02 Temmuz 2018

Muaviyye (lanetli) Namazının Kunutunda Ali (as) lenet okurdu




Muaviyye ye
Namazının Kunutunda Ali (as) lenet okurdu.
Kaynak:
"El Minhac" ibn Teymiyye. c.2, sah. 224.

Peygember Hz.Muhammed (salallahu aleyhi ve alih) buyurdu) : Muaviyye (la) cehenneme devet edenlerdendir.
Kaynak:
"sahihi buhari" c 3, s 207. hadis. 2812.
Saltanat Zülmü Altında Ehl-i Beyt Sevgisi ve Sünnet


Emevî saltanatı süreci, sadece Ehl-i beyt evlatları için mihnet ve çile dönemi olmamıştır; ayı zamanda Müslümanlardan kendini Sünni diye adlandıran kesimin ve hatta Müslümanların büyük çoğunluğunun, İslam’ın Ehl-i beyt kaynağından yeterince istifade etme imkanını ortadan kaldırmıştır.

Emevî saltanatı dönemi, Ehl-i Beyt yüce zevatının adını ananlar için tam bir çile, onlara olan “ilahî sevgi”lerini izhar edenler için tam bir zülüm devri olmuştur. Yüce Allah’ın Kur’an- Mübin’inde Rasulullah’a (sas) gönülden bağlı “bütün Mü’minlere sevmelerini emir buyurduğu” (Şura Suresi, 23) Ehl-i Beyt’i sevmenin bedeli, hatta “Hz. Ali (ra) başta olmak üzere Ehl-i Beyt’e lanet okumayı reddetmenin faturası”, can vermek, zincirlere vurularak kodeste çürütülmek, toprağından sürülmek ve türlü türlü işkencelere uğramak olmuştur.

Bu işkence ve mezalimde en büyük payı, Seçkin Sahabeler başta olmak üzere İslam’ın onurlu büyükleri ve yüce zevatı almıştır.

Muaviye’den sahabeye Hz. Ali’yi lanetlemeleri baskısı
Sadece birkaç örnek bile Emevî dönemi mezalimini anlatması bakımından kâfidir.
“ Sünnülerin Gözünde En Büyük Sahebelerden olan Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğlu Âmir anlatıyor:

Muâviye, babam Sa’d b. Ebî Vakkas’a, Ebu Türâb’a (yani Hz. Ali’ye) sövmesini emretti! (Babam bunu yapmayınca) Muâviye, “Seni Ebû Türâb’a sövmekten alıkoyan ne?” diye sordu. Bunun üzerine Sa’d şu cevabı verdi:

“Allah Rasûlü’nün (sas) onun hakkında buyurduğu şu üç şey aklımda olduğu sürece ona asla sövemem. Benim için, o üç şeyden birine sahip olmak, kızıl tüylü develere sahip olmaktan daha iyidir.”

1-Muharebelerin birinde (yani Tebük’te) Allah’ın Rasûlü (sas) Ali’yi (Medine’de) kendi yerine bırakmıştı. Ali “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni kadınlar ve çocuklarla beraber mi bırakıyorsun!?” deyince, O’nun(sas) şöyle buyurduğunu işittim: “Ya Ali, Musa’ya (as) nispetle Hârun (as) yeri ne idiyse, bana nispetle de senin makamın odur; böyle olmasını istemez misin? Şu farkla ki, benden sonra peygamberlik yoktur!” 

2- Hayber günü de şöyle buyururken işittim:
“And olsun ki, yarın bu sancağı öyle birisine vereceğim ki; o Allah ve Rasûlü’nü, Allah ve Rasûlü de onu seviyor!”

Bunun üzerine hepimiz sancağı kapmak için can attık. Sonunda “Bana Ali’yi çağırın!” buyurdu. Hemen getirildi; ancak (rahatsızdı) gözleri ağrıyordu. Mübarek tükrüğünü Ali’nin gözlerine sürdü ve sancağı teslim etti. (Hayber’in fethi böylece nasip oldu). 

3- “Ey Ehl-i Beyt! Hiç kuşkusuz, Allah sizden her tür pisli-ği/kusuru uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ah-zâb Suresi, 33) ayeti nâzil olunca; Allah’ın Rasûlü (sas) Ali’yi, Fâtıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i çağırarak, “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beytimdir” buyurdu. (Hal böyleyken, nasıl olur da ben ona söverim!)” (Müslim, Sahih, Fedail’us-Sahâbe, 32; Nesaî, Hasais, 9; Nevevi, XV, 175-176; Tirmizi, Tuhfe, X, 228-229; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 185; Tirmizî, Sünen, Menakıb, 20, Tef. Âl-i Imrân, 7; Hâkim, III, 108, 147).

Gadir-i Hum hadisleri konuşulamaz oldu 
Hz. Ali’ye sövmeleri ve lanet okumaları için Sahabelere yapılan bu baskılar, Ehl-i Beyt’e dair hadisleri rivayet edenler hakkında çok daha şiddetli hal aldı. Öyle ki sahabiler, Rasulullah’ın (sas) Hz. Ali’nin imamet ve velayetini ilan ettiği Gadir-i Hum hutbesine dair konuşamaz oldular; ki bunlardan biri de Zeyd b. Erkam’dır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 368; Müttakî, Kenz’ul Ummal, XIII, 104-105).

Bu baskılara rağmen Gadir-i Hum hadisi, 180’i aşkın sahabe tarafından 220 civarında Ehl-i Sünnet kaynağının yanısıra Hz. Ali’nin “Sahife”si başta olmak üzere bizzat İslam’ın Ehl-i beyt kaynaklarında nakledile gelmiştir.

Ehl-i Beyt sevgisi uğruna can veren sahabe 
Asr-ı saadetin güzide sahabilerinden, , Hz. Ali’nin (as) cesur kumandanlarından ve sadık dostlarından Hucr b. Adiy (ra), Ehl-i Beyt sevgisi uğruna mezalime tabi tutulup şehit olanlardandır. Suriye’yi fetheden kumandanlardan biridir. Hucr (ra), Muaviye döneminde Kûfe valisi Muğire b. Şube tarafından Hz. Ali’ye lanet okuması baskılarıyla işkenceye maruz bırakılır. Hz. Hucr’dan, “Ehl-i Beyt’e ve Hz. Ali’ye can kurban” ikrarı ve ifadesinden başka bir beyan sadır olmaz. Muaviye, Kufe valisini değiştirip işbaşına babası belli olmayan (veled-i zina) Ziyad b. Ebih’i getirir. Ziyad, Hz. Hucr’u (ra) evlatları ve arkadaşlarıyla birlikte, Hucr’un fethettiği Şam topraklarına yakın Merce-i Azra’da önce hapse atılır, ardından bin bir türlü işkenceler altında şehit edilir(İbn’ul Esir, Üsd’ül Gâbe, I, 461-462; Belazurî, Fütûh’ul Buldan, 161).

Ehl-i Beyt sevgileri yüzünden İslam büyüklerine reva görülen mezalim 
Gadir-i Hum hadisini rivayet edenlerden biri olan büyük muhaddis ve müfessir Said b. Cübeyr (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 347), Ehl-i Beyt sevgisi yüzünden Emevî zalimlerinden Haccac b. Yusuf es-Sakafî tarafından 49 yaşında mübarek başı kesilerek köpeklerin önüne atılmak suretiyle şehit edilmiştir(Belazurî, Ensab’ul Eşraf, VII, 366, Beyrut, tarihsiz; İbn Sa’d, Tabakat, VI, 158-260).

Ehl-i beyt sevgisiyle maruf büyük hak dostu, İslam fıkıh ve hadis ilimlerinin zirvesi Said b. Cübeyr, Mervan’ın mezalimini onaylayıp kafa sallamadığı için benzer işkencelere maruz kaldı (Bkz. İbn Sa’d, Tabakat, V, 120-140; Ebu Nuaym, Hilye, II, 160-174).
Muaviye’nin Hz. Ali’ye (a.s) muhalefet etme nedeni neydi.?


Muaviye’nin Hz. Ali’ye olan muhalefeti, bir şahsın başka bir şahsa olan muhalefeti gibi değildir. Bilakis iki kültür ve düşünce tarzının birbirine muhalefet etmesi ve aykırı olmasıdır. İmam Ali’ye (a.s) muhalefet etmenin, düşmanlık taşımanın ve kin beslemenin nedenini kendisinin sıfat ve özelliklerinde, başkalarıyla olan ilişki ve iletişimindeki ölçülerde ve de Muaviye’nin özellik ve sıfatlarında aramak gerekir. İmam Ali (a.s) dostların sevinmesine ve düşmanların da kıskançlık ve kinine sebep olan bir takım sıfat ve özellikler taşımaktaydı. Bu sıfat ve özelliklerden bazıları şunlardır:

1. İmam Ali’nin (a.s) İlmi: Aziz İslam Peygamberinden (s.a.a) sonra, Ali (a.s) İslam hüküm ve buyruklarını ve de evren ve yaratılış âleminin incelik ve sırlarını en iyi bilen şahıs idi. Öyle ki dost ve düşmanlar sorun ve problemlerinde ona müracaat etmekteydi.

