Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa s.a.v
Efendimizin Aile Hayati,
Çok Evliliğinin Nedenleri
Şu internet öyle bir menem bir şey ki eğer alt yapınız bilginiz yok ise inanın dinden imandan çıkmanız içten bile değil. Elimde onca yazılı kayıtlar olduğu halde yine de göz gezdireyim düşüncesiyle baktığımda inanın dehşete düşüyorum. Her cinsden yazı, her cinsden adam ne olduğu belirsiz kayıtlar. Gerek dini konularda gerek beşeri ilimlerde kontrolsüz bilgiler havada uçuşuyor.
Bunu neden söylüyorum Sevgili Peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa s.a.v biliyorsunuz her şeyimize örnek olup onu takip etmek bizlerin görevidir. Ara ara bilgilerimi tazelemek yada bazı makale, yazı v.s amacıyla tüm bilgilere, yazılı basın, basılı eserlere göz attığım oluyor. Günlerce uğraşıyorum doğrusunu araştırıp sizlere sunmaya çalışıyorum.
Yine bir çalışmam ile sizlerleyim. İstedim ki işin doğrusunu sizlerle paylaşayım. Konu hassas yanlış yazacağımız bir şey ağır vebal gerektiriyor ki bunun altından ahrette kalkmak kimsenin harcı değil. Tabiki Peygamber efendimizin özel hayatını bize ulaşan kaynaklara bağlı kalmak zorundayız. Her hangi bir fikir beyan etmek kendi kişisel duygu ve düşüncelerimizi eklemek son derece sakıncalıdır. En doğrusunu Allah c.c. bilir demek en doğru olanıdır.
Müslümanlar olarak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le ilgili konuşurken ve O’ndan bir söz naklederken çok dikkatli ve hassas olmamız gerekmektedir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, diğer insanlar gibi değildir. O’na yalan izafe etmek, diğer insanlara yalan izafe etmek gibi değildir, bu ikisi arasında çok muazzam bir fark vardır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hareketlerinden ve sözlerinden hüküm çıkarılır, insanlar bunlarla hayatlarına nizam verirler ve bazı kararlar alırlar. Bu sebeple Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e âit olmayan bir davranışı, sözü veya hâli O’na âitmiş gibi nakletmek, pek çok insana zarar verebilir. İnsanlar bu söz sebebiyle yanlış işler yaptıkları veya zarar gördüklerinde ise kalplerinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e karşı bir soğukluk hissedebilirler. Bu ise çok ağır bir vebaldir. Bu sebeple sahih olup olmadığını bilmediğimiz bir sözü, yada yaşantıyı hadis v.s diye nakletmekten şiddetle sakınmalıyız. Güvenilir kaynakları okuyarak onlardan yaşantıları ve hadisleri nakletmeliyiz.
Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bu husustaki ikazları çok şiddetlidir. Şöyle buyurmuşlardır:
§ “Benim ağzımdan yalan uydurmayınız! Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem’e girsin!” (Buhârî, İlim, 38), (El-Emeli (Şeyh Tûsi), s.227)
§ “Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38)
§ “…Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!.” (Buhârî, İlim, 38)
§ Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39; Ahmed, I, 112), (Kenz-ül Ummal Hadis: 29171)
§ "Büyük günahların en büyüklerinden birisi, benim söylemediğim bir sözün bana isnad edilmesidir." (Kenz-ül Ummal Hadis: 29255 )
§ "Kim, kendisine ulaşan bir hadisimi inkar ederse, kıyamet günü onun aleyhine şahitlik ederim. Öyleyse benden olup olmadığını bilmediğiniz bir hadis duyarsanız, deyin ki: "Allah daha iyi bilir." ( Bihâr-ül Envâr, c.2, s.212)
§ "Kim, benden kendisine ulaşan bir hadisi yalanlarsa, üç kişiyi yalanlamıştır; Allah"ı , Resulünü ve hadisi kendisine nakledeni." (Bihâr-ül Envâr, c.2, s.212 )
§ “Benim adıma yalan söyleyenler çoğaldılar. Kim bilerek benim adıma yalan söylerse onun yeri cehennem ateşidir. Ne zaman benden size bir hadis gelirse, onu Kuran’la karşılaştırın.” (Yani Kuran’a uyarsa kabul edin, uymazsa reddedin.)
§ “Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!”(Müslim, Mukaddime, 7)
§ Ebû Katâde (r.a) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu Minber üzerinde şöyle buyurduklarını işittim: «Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece hakîkati (veya) doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 4/35; Dârimî, Mukaddime, 25/243)
Cenab-ı Hakk'ın,
"Andolsun ki, Rasûlullah'da sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için bir "üsve-i hasene: en güzel örnek" vardır." (Ahzab, 21) diye takdim etmiş olduğu bir insan hakkında, sû-i zanda bulunmak ve hatta iftiralar atmak cahillikten öte, kötü niyet ve dinden uzak bulunmanın alâmetidir.
Zira Rabbimiz, bize sevgili Peygamberimizi her hususta örnek kılmıştır. Bunların en başında ve en önemlisi aile hayatıdır.
Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- çok evlilik yapmıştır. Ama her bir evliliğinin pek çok sebep ve hikmeti bulunmaktadır. Biz burada Peygamberimizin evlilik hayatının bütün safhalarını ve bütün annelerimizi anlatacak durumda değiliz. Bu bir beşer olarak bizim sınırlarımızı aşacağı gibi, satırlarımız da bunun için kâfî gelmeyecektir.
Ancak bu evliliklerin belli başlı vasıflarını sayacak olursak, herhalde yeterli bir bilgiye ulaşabiliriz.
Efendimizin gençlik devresiyle ile ilgili iffet ve namustan öte bir şey bilinmemektedir. Bu Mekkelilerin takmış olduğu "el-Emîn" isminden de rahatça anlaşılabilir. Yine onu karalamak için fırsat kollayan müşrikler, Peygamber olduğunu söylediği andan itibaren vefat edene kadar, hiçbir zaman Allah Rasûlü hakkında böyle yakışıksız bir iftirada bulunmamışlardır.
Peygamber Efendimiz, Mekke devri boyunca bir defa evlenmiştir. Hazret-i Hatice validemizle vukû bulan bu evlilik esnasında Peygamberimiz 25 yaşında, Hazret-i Hatice annemiz de 40 yaşında, dul ve çocuk sahibiydi. 25 yıl süren bu evlilik hayatı boyunca, Allah Rasûlü başka bir kadınla evlenmedi. Halbuki örf ve gelenekler başka kadınlarla evlenmesine müsaitti.
Ancak Hatice annemizin vefatından sonra ev işlerini görmek ve çocuklarının bakımı için, yine yaşlı ve dul bir kadın olan Hazret-i Sevde ile evlendi. Hazret-i Sevde'nin eşi Habeşistan hicretinden sonra orada vefat etmiş ve Hazret-i Sevde yalnız başına ortada kalmıştı. Akrabaları da o müslüman olduğu için baskı yapıyorlardı. Yalnız kalan bu muhtereme hanımın taltîf edilmesi için, Peygamber Efendimiz bu hanımla evlenmiştir.
Medine devri'nin başlamasından itibaren yepyeni bir dönem oluşmaktaydı. O -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir Peygamber olmanın yanı sıra yeni kurulan devletin başkanı, bir komutan ve çağlara ve bütün insanlara mesajını en güzel şekilde ulaştırması gereken bir eğitimciydi. Evliliklerine de bu vasıfların yansıması çok rahat bir şekilde fark edilir. Onun evlilikleri dînî, içtimâî, iktisâdî ve ahlâkî bir çok sebep ve hikmete dayanmaktaydı.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz adına yalan söylemek çok büyük bir günahtır, haramdır ve Cehennem’e girmeye sebep olur.
Sahâbe-i kirâm, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için dizleri titrer, yüzleri sararırdı. Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:
“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki…» diye kesin bir ifade kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki…»diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:
«Rasûlullah (s.a.v) öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3)
Yezîd İbni Hayyân şöyle dedi:
“Bir gün Husayn İbni Sebre ve Amr İbni Müslim ile beraber Zeyd İbni Erkam’ın evine gittik. Yanına oturduğumuzda Husayn İbni Sebre dedi ki:
«–Zeyd! Sen pek çok lutfa nâil olmuş bir kimsesin. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i gördün, sözünü dinledin, onunla birlikte savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Doğrusu büyük saâdete erdin, Zeyd! Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduklarını bize de anlat!»
Bunun üzerine Zeyd (r.a) şunları söyledi:
«–Yeğenim! Vallahi çok yaşlandım. Aradan çok zaman geçti. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyup öğrendiklerimin bir kısmını unuttum. Bu sebeple size anlattıklarımı öğrenin. Anlatmadıklarım hususunda da beni zorlamayın…».” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 36)
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in faziletleri ihâta edilemeyecek ve sayıya gelmeyecek seviyededir. Kendisini bütün insanların üstüne çıkaran yüce vasıfları ve faziletleri pek çoktur, sonsuzdur. Hal böyle iken O’nu bâtıl ve uydurma vasıflarla övmeye ve faziletini anlatmaya ne hâcet vardır! Böyle bir davranış insana büyük bir günah kazandırır ve doğru yoldan saptırır.” (Abdü’l-Hayy el-Leknevî, el-Âsâru’l-merfûa fi’l-ahbâri’l-mevdûa, Dâru’l-Kütübi’l İlmiyye, Lübnan, 1405, s. 36.)
Rasûl-i Ekrem, sırf şehvet yüzünden evlenmiş olsaydı, Medine'de Muhâcirler ile Ensâr'ın çok güzel kızları vardı. Herhangi bir Müslüman, kızını Peygambere vermeyi şeref sayar, kızlar da "Peygamber zevcesi" ve "müminlerin annesi" olmaya can atardı. Fakat Peygamberimiz bu yola hiç müracaat etmemiştir.
İşte bütün bu ve benzeri bir çok siyasî, dînî ahlâkî ve içtimâî sebeplerden ve bilhassa İslam hukukunda kadınları ilgilendiren konularda yeterli sayıda bilgili, tecrübeli, yetişmiş insan bırakmak gayesiyle Allah Rasûlü, Cenab-ı Hakk'ın izni ve emriyle bir çok hanımla evlenmiştir.
Zira bazı fıkhî meselelerde yalnız bir kadının görüşü kifayet etmeyebilirdi. Bütün iklim, tarih ve zamanları içine alacak olan İslam'ın, özellikle kadın ve aile ile ilgili hukuk anlayışı bir kişiden tam anlamıyla bize kadar gelemeyebilirdi. Üstelik o kadının Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den önce ölmeyeceğini de kimse garanti edemezdi. Bu ise İslam kadın hukukunun ihmal edilmiş olmasına kadar götürebilirdi.
Öyle bir çok mesele vardır ki, hanımlar bunu erkeğe sormaktan utanıp haya edebilir. Fakat aynı meseleyi bir hanıma rahatlıkla sorabilir. Bu sebeple İslam cemiyetinin yetişmiş, bilgili, müslüman hanımlara ihtiyacı vardır.
Acaba Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yaşayan ve bizzat meseleleri ondan öğrenen, iltifat ve nazarlarına muhatab olan zevcelerinden daha bilgili bir kadın düşünülebilir mi ?
Bugün bazı beylerin, âilelerinden ve toplumdan gizli olarak gûyâ Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in sünnetini îfâ etmek (!) gâyesiyle, herhangi bir zarûret olmadan ve adâlet hassâsiyeti gözetmeksizin yaptıkları evlilik, sizce hiç Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin evliliklerine benziyor mu?
Eğer illâ Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin bir sünnetini yapmak isterlerse, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- daha pek çok hususta sünnetleri vardır. Onlara yönelsinler.
Peygamber Efendimizi -sallallâhu aleyhi ve sellem- bahâne edip, böyle bir işe tevessül edeceklerine; kendilerine yıllarını vermiş âilelerine ve daha önemlisi herhallerinden mesûl oldukları çocuklarına yakınlaşıp onları topluma kazandırmak için çabalasınlar.
Tabiî hanımlara da bu hususta biraz daha fazla gayret düşüyor. Zevcelerine gereken ilgi ve muhabbeti gösterip, onların duygu ve düşüncelerinin dışarıya yönelmesine mâni olmalıdırlar.
Bütün bunların ötesinde, onların tamamı yaşadıkları zühd ve takva hayatlarıyla bize ve çocuklarımıza en güzel örneği vermişlerdir.
Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’nın insanlara örnek olmak üzere gönderdiği bir peygamberdi. Diğer bütün peygamberler gibi o da öncelikle insandı; yeme, içme, uyuma, dinlenme, geçimini temin etmek için çalışma gibi mecburiyetlerinin yanı sıra çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık devrelerinden de geçmiş ve nihayet vefat etmiştir.
Allah Rasûlü’nün “evlilik ve âile hayatı” da “ümmet”ine örnektir.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, farklı farklı çevrelerde yetişmiş, çeşitli yaş, alışkanlık, ahlâk ve kabiliyetlere sahip hanımlarını en güzel şekilde idare etmiş, onları kırmadan gücendirmeden yetiştirmiş, eksiklerini tamamlamış, ayıp ve kusurlarını örtmüş, onları “câhiliye kadını” olmaktan çıkartıp “müminlerin annesi”(el-Ahzab, 6) hâline getirmiştir. Her biri ayrı ayrı eserler hâlinde tanıtılması ve öğrenilmesi gereken bu annelerimiz, elbette birkaç sayfalık bir yazı çerçevesinde tam olarak anlatılamaz ve anlaşılamaz.
Evet okudunuz bu iş o kadar sıkıntılıdır ki hassasiyetimi sanırım anlıyorsunuz. Tabi anlayana.
Şimdi sırası ile Peygamber efendimizin s.a.v Evlilik hayatı ve evliliklerini gerçek kaynaklardan sizlere nakledeyim.
PEYGAMBER EFENDİMİZ KAÇ EVLİLİK YAPMIŞTIR:
Hz. Peygamber toplam 12 evlilik yapmıştır. Her biri müminlerin anneleri olan hanımlarının isimleri şöyledir ;
Hz. Hatice-i Kübra: İlk hanımı.
Hz. Sevde: Hz. Hatice'den sonra evlendiği eşidir.
Hz. Aişe : Hz. Ebu Bekr'in kızı.
Hz. Hafsa: Hz. Ömer'in kızı.
Hz. Zeyneb (Huzeyme kızı): Hilaloğulları kabilesinden.
Hz. Ümmü Seleme: Asıl adı Hind
Hz. Zeyneb (Cahş kızı): Hz. Zeyd'in boşadığı hanımı.
Hz. Ümmü Habibe: Asıl adı Remle. Ebu Sufyan'ın kızı.
Hz. Cüveyriye: Dıraroğullarından Haris'in kızı.
Hz. Safiyye: Yahudi liderlerden Ahtab bin Huyye'nin kızı.
Hz. Maria: Mısır kökenli olup, İslamı seçen bir cariye.
Hz. Meymune: Hz. Abbas'ın baldızı, yaşlı dul bir kadın.
Peygamber Efendimiz, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ilk hanımı Hazret-i Hatice’nin vefatına kadar 25 yıl boyunca başka bir kadınla evlenmemiştir. Ondan sonra yukarıda bazılarını sıraladığımız sebeplerle toplam 10 evlilik gerçekleştirmiştir. Bunlardan bir tanesi (Hazret-i Zeyneb binti Huzeyme) 2-3 aylık evli kaldıktan sonra vefat etmiş, böylece birkaç yıl boyunca toplam dokuz hanımıyla beraber olmuştur.
Peygamber Efendimiz, bu evlilikleri yaptığında, evlilikleri, 4 hanımla sınırlayan âyet (en-Nisa, 3) henüz nâzil olmamıştır. Zira Peygamber Efendimizin son evliliği Hazret-i Meymûne ile ve hicrî 7. yılda gerçekleşmiştir. Zikredilen âyet ise, hicrî 8 veya 9. yılda nâzil olmuştur.
Diğer taraftan Allah Rasûlü, bu âyet nâzil olduktan sonra hanımlarını bir araya toplamış, içlerinden dört tanesi dışında diğerlerini boşamayı düşündüğünü, bu dört kişiyi kendilerinin belirlemesini istemiştir. Fakat hanımlarının hiçbiri Peygamber Efendimizden ayrılmak istememişlerdir. Bunun üzerine Allah Rasûlü, nikâhları devam ettiği hâlde, zevcî münâsebetlerini içlerinden dört tanesi ile tahdit etmiştir. (Bkz: el-Ahzâb, 51)
Fiîlen değilse de, hukûken evlilikleri devam eden hanımları arasında en genç zevcelerinden Hazret-i Safiyye ve Hazret-i Cüveyriye annemiz de bulunmaktadır. Bu da Peygamber Efendimizin evliliklerinin, nefsânî bir sâikle olmadığını gösteren delillerden bir tanesidir.
ŞİMDİ PEYGAMBER EFENDİMİZİN S.A.V ZEVCELERİ Nİ TANIYALIM :
1.Hz. Hatice: Kureyş kabilesinden olup babası Huveylid, annesi Fatma’dır. Hicretten 68 yıl önce doğmuştur. Hz. Muhammed (s.a..) ile evlendiğinde kendisi kırk, Hz. Muhammed 25 yaşındaydı. Hz. Hatice hem çok zengindi, hem de yüksek bir ahlaka sahipti; bu özellikleriyle, Hz. Muhammed peygamber olduktan sonra, ona çok yardımcı olmuştur. İkinci sorunun cevabında anlatıldığı gibi bu evlilik büyük hikmetlere mebnidir. Hz. Peygamber, bu evlilik sayesinde hem risalet görevinin zor yıllarında eşinden maddi manevi çok yardım gömüş, hem de sonraki evliliklerinin yanlış yorumlanmasının önü kesilmiştir.
Hadîce, zengin, güzel, asalet sahibi bir Mekkeli, otuzdokuz veya kırk yaşlarına yaklaşmış, şeref ve haysiyyet sahibi bir dul kadındı. Mekke'nin hâkimi, Kâ'benin muhafızı bulunan Kureyş kabilesinden ve Esedoğulları kolundandı. (Babası: Esedin oğlu Huveylid idi)... Soyu, Rasûl-i Ekrem'in soyu ile "Kusayy" da birleşmektedir. Evvelce, iki defa evlenmiş ise de zevclerini kaybetmiş, bunlardan iki oğlu ile bir kızı kalmıştı. Tahsili vardı. Yüksek ahlâkı yüzünden, müslümanlıktan önce: Tâhire, sonra da: Hadîcetülkübrâ vasıflarını kazanmıştı.
Dul iken kendisini Mekke'nin ileri gelenlerinden çok isteyenler olmuş, fakat, gözü tutmadığı için, hiçbiriyle evlenmeğe yanaşmamıştı. Yalnız güvendiği şahıslara sermaye verir, kendisine ortak yapar, servetini artırırdı.
Hazreti Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- de küçüktenberi ticaretle uğraşırdı. Kendisini, diğer Mekkeli gençler gibi, ticaret hayatına hâmî amcası Ebûtâlib alıştırmıştı. Hattâ, Rasûl-i Ekremin bu hayatta birkaç ticaret arkadaşı bile vardı. "Ticaret için, Yemene, Basraya ve Suriyeye birkaç defa seferleri olmuştu."
Hazreti Hadîce, Rasûl-i Ekrem'in ticaretle uğraştığını duymuş, Onun ticaret işlerinde gösterdiği doğruluğunu ve "El-Emîn" vasfını öğrenmiş, Ona da sermaye teklif etmiş, hattâ kabûl ettiği takdirde, başkalarına verdiği his-senin iki mislini bile vereceğini teklifine eklemişti. Bu suretle, Rasûlullah da Hadîce'nin ortakları arasına girmişti.
İngiliz yazarı John Davenport'a göre, "Hazreti Muhammed, üç sene onun namına Şam vesair yerlere gitmişti.".
