünmektedir. Bu felsefe, daha çok din adamlarının yetiştirildiği manastır ve katedrallerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

Skolastik felsefenin yönelimi, rasyonel düşünceyi inanca uygulamak, vahiye akıl aracılığıyla bir kavranılırlık getirmek, inanca akıldan gelen saldırıları yine akıl aracılığıyla engellemeye çalışmaktır. "Anlamak için inanıyorum" düsturu bir anlamda Skolastik felsefenin nihâî konumunu göstermektedir. Bu yönde skolastik felsefe, realistik tutum sergilemiştir. Bu realistik tutuma göre gerçek, Tanrı'ya aittir ve onu bilmek demek, önermelerle ve çıkarsamalarla gerçeği yansılamak demektir. Tek bir geçerli doğruluk vardır ve bu nedenle de yalnızca tek bir doğru bilgi sistemi olabilir.

Etik anlamdaysa skolastik felsefe, hem emredici bir ahlâkı hem de bir değer ahlâkını geliştirmiştir diyebiliriz. İyi bir değerdir ve Tanrı iyinin tamamıdır, bu nedenle kişi, bu değere yani "en yüksek iye"ye ulaşmaya çalışmalıdır. Başlangıcından en son dönemine kadar başlıca skolastik filozofları şöyle sıralayabiliriz:

Johannes Scottus
Anselmus
Petrus Abelardus
Albertus Magnus
Aquina'lu Thomas
Duns Scotus
Ockhamlı William
Roger Bacon

Tarihsel ve Felsefî Çerçeve

Skolastik felsefe, Patristik felsefenin sürdürülmesi ve orada bir öğretiye dönüştürülmüş olan Hıristiyan inancının felsefî anlamda temellendirilip sistematize edilmesi yönündeki çabalardan meydana gelmiştir. Ortaçağ'ın belirli bir döneminden itibaren tüm felsefe etkinliği, skolastik zemininde gerçekleştiği için; Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen, genellikle skolastik felsefedir. Oldukça geniş bir tarihsel dönemi kapsar. 2. bir nokta, hem Hıristiyan skolastiğinin hem de İslam skolastiğinin söz konusu olmasıdır. Felsefe tarihi içinde Skolastiğin 3 ayrı dönem olarak ele alınması söz konusudur:

1. Erken Dönem Skolastik (800'lü-1200'lü yıllar)
2. Yükseliş Döneminde Skolastik (1200'lü-1300'lü yıllar)
3. Geç Dönem Skolastik (1300'lü-1500'lü yıllar)

Bir okul felsefesi olarak skolastik, ilk olarak teoloji öğretmenleri tarafından, hem sistematikleştirilmiş teolojinin öğretilmesini, hem de antikçağ okullarında öğretilen 7 özgür sanat'ın (Septem artes liberales) öğretilmesini kapsar. Daha sonraları bu okulun bütün öğreti ve çalışmalarını kapsayacak nitelikte ifade edilir olmuştur.

Skolastiğin yöntemsel olarak ortak karakteristiğiyse felsefeyi dinin, ya da aklı inancın alanına uygulayarak bu alandaki meseleleri kavranılır kılmaktır. Özelikle inanca ve vahye, akıl temelli getirilen itirazlar bu şekilde aşılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda da skolastik felsefe yeni bir şeyler bulmak ya da düşünceler üretmek arayışında değildir, aksine zaten mevcut olanlar içerisinde skolastik felsefe uygun olanları temellendirmek ve uygun olmayanları çürütmek çabasında olmuştur. Bu çaba için gerekli mantığı Aristoteles'te ve Euklid geometrisinde bulmuştur. Böylece ana belitler daha baştan saptanmış bulunuyordu. Bu dönemin özlü sözü ve düşüncesi, Augustinus'un "Anlamak için inanıyorum." düşüncesidir. Bu düşünceye göre hem inanç hem de onun anlatımı ve dili, doğru olarak bulunmaktadır. Realizm düşüncesinin temeli olan bu düşünce, Skolastiğin temel önermesidir. Buna göre bilgi, çeşitli önermeler ve çıkarsamalarla, tanrısal gerçeğin ortaya konulmasından ve yansıtılmasından, kanıtlanmasından başka bir şey değildir. Skolastik bu nedenle görelikçiliğe, öznelliğe ve kuşkuculuğa karşı savaşır. Skolastik yalnızca tek bir doğrunun ve ona bağlı tek bir doğruluk sisteminin varlığını kabul eder. Nominalizm bunlara bağlı olarak daha sonra Skolastiğin çözülmesinde önemli rol oynayacaktır.

