23 Eylül 2018

Burhan Nedir? İslamda Burhan Kavramı



Burhan Nedir?
İslamda Burhan Kavramı

Huccet, delil, ispat aracı. Kelâm ilmi açısından "delil", "bizi, bir konu hakkında müsbet veya menfi hüküm vermeğe götüren şeydir." Delil birkaç bakımdan taksime tabi tutulabilir. 

Bu taksimlerden biri delilin aklî ve naklî bölümlere ayrılmasıdır. 
Aklî delil* bütün mukaddimeleri (öncülleri) akla dayanan delildir: 
Meselâ, âlem değişkendir her değişken hâdistir (sonradan olmadır) gibi. Şayet delilin mukaddimeleri tamamen naklî ise, delil de naklîdir: Allah'ın emrini terkeden asîdir. Zira 

Kur'an'da: "Emrime asî mi oldun?" 
(Taha, 20/93) buyurulmuştur. 
Her asî Cehennem'liktir. 
"Allah'a ve Rasûlüne asî olan için Cehennem ateşi vardır" 
(el-Cinn, 72/23) buyurulmaktadır. 

Naklî delil* ise bir bakıma aklî sayılır. 
Çünkü nakli tebliğ eden zatın (peygamberin) doğruluğunu yine akıl ile ispat ederiz. 
O halde sırf aklî delil ile aklî-naklî delil vardır. 
Başka bir taksime göre delil kat'î* veya zannî* olur. 
Medlûlünden (bildirdiği şeyden) muhalif ihtimalleri kaldıran delile kat'î; her türlü ihtimali izale edemeyen delile de zannî delil denir. 

İşte aklî delil, kat'î olursa burhan adını alır. 

Mukaddimeleri kesin (yakîn) olan delile burhan adı verilir. 
Burhan, cedel (diyalektik) ve münakaşalara dayanıklı bir delildir. 
"Alem değişkendir, her değişken hâdistir" 
delili bir burhandır 
(Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi- Giriş, İstanbul 1981, 72-73).

Burhan, yakîniyattan meydana gelen bir kıyastan ibarettir. 
Yakîniyat denilen şeyler, bir kıyasın mukaddimelerini teşkil eder. 
Eğer bu mukaddimeler başlangıç olarak aslen yakîniyattan ise bunlara zaruriyat denir. 
Eğer dolaylı olarak yakîniyattan ise, bunlara da nazariyat adı verilir (Ömer Nasûhi Bilmen, Mülehhas İlm-i Tevhîd Akâid-i İslâmiyye, İstanbul 1973, 8).
İşte bu yollarla varılan neticelere, 
yakîn ve kesin bilgi veren Burhanî deliller denir.
Burhanî delilleri ancak âlimler anlarlar. 
Bu sebeple, muhatabın anlayacağı bir şekilde ifade etmek gerekir. 

İnsanların daima büyük çoğunluğunu teşkil eden avam, burhânı anlayamaz. 
Onlar ancak iknaî delilleri kavrayabilirler. 
Kur'an-ı Kerîm her tabakadaki insana hitap ettiğinden, hem burhanî hem iknaî (hatabî) deliller ihtiva eder. 

Bazı âlimler, bütün Kur'an delillerinin burhan olduğunu kabul ederler (Dr. Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları Tevhîd ve İlm-i Kelâm, Ankara 1984,104; B. Topaloğlu, a.g.e., 73).

Burhanî delillerin muhtelif türleri vardır:
a) Burhan-ı Temânu': 
Allah Teâlâ'nın birliğini ispat eden aklî kesin bir delildir.

Her sağduyu sahibi bilir ki ulûhiyet (ilahlık) sıfatıyla nitelenen ve vücûdu (varlığı) zatının gereği bulunan varlık, tam bir kudret, mutlak bir hüküm ve üstünlük sahibidir. 
Bu hal ilâh olan varlığın tabiatı icabıdır. 

Aksi halde o, tam bir ilâh sayılamaz. Bu sıfatlarla nitelenen, her bakımdan birbirine eşit iki ilâh bulunduğu farzedilirse, yaratmakta ve hükmetmekte "tek" ve "rakipsiz" olmaları tam bir ilâh olmanın tabiatı icabı olduğundan, bu iki ilâhın her zaman ittifak edip, anlaşmaları imkânsızdır. 