2. İmanda Geçmişi Olmak: İmam Ali (a.s), İslam Peygamberine (s.a.a) iman eden ilk erkekti ve aziz Peygamber (s.a.a) onu kendi halife ve vâsii sıfatıyla atadı ve halka tanıttı.

3. Savaş Meydanında Cesaret Ve Korkusuzluk: Hz. Ali’nin (a.s) cesareti o kadar çoktu ki savaşlarda en zor ve tehlikeli durumları kendisine devrederlerdi ve o da fedakârlıkla düşmanı alt ederdi.

4. Mertlik Ve Bağışta Bulunmak: Hz. Ali (a.s) şahsî malından çok bağışta bulunurdu. Hatta kuyu ve kanal kazma ve hurmalıklar yapmada gösterdiği onca çaba ve çalışmaya rağmen bunlardan hiçbirisini kendisi için saklamamış ve Allah yolunda hepsini vakfetmiştir.

5. Fedakârlık: İmam Ali (a.s) mal bağışlamanın yanında, birçok yerde kendisi ve ailesinin çok ihtiyaç duyduğu gerekleri bile yoksul insanlara vermekteydi. Bunlardan bir numuneyi Kur’an beyan etmiş ve övmüştür.[1]

6. Adalet: İmam Ali’nin adalet ve insafı, onu tüm adil yöneticilerin idolü haline getiren en belirgin sıfattır. O bu hususta şöyle buyuruyor: “Allah’a yemin ederim ki bir karıncanın ağzından bir arpa kabuğunu almam için bana yedi göğü felekleriyle birlikte verseler, bu işi yapmam.”[2]

7. Allah’a Kulluk Etmek Ve Nefis Heveslerine Muhalefet Etmek: İmam Ali (a.s) hiçbir zaman nefsanî heveslere uyarak bir adım atmadı ve Allah için tüm meyil ve heveslerini ayaklar altına aldı. Sadece halisçe Allah’a kulluk etmek ve O’nun için amel etmek peşinde oldu. Amr b. Abduved ile çarpışması bu ihlâsın bir örneğidir.

Bu değerli sıfat ve özellikler neticesinde ve “inanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır”[3] ayeti hükmünce Yüce Allah onun sevgisini halkın kalbine yerleştirdi. O halk nezdinde en değerli kimseydi; zira iman ve üstünlük iddiası taşıyan kimseler bu sıfatlarda onun eline su dökemiyordu. Ama düşmanlıkları ve özellikle de Muaviye’nin düşmanlığını körüklemede diğerlerinden daha çok etkili olan sıfat, Hz. Ali’nin (a.s) adaletiydi. Hz. Ali (a.s) hilafeti kabul ettikten sonra Medine mescidinde yaptığı ilk konuşmasında şeffaf bir şekilde tüm konum ve programını ilan etti. Adaleti yayma, zulümle mücadele etme ve salahiyete önem vermeden ibaret olan kendi devletinin asıl çizgisinden net olarak söz etti. Mevcut durumu altüst edeceğini, geri kalmış salahiyetli kimseleri öne çıkaracağını ve öne çıkmış salahiyetsiz kimseleri de geriye iteceğini ilan etti.[4] Kadınların mehiri ve kenizlerin parası olarak harcanmış olsa bile yağma edilmiş malları geri döndüreceğini bildirdi; çünkü adalette ferahlık olduğunu ve adalet bir şahsı sıkıyorsa zulmün onu daha fazla sıkacağını belirtti.”[5] Öte taraftan Muaviye reislik sevdasında olan bir şahıs idi ve güce ulaşmak için hiçbir işten geri kalmıyordu. Tarihte nakledildiği üzere Muaviye İmam Hasan (a.s) ile barış yaptıktan sonra bir gün bayram namazında kendi maksat ve hedeflerini ifşa etti ve şöyle dedi: “Ben oruç tutmak, namaz kılmak, hac etmek veya zekât vermek için sizin ile savaşmadım! Çünkü ben sizin bunları yapacağınızı biliyordum. Ben reis olmak sizin için savaştım. Allah sizi yönetmeyi bana vermiş idi ama sizler istemiyordunuz.”[6] Bu nedenle tüm çalışma ve çabası reislik, saltanat ve halka hükmetmek olan bir düşünme şeklinin İmam Ali’nin değersel devletine tahammül edemeyeceği çok açıktır. Artı, İslam’ın ilk yıllarındaki savaşlarda Muaviye’nin müşrik ata ve akrabalarının öldürülmesi, onun yüreğindeki İslam ve İslam Peygamberinden (s.a.a) intikam alma ateşini körüklemişti ve bu da İslam’ın sembolü ve Peygambere (s.a.a) en yakın kimse sıfatıyla İmam Ali’ye (a.s) muhalefet etmek için başka bir dürtüydü. Nitekim onun evladı olan Yezid, İmam Hüseyin’i (a.s) şehid ettikten sonra onun kesilmiş mübarek başı karşısında kendi kinini dışarıya vurmuş ve alenen şu şiiri okumuştur: Keşke Bedir savaşında ölen atalarım Hazreç kabilesinin içine düştüğü bu zillet ve onursuzluğu görseydiler…” Bu şiiri Uhud savaşında Müslümanların yenilmesinden ve Peygamberin yarenlerinin şahadete ermesinden sonra İbn. Züberi okumuştu.[7] Şimdi de Yezid bu şiiri İmam Hüseyin’i şahadete erdirdikten sonra okuyor, bu iki hadiseyi birbirine benzetiyor ve müşrik atalarının hazır bulunup kendisinin Peygamber (s.a.a) ailesinden bunun intikamını nasıl aldığını görmelerini arzuluyordu. Bu nedenle, Muaviye ve kabilesinin İmam Ali’nin (a.s) hükümetine ve evlatlarına muhalefet etmesinin asıl nedeni, İslam’ın aslına ve aziz İslam Peygamberin attığı temele karşı olmasıydı.

[1] İnsan, 8 – 10.
[2] Muhaddis Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 13, s. 211:
نَهْجُ الْبَلَاغَةِ، قَالَ ع "وَ اللَّهِ لَوْ أُعْطِیتُ الْأَقَالِیمَ السَّبْعَةَ بِمَا تَحْتَ أَفْلَاکِهَا عَلَى أَنْ أَعْصِیَ اللَّهَ فِی نَمْلَةٍ أَسْلُبُهَا جُلْبَ شَعِیرَةٍ مَا فَعَلْتُهُ"
[3] Meryem, 96: "إِنَّ الَّذینَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحاتِ سَیَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمنُ وُدًّا"
[4] Nehcü’l-Belağa, hutbe. 16, s. 57.
[5] Nehcü’l-Belağa, hutbe. 15, s. 57: فان فی العدل سعة و من ضاق علیه العدل فالجور علیه اضیق"
[6] Ebu’l-Feda İsmail b. Ömer b. Kesir ed-Demeşki (m 774), el-Bidaye Ve’n-Nihaye, c. 8, s. 131, Neşr-i Daru’l-Fikir, Beyrut, 1407/1986:
"قال یعقوب بن سفیان: حدثنا أبو بکر بن أبى شیبة و سعید بن منصور قالا: ثنا أبو معاویة ثنا الأعمش عن عمرو بن مرة عن سعید بن سوید. قال: صلى بنا معاویة بالنخیلة- یعنى خارج الکوفة- الجمعة فی الضحى ثم خطبنا فقال: ما قاتلتکم لتصوموا و لا لتصلوا و لا لتحجوا و لا لتزکوا، قد عرفت أنکم تفعلون ذلک، و لکن إنما قاتلتکم لأتأمر علیکم، فقد أعطانى الله ذلک و أنتم کارهون»
[7] El-Bidaye Ve’n-Nihaye, c. 8, s. 204, "لیت أشیاخى ببدر شهدوا جزع الخزرج من وقع الأسل‏"
Sünni Cemaat Önderleri

Ebubekir b. Ebu Kuhafe 
Ebubekir, Peygamberimizden (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) beş yüz hadis toplamış, onları yakarak halka şöyle demişti: “Allah resulünden hiçbir şey rivayet etmeyin. (Bundan dolayı) biri size bir şey soracak olursa, deyin ki: Allah’ın kitabı aramızdadır; helalini helal sayın, haramlarından da kaçının!”(1)

