İBRAHİM’İN MİSAFİRLERİ \ Ahmet BAYDAR
MA’KÛLÂT HAZRETİ
Varlıkların görülene ve görülemeyene doğru akışları, suyun buhara buharın suya dönüşmesi gibi fiziksel olduğundan izlenebilmektedir. Aynaya bakan kişinin suretiyle olan ilişkisi de, canlı yayının ekrandaki görüntüyle olan ilişkisi de böyledir. İzlenebilir, tekrarlanabilir ve geneldir. Temiz havadaki çiçekten yayılan rayiha gibi bazı dönüşümler görülemese de durum aynıdır. Fiziksel imkânlar birleşince görüntüler ve kokular var olmakta, bu imkânlar yok olunca görüntüler ve kokular da yok olmaktadır.
Gıdaların cana dönüşümü de bundan çok farklı değildir. Can gıdalarla vardır, gıdalar yok olunca can da yok olur. Ne var ki canın bedensel faaliyetleri göründüğü hâlde dimağda oluşturduğu faaliyetler görünmemektedir. Hâfıza, hayal, idrak, irâde, muhâkeme, kuşku, inkâr, iman ve onlarla ilgili pek çok faaliyet duyular üstü kalmaktadır. İnsan ruhunun hulûlî mi yoksa zuhûrî mi, a’razî mi yoksa cevherî mi olduğu tartışmasına girmeden şunu söyleyebiliriz.
Kur’an’da; Âdem’e üflendiği belirtilen ruh ile ona vahiy getirdiği ifade edilen er-ruh da ma’kûlat hazretindedir. Çünkü izlenir, tekrarlanır ve genel değildir. Kur’an’da kendilerine iman edilmesi istenen mukarrabûn, kiramen kâtibin ve arşın etrafındakiler gibi (ulvî) melekler de böyledir.
Gıdaların cana dönüşümü de bundan çok farklı değildir. Can gıdalarla vardır, gıdalar yok olunca can da yok olur. Ne var ki canın bedensel faaliyetleri göründüğü hâlde dimağda oluşturduğu faaliyetler görünmemektedir. Hâfıza, hayal, idrak, irâde, muhâkeme, kuşku, inkâr, iman ve onlarla ilgili pek çok faaliyet duyular üstü kalmaktadır. İnsan ruhunun hulûlî mi yoksa zuhûrî mi, a’razî mi yoksa cevherî mi olduğu tartışmasına girmeden şunu söyleyebiliriz.
Kur’an’da; Âdem’e üflendiği belirtilen ruh ile ona vahiy getirdiği ifade edilen er-ruh da ma’kûlat hazretindedir. Çünkü izlenir, tekrarlanır ve genel değildir. Kur’an’da kendilerine iman edilmesi istenen mukarrabûn, kiramen kâtibin ve arşın etrafındakiler gibi (ulvî) melekler de böyledir.
ACABA BU MELEKLER GÖRÜNÜR MÜ?
Ulvî Melekler Görünür mü?
Ahirete inanmayanlar; Hz. Muhammed’in doğruluğunu sureten kabul etmek, aslında reddetmek için, kendilerine gökten melek indirilmesini isterler. Bununla da yetinmez Allah’ın görünmesini isterler. Kur’an, onlara şu cevabı verir:
“Büyüklendiler; büyük azgınlık ettiler. Melekleri görecekleri gün, işte o gün, günahkârlara hiçbir sevinç haberi yok!”[1]
Yani vahyi değil de bizzat vahiy meleğini istemekle kendilerini peygamberlerin yerinde gördüler. Hatta “Beni göremeyeceksin” fermanına muhatap olan Peygamber’den de üstün gördüler kendilerini.[2]Oysa inkâr ettikleri bir ma’kûlü görmek istemişlerdi. Yani kendilerini kapatmışlardı. Bu nedenle görmeleri imkânsızdı.
Nitekim Kur’an, elçi olarak bir meleğin gelmesini ve kendilerine görünmesini isteyen münkirlere de bu beklentilerinin anlamsızlığı sadedinde şöyle demişti: “Onu bir melek yapsaydık bir adam yapardık da düştükleri şaşkınlığa onları yine düşürmüş olurduk.”[3] Bunun anlamı şudur: Onlara vahiy değil de bizzat melek gelseydi, onu zaten göremeyeceklerdi. Eğer o melek bir adam biçimine dönüşmüş olsaydı, o zaman da onun insanlardan farkı kalmayacaktı. Yani münkirler yine olmayacağına inandıkları bir şeyi istiyorlardı. Ruh dünyalarını başka bir ihtimale kapatmışlardı. Bunlardan; vahiy meleğinin münkirlere görünmeyeceği anlaşılabilir. Onun münkir bir kitle tarafından görülemeyeceği de dolayısıyla anlaşılabilir. İlginçtir, Kur’an-ı Kerim, müminlerin vahiy meleğini görme talepleri olduğundan söz etmez.
Aksine bir ayette; sahabenin, kendilerine yardım eden binlerce meleği görmediğinden bahseder: “Allah, Resulünün ve müminlerin üzerine sekinetini indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi.”[4] Yani müminler de kendi kalplerine güzel duygular telkin eden, düşmanlarının kalplerine korkular salan binlerce meleği görememişlerdir. Ulema, işte yukarıdaki ayetlere istinaden (ulvî) meleklerin görülemeyecekleri kanaatine varmışlardır. Evet, bu ayetlerden kitlelerin onları asıl mahiyetleriyle göremeyecekleri anlaşılmaktadır. Fakat acaba onlar istedikleri bir şekle bürünüp de bazı fertlere görünebilirler mi?
Nitekim Kur’an, elçi olarak bir meleğin gelmesini ve kendilerine görünmesini isteyen münkirlere de bu beklentilerinin anlamsızlığı sadedinde şöyle demişti: “Onu bir melek yapsaydık bir adam yapardık da düştükleri şaşkınlığa onları yine düşürmüş olurduk.”[3] Bunun anlamı şudur: Onlara vahiy değil de bizzat melek gelseydi, onu zaten göremeyeceklerdi. Eğer o melek bir adam biçimine dönüşmüş olsaydı, o zaman da onun insanlardan farkı kalmayacaktı. Yani münkirler yine olmayacağına inandıkları bir şeyi istiyorlardı. Ruh dünyalarını başka bir ihtimale kapatmışlardı. Bunlardan; vahiy meleğinin münkirlere görünmeyeceği anlaşılabilir. Onun münkir bir kitle tarafından görülemeyeceği de dolayısıyla anlaşılabilir. İlginçtir, Kur’an-ı Kerim, müminlerin vahiy meleğini görme talepleri olduğundan söz etmez.