Skolastik felsefenin genel ahlâki tutumu konusunda 2 öğenin altını çizmek gerekir. Skolastik emir ahlâkını ve değer ahlâkını üstlenir durumdadır. Buna göre, önemli olan iyi"ye uygun davranmaktır; çünkü iyi hem tanrının buyruğudur, hem de Tanrı bizzat tüm iyiliğin kendisidir. Skolastik felsefe, başlangıcında ve gelişiminde inanç ile bilgiyi uzlaştırmaya çalışmış ve bu temelde dinsel dogmalara felsefi bir temel bulmaya ve bunları sistemleştirmeye yönelmiştir. Fakat son dönemlerinde bu projenin başarılamayacağı kesinlik kazanmış, tam aksi yönde bizzat iç tartışmaları nedeniyle bilgiyle inanç ayrışması kesinlik kazanmıştır.

"Kavimler Göçü", Batı'da kültürün büyük ölçüde "tahribine" neden olmuştur. Bu göç hareketi ve bunun yarattığı savaşlar yüzünden Antik edebiyatın büyük bir kısmı, yok olmuştur. Geriye küçük ve cılız bir miras kalabilmiştir. Ortaçağın ilk döneminde felsefî edebiyat adına Batı'nın elinde ancak Eflâtun'un "Timaios diyalogu" ve Aristo'nun birkaç eseri bulunuyordu. Bunlara bir de Yeni Eflâtunculuk etkisi altında yazılmış Kilise Babaları'nın eserlerini ekleyebiliriz.
Ortaçağ medresesinde yani manastır okullarında "yedi özgür sanat" denilen şu dersler okutuluyordu: Gramer, astronomi, müzik, hitabet, dialektik (mantık), aritmetik, geometri. Bu öğretimin tacını da, doğal olarak ilahiyat (teoloji) oluşturuyordu. Bir kez daha vurgularsak: Skolastiğin amacı araştırma değil, "eğitim ve öğretim"dir.

Hemen tüm Ortaçağ felsefesinin skolastik, yani bir "okul sistem" olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için Ortaçağ filozofları, kendilerini araştırıcı değil, hoca sayar. Çünkü Ortaçağ filozofları gerçeğe; "zaten", sahip olduklarına inanıyorlardı. Bunun için de ayrıca gerçeği aramaya gerek görmüyorlardı. Onlara göre gerçek, aslında "dinin dogmaları"nda belirlenmiştir. Yapılacak tek şey, bu dogmaları bir "sistem" halinde düzenlemek, yani aklin kavrayabileceği bir duruma getirmektir. Sistemleştirilen dogmalar, daha sonra okulda gençlere "bilgi" olarak aynen aktarılır. Batı'da, özellikle Lâtin Avrupa'da, felsefe eğitimi medreselerde yapılırdı. Hocalar da rahiplerdi. Ortaçağ felsefesinin karakteristik özelliği, skolastik oluşudur. Oysa ilkçağda, birbirleriyle uğraşan "çeşitli ve değişik sayıda" akımlar vardı. ilkçağ felsefesi bize düşünce sistemlerinin zengin bir çeşitlemesini sunar: Materyalizm, idealizm, septisizm, dogmatizm gibi birbirlerine karşı akımların Antik dönemde ortaya çıkarak yan yana yaşadıklarını görüyoruz.

