02 Ekim 2018

İslam Felsefesi ve İslam Tarihi cilt 1 ve 2 nci cilt




İslam Felsefesi ve İslam Tarihi cilt 1 ve 2 nci cilt



İslam Felsefesi ve İslam Tarihi cilt 2


İslam Felsefesi

Felsefe, düşünmenin bilimi. İslam felsefesi, bir bilim olarak felsefe'nin çok önemli kısmını oluşturuyor. Çünkü, uyuyan Yunan felsefesini de Müslüman filozoflar hayata döndürdüler. İslam felsefesinin birçok temel kitabı bugün Türkçede yok. Dosyamız, yıllardır süregelen bu eksikliğe ve eksikliği giderme çabalarına dikkat çekmeyi amaçlıyor. Belki de, felsefemizi okumadığımız için fikir üretemiyoruz. Kendi felsefe mirasımızı yeniden keşfetmek için geç bile kaldık. Bu dosya yeni bir başlangıç olsun.

İslam Felsefesi

İslâm dünyasında felsefi düşüncenin bir ekol olarak başlayıp kurulması, iç ve dış birçok nedenin yanında, özellikle Grek filozoflarının eserlerinin Özellikle Süryânice ve Grekçeden Arapçaya yapılan ilk çevirileriyle aynı zamanlara rastlar ki, bu dönem İslâm tarihinde Abbasî hilâfetinin kuruluş sıralan demektir. Fakat İslâm felsefesinden en mühim etkiye sahip olan Yunan felsefesinin etkisi doğrudan olmayıp, Helenistik felsefe yani, İskenderiye yoluyla olmuştur. Çünkü, milâdî 6. yüzyılın başlarında dağılan Atina okullarındaki düşünürlerden bazıları İskenderiye'ye, bir kısmı da Suriye'deki merkezlere gitmişti. Buralarda Eflatun ve Aristo'yu açıklayarak bir felsefe oluşturmuşlardı. Sözü edilen merkezlerde önceleri yunanca yazıları eserler sonradan Süryanice ve Arapçaya çevriliyordu. İşte İslâm dünyasında daha sonra Arapçaya intikal ettirilen ve İslâm felsefesinin kuruluşunda etkisi olan eserler ilk planda bunlar olmuştu. Bunlara daha 7. Miladi yüzyılın ortalarında Müslüman Arapların fethettiği Suriye ve İran'daki Hıristiyan ve Yahudi manastırlarındaki ilmi faaliyetleri de eklemelidir. Buralarda Yunan felsefesinin, özellikle de eflatun, Aristo ve yeni Eflatunculuğun Hıristiyanlıkla meczedilmiş eserleri, Arapçaya yakın bir dil olan Süryânice yazılıyordu. Keza, sözü edilen merkezlerden bazıları tamamen İlâhiyata (teoloji) dair düşünceler geliştirirken, felsefe de dinî bir hüviyet kazanıyordu. Diğer yandan, gramer, hitabet, felsefe, tıp, musiki, aritmetik, geometri ve astronomi bu okulların yaptığı önemli çalışma alanlarını teşkil ediyordu. Urfa (Edese), Nusaybin (Nisibe), Harran, Cundeşapur ve Antakya da o dönemin başta gelen bilim ve kültür merkezleriydi

Çeviri çalışmalarında Emevîler döneminin çok önemli bir yerinin bulunduğu söylenemez. Fakat, dinî ilimlerin yanında akli ilimlere ayn bir rağbet gösteren Abbasîlerde, Özellikle Bağdat'ı devlet ve halifelik merkezi yapan ve Süryânice, yunanca ve bir miktarda Farsça eserlerin Arapçaya çevirisini üslenen kişileri teşvik eden Halife Mansur döneminde söz konusu çeviri faaliyeti çok ciddi bir tarzda gelişme gösterdi. Harun Reşid ve Memun zamanlarındaysa İslâm felsefesinin önemli malzemesi sayılabilecek mühim eserler çok sistemli bir çeviri faaliyetiyle Arapçaya kazandırıldı. Bu sonuncu Abbasi halifesi, Bağdat'ta Beytü'l-Hikme (Felsefe evi) adı verilen bir akademi kurulmuştu ki, burası İslâm felsefesinin kurulup gelişmesinde çok önemli bir etkiye sahip olmuştu.

