09 Temmuz 2018

AMENTÜ DUASI NEREDE GECİYOR VE KADERE İNANMAYANLARA NASIL VE NERDEN DELİL GÖSTERMELİ

Ä°lgili resim

AMENTÜ DUASI NEREDE GECİYOR VE KADERE İNANMAYANLARA 
NASIL VE NERDEN DELİL GÖSTERMELİ 

 “Amentü”, İslâm dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden ıstılahtır / isimdir. Arapça'da “âmene” fiilinin müfredi / birinci tekil şahsı olan ve “inandım” mânasına gelen âmentü, Kur'an'da üç yerde, söz sahibinin imanını açıklarken kullandığı bir ifade olarak geçer. [Bkz. Yûnus suresi, 190; Yâsîn suresi, 36-25; Şûrâ suresi, 42/15] Şûra sûresinde doğrudan doğruya Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) “âmentü” demesi emredilir. 
Buna daya­narak âmentünün Kur'an'da yer alan bir ıstılah (terim) olduğunu söylemek mümkündür.
“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakk eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh”. Yani “Allah'a, meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve rasûlü olduğu­na şahadet ederim.” terkibinde sıralanan ve “mü'menün bih” olarak da adlandırı­lan itikadî esasların hepsi “âmentü” kavramıyla/ismiyle ifade edilir.
Âmentü'de sıralanan ve Ehl-i Sünnet inancına bağlı herkesin kabul etmesi ge­reken bu iman esasları Kur'an'da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bir yerde mü’mi­nin vasıfları olarak Allah'a, âhiret günü­ne, meleklere, kitaba (Kur'an'a) ve pey­gamberlere iman şeklinde sıralanırken [Bkz. Bakara Suresi, 2/177] başka bir yerde mü’minlere; Allah'a, peygamberine (Hz. Muhammed'e s.a.v.), peygamberine indirdiği ki­taba (Kur'an'a) ve önceden indirdiği ki­taba iman etmeleri emredilir. [Bkz. Nisâ Suresi, 4/136] Buna karşılık Allah'ı, me­leklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr edenin koyu bir sapıklık içinde olduğu belirtilir. [Bkz. Nisâ Suresi, 4/136]
Bu âyetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları; Allah'a, meleklere, kitap­lara, peygamberlere ve âhirete iman ol­mak üzere beş esasta toplanmış ve an’ânevî (ge­leneksel) âmentü metninde bulunan ka­der, yani hayır ve şerrin Allah'tan oldu­ğu inancı bunlar arasında zikredilmemiştir.
Âmentü’deki iman esaslarının sa­yısı ve muhtevası hadislerde de farklı­dır. Buhâri’nin rivayet ettiği Cibril hadisinde, “İman nedir?” sorusuna, “Allah'a, meleklerine, Allah'ın görüleceğine, pey­gamberlerine ve öldükten sonra diril­meye inanmandır.” [Buhârî, Sahih, İmân, 37] cevabı verilerek sayılan beş değişik esas arasında da kader zikredilmediği hal­de İbn Hanbel Müsned, I, 21;  Müslim,  Sahih, İmân, 1; Tirmizî, Sünen, İmân, 4; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 9; Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet, 17;  Nesâî, Sünen, İmân, 4  rivayetlerinde “hayrı ve şerri ile birlikte kadere iman” esası diğerlerine ilâve olarak zikredilir. 
Tirmizî'nin diğer bir rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), “âmentü” lafzıyla başlayan bir hadisinde [Fiten, 63] “Ben Al­lah'a, meleklerine, kitaplarına ve âhiret gönüne inandım.” demiştir. Bu hadiste de iman esaslarının yine beş noktada top­landığı ve Kur'an'da olduğu gibi burada da İman esaslarını formülleştiren “âmentü” metninden bir zikredilmediği görülür.
