Analitik Felsefe (Analytic Philosophy)
Analitik felsefe; 20. yüzyılın geleneksel felsefî bakış açılarını reddederek kurulan [1] ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'de ve Amerika'yla kimi İskandinav ülkelerinde yaygınlaşan ve felsefenin asıl uğraş alanının dil ve dildeki kavramları çözümlemek olduğunu, bu yolla “kafa karışıklığı” yaratan geleneksel felsefe sorunlarının çözülebileceğini savunan felsefe akımı.[2] Analitik felsefe, pozitivizmin 20. yüzyıl da çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neopozitivizm (yeni olguculuk) ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre, felsefenin asıl uğraş alanı dildir.[3] Analitik felsefe dışında "Analiz", "Lingüistik Analiz", "Mantıkçı Analiz", "Felsefi Analiz", "Sıradan Dil Felsefesi", "Cambridge Analiz Okulu" ve "Oxford Felsefesi" gibi adlarla anılır. Analitik felsefe, İngilizce konuşan ve Kuzey İskandinav ülkelerindeki yaygın bir felsefî anlayıştır. Kıta felsefesiyse, daha çok ana dili İngilizce olmayan ülkelerdeki felsefî akımdır.[1]
Analitik felsefe terimi, 20. yüzyılın başından itibaren, özellikle Anglo-Sakson coğrafyada, değişik adlar altında olup tümü dilin analizine dayanan felsefi araştırmaları belirtmek için yaygın olarak kullanılmıştır. Analitik felsefe söz konusu olduğunda. daha ilk bakışta şaşırtıcı olan şey, amaçların, ilgi alanlarının ve yöntemlerin çeşitliliğidir. Bununla birlikte akımların. teorilerin ve uygulamaların çeşitliliği içinde bütün bu araştırmalar, analitik felsefe toplu adlandırmasını haklı gösteren bir esin ortaklığının tanıklığını yapmaktadır. Söz konusu olan, her durumda felsefî problemleri dil açısından ele almak ve bu problemlere dil analizi yaparak bir çözüm aramaktır...
Analitik felsefenin temel hareket noktası, felsefenin tek konusunun dil olduğu anlayışıdır. 20. yüzyıl başlarında gelişen mantıksal olguculuktan felsefenin kendisinin bilgi üretmediği görüşünü ve felsefe tarihinde yapıt vermiş düşünürlerin aslında dilin yarattığı sorunlarla uğraşmış oldukları görüşünü devralan analitik felsefe, felsefenin dilsel yapıları çözümlemekte aslî uğraşını bulabileceğini savundu.
Analitik felsefe, Russel ve mantıksal olgucuların anlayışların temelinde yatan, mantık aracılığıyla bir mükemmel biçimsel dil kurmayı amaçlar. Fakat bu amacından uzak kalarak gündelik dile yönelmiştir. Buna göre sağduyunun kaynağı olan ve “sıradan” insanların konuştukları dil, zaten tam ve yetkindir. Felsefeye düşen, dilin bu gündelik kullanımının dışına çıkması sonucu beliren sahte sorunları gidermektir. [2]
Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve Tanrı üstüne, doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi, dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir..Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir.Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir.Bu dil analizidir.[3]
Akımın kurucusu ve en büyük temsilcisi, Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein'dir. 1945-1960 yılları arasında gelişen analitik felsefe bir ölçüde İngiliz düşünürleri Bertrand Russel ve G.E. Moore'nin 1900'lerden başlayarak geliştirdikleri gerçekçilik ve çokçuluk düşüncesinden türemiş olan 1930'ların mantıksal olguculuğunun devamıdır.[2] Analitik felsefenin kurucuları arasında Cambridge filozofları G.E.Moore ve Bertrand Russell olmakla birlikte her 2 filozof da Alman filozofu ve matematikçi Gottlob Frege ve analitik filozofun öncülerinden olan ve Alman ve Avusturya asıllı Ludwig Wittgenstein, Rudolf Carnap, Kurt Gödel, Karl Popper, Hans Reichenbach, Herbert Feigl, Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden etkilenmişlerdir. İngiltere'de Russell ve Moore'u C. D. Broad, L. Stebbing, Gilbert Ryle, A. J. Ayer, R. B. Braithwaite, Paul Grice, John Wisdom, R. M. Hare, J. L. Austin, P. F. Strawson, William Kneale, G. E. M. Anscombe ve Peter Geach, Amerika'daysa Max Black, Ernest Nagel, C. L. Stevenson, Norman Malcolm, W. 5. Quine, Wilfrid Sellars ve Nelson Goodman Avustralya'da A. N. Prior, John Passmore ve J. J. C. Smart takip etmişlerdir.
Analitik felsefe, Hegel kökenli "Mutlak Gerçeklik" kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefedeki gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise, felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan ya da inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek ve felsefeden entelektüel kargaşa ya da yanlış anlama gelen ve hatta yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir.[1]
Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık (açık-seçik olmayan)mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin birbirine karıştırılmasıdır.Bu yüzden derden kaynaklanan sorunları çözmek için de; bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir. Bu akımın başlıca temsilcileri; Ludwig Witgenstein, Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve Hans Reichenbach'tır.