Hazreti Peygamber, Hadîce'nin ticaret kervaniyle Suriye'ye ikinci defa gittiği zaman, yanında Hadîce'nin kölesi Meysere vardı. Bunu, Rasûl-i Ekrem'e hizmet için, Hadîce vermişti. Arablarla Yunanlılar arasında ticaret mübadelesi merkezi bulunan (Havranın da merkezi olan) Busrâya vardı. Mallarını burada satarak geri döndü. Bu ticaret münasebetiyle Hadîce, fazla kâr bile elde etmişti. Ancak, bu seferiyle Rasûl-i Ekremin muamelelerinde namuskârane hareketini gördü. Faziletini anladı. Beden ve rûh bakımından da insanların en güzeli Hazreti Muhammed'i candan sevdi. Yüksek ahlâkına hayran oldu. Onunla evlenmeyi içten gelen bir arzu ile istedi. Araya (Nefîse bint-i Münye gibi) vasıtalar girdi. Evlenmeleri kararlaştı.
İmam Suheylî'nin tahkikatına göre, Hazreti Hadîce'nin babası: Esed oğlu Huveylid, Ficâr savaşından önce vefat etmişti. Fakat amcası, Esedoğlu Amr sağdı. Nikâh meclisi, Hadîce'nin evinde toplandı. Rasûl-i Ekrem de amcalarıyla birlikte mecliste bulundu. Ebûtâlib, bir hutbe irad etti. (Yani nikâh talebinde bulundu). Hadîce'nin amcası Amr (veya amcâzadesi Varaka ibn-i Nevfel), bu talebe muvafakat cevabı verdi. Nikâhı bizzat Ebûtâlib kıydı. Kureyşin uluları da şahid oldu. (Nikâhlık) olarak Hadîce'ye beşyüz altın verildi. Rasûli Ekrem'in ilk zevcesi Hadîce oldu.
Hazreti Hadîce'den, Peygamberimizin iki oğlu Kasım, Abdullah; (Tayyib, Tâhir) ile dört kızı, Zeyneb, Rukayye, Ümmü Külsüm, Fâtıma olmak üzere altı çocuğu doğdu. ilk çocuğu Kasım idi. Arab âdeti üzere, Hazreti Muhammed'e Ebülkasım (Kasımın babası) denildi. En büyük kızı Zeyneb, en küçük kızı da Fâtıma idi. Hazreti Fâtıma, babasının en sevgilisiydi. Peygamberimize, kırk yaşında ilk vahy geldiği sene doğmuştu.
Peygarnberimizin diğer bir zevcesi (İslâm’a giren Mısırlı nikâhlısı) Mâriye'den de İbrâhim adında üçüncü bir oğlu daha olmuştu. İbrâhim vefat ettiği zaman Rasûl-i Ekrem, altmışüç yaşında bulunuyordu: (7 Ocak 632).
Rasûl-i Ekrem, erkek çocuklarını küçük yaşlarındayken kaybetmiş, kızları da kendisinden evvel vefat etmişlerdi. Yalnız Fâtımâ Hazreti Peygamberden sonra, altı ay daha yaşadı. Rasûlullahın sülâlesini yaşatan Hazreti Fâtıma oldu. Kızlarından Zeyneb, Rabîa oğlu Ebul'Âs (teyzesinin oğlu) ile, Rukayye ile Ümmü Külsüm, Hazreti Osman ile, Fâtıma da Hazreti Alî ile evlenmişlerdi. Beşinci Halife: Hazreti Hasan ile Hüseyin, Hazreti Alî'nin oğullarındandı. Hazreti Osman, önce Rukayye ile evlenmiş, onun ölümü üzerine Ümmü Külsüm ile evlenmiş, arka arkaya Rasûl-i Ekrem'in iki kızını almış olduğu için, kendisine: Zinnûreyn (iki nûr sahibi) denilmişti.
İlk zevcesi Hazreti Hadîce, Rasûl-i Ekremi derin bir sevgi ile severdi. Peygamberlikten önceki hayatında da ve peygamberlik devrinde de o büyük insana, maddîve mânevi, pek büyük yardımlarda bulundu. Yüksek rûhlu bir kadın olduğunu gösterdi.
Evlendikten sonra, Rasûl-i Ekrem, Hadîce'nin malıyla, bir müddet daha ticaret hayatında kaldı. Büyük kazançlar elde etti. Gerek kendisi ve gerek amcası Abbas, Mekke'nin en ileri gelen zenginleri sırasına geçti. Hattâ, hâmî amcası Ebûtâlib'e yardım için, onun küçük oğlu Alî'yi kendi himayesine aldı. Büyük oğlu Ca'fer'i de Abbâs'a verdi.
Hazreti Hadîce ile yirmibeş yıl mes'ud bir hayat yaşadı. İnsanlara örnek olabilecek bir aile tipi gösterdi. Peygamberimiz, Hazreti Hadîce'den son derece memnundu. Sağlığında, Hadîce'nin üstüne başka bir kadınla evlenmedi. Halbuki, o devirde, Medenî sayılan dünyada da, Arab yarımadasında da çok evlenmek âdetâ yaygın bir haldeydi. Hattâ, Hazreti Peygambere de bu geleneğe göre, teklifler bile yapılmıştı. Fakat, Rasûl-i Ekrem, yirmibeş yaşından Hadîce'nin vefatına ve ondan sonra. 53 yaşına kadar, tek zevceli olarak yaşadı.
Batılı müelliflerin ve onların mesleklerine ayak uydurmuş bulunan yazarlarımızın dillerine doladıkları "çok evlenme problemi" ise, Hazreti Peygamberin elliüç yaşından ve Mekke hicretinden sonra görüldü. Gençlik devresini, Mekke'de tek zevceyle geçiren Rasûl-i Ekrem'in yaşlılık devresinde, hicretten sonra, Medine hayatında "çok zevce" almasında birtakım "siyasî, sosyal ve dînî" çok mühim ve yüksek maksatlar göze çarpmaktadır. Pey-gamberimizin hayatını tarafsız olarak inceleyen her ilim adamı, bu hakîkati bulmakta ve görmekte asla güçlük çekmez...
2.Hz. Sevde: Hz. Sevde validemizin kocası, Habeşistan’a hicretten sonra vefat etmiş ve kendisi kimsesiz kalmıştır. Hz. Sevde, Resulullah’ın eşi olma şerefine kavuşma dışında hiçbir istek taşımadan peygamberimizle evlenmeye talip olmuş ve bu isteğinin kabul edilmesi üzerine, elli beş yaşında iken evlenme akdi yapılmıştır. Hz. Peygamber bu evlilikle hem Hz. Sevde’yi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmış, hem de ikinci evliliğini de gene kendinden daha yaşlı bir kadınla yaptığı için, evliliklerinin yanlış yorumlanmasının önü bir kere daha kesilmiştir.
3.Hz. Aişe: Hz. Ebubekir’in kızı olan Hz. Aişe validemiz, Resulullah’ın evlendiği tek dul olmayan kadındır. Önceleri Cübeyr ile nişanlanmış, Cübeyr’in İslamiyet’i kabul etmemesi üzerine bu nişan bozulmuştur. Bu nişanın bozulması Hz. Ebubekir’i üzmüş, Hz. Peygamberin onunla evlenmeyi kabul etmesi, yaşanan üzüntüyü ziyadesiyle mutluluğa çevirmiştir. Hz. Aişe’nin dokuz veya on bir yaşında evlendiğine dair rivayetler şöhret bulmakla birlikte, onun 17–18 yaşlarında evlendiğine dair kuvvetli deliller vardır. Hz. Aişe, ablası Esma’dan on yaş küçüktür. Esma ise hicretin yapıldığı yıl 27 yaşındadır. Önce nişanlı olup bu nişanın bozulması da, onun evlenme yaşının dokuz veya on bir olamayacağını göstermektedir. Küçük yaşta evlenmesiyle ilgili rivayetlerin, ilk nişanlandığı tarih ile karıştırılmış olma ihtimali de vardır. Hesaplamalara göre Hz. Aişe risaletten üç yıl önce doğmuş ve 18 yaşından yedi ay aldığı sırada evlenmiştir. Dokuz yıl evli kalan Hz. Aişe, Hz. Peygamberden sonra 48 yıl daha yaşamış ve 74 yaşında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemiz 2100’den fazla hadis rivayet ederek, çok hadis rivayet eden sahabeler (el-Müksirûn) arasında yer almıştır. Bu kadar çok hadis rivayet etmesinde zeki ve bilgili olmasının yanı sıra Resulullah’tan sonra uzun süre yaşamasının payı da vardır. Resulullah’ın Hz. Aişe ile genç yaşında evlenmesi ve onun Hz. Peygamberden sonra uzun süre yaşamaya devam etmesi, böylece hadislerin günümüze kadar ulaşmasında ciddi anlamda katkı sahibi olması ilahi bir hikmet olarak düşünülmelidir.
Hazret-i Âişe: Peygamberimizin hanımları arasında yalnız Hazret-i Âişe genç ve bakire idi. Yaşı oldukça küçük olmasına rağmen, oldukça zeki ve anlayışlı olan Âişe validemiz sayesinde hanımlara ait fıkıh yerleşecek, peygamberimizin vefatından yaklaşık elli-altmış yıl sonraya kadar bu fıkhî meseleler birinci ağızdan ashâb-ı kirama, onların hanım ve kızlarına, hatta torunlarına ulaştırılacaktı. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, "Dininizin yarısını Aişe'den öğrenin" buyurmak sûretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimizden en çok hadis rivayet eden (muksirûn) 7 şahıstan biri olan Hazret-i Âişe, 2210 hadis rivayet etmiştir. (Anahatlarıyla Hadis, İsmail Lütfi Çakan, s: 99) Bunlardan 194'ü hem Buhârî, hem de Müslim tarafından birlikte (müttefekun aleyh) rivayet edilmiştir. (Peygamberimiz, Zekai Konrapa)
Ayrıca, Peygamber Efendimiz bu evlilik sayesinde dostluğu çok eskilere dayanan Hazret-i Ebûbekir ile akrabalık bağı da tesis etmiş olacaktı.
4.Hz. Hafsa: Hz. Ömer’in kızı olan Hz. Hafsa validemiz, kocası Huneys’in Bedir savaşından dönerken hastalanıp Medine’de vefat etmesi üzerine dul kalmıştı. Hz. Ömer, kızının evlenmesini arzu ediyordu. O günün geleneklerine göre, bir baba kızını evlendirmek istediğinde sevdiği ve güvendiği birine teklifte bulunurdu. Hz. Ömer kızı ile evlenmesi için önce Hz. Osman’a, daha sonra Hz. Ebubekir’e teklifte bulundu; ancak ikisi de mazeret bildirip bu teklifi kabul etmedi. Bu gelişmeler üzerine Hz. Ömer’in çok üzüldüğünü gören Resulullah, dul ve hasta bir kadın olan Hz. Hafsa ile evlenmeyi kabul ederek arkadaşı ve İslam Kahramanı olan Hz. Ömer’in üzüntüsünü sevince gark etti.
Hazret-i Ömer'in kızı Hazret-i Hafsa ile de evlenen Peygamberimiz bu akrabalık bağını gözetmiştir. Eşi, Bedir'de yaralanıp sonra da şehid olan Hafsa validemiz, Hazret-i Ömer tarafından sırasıyla Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Osman'la nikahlanmak istenmiş, fakat onlar bu teklifi karşılıksız bırakınca Hazret-i Ömer hüzünlenmişti. Nihayet hicretin üçüncü senesinde Peygamberimiz Hazret-i Hafsa'yla evlendi. Ve bu evlilik, eski dostların arasını da düzeltmişti.
5.Hz. Zeynep Binti Huzeyme bin Haris: Kocası Bedir savaşında şehit olan Huzeyme kızı Zeynep Validemiz, Resulullah ile evlendiği zaman 60 yaşındaydı; evlendikten iki ay sonra vefat etmiştir. Bu evliliğin, kocasının şehit olması üzerine yalnız kalan yaşlı bir kadını koruma altına alma niyeti taşıdığı meydandadır.
6.Hz. Ümmü Seleme: Kocası Uhud savaşında şehit düşen Ümmü Seleme validemiz, dört çocuğuyla birlikte yalnız kalınca, Hz. Peygamber, onun çocuklarının bakımını da üstlenerek kendisiyle evlenmiştir. Resulullah’ın, dört çocuğu bulunan 60 yaşındaki bakıma muhtaç bir kadınla evlenmesinin hikmeti, başka bir izaha gerek kalmayacak şekilde açıktır.
7.Hz. Zeynep Binti Cahş: Hz. Peygamber’in halası Ümeyye’nin kızı olan Hz. Zeynep validemiz, önce Resulullah’ın evlatlığı Hz. Zeyd ile evlenmiş ve aralarındaki uyumsuzluk nedeniyle boşanmıştır. Arap geleneklerine göre evlatlığın boşanmış eşi, gerçek oğlun boşanmış eşi gibi kabul ediliyordu. Oysa İslamiyet hem evlat edinmeye son vermiş, hem de evlatlığın boşanmış eşinin gerçek oğlu gibi sayılma geleneğini ortadan kaldırmıştı. Ancak Araplar bu yeni hükmü kabul etmekte zorlanıyorlardı. Cenab- Hak, Hz. Zeynep’in Resulullah ile evlenmesini murat etti: “…Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” (33.Ahzâb–37) Ayetten de anlaşıldığı gibi Resulullah, bu evliliğe istekli olmadığı halde, Allah’ın muradı bu şekilde tecelli etmiş ve yanlış bir gelenek Hz. Peygamberin yaşantısı ile sona erdirilmiştir. Bu evlilikteki hikmetlerden biri de, evliliklerde denklik (küfüv) prensibine riayet edilmesi gereğidir.
Peygamberimizin Hazret-i Zeyneb ile evliliği ise en çok tartışılan ve pek çok hikmetlerle dolu bir evliliktir. Zira Peygamberimiz, halasının kızı olan Zeyneb'i, Zeyneb validemizin çok fazla gönüllü olmamasına rağmen kendi azatlı kölesi Zeyd ile evlendirmiş ve böylece "zengin-fakir, asil-köle" ayırımını yıkmış, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu en yakınları vasıtasıyla göstermiştir. Daha sonra bu evlilik, Zeyneb validemizin ve akrabalarının ısrarlarıyla dayanılmaz hale gelmiş, kocası Zeyd'in Peygamberimize olan boşanma müracaatları da sonuçsuz kalmıştır. Nihayet Zeyd bu hâle dayanamamış, Zeyneb'i boşamıştı.
Daha sonra inen âyetlerle (Ahzâb, 37), halasının kızı Zeyneb'le Peygamber Efendimizin nikahı emredilmiştir. Böylece cahiliye devrinin "evlatlığın hanımı ile evlenme yasağı"nı, Peygamberimiz tatbikatıyla kaldırmış ve "öz evlat" ile "evlatlık"ın birbirinden farkı ortaya çıkmıştır.
Bu olay hakkında, "Hazret-i Peygamber Zeyneb'in güzelliğine hayran kalıp da onunla evlenmiştir." şeklinde ileri geri konuşanlar, şu hususları görmezden gelmektedirler:
a. Zeyneb, Peygamberimizin halasının kızıdır. Çocukluğundan beri onu defalarca görmesi mümkündür.
b. Peygamberimiz, Zeyd ile evlendirmeden önce evlilik teklif etse, Zeyneb validemiz bunu seve seve kabul ederdi ve evlenmesine de herhangi bir mani yoktu. Aksine Peygamberimiz, onu elleriyle başka birisiyle evlendirmiş ve Zeyd'in boşanma taleplerini de defalarca reddetmiştir.
Kısacası bütün bu hâdiseler olacaktı ki, İslam'da bir "hukuk" meydana gelebilsin.
8.Hz Cüveyriye: Müreysi gazvesinde Müstalikoğullarından esir alınan 700 kadar esir arasında bulunan Hz. Cüveyriye, Resulullah’a müracaat ederek mükâtebe yoluyla kölelikten azad edilmek için yardım istedi. Hz. Peygamber, parasını ödeyerek onu esirlikten kurtardıktan sonra kendisiyle evlendi. Bu evlilikten sonra Müslümanlar, ellerinde bulunan bütün esirleri serbest bıraktılar, onlarda toptan İslamiyet’i seçtiler. Bu evlilik neticesinde hem barış sağlandı hem de İslamiyet kuvvet kazanmış oldu.
Bir kabile reisinin kızı olan Cüveyriye -radıyallahu anha- ile evliliği de binlerce harb esirinin aynı anda özgürlüğe kavuşmasına ve bu vesileyle hidayetlerine sebep olmuştur.
9.Hz. Ümmü Habibe: Ebu Sufyan’ın kızı olan Ümmü Habibe, kocası Abdullah bin Cahş ile birlikte Müslüman olarak Habeşistan’a göç etmiş; ancak kocası Habeşistan’da Hıristiyan olunca zor durumda kalmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber Necaşi’ye elçi göndererek Ümmü Habibe’yi kendisine eş olarak istedi. Necaşi, bu isteği kabul etti. Hicri yedinci yılda gerçekleşen bu evlilik ile hem samimi bir Müslüman olan elli yaşındaki Ümmü Habibe zor durumdan kurtarılmış, hem de babası Ebu Sufyan’ın İslamiyet’e karşı olan düşmanlığı yumuşama ve yok olma sürecine girmiştir.
Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe ile evliliğinde ise Ümmü Habibe'yi taltif etme (ödüllendirme) durumu sözkonusudur. Zira Ümmü Habibe, eşi Habeşistan'da irtidad ettiği ve kendisi çok zor şartlar altında kaldığı halde dinini müdafaa etmiş ve o sırada Mekke'nin lideri olan babası müşrik Ebû Süfyan'a müracaat etmemişti. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu himayesine alıp, kendisiyle evlenmiş ve onu ortada kalmaktan kurtarmıştı. Aynı zamanda bu evlilikle Mekke müşrikleri arasındaki soğukluk da azalmaktaydı.
10.Hz. Safiye: Nadir oğullarının reisi Huyey bin Ahtab’ın kızı olan Hz. Safiye, Harun bin İmran’ın soyundandır. Hz. Peygamber, onu cariye olarak satın alıp azad ettikten sonra şöyle buyurdu: “İstersen serbestsin, mallarını al ve git, istersen sana evlenme teklif ediyorum, Müslüman ol ve yanımda kal.” Hz. Safiye ikinci teklifi kabul etti. Resulullah, onu cariyelik bedelini mehir sayarak kendisiyle evlendi. Bunun üzerine ashap, Hz. Safiye’nin akrabalarını serbest bıraktı ve onlar da Müslüman oldular. Bu evlilik ile hem birçok kişinin Müslüman olması sağlanmış, hem de bir cariyeyi satın alarak cariyelikten kurtardıktan sonra ödenen bedeli mehir sayma konusunda ashabına örnek olmuştur. Ayrıca Hz. Safiye’nin Yahudi asıllı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Hz. Peygamber’in insanlar arasında ırklarına göre bir ayrım yapmadığı açıkça görülmektedir.
Hayber'deki Yahudi liderinin kızı Safiyye validemiz ile evliliği ise Yahudilerle mevcut münasebetleri düzeltmek içindir.
11.Hz. Meymune: Hz. Peygamber’in evlendiği son kadın olan Hz Meymune, Hz. Abbas’ın baldızıdır. Hz. Meymune, Hz. Abbas aracılığıyla Resulullah’a evlilik teklifinde bulunmuş ve bu teklif kabul edilmiştir. Resulullah’ın Hz Meymune ile evlenmesi, Mekkelileri sevindirmiş ve Hz. Muhammed ile dostluklarının devam edebileceği fikrini canlandırmıştır.
Hz Peygamber, bu on bir kadın dışında, Mısır Mukavkısı’nın kendisine cariye olarak gönderdiği Hz. Maria ile de evlenmiş ve bu evlilikten oğlu İbrahim doğmuştur. Böylece Hz. Maria çocuk annesi (ümmü’l-veled) olarak hür statüsüne kavuşmuştur.
Görüldüğü gibi, Hz Muhammed (s.a.v.)’in evlilikleri, ilahi takdirin bir tezahürü olarak, nübüvvet görevinin tam anlamıyla ifa edilebilmesi için, yapılan evlilikledir; bu evliliklerden hiçbirini şahsi istek ve dünya zevki ile yorumlamak mümkün değildir.
12. Bu nikâhlı eşlerinin yanı sıra “Mariye” ve “Reyhâne” isimli iki câriyesi daha vardır.
Mariye, Mısır Mukavkısı’nın Peygamber Efendimizin şahsına gönderdiği bir hediyedir.
Reyhâne ise Hendek Muhasarası’nın ardından Benî Kureyza yurduna yapılan seferde esir (câriye) edilmiştir.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÇOCUKLARI :
Çocukları
Hazret-i Hatice’den dünyaya gelen çocukları: Zeyneb, Kasım, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah.
