İlk üç bölümde (özellikle ikinci bölümde) Kuran’a giderek Kuran’ın dinin kaynağı olarak yeterli olduğunu gördük. Dördüncü bölümde, hadislerin toplanış yöntemini göstererek kutsallık kılıfı giydirilmiş hadislerin neden dinin kaynağı olamayacağını ortaya koyduk. Aynı bölümde gördüğümüz sahabeyi hatasız ilan etme, mana ile hadis nakli gibi hadis toplama tekniği açısından önemli konular, hiç kasıt olmasa dahi nasıl uydurma hadis çıkabileceğini açıklamaktadır. Bu bölümde, hadis toplama yönteminin sorunları sonucunda oluşan uydurmalara değinmeyeceğiz. Dine kasıtlı olarak yapılan ilaveleri on maddede inceleyeceğiz. Böylece 6, 7, 8. ve 9. bölümlerde örneklerini göreceğimiz uydurmaların neden uydurulduğunu anlamaya çalışacağız.
1) DİNİ BOZMAK, DEJENERE ETMEK İÇİN UYDURMALAR
Din düşmanları, dinimizi yaşanmaz bir şekle sokmak, saçma göstermek ve yıpratmak için birçok hadis uydurmuşlardır. Daha sonra kendileri ve kendilerinden sonra gelen birçok dinsiz de dini yıkma uğraşlarında bu hadisleri kullanmışlardır. İslam’a olan inançsızlıklarını, kin ve nefretlerini içlerinde gizleyerek, samimi dindar görüntüsünde halkın arasına karışan birçok münafık, her şeyden önce İslam inancını bozmayı ve Müslümanların kalplerindeki inançlarına şüphe ve tereddütler sokmayı başlıca amaç edinmişlerdi. Bu amaçla akla hayale sığmayan, kafaları bulandıracak, Peygamberimiz’in söylemesine imkân olmayan on binlerce uydurmayı “hadis” adı altında Peygamberimiz’e atfettiler. Kuran’daki ayetler, daha Peygamberimiz hayattayken münafıkların nasıl Müslümanların arasına karıştığını göstermektedir.
Halife Mehdi zamanında boynu vurulmak üzere yakalanan ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca’nın öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yaptığı aktarılmaktadır: “Siz beni öldürüyorsunuz ama ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 4000 hadis uydurdum.” 6000 küsur Kuran ayeti olduğunu düşünürsek, sırf bir kişinin 4000 hadis uydurmuş olmasının açacağı dehşetli hasarı anlayabiliriz. Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim’in de Hz. Peygamber hakkında 10.000’den fazla hadis uydurdukları söylenir [İbni Hacer, Lisanu’l Mizan]. Zehebi, Ahmed bin Abdullah’ın binlerce hadisi, hadis imamlarına dayandırarak uydurduğunu, Enes bin Malik’in hizmetçisi olduğunu iddia eden Dinar Ebu Mikyes’in de Enes bin Malik’ten duyduğunu söylediği uydurmalarla dolu bir sayfayı naklettiğini anlatır (Zehebi, Mizan). Hadisçilerin kitapları, dini bozmak için kasıtlı yapılan uydurmaların itiraflarıyla doludur. Bu uydurmaların varlığı bellidir. Ama bu uydurmaların bugün meşhur olan hadis kitaplarına karışmadığı neye dayanarak garanti edilebilir? Bu hadis kitapları yazıya geçmeden önce kasıtlı birçok uydurma yaygınlaşmıştı. Kuran’da söz edilen, Peygamber yaşarken var olan münafıkları ve bundan sonra iki yüzyıl boyunca çıkan münafıkları, kim nasıl teşhis etmiştir de onların uydurduğu hadislerden kitaplarını korumuştur?