Aksine bir ayette; sahabenin, kendilerine yardım eden binlerce meleği görmediğinden bahseder: “Allah, Resulünün ve müminlerin üzerine sekinetini indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi.”[4] Yani müminler de kendi kalplerine güzel duygular telkin eden, düşmanlarının kalplerine korkular salan binlerce meleği görememişlerdir. Ulema, işte yukarıdaki ayetlere istinaden (ulvî) meleklerin görülemeyecekleri kanaatine varmışlardır. Evet, bu ayetlerden kitlelerin onları asıl mahiyetleriyle göremeyecekleri anlaşılmaktadır. Fakat acaba onlar istedikleri bir şekle bürünüp de bazı fertlere görünebilirler mi?
CİBRİL GÖRÜNÜR MÜ?
Cibril’in sahabeden bazıları suretinde göründüğü şeklindeki haberler, tavzihe muhtaçtır. Çünkü yukarıdaki ayetler, meleklerin birçok insana birden görünmelerini olumsuzlamaktadır. Bu konudaki haberler, “elçiyi eğer melek yapsaydık onu bir adam yapardık” ayetinin, delalet etmediği manaya tefsiri gibidir.
Fakat bu konuda tavzihe muhtaç daha önemli bazı hususlar vardır.
Hz. Muhammed’in Cibrîl’i iki defa gördüğü şeklindeki yorumlar Kur’an’a isnat edilmektedir.[5]Diğer yandan, Allah’ın ruhu’nun, Meryem’e bir insan şeklinde göründüğü, bizzat Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir. Bu ruh da müfessirlerin cumhuruna göre Cibril’dir.[6]Diğer yandan, Hz. İbrahim’in Allah’ın elçilerini gördüğü bizzat Kur’an’da beyan edilmiştir.
Müfessirlere göre, İbrahim ve eşinin, Lut ve eşinin, hatta inkârcı kavmin de müşahede etmiş[7]olduğu bu elçiler, aralarında Cibril’in de bulunduğu meleklerdir. Bu çıkarımlar, insanın metafizik öğeleri görememesi gerçeği ile çelişmez mi? İnanmayan toplum, sahabenin göremediklerini görmüş müdür? Eğer evetse bu imkânın bugün de devam etmesi gerekmez mi? Eğer melekler, insan kılığında görünebiliyorlarsa, hayvan suretlerinde de görünemezler mi? Bu kabuller, toplumları hurafelere sevk edip bilimde kuşkuya vesile olmaz mı? Bu soruları, Kur’an’da anlatılan İbrahim’in misafirleri olayını esas alarak cevaplandırmak istiyoruz.
Hz. Muhammed’in Cibrîl’i iki defa gördüğü şeklindeki yorumlar Kur’an’a isnat edilmektedir.[5]Diğer yandan, Allah’ın ruhu’nun, Meryem’e bir insan şeklinde göründüğü, bizzat Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir. Bu ruh da müfessirlerin cumhuruna göre Cibril’dir.[6]Diğer yandan, Hz. İbrahim’in Allah’ın elçilerini gördüğü bizzat Kur’an’da beyan edilmiştir.
Müfessirlere göre, İbrahim ve eşinin, Lut ve eşinin, hatta inkârcı kavmin de müşahede etmiş[7]olduğu bu elçiler, aralarında Cibril’in de bulunduğu meleklerdir. Bu çıkarımlar, insanın metafizik öğeleri görememesi gerçeği ile çelişmez mi? İnanmayan toplum, sahabenin göremediklerini görmüş müdür? Eğer evetse bu imkânın bugün de devam etmesi gerekmez mi? Eğer melekler, insan kılığında görünebiliyorlarsa, hayvan suretlerinde de görünemezler mi? Bu kabuller, toplumları hurafelere sevk edip bilimde kuşkuya vesile olmaz mı? Bu soruları, Kur’an’da anlatılan İbrahim’in misafirleri olayını esas alarak cevaplandırmak istiyoruz.
MÜJDE GETİREN ELÇİLER
İbrahim’in misafirleri olayı, en geniş şekliyle Hûd Suresinde yer alır.
Bu bölüm Süleyman Ateş’in mealinde şöyle verilmiştir:
“69- Elçilerimiz İbrahim’e müjde getirip: “Selâm!” demişlerdi. O da “Selâm!” dedi. Çok durmadan hemen kızarmış buzağı getirdi.
70- Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve onlardan ötürü içinde bir korku duydu. “Korkma, dediler, biz Lût kavmine gönderildik.”
71- Ayakta durmakta olan karısı güldü, biz de ona İshâk’ı müjdeledik, İshâk’ın ardından da Ya’kub’u.
72- “Vay dedi, ben bir koca karı, bu kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şeydir!”
73- Dediler ki: “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir ey ev halkı! O, övülmeğe lâyıktır, iyiliği boldur.”
74- İbrahim’den korku gidip kendisine sevinç gelince Lût kavmi hakkında bizimle tartışmağa başladı.
75- Çünkü İbrahim, gerçekten halimdir, içlidir, Rabbine yalvarandır.
76- “Ey İbrahim, dediler, bundan vazgeç. Zira Rabbinin emri gelmiştir, mutlaka onlara geri çevrilmez azap gelecektir!'[8]
Olayın başında; elçiler müjde getirdiler deniyor. Bu, olayın mukaddimesidir. “Selamlaşma” bile bundan sonra gelmektedir. Ayrıca İbrahim (a.s.) ağırlamak için onlara yemek getirecektir. Demek ki Hz. İbrahim onları melek olarak değil tam birer insan olarak görmüştür. Kur’an okuyucusu, o misafirleri müjde getiren melekler olarak algılasa bile, Hz. İbrahim, onların önüne yemek koyana kadar bunun farkında değildir.