İman esaslarını “âmentü” terkibinde olduğu gibi topluca mevzu edinen bazı âyet ve hadislerde “kadere iman”ın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebi­len özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu'tezile'nin ve günümüzdeki bazı ilahiyatçıların iddia ettiği gibi İslâm'da kader inancı­nın bulunmayışından dolayı değildir. Ni­tekim özellikle “kader inancı” üzerinde duran başka âyet ve hadisler de vardır. 
Aslında İslâm ıstılâhında / literatüründe iman esasları; “Allah'a, peygambere ve âhiret gününe iman” şeklinde önce üç (el-usûlü's-selâse), sonra kelime-i şehâdette belirtildiği üzere Allah'a (c.c.) ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğine iman şek­linde iki, son olarak daAllah'a iman şek­linde (aslü'l-usûl) tek bir esasta özetlen­miştir.
Bu son yaklaşıma göre Peygamber'e iman, Allah'a imana ulaşmanın yo­lu, âhiret de Allah'ın fiillerinden biri olduğundan Allah'a iman edilince ötekiler kendiliğinden benimsenmiş olur. İş­te Rasûlullah (s.a.v.) imanı, “Allah'tan baş­ka ilâh olmadığını tasdik etmektir.” diye tarif ederken [Bkz. Müslim, Sahih, İmân, 33, Tirmizî, Sünen, İmân,  5] ve “Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen Cennete girer” müjde­sini verirken [Bkz. Tirmizî, Sünen, İmân, 17] bu gerçeği ifade etmiştir.
Dini bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve ilk devirlerden beri öğretilegelen Ehl-i Sünnetin an’ânevî (geleneksel) itikad metni olan “âmentü”nün, başta Cibrîl hadisi ol­mak üzere, Rasûlullah’ın (s.a.v.) “İman ne­dir?” sorusuna verdiği değişik cevap­lardan [Bkz. Müsned, I, 19; Tirmizî, Sünen, Ka­der, 17; Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet, 34; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 9] derlendiği anla­şılmaktadır. Zira Tirmizî'nin bir rivaye­tinde [Fiten, 63] yer almayan kısımlar Müslim'de [İmân, 46, 53] İbn Mâce'de [Mukaddime, 10] ve Tirmizi’nin başka bir rivayetinde[Kader, 10] aynı lafız­larla zikredilmektedir…
İbn Hacer ve Aynî'nin Cibril hadisine yaptıkları şerhler de bu görüşü teyit etmektedir [Bkz. Fethu'l-Bârî, I,  197; Umdetü'l-Kaarî, 1, 326, 335]Âmentü klişesine akaid kitapları içinde ilk defa İmâm-ı Âzam'ın el-Fıkhü'l-Ekber'ine rastlanır. [s. 1]
Daha sonra Hakîm es-Semerkandî es-Sevâdü'l-A'zam'da [s. 5] ve özellikle Ebü'l-Leys es-Semerkandî Beyânü Akîdeti'l-Usûl adlı eserinde iman esaslarını “âmentü” terkibinde özetlemiştir.
Müteahhirîn devirde Ubeydullah b. Muhammed es-Semerkandi’nin “âmentü”yü şerhederek [Bkz. el-Akîdetü’z-Zekiyye, vr. 2a vd] başlattı­ğı “âmentü şerhi” te’lif türü, kendisin­den sonra da devam etmiştir. Âmentü tâliminin / öğretiminin Mâtürîdîler arasında son derece yaygın olmasında, mevzuyla ilgili ilk eserleri Semerkandlı âlimlerin yaz­mış olmalarının tesiri büyüktür. [Bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Amentü md.]