2) SİYASİ AYRILIKLARDAN KAYNAKLANAN UYDURMALAR
Peygamberimiz’in vefatı üzerinden 40 yıl bile geçmeden Hz. Ali ve Muaviye arasında çatışmalar boy göstermiştir. Bu dönemden itibaren İslam âlemi, geriye dönüşü olmayacak bir şekilde siyasi ayrılıkların içine girmiştir. Siyasi olarak ayrılan toplumlar birçok alanda çelişmeyi, birbirine muhalefet etmeyi hüner saymışlar, kendi siyasi fırkalarını destekleyen hadisler uydurmuşlar, kendi siyasal hareketlerine inanmayı “Allah’ın bir farzı” olarak sunmuşlardır. Bu arada kendi liderlerini yüceltip, karşı görüşün liderlerini yerin dibine sokmuşlardır. Halili’nin Er İrşad adlı çalışmasında, Şiilerin Hz. Ali hakkında 300.000 hadis uydurduğu ve Hz. Ali’nin sözlerini nasıl saptırdıkları anlatılır. Bu sayı, Kuran’daki ayet sayısının 50 katı kadardır. Şiilikten ayrılan bir kimse Şiileri kastederek “Allah onların canını alsın, nice hadisleri değiştirdiler” demiştir (Müslim, Sahihi Müslim). Hz. Ebu Bekir’i Hz. Ali’ye üstün sayan ve bunu, mezheplerinin bir şartı gören Sünni görüş ve Hz. Ali’yi üstün saymayı imanın şartına dönüştüren Şii görüş ile onların asırlar süren anlamsız çekişmeleri, bu maddeye güzel bir örnek teşkil etmektedir. Görünen o ki İslam siyasallaşınca, siyasi gücü elinde bulunduranlar, dini çıkarlarına uygun bir şekilde yapılandırmaktan çekinmemişlerdir.
3) DİNİ EKSİK ZANNEDİP, KENDİNCE DİNİ KURTARANLARIN UYDURMALARI
Dindar olarak tanınan birçok “gözde” Müslümanın durumu, Yahya bin Said’in “Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik” sözüyle en güzel şekilde tarif edilmiştir. Bu gerçeği itiraf edenlerden biri de en güvenilir olduğu iddia edilen iki hadis kitabından birinin yazarı olan Müslim’dir. Müslim, Ebu Zennat’dan şunu nakleder: “Medine’de yüz kişiyle karşılaştım, hepsi de güvenilirdi ama hadisleri alınmazdı” (Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt). Görüldüğü gibi birçok sözde dindarın hadis uydurduğu hadisçilerin bile malumudur. Kendi görüşlerini çok değerli bulan bu kişiler, dine kendi görüşlerini kattıklarında, çok yerinde bir hareketle dine büyük hizmet ettiklerini sanıyorlardı. Örneğin Kuran’da olmayan haremlik selamlık uygulamasını, dinin bir hükmüymüş gibi dine sokanlar (bu uygulama dinselleşmeden bir gelenek olarak uygulansaydı sorun olmazdı; sorun, bu geleneğin uygulanması değil, dinselleşmesidir) belki de kadınla erkeği ayırarak zinayı, yozlaşmayı kendilerince önlemek istediler. Oysa Allah’ın kendilerinden daha iyi düşündüğünü ve gerekseydi Kuran’da bu konuda da açıklama yapılacağını bilmeleri gerekirdi. Allah’ın açıklamadığı bir şeyi dine sokarak dine fayda getireceğini sanmak, yanlış bir düşünme tarzıdır ve acı son da ortadadır. Dini, şahsi görüşlerine muhtaç görüp, sözde dine yardım edenleri, Allah’ın serbest bıraktığı konuları açıklayarak din gibi sunanları da, “dini eksik zannedip dini kurtaranlar” sınıfına sokabiliriz.