Nitekim onların yemediklerini görünce endişelenmeye başlamıştır. Bunun üzerine misafirler, “Korkma biz Lut kavmine gönderildik!” derler. Bu arada İbrahim’in karısının ayakta durduğu ifade edilir. Bu değininin sebebi açık değildir. Sonra güldüğü dile getirilir. Onun gülüş sebebi ve bunun niçin zikredildiği de belirsizdir. Sonra ona İshak ve Yakup müjdelenir. Yakup oğul değil torundur. Bu zikrin sebebi de kapalıdır. Daha sonra “size” hitabıyla, ev halkına rahmet dilenir. “Siz” zamiri dil açısından erildir. Belli ki bu muhataplar arasında İbrahim de vardır. Zaten bundan sonra da İbrahim’den korkunun gittiği, kendisine sevinç geldiği ve Lut kavmi hakkında mücadeleye başladığı belirtilir.
Bu bölüm Süleyman Ateş’in mealinde şöyle verilmiştir:
“69- Elçilerimiz İbrahim’e müjde getirip: “Selâm!” demişlerdi. O da “Selâm!” dedi. Çok durmadan hemen kızarmış buzağı getirdi.
70- Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve onlardan ötürü içinde bir korku duydu. “Korkma, dediler, biz Lût kavmine gönderildik.”
71- Ayakta durmakta olan karısı güldü, biz de ona İshâk’ı müjdeledik, İshâk’ın ardından da Ya’kub’u.
72- “Vay dedi, ben bir koca karı, bu kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şeydir!”
73- Dediler ki: “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir ey ev halkı! O, övülmeğe lâyıktır, iyiliği boldur.”
74- İbrahim’den korku gidip kendisine sevinç gelince Lût kavmi hakkında bizimle tartışmağa başladı.
75- Çünkü İbrahim, gerçekten halimdir, içlidir, Rabbine yalvarandır.
76- “Ey İbrahim, dediler, bundan vazgeç. Zira Rabbinin emri gelmiştir, mutlaka onlara geri çevrilmez azap gelecektir!'[8]
Olayın başında; elçiler müjde getirdiler deniyor. Bu, olayın mukaddimesidir. “Selamlaşma” bile bundan sonra gelmektedir. Ayrıca İbrahim (a.s.) ağırlamak için onlara yemek getirecektir. Demek ki Hz. İbrahim onları melek olarak değil tam birer insan olarak görmüştür. Kur’an okuyucusu, o misafirleri müjde getiren melekler olarak algılasa bile, Hz. İbrahim, onların önüne yemek koyana kadar bunun farkında değildir.
Nitekim onların yemediklerini görünce endişelenmeye başlamıştır. Bunun üzerine misafirler, “Korkma biz Lut kavmine gönderildik!” derler. Bu arada İbrahim’in karısının ayakta durduğu ifade edilir. Bu değininin sebebi açık değildir. Sonra güldüğü dile getirilir. Onun gülüş sebebi ve bunun niçin zikredildiği de belirsizdir. Sonra ona İshak ve Yakup müjdelenir. Yakup oğul değil torundur. Bu zikrin sebebi de kapalıdır. Daha sonra “size” hitabıyla, ev halkına rahmet dilenir. “Siz” zamiri dil açısından erildir. Belli ki bu muhataplar arasında İbrahim de vardır. Zaten bundan sonra da İbrahim’den korkunun gittiği, kendisine sevinç geldiği ve Lut kavmi hakkında mücadeleye başladığı belirtilir.
ELÇİLERİN LUT’A GELİŞİ
Meselenin Hz. İbrahim’le ve eşiyle ilgili kısmı burada bitmektedir. Ancak elçilerin Hz. Lut’a gidişleri ve olanların anlatımı şöyle devam etmektedir:
77- Elçilerimiz Lût’a gelince onlar yüzünden kaygılandı, onlar için arşını daraldı. “Bu, çetin bir gündür!” dedi.
78- Daha önceden kötü işler yapan kavmi de koşarak ona geldiler: Ey kavmim, dedi, işte kızlarım, onlar sizin için daha temiz! Allah’tan korkun, konuklarımın içinde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?”
79- Dediler ki: “Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını bilmişsindir. Ve sen bizim ne istediğimizi de pekâlâ bilirsin”.
80-“Keşke sizi savacak gücüm olsaydı yahut da çok sarp bir kaleye sığınabilsem!” dedi.
81- (Melekler) dediler ki: “Ey Lût, biz senin Rabbi’nin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Gecenin bir kısmında aileni yürüt; içinizden, karından başka hiç kimse geri dönüp bakmasın. Çünkü ötekilerine erişen (azap) ona da erişecektir. Başlarına gelecek azap zamanı sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?”
82- Emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik; üzerine de taş yağdırdık: çamurdan pişmiş, hazırlanmış, istif edilmiş,
83- Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlar). Bu, zalimlerden uzak değildir.”
Bu misafirlerin gerçek insanlar oldukları, aslında İbrahim’in onlara yemek değil de altından buzağı heykeli takdim ettiği, kabul etmedikleri için de onlardan korktuğu şeklindeki düşünmeler, en hafif ifadesiyle dile ve metne iftiradır. Kabul etmediklerini görünce onlara, “kabul etmez misiniz” manasında “yemez misiniz” dediğini düşünmek de akla iftiradır. Bu hâdisede izlenen bazı sıra dışılıklar, misafirlerin gelecek olaylara ve ilahi kudrete elçilik yapması, onların Kur’an dilindeki melekler olduğunu sarahatle göstermektedir.
OLAYIN ŞEMASI
Mealini verdiğimiz bu anlatım, Kur’an’da, üç yerde daha parçalar halinde tekrarlanmaktadır. Bunlardan birisi en kısa olanıdır. Burada, ilk anlatımın çatısına uygun şekilde, olayın sadece başı ve sonu hatırlatılmıştır.[9]
Diğer bir bölüm ise, ilk anlatımın tam bir özetidir. Yine olay yukarıdaki şemaya uygun olarak hülasa edilmiştir.[10]
Başka bir bölüm de, Hz. İbrahim’in kendisiyle ilgili müjdenin genişletildiği fragmandır.[11]Burada çocuk müjdesinin Hz. İbrahim’e verildiği ifade edilmektedir. Oysa ilk anlatımda bu müjdenin, eşine verildiği dile getirilmiştir. Binaenaleyh bazıları bu son fragmanın anlatım şemasına uymadığını ve hatta çelişki oluşturduğunu zannetmişlerdir. Bu yazıda cevabını bulacak hususlardan birisi de bu zandır. Fakat her şeyden önce şu kadarını söylememiz gerekir. Bu ve benzer yanılmaların temelinde bu olayın iki ayrı kıssa gibi mütalaa edilmesi bulunmaktadır.
Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un kişisel ve yerel yakınlıkları nedeniyle birleştirilen iki kıssa gibi düşünülmektedir. O zaman da anlatımdaki birçok önemli husus dikkatlerden kaçmaktadır.
Evet, Lut, Hz. İbrahim’in kardeşinin oğludur. Ancak onların bu anlatımdaki birlikteliğinin sebebi akrabalıkları olamaz.
Çünkü İbrahim, imanı akrabalığa tercih eden bir isimdir. Olaylarının birleştirilme sebebi, ikisine aynı elçilerin gelmesi de olamaz. Çünkü o elçilerin âdeti zaten budur. Bu olayın bir bütün olarak telakki edilmesini gerektiren, merkezinde de Hz. İbrahim’in bulunduğunu düşündüren hususlar vardır. Bütünlüğe delalet eden hususlardan birisi, iki yarının şemalarındaki mütekabiliyettir. Birinci kısmının şeması şöyledir: 1) Mukaddime. 2) Hz. İbrahim’in korkusu. 3) Misafirlerin Hz. İbrahim’i teskin edişleri. 4) Müjdeler. (Hanıma müjde verilişi ve İbrahim’e bereket müjdesi.)
5) Hz. İbrahim’in Lut kavmi helak edilmesin diye mücadele vermesi. Olayın ikinci kısmının şeması da şöyledir: 1) Mukaddimeye karşı Elçilerin Lut’a gelişi. 2) Hz. İbrahim’in endişesine karşı, Lut’un endişesi. 3) Elçilerin İbrahim’i teskin edişine karşı, Lut’un kendi kavmini teskin etmeye çalışması. 4) Hz. İbrahim ve eşine çocuk müjdesine karşı, Lut ailesine necat ve eşine ve kavmine helak müjdesi. 5) Hz. İbrahim’in “kavim helak edilmesin” mücadelesine karşı, kavmin helak edilmesi.
İşte şemasını çıkardığımız bu iki yarıya Kur’an’ın verdiği ortak isim İbrahim’in misafirleridir: “İbrahim’in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?”[12] “İbrahim’in misafirlerinden onlara haber ver.”[13] Bu, oldukça düşündürücü olmalıdır. Çünkü her iki bölümde de bu adlandırmalardan sonra, olayın iki yarısı da tam olarak anlatılmıştır. Bu iki bölümü bütünleştiren diğer bir husus, olayın ta başında misafirlerin, “Korkma biz Lut kavmine gönderildik!” demeleridir. Onlar “Korkma biz meleğiz!” dememişlerdir. “Korkma müjde getirdik!” de dememişlerdir. Daha İbrahim’e ve eşine çocuk müjdesi vermeden “Lut kavmine gönderildik!” demişlerdir. Demek ki Lut’a gidişin, bizzat İbrahim’e gelişle bir bağlantısı söz konusudur.
Başka bir bölüm de, Hz. İbrahim’in kendisiyle ilgili müjdenin genişletildiği fragmandır.[11]Burada çocuk müjdesinin Hz. İbrahim’e verildiği ifade edilmektedir. Oysa ilk anlatımda bu müjdenin, eşine verildiği dile getirilmiştir. Binaenaleyh bazıları bu son fragmanın anlatım şemasına uymadığını ve hatta çelişki oluşturduğunu zannetmişlerdir. Bu yazıda cevabını bulacak hususlardan birisi de bu zandır. Fakat her şeyden önce şu kadarını söylememiz gerekir. Bu ve benzer yanılmaların temelinde bu olayın iki ayrı kıssa gibi mütalaa edilmesi bulunmaktadır.
Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un kişisel ve yerel yakınlıkları nedeniyle birleştirilen iki kıssa gibi düşünülmektedir. O zaman da anlatımdaki birçok önemli husus dikkatlerden kaçmaktadır.
Evet, Lut, Hz. İbrahim’in kardeşinin oğludur. Ancak onların bu anlatımdaki birlikteliğinin sebebi akrabalıkları olamaz.
Çünkü İbrahim, imanı akrabalığa tercih eden bir isimdir. Olaylarının birleştirilme sebebi, ikisine aynı elçilerin gelmesi de olamaz. Çünkü o elçilerin âdeti zaten budur. Bu olayın bir bütün olarak telakki edilmesini gerektiren, merkezinde de Hz. İbrahim’in bulunduğunu düşündüren hususlar vardır. Bütünlüğe delalet eden hususlardan birisi, iki yarının şemalarındaki mütekabiliyettir. Birinci kısmının şeması şöyledir: 1) Mukaddime. 2) Hz. İbrahim’in korkusu. 3) Misafirlerin Hz. İbrahim’i teskin edişleri. 4) Müjdeler. (Hanıma müjde verilişi ve İbrahim’e bereket müjdesi.)
5) Hz. İbrahim’in Lut kavmi helak edilmesin diye mücadele vermesi. Olayın ikinci kısmının şeması da şöyledir: 1) Mukaddimeye karşı Elçilerin Lut’a gelişi. 2) Hz. İbrahim’in endişesine karşı, Lut’un endişesi. 3) Elçilerin İbrahim’i teskin edişine karşı, Lut’un kendi kavmini teskin etmeye çalışması. 4) Hz. İbrahim ve eşine çocuk müjdesine karşı, Lut ailesine necat ve eşine ve kavmine helak müjdesi. 5) Hz. İbrahim’in “kavim helak edilmesin” mücadelesine karşı, kavmin helak edilmesi.