Hazret-i Hatice dışında hiçbir hanımından çocuğu olmayan Peygamberimizin, Mariye’den “İbrahim” adında bir çocuğu doğmuştur. Bu oğlu da -diğerleri gibi- iki yaşına gelmeden vefat etmiştir.
Kızlarından Hazret-i Zeyneb, teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs bin Rabîa ile; Rukiyye ve onun vefatının ardından Ümmü Gülsüm de Hazret-i Osman’la evlenmişlerdir. Peygamberimizin bu iki kızıyla evlenmesi sebebiyle Hazret-i Osman’a “zinnûreyn: iki nur sahibi” adı verilmiştir. Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali’nin nikâhı meşhurdur. Peygamber Efendimizin soyu, Hazret-i Fâtıma’nın bu evliliğinden ve onların çocukları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin vasıtasıyla (Seyyid ve Şerif’lerle) devam etmiştir.
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Fâtıma dışındaki bütün çocuklarının vefâtını bizzat görmüş, cenâzelerinde hazır bulunmuştur. Hazret-i Fâtıma da Peygamber Efendimiz’in vefatından 6 ay sonra kendisine kavuşmuştur.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çok evlenme sebepleri neler değildir?
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çok evlenme sebebi, kesinlikle dünya zevki değildir; bunun kabul edilmesi için şu delillerin sıralanması yeterli olacaktır:
*Mekke’nin en asil, en yakışıklı ve en güvenilir gençlerinden olan Hz. Muhammed (s.a.v.), isteseydi ilk evliliğini kendinden genç ve çok güzel olan bir hanımla yapabilirdi. Hâlbuki o, ilk evliliğini kendinden on beş yaş büyük olan ve daha önce başından iki evlilik geçen Hz. Hatice ile yapmıştır.
*Gene Hz. Muhammed (s.a.v.), İsteseydi yirmi beş yıl boyunca sadece Hz Hatice ile evli kalmaz, başka evlilikler de yapabilirdi; ancak o, ilk eşi vefat edinceye kadar başka biriyle evlenmemiş, elli yaşına kadar sadece Hz. Hatice ile evli kalmıştır.
*Hz. Peygamber, ilk eşi Hz. Hatice vefat ettikten sonra da hemen evlenmemiş, birkaç yıl bekâr kalmıştır. Eğer evliliklerinde dünya zevki düşüncesi olsaydı, yeniden evlenmek için birkaç yıl beklememesi gerekirdi.
*Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin vefatından birkaç yıl sonra kendisinden üç yaş büyük olan Hz. Sevde ile evlendi. Eğer Resulullah’ın evliliklerinde dünya zevki düşüncesi olsaydı, en azından ikinci evliliğini genç ve güzel bir kadınile yapar, elli beş yaşındaki Hz. Sevde ile evlenmezdi.
*Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, Hz.Aişe dışında evlendiği bütün kadınlar dul idi. Eğer Resulullah’ın çok evlenme sebepleri arasında dünya zevki bulunsaydı, evlendiği kadınlardan çoğunun dul olmaması gerekirdi.
*Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Hatice dışında evlendiği on kadınla ve Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderilen cariye Maria ile ömrünün son on yılında evlenmiştir. Eğer Resulullah’ın evliliklerinde dünya zevki isteği bulunsaydı, ömrünün son on yılında değil gençliğinde çok evlenirdi.
Görüldüğü gibi, hangi yönden bakarsak bakalım, Hz. Muhammed (SAV)’in çok evlenmesini dünya zevki ile izah etmek asla mümkün değildir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), yirmi beş yaşından elli yaşına kadar niçin tek hanımla evli kalmıştır?
*Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gençliğinde ve ilk orta yaşlılık döneminde, kendisinden on beş yaş büyük olan Hz. Hatice ile evli kalarak başka bir hanımla evlenmemesi, onun ileriki yıllarda ilahi hikmetlere binaen çok evlenmesinde dünya zevki gibi art niyet arayacak olanlara peşinen verilmiş, reddi kabil olmayan tokat gibi bir cevaptır.
*Hz. Muhammed, peygamberliğinin en zor yıllarını Hz. Hatice ile evli olarak geçirmiştir. Güngörmüş, zengin ve olgun bir kadın olan Hz. Hatice, bu zor yıllarda Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hem feraset ve olgunluğuyla, hem de mal varlığıyla yardımcı olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v.), İlk vahyin gelişinden sonra, endişe içinde, Hıra mağarasından evine döndüğünde, Hz. Hatice’nin sergilediği olgunluk, bu evliliğin hikmetini anlatmaya yeter. Eğer o sırada Hz. Hatice’nin yerinde yeterli olguluğa sahip olmayan genç bir kadın bulunsaydı, Resulullah’ı bırakıp annesinin evine gitmesi işten bile değildi.
Hz. Muhammed (s.a.v.), ömrünün son on yılında niçin çok evlenmiştir?
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ömrünün son on yılında yaptığı her evliliğin ayrı ayrı hikmet ve faydaları vardır. İşin bu yönünü dördüncü sorunun cevabında anlatmaya çalışacağım.
Resulullah’ın çok evlenmiş olmasının fayda ve hikmetlerinden bir kısmını toplu halde şu şekilde saymak mümkündür:
*Aile hukuku ve kadınların değişik halleri ile ilgili bütün ayrıntıların ortaya çıkıp cevaplandırılması için, Resulullah’ın çok evlenmesi bir ihtiyaçtı. Müslüman kadınlar, bir erkeğe sormaktan çekinecekleri değişik halleri konusunda, Hz. Peygamber’in hanımlarına müracaat ederek bilgi sahibi olmuşlardır. Bu açıdan Resulullah’ın her hanımı, bir başöğretmen görevi ifa etmiştir.
*Hz. Peygamber’in eşleri, herkesin şahit olamayacakları ortamlarda öğrendikleri söz ve uygulamaları (hadis ve sünnetleri) naklederek ashabı ve tabiini bilgilendirmişler böylece akait, fıkıh ve tefsir bilimlerinin gelişimine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bilindiği gibi Hz. Aişe (r.a.), 2100’den fazla hadis rivayet etmiş ve en çok hadis rivayet eden sahabeler (el-Müksirûn) arasında yer almıştır.
*Hz. Muhammed (s.a.v.), yaptığı evlilikler ile akrabalık bağları oluşturmuş, bu sayede İslam destekçilerinin çoğalmasına vesile olmuştur.
*Hz. Peygamber’in evlendiği bazı kadınların kabileleri meydana gelen akrabalık nedeniyle Müslüman olmuşlar böylece İslamiyet’in yayılması hız kazanmıştır.
*Dini açıdan zor durumda kalan bir hanım ile evlenerek hem onu içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmış, hem de bu konuda arkadaşlarına örnek olmuştur.
*Bir cariyeyi satın alıp azad ederek, sonrada satın alma bedelini mehir sayıp kadının kendi isteği ve Müslüman olma şartına bağlı olarak kendisiyle evlenmiş ve bu konuda da arkadaşlarına örnek olmuştur.
*Bir evliliği ile İslamiyet’e göre evlatlığın boşanmış hanımının gerçek oğlunun hanımı gibi sayılamayacağı kuralını yerleştirmeye vesile olmuştur.
Bu bölümde isim verilmeden genel anlamda nakledilen bazı hikmetler, dördüncü sorunun cevaplandırılası ile birlikte ismen anlatılacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), ömrü boyunca sınırsız evlenme yetkisine sahip olmuş mudur?
Bu konuda şu bilgilere sahip olmak gerekir:
Ahzâb suresinin 28. ve 29. ayetleri ile Resulullah’ın hanımlarının isterlerse ondan ayrılmaları değilse onunla birlikte kalmaları izni verilmiş; validelerimiz, Resulullah’a eş olarak kalmayı tercih etmişlerdir. Bunun ardından Hz. peygamber, eşlerinden vefat etmeyen dokuz tanesi ile evli iken nazil olan şu ayet ile bundan sonra yeni bir evlilik yapması yasaklanmıştır:
“Bundan sonra sana kadınlar helal olmaz; mülkiyetin altında bulunanlar dışında kadınlarını, güzellikleri hoşuna gitse bile başka eşlerle değiştirmen de helâl olmaz. Allah, her şeyi görüp gözetmektedir.” (33.Ahzâb52)
Hz. Peygamber’in hanımları, mü’minlerin anneleri sayılmışlar ve Resulullah’ın vefatından sonra da onun eşi olma şerefi ile yaşayıp toplumu aydınlatmaya devam etmişlerdir.
Hz. Peygamber’in yaptığı evlilikler, şartları ve hikmetleriyle birlikte göz önünde bulundurulduğunda, hiçbir yanlış anlamaya yer olmadığı bilakis Resulullah’ın bu evlilikleri yaparak fedakârlıkta bulunduğu açıkça görülmektedir."
PEYGAMBER EFENDİMİZİN EVLİLİKLERİNDE Kİ SEBEPLER NELERDİR?
Örneklik: Allah Teâlâ, Rasûlü’nü ümmetine örnek olarak göndermiş, onun yaşadığı hayat da bu ilâhî muradı gerçekleştirmek üzere tanzim edilmiştir. Onun farklı yaş, kültür ve karakterdeki hanımlarına karşı muâmelesi, yüzyıllar boyunca çeşit çeşit kadınla evlenmekte olan mü’min erkekler için örneklerle doludur.
Tâlim ve Terbiye: Yaş, kültür, anlayış ve hayat tarzları farklı olan hanımların gözüyle Peygamber Efendimizin kısmen mahrem olan âile hayatı ile ilgili detaylar ve Allah Rasûlü’nün husûsî hayatı bu hanımları vasıtasıyla günümüze kadar intikal etmiştir. Bu hususta Hazret-i Âişe’den rivâyet edilen 2.210 hadis ile diğer hanımlarının rivâyetlerine toplu bir bakış yeterlidir. Ayrıca ashâbın en az yarısı kadındı; onlara dînî emir ve yasakları öğretecek hanımlara ihtiyaç vardı.
Düşmanlık ve Nefretleri Azaltma: Peygamber Efendimiz, mecburiyet îcâbı farklı kabile ve ülkelerle harpler yapmak zorunda kalmıştır. Arada savaş yapıp birbirini öldürecek kadar kin ve düşmanlık olan topluluklar, bu evlilikler sayesinde akraba statüsüne dâhil olmuşlardır. Böylece Allah Rasûlü, gerçek maksadını gerçekleştirmiş ve pek çok insanın İslâmiyet’e girmesine vesile olmuştur. Hazret-i Safiyye, Hazret-i Cüveyriye, Zeyneb binti Huzeyme, Hazret-i Meymûne, Hazret-i Ümmü Habibe ile yapılan evlilikler, bu tür evliliklerdendir.
Dostlukları Tazeleme: En yakın dostu ve “mağara arkadaşı” olan Hazret-i Ebûbekir’in kızı Hazret-i Âişe ile ikinci büyük dostu Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa ile evliliği bu hikmete mebnîdir. Hatta Mısır Mukavkıs’ının hediye kabîlinden göndermiş olduğu câriye (Mariye annemiz) de bu hükümdarın Peygamber Efendimizle kurmak istediği dostluğun nişânesiydi.
Allah’ın Emrine İtaat: Öz halasının kızı Zeyneb binti Cahş ile evliliği ve Hazret-i Hafsa’yı ric’î talakla boşadıktan sonra tekrar evlenmesi ilâhî emri icabıdır. Buna Hazret-i Âişe ile evliliğine sebep olan sâdık rüyayı da ekleyebiliriz.
Dînî Hükümlerin Uygulanması: İslâm’ın prensipleri yeni yeni indiriliyordu. Bazı hükümlerin hayata geçmesi için, bizzat Peygamber Efendimizin uygulaması ve öncülük yapması gerekiyordu. Meselâ tebennî, yani evlat edinmenin kaldırılması için kendi evlatlığı olan Zeyd bin Hârise’nin hanımı Hazret-i Zeyneb binti Cahş ile evlenmesi gibi…
Mükâfâtlandırmak: İslâm için pek çok çileler çeken, buna rağmen dine bağlılıkta sebat gösteren müslüman hanımları mükâfâtlandırmak da evlilik sebeplerinden bir tanesidir. Sevde, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Zeyneb binti Huzeyme, Meymûne annelerimiz -radıyallâhu anhünne- bunlardan bazılarıdır.
Evlatlarının Bakım ve Himayesi için: Hazret-i Hatice’nin vefatını müteâkib Hazret-i Sevde ile evliliği bu maksatladır.
Esâretten Kurtarmak: Çeşitli sebeplerle esir (câriye) durumuna düşen hanımları, bu esâret hayatından hürriyete, dalâletten hidâyete kavuşturmak için yaptığı evliliklere de Hazret-i Safiyye, Hazret-i Mariye, Hazret-i Reyhâne, Hazret-i Cüveyriye ile yaptığı evlilikleri örnek verebiliriz.
HAZRETİ PEYGAMBER EFENDİMİZİN AİLE REİSLİĞİ :
Hz. Peygamber birçok hadisinde ailenin önemine işaret etmiş ve onun bir huzur yeri olduğunu belirtmiştir. Bir baba olarak çocukları dünyaya gelince sevinmiş; vefatlarında ise üzülmüştür. Sözgelimi oğlu İbrahim'in doğum haberini kendisine getiren Ebû Râfi'e hediye vermiş; İbrahim'in annesi Mâriye'yi de azat etmiştir.[ İbn Sa'd, I, 135-136.] Bu çocuğunun bakımı ve yetiştirilmesiyle ilgilenmiş; sütannesine bir hurmalık tahsis etmiştir. Sık sık sütannesinin bulunduğu yere onu görmek için gitmiştir. İbrahim, on altı veya on sekiz aylık iken vefat etmiştir. Onun vefatı üzerine gözlerinden yaş dökülmüştür. Bunun üzerine "Sen de mi ağlıyorsun yâ Resûlallah!" diyen Abdurrahman b. Avf'a bunun şefkatten kaynaklandığını, üzüntülü olduğunu, ancak bağıra çağıra ve feryat ederek ağlamayı yasakladığını söylemiştir.[ İbn Sa'd, I, 134-144.]
"Bir dost ve bir baba olarak yaratılışın en ince duygularıyla" bezenmiş olan[John Davenport, Hz. Muhammed ve Kur'an-ı Kerim, çev. Ömer Rıza, İstanbul 1926, s. 59; İngiliz asıllı yazar John Davenport adı geçen eserinde müsteşriklerin Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed hakkındaki olumsuz iddia ve isnatlarını reddetmektedir.] Hz. Peygamber, bir aile reisinin aile fertlerine nasıl davranması gerektiğini emir ve tavsiyeleri ile açıkladığı gibi, bizzat kendi uygulamaları ile de ortaya koymuştur. Erkeğin kadına iyi davranması gerektiğini çok açık ve kesin bir şekilde dile getirmiştir. Bu anlamda "En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır. Bana gelince, ben aileme karşı en hayırlı olanınızım";[ İbn Mâce, I, 636.] "En hayırlınız hanımlarına karşı iyi davrananınızdır"[ İbn Mâce, I, 636.] buyurmuştur. Enes b. Mâlik, "Ailesine Resûlüllah kadar şefkatli bir kimse görmedim"[ İbn Sa'd, I, 136.] demiştir. İman, ahlak ve aile fertlerine yumuşak davranma arasında kurduğu bağıntıyı dile getiren şu sözü çok anlamlıdır: "Mü'minlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak davrananıdır."[ İbn Hanbel, VI, 47.]
İnsanın üzerinde hakkı olan kişilerin başında aile fertleri gelmektedir. Çünkü kişinin sevincini ve üzüntüsünü ilk önce paylaştığı kimseler aile fertleridir. Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları bulunduğunu söylemiştir. Kadınlar hakkında Allah'tan korkulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını istemiştir. Kocasını şikayet için kendisine gelen kadınların sayısı artınca bu tür davranışta bulunanların iyi kimseler olmadığını söylemiştir.[ İbn Sa'd, VIII, 205; İbn Mâce, I, 639; Ebû Dâvud, II, 608-609; Dârimî, Sünen, İstanbul 1981, s. 543.
] Hanımlarına iyi davranmış, onları dövmemiştir. Kendisi bunu yapmadığı gibi, hanımlarını dövenleri de "Kadınlarınızı nasıl dövüyor, sonra da akşam olunca beraberce yatıyorsunuz"[ İbn Hanbel, IV, 17.] diyerek kınamıştır. Kadınların dövülmemesi, hele yüze hiç vurulmaması, kötü sözlerle tahkir edilmemesi ve evinin terkedilmemesi[İbn Hanbel, V, 5; Ebû Dâvud, II, 606-607.] konularında ikazda bulunmuştur. "Kadınları ancak kötüleriniz döver"[ İbn Sa'd, VIII, 204.] demiştir. İbn Sa'd, hanımların dövülmesi ile ilgili rivayetleri özel bir başlık altında toplamıştır.[ İbn Sa'd, VIII, 204-205.]
Hanımlarının ve diğer aile fertlerinin yakınlarına da ilgi gösterirdi. Hz. Hatice'nin bir arkadaşı yanına geldiğinde ona iltifatta bulunmuştur. Her koyun kesişinde Hz. Hatice'nin arkadaşlarına et gönderdiği rivayet edilir.[ Tirmizî, IV, 369.] Ev halkından sayılan Enes b. Mâlik'in annesi ve büyükannesi ile de ilgilenmiştir. Babasından kendisine intikal eden ve çocukluğunda kendisinin hizmetini gören Ümmü Eymen'e "Anneciğim" diye hitap ederdi ve onun için "Bu, benim ailemin bakiyyesidir"[ İbn Sa'd, VIII, 223, 226] derdi.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in hanımları ve aile hayatı hakkında bilgi verilmektedir. Eşleri ile aralarında geçen tartışmalarda hem Peygamber'e ve hem de hanımlarına öğütlerde bulunulmakta ve yol gösterilmektedir.[ Ahzâb Sûresi 28-29.] Bunun yanısıra Hz. Peygamber'in eşlerinin mü'minlerin anneleri olduğu,[ Ahzâb Sûresi 6.] bildirilmektedir.
Hz. Peygamber aile fertlerinin eğlenme ve dinlenme gibi ihtiyaçlarını karşılar, meşrû eğlencelerden onları yararlandırmaya çalışırdı. Ramazan ve Kurban Bayramı merasimlerine kızlarını ve hanımlarını da götürürdü.[ İbn Mâce, I, 415.] Bir bayramda Habeşlilerin sergiledikleri gösterileri Hz. Âişe'nin seyretmesine izin vermiş ve hatta yardımcı olmuştur. Hz. Âişe ile koşu yapmıştır.[ İbn Mâce, I, 636.] Aile bireyleri ile şakalaşmıştır.
Hz. Peygamber çocuklarına olduğu gibi, yanında, kendi himayesinde büyüyenlere, mesela Ali b. Ebû Tâlib'e, Zeyd b. Hârise'ye ve azatlısı Ümmü Eymen'e de son derece şefkatli davranmıştır. Amcası Ebû Tâlib'in yükünü hafifletmek üzere 5 yaşında iken yanına almış olduğu Hz. Ali, babası Mekke'de olduğu halde Hz. Peygamber'in yanında büyümüş ve ömrü boyunca onun yanından ayrılmamıştır. Aynı şekilde Zeyd b. Hârise de Hz. Peygamber'in ailesi içinde büyümüştür. Hz. Hatice, kendisine Hakîm b. Hizâm'ın köle olarak verdiği Zeyd'i Hz. Peygamber'e hediye etmiş; Hz. Peygamber de onu azat etmişti. Zeyd'in babası, oğlunu araya araya Mekke'de bulmuş; Hz. Peygamber onu, kendi yanında kalmak veya babası ile birlikte gitmek konusunda serbest bırakmıştı. Zeyd ise Hz. Peygamber'i babasına tercih etmiştir. Bu da Hz. Peygamber'in ona karşı hareketleri, davranış ve muamelesinin gerçek bir babanın davranışından farksız olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber, babasından kendisine kalan ve Hz. Hatice ile evlendiği zaman azat ettiği Ümmü Eymen'i de ailesinden sayarak ona bir anneye gösterilen muameleyi göstermiştir. Hanımlarını, çocuklarını, yanında büyüyenleri ve hizmetçilerini dövmemiştir.[ İbn Sa'd, VIII, 204; İbn Mâce, I, 638.] Medine'de Hz. Peygamber'in hizmetine verilen Enes b. Mâlik, kendisine vefatına kadar hizmet etmiş; bir defacık olsun karşıdakinin davranışlarına bıkkınlık, yılgınlık ve iç sıkıntısının bir ifadesi olan "öf" bile demediğini söylemiştir.