L. Wittgenstein: Witgenstein, dili kullanmanın ve dili anlamanın, insanları sıradan şeylerden ayıran en önemli özellik olduğunu belirtir. Witgenstein'e göre dil dünyayı resmetmek suretiyle dünyayı temsil eder.Bu yüzden önermeler, olguların betimlemeleri ve olguların resimleridir.Öte yandan önermeler düşüncelerin dile gelmeleridir.
Witgenstein, daha sonra bu dil anlayışını değiştirerek başka bir dil görüşü geliştirmiştir.Bu yeni dil anlayışıyla dile doğal bir insan fenomeni, toplumsal bir fenomen (birden fazla insanın benimsediği kuralların varlığıyla işleyebilen bir fenomen) olarak yaklaşmıştır. Witgenstein'e göre felsefe, sayılıp dökülecek bir öğreti bütünü değil; bir faaliyettir. Filozofa düşen, felsefik kuramlar geliştirmek değil; dilin nasıl kullanıldığını göstermektir. Analitik felsefe, dil analizi eleştirisi yoluyla felsefi problemleri doğrularken onları “anlamsız” ve “anlamlı” olarak bir ayırıma tutar.
Metafiziğin konusuna giren problemler, anlamsız ve sözde problemlerdir. Tek tek bilimlerin çözebileceği problemler de ilgili bilim dallarını ilgilendirir. Bu durumda felsefeye sadece mantık ve bilgi kuramı kalır. Böylece felsefe araştırmaları sınırlandırılmış olur. Felsefede mantıksal dil çözümlemeleriyle doğrulanabilen önermeler anlamlı olarak kabul edilir. Böylece felsefenin konusu gerçek ya da düşünsel nesneler olmaktan çıkar, bilimsel önermelere ve kavramlara indirgenmiş olur.[3]
Analitik felsefe, yöntem anlayışı bakımından 2 tutumu kendi içinde barındırır: Bunlardan birincisi, biçimsel mantığa yönelik "Viyana Çevresi"nin anlayışını paylaşan dar anlamda çözümleyici felsefedir. Rudotf Carnap, Nelson Goodman, Willard van Orman Quine, A.Pap gibi filozoloflar, bu anlayışı savunurlar. 2.si "Oxford Okulu"ndan kaynaklanan, özellikle de Ludwig Wittgenstein'den etkiler taşıyan "dilbilimsel çözümleme" felsefesi. J. Wisdom, John Langshavv Austin, Gilberl Ryle, bu ununum temsilcileridir.
Çağdaş analitik felsefe, diyalektiğe olduğu kadar maddeciliğe de karşıdır. Bunun yanında tümeller konusunun tartışılmasında Platonculuğa (mesela A.Pap gibi) olduğu kadar nominalizme (mesela Goodman, Quine) de eğilim gösterirler. Ayrıca bilimle dünya görüşü arasında kesin bir ayrımı öngörürler. Analitik felsefeye göre, felsefî sorunlar ya karmaşık ya da bulanık mantıksal çıkarımlar dolayısıyla, ya da değişik anlamlarla o anlamları belirten kelimelerin birbirlerine karıştırılması nedeniyle meydana çıkmaktadırlar. Bu türden sorunlardan kurtulmak için;
a) Anlamlı çıkarımların ideal mantıksal modellerinin kurulması ve b) Dilbilimsel analizle mümkün olur.
Ne var ki analitik felsefe, kavram ile kelimeyi özdeşleştirmek ve yapay bir dil anlayışına bağlanmak sureliyle önemli bir yanlışlığa düşer. Yine "gündelik dil"kavramları da belirsizlikten kurtulamamaktadır.Gerçekten de bazıları, "analitik"in mutlak felsefî öngörüsüzlüğe ya da öngereksizliğe dayanması şartının istenilemeyeceğini kabul etmek durumunda kalmışlardır. Bu bakımdan, temelde metafiziği reddetmelerine rağmen, -ister istemez-ona belli bir varlık hakkının tanınması gerektiğini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Sözgelimi G. Ryle Psişeyle ilgili sözcüklerin analizinde davranışçı bir tutuma ulaşırken, felsefeyle uğraşmayı öznenin ruhsal bir rahatsızlığının belirtisi şeklinde gören J. Wisdom, dilbilimsel analizi Freud'un psikanatiziyle uzlaştırmaya yönelmiştir. Öte yandan analitik felsefenin felsefi dünya görüşüne ait sorunları düşünce alanından uzaklaştırma çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Amerika'daki "genel semantik", dilbilimsel analiz felsefesine sıkı bir şekilde bağlıdır. Genel semantikçiler, dil çözümlemesini her şeyden önce toplumsal olayların açıklama aracı olarak değerlendirirler. Bunun gibi toplumsal çatışmaların da, kendi nedenlerinin günlük dildeki kimi yetersizliklerden, kelimelerin birçok anlamlara gelmelerinden ve bunun doğurduğu "yanlış anlamalar"dan kaynaklandığını ileri sürerler. Fakat toplumsal çalışmaların bu denli bilimdışı bir nedenle açıklanması kabul edilir bir şey değildir.