İşte şemasını çıkardığımız bu iki yarıya Kur’an’ın verdiği ortak isim İbrahim’in misafirleridir: “İbrahim’in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?”[12] “İbrahim’in misafirlerinden onlara haber ver.”[13] Bu, oldukça düşündürücü olmalıdır. Çünkü her iki bölümde de bu adlandırmalardan sonra, olayın iki yarısı da tam olarak anlatılmıştır. Bu iki bölümü bütünleştiren diğer bir husus, olayın ta başında misafirlerin, “Korkma biz Lut kavmine gönderildik!” demeleridir. Onlar “Korkma biz meleğiz!” dememişlerdir. “Korkma müjde getirdik!” de dememişlerdir. Daha İbrahim’e ve eşine çocuk müjdesi vermeden “Lut kavmine gönderildik!” demişlerdir. Demek ki Lut’a gidişin, bizzat İbrahim’e gelişle bir bağlantısı söz konusudur.
ASLINDA TEK OLAY
Elçilerin Hz. Lut’a gidişleri, Hz. İbrahim’e gelişlerinin devamıdır. Lut kavmiyle ilgili haber, rehberleri olan İbrahim’e gönderilmiştir. Olay bütündür. Bu bütünlüğün temelinde, Lut’un, İbrahim ailesinden oluşu bulunmaktadır. Nitekim helak olacak Lut’un eşi ve kavmidir. Ama zürriyetle müjdelenen İbrahim’in eşidir. Kurtarılacak olan Lut ailesidir, büyüyecek olan ise onun bağlı bulunduğu İbrahim’in ehlidir.
Böyle düşünmemizi gerektiren hususlardan birisi de, insanların görmesinin ve meleklerin görünmesinin mahiyetiyle ilgilidir. İnsanın görmesi, fiziksel dönüşümlere ayarlıdır. Gördüğü şeyler de ölçülür ve yinelenirdir.
Ayrıca sonucu da genel olur. Sahibini evrensel bilgiye götürür. Oysa metafizik varlıklar, ölçülür ve tecrübe edilir değildir. O zaman sonuç da genel olmayacaktır. Sahibini özel bir bilgiye ulaştıracaktır. Bu nedenle, mer’î olanların görünmesi umumi ise de gayr-i mer’î olanların görünmesi ferdî olmak durumundadır. Nitekim bu hususu teyit eden ayetlere yukarıda işaret etmiştik. O zaman misafir elçiler olayının da, Hz. İbrahim’le başlayan ve onda biten ferdi bir ru’yet şeklinde gerçekleşmiş olduğunu düşünmemiz gerekecektir. Elçiler önce İbrahim’e değil sadece ona gelmişlerdir. Bu hususta, fiziksellik ayarlarının değiştiği uykuda bizim için yeterli deliller bulunmaktadır.
Ayrıca sonucu da genel olur. Sahibini evrensel bilgiye götürür. Oysa metafizik varlıklar, ölçülür ve tecrübe edilir değildir. O zaman sonuç da genel olmayacaktır. Sahibini özel bir bilgiye ulaştıracaktır. Bu nedenle, mer’î olanların görünmesi umumi ise de gayr-i mer’î olanların görünmesi ferdî olmak durumundadır. Nitekim bu hususu teyit eden ayetlere yukarıda işaret etmiştik. O zaman misafir elçiler olayının da, Hz. İbrahim’le başlayan ve onda biten ferdi bir ru’yet şeklinde gerçekleşmiş olduğunu düşünmemiz gerekecektir. Elçiler önce İbrahim’e değil sadece ona gelmişlerdir. Bu hususta, fiziksellik ayarlarının değiştiği uykuda bizim için yeterli deliller bulunmaktadır.
RÜYÂ; GÖRME
Çok insan rüya görür. Bu rüyalarda da fiziki kurallar aşılmaktadır. Nitekim kendi bedenlerini, uykuda uçarken görebilen çok kimse vardır. Kişi uçarken, aile efradının kendisine eşlik etmesi de olasıdır. Ama bütün aile efradının; aynı rüyayı, aynı detaylarla, aynı anda birlikte görmeleri duyulmamıştır. Çünkü aile fertlerinin cinsleri, yaşları, ihtiyaçları, özlemleri, idealleri, inanç düzeyleri, kültürleri, bilgileri, hayal kuvvetleri ve ruhi tekâmülleri farklı farklıdır.
Tuzlu peynir yiyenin rüyada su görmesi olasıdır. Tuz ile rüyadaki su arasındaki ilişkinin fiziksel olduğu da düşünülebilir. Rüyasında uçtuğunu gören kimsenin, bu görüntü ile uyuyan bedeni arasında fiziksel bir ilişki de ihdas edilebilir. Lakin psikolojik sebeplerin müessir olmadığı birçok rüya vardır. Tamamen ruhsal cevherle gerçekleşen ve gelecekten haber taşıyan rüyalar insanlığın marufudur.
Bunlar, Jung’un, başka bir kaynaktan geldiğini ve insanı yücelttiğini söylediği rüyalardır.[14] Eski Ahit ve Yeni Ahit gelenekleri de bunun ayrı ayrı tanıklarıdır.[15] Eski dünyanın algısına göre, rüyada görülenler, gerçekleşmeyecek şeyler değildir. Bu nedenle rüyalara, günümüzde olduğundan çok daha fazla değer verilmiştir. Kadim Arapçada, uyanıkken görme ile rüyada görme arasında fark bilinmemektedir. Nitekim ra’â fiili, fiziksel görme için de rüyada görme için de ortak kullanılmıştır.[16] Bazı hadislerde; müminin rüyası, peygamberlikten bir cüz,[17] peygamberliğin kırk altıda biri olarak nitelenmiştir.[18]
Rüya’nın sıra dışılığına Kur’an-ı Kerim de tanıklık etmektedir. Kur’an dilinde uyku durumuna menam, düşlere hulm, karışık düşlere edğâs, gelecekten haber taşıma değeri olan görmelere ise rüya denmiştir.[19] Rüyanın benzerlerinden farkı, geleceğe ait haberler taşıması nedeniyle tevilinin yapılması gerektiğidir. Hz. Yusuf’u zindandan kurtaran da bir rüya tevilidir.[20]
Tuzlu peynir yiyenin rüyada su görmesi olasıdır. Tuz ile rüyadaki su arasındaki ilişkinin fiziksel olduğu da düşünülebilir. Rüyasında uçtuğunu gören kimsenin, bu görüntü ile uyuyan bedeni arasında fiziksel bir ilişki de ihdas edilebilir. Lakin psikolojik sebeplerin müessir olmadığı birçok rüya vardır. Tamamen ruhsal cevherle gerçekleşen ve gelecekten haber taşıyan rüyalar insanlığın marufudur.