Hz. Peygamber'in evliliklerinden bazıları da fedâkar ve cefâkar Müslüman kadınları himaye, onları takdir etme ve itibarlarını koruma gayesine yönelikti. Mekke döneminde Müslüman olan bazı hanımlar işkenceye maruz kalmışlar, Habeşistan'a ve daha sonra Medine'ye göç etmişler, kocaları vefat etmiş; birkaç çocukları kalmıştı. Üstelik aileleri de Mekke'de henüz müşrik oldukları için onların yanına da dönemiyorlardı. Hz. Peygamber onları himaye ve çocuklarını da bakım altına almak istemiş, sonunda bunları nikahı altına almıştır. Sevde bint Zem'a, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe bu hususa örnek teşkil etmektedir.
Hz. Peygamber bazı evliliklerini, o hanımın kabilesini İslâm'a yaklaştırmak, onun kabilesi ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı gidermek, sahip olduğu mevkii korumak ve sahâbîler arasında doğabilecek kıskançlığın, kırgınlığın ve dedikoduların önüne geçmek için gerçekleştirmiştir. Cüveyriye ve Safiyye ile evliliği buna örnek gösterilir. Cüveyriye, Mustalik kabilesinin başkanı Hâris b. Ebû Dırâr'ın kızı idi. Mustalikoğulları Gazvesi'nde kocası ölmüş ve kendisi de Müslümanların eline esir düşmüştü. Fidyesi ödendikten sonra Hz. Peygamber'le evlenmiş; bunu duyan Müslümanlar, Hz. Peygamber'in hısımları kabul ettikleri Mustalik kabilesine mensup diğer esirleri de serbest bırakmışlardır. Bu evliliğin Mustalik kabilesi ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve bu evlilikteki asıl hedefin adı geçen kabileyi İslâm'a yaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Mustalikoğullarının bu evlilikten sonra İslâm'ı kabul etmeleri de bunu göstermektedir. Safiyye de Hayber Gazvesi'nde esir alınanlar arasında bulunuyordu. Kendisi Yahudi başkanlarından Huyey b. Ahtab'ın kızıydı. Hz. Peygamber aradaki kin ve nefreti ortadan kaldırmak maksadıyla bunlarla akrabalık kurmuş ve Safiyye ile evlenmiştir.
Hz. Peygamber'in bazı evlilikleri de yeni İslâmî bir hükmün topluma kazandırılması amacını taşıyordu. Zeyneb bint Cahş ile evliliği buna örnektir. Zeyneb'in ilk kocası Hz. Peygamber'in azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd b. Harise idi. Hz. Peygamber, aynı zamanda halasının kızı olan Zeyneb'i Zeyd ile bizzat kendisi evlendirmişti. Zeyd azatlı bir köle idi. Eski Arap geleneğine göre asîl bir kadın bir köle ile evlenemezdi. Halbuki İslâmiyet bütün insanları yaratılış bakımından eşit sayıyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem, eski gelenek ve anlayışın ortadan kaldırılmasını önce kendi akrabası arasında uygulamaya başladı. Böylece eski an'ane yıkılmış oluyordu. Fakat Zeyd ile Zeyneb mutlu bir aile hayatı yaşayamadılar. Zeyd, Hz. Peygamber'e müracaat ederek karısını boşamak istediğini söyledi. Hz. Peygamber bundan çok müteessir oldu. Kur'an-ı Kerim'de Zeyd ile Zeyneb arasında gerçekleşen bu evliliğin devamını sağlamak için Peygamber'in takındığı olumlu tavır anlatılmaktadır. Nitekim o Zeyd'e "Hanımını tut (boşama) ve Allah'tan kork!"[ Ahzâb Sûresi 37.] diyordu. Ancak geçimsizlik son haddine vardığı için Zeyd karısı Zeyneb'i boşamak zorunda kaldı. Câhiliye döneminde evlatlık, öz evlat gibi muamele görüyor ve öz evladın bütün haklarına sahip bulunuyordu. Geleneğe göre evlatlığın boşadığı hanımla evlenmek babalığa yasaktı. İslâmiyet bu geleneği kaldırdı ve evlatlığı sadece din kardeşi olarak kabul etti. Evlatlığın boşadığı kadını nikahlamayı manevî babalara helal kıldı. Hz. Peygamber, hem Zeyneb'in ve hem de akrabasının isteği üzerine onu nikahladı. İddia edildiği gibi Hz. Peygamber Zeyneb'in güzelliğine hayran kaldığı için evlenmiş değildir. Zeyneb onun halasının kızıydı. Onu her zaman görüyordu. Şayet isteseydi onunla Zeyd'den önce kendisi evlenebilirdi.
Hz. Peygamber'in bazı evlilikleri, yakın dostları, çevresi ile irtibatının, evlilik yoluyla kurulan akrabalıkla güçlenmesine yönelik idi. Mesela Hz. Ebû Bekir'in kızı Hz. Aişe ve Hz. Ömer'in kızı Hafsa ile evliliği buna örnek gösterilebilir.[ İbn Sa'd, VIII, 53-221; Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 715-746; Eş Olarak Hz. Peygamber, Ankara 1997; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed'in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul 1991; İbrahim Canan, "Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber", Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul 1989, s. 284-342.]
3- Çocukları
Hz. Peygamber'in Hz. Hatice'den iki erkek ve dört kız çocuğu dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu Kâsım iki yaşında, Abdullah da küçük yaşta iken vefat etmiştir. Abdullah adlı çocuğuna aynı zamanda(Baş (BibBiiiiiib Amca1) ve Tâhir denildiği nakledilmektedir.[ İbn Habîb, Muhabber, s. 79; Belâzürî, I, 405; Bu konudaki rivayetlerin tartışması için bk. Âişe Abdurrahman, Benâtü'n-Nebî, Beyrut 1979, s. 63-70
] Bunların dışında Medine döneminde Mısır'lı Mâriye'den İbrahim adlı oğlu olmuştur. Kızlarının doğum sırası konusunda ihtilaf bulunmakla birlikte genellikle, Zeyneb, Rukıye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma şeklinde olduğu kabul edilmektedir.
Zeyneb: Hz. Peygamber'in ikinci çocuğu ve kızlarının en büyüğüdür. Babası otuz yaşında iken dünyaya geldiği nakledilmektedir. Hz. Hatice'nin arzusu üzerine Hz. Peygamber Zeyneb'i teyzesinin oğlu Ebü'l-Âs b. Rebi' ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Zeyneb'in Ali ve Ümâme adlı iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Zeyneb, babasına peygamberlik gelince annesi ile birlikte İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kocası Ebü'l-Âs ise o dönemde iman etmemiş; ancak müslüman olan hanımı ile beraber yaşamaktan da vazgeçmemiştir. Bu şekilde evlilikleri Bedir savaşına kadar devam etmiştir. Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince, ailesi ile birlikte kızı Zeyneb'i de Mekke'den getirtmek istemiş ancak kocası ondan ayrılmak istememiştir.
Bu arada Ebü'l-Âs, müşrikler safında katıldığı Bedir savaşında esir düşmüş, Zeyneb, kocasının fidyesi olarak bir miktar malla birlikte annesinin kendisine evlenirken çeyiz olarak verdiği gerdanlığı göndermiştir. Hz. Peygamber gerdanlığı iade ederek Ebül-Âs'ı serbest bırakmıştır. Ancak ondan, kızını çocukları ile birlikte Medine'ye göndermesini istemiş ve bu konuda kendisinden söz almıştır. Ebü'l-Âs sözünü tutarak Zeyneb'i ve çocuklarını Medine'ye göndermek üzere yola çıkarmıştır. O sırada hamile olan Zeyneb, Mekke'de Zî Tuvâ adlı yerde, henüz İslam'ı kabul etmemiş bulunan Hebbâr b. Esved'in saldırısı sonucu deveden düşmüş ve çocuğunu düşürmüştür. Bu olay sonucu yakalandığı hastalık ilerleyerek hicrî 8. yılda onun ölümüne sebep olmuştur.[ İbn Seyyidinnâs, II, 238.] Olaydan sonra Mekke'ye dönmüştür. Bu arada Hz. Peygamber onu getirmek için Zeyd b. Hârise'yi ve ensardan bir şahsı Bedir savaşından bir ay kadar sonra Mescid-i Haram'a 10 km. uzaklıkta bulunan Batn-ı Ye'cec'e kadar göndermiş, Zeyneb de yanında çocukları olduğu halde bu ikisi ile birlikte Medine'ye gelmiş ve Hz. Peygamber'in yanında yaşamaya başlamıştır.
Diğer taraftan Ebü'l-Âs, hicretin 6. yılında müşriklere ait bir kervanla gittiği Suriye'den dönerken İs mevkiinde karşılaştığı İslâm askerî birliği tarafından Medine'ye getirilmiş ve İslâmiyet'i kabul etmiştir. Hz. Peygamber Zeyneb'i eski kocası ile tekrar evlendirmiştir.[ Ebü'l-Âs'ın Medine'ye getirilmesi, İslâmiyeti kabulü, Hz. Peygamber'in onu Zeyneb'le yeni bir mehir ve nikahla mı, yoksa eski nikah üzere mi evlendirdiği konusundaki farklı rivayetler için bk. İbn Hişâm, I, 657-659;] Zeyneb, Ebü'l-Âs'la gerçekleşen bu ikinci evliliğinden kısa süre sonra hicretin 8. yılında, vefat etmiştir. Çocuklarından Ali, Mekke'nin fethinden sonra ölmüştür. Kızı Ümâme ise, teyzesi Fâtıma'nın vefatından sonra Hz. Ali ile, onun şehit edilmesinden sonra da Muğîre b. Nevfel ile evlenmiş ve onun nikahında iken vefat etmiştir. Ümâme'nin bu kocasından Yahya adında bir çocuğunun dünyaya geldiği söylenir.[ İbnü'l-Esîr, Üsd, VII, 22] Biraz sonra görüleceği üzere diğer iki kız kardeşi Rukiye ve Ümmü Gülsüm gibi Zeyneb'in nesli de devam etmemiştir.[ Zeyneb'in biyoğrafisi için bk. İbn Hişâm, I, 651-658; İbn Sa'd, VIII, 31-36; Taberî, II, 469-472; Belâzürî, I, 397-400; İbnü'l-Esîr, Üsd, VII, 130-131; M. Nazif Şahinoğlu, "Zeyneb bint Muhammed", İA, XIII, 554-555]
Rukıye (Rukayye): Babası otuz üç yaşındayken dünyaya geldiği kaydedilir. Rukıye, Ebû Leheb'in oğlu Utbe ile, biraz sonra bahsedilecek olan Ümmü Gülsüm de Uteybe ile nikahlandı. Hemen bütün güvenilir kaynaklar, Hz. Peygamber'in bu iki kızının Ebû Leheb'in oğullarıyla zifafa girmedikleri konusunda müttefiktirler. Ebû Leheb ve hanımı, kendilerinin İslâm'a karşı tutumlarını yeren Tebbet Sûresi'nin nâzil olması ve aynı zamanda Rukıye ve Ümmü Gülsüm'ün İslâm'ı kabul etmeleri üzerine, oğullarını Hz. Peygamber'in kızlarından ayrılmaya zorladılar. Neticede her ikisi de ayrıldı. Bundan sonra Hz. Peygamber Rukıye'yi Hz. Osman ile evlendirdi. Rukıye kocasıyla birlikte Habeşistan hicretine katıldı. Daha sonra Mekke'ye dönerek Medine'ye hicret etti ve burada yaşamaya başladı. Hicretin 2. yılında Bedir seferi hazırlıkları esnasında kızamığa yakalandı. Hz. Peygamber, Hz. Osman'ı sefere götürmedi ve hasta hanımıyla ilgilenmesi için Medine'de bıraktı. Ancak Rukıye, Hz. Peygamber seferde iken vefat etti. Hz. Osman'dan dünyaya gelen Abdullah adındaki oğlu iki veya altı yaşında iken vefat etti.[ İbn Sa'd, VIII, 36-37; İbnü'l-Esîr, Üsd, VII, 113-115; Neşet Çağatay, "Rukayye", İA, XIII, 765-766.]
Ümmü Gülsüm: Rukıye'den küçük olduğuna göre, babası otuz dört yaşın üzerinde iken dünyaya gelmiş olmalıdır. Yukarıda da geçtiği gibi Ebû Leheb'in oğullarından Uteybe ile nikahlandı. Annesinin ve babasının zorlaması sonucu Uteybe Ümmü Gülsüm'ü boşadı. Ümmü Gülsüm hicrete kadar babasının evinde yaşadı. Kızkardeşi Fâtıma ve Hz. Peygamber'in diğer aile fertleriyle birlikte Medine'ye hicret etti. Ablası Rukıye'nin vefatından bir müddet sonra hicretin 3. yılında Hz. Osman'la evlendirildi. Hicretin 9. yılında vefat etti. Ümmü Gülsüm'ün çocuğu olmadı. Onun vefatı üzerine Hz. Peygamber "bir üçüncü (bazı rivayetlerde on) kızım olsaydı yine Osman'la nikahlardım" demiştir.[ İbn Sa'd, VIII, 37-39; İbnü'l-Esîr, Üsd, VII, 384; Tevfik R. Topuzoğlu, "Ümmü Külsüm", İA, XIII, 107-108.]
Fâtıma: Hz. Peygamber'in kızlarının en küçüğüdür. Doğum tarihi konusunda ihtilaf bulunmakla birlikte, genel kabul, birincisi ağırlıklı olmak üzere 609 ve 605 yıllarında yoğunlaşmaktadır. Kaynaklarımızda onun çocukluk ve gençlik yıllarıyla ilgili bilgiler azdır. Başından geçen olaylardan birisi şöyledir: Bir gün Hz. Peygamber Kâbe'nin yanında namaz kılarken secdeye vardığında müşrikler bir koyunun iç organlarını sırtına koyarlar. Hz. Peygamber secdeden başını kaldıramaz. Bu sırada Fâtıma gelip babasının üzerindekileri atar ve müşriklere çıkışır.[ Buhârî, I, 67.]
Hz. Fâtıma, babasının hicretinden bir müddet sonra, içlerinde kızkardeşi Ümmü Gülsüm ve Hz. Ebû Bekir'in ailesinin de bulunduğu bir kafile ile birlikte Medine'ye hicret etti. Bir müddet sonra Hz. Ali onu babasından istedi. Hz. Peygamber kızının görüşünü alarak[İbn Sa'd, VIII, 19, 20.] hicretin 2. yılında Fâtıma'yı Hz. Ali ile evlendirdi. Hz. Fâtıma, evlendikten bir yıl kadar sonra ilk çocuğu Hasan'ı, ondan bir yıl sonra da ikinci çocuğu Hüseyin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adlı kızları ile Muhsin (veya Muhassin) adlı oğlu dünyaya geldi. Ancak bu sonuncusu küçükken vefat etti. Hz. Fâtıma'nın İslâm kültüründe ünlü olduğu hususlardan birisi sağlık ve sosyal yardım alanlarındaki hizmetleridir. Nitekim Uhud savaşında gazilere su ve yiyecek taşımış, yaralıları tedavi etmiş, babasının yüzündeki kanları temizlemiştir. Hz. Peygamber'in vefatına çok üzülmüş ve ondan altı ay kadar sonra vefat etmiştir. Hz. Peygamber'in nesli Fâtıma'nın çocukları vasıtasıyla devam etmiştir.[ İbn Sa'd, VIII, 19-30; İbnü'l-Esîr, Üsd, VII, 220-226; M. Yaşar Kandemir, "Fâtıma", DİA, 219-223.]
2-Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına almaÖrnek olarak Hz Ümmü Seleme ile Hz Zeynep verilebilir
Hz Ümmü Seleme Hz Peygamberin eşi, kendisine derin bağlılığı ile ünlüdür Kocası Abdulesed ile İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendi Putperestlerin zulmü ile Mekke'den Afganistan'a ve sonra da Medine'ye hicret ettiler Kocası, Uhud Savaşı'nda şehit olunca 4 çocuğu ile dul kaldı Hz Peygamber kimsesiz kalan Ümmü Seleme ile evlenerek, onu ve çocuklarını koruması altına aldı O, İslâmiyet'in azılı düşmanı müşriklerin komutanı Halid'in de yakın akrabasıydı Halid, bu evlilikten çok etkilendi ve iki yıl sonra da İslâmiyet'i kabul etti.
