Yavuz Sultan Selim ve Mısır Seferi (1516-1518)
SEVAL SARBAN
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tarih
Osmanlı Devletinin dokuzuncu padişahı olan Yavuz Sultan Selim,1512-1520 yılları arasında Hüküm sürmüştür. Sekiz yıl boyunca Osmanlı devleti için tehdit oluşturan başta Safevi devleti, Dulkadiroğluları beyliği ve Memlük devleti ile mücadelelerde bulunmuştur. Güney Doğu da hüküm süren Memlük devleti arasındaki ilişkiler daha önce Fatih Sultan Mehmet döneminde bozulmuş, II. Bayezid döneminde Çukurova‘daki egemenlik çatışmasıyla yoğunlaşmış ve Yavuz Sultan Selim dönemine gelinceye kadar, bu bozuk ilişkiler devam etmiştir. I.Selim Döneminde ise Doğu Akdeniz bölgesi Osmanlı Devleti yönetimine geçmiştir. Suriye’nin alınması gerekmekteydi. Osmanlı Devleti için Suriye, Mısır‘ın anahtarı durumunda, olması nedeniyle Yavuz Sultan Selim kesin sonuçlara ulaşmak için Mısır Seferi’ne çıkacaktır. Memlük Devleti, Osmanlı Devletinin güneydeki ilerlemesine karşı koyamayacaktır. Güçlü komutanlarını bünyesinde barındıran Memlük devleti, Yavuz Sultan Selim’in yaptığı bu sefer ile yıkacaktır. Şimdi bu seferleri ve gelişen olayları incelemeye başlayalım.
1.Yavuz Sultan Selim’in Hayatı
I. Selim’in doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte 1470 tarihinde Amasya da doğmuştur. Kardeşleri Ahmed, Korkut, Mahmud, Alemşah ve Şehinşah’tır. II. Bayezıd’ın en küçük oğludur. Annesi Dulkadirbey’i Alaüddevle Bozkurt’un kızı Gülbahar Hatun’dur. Kaynaklar da 1487 tarihinde ilk sancak yeri olarak Trabzon’da göreve başlamıştır. Trabzon da 1510 yılına kadar, 24 yıl boyunca burada sancak beyliği yapmıştır. Lalası Halimi Çelebi, I.Selim’in iyi bir eğitim almasını sağlamıştır. Trabzon da bulunduğu sırada özellikle Gürcü prenslikleri ve Doğu sınır boylarında dini-siyasi mesele olan Şah İsmail’in faaliyetlerini iyice gözlemlemiştir.[1]Tahta geçmeden önce kullandığı casusular İstanbul, Edirne ve Amasya olanlar hakkında bilgi veriyorlardı. Ayrıca I.Selim hakkında lehine propaganda yapıyorlardı. Selim’e nasıl hareket etmesine de yardımcı oldular.[2]Tabiatı ve kişiliğiyle hükümdarlık vasıflarını barındıran I.Selim, Özellikle Babası II. Bayezıd, Kardeşi Ahmed’le girdiği mücadele de üstünlük kurmuş ve yeniçerilerin desteğini alarak 1512 yılında Osmanlı Devletinin tahtına oturmuştur. Uyguladığı Siyaset ve yaptığı savaşlarla Osmanlı Devletinin Topraklarını genişletmiştir. Halifelik makamının Osmanoğullarına geçmesini sağlamıştır. Daha sonra taht’a geçecek olan oğlu Süleyman’a güvenli bir ortam bırakmıştır.I.Süleyman Avrupa topraklarına ilerleyerek Viyana kapılarına kadar dayanacak ve Osmanlı devletini bir cihan imparatorluğu haline getirecektir.
