30 Temmuz 2018

Bir sevgiyi başlatan neydi yalnız atan bir yürekte.

Ego en büyük rüyadır. ile ilgili görsel sonucu

Bir sevgiyi başlatan neydi yalnız atan bir yürekte.. Neydi, sakin bir çayken deli bozuk ırmağa çeviren? Yükseklerinde özlemin ; eriyen arzular mıydı ,magmada biriken kızgın lavlardan mıydı yoksa hepsinin nedeni… Neydi ? Kim cevap verebilir ki bu basit soruya. Belkilerle başlayan cevapların ardılı yine soru işareti değil mi..

Ve neden düşünün, neden birden değişiverir insan başka bir yalnızlıkla ısındığında, rüzgarın alıcılığında kaybolan düşleri..

Sevmek; ne güç şey oysa ölesiye değil ama öylesine sevmek.. Sadece insan olduğu için birini sevmek sıfatsız, çünküsüz, eğersiz . Belki insanların, duyguyu yok olan dinozorlar gibi görmeye başladığı günümüzde yok bu saydıklarım; hepimiz birilerini bir şeylerden dolayı sevmedeyiz kim bilir ama hala ismi yoksa o bir şeylerin umut var sayılmaz mı bizler için..

Kaçınızın içi yanmıyor, yüreğinde fırtınalar kopmuyor bir sevda sahnesine beyaz perdenin önünde şahit olurken ve ah keşke dökülmüyor dudaklarından özlemle .. Hepimiz aslında gerçek sevgiye sevdalı değil miyiz ve tüm sevdalarda ki gibi çekingen ..

Bir başka birinin gözlerinin içindeki ışıkla yeniden yaratılmayı düşlediniz mi hiç , un ufak olmuş hayallerinizi uzak bir buluta teslim edip yenilerini alabilir misiniz taksitle (mobilya, beyaz eşya kampanyaları gibi) alsanız bile taksitlendirilmiş, yarını ipotekli düşlenize yeni kılıflar aramak çok çok uzun sürmez mi ?

Siz eskimesinler diye uğraşırken, yaşlanan gün gibi geceye dönmez mi taksitlendirilmiş hayalleriniz.

Yaşamaya çalışırken yaşam çalmıyor mu bizlerden yaşamlarımızı ve sevmek ne zor şey değil mi ya da ne kadar da kolay…

Ufkun karanlığına tutunan yıldızlar gibi sevebilmek birilerini (ne komik düşünün; gece, güzel olmazdı saçlarına takılmasa yıldızlar ve yıldızlar parlayamazdı gecenin kara saçlarına toka olmasalar.. Gece ve yıldız olmak

zor mu biz insanların birbirini sevmesi kadar)

Neden yaşamaya çalışırken unutuyoruz beslemeyi yüreklerimizi o yürekler ki yumruğumuz kadar neden düşünün bir saniye düşünün ego bahçelerimizde açan narsit çiçekleri sevdiğimiz kadar sevmiyoruz aslında kendiliğimizi .. 

Unuttuk mu yoksa gülümsemek gibi kulak vermeyi sesimize renk veren kalplerimizi dinlemeyi ..

Bunca kirliyken dünya, yakınırken kirli sokaklarından mahallelerimizin; içimizde kirlenenleri görmemizi engelleyen hangi oyunun ebeliği oysa oyun oynamayalı ne çok oldu değil mi?

Sadece bir düşünün bu sabah kendinizi daha iyi hissetmek için duş almaktan, tıraş olmaktan, hoş bir esans sürmekten ,makyaj yapmaktan başka ne yaptınız ? 

Aynaya baktığınızda nereden tanıdığınızı hatırlamağınız yüz hangi kumpanyanın küflü sandığından gelip yerleşti insan sıfatınıza ? fırlatıp atın artık biriktirdiğiniz asla siz olmamış maskeleri ve şimdi tekrar bakın o sırlı cama inananın çok daha iyi hissedeceksiniz kendinizi; bir zaman en sevdiğiniz oyunu oynarken taşıdığınız minik yüreğinizde ki mutluluk gibi… 

Ve son bir şey daha eğer; sevdiğinizi düşündüğünüz bir insan varsa hayatlarınızda bir kez deneyin ölesiye değil ama öylesine de olsa yüreğinizden söyleyin sevginizi ama bahçesinde oyun oynayan hatıranızda ki  çocuk gibi..