Hz Zeynep Hz Muhammed'in eşi ve Huzeyme'nin kızıydıİlk kocası Bedir Savaşı'nda ikinci kocası da Uhud Savaşı'nda şehit oldu Böylece kimsesiz kalan Hz bZeynep, Allah'ın Resul'ü tarafından nikahlanarak koruma altına alındı Ancak kendisi, bu evlilikten üç ay sonra vefat etti
3- En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırmaHz Âişe, Hz Hafsa ve Cahş kızı Hz Zeynep örnek olarak verilebilir
Hz Âişe Hz Peygamber'in eşi ve en yakın dostu birinci halife Ebubekir'in kızıdır Mekke'de doğup büyüdü, çok iyi bir terbiye alarak yetişti Allah'ın Elçisi; Hz Ebûbekir Ailesi'ni şereflendirmek için daha çocuk yaşında Hz Âişe ile nikahlandı, onu ancak büluğ çağında evine aldı Çok zeki ve akıllı bir kadındı, Hz Peygamber'in eşi olarak gereken görevleri başarı ile yerine getiriyordu 9 sene müddetle Hz Peygamber'in en yakını olarak birçok hizmetlerde bulunduYüce Eşi'nin yanında askeri seferlere iştirak ediyor, hasta bakıcı olarak da görev yapıyordu Çok sayıda (Hz Peygamberin sözü) hadisin günümüze kadar gelmesine vesile oldu O, İslâm'ın en büyük hukukçularından biri olarak kabul edilir
Hz Hafsa Hz Peygamber'in eşi ve yakın dostu ikinci halife Hz Ömer'in kızıdır Mekke putperestlerinin eziyetlerine dayanamayarak ilk müslümanlardan olan kocası Huzâfa ile birlikte Habeşistan'a daha sonraları da Medine Şehri'ne hicret etti Uhut Savaşı'nda kocası şehit olunca dul kaldı Allah'ın Elçisi, Hz Ömer'in isteği ile kızını eş olarak almış ve böylece akrabalık bağı ile onları onurlandırmıştı
Cahş Kızı Hz Zeynep Hz Peygamber'in öz halasının, güzelliği ve mağrurluğu ile ünlü kızı ve 7 eşidir Arabistan'da, azat edilen köleler haksızlığa uğratılıyordu İşte bu kötü geleneği silmek ve onların da diğer insanlarla eşit olduğunu göstermek için Allah'ın Resul'ü; azat olmuş kölesi ve hukuken evlât edindiği kâmil insan Zeyd'i, hala kızı Zeynep ile evlendirdi Ancak eşler anlaşamıyor ve uyumsuzlukları devam ediyordu Hz Peygamber'in karşı çıkmasına rağmen Zeyd, evliliği sona erdirdi Hz Zeynep, bu olaylara çok üzülmüştü Bir müddet sonra da Hz Peygamber'e, Zeynep ile evlenmesi için vahiy yoluyla emir geldi Ahzâb 33/37 : Hani sen Allah'ın nimetlendirdiği, senin de lütufta bulunduğun kişiye (eşini yanında tut, Allah'tan kork) diyordun ama, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun Oysa ki kendisinden korkmana Allah daha lâyıktır Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlâtlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, mü minler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın Zaten Allah' ın emri yerine getirilmiştir Böylece hem Zeynep korunma altına alınarak, onun mutsuzluğuna son verilmiş ve hem de Arap geleneğine göre : Evlâtlığın boşadığı kadını onun babalığı alamaz adeti sona ermişti
4- Düşman kabilelerinden kadın alarak onları İslâmiyet'e kazandırma Örnek olarak Hz Cüveyriye, Hz Ümmü Habibe, Hz Safiyye, Mısırlı Hz Mâriye ve son eşi Hz Meymûne verilebilir
Hz Cüveyriye Düşman Benû'l - Mustalik Kabilesi reisinin dul kızı ve Hz Peygamber'in 6 eşidir İlk kocası müslümanlarla yaptığı savaşta vefat etmişti Esir düşen Hz Cevriye cariye olacağı yerde, Hz Peygamber'in eşi olmuştur Allah'ın Elçisi bu evliliği gerçekleştirmekle akraba bağı oluştuğundan, düşman kabilesi mensupları da İslâmiyet saflarına geçmekte gecikmemişlerdir
Hz Ümmü Habibe Mekke putperestlerinin lideri ve başkomutanı, Hz Peygamber'in baş düşmanı Ebu Süfyan'ın kızı ve eşidir Babasına rağmen kocası Cahş ile ilk müslümanlardan olmuş, mürşiklerin baskısına dayanamayarak Habeşistan'a hicret etmişti Orada eşi din değiştirerek Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bir müddet sonra da ölmüştü İlk evliliğinden bir çocuğu olan Hz Ümmü Habibe bütün varlığı ile İslâmiyet'e sadık kalmış ve babasının lideri olduğu Mekke Şehri'ne de geri dönmemişti İşte bu vefanın karşılığı olarak Allah'ın Resul'ünden; Habeşistan'ın dost kıralı Necasî'nin aracılığı ile evlenme teklifi alınca, sonsuz mutluluğa ermişti Müslüman bir kadının ulaşabileceği en büyük ödül Bu evlilikten sonra baba Ebu Süfyan'ın HzPeygamber'e olan düşmanlığı da azalmaya başlamıştı Yüce Allah, Müntehine 60/7 de şöyle buyurmaktadır : Olabilir ki Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar
Hz Safiyye Hz Peygamber'in 10 eşi, Hayberli Yahudi kızı Müslümanlarla Yahudiler arasında geçen Hayber Savaşı'nda kocası öldü Kendisi de esir düşerek Hz Peygamber'e ganimet payı olarak ayrıldı Allah'ın Resul'ünün: Kendi dininde kal, seni memleketine göndereyim Eğer istersen İslâmiyet'i kabul et, seninle nikâhlanayım teklifine hemen olumlu cevap verdi Bu evlilik; harpte mağlup olan Yahudiler arasında etkisini göstermiş, bir kısmının İslâmiyet'i kabul etmesine vesile olmuştu
Mısırlı Hz Mâriye Hz Peygamber'in 11 eşidir Mısır Kralı Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderildi Allah'ın Resul'ü de onu cariye değil, eş olarak kabul etti ve nikâhladı Bu evlilik Mısır Halkı'nın İslâmiyet'e sıcak bakmasına çok etkili olmuştur
Hz Meymûne Hz Peygamber'in, son ve 12 eşidir Allah'ın Elçisi, putperest Mekke'liler ile münasebetlerinde düşmanlığın ortadan kalkmasını istiyordu Mekke'li dul bir hanım olan Hz Meymûne' nin, muhtelif kabilelerin hatırlı kişileri ile evli 8 kızkardeşi bulunuyordu Bunların kocaları Mekke'de geniş bir etki sahasına sahiptiler Bu evlilik, Mekke Halkı ile gerginliğin azalmasına vesile olmuştur
Allah'ın Resul'ü; 53 yaşından vefatı olan 62 yaşına kadar birçoğu yaşlı ve çocuklu olan dul hanımlar ile evlendi Böyle ileri bir çağda nefsinin hoşlandığı duygularının veya cinsel isteklerinin tatmini için eşler alsaydı mutlaka genç, güzel ve çekici hanımları tercih ederdi İlk eşinden sonraki evlilikler, Yüce Allah'ın isteği (vahyi) doğrultusunda dini yayma nedenleri ile gerçekleşmiştir
Hz Peygamber'in oturduğu yer bir saray değildi Ev, bir mescit ve küçük odalardan ibaretti Duvarlar kerpiçten, tavan hurma ağacı ve yapraklarından oluşmuştu Yağmurların sızmaması için, tavanın üstüne bir kilim örtülmüştü Hz Peygamber Eşleri'nin yaşadığı mahaller; Dünya nimetleri ile değil, mahrumiyet ve sıkıntılarla doluydu Allah'ın Resul'ü sahip olduğu bütün nimetleri toplumuna dağıtıyor; kendisi, eşleri ve çocuklarına daha az pay ayırdığından, ashabından daha fakir bir hayat yaşıyorlardı Bu fedakârlıkları Hz Peygamber ile birlikte tüm aile göğüslemekteydi Çoğu bolluk ve varlıklı bir yaşam içinden gelen eşler, yoksulluktan zaman zaman şikâyetçi olmuşlarsa da, ilâhî görevini eksiksiz yapan Allah'ın Elçisi tavrını hiç değiştirmemişti Bu olaylar üzerine Yüce Yaratıcı, Peygamber Hanımlarına şöyle uyarıda bulunuyordu Ahzâb 33/28-29 : Ey Peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz, Dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve sizi güzellikle salayım Eğer siz; Allah'ı,Elçisi'ni ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilinizki Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir ödül hazırlamıştır Eşlerin hiçbiri ayrılmayı kabul etmemiş, Allah'ın Resul'ünü ve ahiret hayatını içtenlikle tercih etmişlerdi Birer kat elbiseleri ve topraktan yapılmış odaları içinde, Yüce Yaratıcı'nın sevgili Peygamber'ine ve insanların kurtuluşunu sağlayan İslâmiyet'e hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı Onlar, hem Allah'ın Resul'ünün eşi ve hem de müminlerin anneleri idi Ahzâb 33/6 : Peygamber'in eşleri müminlerin anneleridir Ahzâb 33/32 : Ey Peygamber Hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz Yine Kur'ân-ı dinleyelim Ahzâb 33/53 : Allah'ın Elçisi'nden sonra onun işleri ile nikâhlanmanız, size helâl kılınmamıştı
(Bkz İslâm Peygamberi, Prof Dr Muhammed HAMİDULLAH-Asrısaadetin Büyük Kadınları, Prof Dr Yaşar Nuri ÖZTÜRK-İslâm'da Kadın ve Aile, Prof Dr Hayrettin KARAMAN)
4/3 : Şayet yetim (kızlarla evlendiğiniz takdirde on) lar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helâl olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın
Kur'ân yetim haklarının korunmasına çok önem vermektedir Yetim (babası, anası ölmüş) kızlarla evlenmeler; sevgi ve beğeni neticesi olmalı, mallarını ele geçirme gibi menfaate dayalı art düşünceler ile yapılan evlilikler ancak onlara mutsuzluğu ve adaletsizliği getirir Korumanız altında bulunan yetim kızlar ile, haklarını adaletle gözetecekseniz evlenin Eğer adaletsiz davranacağınızdan korkarsanız, onlarla evlenmeyin O zaman size helâl olan başka kadınlardan iki, üç veya dörde kadar nikahlayabilirsiniz
Cenab-ı Allah, bütün zaman ve mekanlarda insanlara yol gösteren, onlara öğüt veren yasalarını Kur'ân ile belirlemiştir İşte savaş gibi zorunluluk hallerinde kadına nispetle erkek sayısının azalması neticesi, kadını korumak amacı ile erkeğe bir görev vermektedir: İki, üç veya dört kadınla evlenin Bu ; kadın-erkek hak eşitliğine aykırı, kadını haksızlığa uğratan bir durum değil, toplumun ihtiyacı için yapılması gereken bir görevdir
Dünyada kadının sayısı, genellikle erkeklerden fazladır Kur'ân'ın açıklamalarından öğrendiğimiz gibi; HzMusa'nın devrinde Mısır Kralı Firavun İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürüyor, kızları ise serbest bırakıyorduBöylece o toplumda erkek sayısı çok azalmaktaydı (Bkz Ar'af 7/141) Cahiliye devrinde güce dayalı gelişmemiş bir toplum olan Arap kabileleri, birbirleriyle sık sık çatıştıklarından erkek sayısı kadına oranla çok azdı Kadına hiç değer verilmediğinden, bir kısım kız çocukları doğumdan sonra öldürülüyordu (Bkz Nahl 16/58-59)
İkinci Dünya Savaşı'nda Alman erkeklerinin büyük bir bölümü yok olmuş, eşsiz kalan kadınlar ise çok müşkül durumda kalmışlardı Ancak, iki, üç nesil sonunda kadın-erkek sayısı eşitliği mümkün olmuştu Filipinler'de ise soylarındaki kalıtımlarından kaynaklanan kadın-erkek sayısı eşitsizliği vardır Orada bir erkeğe karşı üç kadın yaşamaktadır
Çağımızdaki toplumumuzda medeniyetin getirdiği ihtiyaçları karşılamak için, stres içinde çalışmak mecburiyetinde kalan erkeklerin bir bölümü genç yaşta yaşamlarını yitirdiklerinden, pekçok kadın da eşsiz kalmaktadır Kadın, yaratılış olarak erkekten daha sağlam olduğundan, genellikle erkeğe nispetle 10 yıl daha çok yaşamakta olduğu, konunun uzmanlarınca belirtilmektedir Netice olarak dünyada kadının sayısı erkeklerden daha fazladır İşte Kur'ân, böyle zorunluluk durumlarında çok eşliliğe izin vermiştir
ADALETLİ OLANI TEK EVLİLİK
4/3 : Eğer bu durumda (çok eşlilikte) adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yetinin İşte bu, haksızlığa sapmamanız için en uygun yoldur
İslâmiyetin geldiği dönemlerde Arap toplumunda erkek, istediği kadar kadınla evlenebilirdi Gücün egemen olduğu o devirlerde, kadına değer verilmez, bir erkeğin 10-15 eşi olabilir, boşadım sözü ile kadın, her zaman kapı dışarı konabilirdi
Çok evlilik, Arap toplumunda vazgeçilmez bir olgu idi Aile bozulmuş, kadınlar arasında da kıskançlık aşırı derecede artmıştı Kur'ân, çok evliliğe birdenbire yasak getirmedi, tek eşliliği zamana bıraktı Çünkü kabileler arası savaşların neticesinde, erkek kadına oranla azalmıştı Bu zorunluluk hali neticesinde, dul kalan birçok kadın, zor duruma düşmüştü Peygamber Efendimiz dini yayma amacı ile yaptığı evliliklerde, savaşta kocasını kaybeden kimsesiz dul kadınlarla da nikahlanarak onları korumasına aldı
Kur'ân, tek evliliğe geçmeden önce, evliliği en fazla dört hanımla sınırladı Çok evliliğin zorunluluk hali dışında devamını ve yayılmasını istemiyordu Eşlere eşit davranılması için ağır şartlar konularak çok evlilik zorlaştırıldı Eşler arasında sevgi, giyim-kuşam, beslenme, cinsel ilişki, güzel söz ve iyi davranma gibi hususlarda adalet şartı getirildi Ahzâb 33/4 : Allah bir insanın göğsüne iki kalp koymadı ayeti ile de sevginin ancak bir eşe verilebileceği belirtiliyordu Nisa 4/129 : Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınız Öyle ise (birine) tamamen yönelip ötekini askıda (kocasız) bırakmayın
Eşler arasında adalet şartı yerine getirilmeyecekse, o zaman günah işlenmiş olunacağından en doğru ve en uygun olanı tek evlilikti Böylece zamanla topluluk, çok evlilik alışkanlığından kurtulacak, tek eşlilikle ideal aile yapısı oluşacak, adalet sağlanacak, ailenin bireylerinde huzursuzluk sona erecek ve eşler de esenliğe kavuşacaktı Kadın-erkek sayısı eşit olan, dolayısıyla da zorunluluk hali bulunmayan Ülkemizde, Türk Medeni Kanunu gereğince, Kur'ân'ın önerdiği gibi tek evlilik esas alınarak adalet sağlanmıştır
SÜNNET'E GÖRE EVLİLİK
Hz Peygamberimiz 25 yaşındayken 40 yaşında dul bir kadın olan Hz Hatice ile evlendi Çok mutlu bir yuva kurarak, 25 yıllık bir beraberliğin neticesinde 6 çocukları olmuştu Peygamber Efendimiz Hz Hatice ile evli iken, ikinci bir eş almamıştır Allah'ın Resulü; çok sevdiği eşini kaybettikten sonra, ona olan sevgi ve hatırasına hürmeten 3 yıl evlenmemiş, ancak 53 yaş gibi ileri bir çağda vahyin doğrultusunda dini yayma nedeniyle evlilikler yapmıştır
Peygamber Efendimiz; kızı Hz Fatima'yı, kendisine erkek olarak ilk iman eden yeğeni Hz Ali ile evlendirmiş, yeğenine kızının üstüne ikinci bir eş almasına hiçbir zaman müsaade etmemiştir
Hz Peygamber; ilâhî görevinin gerektirdiği mecburiyetler dışında, tek evliliği esas almıştır
KADINLARA ÇOK EVLİLİK NİÇİN VERİLMEDİ?
2/204-205 : İnsanlardan öylesi vardır ki, Dünya Hayatı'na ilişkin sözleri seni hayran bırakır ve gönlündeki Allah'ı şahit tutar Oysa o azılı bir düşmandır İşbaşına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, NESİLİ (soyu) yok etmeye çalışır Oysa Allah bozgunculuğu sevmez
Kadının, çok eşli olmamasının en önemli üç sebebi vardır
1-Neseb (Kan akrabalığı) Çocuğun kime ait olduğunu, ana ve babasının kim olduğunu bilmektir Neseb karışınca yani baba belli olmayınca, bilmeden baba tarafından yakın akrabalar ile evlilikler de gerçekleşebilir Tıbben sakıncalı olan bu kan bağı birleşmeleri, sağlıksız ve arızalı bir neslin oluşmasına vesile olur
2-Miras Babası belli olmayan çocuk, annesinin dışında hangi babadan miras alacaktır? Çocuğun yetiştirilmesi, tahsil ve terbiye görerek topluma kazandırılması için maddî imkâna gerek vardır Babanın olanakları dışında yalnız annenin katkısı, çocuğun giderlerini karşılamakta yetersiz olabilir Ayrıca çocukların, yaratılıştan anne ile beraber babanın da sevgisine ve desteğine ihtiyaçları vardır
3- Dünya'da kadının sayısı erkeklere göre daha fazladır Çok erkek ile evli bir kadın, zaten sayısı daha az olan erkek eş adaylarının, daha da azalmasına vesile olacaktır
Kadının; Bizim Ülkemiz'de olmadığı gibi, hiçbir toplumda da çok eşli olma örf ve adeti bulunmamaktadır
Gelelim art niyetli kişilerin Peygamber efendimizle ilgili bilgi kirliliği yaratarak tüm mü’minleri Peygamberimizden ve İslam dininden soğutma çabalarına:
İslâm dini ile ilgili araştırmalar yapmak gibi bir amacı bulunmayan, çizgisi bakımından da dinlere ve özellikle İslâm'a karşı olanların Hz. Peygamber'in (sav) "cinsel hayatını" inceleme konusu yapanlar; abartma, saptırma, yanlış yorumlama, kasten yanlış tercüme etme gibi yolları kullanarak Peygamberimiz'i (sav) tahkir, dini tezyif ve müslümanları tahrik için elinden geleni geri koymamaktalar.
"Târih ve tefsir kitaplarında yazılı olanların tamamına güvenilir, ne yazılmış ise doğrudur" diyecek bir tane İslâm âlimi bulmak mümkün değildir. Bu kitaplar umûmî vasıfları itibarıyla değerlendirilir ve bu mânâda güvenilir olup olmadıkları ifade edilebilir. Belli konulara ait haber ve yorum sözkonusu olunca "ancak incelenerek, ilmî metodlar uygulanarak" doğru olup olmadıklarına ancak karar verilebilir
Tüm insanlar bir dine inanmak mecburiyetinde değildirler; dileyen mümin, dileyen münkir olabilir. Ancak hiçbir kimsenin bir mümini inancından dolayı kınamaya, onun imanı ve dini kanaatlarıyla alay etmeye, tahkir ve tazyifte bulunmaya hakkı yoktur. Nüfusunun yüzde doksanından fazlası müslüman olan bir ülkede, kitle iletişim vasıtalarında hizmet veren şahısların, vicdanî kanâatlere saygı göstermeleri, bu saygıyı üslûplarında da ortaya koymaları beklenir..
Eskiler "üslûb-i beyân aynıyle insandır" derler; yani kişinin üslûbuna bakarak nasıl bir insan olduğunu anlamak mümkündür.
İnanan kişileri rencide etmek, 1 milyar insanın aşk ve sevgilerinin hedefi olan bir değere böylesine âdî bir üslûp içinde dil uzatmak medenî bir kişinin davranışı olamaz. Gerçekleri saptırmak, insanlara tuzak kurmak, doğruyu yanlışa, yaşı kuruya katmak, işine geleni görüp, işine gelmeyenden yan çizmek... ilmî tarafsızlık ile bağdaşmaz.
Bu İslam düşmanlarının Peygamber efendimizi mü’minlerden soğutmak için şu suçlayıcı hareketlere bakın? Bunlara tek tek ayet ve hadislerle kaynaklarla cevap vereceğim:
Hz. Âişe'nin "görüyorum ki senin Allah'ın yalnızca senin şeyinin keyfini yerine getirmek için koşuyor" demesi:
Bu söz Hz. Âişe'nin ağzından asla çıkmamıştır. O'nun söylediği sözün kelime kelime tercümesi şudur: "Rabbin, senin arzunu hemen yerine getiriyor"
Hz. Âişe, bazı kadınların kendilerini Hz. Peygamber'e (sav) armağan etmelerine kızıyor ve kıskançlık duygusu içinde "dünyada ne kadınlar varmış, hiç kadın da kendini peygambere armağan eder miymiş?" diyor, bu söz üzerine -âdetâ onu susturmak için- bunun caiz olduğunu bildiren âyet iniyor. Sonra yine Hz. Âişe'nin sırasını koruma konusundaki titizliği ve bunu başkalarına kaptırma endişesi karşısında, Hz. Peygamber'i (sav) sıra konusunda serbest bırakan âyet iniyor ve bunun üzerine Hz. Âişe yukarıdaki sözü söylüyor!
Burada sözler ve âyet meâlleri, "Kur'ân âyetlerinin, Hz. Peygamber'in (sav) arzularını tatmin etmek üzere indiği, yahut Hz. Peygamber (sav), çevresini susturmak ve arzularını gerçekleştirmek için sözler söyleyip bunları âyet diye takdim ettiği" mânâsı çıkacak şekilde sıralanmış, satır aralarına sokuşturulan kelime ve cümlelerle -meselâ "ne var ki âyet hemen iniyordu"- okuyucu bu menfî mânâya yönlendirilmiştir.
Yanlışlara ve saptırmalara işaret etmeden önce ilgili iki âyetin meâlini verelim:
"...Bir de peygamber kendisi ile evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere bağışlayan (Bunun mânâsı "mehir istemeden onunla evlenmeye razı olan kadınlar"dır. ) mü'min kadını -diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere- helâl kıldık... Ta ki sana zorluk olmasın; Allah bağışlayandır, merhamet edendir."( Ahzâb: 33/50)
"Onların dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Boşadığın hanımlardan arzu ettiğini, tekrar yanına almanda senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına (sevinmelerine), üzülmemelerine ve hepsinin senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur..."( Ahzâb: 33/51. )
Hz. Âişe ile altı yaşında evlenmesi:
Altı yaşında yapılan nişandır, evlenme akdi değildir. İslâm'da her şahıs, velîsi tarafından küçük yaşında evlendirilebilir; yani nikah akdi yapılabilir. Küçük evliler ergenlik çağına geldikleri zaman "ergenlik muhayyerliği" hakkını kullanırlar. Buna göre isterlerse evlilik devam eder ve fiilen gerçekleşir, istemezlerse evliliği kabul etmezler ve akit bozulur.