I. Selim’in doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte 1470 tarihinde Amasya da doğmuştur. Kardeşleri Ahmed, Korkut, Mahmud, Alemşah ve Şehinşah’tır. II. Bayezıd’ın en küçük oğludur. Annesi Dulkadirbey’i Alaüddevle Bozkurt’un kızı Gülbahar Hatun’dur. Kaynaklar da 1487 tarihinde ilk sancak yeri olarak Trabzon’da göreve başlamıştır. Trabzon da 1510 yılına kadar, 24 yıl boyunca burada sancak beyliği yapmıştır. Lalası Halimi Çelebi, I.Selim’in iyi bir eğitim almasını sağlamıştır. Trabzon da bulunduğu sırada özellikle Gürcü prenslikleri ve Doğu sınır boylarında dini-siyasi mesele olan Şah İsmail’in faaliyetlerini iyice gözlemlemiştir.[1]Tahta geçmeden önce kullandığı casusular İstanbul, Edirne ve Amasya olanlar hakkında bilgi veriyorlardı. Ayrıca I.Selim hakkında lehine propaganda yapıyorlardı. Selim’e nasıl hareket etmesine de yardımcı oldular.[2]Tabiatı ve kişiliğiyle hükümdarlık vasıflarını barındıran I.Selim, Özellikle Babası II. Bayezıd, Kardeşi Ahmed’le girdiği mücadele de üstünlük kurmuş ve yeniçerilerin desteğini alarak 1512 yılında Osmanlı Devletinin tahtına oturmuştur. Uyguladığı Siyaset ve yaptığı savaşlarla Osmanlı Devletinin Topraklarını genişletmiştir. Halifelik makamının Osmanoğullarına geçmesini sağlamıştır. Daha sonra taht’a geçecek olan oğlu Süleyman’a güvenli bir ortam bırakmıştır.I.Süleyman Avrupa topraklarına ilerleyerek Viyana kapılarına kadar dayanacak ve Osmanlı devletini bir cihan imparatorluğu haline getirecektir.
1.1. Memlük Devleti ve Osmanlı Devleti ilişkileri
Memlükler, “memlü” para ile alınmış köle anlamına gelmektedir. İlk önceleri türk- kölemenlerden bazı yeni hanedanlar kurulmuştur. Mısır’da kurulan Memlükler, Eyyübiler hanedanlığının düşmesinden sonra, Osmanlı devletinin Mısır seferine kadar geçen iki buçuk asır boyunca Doğu Anadolu’nun en güçlü tahtlarından birini ele geçirmişlerdir.[3]
Osmanlı-Memlük mücadelesi Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’deki coğrafya bazı kaynaklarda tasvir edilmiştir. Memlükler, Suriye civarında bir tampon bölge oluşturmak Toroslar’danve Fırat’a kadar uzanan topraklarını korumak için yarı bağımsız olan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğullarını bünyesinde taşımıştır. Çukurova Bölgesinde hüküm süren Ermeni Krallığı, hem Memlük hemde Türkmen akınlarına maruz kalıyorlardı. Memlükler, Ramazanlılar, Dulkadirler ve diğer Türkmen Aşiretlerin yardımlarıyla 1375 yılında Ermeni Krallığını sona erdirmişlerdir.[4] Böylece Memlük devleti güçlenerek büyümüştür. Memlükler zamanla, Askeri güçlerini topraklarını genişletmek için değil Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da güney ve doğu bölgelerine yayılmaları, kendine bağlı beyliklere karşı dokunulmadığı sürece ses çıkarmayacaktır. Kısacası sadece kendi topraklarını korumaya çalışacaktır. İki devlet zaman zaman dostluk ve ikili olarak ittifaklar yapmışlardır. Portekizlerin Kızıldeniz’deki faaliyetlerinden ötürü Osmanlı devleti Memlük Devletine1509 tarihinde yardım etmiştir.