4) DİNİ SEVDİRMEK İÇİN UYDURMALAR
Bu madde kısmen 3. maddeye benzemektedir, bu madde altında incelenecek kişiler de Allah’ın dininin kurtulmuş olduğundan habersiz olup, dini kurtaracağını zannedenlerden oluşur. Bu kişilerdeki esas kaygı dini sevdirmek, ibadetleri sevimli göstermektir. Bu popülist kaygı Allah’ın indirilmiş dininin, uydurulmuş hadislerle ve izahlarla karışmasına yol açmıştır. Bunlar arasında Ebu İsmet Nuh gibi Kuran’ın her suresinin faziletleri hakkında hadis uyduranlar vardır. Peygamberimiz’i yüceltmek için Peygamberimiz’in üstünlüklerine dair hadisler üretenler de mevcuttur. Bu uydurucuların kendilerini savunmak için şöyle söyledikleri aktarılır: “Biz Hz. Peygamber adına yalan uydurmadık, bilakis bunu Peygamber’in getirdiği dini güçlendirmek için yaptık.” [İbni Hacer, Fethul Bari]. Bu alıntıda gördüğümüz gibi bunlar, bu tarzda hadis uydurmayı yalan olarak bile görmemişler, hatta bu korkunç fiillerinde belki de sevap ummuşlardır: “Biz Peygamber lehinde yalan söylüyor ve şeriatını takviye ediyoruz” (İbnul Cevzi, K. Mevzuat). Görüldüğü gibi bu uydurucular Allah’ın Kuran’ını eksik görmekle, bir de üstüne hadis uydurmakla kalmamış, üstüne üstlük dindarlıkta şampiyonluğu da kimseye bırakmamışlardır.
Aşırı dindar tanınan bazı kimseler, bu özellikleriyle en tehlikeli sınıflardan biri haline gelmişlerdir. Zira onlar halkın sevip güvendiği, sözlerine önem verip hareketlerini örnek kabul ettiği kimselerdi. Onların hadis olarak tanıttıkları, daha rahat kabul görüyor ve itiraza uğramıyordu. Böylece İslam, Kuran’ın ruhundan daha çok uzaklaştı ve oluşan yeni yapı tüm katkılarıyla katıksız İslam sanıldı.
5) MEZHEPLERİNİ, FİKİRLERİNİ DOĞRU ÇIKARMAK İÇİN UYDURANLAR
Kuran’a dayalı bir İslam modelinden uzaklaşılıp, insan sözlerinin Allah’ın hükmü olarak takdim edildiği, hadise dayalı bir yaklaşımın kuvvetlendiği ortamda, insanlar dini farklı farklı anlamaya başlamışlardı. Bu tablo, İslam’ı anlama ve yaşamada birbirleriyle uzlaşmayan, dini konularda ayrılığa düşen farklı düşüncelerin, kamplaşmasına ve mezheplerin doğmasına sebep oldu. Bu ortamda mezhep bağlıları, kendi düşüncelerinin haklılığını ispat edip halkı etkileyebilmek ve kendi mezheplerine çekebilmek için Hz. Peygamber’in dilinden kendi mezheplerini öven, öteki mezhepleri aşağılayan uydurma hadislere dayanma ihtiyacı hissettiler. Hanefi mezhebinin mensuplarının şu şekildeki bir uydurmasını görebiliriz: “Ümmetimde İmam Şafi adında bir kimse ortaya çıkacaktır. O, ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetim arasından adına Ebu Hanife denecek bir kimse gelecektir ki, o ümmetimin ışığıdır” (İbnu Arrak, Tenzihus Şeria, 2. cilt). Bu arada Şafi taraftarları da boş durmamış ve kendi imamlarını kurtaracak hadis uydurmuşlardır: “Kureyş alimi (İmam Şafi) yeryüzünün her yerini ilimle dolduracaktır.” Maliki mezhebi taraftarları hiç durur mu, onlar da kendi hadislerini piyasaya sürdüler: “İlim talebi için bir gün gelecek, develerin boyunları vurulacak (yani uzun seyahatlere girişilecek) da Medine aliminden (İmam Malik) daha alim birisi olmayacak.”