—Aynı şekilde, Peygamberimiz vasiyetini yazmak isterken ona muhalefet ederek Ömer’in sözünü desteklemiş ve: “Resulullah sayıklıyor, Kur’ân bize yeter!” demiştir.
—Hz. Ali’nin (Aleyhisselam) Peygamberimizin halifesi olduğuna dair rivayeti de görmezden gelerek hilafet makamını gasp etmiştir.
—Usame’nin ordusuyla gitmeyerek Peygamber’e muhalefet etmiştir.
—Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) Hz. Fatıma ( Selamullahi Aleyha) hakkındaki sünnetini çiğneyerek onu rencide etmiş, öfkesini üzerine almıştır.
Aslında Hz. Muhammed'in (salallahu aleyhi ve alih) ölümü ve bu arada cenazesinin yerde kalması hiç de Ebubekir ile Ömer'in umurunda değildi. Hemen Sakifede Toplanıp Ebu bekiri Halife seçtiler. 
Buhari, Megazi, Vefd'ü Beni Temim kısmında. Tefsir kısmı, Hucurat suresi bölümünde 
ve I'tisam kitabı Bab'u ma yekrehü mine-t-Teammük-ı kısmında.
Ali (aleyhisselam) kabirle meşgul iken onlar o 2-3 günde işi bitirmişlerdi. Cenaze kefenlenirken, yıkanırken, defnedilirken ne Ömer ne de Ebubekir ortalıkta vardı. Hele ünlü Kur'an yorumcusu ve tarihçi Taberi (hicri 310'da vefat etmiş) kendi tarih kitabında Ebubekir'in üç gün sonra ancak Kabirin başına geldiğini yazıyor. 
a- İbni Şeybe, Musannaf, 20/579- hadis no: 38201.
b- Hindi, Kenz'ül ummal 5/652- no: 14139.
c- Taberi Tarihi, 11. yılı olayları Ebubekir'in halife seçilmesi kısmında, cilt 3/201.
d- Ömer Rıda Kehhale, A'lam-i Nisa, 4/114
e- ibni Küteybe, İmame-Siyase, 1/21 ve Şehristani, Milel-Nihal. C. 1/32.
Ve Daha Niceleri....
Kaynaklar:
(1)- Tezkiretu’l-Hifaz, Zehebî, c.1, s.3.
__________________
Ömer b. Hattab 
Peygamberimizin sözlerinden biri şudur: “Fatıma benim bedenimin parçasıdır. Onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır.”

Peygamberimizin sevgili kızı Hz. Fatıma’yı (salamulahualeyha) incitmiş, evine saldırmış ve Muhsin adındaki altı aylık çocuğunun düşük olarak dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Ömer, Peygamberimizin yazılmış olan hadislerini toplattırıp yakmış, insanların hadis nakletmelerini yasaklamış, hayatı boyunca sünneti çiğnemiş ve Peygamberimize muhalefet etmiştir. Örnek verecek olursak.
1-Peygamberimiz, Usame’nin ordusuna herkesin katılmasını emrettiği halde Ömer katılmamıştır.
2-Kurân’da belirtilen Müellefetü’l-Kulûb’un hakkını sahiplerine vermeyerek Kurân ve sünnete muhalefet etti.
3-Hac mutası ve Nisa mutası konusunda Kurân ve sünnete muhalefet etmiştir.
4-Aynı mecliste üç kez boşamada bulunmak doğru olmadığı halde Kurân ve sünnete muhalefet ederek bunu doğru kabul etmiştir.
5-Teyemmümün farz olduğu durumlarda Kurân ve sünnete muhalefet ederek şöyle demiştir: “Su olmadığı zaman namaz vacip değildir!”
6-Müslümanların özel işlerinde casusluk yapmama konusunda Kurân ve sünnetle muhalefet etmiş, bu bidati dine ilave etmiştir.
7- Ezanın bir bölümünü azaltmış, kendi yanından eklemeler yapmış, bu konuda sünnete muhalefet etmiştir.
8-Halid b. Velid’i adam öldürme ve zina suçlarından cezalandıracağını söylediği halde cezalandırmamış, Kurân ve sünnete muhalefet etmiştir.
9-Peygamber efendimizin, nafile namazlarını cemaatle kılmayı yasaklamasına rağmen o, teravih namazının cemaatle kılınmasını emretmiştir.
10- Devletin Beytü’l-Mal’dan bağışta bulunması konusunda sünnetle muhalefet etmiş, halk arasında alt ve üst tabakaların oluşmasına sebep olmuştur.
11-Yine Peygamber sünnetinde değişiklik yaparak Yüksek Şura Meclisi oluşturmuş, bu şuranın başına da Abdurrahman b. Avf’ı getirmiştir.
12 - Peygamber (salallahu aleyhi ve alih) vasiyet yazdırmak için kağıt kalem istemiş vermeyin bu sayıklıyor deyip. ve Peygamber (salallahu aleyhi ve alih)'in cenazesini orada bırakıp hemen sakifede toplanıp Ebubekiri halife seçmeleri.
Ve Daha Niceleri...
Şaşılacak şey budur ki, bütün bunlara rağmen Ehlisünnet ve’l-Cemaat onu masumluk derecesine kadar çıkarır, adaletin onunla birlikte öldüğünü savunur ve şöyle der: “Ömer’i mezara koydukları zaman sorgu sual melekleri gelmiş, (ona rabbinin kim olduğunu sorduklarında) Ömer sinirlenmiş ve öfkesinden, ‘(Benim değil,) sizin rabbiniz kimdir?’ diye bağırmıştır!”
Ehlisünnet’e göre Ömer, Faruk’tur; yani Allah onunla hak ile batılın arasını ayırmıştır. Her zaman Peygamber’in sünnetine muhalefet eden, sinirliliği ve kabalığıyla meşhur olmuş birisi için bu tür faziletleri yamamak, Emevîlerin Müslümanlarla alay ettiklerinin bir işareti değil midir? (1)
Kaynaklar:
(1) -Müslim, Sahih‘inin 4. cildinin 59. sayfasında şöyle yazmıştır: İbn-i Abbas ile İbn-i Zübeyr iki mut’a (hac ve nisa mut’ası) hakkında ihtilaf etmişlerdi. Cabir b. Abdullah şöyle dedi: Biz, Allah Resulü zamanında bu ikisini yapardık. Daha sonra Ömer bunu yasaklayınca artık yapmamaya başladık.
__________________

Osman b. Affan 
Ömer b. Hattab ve Abdurrahman b. Avf’ın yaptırımlarıyla hilafet makamına oturan üçüncü kişidir. Abdurrahman b. Avf, “Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti ve daha önceki iki halifenin yöntemine göre” halifelikte bulunması şartıyla hilafeti ona sunmuş, o da kabul etmişti.
İbn-i Kuteybe şöyle rivayet eder: “Halk Osman’a itiraz etmeye başlayınca Osman da minbere çıkarak şöyle seslendi: Ey muhacir ve ensar! Sizin bana itiraz ettiğiniz ve bu yüzden düşmanlık güttüğünüz konulara bakıyorum da, aynılarını Ömer yapınca kabul etmiştiniz. Ama o sizi alt ediyor, geri püskürtüyordu. Hatta kimse ona gözünün ucuyla bile bakamıyordu. Bilesiniz ki benim arkam ondan daha güçlü ve çoktur!”(1)
Nitekim Peygamberimiz, bu olayları daha önceden haber vermiş ve şöyle buyurmuştu:
“Benden sonra müşrik olmanızdan korkmuyorum, dünya işleri yüzünden birbirinizle rekabet içerisinde olmanızdan korkuyorum.”
İmam Ali (Aleyhisselam) buyuruyor ki: “Onlar sanki Allah’ın şu ayetini hiç duymamışlardı:
‘İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere veririz. (En iyi) sonuç, sakınanlarındır
.’ (2)
Emevileri Destdeklemiş, Ebuzer (ra) gibi Seçkin Sahebeleri Çöllere Sürgüne Göndermiş.
Osman Bin Affan Mısır, Kûfe, Basra Şam gibi önemli eyâlet valilerini azlederek yerlerine 

Benî Ümeyyeli Yakın akrabaları şahısları vali tayin etmiştir
Halife: Hz. Osman (Ümeyye)
Devlet Katibi: Mervan b. Hakem (Ümeyye)
Kûfe
Valiliği: Velid b. Ukbe(Ümeyye),Said b. el-Âs (Ümeyye)
Basra
Valiliği:Abdullah b. Âmir(Ümeyye)
Mısır
Valiliği:Abdullah b. Sa?d b.Ebî Serh(Ümeyye)
Şam
Valiliği:Muaviye b. Ebî Süfyan(Ümeyye)
Osman bin affan devlet hazinesinden kendi ailesine ekonomik imkanlar tahsis etmesi. Rivayetlere göre halife daha önce Taif'e Peygamber (salallahualeyhi ve alih) Tarafından sürgün edilmiş olan amcası Hakem'i Medine'ye getirdikten sonra kendisine yüz bin dirhem para verdiği gibi, Hz.Fatimeden (salamulahualeyha) Gasp edilen Fedek arazisini onun oğlu Mervan'a tahsis etmiş, Medine çarşısının gelirini yine Mervan'ın kardeşi Haris'e aktarmış, kendi damadı Abdullah b. Halid'e 400 bin dirhem vermiştir.
Ve Daha Niceleri...

İmam Ali’ye (Aleyhisselam) fırsat tanımadan ona karşı savaş açan işte bu kimselerdir. Çünkü Ali (Aleyhisselam) onlara makam vermemiş, arka çıkmamış, üstüne üstlük Beytü’l-Mal’dan haksız yere almış oldukları paraları ihtiyaç sahiplerine verebilmek için onlardan geri istemişti. O halde elinizi vicdanınıza götürün de kendiniz karar verin.

“Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu, Allah işitendir, görendir.” (3)
Kaynaklar:
(1)- Tarihu’l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.31.
(2)- Kasas, 83.
(3)- Nisa, 58.
__________________

Talha b. Ubeydullah

Meşhur sahabelerdendir. Ömer b. Hattab’ın hilafete layık gördüğü altı kişiden biridir. Ömer, onun hakkında, “Mutluyken mümin, öfkeliyken kâfir, bir gün insan, bir gün de şeytandır” demiştir. Ehlisünnet ve’l-Cemaat’e göre de Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) cennetle müjdelediği on kişiden biridir.

Talha, Resulullah’ın eşlerinden biri hakkında şöyle demişti: “Eğer Resulullah ölürse Ayşe ile evleneceğim; çünkü o, benim amcamın kızıdır.” Bu söz Resulullah’ın kulağına vardığında çok rahatsız olmuştu.

Hicap ayeti nazil olduktan sonra tüm kadınlar hicaba bürününce Talha yine şöyle dedi: “Acaba Muhammed bizim amca kızlarımızı da mı bize karşı giydirecek? O, bizden sonra hanımlarımızla evlenebiliyorken biz neden o öldükten sonra onun hanımlarıyla evlenmeyelim? “ (1)

Talha da diğerleri gibi Hz. Ali’yi (Aleyhisselam) yalnız bırakıp Osman b. Affan’ın yandaşları arasına katılanlardandı. Talha Osman’ın yanında yer aldı ve ona biat etti. Çünkü Osman ona her zaman bağışta bulunuyordu. Hilafete geçtiğinde Müslümanlara ait Beytü’l-Mal’ın kapılarını Talha’ya öylesine açtı ki, haddi hesabı yoktu.. (2)

İbn-i Sâd, Tabakat adlı eserinde şöyle yazar: Talha dünyadan gittiğinde mal varlığı otuz milyon dirhem (gümüş para) idi. Bunun 2 milyon 200 bini dirhem, 200 bini de dinar idi. Diğer mal varlıkları (gayrimenkul) ise bağ ve arazilerden ibaretti.(3)

Osman’ın öldürülmesi olayından hemen sonra (gelişen olaylar neticesinde) İmam Ali’ye (Aleyhisselam) ilk biat eden de yine Talha olmuştu. Hz. Ali’ye (Aleyhisselam) olan biatinden neden döndüğünü şöyle açıklamışlardır: “Hz. Ali Talha’yı Kufe ve etrafındaki illerin valiliğine atamaya yanaşmadı. Bunun üzerine Talha da biatini bozarak dün biat ettiği imama ertesi gün savaş ilan etti.”

Tâlhâ Hüseyin şöyle der: “Talha düzen karşıtları arasında bir numuneydi. Zenginliği ve gücü varken razı idi, ancak daha fazlasını istediğinde muhalefete kalkıştı, öldürdü ve öldü.”(4)
İmam Ali (as) Karşı başlatılan Cemel Savaşının Sorumlularından biride Talha idi On Binlerce Kişi Öldü, Kadınlar Dul Kaldı, Çcuklar yetim
Cemal Savaşında Talha’yı, Hz. Ali (Aleyhisselam) ile savaşmak için getiren Mervan b. Hakem öldürmüştü.

Kaynaklar:
(1)- Tefsir-i İbn-i Kesir, c.3 s.513; Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.228; Tefsir-i Âlusî, c.22, s.74 ve diğerleri Ahzab suresi 53. ayetin tefsirinde bu konuya değinmiştir
(2)- Taberî, c.4, s.405′te; İbn-i Ebil Hadid, c.2, s.161′te; Taha Huseyin, el-Fitnetü’l-Kübra, s.149′da şöyle demişlerdir: “Talha Osman’dan elli bin dinar borç almıştı. Bir gün ona, ‘Paran hazır, birini gönder vereyim’ demiş, Osman’da, ‘Ey Ebu Muhammed, o senin yiğitliğine karşın bir ödüldür’ diye cevap vermişti. Rivayet edilir ki, Osman bir keresinde de Talha’ya iki yüz bin dinar bağışta bulunmuştu.”
(3)- Tabakatü’l-Kübra, İbn-i Sâd, c.3, s.222.
(4)- el-Fitnetü’l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.1, s.150.
__________________
Zübeyr b. Avvam

Önde gelen sahabelerden, ilk hicret edenlerden ve aynı zamanda Peygamberimizin yakın akrabalarındandır. Abdülmüttalib’in kızı Safiye’nin (Resul-i Ekrem’in halası) oğludur. Zübeyr, Ebubekir’in bir diğer kızı Esma (Ayşe’nin kız kardeşi) ile evlenmiş, Ömer b. Hattab’ın hilafete aday gösterdiği kimseler arasına girmişti.(1) Zübeyr de Ehlisünnet ve’l-Cemaat’e göre cennetle müjdelenen on kişiden biriydi.

Talha’nın adının geçtiği her yerde onun adına da rastlamak mümkündür. Tarihte Talha nerede anılmışsa Zübeyr de onun yanında ve Zübeyr nerede anılmışsa Talha da onun yanında anılmıştır. O da dünyaya meyledenler arasındaydı.

Taberî’nin dediğine göre Zübeyr öldükten sonra elli bin dinar nakit para, bin at, bin köle, bazı mülkler ve Basra, Kûfe Mısır vb. şehirlerdeki bir çok arazisini geriye miras olarak bırakmıştı.

Ne ilginçtir ki seçkin sahabeler Zübeyr’i Osman’ı öldürmekle suçlarken Zübeyr de Osman’ın intikamını almak için kıyama kalkışıyordu. Nitekim İmim Ali (Aleyhisselam) savaş meydanında ona hitaben şöyle buyurmuştu: “Osman’ı sen öldürdüğün halde onun intikamını benden mi almak istiyorsun?” (2)

Cemelde Ölen On Binlerce Kişinin Sorumlarından Biride Zubeyidir. ve Daha Niceleri...

«Zübeyr, Ammar b. Yasir’in Hz. Ali’yle birlikte savaşa geldiğini öğrenince “Ah, ben perişan oldum, belim büküldü!” diye hayıflanmış, bedeni titremiş ve kılıcı elinden düşmüştü. Yanındakilerden biri bu manzarayı görünce, “Yazıklar olsun bana! Yanında yaşamayı ve yanında ölmeyi arzu ettiğim Zübeyr bu mu? Allah’a ant olsun ki tüm bunlar Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) duyduğu hadis yüzünden oldu!”» (3)

Bu yaptıklarına rağmen Talha ve Zübeyr’i zorla cennetle müjdelenen (!) on kişinin arasına sokmaya çalışıyorlar.

“Bu ancak onların kuruntusudur. De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin.”(4)

Kaynaklar:
(1)- Altı kişilik şurayı Ömer b. Hattab icat etmişti. Bu kurnazca yöntemle Ali (Aleyhisselam) karşısında rakipler yarattı. Çünkü bütün sahabe hilafetin İmam Ali’ye ait olduğunu biliyordu. Kureyş haksız yere bu makamı ondan aldı. Hz. Fatıma (s.a) bu konuda onlarla konuştuğunda, “Eğer kocan daha önce gelseydi, bu hakkı başkasına vermezdik” dediler. Ömer, ölümünden sonra hilafetin gerçek sahibine ulaşmasına razı değildi. Hilafet hevesi taşıyanları rakip olarak ortaya attı. Bunlar, riyaset arzuyla yaşayan, dinlerini dünyalarına satmış ve hüsrana uğramış kimselerdi.
(2)- Tarih-i Taberî, c.4, s.509; el-Kamil, İbn-i Esir, c.3, s.102.
(3)- Tarih-i Taberî, c.4, s.511.
(4)- Bakara, 111.
__________________

Sad b. Ebi Vakkas
Sahabenin büyüklerinden ve İslam tarihinde adından çokça bahsedilen kimselerdendir. İlk muhacirlerdendir. Bedir Savaşı’na da katılmıştır. Ömer b. Hattab’ın hilafete layık gördüğü altı kişiden biri olmakla beraber, Ehlisünnet ve’l-Cemaat’e göre cennetle müjdelenen on kişiden de biridir.

İbn-i Kuteybe el-İmamet ve’s-Siyaset adlı eserinde şöyle rivayet eder: Zühre oğulları, Peygamber’in vefatından sonra Sâd b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Avf’ın etrafında bir araya geldi. Hepsi Peygamber Mescidi’nde oturuyordu. Derken Ebubekir ile Ebu Ubeyde geldi. Bunun üzerine Ömer onlara dönerek, “Neden ayrı ayrı halkalar oluşturmuşsunuz? Kalkın ve Ebubekir’e biat edin. Ben ve ensar da ona biat ettik.” Sâd, Abdurrahman ve Zühre oğulları bu sözün ardından kalkıp Ebubekir’e biat ettiler.(1)

Sâd b. Ebi Vakkas da Müminlerin Emiri İmam Ali’ye (Aleyhisselam) biat etmekten kaçınmış, ona yardımcı olmamıştı. Hâlbuki onun hakkaniyetini ve faziletlerini pekâlâ biliyordu. Nitekim bizzat kendisi de İmam Ali (Aleyhisselam) hakkında birkaç fazilet nakletmiş, Buharî ve Müslim Sahih‘lerinde bu rivayetlere yer vermişlerdir.