İlk olarak Memlük-Osmanlı çatışmaları Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur. Memlük Sultanı Hoş Kadem 1461 yılında Fatih’in gönderdiği elçilik heyetine kötü davranmıştır. İbn-i İlyas’a göre “bu hadise Mısır Sultanı ve Osmanlılar arasındaki düşmanlığı başlatmıştır”. Daha sonra Karamanoğulları, Dulkadir beyliği ile olan münasebetlerle bu ilişkiler iyice bozulmuştur. Memlükler, Osmanlılara, Hindistan’dan gelen hediyelere el koymuşlar ve Hint elçisini tutuklamışlardır.[5] Hatta 1481 yılında Fatih’in Mısır seferine çıktığını ancak sefer sırasında vefat ettiği belirtilir. II. Bayezıd döneminde Çukurova’da hâkimiyet kurma ve Dulkadiroğlu Beyliği meselesi, Bayezıd-Cem Sultan mücadelesinde, Cem Sultanın Kahire’ye giderek orada iyi karşılanması ve Bayezıd’a karşı rakip olarak Anadolu’ya tekrar geri gelmesine izin verilmesiyle ilişkiler iyice gerginleşmiştir. 1485-1491yılları arasında Memlük sultanı Kayıtbay zamanında, Karaman Beylerbeyi ve Karagöz paşa kumandasındaki Osmanlı – Memlük ordusu arasında ilk savaş başlamıştır.[6]Yavuz Sultan Selim zamanında ise iki devleti de tehdit eden XVI. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Şii Safevi devleti idi. Şii propagandası yaparak kendi nüfuzlarını oluşturmaları bu iki devleti de olumsuz etkiliyordu. Sünni mezhebe tabi oldukları için ortak bir sorun halindeydi. Osmanlı Devletinin Safevi devletine karşı1514 yılında kazandığı zafer Sünni Memlük halkını sevindirmiş, Suriye ve Mısır’da şenlikler yapılmıştır. Ancak Çaldıran savaşı sonrasında Memlüklere bağlı Dulkadiroğulları Beyliği’nin 1515 yılında alınmasıyla da Memlük devletini kaygılandırmıştır.[7]Memlük devletinin bu kaygısının en büyük nedeni eski gücünü kaybetmesi, Osmanlı Devletinin ise güçlü bir devlet ve devletin başında cesur, kurnaz ve ciddi bir siyaset kabiliyeti olan Yavuz Sultan Selim’in olmasıdır. Böylece gelişen olaylarla Mısır seferi başlamıştır.Bu sefer üç aşama halinde olacaktır.
1.2.Merc-i Dabık Seferi (24 Ağustos 1515)
Haziran 1516 yılında padişah’ın ordusu Doğu seferi adıyla Üsküdar’a çıkarak, Şehzade Süleyman Edirne de Piri Mehmed Paşa İstanbul da kalmıştır. Zeyrek-zade Rükneddin Efendi ile Kara paşa doğu seferinde daveti bildiren padişahın mektubu ile Mısır’a gönderilmiştir. Padişah I.Selim ise elli binden kadar askerleriyle Konya’ya kadar ilerlemiştir. Mısır’a giden elçiler Haleb’de Sultan Kansu Gavri’ye mektubu ulaştırmışlardı. Gavri mektubun içinde kilerini beğenmeyip elçileri hapsettirmişti. Daha sonra padişah ordusu Konya’dan Halep üzerine yönelince Gavri pişman olup elçileri çıkarmıştır. Elçiler geri dönerek Buçuk dere denilen yerde padişahla konuşup doğu seferinden daha çok batı seferinin gerekli olduğunu ispatlamışlardır. Merci-dabık sahasının savaş meydanı olarak belirlenmiştir.[8]Memlük sultanı Kansu Gavrive bütün ordusu ile Haleb’ten çıkarak Merci-dabık’ gelmiş ve karargâhını buraya kurmuştur. I. Selim’e son gönderdiği mektupta Haleb’e gelmesinin nedeninin kendi elinde olmadığının devlet adamlarının ısrarı olduğu söyleyerek özür dilemiş, Ancak Merci-dabık ovasında bulunması ile savaşı tetiklemiştir.