Amentü Duası Kur'an'da Var mıdır? Burdur’dan okuyucumuz: “Amentü duâsı Kur’ân-ı Kerim’de var mıdır? Bütün şartlarını açıklar mısınız?” İmanın bölünmeyen altı esasının ve şehadet kelimesinin beyanını ihtivâ eden Âmentü cümlesi, hiç şüphesiz Kur’ân’dan ve hadislerden alınmıştır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir dalâlete düşmüştür.”1 
Bu âyette iman edilecek esaslardan beşini beyan eden Kur’ân-ı Kerim, kader konusuna da muhtelif âyetlerde önemle yer verir. Meselâ; “Âlemleri uyarmak üzere kuluna hakkı batıldan ayırt eden Furkan’ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp bir ölçü ve kadere göre takdir eden Allah yüceler yücesidir”2 âyeti veya “Biz her şeyi bir kadere göre yarattık!”3 âyeti; ya da “Hazinesi bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir kadere göre indiririz”4 âyeti bunlardan yalnızca bir kaçı.

Bu altı iman esasının topluca beyanını hadislerde de görmekteyiz. Ömer b. Hattâb’ın (ra) rivayet ettiği meşhur Cibril hadisinde, Hazret-i Cebrail’in (as), “İman nedir?” sorusuna cevap veren Allah Resûlü (asm); “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” buyurmuştur.5 

Bediüzzaman Hazretlerine göre iman, altı rükünden çıkan öyle bir hakikattir ki, bölünme kabul etmez. Çünkü her bir iman rüknü, kendini ispat eden delilleriyle diğer iman rükünlerini de ispat eder. Her biri her birine büyük bir delil teşkil eder. Öyle ise, bütün iman rükünlerini bütün delilleriyle sarsmayan batıl bir fikir, tek bir rüknü de inkâr edemez.6 
Âmentü, âlimlerin altı iman esasını bir araya getirerek formüle ettiği bir iman cümlesidir. Bu cümlenin sonunda zikredilen şehâdet kelimesi ise, İslâmın şartlarındandır. Şehadet kelimesi hakkında Resûl-i Kibriya Efendimiz’in (asm) bir müjdesini hatırlamamızda fayda var. Enes b. Malik’in (ra) rivayetiyle Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Hiç kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etsin de, Allah Teâlâ onu Cehennem ateşine haram kılmamış olsun!”7 
İman mevzuunda bir müjdeli hadisi daha gönüllerimize misafir edelim: Yine Enes (ra) rivayet eder: Allah Resulü (asm) şöyle buyurmuştur: “Lâ İlâhe İllallah deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca iman bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır! Lâ İlâhe İllallah deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca iman bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır! Lâ İlâhe İllallah deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca iman bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır!”8 
Konuya dayalı bu gün son müjdeli hadisimizi de Ebû Saîd el-Hudrî (ra) rivayet etmiştir: Resûlullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu: “Ehl-i Cennet Cennete, Ehl-i Cehennem de Cehenneme girdikten sonra, Cenâb-ı Allah: ‘Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca iman varsa Cehennemden çıkarınız!’ diye ferman buyurur. Bunun üzerine, bu gibiler simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılırlar, hayat nehri içine atılırlar. Orada, selde kalan yabanî reyhan tohumları gibi, sür’atle hayat bulurlar...”9 
Dipnotlar: 
1. Nisâ Sûresi, 4/136 
2. Furkan Sûresi, 25/1,2. 
3. Kamer Sûresi, 54/49. 
4. Hicr Sûresi, 15/21. 
5. R. Sâlihîn, 60. 
6. Asa-yı Musa (yeni tarz), s. 90. 
7. Buhârî, 1/105. 
8. Buhârî, 1/41. 