Hz. Âişe, Resûlullah (sav) ile ancak ergenlik çağına geldikten sonra zifaf olmuş, birleşmiştir. Bu sırada kaç yaşında olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Prof. M. Hamîdullah "bülûğa erdikten sonra" demektedir. Asr-ı Saâdet isimli eserin 1007-1014. safyalarında, güvenilir kaynaklara dayanılarak on sekiz yaşında evlendiği savunulmuş, ikna edici deliller getirilmiştir. (İslâm Peygamberi, c. II, s. 18; Mevlânâ Şiblî'ye göre Hz. Âişe, Peygamberimiz (sav) ile evlendiği zaman on sekiz yaşında idi; Asr-ı Sa'âdet, İst. 1928, c. II, s. 997)
Kaynaklar güvenilir, râviler dürüst oldukları halde dahi râvînin yanılma, hataya düşme, unutma ihtimali vardır. Bu sebeple tarihçiler, belli bir hükme varırken bütün rivâyetleri, ilmî metodla tenkit ve tahlil etmek, hepsini bir arada değerlendirmek durumundadırlar.
Zeyneb ile evlenmesi:
Hz. Peygamber'in (sav), halasının kızı Zeyneb b. Cahş ile evlenmesini bazı yazarlar tam bir aşk romanına çevirmiş, uydurma tasvirler yapılmış, Resûlullah'ın (sav) kalbi okunmuşçasına ahkâm kesilmiştir. Bu cümleden olarak "...Zeyneb yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir. Peygamber, Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır ve şu sözleri söylemekten kendisini alamaz: 'Ey kalbleri evirip çeviren Allah'ım, gönlümü çeviriverdin...' Zeyd, karısını yitireceği önsezisi ile Peygamber'e koşar, 'Zeyneb'i sevdinse hemen boşayayım sen al' der, Muhammed'in karşılığı 'O nasıl söz, karını boşama, Allah'tan kork' olur... Peygamber gerçekten seviyordu Zeyneb'i, ama... insanlardan çekiniyordu... gizlediği... Zeyneb'e vurulmasından başka birşey değildi..." denilmektedir.
"Hiç yorum yapılmaksızın ve orijinal anlatıma bağlı kalarak" aktardıklarını iddiâ ettikleri bu satırları, atıf yaptıkları kaynaklardan bir de biz aktaralım:
Ahzâb sûresi'nin 37. âyeti bu hâdise ile ilgilidir: "Allah'ın nimet verdiği ve senin de kendisine lûtufta bulunduğun kimseye eşini yanında tut, Allah'tan kork' diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyorsun. Oysa asıl korkulamaya lâyık olan Allah'tır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (onlarla evlenme konusunda) mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri daima yerine getirilmiştir."
Müteakip âyetlerde de Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi yapmanın peygamberlere de vebal olmayacağı, Resûlullah'ın (sav), hiçbir erkeğin babası (bu arada Zeyneb'in eski kocası Zeyd'in de babası) olmadığı... bildirilmektedir.
Bilindiği üzere Hz. Hatîce, Resûlullah'a (sav) Zeyd isimli bir köle hediye etmişti. Peygamberimiz (sav) sonradan bu zatı hürriyete kavuşturarak evlatlık aldı (o zaman evlât edinmek serbest idi), sonra İslâm'ın getirdiği "insanların birbirine eşit olduğu" fikir ve inancını pekiştirmek için bu eski köleyi, kendi halasının kızı (asil bir aileye mensup bulunan) Zeyneb b. Cahş ile evlendirdi. Bu evlilik bir inkılâb mahiyetinde idi. Zeyneb önce bu evliliğe karşı çıktı ise de Peygamberimiz'in (sav) ısrarı üzerine kabul etti. Ancak bu evlilik yürümedi, taraflar sık sık birbirinden şikâyet ediyorlardı, Hz. Peygamber (sav) de kendilerine öğüt vererek sabretmelerini istiyordu. Sonunda bu işin yürümeyeceğini anladı ve Zeyd'e eşini boşaması konusunda izin verdi. Zeyneb Zeyd'den boşandıktan sonra, ikinci bir inkılâb hükmünü gerçekleştirmek ve bu arada Zeyneb'in vaktiyle kendisini kırmayarak eski köle Zeyd ile evlenme fedâkârlığını mükâfatlandırmak üzere onunla evlendi. Bu ikinci inkılâb da "evlatlığın gerçekte evlât olmadığını ve onun boşadığı eşi ile babalığın evlenmesinde bir sakınca bulunmadığını" ortaya koyarak bir cahiliyet inancını daha yıkmaktı. Bu olayda, mahut derginin istismar ettiği ve yanlış aktardığı cümleyi, vâkıa ile birlikte İbn Sa'd'ın Tabakat'ından aktaralım: "Hz. Peygamber (sav) bir gün Zeyd'i bulmak üzere evine gitmişti, Zeyd'in karısı Zeyneb ev kıyafeti ile (tam giyimli değil iken) kalktı, Resûlullah (sav) onu görünce arkasını döndü, Zeyneb 'Zeyd evde yok, buyurun Ya Resûlullâh (sav)' dedi ise de Hz. Peygamber (sav) girmedi. Zeyneb O'nun girmediğini görünce çabucak giyindi, örtündü ve dışarı fırladı ve -bu hali- Resûlullah'ın (sav) hoşuna gitti, sonra bir şeyler mırıldanarak dönüp gitti, söylediklerinden yalnızca şu anlaşılıyordu: "Büyük Allah'ım seni tenzih ederim, kalbleri evirip çeviren Allah'ım seni tenzih ederim!" Sonra Zeyd eve gelir, Zeyneb ona olayı anlatır, Zeyd 'niçin buyur etmedin!' diye çıkışır ve hemen Resûlullah'a (sav) gider, evde bulunup O'nu (sav) ağırlayamadığı için hayıflanır, Zeyneb'i beğeniyorsa alması için hemen boşayabileceğini söyler, Resûlullah reddeder. Bu teklif defalarca tekrarlanır, sonunda Allah Resûlü (sav) boşamaya izin verir, kadın iddetini bekledikten sonra da onunla evlenir.( Tabakât, c. VIII, s. 101 vd.; Prof. Hamîdullah, age., c. II, s. 20 vd. )
Bu âyet meâlleri ve tarihî rivâyetlerden sonra derginin tahrif ve saptırmalarını şöylece sıralamak mümkündür:
a) Bu nakiller içinde Peygamberimiz'in (sav) Zeyneb'i sevdiğine ait bir ifade yoktur. Esasen Zeyneb, O'nun (sav) halasının kızıdır, kendisini eskiden beri tanımaktadır ve Zeyd'e onu kendisi almıştır (onları Hz. Peygamber (sav) evlendirmiştir). İlk defa görüp yıldırım aşkına tutulmak için hiçbir sebep mevcut değildir.
b) Geri dönerken söylediği sözün gerçek karşılığı yukarıda verdiğimiz gibidir, burada "gönlümü çeviriverdin" şeklinde bir ifade mevcut değildir. Doğru tercümesini yukarıda verdiğimiz cümle ise İslâm âlimleri tarafından şöyle anlaşılmıştır: "Allahım! Gönüllere hükmeden sensin, nasıl oluyor da Zeyd, böyle bir kadınla geçinemiyor ve mutlu olamıyor!" (Prof. Hamîdullah, age., c. II, s. 20 vd. )
c) Hz. Peygamber'in (sav) gizlediği ve Allah'ın açıklayacağım deyip, âyette açıkladığı husûs ayan beyan ortadadır; bu da -dergide iddiâ edildiği gibi- bir aşk hikâyesi değil, "evlâtlık eşleri ile evlenmenin caiz olduğunu fiilen göstermek üzere Allah'ın, boşanacak olan Zeyneb ile Resûlü'nün (sav) evlenmesini takdir etmesi ve bunu da Resûlü'ne (sav) bildirmiş bulunmasıdır." Cahiliye devrinde bu evlilik yasak olduğu için Hz. Peygamber (sav), bunu açıklamanın zamanı konusunda tereddüt göstermiş, bunun üzerine Allah Teâlâ vahiy göndererek hükmü açıklamıştır.
d) Âyette ve sahih hadîslerde bir aşk hikâyesinden bahsedilmediğine göre bunu uydurmak veya uyduranlardan nakletmek kötü maksada dayalı bir davranıştır. Dâvûd Peygamber (a.s) hakkında uydurulan ve Tevrat'tan nakledilen hikâye de çirkin bir iftiradır. Bunu bazı tefsirlere alan müslüman yazarlar -bilerek, bilmeyerek- bu iftira kampanyasına katılmış olmaktadırlar.
Hafsa'nın sırasında Mâriye ile yatması:
Hz. Ömer'in kızı ve Peygamber'in (sav) eşi Hafsa, ana-babasını ziyarete gider, Peygamber (sav) onunla birleşmeye hazırlanmıştır, kadının gittiğini cariye Marya gelip haber verir. O, cinsel birleşmeye tam hazırlanmıştır, Marya'yı da çok sevmektedir, güzel cariyeyi Hafsa'nın yatağına çeker ve birleşir. Tam o sırada Hafsa döner, Peygamber (sav) ona biraz beklemesini söyler, Marya ile birleşmesi bittikten sonra Hafsa'ya döner, tam konuşacakken Hafsa kıskançlık hiddeti içinde "Bu ne biçim şey! Bir köle kadını, benim günümde, benim yatağımda yapıyorsun" der. Peygamber de onu yatıştırmak için hemen "Vallahi billahi bir daha onunla yatmayacağım" der, hem de Hafsa'ya, babasının birgün halîfe olacağını haber verir. Bunun üzerine Tahrim sûresinin ilk âyeti iner...
Hâdisenin aslında hiçbir çirkinlik ve dine, ahlâka aykırılık bulunmadığı halde, bazı yazarlar kasten yukarıya aldığımız anlatımı ile olay son derecede çirkinleştirmiştir. Art niyetli sözde yazarların iddiâ ettiği kaynaklara göre olayın aslı ve derginin saptırmaları, uydurmaları şöyledir:
a) Hz. Hafsa, ana-babasını ziyaret için Peygamberimizden (sav) bizzat izin alıp gitmiştir. Câriyesi Mâriye'ye haber gönderip onu çağıran da Peygamberimizdir (sav) (Birisine hazırlanıp, diğeri ile yatma gibi bir olay yoktur).
b) Mâriye, Peygamberimiz'e (sav) Mısır devlet başkanı tarafından hediye edilmiş bir cariyedir ve bu cariyeden İbrâhim isimli bir oğlu olmuştur. Hz. Peygamber'in (sav) de, diğer müminlerin de cariyeleri ile karı-koca hayatı yaşamaları serbesttir, cariye için yapılan akit, nikâh akdi yerine geçmektedir.
c) Hafsa döndüğü zaman odasına girmemiş, dışarıda Marya'nın çıkmasını beklemiştir; sonraki konuşmalar Mariye'nın çıkıp gitmesinden sonra ikisi arasında geçmiştir.( Taberî, c. 28, s. 91)
d) Hafsa'nın kıskançlık duygusuna kapılması ve Hz. Peygamber'e (sav) karşı "kendisini küçük düşürdüğünden şikâyet etmesi" normaldir. Resûlullah (sav) eşine sevgi, eşinin babasına saygı duyduğu için onu teselli etmek istemiş, bunun için de hem "onu kendime haram kıldım, bir daha beraber olmayacağım" demiş, hem de Hafsa'ya, bir gün babasının halîfe olacağını bildirmiş, ancak bunu kimseye söylememesini istemiştir. Peygamber (sav) de olsa, hiçbir kimse Allah'ın helâl kıldığını haram edemeyeceği için -bunu müslümanların böyle bilmeleri gerektiği için- ilgili âyet gelmiş ve gerekli açıklamayı yapmıştır. Bu arada Hafsa, eşinin sırrını saklamadığı için Kur'ân, onu da ikaz etmiştir:
"Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."( Tahrîm: 66/1.)
Cüveyriye ile evlenmesi:
Bazı İslam dini düşmanlarının düzmecesi:
"Tutsaklar arasında... on üç yaşında nefes kesen bir kız. Âişe, bunu Peygamber görür de yine bir âyet gelir diye kaygılanır ve kızı çadırın yanından uzaklaştırır. Ne var ki korktuğu başına gelir, Peygamber kızı görür, "vahiy geldi, Cebrail bu kızı bana nikâhladı" der. Buhârî'nin anlattığına göre bu akıllı kız, Peygamber akrabasının tutsak olamayacağını söyler ve kabilesinden yediyüz kişiyi âzâd ettirir.
Doğrusu:
a) Bu olay ne bu şekilde, ne de başka şekilde Buhârî'nin işaret edilen yerinde yoktur.( Itk, 13. ) Burada yalnızca Cüveyriye'nin kabilesine baskın yapıldığı, birçok esir arasında Cüveyriye'nin de bulunduğu yazılıdır.
b) Güvenilir kaynaklara göre olay şöyle cereyan etmiştir: Cüveyriye Benî-Mustalık kabilesinin reisinin kızıdır. Bu kabile müslümanlar aleyhine düşmanla birleşmiş ve savaşmıştır. Bir fırsatı düşünce, bir İslâm müfrezesi baskın düzenleyerek kabileyi yenmiş ve savaşçıları öldürmüş, geri kalanları esir almıştır. Hz. Peygamber (sav) esirleri savaşçılara paylaştırmış, Cüveyriye de iki gâzîye düşmüştür. Bunlar cariye üzerinde ortaklık istedikleri için satıp parasını paylaşmaya karar vermişlerdir. Cüveyriye bunun üzerine Hz. Peygamber'in (sav) huzuruna çıkmış, müslüman olduğunu bildirmiş ve ondan yardım istemiştir. Peygamberimiz (sav) de ricasını kabul ederek ona evlenme teklif etmiş, Cüveyriye bunu sevinçle kabul etmiştir. Haber yayılınca müslümanlar, Hz. Peygamber'e (sav) akraba sayılan insanların esir olarak kalmalarını istememiş hepsini serbest bırakmışlardır. Bunun üzerine gerek serbest kalan esirler ve gerekse kaçaklar gelip müslüman olmuşlardır.( Muhabbar, s. 88-89; Prof. Hamîdullah, age., c. 2, s. 22. )
Safiyye ile evlenmesi:
Yine İslam dini düşmanlarının düzmecesine bakalım:
"...Safiyye'nin güzelliği Peygamber'in yakınlarının dilinden düşmüyordu. O, ancak Peygamber'e lâyık olabilirdi. Safiyye tutsaklar arasında idi. Dihye adında bir genç onu aldı. Hadîslere göre Peygamber onları çağırtır ve der ki: Bu kadını Cebrâil bana nikâhladı, sen git başkasını al. Dihye de üzgün ayrılır, 'bu sırada sanki Uhud dağı üzerime çökmüştü' diye anlatır."( Buhârî, Meğâzî, 38; Hucurât, 11; Talâk, 1. )
Doğrusu:
Bu kısım için verilen kaynaklara baktığımızda ne "Cebrâil'in nikâhlamasından, ne Dihye'nin üzerine Uhud dağının çöktüğünden, ne de Safiyye'nin güzelliğine vurulmaktan söz ediliyor! Buhârî'de yalnızca Hayber savaşından sonra bir yahûdî liderin kızı olan Safiyye'nin, esirlerin taksiminde Dihye'ye düştüğü, sonra Resûlullah'a (sav) geçtiği ve O'nun (sav) da Safiyye'yi âzâd ederek -bu âzâd bedelini mehir sayarak- onunla evlendiği" kaydedilmiştir.( Meğâzî, 38. ) Müslim'in Sahih'inde olay bir parça daha aydınlanıyor: Hayber fethedilince esirler bir araya toplanmıştı. Dihye, Resûlullah'a (sav) gelerek bir câriye istedi. Resûlullah (sav) "bak, dilediğini al" dedi, o da Safiyye'yi beğenip aldı, bu sırada birisi Resûlullah'a (sav) gelerek "bu, Kurayza ve Nadîr yahudilerinin başkanı olan Huyeyy'in kızıdır, bunu cariye olarak ona vermeniz uygun değildir; kendinizin alması daha uygundur" dedi. Peygamberimiz (sav) bunun üzerine Dihye ile Safiyye'yi çağırdı, Dihye'ye "bir başka cariye al" dedi, Safiyye'yi ise hürriyetine kavuşturdu ve kendisine nikâhladı.( Müslim, Nikâh, 84. )
Görüldüğü üzere, Safiyye'nin alınması, diğer birçok izdivaçlarında olduğu gibi, yeniden bir topluluğun gönlünü almak, onlara şeref bahşetmek ve müslümanlar adına kazanmak hikmetine bağlıdır. Böyle olmasaydı önceden onu eş veya cariye olarak alması için hiçbir engel mevcut değildi ve bu sebeple de alabilirdi. Dihye ise onu henüz seçmiş bulunuyordu, aralarında bir gönül veya vücut ilişkisi söz konusu olmamıştı.( Ayrıca bkz. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, c. 2, s. 24.)
Esmâ ve Kuteyle:
Bazı sahtekar yazarların uydurmalarına, yahut uyduranlarından naklettiğine göre Eş'as isimli birisi Peygamberimiz'e (sav) çok güzel bir dul kadından bahsetmiş ve bunu almasını teklif etmiştir, Peygamber (sav) "aldım gitti" demiştir, Eş'as kadını getirince Hafsa ve Âişe kıskançlığa düşerek kadına "zifafa girdiğin zaman Peygamber'e (sav) 'senden Allah'a sığınırım' de, O, bundan çok hoşlanır" demişlerdir, kadın da bunu deyince Peygamber (sav) onu terketmiştir. Bunun üzerine Eş'as kendi kız kardeşi Kuteyle'yi teklif etmiştir, Peygamber (sav) yine 'aldım gitti' demiştir, kız getirilirken Peygamber (sav) ölmüş, kız da başkasıyla evlenebilmek için dinden dönmüştür, kabilesi de aynı yolu takip etmişlerdir."
Doğrusu:
Buhârî ve Müslim'de böyle bir hikâye yoktur. İbn Sa'd'in Tabakat'ında her iki olay da çeşitli şekillerde rivâyet edilmiştir, rivâyetler arasında farklar vardır, olay hakkında kesin bilgi yoktur. Yine de rivâyetler içinde "aldım gitti" gibi hafif ifadeler mevcut değildir. Ayrıca hayatının son günlerini yaşayan Resûlullah'ın (sav) bu konularla uğraşmaya vakti de yoktur. Eş'as'ın ısrarı, Esmâ'nın da bir prenses olduğunu ve Peygamberimiz'i çok istediğini söylemesi üzerine getirmesine izin vermiştir. İbn Sa'd'in eserinde Kuteyle ile asla evlenmediği rivâyeti de mevcuttur. Bu son evlenme olayında da o bölge ahâlisini bu vâsıta ile İslâm'a kazanma niyeti açıkça görülmektedir.( Tabakât, c. 8, s. 148)
Âişe'nin kaybolan kolyesi ve Safvân:
Benî-Mustalık savaşından dönerken Hz. Âişe, bir konaklama yerinde tuvâlet ihtiyacı için birlikten uzak bir yere gider, orada farkında olmadan kolyesini düşürür, dönünce bunu farkeder ve aramaya gider, o aramada iken hareket emri verilir, kadınlar deve üzerine konan kapalı odacıklarda seyâhat ettikleri ve Hz. Peygamber'in (sav) eşlerinin artık perde arkasından konuşup görüşmeleri emri de gelmiş bulunduğu için onun devesini çekenler, kendisini mahfede zannederler ve çekip giderler, Hz. Âişe döndüğü zaman birliği bulamaz, düşünür ve "en iyisi konaklama yerinde beklemektir, arayınca beni burada bulurlar" diyerek orada bekler. Sonra askerî birliğin artçılarından Safvân gelir, Hz. Âişe'yi orada bekler bulur, devesini çöktürüp bindirir ve bundan sonraki konaklama yerinde birliğe yetişirler. İslâm'ın ve Hz. Peygamber'in (sav) düşmanı, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy bu olayı kullanarak büyük bir iftira kampanyası başlatır, bazı şahısları da tesiri altına alır ve Hz. Âişe'nin iffetine iftira atarlar. Hz. Peygamber (sav) uzun ve ince bir araştırma yapar, sonunda Hz. Âişe'nin ve Safvân'ın masum olduklarına, iftiraya uğradıklarına kani olur. Bu sırada Nûr sûresinin 11. ve müteakip on âyeti iner ve hem iftira edenlerin maskelerini indirir, hem de önemli hükümler getirir. Bütün mûteber kaynakların tafsilâtıyla ihtiva ettiği bu olayı, mahut dergi, çerçeve içinde özetledikten sonra, baş münafık İbn Ubeyy ve yandaşları ile ağız birliği ederek şu zehirleri kusmaktadır:
"Safvan Âişe'yi, Âişe Safvân'ı tanıyorlardı... Gecenin önemli bir bölümünde birlikte kalan Âişe ile Safvân, bu birlikteliği daha önce planlamış olamazlar mıydı? Çünkü Safvân'ın arkadan geldiğini herkes gibi Âişe de biliyordu. Âişe isteseydi kolyeyi aramaya giderken haber verebilirdi..."