[9]Ayrıca Mısır sultanı Halep valisi Hayır Beyile Sultan Selim arasında gizli ilişkilerin olduğunu söyleyen Şam valisi Sibaybey’e itibar etmeyerek devam etmiştir. Bu ise daha sonra Hayır bey’in taraf değiştirerek savaşın yönünü değiştirecektir. İki ordu karşı karşıya geldikleri sırada asker sayısı bakımından birbirlerinden üstün durumda değillerdi. Memlük kuvvetleri Haydar Çelebi Ruznamesinde 40.000-50.000 dolaylarında tamamı hafif zırhlı süvarilerden oluşuyordu. Venedik kaynaklarında Memlük kuvvetlerinin 12.000 civarında olduğundan bahsetmiştir. Ordunun tamamı atlı birliklerden oluşmaktaydı. Bedevi Araplardan oluşan az sayıda yaya askerlerinden oluşmaktaydı Osmanlı Ordusu’nun Memlük Ordusu yanında daha güçlü silahları ve ateşli topları vardı. Bu teknolojik üstünlük Memlük Ordusu’nu psikolojik olarak yıpratıyordu. Memlük Ordusu’nun tamamına yakını atlı birliklerden oluşmaktaydı. Orduda 50-60 bin arası asker olduğu söyleniyordu. Ordunun askerleri daha çok at üzerinde hızlı mızrak kullanabilen askerlerden oluşuyordu. Bu orduyla Osmanlı Ordusunu yenebileceğini düşünüyorlardı. Osmanlı Ordusu teknolojiyi iyi kullanıyordu. Memlükler klasik olarak kesici ve delici silahları kullanır ateşli silahlar kullanamazlardı. Memlük Ordusu ise ateşli silahları “kâfir icadı” diye kullanmıyordu[10] . Bu yüzden ateşli silahlardan nefret ediyorlardı. Bu olay aslında diğer bir devletle bağdaştırılabilir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran savaşında ateşli silahları kullanmasından dolayı Şah İsmail Yavuz’a karşı ithamlar da bulunmuştur. “Silah çıktı mertlik bozuldu.” diye bahsedilir.
Osmanlı ordusunun sağ kolunda Anadolu beylerbeyi Zeynel paşa, sol kolunda ise Rumeli beylerbeyi Küçük Sinan paşa ve merkezde padişah ile Kapıkulu yaya, atlılarıyla topçular bulunmaktaydı. Memlüklerin sağ kolunda Haleb beyi Hayır Bey, sol kolunda Şam beyi Sibay ve merkezde ise Sultan Gavri yer almaktaydı.[11]Sabah savaş başladı. Yaklaşık altı saat sürdü. Bir ara Osmanlı Ordusu‘nun sağ ve sol kanatlarında sarsılma görüldü. Memlük Ordusu’un atlı birlikleri, Osmanlı atlı birliklerine kıyasla daha etkiliydi. Bu durum üzerine padişah, Vezir-i Azam Sinan Paşa‘yısağ kanada, Yunus Paşa‘yı da sol kanadı desteklemekle görevlendirdi. Kendisinin de savaş alanında görünmesi durumu düzeltti. Savaşın kazanılmasında topların ve 20.000 kadar tüfekli Yeniçerinin etkisi büyük oldu.[12] Yani burada da ateşli silahların üstünlüğü sonucu belirledi. Memlük Ordusu yenildi ve Kansu Gavri kaçarken inme inerek öldü. Savaş alanında ve Halep’te birçok mal ve Macar altını ganimet olarak alındı. Oradan Şam’a savaşsız girmiştir. Yavuz Sultan Selim kış’ı Şam’da geçirmiştir.[13]Bu savaşın sonucunda Osmanlı Lübnan, Suriye, Filistin gibi bölgelerin kontrolünü ele geçirmiştir. Bundan sonra Osmanlı Devletinin bölgede yaptığı faaliyetler bölgenin tamamını Osmanlı Devletinin bölgeye hâkim olmasıyla sonuçlanmıştır.