9. Buhârî, 1/21.
 Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve’l yevmi’l-âhıri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine’llâhi teâlâ ve’l-ba’sü ba’de’l mevti hakk Eşhedü en lâ iâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.
Ben Allahü Teâlâ’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allahü Teâlâ’nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şehadet ederim ki, Allâhü Telâ’dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Onun kulu ve peygamberidir. Amentü, Türkçe’de “inandım” demektir. İman esaslarını ifade için kullanılır.
Ayet ve hadislere dayanmaktadır. Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
“.. Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; ..” (Bakara, 177)
” Ey iman edenler, Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (Nisa, 136)
Ömer (r.a.)’den sahih senetle rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v), iman esaslarını altı madde hâlinde bildirmiştir. Cibrîl hadîsi diye meşhur olan bu hadise göre:
Cebrâîl (a.s.), Hz. Peygamber’in yanında ashabdan bir kısmının bulunduğu bir zamanda insan kılığında gelmiş ve Hz. Peygamber’in dizinin dibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında bilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek istemiştir. İmanla ilgili soruya Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir:
“İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.”
Cebrâîl (a.s) de:
“Doğru söyledin” diye tasdik etmiştir.
Hz. Peygamberin bu ve benzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halinde bildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altı madde halinde ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondört asırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmiş ve bu hususta icmâ-ı ümmet tahakkuk etmiştir.
Her ne kadar iman esaslarını bildiren ayetlerde kadere imân zikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ’nın ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanın gereğidir. Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi bu sıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli kılar. Kaza ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatil her şeyin Allah’ın bilmesi, dilemesi, takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’de mevcut bir takım ayetler kadere inanmamızı istemektedir. 
Meselâ:
“Şüphesiz biz, her şeyi bir takdir ile (kaderle, bir ölçüye göre) yarattık” (el-Kamer, 54/49),
“O (Allah), her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş “mahlûkâtın mukadderatını tayin etmiştir.” (el-Furkan, 25/2). gibi ayetler bunlardandır. Kaza ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederek kesinlik ifade eder.
Bir insanın mümin sayılabilmesi, önce Allah’ın varlığına ve birliğine inanmasıyla gerçekleşir. Kısaca “La ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” kelime-i tevhidini diliyle söyleyip kalbiyle buna inanan İslâm’a ilk adımını atmış olur. Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün iman esasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş olur. Allah’ı yegane ilâh tanıyan ve Hz. Muhammed’i O’nun elçisi (peygamberi) kabul eden kişi, Hz. Muhammed’in Allah tarafından getirdiği hükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmiş ve benimsemiş demektir.
Mümin sayılabilmek için sadece Allah’a inanmak yetmiyor. Âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarına yani Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer her şeyin Allah’ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak icab ediyor. Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarla beraber Kur’an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derin bir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînî hükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti vardır. 
Meselâ, beş vakit namazın farz olduğuna, rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun, zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksız yere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın, hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin, vb. haram olduğuna inanmak şarttır…
İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden, mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımıza topluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde bu hükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti vardır. Bu, inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı, tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmaya sebeptir. Hiç kimseye, imân konuları arasında bazılarına inanmak ve bazılarını reddetmek hakkı tanınmamıştır. ‘Biz bazılarına inanırız, bazılarına inanmayız’ demek küfürdür. (el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151).
Âmentü esaslarının mana ve mahiyeti hakkında özetle şunları söylememiz mümkündür:
1) Allah’a inanmanın manası şudur; Allah’ın var olduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeri olmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O’ndan başka bir ilâh bulunmadığına; Allah’ın Kur’ân’da bildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarla muttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu, kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaç olmadığına… vb. inanmak,
2) Allah’ın gözle görülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerin varlığına inanmak,
3) Allah’ın, insanlar arasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapan peygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur’an’da bildirilenlerin tek tek peygamberliğine inanmak,
4) Allah’ın, peygamberlerden bazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle Hz. Muhammed (s.a.s.)’e indirilen Kur’an’a ve Kur’an’da zikredildiği üzere Hz. Musâ’ya indirilen Tevrat’a, Hz. Dâvûd’a indirilen Zebur’a, Hz. İsâ’ya indirilen İncil’e inanmak,
5) Ahiret gününe, kıyametin kopacağına, dünya hayatının son bulacağına, herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba, Sırata, Mizâna, Cennet’e, Cehennem’e… vb. inanmak,
6) Kadere, hayır ve şer her şeyin Allah’ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak gerekmektedir. Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanma gereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak da zarurîdir. Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye (kesin dini emir ve yasaklar)dan herbirine inanmak gerekir. Bunlardan birini inkâr, tamamını inkâr sayıldığından, küfürdür. Zira imanda bölünme olmaz. “Kalbinde arpa (zerre) ağırlığınca iman olduğu hâlde “Lâ ilâhe illallah” diyen Cehennem ateşinden çıkar (Cennet’e girer)” (Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim, İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61) hadisinin anlamı şudur: Cidden az bir imana sahip kimse Cehennem’de ebedî kalmaz. Cezasını çektikten sonra Cehennem’den çıkarılır, Cennet’e sokulur. Burada “az bir imanı olan” demek, “inanılması gerekenlerden bazılarına inanan, bazılarına inanmayan” demek değildir. İman bir bütün olduğundan, bu küfürdür. Müminler, iman esaslarına inanma açısından eşittirler. Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıf oluşları açısından farklıdırlar. Bir de İslâm’ın emirlerinin yerine getirilmesi açısından farklıdırlar. “Kalbinde en küçük iman bulunan”dan maksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir. Helâl saymaksızın bazı haramları işleyen, farzları terk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet’e gireceklerdir. (el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, Beyrut, (t.y), I, 168, 172, 173).
Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri hadislere bakıp da gayr-i müslimlerin (Ehl-i Kitâb’ın) Cennet’e gireceğini sanmak imkânsızdır. Çünkü -Allah Kur’an-ı Kerîm’de onların kâfir olduğunu açıkça bildirmiştir. (Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152). Cennet’i hak etmenin ilk şartı imandır. İman da, önce Allah’a Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur’anî hükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasını istemekle gerçekleşir.
Kaynaklar
1) Amentü, Mehmed BULUT, Şâmil İslam Ansiklopedisi
2) Muhtasar İlmihal, Hasan Arıkan
3) İslami City
4) Hakikat Kitabevi