Ne var ki, analitik felsefenin temsilcilerinin modern mantığı geniş ölçüde kullanmaları mantık ve matematik araştırmalarının önem kazanmasına neden olmuştur. Onlara göre felsefî bir gerçeklik bilgisi olmadığına göre, felsefe araştırmaları mantık, bilgi ya da bilim teorisi ve temel araştırmalarla sınırlanmalıdır. Yani felsefe, "bilimlerin sultanı" olma iddiası yerine, bilimsel bilginin "hizmetçisi", yardımcısı olarak görmelidir kendini. Felsefe araştırmalarının konusu ise, reel ya da ideal nesneler ya da olaylar değil; bilimsel olan önermeler ve kavramlardır. Bu yüzden de mantık ve bilgi teorisi sorunları yanında mantıksal dil analizlerini de temel olarak alanlar görülmüştür. Mantıksal doğruluklar, "her olabilir evrende" gizli olan, doğru önermeleri oluştururlar. Dilsel çalışmalar alanında ağırlık günlük dilin çözümlenmesine verildiği gibi (Wittgcnstein ve taraftarları gibi), bazen de günlük dil mantıksal yetersizliği dolayısıyla bir yana bırakılıp onun yerine yapma bir dil sistemi, yani kesin kurallara göre kurulmuş bir yapma dil sistemi konmaya çalışılır (Carnap'ta olduğu gibi).
Aslında bu tutumun temelinde Frege'nin yolunda giderek günlük dilin temciden yetersiz olduğu, onun için mantığınınki gibi dillere başvurmak gerektiği düşüncesi etkin olmuştur. Fakat Wittgenstein'ın "Traaaius"ta ifâde ettiği ilk dönem felsefesini eleştirmesi ve Pltilosophical Invesiigations'ta bütünüyle farklı bir tutuma yönelmesinden sonra sorun değişime uğramıştır. Bu arada Austin ile Ryle'nin öncülük ettikleri "günlük dil felsefesi", 2. Wittgenstein'in tutumunu sürdürmeye yönelmiş, dolayısıyla günlük dilin kılı 40 yaran bir analizinin felsefi değerine dikkat çekilmiştir.[4]
Terimin Kullanılışı
Doktrin olarak Analitik felsefeyle çoğunlukla mantıkçı pozitivizm ve mantıkçı atomculuk ve daha az yakın anlamla sıradan dil felsefesi ve yukarıda sayılanların kimi bileşkeleri kastedilmektedir. Bu 3 akımın Analitik felsefe başlığı altında ele alınmasının nedeni her üçünün de felsefenin ana işlevini analizde görmelerinden ileri gelmektedir. Analizle kastedilen dilin kullanılışı ve işleviyle ilgili analizdir ve geçmişte felsefi problem alanı içinde görülen bu problemlerin bir kısmı bu analiz sonucunda felsefe alanının dışına çıkarılır. Terim 1950'lere kadar bu manada kullanılmış; ancak bu tarihlerde önde gelen analitik filozoflar belirli araştırma alanlarıyla ilgilenmeye başlayınca çağdaş analitik filozoflardan ancak birkaçı yukarıda adı geçen okullara bağlı kalmaya devam etmiştir. Modern analitik felsefeyi mantıkçı pozitivizm'le eşitlemek ya da mantıkçı pozitivizme benzer görmek yaygın yapılan bir hatadır.
Bir metot olarak Analitik felsefe günümüz felsefesinde yaygın bir metotik yaklaşım olarak benimsenmektedir. Analitik felsefenin varsayım ve kanıtlara ağırlık veren yaklaşımı, belirsizlikten kaçınması ve ayrıntılara verdiği dikkat gibi net yaklaşımları günümüz felsefesinde de benimsenmektedir. Günümüz felsefesinde popüler "hayatın anlamı"na yönelik arayışlar önemli ölçüde azalmıştır.
Analitik felsefe geleneği 20. yüzyılın başlarında Gottlob Frege, Bertrand Russell, G. E. Moore ve Ludwig Wittgenstein başlamıştır. Bu filozofların çalışmalarıyla analiz ve mantıksal çabayla felsefi alanlar netleştirilmeye çalışılmıştır.
Linguistik felsefe dil felsefesine, dil felsefesi de metafiziğe yol açmış ve felsefenin çeşitli alt dalları ortaya çıkmıştır. 1960'ların ortalarından 20. yüzyılın ötesine geçildiği bu aşamada post-linguistik analitik felsefe belirli felsefi görüşler ya da ilgilerle tanımlanmak yerine eklektizm ya da plüralizm'le nitelendirilmeye başlanmıştır.[1]