Sünni mezheplerde durum böyleyken Kaderiyecilerin de nasıl hadis uydurduğu eski bir Kaderiye mezhebi üyesi Ebu Reca Muhriz’e dayandırılarak anlatılır: “Kaderiyecilerden kesinlikle bir şey rivayet etmeyiniz, vallahi biz insanları mezhebimize çekebilmek için hadisler uydurur ve bu hareketimizle de sevap kazanacağımızı umardık. Ben bu suretle Kaderiye mezhebine dört bin kişi kattım”
(Er Cerhu Ve’l Tadi’l, 1. cilt).
6) ZORLAMA ALTINDA UYDURANLAR
Daha evvel de değindiğimiz gibi hadis toplama hareketinin ilk olarak başlamasında özellikle Emevi halifelerinin zorlama, tehdit ve işkenceleri önemli yer tutar. İlk hadis toplayan kişi olduğu iddia edilen Ez Zuhri’nin şu sözü bunun delilidir: “Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler (Emevi halifeleri ve adamları) bizi buna zorladılar.” Zorlama altında yapılan toplamalarda, mevcut yönetimin iktidar, kültür, gelenek ve tarih anlayışını destekleyen hadisler ortaya çıkmış, buna aykırı olanlar elenmiştir. Mevcut hadisler zaten mana ile nakledildiğinden, birçok hadis kelime oyunlarıyla geleneği hükümleştirme yolunda kullanılmıştır. Örneğin Peygamberimiz’in kendi şahsi tercihi olarak yaptığı bir fiil anlatılırken “Peygamber buyurdu ki” veya “Peygamber emretti ki” şeklinde, Peygamberimiz’in amacına uygun olmayacak bir tarzda kullanılmıştır. Uydurmaların yanında tarihin belli bir dönemi ile ilişkili “tarihsel” kimi uygulamaların, evrensel dini hükümlere çevrilmesiyle de tahribat yapılmıştır. Tüm bu uydurma ve anlam kaydırmaları ise hiç şüphesiz hâkim olan sınıfın, hadis toplama için zorlama yapan sınıfın, görüşleri doğrultusunda olmuştur. Zorlama altında dine sokulan uydurmalar, sırf Emevi ve daha sonra Abbasi dönemleriyle sınırlı değildir. Bu dönemlerde çoğunlukla hadis uydurma yoluyla dine sokulan ilaveler, daha sonra halifelerin, valilerin zorlamasıyla “fetva” ve “içtihad” adı altında kendini gösterir. Mevcut yönetimlerin atadığı ve maaşa bağladığı “din adamları”, birçok zaman bağlı oldukları ve kendilerini atayan iktidarların çıkarlarını ve isteklerini gözeterek “dini görüşler” beyan etmişlerdir.
7) MADDİ ÇIKAR SAĞLAMAK İÇİN UYDURANLAR
Hadis toplayan bazı gezginler, ticari kaygılarla hadis toplamaya başlamışlardı. Örneğin Yakub bin İbrahim’in ancak 1 dinar karşılığı hadis nakletmeyi kabul ettiği söylenir. Ebu Naym El-Fadl da naklettiği her hadis için ücret talep ediyordu. Onun talebelerinden Ali bin Cafer der ki: “Ebu Naym El Fadl’dan hadis yazardık, buna karşılık bizden kıymetli dirhemler alırdı. Yanımızda kıymeti düşük dirhemler bulunursa üste para alırdı.” “Fakirlerden kesinlikle hadis yazmayın” tavsiyesinde bulunduktan sonra Umera bin Hafsa’nın zengin olduğunu ve yalan söylemeyeceğini, dolayısıyla hadislerinin alınabileceğini söyleyen Şube bin Haccac’a, Ali bin Asım şöyle karşılık vermiştir: “Yalan söyleyen nice zengin gördük” (El Kifaye).