Dergi, bu ifadelerle, iki bin yılına doğru hâlâ eski iftiracı ve münâfıkların peşinden gidenlerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. İddiâlara gelince:
a) Güvenilir kaynaklara göre ve orijinal anlatıma uygun olarak olayları verdiğini iddiâ eden yazara soruyoruz: Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'den daha güvenilir bir kaynak, Buhârî ve Müslim'in Sahih'lerinden daha mevsuk bir başka hadîs kitabı var mıdır? Bu kaynaklarda, yukarıda tekrarlanan iftiralar bulunmadığına göre ve Hz. Âişe'nin iffetli bir müminler annesi olduğu tasdik edildiği halde, yukarıdaki anlatım mızrağı hangi çuvala sığacaktır? Hangi güvenilir kaynakta bu iftiralara yer verilmiştir?
b) Gerek Müslim (Müslim, Tevbe, 56. ) ve gerekse Buhârî (Buhârî, Tefsîru sureti'n-Nûr, 6. ) Sahih'lerinde hâdiseyi bütün tafsilatıyla vermişlerdir. Buradan anlaşıldığına göre Hz. Âişe sabaha karşı tuvalet için gitmiştir. Zâten Hz. Peygamber (sav) bu zamanlarda hareket emri verirlerdi. Hz. Âişe'nin gerdanlığı aramak üzere gitmesi ve bulması da ortalığın ağarmakta olduğunu gösterir. Buhârî'de Safvân'ın tan yeri ağardıktan sonra oraya geldiği açıkça ifade edilmiştir. İkinci konaklama yerinde hemen arkalarından yetiştikleri de yine bütün rivâyetlerde kaydedilmektedir. Bütün bunlar güvenilir kaynaklarda yer aldığına göre "gecenin önemli bir bölümünü birlikte geçirdiler" sözü, baş münafıkın baş iftirasına benzemiyor mu?
c) Hz. Âişe'nin kolyeyi aramak üzere gittiğini haber vermemesinin makul sebepleri vardır: Hemen gidip dönecektir, Peygamber (sav) hanımlarının perde arkasından olmaksızın başkalarıyle konuşmaları yasaktır, insanlar birşeylerini kaybedince hemen söylemez, önce arayıp bulmaya çalışırlar...
Cebrâil'den cinsel kudret ilâcı geldiği ?:
Bu reil yazarların belki en çirkin ve en desteksiz düzmecesi örneğini şu satırlarında buluyor: "...Peygamber'in cinsel gücünün bir gün sonu gelmişti. İmam Gazzâlî'nin yazdığına göre, Peygamber'in cinsel organı (Gazzâlî en açık ifadeyi kullanır) artık kalkmaz olmuştu. Kaygılanıyordu, konuyu Cebrâîl'e açtı. Bu şeyin nasıl kaldırılıp sertleştirilebileceğini sordu. Cebrâil bu konuda Allah'tan aldığı bilgiyi Muhammed'e iletti: Herîse (aşûre gibi bir şey) yiyeceksin." (Gazzâlî, İhyâ, c. 2, s. 28)
Bu katmerli düzmecenin katlarını açalım:
a) Gazzâlî'nin İhyâ'sı güvenilir bir hadîs kitabı değildir. Kitabın içindeki hadîsler, sonradan hadîs uzmanlarınca incelenmiş ve asılsız olanlar ile mûteber olanlar ayrılmış, kitabın her sayfasının altında dipnotu şeklinde yazılmıştır. Derginin hadîs diye naklettiği söz ve olayın rivâyet yönünden güvenilir olmadığı, zayıf, asılsız ve uydurma olduğu, aynı sayfanın altında, 6 numaralı dipnotunda açıklanmıştır. Hem "tarafsızlık" ve "bilimsellik" örtüsüne bürünmek, hem de bu açıklamayı görmezlikten gelmek en azından göz boyamadır. Böyle bir olay ve böyle bir hadîs yoktur.
b) Gazzâlî bu söze ve dergide yer verilen diğler zevâtın bu konudaki sözlerine şu başlık altında yer vermiştir: "Evliliğin beş faydası vardır: Çocuk sahibi olmak, cinsî doyum, ev idaresi, ailenin genişlemesi, onların bakım ve eğitimlerini sağlama yoluyla nefis terbiyesi." Bu faydalardan biri olarak kişinin eşi ile aile hayatını yaşamasını açıklarken Gazzâlî, her zaman ibâdet yapılamayacağını, birşeyi devamlı yapmanın rûhî sıkıntılara yol açacağını, insanların ruh yapılarına göre eğlencelerinin olduğunu, akar suya bakmak, kırda dolaşmak gibi yollarla ruhunu dinlendirenler olduğu gibi eşleriyle beraber olarak da aynı sonucu elde edenlerin bulunduğunu kaydetmiştir. İşte bu çerçeve içinde derginin hadîs diye ileri sürdüğü söz ve olayı da kaydetmiştir. Ancak "bazı rivâyetlerde geldiğine göre", "eğer bu haber doğru ise" demek suretiyle kendisinin de de hadîsin sıhhatinden şüphede olduğuna işaret etmiştir. (s. 31). Bütün bu hususları belirtmemek bilimsellikle(!) bağdaşmaz.
c) Uydurma olduğu halde bu haberi bir de biz, doğru olarak tercüme edelim ve derginin yaptığı saptırmanın, tahrîfin ve düzmecenin boyutlarını görelim: "Cebrâîl'e, cinsî temas konusundaki zayıflığımdan şikâyet ettim, o da bana herîseyi tavsiye etti." Evet, bu uydurma sözün de tamamı kelimesi kelimesine budan ibârettir. Buna göre:
aa) "Peygamber'in cinsel organı artık kalkmaz olmuştu" sözü bazı İslam düşmanlarının pis bir uydurmasıdır.
ab) "Gazzâlî en açık ifadeyi kullanır" sözü, o şeyi yine bu İslam düşmanı yazarlarının uydurmasıdır.
ac) "Bu şeyin nasıl kaldırılıp sertleştirilebileceğini sordu" sözü yine katmerli yalanlarındandır.
ad) "Cebrâîl, Allah'tan aldığı bilgiyi Muhammed'e iletti" sözü yine bu rezillerin uydurmasıdır.
Sonuç olarak böyle bir hadîs yoktur. Bunu dile getirenler uydurma hadîsle de yetinememiş, birkaç cümle de kendisi uydurarak yalancılar safına katılmıştır.
Koskoca Allah’éu Zülcelal Hz. Lerinin Habibullah’ını herkese rezil kepaze etmesi mümkün mü? Bir insan bu kadar alçaklaşır. O Muhammed-ül Emindir. Örnek insandır. Allah’u Zülcelal’in İslam dinini tekamül etmesi için Nebizişan kılınmış her yönden örnek bir insandır. Peygamber efendimizi s.a.v uçkur düşkünü gibi hayasızca iftira atanlara lanet olsun.
"Hemen ihramdan çıkın ve karılarınızla yatın":
Bu lanet olasıca İslam düşmanı yazarların "kalkmış zekerin indirilmesi için hiç zaman yitirilmemesi istenir. Nerede ve ne zaman olursa olsun zekerin öfkesi giderilmelidir. Bir hadîse göre bir hacc esnasında Peygamber şu buyruğu verir: "Hemen ihramdan çıkın ve karılarınızla yatın..." kelimesi akla zarar. İnsan bu kadar adileşir. İnsanın dili varmıyor yazmaya.
Bu sözleri okuyan kimse, "insanın cinsel duygusu harekete geçince haccda bile olsa ihramdan çıkıp eşi ile yatmalıdır, Hz. Peygamber (sav) böyle emretmiştir" mânâ ve hükmünü çıkaracak ve yanılacaktır. Çünkü ihramın belli bir yeri ve müddeti vardır ve bu müddet içinde ihramdan çıkıp eşi ile yatmak yasaktır, bunun dinî cezası bile vardır. Yazının altında gösterdiği kaynakları yazar da okusa ve ilim namusuna sadık kalarak okuduğunu doğru aktarsa idi hâdisenin şundan ibâret olduğu anlaşılacaktı: Peygamberimiz (sav) yalnızca hacc etmeyi niyet ederek gelen ashâbının, uzun zaman ihram içinde ve ihram yasaklarını yaşayarak vakit geçirmelerini önlemek üzere -zamanı geldiği, müddeti dolduğu için- ihramdan çıkmalarını ve isterlerse eşleri ile de yatabileceklerini, sonra Arafât'a çıkılacağı zaman yeniden ihrama gireceklerini bildirmiştir. Müslim'in Sahîh'inde, hadîsi Câbir'den nakleden Atâ, bu emrin mâhiyetini, yukarıda gördüğümüz şekilde istismar edilmesin diye, nasıl da güzel açıklamıştır: "Peygamberimiz (sav) bu emri ile ashâba, ille de karılarınızla yatın demedi, yalnızca bunun helâl olduğunu onlara bildirdi" (Müslim, Hacc, 141)
HZ. PEYGAMBER VE KADINLAR
Burada, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz'in kadına verdiği değeri, kadınlarla ilgili ıslâhatını, niçin birden fazla evlendiğini özet halinde sunmaya çalıştım.
İslâm'dan önce kadınların birçok insanî haktan mahrum bulunduğu ve eşya gibi kullanıldığı bilinmektedir. İslâm kadını yüceltmiş, özelliklerine bağlı farklar dışında erkeğe eşit kılmış, aile ve toplum hayatı içinde yerini almasını sağlamıştır. Kadın istemediği bir kimse ile zorla evlendirilemez, istemezse -evlenirken şart koşmak suretiyle- kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine mâni olabilir, gerektiğinde camiye giderek ibadet eder, öğrenim görür (bunlardan onu kimse mahrum bırakamaz), evin geçimi kocaya ve erkek yakınlarına ait olduğu için geçim tasası yoktur, ev işlerini gücü yettiği kadar yapar, kocası ve çocuklarından başkasına hizmet etmeye mecbur değildir, mirasta erkek kardeşinin aldığının yarısı kadar pay alır; fakat kendisi cihadla (askerlikle) yükümlü olmadığı, evin masraflarına ve evlenme masraflarına katılmadığı için aldığı yanında kalır, sonunda erkek kardeşinin aldığına eşit hale gelir, seçme (bey'at) ve danışmaya katılma hakkı vardır, toplum içinde kendi özellikleriyle bağdaşacak görevler alır ve hizmete katılır...
Peygamberimiz (sav) bütün evlilik hayatında eşlerinden birine bir fiske vurmamış, hakaret etmemiş, sevgi ve saygı göstermiş, ev işlerinde -gerektiğinde- onlara yardım etmiş, müslümanlara "kadınlar hakkında daima iyi davranmalarını, onları kendi akıllarınca düzeltmeye kalkmamalarını, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını temin etmelerini tavsiye etmiş", "iyileriniz, kadınlarınıza karşı iyi olanlarınızdır" buyurmuştur.
İslâm'da boşama hakkı prensip olarak erkekte bulunmakla beraber, akit esnasında veya daha sonra bu hakkı kadının da alması mümkündür. Ayrıca geçimsizlik, erkeğin yetersizliği, bazı hastalıklar, kayıplık vb. sebeplerle hâkim veya hakeme başvurmak suretiyle kadına da, evlilik hayatını sona erdirme hakkı verilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) kadınları (eşlerini) severdi, "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi (üç şeyi severim): Kadın, güzel koku ve namaz; ama benim gönlüm namazdadır" buyurmuştur. O eşlerini sever, onları mutlu etmeye çalışırdı, ancak sabahlara kadar da namaz kılar, günlerce -bazen iftar etmeden- oruç tutar, başta peygamberlik, toplumun liderliği ve devlet başkanlığı olmak üzere yüklendiği birçok görevi mükemmel bir şekilde yütürdü. Peygamberimizin (sav) niçin birden fazla kadınla evlendiğini anlamak isteyenler önce şu gerçekleri bilmelidirler: Kendisi yirmi beş yaşında iken, kırk yaşında dul bir kadın olan Hz. Hatice ile evlenmiş ve yirmi beş yıl yalnızca bu eşi ile mutlu bir hayat yaşamışlardır. Kırk yaşından sonra Kureyş büyükleri, İslâm dâvasından vazgeçmesi pahasına kendisine başkanlık, kadın (kızlarını) ve servet teklif ettikleri zaman "Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, ya uğrunda ölmeden, yahut da hedefime varmadan bu dâvadan dönmem" demiştir. Hz. Hatice'den sonra, kendisi elli üç yaşlarında iken evlendiği ikinci kadın ise elli yaşında dul ve kimsesiz bir kadın olan Sevde idi. Bütün bunları iz'an ve insaf ile düşünen kimse, ister müslüman olsun, ister gayrimüslim, Peygamberimiz'in (sav) birden fazla kadınla evlenmesine, cinsî tatmin dışında sebepler aramak durumundadır.
Biz bu sebepleri şu maddeler içinde toparlayabiliriz :
a) Birden fazla kadınla evliliği Hz. Peygamber (sav) getirmemiştir. İslâm geldiği zaman dünyanın birçok yerinde ve bu arada Arabistan'da erkekler birden fazla kadınla evli idiler. İslâm zaman içinde bir yandan kadına çeşitli haklar verip onun durumunu iyileştirmiş, diğer yandan zarûrî haller dışında tek kadınla evlenmeyi tavsiye etmiş, gerektiğinde birden fazla kadınla evlenmeyi ise yeterlik ve adâlet şartlarına bağlamıştır. Bütün bu ıslâhatın tamamlandığı zamanlarda, Peygamberimiz (sav) de -aşağıda sıralanacak sebeplerle- birden fazla eşe sahipti, O'nun (sav) boşadığı kadınlar da mü'minlerin anneleri olmakta devam edecekleri için başkasıyla evlenemezler, devamlı dul kalmaya mahkûm ve perişan olurlardı. İşte bu sebeple Efendimizin (sav) onları boşaması, kendileri için bir felâket demekti; nitekim Resûlullah (sav) bunu kendilerine teklif ettiği zaman içlerinden bir tanesi bile kabule yanaşmamıştır.
b) Kadınlarından bir kısmı ile evlenmesi onların İslâm uğrunda çektikleri meşakkatlere karşı bir mükâfatlandırma mahiyetindedir. Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Sevde gibi eşleriyle bu yüzden evlenmiştir. Bu hanımlar dinlerini koruma uğrunda Habeşistan'a göç etmişler, orada eşlerini de kaybederek dul kalmışlardı.
c) Birkaç eşiyle evlenme sebebi, onların kabilelerini İslâm'a kazanmak, aradaki düşmanlık duygularını dostluğa çevirmektir; Safiyye, Cüveyriye gibi hanımları ile bu yüzden evlenmiştir.
d) Ebû Bekir, Ömer gibi en büyük dostları ve yardımcıları kızlarını O'na (sav) teklif etmişler, kendileri de bunu uygun buldukları için Âişe ve Hafsa ile evlenmiş ve dostlarının arzularını yerine getirmişlerdir.
e) Resûlullah'ın (sav) en önemli görevi İslâm'ı ümmetine doğru bir şekilde aktarmak, öğretmek, yaşatmak ve gelecek nesillere intikalini sağlamaktı; ümmetin yarısı kadındı, onların da İslâm'ı ve bu arada aile hayatı ile ilgili ahkâmı bilmeleri gerekiyordu; birden fazla kadın, bir kadından daha çok bilgi edinme ve aktarma kaynağı demekti ve Allah Resûlü (sav) bundan da istifade etti, bugün elimizde bulunan birçok hadîsin ilk râvîleri O'nun (sav) sevgili eşleridir.
Eğer Peygamberimiz (sav) isteseydi yüzlerce kadınla evlenebilirdi, bunlarla sırf cinsî tatmin için evlense idi, birçoğu yaşlı dul kadınlarla değil, daima güzel ve çekici kızlarla evlenirdi. (Hz. Âişe'den başka kızla evlenmemiştir). O'nunla (sav) evlenmeye can atanların, nikâhı altında kalmak için her fedâkârlığa razı olanların ruh halini anlamak için O'na (sav), kafasını "cinsel dürtü" ile bozmuş insanların gözüyle değil, ümmetin gözüyle bakmak gerekir; ümmetine göre, O (sav), Allah sevgilisi, günahkârların şefâatçisi, eşsiz ve üstün örnek; insan, cin ve peygamberlerin Efendisi, kâinatın yaratılış sebebi, dışı insanlar ile, içi daima Allah ile meşgul, dünyanın en büyük dininin Peygamber'i ve Allah'ın insanlığa son elçisidir. Bugün dünyada yaşayan bir milyar müslümanın her gün kendisini, iman ve sevgi ile selâmladığı, dünya ve âhirette şefâatini dilediği yegâne kâmil insandır.
PEYGAMBERİMİZİN GÜNLÜK AİLE HAYATI
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz sabah namazını kıldıktan sonra seccadenin üstüne uzanır, güneş doğuncaya kadar istirahat eder, sonra uzaktan yakından kendisini görmeye gelenleri kabul etmeye başlardı. Gelenler halka şeklinde etrafında toplanırlardı, O, çevresindekilere vaaz eder, öğütler verir, sorularını cevaplandırır, hattâ gördükleri rüyâları tabir ederdi. Bazen arkadaşlarına kendi rüyâlarını anlatırdı. Hem okul, hem meclis, hem de sohbet yeri olan mescitteki bu oturumlarda herşey konuşulurdu. Bir yandan cahiliyye devri konuşulur, bu devre ait şiirler okunur, öte yandan yeni İslâm devlet ve toplumunun sosyal, ekonomik, siyâsî meseleleri müzâkere edilir, ganîmet ve zekât dağıtılır, gelir ve gider durumu görüşülürdü.
Genellikle bu faaliyet kuşluk zamanına kadar sürerdi. Kuşluk vakti gelince (güneşin doğmasından bir iki saat sonra) Peygamberimiz (sav) dört, yahut sekiz rek'at kuşluk (duhâ) namazı kılar, sonra evine gelir, ev işleriyle meşgul olur, elbise ve ayakkabıları tamir eder, hayvanlarını sağardı.
İkindi namazından sonra eşlerini teker teker ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, geceyi ise -genellikle- sırayla birinin yanında geçirirdi. Peygamberimiz'in (sav) evi, herbirini bir eşine tahsis ettiği, kerpiçten yapılmış, üstü hurma dallarıyle örtülmüş basit odacıklardan ibaretti. Geceyi geçireceği eve diğer eşleri de gelir, Peygamberimiz (sav) yatsı namazından dönünceye kadar aralarında görüşüp konuşurlardı. O (sav), namazdan dönünce herbiri kendi odasına çekilirdi; Resûlullah (sav) Efendimiz, yatsı namazından sonra oturup konuşmayı, vakit geçirmeyi sevmezdi. Yatmadan önce "İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Teğâbun, Cum'a" sûrelerinden birini okur, sonra dûasını yapar ve sağ tarafı üzerine yatar, sağ elini, sağ yanağının altına koyardı. Yatağı ya deri, ya hasır, yahut da basit bir yataktı.
Allah'ın ve ümmetin Sevgilisi Peygamberimiz Efendimiz (sav) gecenin yarısı, yahut üçte ikisi geçince uyanır, yastığına yakın bir yerde bulundurduğu misvakı (belli bir ağaçtan yapılmış bir nevi fırça) ile dişlerini ovar, sonra kalkar, abdest alarak -bütün ömrünce devam ettiği- gece namazını kılardı.( Müzzemmil: 73/20) Bu namaz on bir rek'attı, uzun zaman ayakta durduğu için ayaklarının şiştiği olurdu. Önceleri sekiz rek'atta bir oturduğu, sonra on bire tamamladığı halde, yaşlanınca iki rek'atta bir oturarak kılardı. Gece ibâdetini edâ edince bir süre daha yatağında uyur, sonra Bilâl sabah ezanını okurken uyanır, abdest alır, sabah namazının sünnetini odasında kılar ve cemâatle farzı edâ etmek üzere mescide giderdi.