Sâd der ki: Resul-i Ekrem’i (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) Ali (Aleyhisselam) hakkında üç sıfat beyan ederken duydum; eğer onlardan biri bende olsaydı benim için bütün sarı ve kızıl nimetlerden daha hayırlıydı:

1-Onun için şöyle dediğini duydum: “Onun bana olan yakınlığı, Harun’un Musa’ya olan yakınlığı gibidir. Ama benden sonra peygamber yoktur.”

2-Yine şöyle buyurduğunu duydum: “Yarın bayrağı öyle birine vereceğim ki o, Allah ve resulünü sever; Allah ve resulü de onu sever.”

3-Ve yine şöyle buyurduğunu duydum: “Ey insanlar! Sizin mevlanız kimdir?” Halk, “Allah ve resulüdür” diye cevap verince üç kez aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Daha sonra Ali’nin elini tutup yukarı kaldırdı ve şöyle seslendi: (O halde) ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, onun dostlarına dost, düşmanlarına düşman ol!” (2)

Sâd, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) şu sözünü unutabiliyor? “Zamane imamına biat etmeden ölen kimse cahiliyet ölümü üzere ölmüştür.” Nitekim bu rivayeti Abdullah b. Ömer nakletmiştir. Ama her şeye rağmen Sâd b. Ebi Vakkas cahiliye ölümü üzere ölmüş oluyor. Zira Sâd da Müminlerin Emiri Hz. Ali (aleyhisselam)'A biat etmemiştir.

Kaynaklar:
(1)- Tarihu’l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.18.
(2)- Hasais, Nesaî, s.47 ve 114.
__________________

Abdurrahman b. Avf
Cahiliyet dönemindeki adı Abdu Amr olan Abdurrahman b. Avf, daha sonra adı Peygamberimiz tarafından değiştirilerek Abdurrahman oldu. Zühre oğullarındandı ve Sâd b. Ebu Vakkas’ın amcasının oğluydu. Sahabenin büyüklerinden ve ilk hicret edenlerdendi. Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katılmıştı. Ömer b. Hattab’ın hilafet için aday gösterdiği altı kişiden biriydi. Ömer onu bu altı kişilik grubun başkanı seçmiş, “Ne zaman aranızda ihtilaf çıkarsa Abdurrahman b. Avf’ın olduğu tarafı seçin” demişti. Ehlisünnet ve’l-Cemaat’e göre o da cennetle müjdelenen on kişiden biriydi.

Abdurrahman, Kureyş’in en zengin gümrükçülerindendi. Öldüğünde mirasçılarına büyük bir mal varlığı bırakmıştı. Bazı tarihçilere göre; 1000 deve, 100 at, 10 bin koyun ve üzerinde yirmi devenin su taşıdığı birçok arazi bırakmış, dört karısı da ondan sonra 84′er bin dinarlık miras almışlardı. (16)

İmam Ali’nin (Aleyhisselam) hilafetten uzaklaştırılmasında önemli rolü oldu. Zira Abdurrahman, kabul etmeyeceğini bildiği halde Hz. Ali’ye Ebubekir ve Ömer’in sünnetine bağlı kalmayı şart koşmuştu. Ne var ki onların davranışları Kuran ve sünnetle bağdaşmıyordu ve bu yüzden de İmam Ali (Aleyhisselam) bu şartı geri çevirdi.

Abdurrahman b. Avf’ın sadece bu özelliği, onun cahiliye bidatlerini korumaya çalıştığını, sünnetten uzak olduğunu ve Resul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) pak Ehlibeyt’ine (Aleyhisselam) yönelik oynanan oyunlarda etkin rol alarak hilafetin Kureyş’e geçmesini sağlamaya çalıştığını ispat etmeye yeter. Onlar, hilafet makamını kullanarak istediklerini yapabilmeyi hedefliyorlardı.

Abdurrahman bin Avf, Osman’ın ilk iki halifenin sünnetiyle hareket etmediğini, yüksek makamları kendi yakınlarına verdiğini ve akrabalarına servetler bağışladığını gördüğünde çok pişman olmuş, yanına giderek onu azarlamış ve şöyle demiştir: “Ebubekir ve Ömer gibi hükümet edesin diye seni ben başa getirdim. Ama sen onlarla muhalefet ettin. Akrabalarına çokça bağışta bulundun. Onları Müslümanların boynuna bindirdin!” Osman, “Ömer Allah yolunda akrabalarıyla bağını koparmıştı, ben de Allah yolunda onlarla bağı kuruyorum!” diye cevap verince Abdurrahman, “Allah’a ant olsun ki artık seninle konuşmayacağım!” dedi ve ölünceye dek de onunla konuşmadı. Hatta ölüm döşeğinde bile Osman’a küskündü. Hastalandığı zaman Osman ziyaretine gelmiş, Abdurrahman ondan yüz çevirmiş, duvara bakmış ve onunla konuşmamıştı. (17)

İbn-i Ebil Hadid Mutezilî, Şerh-i Nehcü’l-Belaga‘da şöyle der: “Ali (Aleyhisselam) seçim gününde öfkelenmişti. Abdurrahman b. Avf’ın hile yaptığını anlayınca şöyle dedi: “Allah’a ant olsun ki, bu işi ancak dostunun dostundan umduğu şeyi sen de umduğun için yaptın. Allah ikinizin arasını bozsun!”(18)

İmam Ali (Aleyhisselam) bu sözüyle şunu ima etmeye çalışıyordu: Abdurrahman, Ebubekir’in Ömer’e yaptığı gibi Osman’ın da kendisinden sonra onu halife yapmasını umut ediyordu.

Ali (Aleyhisselam) ona şöyle dedi: “Öyle bir süt sağ ki, sana da faydası olsun ve bayrağı öyle birine ver ki yarın aynını sana geri verebilsin.” İmam, bu çok manalı cümleyle bir müddet sonra onların aralarının bozulacağını ve birbirlerine gireceklerini haber vermek istiyordu. Nitekim bu doğrultuda da dua etmişti.

Allah, İmam’ın (Aleyhisselam) duasını duymuş, çok geçmeden o ikisi arasında düşmanlık ve kin ortaya çıkarmıştı. Abdurrahman kendi damadına düşman oldu ve ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Hatta kendi cenazesine namaz kılmasını bile istemedi.

Kaynaklar:
(1)- Taberî ve Mesudî, c.3, s,333; Mesudî ve İbn-i Sad, c.3, s.89; Tâhâ Hüseyin,el-Fitnetü’l-Kübra, s.138.
(2)- Tarih, Ebul Fida, c.1, s.166; Ensabu’l-Eşraf, Bilazerî, c.5, s.57; el-İkdu’l-Ferid, İbn-i Abdu Rabbih Malikî, c.4, s.280.
(3)- Şerh-i Nehcü’l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.1, s.188.
__________________
Halid b. Velid
Asıl adı Halid b. Velid b. Mugîre’dir. Mahzum oğullarındandır. Ehlisünnet ve’l-Cemaat onu “Seyfullah”, yani “Allah’ın Kılıcı” olarak adlandırmıştır. Babası önde gelen zenginlerdendi. Öyle ki, servetinin haddi hesabı yoktu.

Abbas Mahmud Akkat, bu konuda şöyle der: (Halid b. Velid’in babası) kendi zamanındaki herkesten daha zengindi. Ve her çeşit zenginlikleri vardı. Altınları, gümüşleri, bağları, asma ağaçları, ticaretleri, hizmetçileri, köleleri ve cariyeleri herkesten daha çoktu. Bu yüzden onu, döneminin tek zengini anlamında “vahîd” diye çağırırlardı. (1)

Kurân-ı Kerim, Velid b. Mugîre’yi cehennem ateşi ile tehdit etmiş, onun için en kötü yeri vaat etmiştir. Nitekim Allah-u Taâla onun hakkında şöyle buyurur:

“Benimle tek olarak (vahîd) yarattığım şu adamı yalnız bırak. Ona uzun uzadıya mal verdim. Gözlerinin önünde duran oğullar verdim. Ona imkân üstüne imkân tanıdım. Hâlâ da gözünü dikmiş artırmamızı umuyor. Asla! Çünkü o, ayetlerimize karşı inatçı kesildi. Pek yakında onu sıkıntılara sokacağım. Doğrusu o, iyice bir düşündü ve kendince ölçtü-biçti. Geberesice, nasıl da ölçtü-biçti! Sonra gene de geberesice, nasıl da ölçütü-biçti! Sonra baktı. Sonra surat astı ve kaşlarını çattı. Sonra da arkasını dönüp kibirlendi. ‘Bu, ötelerden beri söylenegelen büyüden başka bir şey değil; bu, ancak bir insan sözüdür!’ dedi. Ben de onu Saqar’a (2) atacağım.”