Bu duayı iman edilmesi gereken şartları sıralarken kullanıyoruz...

Lakin biraz araştırdığımızda Kuran'da Amentü duasının tam olarak böyle geçmediğini de görüyoruz...

Nette arama motoruna, Amentü süresi hangi ayetlerde geçiyor diye yazıldığında, bütün siteler de, hemen hemen aynı bilgi yazar... Ayetleri sıralar...

Oysa; bahsedilen ayetlere bakıldığında, inanca dikkat çekse de içeriği amentü duası değildir....
Dini inanç bazında kim ne söylerse söylesin, yapılması gereken, Kuran'ın saifelerini açıp, karşılaştırma yapmaktır... Hazıra konulan iman, yanlış bilgilerle kişiyi donatır...
Eğer söylenilen, Kuran anlatımına, ayetine ters düşüyorsa kabul edilemez... Bunu sonradan türemiş hadislerle kanıtlamaya çalışsalar da, kuran ayetleri hadislere değil, hadisler kurana uymalıdır...

Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlerine inanmak kısmı zaten, Kuran'ın baştan sona anlattığı bir iman desturudur.. Bu kısımlarına yürekten amentü ediyoruz...

Bence Kuran'ın hiç bir yerinde rastlanamayacak olan ''Hayrıhi ve şerrihi'' kısmıdır... 
Bu hazır mantık kader anlayışına sığar.. Bu da Kuran'ın kişi yaptığının karşılığını görecek yaklaşımına ters düşer..
Kader vardır, inanılmayan kader değil, kader anlayışı... 
Yani Allah yazdı, hayırda ondan, şerde ondan ne yapabiliriz mantığıyla beyinsiz bir yaşam, Kuran'a yaklaşmayan tutumdur.. Amentünün Hayrihi ve şerrrihi kısmı Kuran'da geçmez..
Bu kısmı kaderi inkara getirenler, neye göre suçlamalarda bulunuyor bilemiyorum ama Kuranda buyruk olarak geçmeyen bir sözü, zorla empoze etmelerine, dini anlamadan, araştırmadan, kulaktan dolma anlayışla yaşamaktan da bıktık... 

Müslüman üreten, düşünen demek... 

Bir yerde gerçek olan “sureler” her bir surenin bir cümlesi olan “ayetler.” 