İnsânî duygular, siyâsî ve sosyal sebeplerle hayatını birleştirdiği eşleri, O'nun (sav) sâde hayatına ayak uydurmak zorunda idiler. Bu sebeple bazen hayatlarından şikâyetçi olur, bazen de birbirlerini kıskanırlardı; fakat Resûl-i Ekrem (sav) bir gün bile onlardan şikâyetçi olmamış ve kendilerine karşı sertlik göstermemiştir.
Eşleri arasında en çok Hz. Hatice'yi severdi; kendisi yirmi beş, o ise kırk yaşlarında iken evlenmişlerdi, buna rağmen yirmi beş yıl, yalnız Hatice ile iffetli ve mutlu bir hayat yaşamış, çok yaygın bir âdet olmasına rağmen onun üzerine ikinci bir kadınla evlenmemişti. Sevgili eşinin vefâtından sonra da onu hiçbir zaman unutmamıştı. En küçük bir hatıra ona olan sevgisini tazeler, sevgi ve rahmetle anmasına vesile olurdu. Hz. Hatice'nin vefatından sonra idi; bir gün kızkardeşi Hâle, Efendimiz'i (sav) ziyarete gelmiş, huzuruna girmek için izin istemişti. Sesi, Hz. Hatice'nin sesine benzediği için Peygamberimiz (sav) heyecanlanmış ve "bu gelen muhakkak Hâle'dir" demişti. Yanında bulunan Âişe bu durumdan üzülmüş, "ölen bir kadını böylesine hatırlamanın ne mânâsı var, Allah sana daha iyi zevceler verdi" demişti. Resûlullah'ın (sav) cevabı şöyle oldu: "Hayır, gerçek senin dediğin gibi değildir; herkes bana inanmadığı zaman bana inanan o idi, herkes Allah'a ortak koşarken o müslümanlığı kabul etmişti, benim hiçbir yardımcım yok iken o bana yardım ediyordu!"
Resûl-i zîşân Efendimiz (sav) Hz. Hatice'den sonra en çok Hz. Âişe'yi severdi; ancak bu sevginin yönlendiricisi ne çekicilik idi, ne de cinsî arzû! Çünkü Sâfiyye, Âişe'den daha güzeldi, güzellikte ondan geri kalmayan başka eşleri de vardı. Bu sevginin sebebi, Hz. Âişe'nin kabiliyeti, zekâsı, İslâm'ı anlama, yorumlama ve aktarmadaki başarısı idi. Peygamberimiz (sav) "Bir kadın dört şeyi için seçilir: Malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı; siz kadının dindar olanını tercih ediniz" buyurmuşlardır. Kendileri de tercihlerinde bunu dikkate almışlardır. Hz. Âişe ictihad kafasına sahip, görüp işittiğini iyi kavrayan, kavradığını iyi yorumlayan bir kadındı. Ashâb ile dînî konular üzerine girdiği tartışmaların çoğunda kendisi haklı çıkmıştır (Bu konuda Zerkeşî'nin müstakil bir eseri vardır).
Efendimizin (sav) eşleri arasında arasıra meydana gelen sürtüşmeler kalıcı olmaz. Muhterem Eşlerinin, eğitimi sayesinde temizlenmiş gönülleri, kötü duygulara kısa zamanda galip gelir, dostlukları avdet ederdi. Her gün bir araya gelip yatsı sonuna kadar Peygamberimizi (sav), sırası gelenin odasında beklemeleri de bunu göstermektedir. Hz. Âişe'nin, münafıklar tarafından ortaya atılan bir iftira ile suçlandığı sırada -meşhûr deyişimizle kuması olan- Zeyneb'in onun lehinde şahitlik etmesi bu dostluğun bir başka delilidir.
Hz. Âişe, Sevgili Eşine (sav) karşı beslediği aşırı muhabbet sebebiyle sık sık kıskançlık duygusuna kapılır, bazen bunu yenemeyerek sert çıkışlar yapardı. Böyle bir davranışının üzerine babası Ebû Bekir gelmiş, onu azarlamak istemiş, fakat Peygamberimiz (sav) bunu önlemişti. Ebû Bekir kalkıp gitti, bir süre sonra tekrar uğradığında karı-kocanın barıştıklarını, sevgi içinde sohbet ettiklerini görmüş ve "demin kavganıza katıldık, şimdi de barışınıza katılalım" demişti.
Tarih boyunca birçok büyük insan, yüce hedeflere erişebilmek için dünya menfaatlerine, rahat ve huzura arkasını dönmüş, büyük çileler çekmişlerdir. Bu sıkıntılı ve çileli hayatı, sevdiklerine yaşatmamak için bunların çoğu bekâr kalmayı tercih etmiş, kadın ve çocuk sevgisinden mahrum yaşamışlardır. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bu konuda emsalsiz bir örnektir; O (sav), hem çilelerin en büyüğünü yaşamış, hem evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, hem de -çoğu servet ve refâh ortamında yetişmiş- eşleri ile çocuklarına, diğer müslümanların altında bir refah yaşatmıştır. Fetihler İslâm toplumuna servet akıtmaya başlayınca, eşleri bundan pay istemişler, O (sav), buna karşı çıkarak "ya ben, yahut da dünya zineti ve zevkleri" demişti. Eşsiz eğitiminin tesiri iledir ki hepsi O'nu (sav) tercih etmiş, birer kat elbiselerini ve kerpiçten odaları içinde birer gönül sultânı olarak yaşamışlardı. Olayı Kur'ân âyetlerinden takip edelim: "Ey Peygamber, eşlerine şöyle de: Eğer dünya(nın parlak) hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle (gönül hoşluğu) ile serbest bırakayım. Eğer Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız bilin ki, Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 33/28-29. ) Resûl-i Ekrem (sav) bu zühd hayatını yaşarken zorlanmıyordu. Çünkü insanlara maddî varlığın ve zevklerin bahşettiği huzur ve mutluluğu O (sav), sevdiği Rabbi ile, bir an kesintiye uğramadan devam eden beraberlikte buluyor, "bu kadar açlık ve susuzluğa nasıl dayandığını" soranlara "O beni yedirip, içiriyor" cevabını veriyordu. Bu ruh halini ve kemâlini, yirmi üç yıllık eğitimcilik hayatında, başta ailesi ve yakınları olmak üzere ashâbına da aktarmaya çalışmış ve büyük ölçüde başarılı olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sav) dünya menfaat ve zevklerine hor bakan hayatı ile, kendisinden sonra gelecek olan devletlilere de örnek olmak istemiştir.
Örnek İnsan, Yüce Peygamber (sav) ev idaresi ile bizzat meşgul olmaz, eline geçeni, evine gelmeden son kuruşuna ve parçasına kadar ümmete dağıtırdı. Kendisi ve âilesi, Hayber civarındaki küçük arâziden elde edilen gelir ile geçinirlerdi. Evin idaresini Hz. Bilâl yürütürdü, bir gün kendisine Hz. Peyamber'in (sav) âilesinin nasıl geçindiğini sordular. Bilâl şöyle anlattı: "Resûlullah'ın (sav) evinin idaresini ben yürütüyordum. Kendileri çok sâde ve yoksulca bir hayat sürerlerdi. Bununla beraber hiçbir misafiri çevirmez, onlara bazen bizzat hizmet ederdi. Eve bir yoksul gelir de yardım isterse olanı verirdi, evde birşey bulunmazsa beni gönderir, ödünç buldurur ve yoksulu yine boş çevirmezdi."
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÇOCUKLARINA OLAN SEVGİSİ, DAVRANIŞLARI:
Resûl-i Ekrem (sav) ümmetini, evlenip çocuk sahibi olmaya ve çoğalmaya teşvik etmiş, çocukları sevmiş ve herkesin sevmesini istemiştir. Kendileri deve üzerinde bir yerden gelirken çocukları görürse onları devesine alır ve sevindirirdi. Çocukları sevdiği için rastladığı yerde selâm verir, böylece hem onları sevindirir, hem de eğitirdi.
Bir gün Hâlid b. Sa'îd isimli sahâbî, yanına aldığı küçük kızı ile beraber Peygamberimiz'i (sav) ziyarete gelmişti. Kız Habeşistan'da dünyaya geldiği için ona, Habeş dili ile "güzel kız" diye hitap etmiş, onu yanına almış, kızın kendisi ile oynamasına ve bu arada, iki kürek kemiği arasındaki "peygamberlik mührü" ile oynamasına izin vermişti. Bilâhare kendisine bir yerden, etrafı işlemeli kumaş parçaları hediye edilmiş, bunu kime vereceğini bir müddet düşündükten ve yanındakilere sorduktan sonra, Hâlid'in bu küçük kızını çağırtarak kumaşları ona vermişti. Bir başka gün yoksul bir kadın, iki çocuğu ile beraber Hz. Âişe'ye gelir, Âişe bunlara verecek başka bir şey bulamadığı için bir tek hurma verir, kadın da bu hurmayı iki parçaya böler ve çocuklarına verir. Misafirler ayrıldıktan sonra Resûlullah (sav) Hz. Âişe'nin yanına gelince Âişe olayı kendilerine anlatır, Efendimiz (sav) şu cevabı verir: "Allah kimlere çocukları sevdirir, onlar da hakkıyle severlerse ateşten kurtulurlar." Çocukluğunu Hz. Peygamber'in (sav) yanında geçiren Hz. Enes, Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Uzunca kılmak üzere bir namaza durduğum zaman, bir çocuğun ağladığını duyarsam, namazımı kısaltırım; çünkü çocuğun ağlaması anneyi üzer."
O'nun (sav) çocuklara karşı sevgisi ve merhameti, yalnızca müslüman çocuklarına ait değildir. Bir savaşta, iki birlik arasında kalan birkaç çocuk ölmüştü. Sonradan Resûlullah (sav) durumu haber aldı ve son derece üzüldü. Ashâb O'nun (sav) bu derecede üzüldüğünü görünce "Ey Allah'ın Resûlü (sav)! Niçin bu kadar üzülüyorsunuz, onlar nihayet kâfir çocukları değil mi?" dediler ve şu cevabı aldılar: "Bu çocuklar, Allah'a ortak koşan kâfirlerin çocukları da olsalar sizden daha iyidirler; dikkat ediniz, çocukları öldürmeyiniz, asla çocukları öldürmeyiniz! Her insan, Allah'ın insan nev'ine verdiği özellikler (fıtrat) ile doğmaktadır!"
Efendimiz (sav) elindeki meyvaları en küçük çocuklara verir, onları sever, okşar ve öperdi. Bir gün yine çocukları severken bir bedevî gelmiş, "siz çocukları böyle sever misiniz, benim on torunum var, daha bir tanesini kucağıma alıp sevmedim" demişti. Resûl-i Ekrem (sav): "O halde Allah seni, şefkat duygusundan mahrum etmiş" buyurdu.
Kâinâtın Öğünç Vesilesi (sav), Mekke'den Medine'ye ulaştığı sırada ensâr kızları -diğer kalabalık içinde- karşılamaya çıkmış, şarkı ve marşlar okumuşlardı. Peygamberimiz (sav) bu çocukları okşadı ve onlara sordu: "Beni sever misiniz?" hepsi birden "evet" diye bağırdılar; O (sav), "ben de sizi, hepinizi seviyorum" dedi.
Peygamberimiz'in (sav) -ittifak edilen haberlere göre- altı çocuğu olmuştur. Bunlardan ikisi (Kâsım ve İbrâhim) erkek, dördü ise (Zeyneb, Rukayye, Ümmü Külsûm ve Fâtıma) kızdır. Bu çocuklardan beşi Hz. Hatîce'den, İbrâhim ise Mâriye'den doğmuştur. Allah'ın takdiri ve nice hikmetleri yüzünden olmalı ki, çocuklarından erkek olanlar küçük yaşlarında vefat etmişler, kendisinden sonraya kalan tek çocuğu Hz. Fâtıma da, Sevgili Babasından altı ay kadar sonra O'na (sav) kavuşmuştur.
Efendimizin (sav) oğlu İbrâhîm son nefeslerini solurken gönderilen haber üzerine Peygamberimiz (sav) yetişmiş, çocuğu kucağına almış ve üzüntüsünden ağlamıştı. Yanlarında bulunan Abdurrahman b. Avf "Ey Allah'ın Resûlü, ne yapıyorsunuz, siz de mi ağlıyorsunuz?" deyince şu cevabı vermişlerdi: "Gönül üzülür, göz yaş döker, ancak -bu sırada dilini göstererek- şu, Allah'ın razı olmadığı bir kelime söylemez, Ey İbrâhîm, ölümünden dolayı çok üzgünüm!" Hz. Fâtıma, onbeş yaşlarında iken kendisinden beş altı yaş büyük olan Hz. Ali ile evlenmiştir. Onu daha önce Ebû Bekir ve Ömer de istemişler, Resûl-i Ekrem (sav) kendilerine müsbet veya menfî bir cevap vermemişti, bu sırada Hz. Alî de isteyince ona verdi. Mü'minlerin "Fâtıma Anamız" diye en az kendi anaları kadar sevdikleri bu büyük kadının çeyizi "bir yatak, bir yatak çarşafı, iki el değirmeni (un ve bulgur için) ve bir su tulumundan ibaret idi.
Resûlullah'ın (sav) çok sevdiği bu iki aziz varlık mutlu, fakat yoksul bir hayat geçirdiler... Aile hayatında kaçınılmaz olan kırgınlıklar olursa Sevgili Babaları (sav) hemen gelir, onları barıştırır, neşe ve mutluluklarını görünce mesut olarak ayrılırdı. Birgün böyle bir barışma dönüşünde kendisine sevincinin sebebini sormuşlardı, "en çok sevdiğim iki kişiyi barıştırdım" cevabını verdi.
Allah Sevgilisi'nin (sav) bu ölçüde sevdiği kızı unu kendi eliyle öğütür, bu yüzden elleri yaralanırdı, evinin suyunu taşır, bu yüzden göksü yara olurdu, evini barkını süpürür, toz toprak içinde kalırdı, ekmek ve yemeğini kendi pişirir, dumana boğulurdu. Bu hal müslümanlar fakir iken böyle olduğu gibi, servete kavuştuktan sonra da böyle devam etmiştir. Bir gün karı koca aralarında dertleştiler; Hz. Alî su taşımaktan göğsünün yara olduğunu söyler, eşi de un öğütmekten elinin yaralandığını dile getirir, Hz. Alî "babana bugünlerde birçok esir geldi, gidip bir tane hizmetçi istesen" der, eşi de bunu uygun görüp babasına gelir. Babası (sav) "hayır ola kızım, bir isteğin mi var?" diye sorunca utanır, isteğini söyleyemez ve "babacığım sizi görmek ve selâm vermek için geldim" diyerek evine döner. Bu defa Hz. Alî de yanına katılır, birlikte tekrar gelirler ve durumlarını arz ederek bir hizmetçi isterler. Yüce Peygamber (sav) onlara "Suffe ehli ve diğer yoksullar sizden daha muhtaç, size veremem" der, çaresiz dönerler. Resûl-i Ekrem (sav) işlerini bitirince, gönüllerini almak üzere evlerine gelir, bu sırada yatmışlardır. Üzerlerinde kısa bir yorgan vardır, başlarına çekseler ayakları, ayaklarına çekseler başları açıkta kalır, Sevgili Babaları'nı görünce fırlarlar, O (sav), "sakın kalkmayın" der, gelip yanlarına oturur ve şöyle buyurur: "Size, hakkınızda, sizin benden istediğinizden daha hayırlı olacak bir şey (bilgi) vermeye geldim, bunu bana Cebrâîl öğretti, yatacağınız zaman otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört defa da Allahuekber deyiniz". Evet hizmetçi çalıştırmanın birçok maddî ve mânevî sorumlulukları vardı. Bir Peygamber kızına bunları taşımak ve belki de üzerinde kul hakkı bulunarak Rabbine kavuşmaktan çok, çileli hayatın içinde pişmek, bitip tükenmez dünya işleri arasında devamlı Allah'ı anmak ve ebedî hayatta Babası'nın (sav) meclisine lâyık olmaya çalışmak yakışırdı.
Peygamber hanesinde hâkim olan sade hayat, O'nun çocuklarının evlerinde de görülmeli idi. Nitekim Hz. Fâtıma'ya kocası bir altın gerdanlık hediye etmişti. Peygamberimiz (sav) bunu görünce -doğrudan kendisine bir şey söylemeyip- Hz. Âişe'ye: "Herkesin, Peygamber'in kızı Fatma'nın boynunda alevden bir halka gördük" demelerini kabul eder misiniz?" demiş, Hz. Fâtıma bunu duyunca derhal gerdanlığı sattırmıştı. Onlar Peygamber hanımları, peygamber çocukları idi, diğer müslümanlardan farklı olmalı idiler; ancak bu fark, başkalarından daha zengin, daha müreffeh olmak şeklinde değil, başkaları açlıktan karınlarına bir taş bağlarken onlar iki taş bağlamak, başkaları doymadan doymamak, başkaları zînetler içinde dolaşırken onlar sade yaşamak suretinde gerçekleşecekti.
O'nun (sav) engin sevgi gölgesinin, torunlarının üzerine düşmemesi düşünülemezdi. Onları sık sık görür, sever, gönüllerini alır, gerektiği zaman avuturdu. Kızı Zeyneb'den olma torunu Ümâme küçüktü, Peygamberimiz'in (sav) yanında bulunuyordu, Sevgili Dede çocuğu bir şeyler ile oyalayıp namaza durmuştu, başını secdeye koyunca çocuk koşarak geldi ve sırtına bindi, merhamet ve şefkat kaynağı Yüce Peygamber (sav), namazının geri kalan kısmını çocukla tamamladı, kalktıkça düşmesin diye onu bir eliyle omuzunda tutuyor, secde ettikçe bırakıyordu.
Bir gün elinde bir gerdanlık olduğu halde eve geldi ve "bunu, içinizde en çok sevdiğime vereceğim" dedi, evdekiler "her halde Ebû Bekr'in kızına (Âişe'ye) verecek" dediler, torunu Ümâme'yi çağırttı, gerdanlığı eliyle onun boynuna bağladı, çocuğun gözleri ağrıyordu, mübârek elleriyle onları da sildi.
Asırlar boyu milyarlarca insanın gönlünde taht kuran Yüce Peygamber'in (sav) sâde ve mütevâzı görünüşü içinde insana ürperti, hayret ve gıpta duygularını birlikte yaşatan aile hayatından çizgiler sunmaya çalıştık. Görülen odur ki kişi dururken Peygamber, has kul, büyük ve kâmil insan, milyarların sevgilisi olamıyor
Saygılarımla
Mustafa Kemal BEKTAŞ
KAYNAKLAR :
1. Kur'ân-ı Kerîm,
2. Altı hadîs kitabı (el-Kütüb's-sitte),
3. İbn Sa'd, Tabakat (8. cilt),
4. Prof. M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi,
5. I-II, Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Sa'âdet, II
6. A. Azzâm, Resûl-i Ekrem'in (sav) Örnek Ahlâkı...
7. El-Emeli (Şeyh Tûsi)
8. İbn-i Mâce, Mukaddime,
9. Müslim Mukaddime,
10. Darimi Mukaddime
12. Zekai Konrapa Peygamberimiz,
13. Mahmut Celal Özmen Aile Terbiyesi
14. Mehmet DOĞRAMACI Aşk Penceresinden Asr-ı Saadet
15. Mehdi AKSU İslamda Evlilik ve Cinsel Sorunlar
16. Muhammed Nasiruddin El ALBANİ Zayıf ve Uydurma Hadisler ve Bunların Ümmetteki Kötü Etkisi
17. Martin LİNGS Hz. Muhammed’in Hayatı
18. Turgut TUNÇ Hz. Muhammed’in İbadetleri Topluma Benimsetme
19. Abdullah AYDIN İslam’da Evlilik ve Aile Hayatı
20. İmam-ı GAZALİ İhyayı Ulümid Din
21. Abdullah YILDIZ İslamiyet de Kadın ve Aile
22. Dr. Casim AVCI Muhammedü’l Emin