Bunlar, Jung’un, başka bir kaynaktan geldiğini ve insanı yücelttiğini söylediği rüyalardır.[14] Eski Ahit ve Yeni Ahit gelenekleri de bunun ayrı ayrı tanıklarıdır.[15] Eski dünyanın algısına göre, rüyada görülenler, gerçekleşmeyecek şeyler değildir. Bu nedenle rüyalara, günümüzde olduğundan çok daha fazla değer verilmiştir. Kadim Arapçada, uyanıkken görme ile rüyada görme arasında fark bilinmemektedir. Nitekim ra’â fiili, fiziksel görme için de rüyada görme için de ortak kullanılmıştır.[16] Bazı hadislerde; müminin rüyası, peygamberlikten bir cüz,[17] peygamberliğin kırk altıda biri olarak nitelenmiştir.[18]
Rüya’nın sıra dışılığına Kur’an-ı Kerim de tanıklık etmektedir. Kur’an dilinde uyku durumuna menam, düşlere hulm, karışık düşlere edğâs, gelecekten haber taşıma değeri olan görmelere ise rüya denmiştir.[19] Rüyanın benzerlerinden farkı, geleceğe ait haberler taşıması nedeniyle tevilinin yapılması gerektiğidir. Hz. Yusuf’u zindandan kurtaran da bir rüya tevilidir.[20]
TEMESSÜL; GÖRÜNME
Kur’an, mahiyeti açısından rüyadaki görmenin nesnesi durumunda olan görünmeden de söz etmiştir. Bu da temessüldür. Kelimenin kökü m-s-l dir. Kur’an, benzeri ile arasında fiziksel bir bağ bulunmayan söze mesel der.[21]Benzeri ile arasında fiziksel bir bağ bulunmayan heykele timsal der.[22]Benzeri ile arasında fiziksel bir bağ bulunmayan ma’kûlâta ise temessül der. Böyle bir olay Hz. Meryem için gerçekleşmiştir:
“Ona ruhumuzu gönderdik ve ona tam bir beşer olarak temessül etti.”[23]
Ayette temessül eden, görüntüsü ile arasında fiziksel bir bağ bulunmayan Cibril’dir. Bu, tıpkı Cibril’in bir bilge olarak Hz. Musa’ya temessül edip hayatının tevilini üç meselede kendisine öğretmesi gibidir.[24] Bu, duyuların ve aklın değil ruhun işidir.
Ruh’un ruhta var edilmesidir. Genel değil özeldir. İman ve inkâra açık bir durumdur. Mahsûsâttan olmadığı için genel tarafından izlenmemiştir. O zaman meleklerin, temessül yoluyla görülebileceğini kabul etmenin işi safsataya götüreceği şeklindeki bir kaygı da yersiz ve anlamsız olacaktır. Ayrıca temessülde, rüyadakiler gibi müşahede edenin yadırgadığı şeyler olmaktadır. Hz. Meryem de,[25] Hz. Musa da[26] gördüklerini yadırgamışlardır. Öyleyse şu tespitimiz yerinde ve hatta gerekli olmaktadır. İbrahim’in yadırgadığı misafirler olayı da, rüya ve temessül gibi tevil edilmesi ve tahakkuku beklenmesi gereken bir haber olmalıdır. Bu tespitin yerindeliğinin delillerinden birisi de Kur’an’daki hadîs kelimesidir.
Ruh’un ruhta var edilmesidir. Genel değil özeldir. İman ve inkâra açık bir durumdur. Mahsûsâttan olmadığı için genel tarafından izlenmemiştir. O zaman meleklerin, temessül yoluyla görülebileceğini kabul etmenin işi safsataya götüreceği şeklindeki bir kaygı da yersiz ve anlamsız olacaktır. Ayrıca temessülde, rüyadakiler gibi müşahede edenin yadırgadığı şeyler olmaktadır. Hz. Meryem de,[25] Hz. Musa da[26] gördüklerini yadırgamışlardır. Öyleyse şu tespitimiz yerinde ve hatta gerekli olmaktadır. İbrahim’in yadırgadığı misafirler olayı da, rüya ve temessül gibi tevil edilmesi ve tahakkuku beklenmesi gereken bir haber olmalıdır. Bu tespitin yerindeliğinin delillerinden birisi de Kur’an’daki hadîs kelimesidir.
HADÎS; VAHİY, HABER
Arapçada uyanıkken olsun, uyurken olsun, kulak yoluyla olsun vahiy yoluyla olsun, insanın mülaki olduğu sözlere ehâdîs denmiştir.[27]Kelime, Kur’an’da da kullanılmıştır: “Rabbin seni seçecek ve sana ehâdîsin tevilini öğretecek.”[28] Buradaki ehâdîs, rüya vasıtasıyla alınan haberlerdir. Başka bir anlatımla bu hadîsler Hz. Yusuf’un tevilini bildiği rüya haberleridir. Bu tür haberler zaman kavramını aşar. Geleceği bu¬günden bildirir. Metafiziğin fizikten önce olduğunu ispat eder. İşte burada dikkat çekici bir hususla karşılaşmaktayız: Misafirler olayını, rüyada görünenlere benzetmiştik. Bu nedenle tevil edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Şimdi de rüyada görünenlere ve tevil edilmesi gerekenlere Kur’an’ın hadîs dediğini görüyoruz. Bu durum, konumuz açısından gerçekten çok dikkat çekicidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dört kez tekrarladığı Misafirler olayında gerçekleşenlere de hadîs demektedir: “İbrahim’in şerefli misafirlerinin hadîsi sana geldi mi?”[29] Önceki ayette hadîsler, tevili yapılması gereken haberlerdir. Sonraki ayette ise hadîs, elçilerin Hz. İbrahim’e ulaştırdığı haberdir. O zaman şu tespitimiz bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır: İki ayrı kıssa olarak okuduğumuz misafirler olayı aslında ferdi bir görme, burada alınan haberler de tevili yapılması gereken hadistir.