Gerçekten de temel olması, esas alınması gereken “sureler” var iken, temele uymayabilecek duaların da “sure” imişçesine hafızalara kazınmış olması ve hatta surelerden öne çıkarılması, din adına belli kişilerin hâkimiyet kurmak istemelerinden başka bir şey değil. 

İnsanın başına gelecek veya getirilecek her türlü bela ve felakete kaderdenmiş, yaşanması gereken “şerler/felaketler”miş gibi bir anlayışla bakmak, çoğu zaman da “Ne yapalım, kaderi böyleymiş. Hayır da, şer de Allah’tan” diyerek teslimiyete bürünerek mücadeleden kaçmanın veya başkalarının yaptıklarının yanlarına kalmasına gerekçe bulmanın, boyun eğmenin sadece tesellisi olabilir.

Kadere inanmak ayrı şey, her belanın, her felaketin kaderden sayılması daha farklı bir şey. Hiçbir tedbir almadan, mücadele vermeden gelebilecek felaketlere “kader” dememek lazım. İnsan gücünü aşna felaketler kaderden olabilir. Özellikle insan marifetiyle yaratılan bela ve felaketler nasıl kaderden olur?
Gül Hanımın bu düşüncesine ve anlayışına ben de katılıyorum.

Ne kadar araştırma ve bilinçli olursa insan, toplumun iliğine kadar işlenmiş bu yanlışlıklar, o denli temizlenir..

Kader bahsi, gündemde en çok tartışılan bir konu.. Aslında anlaşılması o kadar da güç değil ama birilerinin böyle anlayış ardına saklanıp bunu kader kılıfına sığdırmak, kolaylarına geliyor...



YEZİD HAZRETİ.HASAN'I ÖLDÜRDÜKTEN VE KAFASININ KESEREK BAĞDAT SOKAKLARINDA DOLAŞTIRDIKTAN SONRA SÖYLEDİĞİ SÖZ 
""HAYIRDA ŞERDE KADER DEMEK ALLAHIN SÖZÜDÜR"" 
DİYEREK KENDİSİNİ HAKLI GÖSTERMEYE ÇALIŞMIŞTIR
Üstelik, hayır ve şer Allah'tandır mantığı, 
Kerbela'da Hazreti Hüseyin'i şehit eden Yezit tarafından da dillendirilmiştir... 
Yezit, Hazreti Hüzeyin'i şehit ettikten sonra, 
''Allah yazmasaydı bu olmazdı, 
Allah yazdı ki gerçekleşti diyerek kendini aklama, etrafını kandırma politikası içine girmiş, bu hadiseyi, hayır ver şer Allahtan, kader yazıldı gibi kılıfa sığdırmıştır...

Oysa kişi yaptığı ile sorumludur... Allah kuluna akıl, irade, seçme hakkı tanımıştır..
Kader hadisesini bir seneryoya benzetirsek; Benim bir yönetmen, aynı zamanda senarist olduğumu düşünelim... Bir oyun yazıyorum, ayrıca yönetiyorum.. İki oyuncu geldi ve ben birine kapıdan girip, yaralı kediye yardım etmesini söylüyorum, diğerine içeri girince kasadaki paraları almasını söyleyip, çekime başlıyorum... Bu iki oyuncu da benim söylediklerimi yerine getiriyorlar.. Çekim bittikten sonra, kediye yardım edeni ödüllendirip, kasadaki paraları çalanı da polisleri çağırarak, hapse attırırsam, oyunculardan madur olanı bana sormazmı, sen yazdın biz oynadık... Suçum ne..? İşte kader bahsinde de, toplumun inancı buna benziyor.. Oysa Allah doğru yolu, güzeli söyler fakat seçimi, aklında, iradenle tercihine bırakıyor... Aksi olsaydı, Allah yazdı neyse o mantığı, bu piyes oyununa benzerdi ki bu birilerine adaletsizlik olurdu... Öncelikle, yazdığınız yoruma yürekten teşekkür ediyorum Altay hocam.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...