Merci-dabık savaşından sonra Yavuz Sultan Selim Memlük Sultanının yanında bulunan Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ile üç mezhep kadısına büyük saygı göstermiştir. Halep’te Halife ile görüşmüştür.Kendi adına Hutbe okutup, bölgenin idari planlamasını yapan Yavuz Sultan Selim Dağılmış olan Memlük emirlerinin Şam’da toplandıklarını ve Kansu Gavri’nin oğlu Muhammed’i sultan olarak kabul ettikleri bilgisi gelince Şam’a yürümüştür.[14]Başka bir kaynakta ise Sultan Kansu Gavri’nin ölümünden sonra Taht kavgalarının oluştuğunu bunun üzerine Yavuz Sultan Selim’in Sinan paşayı görevlendirmiştir.[15] Sinan paşa komutasındaki öncü birlikler Tumambay’ın yeni memlük sultan ilan edildiği kahire ye doğru hareket etmiştir. Sinan paşa Gazze yi işgal etti ve burada Emir el- Gazali’nin saldırısına uğradı. İskenderiye Emiri hayatını kaybetti. Bunun üzerine I.Selim Gazze ye gelmiştir. [16]Böylece Sultan Yavuz Sultan Selim yeniden savaş hazırlıkları yaparak Mısır’ı fethetmeyi amaçlamıştır.
1.3. Yavuz Sultan Selim’in Sina Çölü’nü Geçmesi (09-22 Ocak 1517)
Mısır’a doğru Yürüyen Osmanlı kuvvetleri, Mısır ve Filistin arasında kalan Sina çölünü geçmek zorundaydılar. Bu çölü daha önceleri Persler ve Büyük İskender Mısır’ı ele geçirmek için geçmişlerdir. Bu yola “Fatihler yolu” adlandırılmıştır. Ancak bu iki kumamdan geçmiştir.[17]Moğollar ve Timur bu çölü geçememişlerdir. Yavuz Sultan Selim Akdeniz kıyılarından fazla uzaklaşmayarak Kuzeyden Sina Çölünü geçmiştir. Bu çölü on üç günde geçmiştir.11Ocakta El-Ariş köyüne varılmıştır. Sinan paşa 6.000 atlı birlikle önden giderek Mısır’a ulaşmış, daha sonra Yavuz Sultan Selim mısır’a gelmiştir.[18] Hatta Osmanlı kuvvetleri Sina Çölü’nü geçerken Allah’ın hikmeti olarak yağmur yağdığını ve ordunun bu sayede hiç su sıkıntısı çekmediğinden bahsedilir.[19]
Memlük Sultanı Tumanbay, her Türk askeri için ağırlığınca altın vereceğini bildirmiştir. Araplar Türk ordusuna saldırılarda bulunarak ordunun su ihtiyacını karşılamasına engel oluyorlardı. Fakat bunların yanı sıra top ateşi ve süvari birliklerinin ateşleriyle Osmanlı ordusu tarafından dağıtılmıştır.[20]Yavuz Sultan Selim Mısır’ın fethine biraz daha yaklaşmıştır.
Savaşta kullanacağı taktiklerle Ridaniye Savaşının kazanılmasını sağlayacaktır.