Umutsuzlukların umuda dönüştüğü,yenilen darbelerin izlerinin gittiği,gülmeyen gözlerin güldüğü,kanayan yüreklerin acısının dindiği,kaybolan güvenin geri geldiği,hüznünü yerini sevince bıraktığı,gönüllerdeki fırtınanın dindiği zamanlar kişi hayata merhaba der.
Merhaba hayat. Acısı ile, tatlısı ile kabullenemediğimiz hayata alışmadıkça, sevmek kelimesi lugatimizde asla olmayacaktır.
Hüzünlerin, kederlerin insanları yıpratmadığı bir dünya var mı? Peki olması sizce mümkün mü? Bence mümkün değil. İşte sorun burada, bu mümkün olmayan duyguyu ve hissi algılaya bilen sevmeyi en iyi bilendir. Acılara göğüs germek. Ayrılıklara, yıkılmışlıkara, harabelere hayat vermek, bir binayı inşa etmek gibi değilmidir?Yeni bir eve taşınıyorsak o evi öncelikle boyarız. 
Temizleriz. Eşyaları düzenlice yerleştiririz. 
Ve sonra çayımızı demler yudumlarız. 
Sonra o yorgunlukla harika bir uyku çekeriz. Ve "yeni evimi çok seviyorum" deriz. Öyle değil mi? Ben öyle düşünüyorum. Ve bu düşüncemle çok huzur buluyorum.Çareszlikten başımızı öne eğdiğimiz anları düşünelim. Kimbilir kimlerin başını eğmişizdir. Kimbilir? 
İnsanın belini büken üç şey vardır;
1-Fakirlik ...2-Hastalık...3-Ölüm
Bu üç şeyden birine yakalanan insanın sevmesi, sevgisi her zaman karşılıksızdır.Karşılık bulması imkansızdır.İşte böyle olunca, nice başlar öne eğiliyor, nice yürekler yanıyor..Teşekkürler. Gerçekten çok güzel bir yazı. 
Ama maalesef yalnızca düşüncelerde kalıyor bunlar. 
Hayalden öteye gitmiyor. Köhnemiş ve küflenmiş hatta pas tutmuş bu dünyanın düzeni bozuk.
Heşeye rağmen "sevenler için bu dünya da ölüm yok".. 
Kesinlikle.Sevgi..Sevmek…Sevilmek..
Bu karşılıklı duyguların önüne hiç bir engel çıkmıyor. çıkamıyor.

YOKLUĞUN VAR YA 
Ölenin adresi bellidirtoprağına dokunursun, konuşursun,sesini duyurursun.Ya giden nerdedir, ne yapar bilemezsin onu iki dünyada da bulamazsın, yokluğundan başka hava soluyamazsın… 
Tuz tadını,şeker adını yitirmiş,su saflığını geceler gündüze ilişmiş, bütün duvarlar aynı soğuk yüzünü sakınmıyor, adı gibi duvar işitene dersem aldırmıyorkaç çığlığıma direndi… Toprak otlara can değil kiçiçekleri hiç aramasın o papatyanın göbeği gözlerin… 
Yıllarca anlattıkların asırlara taşıyorsözlerinin harfleri milyon sayıda gökyüzünden üstüme dökülüyor, her biri kurşun tanesi kalabalık kentte tek hedef benim hiç kimse farkında değilken içinde yaralı gezdiğimin… 
Yokluğun var ya…senin akla ziyan, bela yokluğun var ya…her şeyi ters düz eden yokluğun var ya… Güneş dünyayı terk etmiş,ay peşinden gitmiş, yıldızlar yere düşmüş,yağmur toprağa küsmüş, bebeklerin benzi solmuş, yeni gelinler dul olmuş, çığlığın bademcikleri alınmış, dağlar heybetini yitirmiş, tümseklerin şaklabanı olmuş koca dağlar her ne oluyorsa vallahi senin yokluğundan oluyor. 
Yokluğun var ya…senin akla ziyan, bela yokluğun var ya…her şeyi ters düz eden yokluğun var ya…limiti dolmuş hastaneler, kifayetsiz cümleler, Mavihüzün’ün şiirleri iç karartıyor, iki metre boyunda cüceler, her şey saçma, her şey anlamsızakıllara ziyan geliyor, tıka basa tımarhaneler Mazhar Osman’ı arıyor ziftlenmiş zavallı zihinler. 
Aşka kilitli bütün kalplersevda virüsü saldırıdasalgın kenti aşmış dünyaya yayılmakta… 
Sevdalıları imha ediyor askerler salgın bulaşıcı aşıkların sayıları arttıkça yok olacak evren, satılık aşklar sahibinden devren ama alan yok.´´ nasıl aşık olunmaz´´dersleri veriliyorkenar, köşe, her bir adım kalpte. Her şey şer, her şey saçmaanlamsız, mantıksız.her ne oluyorsavallahi senin yokluğundan oluyor. Yokluğun var ya…dermanı dermansız yapan yokluğun, yokluğun açlık, yokluğun soğuk, yalınayak yetimin gözyaşı yokluğun… 
Yokluğun var ya…öksüze atılan şamar,yetimden esirgenen sevgi, kelime-i şahadet için saklanmış son nefesi çalan adi hırsız yokluğun…bakire kalpleri dul eden virüs yokluğun dünyamı metrekareye sığdıran mercek yokluğun… Yetmez! daha anlatayım mı? Yokluğun var ya…tat alma duyumu bozan, dünyayı gözümde kıyamet kılan yokluğun var ya…yaşarken ölümle metres kalmak,ölememek sürünmek,ziyan olmak, harcanmak yokluğun. 
Hiç bir zaman terk edişini hazmedemez bu yürek metresimle nikah kıyana dek peşimi bırakmaz yokluğun.Yokluğun yokluk, yokluğun açlık, kanatsız kuş yokluğun, sinsice katlettiğin aşkımın çığlığı yokluğun. 
Yokluğun var ya…sırat köprüsünden geçmeye bir adım kala uçurumdan düşmek yokluğun yokluğun boşluk, huzursuzluk, bir lokma ekmeği boğazıma dizen zehir zıkkım, akla zeval yokluğun… 
Senin yokluğun var ya……

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...