Ortaçağda bu çeşitlenme artık kaybolmuştur. Skolastik, Ortaçağ felsefelerinin hemen hepsinin temel karakterini oluşturur. Sonra; ilkçağ filozofları, düşünce yapıtlarının "yapıcıları" olarak anlaşılıyordu. Buna karşın Ortaçağ filozofları kendilerini "aynı sistem üstünde birlikte çalışan" düşünürler olarak algılarlar.

Bu sistemin islemesinde, herkesin kendine göre, küçük ya da büyük bir payı vardır. Ortaçağ düşünürleri için karakteristik eserler, çeşitli alanlara ait bilgileri bir araya toplayan "summa"lar (özetler)dir. Çünkü Ortaçağa göre herhangi bir alana ait bilgiler zaten Kilisenin dogmalarında toplanmıştır. Bu yüzden de üstünde tartışma yapılarak, çözümlenmesi gereken bir sorun bulunmuyordu.

Ortaçağ filozoflarının üstünde anlaşamadıkları "tek" bir sorun vardı: Bu da, Antik dönemden miras kalmış olan "tümeller sorunu"ydu. Tümel kavramların realitesi konusu, tartışmaların kaynağını oluşturmuştur. Bu sorun Eflâtun'dan bu yana süregelmiştir.

Eflâtun'un tümel kavramları reel birer varlık olarak benimsediğini biliyoruz. Bu kavram realizminin tam karşıtıysa nominalizmdir. Nominalizme göre, Eflâtun'un kendilerine realite eklediği tümel kavramlar, birbirine benzeyen varlıklara bizim verdiğimiz isimlerden oluşurlar. Tümel kavramlar insanin bilincinde oluşmuş olup ayrıca bir varlığa sahip değildir.

Aristo ise, Eflâtun'un kavram realizmiyle bunun tam karşıtı olan nominalizmin arasında bir tutum almıştır. Ona göre de tümel kavramların bir realitesi vardır, ancak bu realite bireylerin kendisinde bulunur, bireylerin dışında kavramlar ayrıca var olmaz. Aristo da, Eflâtun gibi, insanin kendiliğinden var oluşunu kabul eder, bu, insanın kendisinde bulunan bir şeydir.

İlkçağda var olan bu 3 ayrı görüşe, yani kavram realizmi, nominalizm ve Aristoculuğa, Ortaçağ'da yeniden rastlarız. O kadar ki, Ortaçağ'da ciddi tartışmalara ve ayrılıklara neden olan tek sorunun bu olduğu söylenebilir. Bu ayrılığın tarihini izlersek görürüz ki, Ortaçağın ilk dönemlerinde daha çok kavram realizmi hâkimdir. Skolastiğin en parlak dönemi olan 12. yüzyılda Aristoculuk hâkim olmuştur. Skolastiğin son dönemi olan 14. yüzyılda nominalizmin etkisi ağır basar. Fakat; nominalizm, aynı zamanda Skolastiğin çöküşünü ve artık sona ermekte olduğunu da ifade etmektedir.

Ortaçağda tartışmaya neden olan tek sorunun Antik dönemden miras kalan bir sorun olması dikkat çekicidir. Ortaçağ felsefesine yön veren büyük otoriteler "Eflâtun" ve "Aristo"dur. Fakat Ortaçağ felsefesi üstünde Eflâtun'un etkisinden söz ederken bu etkinin daha çok Yeni Eflâtunculuktan geldiğini göz ardı edemeyiz. Çünkü Yeni Eflâtunculuk, Eflâtun'un idelerini Hıristiyanlığın ideleriyle birleştirme olanağı veriyordu.