1.4. Ridaniye Savaşı (22 Ocak 1517)
Osmanlı ordusu çoğu kapıkulu ve piyadelerden oluşan 20.000 kişilik ordu Henke bölgesine yaklaştığı sırada yine 20.000 civarında asker toplayan Tumannay Kahire yakınlarında Adiliye de siperler kazdırarak bir hat oluşturmuştu. Osmanlı devletine Salihiyye’de saldırmak istiyordu. Burası Sina çöl’ünden çıkış yeri olması nedeniyle ordu dinlenmeye geldiğinde saldırıp savaşı kazanacağını düşünüyordu. Fakat Emirleri farklı düşünerek Osmanlı ordusunu şaşırtmak amacıyla bir siper kurmuşlardı. Bu hat El- Matariyye ile El- Cebeül’lAhmer, Mukattam arasında Ridaniye civarı olarak kararlaştırılmıştı.[21]Burada yapılacak olan savaş zor ve tehlikeliydi. Tumanbay Frenklerden tahsis edilen iki yüz kıt’a topla, Siper ve Hendek kazdırmıştır. Kurduğu hat ile Osmanlı ordusu darmadağın olabilir ve bu bölgeden başka geçilecek bir yer yoktu.[22]Osmanlılar buna karşı daha önce planladıkları gibi hareket ettiler. Yavuz Sultan Selim bizzat harekâtı gerçekleştirdi. Osmanlı ordusunun sağ kolunda Anadolu beylerbeyi Mustafa paşa, sol kol da ise Rumeli beylerbeyi Küçük Sinan paşa bulunuyordu. Padişah, Kapı kulları ve vezir-i azam Hadım Sinan paşa merkezde idi. Memlükler önce atlı birlikleriyle Osmanlı ordusunun topların gizlendiği yere doğru çekmeye çalıştı. Osmanlı ordusu da saflarının düzenini muhafaza ederek buraya doğru ilerledi. Fakat topların menziline girmeden önce birden yön değiştirip El- Mukattam dağına doğru yürüyünce Memlük ordugâhı karıştı.[23]Osmanlı ordusu topçuların üstün kuvvetle karşı tarafı durdurdu. Selim’in mevzii’yi yandan çevirerek yaptığı saldırı tam bir zafer ile neticelendi(26 Aralık). Ertesi gün Halife Al-Mutavakkil’i Osmanlı askeri ile şehre göndererek halka güvence verdi. Kahire’de Cuma hutbesi Selim adına okunmuştur. Böylece Memlük Sultanlığı tarihe karıştı. Ridaniye’de kaçmayı başaran Tumambay baskın ve gerilla harbine başvurmuştur. Kahire halkı kendisini desteklemişlerdir. Memlükleri takip ve araştırmak için Osmanlı askerinin yaptığı hareket halk arasında korku ve dirence sebep olmuştur.[24]Ridaniye savaşının kazanılması sağlayan birçok unsur vardır. Memlük ordusunun ateşli silahların kullanmaması ve ordunun tecrübesizliği, Yavuz Sultan selimin uyguladığı savaş taktiği olarak sayılabilir. Merci-dabık savaşı ile Ridaniye savaşını karşılaştırdığımızda Merci-dabık savaşı kısa sürmüş ve Osmanlı devleti fazla zorlanmamıştı. Ancak Ridaniye de ise zor ve Osmanlı ordusunu yoran bir savaş olmuştur. Zafer ile sonuçlanan bu savaş Yavuz Sultan Selim mısır’a girmesine ve resmen Kutsal toprakların hâkimi olmasını sağlamıştır.