Müşterilerinin isteği üzerine sipariş olarak hadis üretenler de vardı. Birçok tüccar, sattıkları mallara karşı halkın ilgisini artırabilmek için ilgili malların yararlarını anlatan hadisleri, para karşılığında hadis simsarlarına uydurtmuşlardır. Örneğin koku satıcılarının güzel koku kullanmanın faziletleri hakkında uydurttukları hadisler buna örnektir. Şube bin Haccac’ın ifade ettiği gibi 1 kuruş karşılığında 70 hadis uyduran Ebul Muhezzem gibiler, hadis uydurucularına örnektirler.
8) MANEVİ ÇIKAR SAĞLAMAK İÇİN UYDURANLAR
Peygamberimiz’in vefatından ve dört halife devrinden sonra hikâyeci-kıssacı denilen bazı kimseler, cami ve mescitlerde oturmayı ve çevrelerinde halka oluşturan cemaate vaaz ve öğütte bulunmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Bunların bir kısmını vaaz ve öğütten ziyade, halkın nazarında kazanacakları yüksek mertebe ve şöhret ilgilendiriyordu. Vaazlarını, kendilerini bu amaca götürecek şekilde hazırlıyorlardı. Bunlar şöhrete giden yolun, halkın nazarında önemli bir yeri olan dini duyguların tahrik edilmesinden geçtiğini bildikleri için onları coşturacak şekilde vaaz ediyorlar, dramatik konuşmalarla halkı ağlatmaya gayret ediyorlardı. Bunun için Peygamberimiz’in adına uydurdukları garip hikâyelerle konuşmalarını süsleyerek, halkı etkileme ve inandırma uğraşı içindeydiler. Halkı en çok etki altında bırakan konuşmaların başında cennet ve cehennem tasvirleri geliyordu. Cennet ve cehennem hakkında gerekli olan her şey Kuran’da anlatılmasına rağmen bu hikâyeci-kıssacı kesim, halkı daha çok hüzünlendirmek, şaşırtmak ve coşturmak için uydurma hadislerde buldukları zengin hazineyi özellikle bu konuda çok kullandılar. Bu kesimin mesleki başarısı bol hadis uydurmaktan geçiyordu. Ortaya çıkan iç sızlatıcı tabloda belki de insanı en çok güldürebilecek olaylardan biri; bu kıssacılardan Şair Külsüm’ün “dilini burnunun ucuna dokundurabilenlerin cehenneme girmeyeceğinin garanti olduğunu” söylemesi üzerine, vaaz ettiği cemaatin bunu denemeye başladığıyla ilgili anlatımdır.
İbnü’l Cevzi, bu şahısları şöyle anlatır: “Bunlar arasında suratlarını her çeşit boyaya batıranlar ve bu şekilde sarımsı bir ten kazanarak, kendilerini fazla oruç tutmaktan soluk benizli hale gelmiş takva dindarlar gibi gösterenler bulunmaktaydı. Diğerleri istediği an gözyaşı dökebilmek için tuzlar kullanmaktaydı. Başka bir grup kıssacı ise allı pullu süslettikleri kürsünün tepesinden kendilerini atacak derecede gösteride ileri gitmekte veya dinleyicinin alışık olmadığı biçimde, samimiyetsiz hikâyelerini abartılı jestlerle nakletmekte, kürsüyü yumruklamakta, basamakları koşar adım inip çıkmaktaydılar.” (İbnü’l Cevzi, el-Kussas vel Müzekkirin) Etrafımızı biraz incelersek, İbnü’l Cevzi’nin tarif ettiği tiplerin benzerlerini rahatça görebiliriz. Sahte gözyaşılı, kürsü yumruklayan ve abartılı jestli tipler, İbnü’l Cevzi’nin geçmişte tarif ettiği bu kıssacıları çağrıştırmaktadır.
Uydurmacılardan öylesi görülmüştür ki; Cafer bin Nastur Ferab 320 yaşında olduğunu, Peygamber’i gördüğünü ve Peygamber’in duası sayesinde bu kadar yaşadığını söylemiştir. Reten’in durumu da buna benzerdir. Hicri 4. ve hicri 8. asırda yaşayan bu adamlar sahabe olduklarını iddia etmişler ve bunlardan Reten üç yüz hadislik hadis kitabı yazmış ve etrafına epey adam da toplamıştır.