Derler ki: Velid, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) yanına gelerek, yeni dini yaymaktan vazgeçmesi karşılığında ona mal ve servet vaat etti. O sırada şu ayet nazil oldu:

“(Ey Muhammed!) Eğriye doğruya hep yemin edene, fakir olana, daima ayıplayana, laf getirip götürene, hayra engel olana, hakka tecavüz edene, günahkâra, bütün bunlardan sonra halka karşı kaba davranana ve kötülülükleriyle maruf olana mal ve oğul sahibi olmasından dolayı itaat etme. Ayetlerimiz ona okunduğu zaman ‘Bunlar, eskilerin masalları’ der. Biz, yakında onun burnu üzerine damga vurup işaretleyeceğiz.” (3)

Ebu Bekir tarafından Halid b. Velid’e verilmişti. O, istediği şeyi yapmaya yetkiliydi!

Halid, Malik’in kabilesi arasında sadece Müslümanları öldürmekle yetinmedi; ölüleri musle[4] bile etti. İmanlı ve mümine kadınları esir etti. Allah’ın haram kıldığı mal ve namusları ayaklar altına aldı ve câiz bildi. Şer’i hükümleri tatil etti. Benim görüşüme göre hatta cahiliyet döneminde bile eşine rastlanılmayacak işler yaptı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Kim bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.”[5]

Yine şöyle buyurmaktadır: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.”[6]

Şaşırmaya hiç gerek yok! O, Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) tebliğini bozmak için her yola başvuruyor, servetiyle orduları donatıp Uhud Savaşı’nda Peygamber’in karşısına çıkarıyor ve onu ortadan kaldırmak için pusuda bekliyordu. Hudeybiye Barış Antlaşması’nın imzalandığı günlerde Peygamber’e suikast düzenlemeye çalışmış, ama yüce Allah elçisini koruyarak onun planlarını suya düşürmüştü.

Her ne kadar Ehlisünnet ve’l-Cemaat’in bahanecileri bu olaya çeşitli bahaneler getirseler de Halid b.Velid’in hayatı, Allah ve Resulü’nün emirlerine karşı geldiği olaylarla doludur. Bu konuda araştırma yapanlar, onun Ebubekir zamanında Yemame halkına neler yaptığını, Malik b. Nuveyre’yi ve kabilesini nasıl aldattığını mütalaa etmişlerdir: Halid, onları Müslüman oldukları halde ellerini bağlayarak öldürmüş, aynı gece Malik’in karısına yaklaşmış ve onunla cinsel ilişkiye girmişti.(7) Bu işi yaparken ne İslam’ın kanunlarını, ne de Arapların haysiyetini dikkate almadı. Ömer, fıkıhta dilediği fetvaları vermesine rağmen onun bu çirkin işini saklayamadı ve onu Allah düşmanı ilan edip recmetmeyle tehdit etti.

Halid b. Velid’in şahsiyetini bir kez daha inceleyerek, onun Peygamber sünnetine herkesten daha uzak olduğunu, Peygamber’in sünnetiyle çeliştiğini, onu arkasına aldığını, Kurân ve sünnete hiçbir şekilde önem vermemiştir.


Kaynaklar:
(1)- Abkariyye Halid, Abbas Akkad, s.24.
(2)- Saqar: Cehennem kuyularından bir kuyunun adıdır.
(3)- Kalem, 10–16.
[4] - Musle; Öldürülen şahısın bedenindeki el, ayak, burun, kulak vb. organları kesmektir. Musle, İslâm geldikten sonra haram kılınmıştır. Resulullah (s.a.a), kuduz bir köpeği bile musle yapmaktan men etmiştir. (M.)
[5] - Maide / 32.
[6] - Nisa / 93.
(7)- Mütercim der ki: Bu olay, Tarih-i Yakubî, c.2, s.110′da mevcuttur. Hatta Ebu Zuheyr es-Sadî bu konuda bir şiir okumuş, Halid b. Velid’in bu çirkin davranışını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Bkz: Vefayatu’l-Âyan, c.5, s.67; el-Vefat, c.2, s.626-627; Tarih-i Ebu’l-Fida, s.158; İbn-i Şuhne, c.11, s.114; Tarih-i İbn-i Esir‘in haşiyesinde.
Ebu Hureyre Dusî

Ebu Hureyre Dusî
Resul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) ömrünün sonlarına doğru Müslüman olan sahabelerden biridir. İbn-i Sâd’ın Tabakat adlı kitabında bildirdiğine göre, Ebu Hureyre fazilet bakımından dokuzuncu veya onuncu sıralardadır. Ebu Hureyre Hicretin yedinci yılının sonlarına doğru Peygamber’le tanıştı. Tarihçilerin dediğine göre onun Peygamber’le birlikteliği Bir Buçuk yıldan fazla değildir. (1)

Bazı tarihçiler de bu sürenin daha az olduğunu bildirmişlerdir. Çünkü Peygamberimiz onu İbn-i Hazremî ile birlikte Bahreyn’e gönderdi. Peygamberimiz vefat ettiğinde o Bahreyn’deydi.

Ebu Hureyre ne cihadıyla, ne de yiğitliğiyle meşhur biri değildi. Siyasetçilerden ve düşünürlerden veya hafızası güçlü fakihlerden de değildi. Üstelik okuma yazması da yoktu. Peygamber’in yanına karnını doyurmak maksadıyla gelmişti. Nitekim onunla ilk kez bu amaçla tanıştığını kendi de itiraf eder. Peygamberimiz de ona Suffe (2) ehlinin yanında yer vermişti. Ne zaman Peygamberimize sadaka ve yiyecek gelse, ona gönderirdi.

Ehlisünnet ve’l-Cemaat onu “İslam Rivayetçisi” olarak adlandırıyor, çok saygın bir zat olarak anıyor ve sözlerini delil olarak sunuyor. Belki de bazıları onun Hz. Ali’den daha bilgili olduğunu iddia ediyordur. Zira Ebu Hureyre kendisi hakkında şöyle rivayet etmiştir: «Bir gün Allah resulüne, “Ey Allah’ın resulü, senden birçok hadis işitiyorum da unutuyorum.” dedim. “Abanı yay!” buyurdu. Yaydım. Elleriyle (bir şey) avuçlayıp (abanın) içine at(ıyor gibi yap)tı. Sonra, “Topla!” diye emretti. Abamı topladım. İşte ondan sonra hiçbir şey unutmadım.» (3)

Ebu Hureyre, Peygamber’den o kadar hadis nakletmişti ki, sonunda Ömer dayanamayarak kendi eliyle onu kırbaçladı ve “Çok rivayet naklediyorsun, senden Resulullah adına yalan hadis uydurmak bile beklenir!” dedi. (4)

Ayşe de defalarca onu yalanlamış, Resulullah’tan naklettiği birçok hadisi reddetmişti. Hatta bir keresinde onun yaptığı bu işin çirkinliğini dile getirerek, “Ne zaman Resulullah’ın böyle söylediğini duydun?” (veya “Sen, Resulullah’tan duymadığım hadisleri söylüyorsun!”) diye çıkışmış, Ebu Hureyre de şöyle cevap vermişti: “Resulullah hadis söylerken sen ancak gözüne sürme çekmek ve aynanın karşısında saçına kına yakmakla meşguldün!”(5)

Bazı araştırmacılar, Yahudi inançlarını Ebu Hureyre’nin İslam’a soktuğunu ve hadis kitaplarını bunlarla doldurduğunu söylüyorlar. Başka bir deyişle; bir Yahudi olan Kâbu’l-Ahbar, onun sayesinde Yahudi inançlarını İslam’a sokmuştur. Teşbih,(6) tecsim,(7) hulul (8) ve peygamberler hakkında kötü sözler hep Ebu Hureyre tarafından İslam’a atfedilmiştir.
Ebu Hureyre Hakkında (aliyyenveliyullah Forum'da (Sahabe ve Hadis Faciası) Bölümünde Gerekli Açıklamalar yapılmıştır [Bakınız]

Kaynaklar:
(1)- Sahih-i Buharî, c.4, s.175, Ebu Hureyre’nin Kendi Hakkında Rivayetleri bölümü, Nübüvvet Alametleri babı.
(2)- Suffe ehli: Günlük yemeğe muhtaç fakirler topluluğu.
(3)- Sahih-i Buharî, c.1, s.38, İlim kitabı, Hıfzu’l-İlim babı ve c.3, s.3.
(4)- Ebu Hureyre, Mahmud Ebu Reyye Mısrî, s.103.
(5)- Siyer-u Âlâmi’n-Nubela, Zehebî, c.2, s.435. Çev.
(6)-Teşbih: Kelime anlamı itibarıyla “benzetme” demektir. Istılahta, “Allah’ı yarattıkları şeylere benzetmek” olarak geçer. Örneğin, Kurân-ı Kerim’deki “Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir” ayetine karşılık teşbihe inananlar bu ayetteki “el” kelimesini “Allah’ın gücü onlardan üstündür” şeklinde yorumlamazlar da, herkesçe bilinen “Allah’ın eli” olarak yorumlarlar. Yani Allah’a (hâşâ) el, kol, ayak vb. gibi insanî organlar atfederler. Çev.
(7) -Tecsim: Kelime anlamı itibarıyla “cisimlendirmek” demektir. Istılahta “Allah’ı belirli bir şekle sokmak ve onu (hâşâ) cisim olarak görebilmek” anlamında kullanılır. Nitekim bazıları İsrailiyat’tan alıntı yaparak Allah’ın insan şekline benzediğini, Hz. Adem’i de bu yüzden kendi şekline bürüdüğünü iddia ederler. Çev.
(8) -Hulul: Kelime anlamı itibarıyla “hallolma, erime, içine girme” demektir. Istılahta ise, “Allah’ın yaratmış olduğu mahlûklarda (hâşâ) hulul etmesine, yani içine girmesine” denir. Nitekim bazıları, bu inanıştadır. 
__________________
 Abdullah b. Ömer