1.5.Yavuz Sultan Selim Mısır’a Girişi (24 Ocak 1517)
24 Ocak tarihinde Osmanlı devleti Kahire’ye girdi. Kahire, dönemin önemli ve kültürel zenginlikleri barındıran bir şehirdi. Yavuz Sultan Selim Kahire’ye girişinden sonra Cuma namazında Hutbe kendi adına okutuldu.[25] Osmanlı Devlet geleneğinde Hutbe okutmanın hâkimiyetin sembolü olarak kabul edilir. Memlük hazinesi ve Emanet-i Mukaddeslerin bir kısmı, Osmanlı devletinin eline geçmiştir. 28 Ocak sabaha karşı Tumambay Kahire ye girmiştir. Osmanlı ordusu ve Yavuz Sultan Selim kahire dışına çıkmışlardı. Şehirde sadece küçük bir Osmanlı birliği vardır.10.000 askeri olan Tumambay bu birliği kılıçtan geçirmiştir.[26]Yunus Paşa yeniçeri kuvvetleriyle Kahire ye girdi. Üç gün üç gece Kahire sokaklarında çatışmalar olmuştur. Bütün şehir halkı Tumambay’a yardım etmişlerdir. Osmanlı ordusu bu çatışmayı bastırınca Tumambay ve yedi kişi kadın kıyafetleri giyerek kaçmışlardır. Daha sonra Tumambay ve yanında Canberdi Gazali pişman olarak teslim olmuşlardır. Ancak tekrardan Tumambay kaçmıştır.[27]Tumambay, Nil’in doğu yakasında bulunan Cizeye sığınmıştır. Fakat Yavuz Sultan Selim haber alınca 1.000 civarında asker göndermiştir. Ancak Tumambay’ı destekleyenlerin sayesinde Osmanlı ordusu zorlanmıştır. Bizzat Yavuz Sultan Selim sefere katılmak amacıyla Yunus paşa ile 40.000 kişiyle Cizze ye doğru hareket etmişlerdir.[28]
Tumanbay, ölüm-kalım mücadelesinde yenilerek kaçtı ve Arap Şeyhlerinden birisinin yanında barındaysa da 30 Mart günü yakalanarak Yavuz‘un huzuruna getirildi. 13 Nisan 1517 tarihinde Tumambay Zuveyle Kapısında asılmıştır.[29] Mısır Valiliğine Halep eski Emir’i Hayır Bey getirilmiştir. Yavuz Sultan Selim Kahire’den ayrılmak için yola çıkmıştır. Mısır devletini korumak için 40.000 askeri arkasından bırakmıştır.[30] Sultan Selim’in Mısır da iken zafer kutlaması olarak Kahire’yi süsletip şenlikler yapılmasını emretmiştir. Mısır’da Ravza adsında on gün kalmıştır. Kahire sokaklarını gezerek piramitlerin nasıl yapıldığını merak ederek Lütfü paşayı görevlendirmiştir. Nil nehrinin kaynağının Habeş ülkesinden geldiğini ve Kahire tarihi hakkında bilgi almıştır. Kahire de bulunan Medreselerin kütüphanelerinden kitaplar getirttirip okuyor ve çeşitli sohbetler yapıyordu. Genellikle fen ve ilim ağırlıklı kitapları tercih etmiştir.[31]Yavuz Sultan Selim çağının Sultanlarından farklı olduğunu ortaya koymuştur. Bilgi birikimi ve Kültürel olarak zenginliklere açık olduğun yaptığı faaliyetlerle göstermiştir. Dedesi Fatih Sultan Mehmed 1453 tarihinde İstanbul’u Aldığında aynı şekilde İlim Adamlarını himayesi altına almıştır. Şehrin mimarisine olan merakı ile İstanbul’u fethetmeden önce yağma izni vermiş ancak Mimari yapılara dokunulmamasını emretmiştir. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed gibi yaptığı seferlerde büyük başarılar kazanmıştır. Mısır’ı fethetmesiyle de Doğu’nun Sultanı olarak anılmaya başlanacaktır.
Aldığında aynı şekilde İlim Adamlarını himayesi altına almıştır. Şehrin mimarisine olan merakı ile İstanbul’u fethetmeden önce yağma izni vermiş ancak Mimari yapılara dokunulmamasını emretmiştir. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed gibi yaptığı seferlerde büyük başarılar kazanmıştır. Mısır’ı fethetmesiyle de Doğu’nun Sultanı olarak anılmaya başlanacaktır.