Bütünlüğü içinde İslâm felsefe hareketini Doğu ve Mağrip (Endülüs) felsefeleri olmak üzere 2 büyük kola ayırmak gelenek halini almıştır. Felsefi düşünceyi kurma ve geliştirme bakımından doğu kolu Mısır'dan Türk-İslam'a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyayı kaplar ve Endülüs'e göre çok daha çeşitli ve verimli olmuştur. İslam felsefesinin Endülüs kolu ise, ortaçağ dönemi Hıristiyanlarının daha çok dikkatini çekmiş ve Batılılar tarafından yazıları eserlerde özel bir yer tutmuştur. Fakat İslam dünyasındaki fikri oluşum ve gelişimde Mağrip kolunun Doğu kadar büyük etkisi olamamıştır.

İslâm felsefesi, ele alıp işlediği problemleri bakımından tek tip bir yapı göstermez. Yani hemen hemen her türlü düşünceye ve araştırmaya açık bulunmuştur. Bu yüzden de birbirinden çok farklı, İslâm dininin özüne yakın ya da uzak düşen felsefe akım ve ekollerini bu felsefenin bünyesi içinde görmek mümkündür. İslâm felsefesini konu edinen felsefe tarihleri, söz konusu ekolleri ve onların temsilcilerini belli isimler altında toplayarak sistemleştirmişlerdir. İslâm felsefesinde yer alan başlıca ekolleri şöylece sıralayabiliriz:

A- Tabiiyyun (Natüralistler-Doğa felsefecileri)

Bu ekol mensupları deney ve tümevarım (istikra) metotunu İslâm düşünce dünyasında ilk defa kullanan ve bilginin kaynağı olarak daha çok duyumları kabul eden ilk felsefe akımıdır. İslâm felsefesi ve ilim tarihinin büyük simalarından biri olan Ebû Bekr Zekeriya Râzi tarafından kurulmuştur.

B- Maddeciler (Dehriyyûn, materyalistler)

Materyalist felsefe ekolü de tabiatçılar gibi duyulurdan başka bilgi kaynağı kabul etmez; ve tek gerçek olarak maddeyi benimser. Zamanı ezeli yani yaratılmamış diye kabul etmelerinden ve dolayısıyla Allah'ın varlığını inkâr etmelerinden dolayı Muattıla diye de isimlendirilmişlerdir. Maddeciler kâinatın yaratılmış (mahluk) olmadığını iddia ederler. Bu ekole mensup olanlara Maddiyyun, Mülhitler, Hissiyûn ve Ateistler gibi isimler de verilmiştir.

C- Bâtinilik

Karmati (Kirmeti), Mezdeki, Ta'limiye, Melâhide, İsmailiye, Hürremiye ve Muhammire gibi adlarla da anıları Bâtinilik adına çok çeşitli felsefi kavramlar (septizm, mistik unsurlar ve akılcılığın karışımından oluşan fikirler) ileri sürülmüştür. Bâtinî anlayışa göre İslâm dininde her ifadenin bir zâhirî diğeri de bâtınî (gizli-iç) olmak üzere 2 anlamı vardır. Asıl olan bâtınî manadır. Ve bu mana anlaşılıp nüfuz edilmeden Bâtınî olunamaz. Genelde siyâsî özelliği ağırlıklı olan Batınîlik Ehl-i Sünnet birliğini yıkmak düşüncesi taşmıştır.