Abdullah b. Ömer
Adı çokça anılan sahabelerdendir. Üç halife dönemindeki olaylarda önemli rolleri olmuştur. Ömer b. Hattab’ın oğlu olması, Ehlisünnet ve’l-Cemaat yanında saygın ve sevilen birisi olmasına yetmiştir. Ehlisünnet arasında büyük fıkıh âlimlerinden ve Peygamber’in hadislerini ezberleyenlerden biri olarak tanınır. Hatta İmam Malik, bir çok dinî hükümlerini ona dayandırmış ve Muvatta adlı kitabını onun rivayetleriyle doldurmuştur.

Ehlisünnet ve’l-Cemaat kitaplarını her açıp okuduğumuzda mutlaka onun ismine rastlarız. Ama bir araştırmacı gözüyle bu kitaplara bakacak olursak, onun adaletten, doğruluktan, Peygamber sünnetinden, fıkıh ve din ilimlerinden uzak olduğunu görürüz.

Abdullah b. Ömer’in, Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) zamanındaki yaşantısına kısaca değinmiştik. O zamanlar Abdullah, henüz ergenlik çağına bile girmemişti. İlim ehliyle hiçbir alakası yoktu ve onun görüşlerine kimse itina etmiyordu. Onun yaşını en fazla rivayet edenler bile Peygamberimiz vefat ettiğinde onun henüz on dokuz yaşında olduğunu söylerler.

Ne var ki, Abdullah b. Ömer, Kurân’a ve Peygamber’e uyarak Muaviye’yle savaşacağı yerde Müslümanların halifesiyle savaşmayı ve ona karşı fitne çıkarmayı tercih etti. Biz görüyoruz ki, Abdullah, tüm Müslümanların icma ile biatinde birleştiği Hz Ali’ye (Aleyhisselam) yüz çevirmiş; onun yerine zamanının imamına itaatsizlik eden, onunla savaşan, günahsız insanların kanını akıtan ve etkisi bugünlere kadar gelen fitnelerin çıkmasına neden olan Muaviye gibi birine biat etmeyi yeğlemiştir.

Abdullah b. Ömer bunlarla da yetinmeyip içkili, bozguncu ve imandan uzak biri olan melunlar melunu Yezid’e biat etti. Oysa Yezid, azat edilmiş bir babanın azat edilmiş oğluydu.

Abdullah b. Ömer’in Kitap ve Sünnet ile Muhalefeti
Allah-u Taâla Kurân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“İnananlardan iki grup, birbiriyle savaşa girişirse hemen aralarını bulun, bir bölüğü, öbürüne saldırırsa o saldırganlarla, Allah’ın emrine itaat edinceye dek savaşın.” (1)

Abdullah b. Ömer Kurân ve sünnete açıkça muhalefet etmiştir. Hatta muhacir ve ensardan oluşan ve İmam Ali’nin yanında yer alan ümmetin icmaına da muhalefet ederek, “Ben fitneler anında savaşmam ve savaşı azgın biri de kazansa, arkasında namaz kılarım!” demiştir. (2)

Ömer b. Hattab’ın, oğlu Abdullah için söylediği şu söz, sanırım onun nasıl biri olduğunu anlamamız için yeterli olacaktır: Dalkavuğun biri Ömer’i ölüm döşeğinde ziyaret ederek “Oğlun Abdullah’ı halife olarak tanıt!” diye bir teklifte bulundu. Bunun üzerine Ömer şu cevabı verdi: “Karısını dahi nasıl boşaması gerektiğini bilmeyen birini yerime nasıl bırakabilirim?”

Acaba Ehlisünnet ve’l-Cemaat, bugün bu gerçeğin farkında değil mi? Muhammedî (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) sünnet sadece Peygamber’in tertemiz Ehlibeyt’ine bağlı kalan İmamiye Şiîlerindedir.

“Ateş ehliyle cennet ehli bir değildir; asıl kurtuluşa erenler cennet ehlidir.” (3)
Abdullah b. Ömer Hakkında Daha Fazla Hadis var Bir Sözü Uzatmak İstemiyoruz...

Kaynaklar:
(1)- Hucurat, 9.
(2)- Tabakatü’l-Kübra, c.4, s.110.
(3)- Haşr, 20.
__________________
 Abdullah b. Zübeyr

Abdullah b. Zübeyr
Babası, Cemel Savaşı’nda öldürülen Zübeyr b. Avvam’dır. Cemel savaşı, nebevî sünnette Nakislerin (biatten dönenlerin) Savaşı diye geçer. Annesi Ebubekir b. Kuhafe’nin kızı Esma, teyzesi Ebubekir’in kızı ve Peygamberimizin hanımı olan Ayşe’dir. Hz. Ali’nin (Aleyhisselam) en büyük düşmanlarındandır. Dedesi Ebubekir’in hilafetiyle ve halası Ayşe’yle gurur duyuyordu. Bu ikisinden miras aldığı kinle yetişti.

Hz. Ali (Aleyhisselam), Abdullah’ın babası Zübeyr’e şöyle derdi: “Biz, bozguncu oğlun büyüyüp aramızı açıncaya kadar seni hep Abdulmuttalib’in çocuklarından biri olarak görürdük.”

Cemel Savaşı’nın önemli unsurlarından ve öncülerinden olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Hatta Ayşe onu halka namaz kıldırması için görevlendirmiştir. Bu olay, Talha ve Zübeyr’in Ayşe tarafından kenara alındığı bir dönemde gerçekleşmişti. Çünkü o zamanlar Talha ile Zübeyr birbirleriyle çatışma içerisindeydi ve ikisi de bu makama göz dikmişti.

Abdullah, babasını azarlamaktan, bu konuda onu eleştirmekten ve kışkırtmaktan geri kalmadı. Sonunda bu uygulamalara dayanamayan Zübeyr, oğlunun ısrarlarına yenik düştü, İmam’la (Aleyhisselam) savaştı ve öldürüldü. Böylece babasının onun hakkında söylemiş olduğu “Meğer ne uğursuz bir evlatmışsın sen!” sözü yerini bulmuş oldu.

Onun Haşim oğullarına, özellikle de Hz. Ali’ye düşmanlığı o kadar derindi ki, “Ben salâvat getirdiğim zaman bazıları (Hz. Ali) kibirleniyorlar!” diyerek kırk Cuma, hutbelerde Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) salâvat getirmekten kaçınmıştı.(1)

Abdullah b. Zübeyr’in, düşmanlık güttüğü Ehlibeyt’in (Aleyhisselam) fıkhıyla çelişen fıkhî görüşleri de vardır. Mesela, ona göre geçici evlilik haramdır. Bir keresinde Abdullah, İbn-i Abbas’ı “Ey kör! Eğer geçici evlilik yaparsan seni taşlayarak öldürtürüm!” diye tehdit etmiş, İbn-i Abbas da ona şöyle cevap vermişti: “Benim gözüm kör olabilir, ama senin kalbin kördür. Geçici evliliğin helal olup olmadığı konusunda şüphen varsa, git bunu annene sor!” (2)

Müminlerin Emiri İmam Ali (Aleyhisselam)… Ne mutlu ona itaat edene ve ne mutlu onu kendisine imam edinene!

Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

“Ey Ali! Sen ve Şiîlerin kıyamet günü kurtuluşa ereceksiniz.” (3)

“Hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” (4)

İyisiyle, kötüsüyle bütün sahabeler tarihte kaldı ve zavallı ümmet kan deryasında ve sapkınlık okyanusunda yalnızlığa itildi. Çoğu hak ile batılı birbirinden ayırt edemiyordu. Nitekim Talha, Zübeyr ve Sâd b. Ebi Vakkas da bunu itiraf etmişlerdi.
Kaynaklar:
(1)- Tarih-i Yakubi, c.2, s.261; Şerh-i Nehcü’l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.4, s.61–62.
(2)- Yaşlılık nedeniyle İbn-i Abbas, hayatının sonlarına doğru kör olmuştu. Zübeyr’in oğluna hitaben “Git, annene sor!” demesinden kastı ise, babası Zübeyr ile annesi Esma’nın geçici evlilik yapmış olmalarıydı. Abdullah da bu evlilikten dünyaya gelmişti. Rivayete göre, Abdullah bu olayı annesine sormuş, annesi de şöyle cevap vermişti: “Sana, İbn-i Abbas’la tartışmaya girme dememiş miydim? O, Arapların ayıplarını herkesten daha iyi biliyor!”
(3)- Dürru’l-Mensur fi Tefsiri’l-Me’sur, Celaluddin Suyutî, c.8, s.589, Beyyine suresinin tefsiri bölüm
(4)- Yunus, 35.
__________________
Ya Haydarı Kerrar Gayrı Ferrar Muhalife Kahhar Şiasına Gaffar...
KERRAR is on a distinguished road
 Ayşe Binti Ebu Bekir

Ebubekir’in Kızı Ayşe
Peygamberimizin hanımı Hicretten iki veya üç yıl sonra Peygamberimiz onunla evlenmiştir. Meşhur görüşe göre Peygamberimiz vefat ettiğinde Ayşe on sekiz yaşında idi. Peygamber’in bütün hanımları için “Ümmül Müminin” (müminlerin annesi) lakabı geçerliymiş!!!. Mesela şöyle denir: Ümmül müminin Hatice, ümmül müminin Hafsa ve ümmül müminin Mariya…

Bu noktaya değinmemin özel bir nedeni vardı. Çünkü insanların çoğu “ümmül müminin” lakabının Peygamber’in bütün hanımları için geçerli olduğunu bilmiyor. Zira Ehlisünnet hadislerinin hepsi Ayşe’den rivayet ediliyor ve Peygamberimizin diğer hanımları hakkında bir şey rivayet edecek olsalar yine Ayşe’nin rivayetlerine müracaat ediyorlar. Adeta dinlerinin yarısı Ayşe’den veya başka bir deyişle Hümeyra’dan (1) (al yanaklı) öğreniyorlar. Sanki ümmül müminin lakabı Peygamber hanımları arasında sadece Ayşe için geçerliymiş gibi…

Ayşe’nin, Peygamber sünnetini görmezden geldiğini, onu önemsemediğini ve Hz. Ali hakkında Resul-i Ekrem’den birçok hadis işitmesine rağmen aksine hareket ettiğini söylemiştik. Ayşe, Allah ve Peygamber’inin emrine karşı gelerek evinden dışarı çıkmış, kötü sonuçlar doğuran Cemel savaşını yönetmiş ve sonuçta On binlerce günahsız insanın kanının dökülmesine vesile olmuştu. Osman b. Hanif ile yapmış olduğu barış anlaşmasını da ayaklar altına alarak adamlarını yakalatmış, ellerini bağlatmış, elleri bağlı bir şekilde yanına getirildiklerinde hepsinin ölüm emrini vermişti. Sanki Peygamberimizin şu sözünü duymamıştı: “Bir Müslüman’a sövmek takvasızlık, onu öldürmek veya onunla savaşmak küfürdür.”(2)

Ayşe, İmam Ali’den (Aleyhisselam) sonra onun evlatlarıyla da düşmanlıktan geri kalmadı. Öyle ki, İmam Hasan (Aleyhisselam) şehit edildikten sonra dahi cenazesinin dedesi Resul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) mezarının yanına defnedilmesine izin vermedi. Feryatlarla evden çıkmış, bir katıra binmiş, Haşim oğullarına karşı Ümeyye oğullarından yardım istemiş, “Sevmediğim bir kimseyi evimde istemiyorum!” diye bağırmıştı. Böylece yeni bir savaş çıkarmak istiyordu. Hatta yakınlarından biri ona şöyle demişti: “Kızıl bir deveye bindiğin gün bize yetmiyormuş gibi şimdi de haki bir katıra binerek ne yapmaya çalışıyorsun; halk bize ne der sonra?” (3)

Bu ilginç rivayetler, Şia’nın uydurduğu rivayetler değil, Ehlisünnet ve’l-Cemaat’in sahih kitaplarında yer alan rivayetlerdir. Ama gelin görün ki, Ehlisünnet mensupları dahi henüz bu rivayetleri duymamışlardır. Üstelik bunları okuyanları da kâfir bilmektedirler.

“Allah, kâfir olanlara, Nuh’un ve Lut’un karısıyla örnek getirmededir; ikisi de, temiz kullarımızdan ikisinin nikâhı altındaydı, derken onlara karşı hainlikte bulundular da o iki temiz kul, hiçbir suretle onları Allah’ın cezasından kurtaramadı ve onlara ‘Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin ateşe!’ dendi.”
(10)- Altı kişilik şurayı Ömer b. Hattab icat etmişti. Bu kurnazca yöntemle Ali (Aleyhisselam) karşısında rakipler yarattı. Çünkü bütün sahabe hilafetin İmam Ali’ye ait olduğunu biliyordu. Kureyş haksız yere bu makamı ondan aldı. Hz. Fatıma (s.a) bu konuda onlarla konuştuğunda, “Eğer kocan daha önce gelseydi, bu hakkı başkasına vermezdik” dediler. Ömer, ölümünden sonra hilafetin gerçek sahibine ulaşmasına razı değildi. Hilafet hevesi taşıyanları rakip olarak ortaya attı. Bunlar, riyaset arzuyla yaşayan, dinlerini dünyalarına satmış ve hüsrana uğramış kimselerdi.


Kaynaklar:
(1)- Yanakları kırmızı olduğu için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem), Ayşe’ye Hümeyra lakabını vermiş ve Ehlisünnet rivayetine göre ümmetine, “Dininizin yarısını bu Hümeyra’dan alınız” buyurmuştur. Çev.
(2)- Sahih-i Buharî, c.8, s.91; Sahih-i Müslim, İman bölümü.
(3)- Tahrim, 10.
__________________
Ya Haydarı Kerrar Gayrı Ferrar Muhalife Kahhar Şiasına Gaffar...

 Muaviye Bin Ebu Sufyan

Muaviyeyi ikinci halife Ömer ve üçüncü halife olan Osman’ın Şam’a Müslümanların emiri olarak Atadığını bilmiyor musunuz?
 Muaviye’nin Bazı Özellikleri ve Faaliyetleri:

Ey Ehli Sünnet alimleri! ALLAH ve Resulüne söven birini ne zaman kadar sevip savunacaksınız !!!
Muaviye’nin Bazı Özellikleri ve Faaliyetleri:

Hasan Basri şöyle demiştir: “Muaviye dört şey yaptı ki, bunların her biri onun katli için yeterliydi.
1- Sahabe arasında liyakatli, yetenekli ve dürüst insanlar varken sefih ve düşüncesiz insanları müslüman halkın başına musallat etti.
2- Sürekli sarhoş olan, ipek elbiseler giyip def ve tanbur çalan oğlu Yezid’i halifelik makamına oturttu.
3- Ziyad’ı kendi kardeşi ilan etti. Oysa ki Muaviye’nin babası, Ziyad’ın annesiyle zinada bulunmuştu ve Hz. Resulullah (saa)’ın sarih buyruğu gereğince “Zina yoluyla akrabalık bağının oluşmayacağı” bilinmekteydi.
4- Müslüma
nlar arasında takva ve inkilabiliğiyle tanınan Hucr bin Adiyy ile arkadaşlarını öldürttü.

(Resail’ül Cahız, S.294Mısır bas.1352 H. Ve Mugrizzi “Risaleti Beni Ümeyye ve Risalei en Niza vet Tehasüm” S.65, 1368 H.Necef bas.)

-Muaviye Hz. Resulullah (saa)’ın “Namuslu insan, sünnet ve şeriata uygun davranır, zina edenlerse recm olunmalı, taşlanmalıdır” şeklindeki sünnetine karşı çıkmıştır.
(Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C.1, S.113 Mısır Bas.)

Muaviye içki içerdi.
Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C.3, S.228 Mısır Bas; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak ve İzhâk’ul Bâtıl” C.1, S.49; Emini “el-Gadir” C.10, S.157)


-Muaviye’nin son arzusu, ölmeden önce “Sıcak bir günde serin şarap içip çocuklarını seyretmek” idi.

(Müsned-i Ahmet bin Hanbel C.5, S.347; İbn-i Asakir “Tarih-i Medinet-i Dimaşk” C.7, S.311; Emini “el-Gadir” C.10, S.189)

-Muaviye faiz yerdi.
(A.Aahmud el-İkaade “Muaviye bin Ebi Süfyan” S.132 Mısır Bas.)

-Muaviye’ye göre miraç olayı rüyadan ibaretti.
( Sahih-i Müslim’den naklen, Sünen-i Beyhaki C.5, S.477)

-Muaviye bir keresinde Çarşamba günü Cuma namazı kıldırdı.
(Dr. Heykel “Hz. Muhammed’in Hayatı” C.1, S.268 Farsça)

-Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır. Hz. Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi.
(Sahih-i Müslim C.1, S.258-259; Sahih-i Buhari C.1, S.131)


-Muaviye, Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün.”
(Tarih’üt Tabari C.4, S.187; İbn-i Esir C.3, S.233)


-Muaviye Hz. Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı.”

(Tarih’üt Tabari C.4, S.171; )


-Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü.

(Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin”)
__________________
Ya Haydarı Kerrar Gayrı Ferrar Muhalife Kahhar Şiasına Gaffar...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...