Bir başka deyişle: Yeni Eflâtunculuk, ideleri Tanrı'nın düşündüğü fikirler biçimine sokmakla, Eflâtun'un idelerini monoteist bir dinin tanrısıyla birleştirmeye olanak tanıyordu. Eflâtun ve Aristo'yu otorite olarak tanıyan Ortaçağ felsefesi, zaten kendini her zaman "otoritelere" göre ayarlamıştır. Doğanın doğrudan doğruya gözlemi, bu dönem için bir kuşku konusu değildir; ancak aslolan, kitaplardan edinilen bilgilerdir. Bu yüzden de Ortaçağ felsefesi, gerçeği kendi araştıran yaratıcı bir düşünüş olamıyor. Daha çok öğrenileni öğretmekten oluşan bir etkinlik olarak kalıyor. Buna rağmen Ortaçağ filozoflarının başarılarını büsbütün küçük görmemek gerekir. Çünkü var olan düşünceleri çelişkisiz bir sistem içinde toplamak girişimi, çok keskin bir zekâ ve yetenek gerektirir.

Dikkatimizi Avrupa'nın "Batısına", yani Lâtin Avrupa'ya çevirirsek, Augustinus'un ölümünden sonraki Ortaçağın ilk döneminde Avrupa'nın bu bölümünde büyük bir "düşünce gerilemesi"ne tanık oluyoruz. Antik dönemin soyut ürünlerinin büyük bir bölümü, "Kavimler Göçü"nün gürültü ve yıkıntıları arasında yok olmuştur. Bu yüzden de bu dönemde pek az hoca ve okul vardır. Bağımsız düşünceli düşünürlere, hemen hemen hiç rastlanmaz. İlkçağın bu ilk döneminde ismi anılması gereken bir düşünür, İrlandalı "Johannes Eriugena"dır.

Dönemler

Erken Dönem

Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün getirdiği kültürel yıkımdan çıkış dönemine rastlar. Yeni bir toplumsal düzenleme ve kültürel canlanma evresinde, felsefe alanında skolastik görülür. İlk skolastik düşünür olarak Johannes Scottus'u belirtmek gerekir. Çevirileriyle ve dersleriyle Ortaçağ düşüncesine mistisizmi getirmiştir. Platon'un idea kuramına benzeyen bir kavram realizmini kullanmıştır, bir tür Yeni-Platonculuğun geliştiricisi olmuştur. Tanrı'nın gerçekte varlığının bilinemez olduğunu öne sürmüştür, Tanrı ancak kısmen simgeler aracılığıyla bilinebilir. Simgelerse Tanrı'nın kendisi değildir.

Bu ilk döneminde yer alsa da bütün skolastik felsefenin en etkili düşünürlerinden sayılan Anselmus, anılması gereken bir başka isimdir. Anselmus özellikle Augustinus'un açtığı yolda ilerlemiş, onun "Anlamak için inanıyorum" sözüne açık ve kesin bir içerik kazandırmış, inancın en yüksek mistik varsayımlarını akılla temellendirmeye çalışmıştır. Bütün var olan şeyler, mutlak bir var olan tarafından temellendirilir; aynı şekilde bütün iyi"ler de mutlak iyiyle temellendirilir. Burada açıkça kavramsal realizmde olduğu türden, yani tümel kavramları gerçek varlıklardan sayan bir çıkarsamayla tanrının varlığını kanıtlama yoluna gidilmektedir. Anselmus asıl ününü ontolojik kanıtlamayla sağlamıştır. Buna göre Tanrı, tanımı gereği en yetkin iyiyse, bu en yetkin iyi olanın var olmaması mantıksal bir çelişkidir, dolayısıyla Tanrı'nın var olması çelişmezlik ilkesi gereği zorunludur.