9) GELENEK VE GÖRENEKLERİ DİNSELLEŞTİRMEK İÇİN UYDURANLAR
Kuran, insan hayatındaki belli davranışlara yön vermiş, açıklamadığı birçok konuyu ise insanların seçimine bırakmıştır. 2. bölümde bunu gördük, 39. bölümde de göreceğiz. İnsanlar, serbest oldukları bu konularda; kendi gelenek, görenek ve dünya anlayışları çerçevesinde davranırlar. Örneğin Kuran, yemeği, elle mi çatalla mı çubuklarla mı yememiz gerektiği konusunda bir açıklama yapmaz. Kıyafetin sarık cübbe mi olacağı, kravat gömlek mi olacağı, yoksa kimono mu olması gerektiği konusunda Kuran’da bir izah yoktur. Açıklanmayan konularda tercihimizde serbest olduğumuza göre, biz yemekte veya kıyafette bu şıklardan herhangi birini veya daha başka bir kültürün yeme ve giyim şekillerini, Kuran’da açıklanan haramlara girmemek şartıyla seçebiliriz demektir. Herhangi bir seçimde fazladan günah veya sevap olacağını söylemek ise Kuran’la çelişir. Emevi ve Abbasi dönemindeki dinimize eklemelerin önemli bir bölümü, gelenek ve göreneklerin “kutsal” damgası altında Kuran’da anlatılan İslam’a karıştırılmasıyla olmuştur. Kuran’ın başı sonu belliydi ve Kuran’da bu gelenek ve görenekleri tavsiye eden hiçbir izah yoktu. Öyleyse tek yol, uydurma hadislerle ve Kuran’da geçmeyen bir sünnet anlayışıyla Kuran’ın özgür bıraktığı bu konuları da dinselleştirip, kutsallaştırmaktı. Arapların ve de özellikle Emevilerin kavmiyetçi anlayışıyla, Arapların kadına bakış açılarından o dönemin kıyafetlerine, yemek menülerinden tuvaleti yapış biçimlerine kadar birçok gelenek “sünnet” ve “hadis” adı altında dinselleştirildi. (Ayrıntılı bilgi için 16. bölümü okuyunuz.)
10) DİĞER DİNLERDEKİ UYDURMALARIN DİNİMİZE TAŞINMASIYLA OLUŞAN UYDURMALAR
Bu uydurmaları taşıyanları iki sınıfa ayırabiliriz: Birinci sınıf, İslam’ı dejenere etmek, mantıksızlaştırmak veya kendi asıl inancına benzetmek için kasıtlı olarak uydurmaları dine sokanlardır. İkinci sınıf ise İslam’a geçmelerine rağmen kendi eski dini ve örfi alışkanlıklarını üzerlerinden atamadıkları için bunları dinimize taşıyanlardır. Yahudilerin kıssaları, Hıristiyan hikâyeleri, putperest adetleri dinimizin içine “hadis” veya “içtihad” başlıklı meşrulaştırmalarla girmiştir. Hacim olarak bakarsak, İsrailiyat denen Yahudi hikâyeleri uydurma kaynağı olmakta birinci, Mesihhiyat denen Hıristiyan hikâyeleri ise ikincidir. Bunlar, Allah’ın gönderdiği vahye dayanan dinlerde daha evvel kök saldıklarından, dinimize daha rahat geçmişlerdir. Biz sadece bunlara; İsrailiyat ve Mesihhiyata değineceğiz.