Buna rağmen, bu niteliklerde ve birbirine eşit iki ilâhın bulunduğunu farzetsek, aralarında ihtilaf ve arzularında çatışma olacağı muhakkaktır. O halde böyle bir ihtilaf sonunda, meselâ ilâhlardan biri bir şeyin olmasını; diğeri de olmamasını istese ve dilese aklen biliriz ki mutlaka 

şu üç ihtimalden biri olacaktır:

1. Ya her iki ilâhın da dilediği olacaktır.

2. Veya her iki ilâhın dilediği de olmayacaktır.

3. Yahut da ilâhlardan birinin istediği olacak, diğerininki olmayacaktır.

Halbuki bu ihtimallerin her biri aklen muhaldir, batıldır. 
Çünkü her iki ilâhın istekleri de olsa; bir anda bir şeyin hem olması hem de olmaması, yani varlık ve yokluk gibi iki karşıtın bir araya gelmesi gerekir ki, bunun imkânsız olduğu, mantık ilmi esaslarındandır.

Her iki ilâhın da istekleri olmasa; bir anda hem olma (vücud) hem de olmamadan (âdem) mahrum kalması (karşıtların kalkması) gerekir ki, bu da aklen ve mantıken mümkün değildir.

Eğer, üçüncü ihtimal gereğince ilâhlardan birinin arzusu yerine gelir, diğerinin ki yerine gelmezse, arzusu olmayan ilâh âciz olur, aciz olan ilâh olamaz.

Bütün bu ihtimallerin batıl olduğu sabit olunca, bu neticeyi doğuran iki ilâh faraziyesi de batıl olur. 
Öyle ise, bu nazariyenin karşıtı olan tek ilâh nazariyesi doğrudur, gerektir. 
O halde ilâh birdir o da Allahu Teâlâ'dır.

b) Burhan-ı Tevârüd: 
Bu da Allah'ın birliğini ispat eden aklî kesin bir delildir.
Eğer yerde ve gökte birden fazla ilâh olsaydı bu âlem:

1. Ya bütün ilâhların müşterek kuvvet ve kudretiyle vücuda gelmiştir.
2. Veya her biri tarafından müstakil olarak ayrı ayrı yaratılmıştır.
3. Yahut da ancak birinin irade ve kudretiyle var olmuştur.

Fakat bu aklî ihtimallerin üçü de batıldır. 
Çünkü:
Birinci ihtimale göre; ilâhlardan her birinin güç ve kudreti bu âlemi tek başına yaratmağa kâfi gelmediğinden, ortaklaşa yarattıkları anlaşılır. 
Bu da, ilâhların hepsinin aciz ve hiç birinin de ilâh olmaya lâyık olmadığına delâlet eder. 
Çünkü ilâh olabilmek için, mutlak irade ve mutlak kudret sahibi olmak ve her türlü kemâl (yetkinlik) ile muttasıf bulunmak şarttır. 
Aciz olan ilâh olamaz. O halde bu ihtimâl batıldır.

İkinci ihtimale gelince; ilâhlardan her birinin güç ve kudreti bu âlemi bağımsız olarak tek başına yaratmağa yeterli olduğundan, herbiri tam bir etkili kuvvet ve bu âlemin yaratıcısı olur. 
Böyle olunca bir eserin iki veya daha fazla müessirden meydana gelmesi, yani bir malûl üzerine iki veya daha fazla müstakil ve tam illetin tevarüdü (birbiri arkasından gelmesi) gerekir. 
Bu ise batıldır. 
Çünkü bu, hasıl olan bir şeyin tekrar tahsil edilmesini gerektirir ve ilâhlardan birden fazlası mutlaka lüzûmsuz olur. Lüzûmsuz olan ise ilâh olamaz.

Üçüncü ihtimale göre; eğer bu âlem ilâhlardan yalnız birinin irade ve kudretiyle meydana gelmiş, diğer ilâhların hiçbir tesiri olmamışsa; tercih edici olmadan tercih gerekir. 
Bu ise batıldır. 
Çünkü ilâhların hepsi kemâl ve kudrette eşittir. 
O halde niçin bu âlemi birisi yarattı da diğeri yaratmadı? 
Yaratıcı niçin bu ilâh da öbür ilâhlar değil? Müreccihsiz (tercih edicisiz) tercih, aklen fasittir, batıldır. 

Sonra, yaratıcılık sıfatı tecelli etmeyen ilâhlar devre dışı kalacaklarından, aciz, dolayısiyle zaid ve lüzûmsuz olurlar. Halbuki, bu ihtimallerin hepsi batıldır. Bütün bu ihtimaller batıl olunca, çok ilâh nazariyesi de batıl olur.
Görüldüğü üzere bu delil Allah'ın birliğini ispat eden kuvvetli bir delil ve burhandır (Dr. A. Arslan Aydın, a.g.e., 282-286).

c) Burhan-ı Tatbîk: Teselsül, her birinin varlığı daha öncekinin varlığına bağlı olarak birbirine dayanan ve ezele doğru uzandığı varsayılan sonsuz bir silsiledir. 
Sonsuz olduğu ileri sürülen olaylar silsilesinin, sonlu olduğu, dolayısiyle teselsülün batıl ve muhâl olduğunu ispat eden aklî ve mantıkî delile burhan-ı tatbîk denir (Dr. Ali Arslan Aydın, a.g.e., 99-100).