D- İhvanü's-Safâ (Temiz Kardeşler-İslâm Ansiklopedistleri)

İslâm Felsefesi tarihinde kendilerine has görüşleri bulunan bir başka felsefe ekolü de ihvanü'l-Safâ diye şöhret bulmuş olan bir topluluğun düşünceleridir. Bunlar kendilerine göre taassup içinde kabul ettikleri Müslümanları aydınlatmak din ile felsefeyi uzlaştırmak, tabiat ilimlerinden yararlanarak geliştirdikleri ilim anlayışını ve felsefi görüşlerini yaymak için çalışmışlardır. Bir dernek gibi ortaya çıkan İhvanü's-Safâ'nın dinî olduğu kadar siyâsî ve felsefî bir özelliği de bulunur. Düşüncelerini yayabilmek için, devirlerinin her türlü bilgisini içine alan ve elliyi aşkın risaleden (kitapçık) oluşan bir ansiklopedi meydana getirmişlerdir ki, "Resâil-i İhvan-ı Safâ" adında günümüze kadar gelmiştir. Sistemlerinde eğitime ayrı bir önem vererek, insanları çeşitli yaş gruplarına ayırarak, onlara ayrı bilgileri içiren farklı eğitim-öğretim programları uygulamışlardır.

E- Meşşâilik

İslâm düşüncesi tarihinde "felsefe" ya da "İslam felsefesi" denince ilk akla gelen düşünce akımı Meşşailik'tir. Bu düşünce sistemi yukarıda belirttiğimiz tabiat felsefesine paralel olarak ortaya çıkmış ve kısa bir sürede en uygun felsefî bir sistem halini almıştır. Çağının bütün felsefe meselelerine bünyesinde yer veren Meşşâilik, mantık ve matematiğe dayanır. Yani onun esas karakteri akılcı (rasyonel) olmasıdır. Hicri 3. yüzyılda doğuşundan sonra kısa sürede Sünnî telâkkiye uygun bir yapıya bürünmüş; böylece İslâm düşünce dünyasının hakim ve yaygın felsefesi olmuştur.

Meşşaîlik ya da Meşşaî felsefe adıyla şöhret kazanan bu felsefe akımına Osmanlıcada "Aristo tâlisiyye" de denmiştir. Meşşailik terimi Grekçe "Peripatetisme"kelimesinin Arapçada aldığı karşılıktır. Peripatetismeyse Grek filozofu Aristoteles'in Atina'da kurduğu okulun bahçesinde derslerini öğrencileriyle gezinerek yapmasını ifade eder.[1]

Meşşaîlik, İslâm dünyasında Aristûtâlis, Aristâtâlis ya da Aristû ismiyle de tanınan Aristotelesin, başta mantık ve fizikötesi olmak üzere psikoloji, astronomi, tabiat, siyaset, ahlâk ve diğer düşüncelerinin İslâm dünyasındaki yorumlarını ve etkisini ifade eder. Meşşâî terimi bu anlamına ilave olarak ayrıca Aristo ile Eflatun felsefelerinin uzlaştırılmasını, keza, Plotinos ve Yeni Eflatunculuk (Neoplatonizm) un etkisini de içine alır. Bütün bu özellikleriyle Meşşâîlik, asıl felsefi meselelerde İslâm'ın esaslarına bağlı kalan, metot yönünden başta Aristo'yu takip eden ve Eflatunla yeni Eflatuncu felsefelere de bünyesinde yer veren bir ekol olarak karşımıza çıkar