Roscelinus, Ortaçağ felsefesinde nominalizmin kurucusudur. Kavram realizminin karşıtı olarak nominalizm, tümellerin kendinde varlıklar olduklarını kabul etmez, onlar insanın nesnelerin ortak yönlerinden hareketle dile getirdikleri isimlerden ibârettir. Roscelinus, gerçekte var olan şeylerin tikel nesneler olduğunu belirtir. Skolastik boyunca bu 2 eğilim arasında sürüp gidecek olan bir tartışma söz konusu olacaktır; nominalizm skolastiğin çözülüşünü getiren yönelimdir. Bu tartışma felsefe tarihinde Tümeller Üzerine Tartışma olarak geçecektir.

Petrus Abaelardus, skolastik felsefenin önemli isimlerinden bir başkası olarak, Roscelinus'un öğrencisidir, ancak tümeller tartışmasında daha ortalamacı bir yol izlemiştir. Bu yönde ortaya koyduğu zengin tartışmalarla, zamanının en etkili filozoflarından biri olmuştur.

Yükseliş Dönemi

12. yüzyıldan itibaren Arap felsefesinin önemli yapıtları çevrilmeye ve Batı'da okunmaya başlandı, özellikle Aristotales düşüncesine bu kaynaklardan, bir tür yorum içinden ulaşıldı. Böylece meydana gelen Aristotelizm, skolastiğin yükseliş döneminin dinamiği olmuştur. İslam felsefesi, Batı kültürel düşüş içinde olduğu sıralarda gücünü geliştirmiş, antikçağ felsefesinin başlıca filozoflarının metinlerine sahip olabilmiştir. İbn-i Sina, özellikle Aristotales felsefesinin Arap dünyasında yer almasında önemli rol oynamıştır. Tümeller sorunu üstünde önemle durmuş düşünürlerden birisidir ve bu düşünceleri yükseliş dönemi skolastiğinde etkili olacaktır. Aristotales'in metinleri diğer İslam filozofları gibi, onun çalışmaları üstünden Batı'ya taşınacaktır. Diğer bir Aristotelesçi İslam filozofuysa İbni Rüşt'tür. Aristotales'in yapıtlarını yorumlamış ve açıklamalar getirmiştir. İnanç ve akıl arasında ilişki kurmaya çalışmış, inancı akıl bilgisinin başka bir formu olarak değerlendirmeyi denemiştir.

Yahudi felsefesi ve Yahudi filozofların bu dönemde yaptıkları çeviri ve yorumlar da, batıda gelişen skolastik felsefenin yükselişinde etkili olmuş bir başka kaynaktır. Moses Maimenides bu filozofların en etkili olanıdır. O da Aristotelesçidir ve din ile felsefeyi, inanç ile aklı birleştirme yönünde düşünceler üretmiştir. Her 2 kaynaktan (Yahudi ve İslam felsefeleri) beslenen yükseliş dönemi skolastiği Aristotales felsefesini temel dayanağı yapmıştır. Skolastiğin bu dönem felsefe çalışması, bütün bilgi alanlarını kapsayacak şekilde bir bilgi sistemi kurmaya yöneliktir. Bonaventura adlı İtalyan mistik düşünür bu girişimi Augustinus ve Aristotales'i uzlaştırmaya yönelik çabalarıyla ortaya koyar. Onun da bir tür ontolojik kanıt kullandığı söylenebilir. Bilgi, bilinecek olanda birleşip bir olma durumudur ki, bu her tür mistisizmin ana doğrultusudur.

Bonaventura da bu yönde bir fizikötesi inşâ eder. Ortaçağ'ın ve skolastiğin en önemli filozofuysa Albertus Magnus olarak anılır. Aristotales felsefesini, Arap ve Yahudi yorumlarını derleyip toparlamış, bunların tanınıp anlaşılmasında önemli rol oynamıştır. Doğa bilimleriyle yakından ilgilenmiş bir skolastik düşünürdür. Aristotales felsefesinden sistemli bir yapı ortaya koymuştur.