Arapçada uyanıkken olsun, uyurken olsun, kulak yoluyla olsun vahiy yoluyla olsun, insanın mülaki olduğu sözlere ehâdîs denmiştir.[27]Kelime, Kur’an’da da kullanılmıştır: “Rabbin seni seçecek ve sana ehâdîsin tevilini öğretecek.”[28] Buradaki ehâdîs, rüya vasıtasıyla alınan haberlerdir. Başka bir anlatımla bu hadîsler Hz. Yusuf’un tevilini bildiği rüya haberleridir. Bu tür haberler zaman kavramını aşar. Geleceği bu¬günden bildirir. Metafiziğin fizikten önce olduğunu ispat eder. İşte burada dikkat çekici bir hususla karşılaşmaktayız: Misafirler olayını, rüyada görünenlere benzetmiştik. Bu nedenle tevil edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Şimdi de rüyada görünenlere ve tevil edilmesi gerekenlere Kur’an’ın hadîs dediğini görüyoruz. Bu durum, konumuz açısından gerçekten çok dikkat çekicidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dört kez tekrarladığı Misafirler olayında gerçekleşenlere de hadîs demektedir: “İbrahim’in şerefli misafirlerinin hadîsi sana geldi mi?”[29] Önceki ayette hadîsler, tevili yapılması gereken haberlerdir. Sonraki ayette ise hadîs, elçilerin Hz. İbrahim’e ulaştırdığı haberdir. O zaman şu tespitimiz bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır: İki ayrı kıssa olarak okuduğumuz misafirler olayı aslında ferdi bir görme, burada alınan haberler de tevili yapılması gereken hadistir.
HADÎSLER TEVİL EDİLMELİDİR
Rüyalardaki haberler her zaman şimdiye ve buraya ait olmaz. Onlar çoğu zaman öznenin mazisine, beklentilerine, ideallerine, ruh hâline ve nefsî kemaline ait olur. Bir peygamber söz konusu ise elbette gayba ait de olabilir. Ne var ki özne, fiziksel hayatla ve şimdiyle sınırlıdır. Bu nedenle geçmiş, gelecek ve gayb haberleri, ancak onun bildiği nesneler üzerinden verilebilir. Artık yapılması gereken; öznenin ihtiyaçlarına, eğitimine, kültürüne, tecrübelerine ve ruhi tekâmülüne göre o nesnelerin tevil edilmesidir. Yani hadisler’in fizikileştiren tefsiri değil tahkikine yönelen tevili gereklidir.
O zaman da misafirler olayını tefsir etmek için gerekçe yapılan şu sorular ehemmiyetini yitirecektir.
Meleklerin sayıları üç müydü, onüç müydü? Onlar hangi meleklerdi? Bir haber için neden çok sayıda gelmişlerdi? Yemeyecekleri bir yemeğin gelmesini neden beklemişlerdi? Müjde vermeye geldikleri hâlde niçin korkutmuşlardı? Çocuk müjdesini İbrahim’e mi yoksa eşine mi vermişlerdi? Hanımı neden ayakta duruyordu? Niçin gülmüştü? Yaşlı bir adamın ve kısır kadının çocukları nasıl olacaktı? Müsrif kavmin erkekleri de melekleri görmüşler miydi? Bu ve benzeri sorulara tefsir yoluyla cevap aramak anlamsızdır.
Aslında o cevaplarda isabet etmek de imkânsızdır. Çünkü bu, tevil edilmesi ve tahakkuku beklenmesi gereken bir hadis’tir. Tevilin ilk adımı ise, yukarıdaki soruların geri plana ittiği şu düşünme noktasıdır: İbrahim ve eşinin yaşlılıkta çocuk sahibi olmalarının, Lut kavminin helak edilmesinin, Lut ailesinin kurtarılıp karısının geride bırakılmasının, bunların her birinin dini anlatım açısından yalnız başına hiçbir değeri yoktur. Ancak hepsi bir arada bir değer ifade edecek, hepsi de müjde olarak nitelenebilecektir.
Meleklerin sayıları üç müydü, onüç müydü? Onlar hangi meleklerdi? Bir haber için neden çok sayıda gelmişlerdi? Yemeyecekleri bir yemeğin gelmesini neden beklemişlerdi? Müjde vermeye geldikleri hâlde niçin korkutmuşlardı? Çocuk müjdesini İbrahim’e mi yoksa eşine mi vermişlerdi? Hanımı neden ayakta duruyordu? Niçin gülmüştü? Yaşlı bir adamın ve kısır kadının çocukları nasıl olacaktı? Müsrif kavmin erkekleri de melekleri görmüşler miydi? Bu ve benzeri sorulara tefsir yoluyla cevap aramak anlamsızdır.
Aslında o cevaplarda isabet etmek de imkânsızdır. Çünkü bu, tevil edilmesi ve tahakkuku beklenmesi gereken bir hadis’tir. Tevilin ilk adımı ise, yukarıdaki soruların geri plana ittiği şu düşünme noktasıdır: İbrahim ve eşinin yaşlılıkta çocuk sahibi olmalarının, Lut kavminin helak edilmesinin, Lut ailesinin kurtarılıp karısının geride bırakılmasının, bunların her birinin dini anlatım açısından yalnız başına hiçbir değeri yoktur. Ancak hepsi bir arada bir değer ifade edecek, hepsi de müjde olarak nitelenebilecektir.
BİRİNCİ MÜJDE; KAVMİN DEVAMI
Dikkat edilirse, hadîs’in bütün fragmanlarında, doğum yapacak kadının adı yoktur. Ama henüz doğmamış oğlunun adı vardır. Gülen kadının oğluna gülmek mastarından yapılmış kelimeyle İshak denmiştir. Bundan daha garibi ise çocuğu henüz doğmamış kadına, torununun kendi adıyla müjdelenmesidir. Ona da takip mastarından alınmış bir kelimeyle Yakup denmiştir. (Rivayetlere göre kadın bu torununu dünya gözüyle görememiştir.) Bütün bunlardan anlaşılan şudur. Bu salt bir doğum müjdesi değildir. Bunun zürriyet müjdeleyen bir üslup olduğu gayet açıktır.