Meşşâî felsefe, yukarıda anılan filozofların eserlerinin Arapçaya kazandırılmasından sonra 9. ile 12. yüzyıllar arasında kuruluşunu ve gelişimini tamamlayarak en önemli temsilci filozoflarını yetiştirmiştir. Ebû Yusuf, Yakub b. İshak el-Kindi Meşşâı ekolün ilk filozofu olarak kabul edilir ve kendisine "Feylesûfu'l-arab" (Arap filozofu) ünvanı verilmiştir. Bu ekol, onun öğrencisi Türkistanlı filozof Ahmed el-Serahsî ile devam ettirilir. Fakat İslam felsefesi, Meşşâilik ve filozof terimlerinin çağrıştırdığı en büyük sima, yine Türkistanlı bir düşünür olan büyük Türk-İslam Filozofu Ebû Nasr el-Fârâbî dir. Felsefe, Fârâbî ile bütün meseleleri içinde ele alınmış ve tam anlamıyla sistemleştirilmiştir. Bu yüzden de Aristo 1. öğretmen (muallimi-evvel) kabul edildiği gibi, Fârabi' 2. öğretmen (Muallim-i sâni) unvanıyla şöhret bulmuştur. Meşşailik, Fârâbi'den sonra da, daha çok ahlâk meseleleriyle uğraşan İbn Miskeveyh ve yine büyük bir Türk filozof olduğu kadar bir bilim insanı olan ve ortaçağın en başta gelen tabibi olarak bilinen İbn Sina ile temsil edilen Meşşailik, Mağrip de (Endülüs) İbn Bacce, İbn Tufayl ve nihayet son büyük temsilcisi ve Aristo'nun ortaçağdaki en büyük yorumlayıp açıklayıcısı (Sarih) İbn Rüşd ile olgunluğuna ulaşıp tamamlanmıştır.

İbn Rüşd'den sonra İslâm düşünce hayatındaki felsefe hareketi sönmeye başlamış; dogmatik-skolastik bir mahiyete bürünerek verimli dönemlerindeki önem ve değerlerini kaybetmiş; Kelâm ilminin içinde eritilmiş durumda varlığını hissedilmeden devam edip gitmiştir. Fakat, bu felsefenin önemli etkileri ortaçağ Hıristiyan Avrupası'nda görülmüştür.

İslâm düşüncesi tarihinde asıl felsefe hareketi Meşşâilik olduğu halde, yine felsefi özellikleri bulunan başka düşünce akımları da bulunmaktadır. Bunlardan en önemli 2 akım, Şahabeddin Sühreverdî'nin adıyla beraber anıları İşrakîlik ile, esas özelliği Meşşailiğe karşı bir tepki olarak ortaya çıkan ve İslâm düşünce dünyasında çok yüksek bir değere sahip felsefe tenkitçiliğiyle şöhret kazanan Ebû Hamid el-Gazzâlî'nin ortaya koyduğu düşünce hareketidir.
İşrâkilik, felsefe akımı olarak Meşşâilikten daha sonra ortaya çıkmıştır. Kelime anlamıyla işrâk "ışığın açılması, parlama, güneşin doğması" anlamlarına gelir. Bu yüzden de ona "Nur felsefesi" de denmiştir. Başlıca özelliği olarak, bilgi meselesinde mantık ve akıl yürütme metotuna karşı olan İşrâkîlik, akıl üstü bilgi kaynakları olarak gördüğü keşf, ilham ve sezgiye büyük değer verir. Meşşâilikle tasavvuf arasında bir yer tutar. Onun için manevî sezgi bu felsefenin esasını teşkil eder ve gerçek sadece işrak ve kalp yoluyla elde edilebilir

Sonuç olarak; İslâm felsefesi kendinden önce kurulmuş olan büyük düşünce hareketleriyle temasa geçmiş, onlardan aldıklarını yorumlamış ve çağının hemen her türlü milli, sosyal dinî meseleleriyle ilgilenmiş çok önemli düşünce akımıdır.[2]

Kaynaklar

[1] İsmail Fennî, Luğatçe'i-Felsefe, s. 504, ist.1341.
[2] Necip Taylan, Ana Hatlarıyla İslam Felsefesi -Kaynaklar, Temsilcileri, Tesirleri-, Ensar Neşriyat, İstanbul 1991.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...