Aquinolu Thomas Albertus Magnus'un öğrencisidir ve bütün skolastik dönemin en büyük filozofu olarak kabul edilmektedir. Öğretisi Katolik kilisesinin resmî felsefesi olarak kabul edilmiştir. Thomas'a göre dinsel doğrularla felsefî doğrular, yani inanç ve akıl doğruları 2 ayrı bilgi türünün doğrularıdır. Böylece "Anlamak için inanmak" önermesinin yerine, Thomas, "inanmak için bilmek"i koymuştur. Bunun anlamı, en yüksek aydınlanma ve açınlanmanın bilgi sayesinde olabilmesidir. İnanç tapınağına girişin yolu bilgidir ve felsefe bu yolu aydınlatacak olan etkinliktir. Thomas için de Tanrı'yı bilmek, bilginin en yüksek idealidir, akıl bu yüksek noktaya erişmeye yönelirken kimi sırları olduğu gibi kabul etmek zorundadır. Realizm konusunda daha esnek bir tavır geliştiren Thomas, ontolojik kanıttan farklı olarak kozmolojik kanıt denilen yaklaşımı geliştirir.

Son Dönem

Skolastiğin son döneminde felsefe daha da özerkleşecek ve dinden ayrılacaktır, akıl ve inancın birleştirilmesi çabasından vazgeçilecektir. Başlangıç ve yükseliş döneminde görülen kavramsal realizm bu dönemde gerilemiştir. Bu gelişmede ve felsefenin özerkleşmesinde nominalizmin belirleyici bir rolü olacaktır. Ayrıca Dominiken ve Francisken tarikatları arasındaki çatışmanın derinleşmesi de bu süreci derinleştirmiştir. Fransiskenler teolojiyle doğa bilimlerinin aynılaştırılmasına ya da birbirine bağlanmasına her zaman itiraz etmişlerdir. Bu tartışmaların sonu reformasyonu hazırlamıştır. Rönesans'ı hazırlayan kültürel gelişmeler bu anlamda skolastiğin son döneminde gerçekleşir: Reformasyon ve doğa bilimlerinin ayrışıp gelişmesi.

Bu dönemin ilk ismi olarak Johannes Duns Scottus'u belirtmek gerekir. Onun düşüncesinde tümel kavramlar nesnel dünyanın yansımalarıdır. Ayrıca istence öncelik vermiştir ve volantarizmin savunusunu yapmıştır. İstenç özgürlüğü fikrini, belirlenimsizciliğe vardırmıştır.

Ockhamlı William geç dönem skolastiğin önemli filozofu olmakla kalmaz, nominalizmin sistemleştirilmesi ve geliştirilmesinde kesin bir rol oynar. Ona göre bütün gerçek, tikel nesnelerden meydana gelmektedir, tümellerse uydurma şeylerdir. Tümeller, tikel nesnelerin genel benzerliklerinden hareketle, nesneler için bizim uydurduğumuz simgelerdir. Bilginin temeline bu yolda deney konulur. Tanrı ve sonsuzluk hakkında deneyime sahip olmadığımızdan, bu alanlara yönelik bilgi, inanç bilgisidir. Bu tür bilgilere gerçek anlamda bilgi denilemez, onlara ancak inanılabilir. Böylece inanç ve bilgi arasına kesin bir ayrım konulmuş olunmaktadır. Bu yöndeki gelişim Rönesans'ı meydana getirecektir.

Roger Bacon, geç dönem skolastiğin anılması gereken bir başka ismidir. Deney ve deneyim kavramları, onun yaklaşımında daha da kesin bir görünüm kazanır. Doğa araştırmalarında ortaya koyduğu bulgular ve matematik dehası, Bacon'un ünlü bir bilgin olmasını sağlamıştır. Mistisizm'le ampirizmin karışımı olan düşünceleri, Bacon'u Ortaçağ'dan Rönesans'a geçişin hazırlayıcılarından biri yapmıştır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...