İKİNCİ MÜJDE; İLMİN DEVAMI
Yine dikkat edilirse, hadîs’in bütün fragmanlarında, Hz. İbrahim’e müjdelenenler arasında oğlunun adı yoktur. Bu elbette önemlidir. Çünkü o gülmemiştir. Fakat çocuktan “alîm” niteliği ile bahsedilmiştir.[30] Çünkü İbrahim’in kendisi, nübüvvetiyle ilim simgesidir. Nitekim torunun da adı anılmamış, ondan hiç bahsedilmemiştir. Bu çok daha önemlidir. Çünkü iman çizgisi için bu şart değildir. Bu üslubun da zürriyet müjdesinden ziyade, nübüvvete işaret eden bir beşaret olduğu gayet açıktır.
Bu durumda eşine verilen haber, İsrailoğullarının müjdesi ise de, Hz. İbrahim’e verilen haber aynı zamanda İsmailoğullarının beşaretidir. Ancak Elçilerin İbrahim’e getirdiği haber sadece bu kadar değildir. Beşaretler, müsrif kavmin helaki ile tamamlanmaktadır.
ÜÇÜNCÜ MÜJDE; KAVMİN HELAKİ
Hadîs’in bütün fragmanlarına dikkat edilirse, Lut kavmine, yukarıdan işaretlenmiş siccilden taşlar ve tînden taşlar gönderileceği bildirilmiştir.[31]Ancak bu, Hz. İbrahim’e temessülde verilen hadisin lafzıdır. Tevili ve tahakkuk etmiş şekli değildir. Tevili ve tahakkuku elbette farklı olabilecektir. Nitekim o kavim, üzerine bir fırtına ve yıkıcı bir yağmur gönderilerek helak edilmiştir. Bunu bizzat Kur’an dile getirmiştir:
“Onların üzerlerine bir fırtına gönderdik.”[32]
Yine hadîs’in lafzına göre Hz. Lut, misafirlerini kurtarmak için “İşte size kızlarım!” demiştir.[33] Başka bir bölümde de “Yapacaksanız işte kızlarım!” demiştir.[34] Kavmin erkekleri ise “Ne istediğimizi bilirsin!” şeklinde itiraz etmişlerdir.
Bu diyalogdan elbette Hz. Lut’un temiz kadınları, müsrif erkeklere takdim ettiği anlaşılamaz. O erkeklerin meleklere saldırdıkları anlamı da çıkarılamaz. Çünkü bunlar hadis’in lafzıdır. Hz. İbrahim’in temessülde müşahedesi böyledir. Tevili yapılması ve tahakkuku beklenmesi gerekir. Aslında bunlar simge sözlerdir. Sahiplerinin hayallerini, inançlarını, ideallerini ve hayat tarzlarını simgelemektedir. Gerçek hayatta ise kuşkusuz süregelen peygamberlerin temiznikâh sünneti şeklinde tahakkuk etmiştir.
SONUÇ
Tefsir faaliyetleri, İbrahim’in misafirleri hadîs’inin niçin anlatıldığını unutturmuştur. Kur’an-ı Kerim, burada meleklerin temessül keyfiyetini anlatıyor değildir. Anlatımı zorlaştırarak kalan boşluk, kapalılık ve zorlukları müfessirlere havale ediyor da değildir. Kur’an, toplumsal kader ilkesini konu edinerek Hz. İbrahim’in peygamberlik haberi üzerinden muhataplarına mesaj vermektedir. O mesaj da şudur: cinsellikte müsrif ve kullukta mücrim kavimler helak edilir. Buna mukabil iman ve salah üzere bulunan aileler de bereketlenir.
Hicret öncesi Mekke’sine duyurulan işte budur. Onlara zımnen, “Helak ve bereket tarihi tekerrür edecek” denmektedir. Nitekim sünnetullah gereği; müsrif ve mücrim Mekke yönetimi aynı akıbetle dağılmış ve iman ailesi de büyüyerek bereketlenmiştir. İbret alınmazsa tarih tekerrür edecektir.
Doğrusunu Allah bilir.
________________________________________
[1]Furkân 25/21-22.
[2]A’râf, 7/143.
[3]En’âm 6/9.
[4]Tevbe 9/26.
[5]Bkz. Necm 53/5-16. ayetlerin tefsirleri.
[6]“Ona (Meryem’e) ruhumuzu gönderdik ve ona tam bir beşer olarak temessül etti.” Meryem 19/17.
[7]Bkz. Hûd 11/69-83, bölümün tefsiri.
[8]Meal, Prof. Dr. Süleyman Ateş’in, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri adlı eserinden alınmıştır.
[9]Ankebût 29/31-32.
[10]Zariyât 51/24-32.
[11]Hicr 15/52-60.
[12]Zâriyât 51/24.
[13]Hicr 15/51.
[14]Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar (Sembol Dilinin Çözümlenmesi) Çevirenler: Aydın Arıtan, Kaan H. Ökten, İstanbul 2003.
[15]İbranicede mar’eh, Grekçe de horama.
[16]Yusuf 12/4.
[17]Ahmed b. Hanbel, Müsned. No: 14681.
[18]“Müslümanın rüyası”, bkz. Tirmizî, Sünen no: 2279.
[19]Yusuf 12/5. Bkz. 12/43, 44. İsrâ 17/60.
[20]Yûsuf 12/36-7.
[21]Zümer 39/29.
[22]Çoğulu temâsîl, bkz. Enbiyâ 21/52.
[23]Meryem 19/17.
[24]Kehf 18/78.
[25]Hz. Meryem şöyle demiştir: “Ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer Allah’tan korkuyorsan (dokunma bana).” Meryem 19/18.
[26]Kehf 18/71, 74.
[27]Ragıb el-Isfehânî, Müfredât. Ebu’l-Bekâ, Külliyât.
[28]Yusuf 12/6.
[29]Bkz. Zâriyât 51/24.
[30]Hicr 15/52-60.
[31]Hicr 15/74, Zâriyât 51/33.
[32]Kamer 54/34. A’râf 7/84.
[33]Hûd 11/78.
[34]Hicr 15/71
.