Burhan ne demek Hakkında kısaca bilgiler
Beyazlaşmak, hastalıktan kurtulup iyileşmek, delil getirmek, galip gelmek anlamlarındaki "b-r-h" kökünden türeyen burhan sözlükte, kesin delil, kanıt hüccet anlamlarına gelir. 
Kur'ân'da isim şeklinde 8 âyette geçmiş ve hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran bütün şüpheleri gideren kesin delil anlamında kullanılmıştır: 

"Ey İnsanlar! Size Rabbinizden bir delil (burhan) geldi ve size apaçık bir nur indirdik." (Nisâ, 4/174) âyetindeki; buradaki delil/burhan, Hz. Muhammed'dir (a.s.) "Allâh ile birlikte başka bir ilâh mı var? De ki: Eğer doğru iseniz delilinizi (burhaneküm) getirin" (Neml, 27/64; Enbiyâ, 21/24; Bakara, 2/11; Mü'minûn, 23/117). Hz. Musa'nın asası ve elinin bembeyaz olması mucizesine de burhan denilmiştir (Kasas, 28/32).

Gazzalî burhanı, "doğruluğu devamlı olan, değişikliğe uğraması imkânsız olan ve kesin bilgi meydana getiren delildir" diye tanımlamıştır.

Fıkıh usulûnde, fıkhî kıyas ve kesin delile; Kelam ilminde Allah'ın varlığını ispat etmede kullanılan delillere burhan denilmiştir. Burhan, kesin öncüllerden oluştuğu doğru bilgiye dayandığı ve bütün bilgiler için güvenilir delil sayıldığı için mu'temed diye de isimlendirilmiştir. 

Ayrıca tecrübî verilere dayanan burhanlara, burhan-ı tecrübî, hem akıl hem tecrübî verilere dayanan burhana ise, burhan-ı mahlut; zarûrî ve bedihî öncüllere dayanan burhana burhan-ı vicdâni; zarûrî ve bedihî öncüllerden çıkarılmış bilgilere dayanan burhana, burhan-ı nazarî adı verilmiştir.
Mantık ilminde burhan; bir kıyasta sonucun ispat edilmesini sağlayan orta terimdir. 
Orta terim öncüller ile sonucu birbirine bağlar. 
Mesela; "Her şeyi yaratan Allah'tır", 
"su da bir şeydir", "öyle ise suyu da yaratan Allah'tır" 
kıyasında "yaratma" orta terimdir. 

Birinci cümle büyük öncül, 
ikinci cümle küçük öncül, 
üçüncü cümle sonuçtur.

İslâm mantıkçıları, burhan'ı delilden daha özel bir anlamda kullanmışlardır. Bunlara göre burhanda orta terim; büyük öncül ile küçük öncül arasındaki ilginin yani sonuçtaki hükmün illeti olur. 

Orta terimin, bu ilginin hem zihindeki hem de realitedeki illeti olursa buna burhan-ı limmî, sadece zihindeki illeti olursa burhan-ı innî adını alır. 

Mesela, "her öksüren hastadır", "Ali öksürüyor", "öyleyse Ali de hastadır" kıyasında "öksürme" orta terimi hem zihnî hem haricî illettir. 
Yani öksürme, hem zihnen Ali'nin hasta olduğu hükmüne varılmasını sağlıyor, hem de hastalığın fiilen vuku bulduğuna delalet ediyor.

"Her veremli öksürür", "Ali veremlidir", "öyleyse Ali de öksürür" kıyası sadece burhan-ı innîdir. 
Çünkü veremli olma orta terimi, öksürüğe zihinde delalet ediyor, realitede ise Ali'nin öksürüp öksürmediği bilinmiyor.

Fıkıh usulünde burhan-ı limmîye kıyas-ı illet, burhan-ı innîye ise kıyas-ı delalet denir. 
Bazı mantıkçılar sebepten sonuca götüren kıyasa burhan-ı limmî (argument apriori), 
sonuçtan sebebe götüren kıyasa burhan-ı innî (argument aposteriori) demişlerdir. 
Genel ve küllî hükümlerden cüz'î ve hususî hükümler elde etmeye ta'lil (tümden gelim, dedüksüyon), özel hükümlerden genel hükümlere geçmeye, cüziden küllîye gitmeye istikrâ (tüme varım, endüksiyan) denir.