Dinimize İsrailiyat’ı taşıyan kişilerin en başta gelenleri Kab el Ahbar, Vehb bin Münebbih ve Abdullah bin Selam’dır. 12. bölümde bazı önemli hadis uydurucularına değinirken bunlara da değineceğiz. Birçok Müslüman, bu aktarımları, Kuran ayetlerinin yanında hikâye etmekte bir zarar görmediler. İşte bu, uydurmaların çoğalma sebeplerinden biriydi. Bugünkü birçok tefsir ve hadis kitabında, dayanağı bu gibi kimseler olan yüzlerce uydurmaya rastlayabiliriz. Biz örnek olarak sadece iki tanesini verelim. Vehb bin Münebbih’ten rivayet edilen İsrailiyat menşeli “hadis” denen bir uydurma şöyledir: “Beytul Makdis’in halkı Allah’ın komşularıdır. Komşularına azap etmemek Allah’ın üzerine haktır. Beytul Makdis’e gömülen kabir imtihanından ve darlığından kurtulur.” Kurtubi’nin tefsirinde de geçen Kab el Ahbar kaynaklı bir uydurma ise şöyledir: “Allah Teâla kendisini yarattığında Arş dedi ki: Allah benden daha büyük bir mahlûk yaratmadı. Ve böbürlenerek sallandı. Allah ona öyle bir yılan doladı ki o yılanın yetmiş bin kanadı vardı. Her bir kanadında yetmiş bin tüy vardı. Her bir tüyde yetmiş bin surat vardı. Her bir suratta yetmiş bin ağız vardı. Her bir ağızda yetmiş bin dil vardı. Her gün onun ağızları yağmur damlaları, ağaç yaprakları, kum ve çakıl taneleri, dünyanın günleri ve tüm meleklerin sayısı kadar tespih eder. Yılan arşın üzerine dürülür ve arş onun ancak yarısına uzanabilir. İşte o zaman arş alçak gönüllü olmaya başlar.”
Mesihhiyat, yani Hıristiyanlık kaynaklı uydurma hikâyelerin, dinimize sokulmasının kaynaklarından olaraksa Temim ed Dari ve İbn Cureyc’i gösterebiliriz. Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceği, Deccal, ölüm meleği, cennet ve cehennem Mesihhiyat uydurmalarının en çok olduğu alanlardır. (20. bölümde Hz. İsa’nın yeniden dünyaya gelişi iddiasının, Mehdi ve Deccal hikâyelerinin dinimize nasıl zarar verdiğini göreceğiz.)
Geleneksel anlayışı savunanlar, sırf Kuran’dan dinini anlayan Müslümanlara kızdıkları gibi, yabancı İslam araştırmacılarının hadislerin güvenilmezliğini ifade etmelerine de kızmaktadırlar. Bu araştırmacıların niyeti ne olursa olsun, bizi ilgilendiren, onların ortaya koyduklarının bilimsel değeridir. Müslüman toplumlarda mevcut olmayan özgür ortama sahip olan bu kişilerin, kimi çalışmalarında, hem ciddi hem de düşünülmesi gereken hususları gündeme getirdikleri bir gerçektir. Onların çalışmalarına objektif bir şekilde yaklaşmalı, hatalarını göstermeli ve ortaya koydukları doğru hususlardan yararlanmalıyız. Bu araştırmacılardan özellikle Goldziher’in, Schacht’ın, Van Kremer’in, Sprenger’in ve Dozi’nin kitaplarında herkesin yararlanabileceği birçok husus olduğu kanaatindeyiz. Bunların en ünlüsü Goldziher şöyle der: “Rabbanilerin (Musevi ve Hıristiyan din adamları) sözleri, İncillerden alıntılar, Yunan felsefesinin öğretileri, Fars ve Hind kökenli deyişler ve daha niceleri hadis kanalıyla İslam’a girmiştir. Tüm bunlar doğrudan veya dolaylı olarak İslam kültürünün malı haline gelmiştir. Yine dini kıssalardan büyük bir bölümü İslam’a sızmıştır. Eğer hadislerde kullanılan materyali ve Yahudi din kültürünü incelersek bu ikinciden büyük bölümünün, İslam din kültürüne sızmış olduğunu görürüz.” (Goldziher, El Aqide Veş Şeria)