İlk ve orta çağ felsefesinde sadece aklın verilerine dayanan delillere burhan denilirken modern felsefede hem aklî, hem de tecrübî delillere burhan denilmektedir. Sonuçlardan hükümlere gidilerek yapılan delile burhan-ı tahlîli hükümlerden sonuçlara gidilerek yapılan delile burhan-ı terkîbi denir. Bu iki delili çağdaş felsefeciler burhan-ı riyazi olarak adlandırmışlar ve bunun en mükemmel delil olduğunu kabul etmişlerdir.
Bir fikrin doğruluğunu, zıddının yanlışlığını ispat ederek ortaya çıkarmaya burhan-ı hulfi /burhan-ı nakz denir. 

Bürhan-ı Temanü nedir kısaca sözlük anlamı
İslâm İlâhiyat âlimleri (Kelâmcılar) Allah`ın birliğini isbat için çeşitli deliller zikretmişlerdir. Bunların en önemlisi Bürhan-ı temanü` delilidir. 

Her akl-ı selim sâhibi bilir ki, ulûhiyet sıfatına sahip olan ve vücudu hariçten bir varlığın değil, zâtının gereği bulunan varlık, tam bir kudret mâliki, mutlak bir hüküm ve galebe sâhibidir. 

Bu hâl, ulûhiyetin îcabıdır. 
O halde ilâh olan varlığın kudret ve kuvveti karşısında durabilecek bir rakibi bulunmaması gerekir.
 Aksi takdirde kudreti noksan, kendisi nâkıs bir varlık olur.

Böyle bir varlık da ilâh olamaz. 
Şimdi her bakımdan birbirine denk iki ilâh bulunduğunu farz edelim. Yaratmakta ve hükmetmekte bağımsız hareket etmeleri ilâhlığın tabiatı icabı bulunduğundan, bu iki ilâhın her zaman ittifak edip anlaşmaları imkânsızdır. Tam bir kudret ve galebe sahibi olan her bir ilâhın, kendi arzusuna muhalefet edilmesine rıza göstermesi de muhaldir. Şu halde, her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın bulunduğunu farzettiğimizde, aralarında ihtilâf ve arzularında çatışma olacağı kesindir. 
Böyle bir ihtilâf sonunda, meselâ ilâhların biri bir şey`in olmasını, diğeri de olmamasını istese, aklen şu üç ihtimalden biri olacağı muhakkaktır. 

Burhan-Üş-Şeria Hayatı hakkında bilgi 
Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Mahmûd bin Ahmed bin Sadr-üş-şerî’a-tül-evvel Ubeydullah bin İbrâhim el-Mahbûbî el-Hanefî’dir. 


Burhân-üş-şerî’a diye meşhûr olan Mahmûd bin Ahmed, 679 (m. 1274) senesinde Moğol askerlerinin işkencelerinde, yüzlerce âlim ile birlikte şehîd oldu.
Şeyh-ül-İslâm Kemâl paşazâde Ahmed bin Süleymân, fıkıh âlimlerini tabakalara ayırırken Burhân-üş-şerî’a’yı altıncı tabakaya dâhil etmiştir. Altıncı tabaka Eshâb-ı temyiz olup; kavî hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri nâdir haberlerden ayıran mukallid âlimlerdir. Bu âlimlerin kitaplarında merdûd ve zayıf rivâyetler yoktur.


Faziletli bir âlim olan Burhân-üş-şeri’a, ilmi; babası Sadr-üş-şerî’a-tül-evvel Ubeydullah’dan öğrendi. 
Hayâtı hakkında fazla bir bilgi bulunmayan Burhân-üş-şerî’a, çok kıymetli eserler yazmıştır. 
Bunlardan “Vikâye” kitabı çok meşhûrdur. 
Vikâye kitabını, kızının oğlu olan Sadr-üş-şerî’a-i sânî Ubeydullah bin Mes’ûd için yazmıştır. 
Bu eseri, “Hidâye” kitabından önemli gördüğü yerleri alarak yazmıştır. Torunu da bu eseri hem şerh etmiş, hem de kısaltmıştır. 

Bu şerhi, “Sadr-üş-şerî’a şerhi” ismi ile meşhûrdur. 
Burhân-üş-şerî’a’nın ayrıca “El-Fetâvâ” ve “El-Vâkiât” isimli fıkıh bilgileri ihtivâ eden değerli eserleri de vardır.
---------------------------
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-12, sh. 178
2) Fevâid-ül-behiyye sh. 207
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 406
4) Brockelmann Gal-2, sh. 197
5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 236, 397, 782, 938, 992 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...