2.Kutsal Emanetlerin Osmanlı Devletine Geçmesi
Beni Kıtade Hanedanından Mekke’nin otuz dördüncü şerifi Muhammed Ebu’l- Berekat, oğlu vasıtasıyla oğlu Ebu Nuumi vesilesiyle Kâbe’nin anahtarını Sultan Selim’e göndermiştir. Yavuz Sultan Selim Mısırla birlikte eski halifelerin ve Memlük Sultanlarının Mekke ve Medine üzerindeki haklara sahip olmuştur. Bunun üzerine Hadim-ül Haremeyn yani “Kutsal toprakların Hizmetçisi” anlamına gelmektedir.[32]Başka bir kaynakta ise, İslam sultanları tarafından taşınan genel bir unvandan başka bir şey değildi ve eski anlamını tamamıyla kaybetmiş. Mekke ve Medine ve hac yollarına hâkimi olmak ve İslam dünyasında üstünlüğübelirten bir sıfat olarak ifade edilir.[33]İran devletine Hilafet olgusunu kabul ettirmek için Osmanlı hanedanın Abbasi hilafetinin bir devamı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Osmanlıların Abbasi soyundan geldikleri ve kökenlerinin Kureyş’e indiği, Hilefetin Mısır’ın fethinden sonra Halife Al-Mutavakkil tarafından I.Selim’e kendi rızasıyla verildiğini iddia etmişlerdir. Osmanlı hanedanlığının Kureyş kabilesi ile bağlantısı Fatih Sultan Mehmed zamanında Enver’i tarafından ortaya konmuştur.[34] Kutsal emanetler ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) eşyaları Topkapı Sarayında korunmaktadır.[35] Bazı kaynaklarda göre Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı devletine olan hizmetleri diğer padişahlardan daha fazla olduğundan bahsedilmektedir. Halifelik ile Saltanat’ı birleştirmesi Osmanlı devletinin saltanatının devamını sağlamıştır.[36]
Beni Kıtade Hanedanından Mekke’nin otuz dördüncü şerifi Muhammed Ebu’l- Berekat, oğlu vasıtasıyla oğlu Ebu Nuumi vesilesiyle Kâbe’nin anahtarını Sultan Selim’e göndermiştir. Yavuz Sultan Selim Mısırla birlikte eski halifelerin ve Memlük Sultanlarının Mekke ve Medine üzerindeki haklara sahip olmuştur. Bunun üzerine Hadim-ül Haremeyn yani “Kutsal toprakların Hizmetçisi” anlamına gelmektedir.[32]Başka bir kaynakta ise, İslam sultanları tarafından taşınan genel bir unvandan başka bir şey değildi ve eski anlamını tamamıyla kaybetmiş. Mekke ve Medine ve hac yollarına hâkimi olmak ve İslam dünyasında üstünlüğübelirten bir sıfat olarak ifade edilir.[33]İran devletine Hilafet olgusunu kabul ettirmek için Osmanlı hanedanın Abbasi hilafetinin bir devamı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Osmanlıların Abbasi soyundan geldikleri ve kökenlerinin Kureyş’e indiği, Hilefetin Mısır’ın fethinden sonra Halife Al-Mutavakkil tarafından I.Selim’e kendi rızasıyla verildiğini iddia etmişlerdir. Osmanlı hanedanlığının Kureyş kabilesi ile bağlantısı Fatih Sultan Mehmed zamanında Enver’i tarafından ortaya konmuştur.[34] Kutsal emanetler ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) eşyaları Topkapı Sarayında korunmaktadır.[35] Bazı kaynaklarda göre Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı devletine olan hizmetleri diğer padişahlardan daha fazla olduğundan bahsedilmektedir. Halifelik ile Saltanat’ı birleştirmesi Osmanlı devletinin saltanatının devamını sağlamıştır.[36]
İslam Devletlerini bir çatı altında toplanması için Halifelik makamı büyük bir önem taşır. Halifelik sayesinde Yavuz Sultan Selim Müslümanlar üzerindeki nüfus’unu arttırmıştır. Kendini kutsal toprakları koruyarak Mekke ve Medine’nin her türlü ihtiyaçlarını karşılamıştır. Halkın huzuru ve refah’ı için elinden geleni yapmıştır. Daha sonraki zamanlarda ise Halifelik makamı önemini yitirip etkinliğini kaybedecektir. Osmanlı devletinin yıkılış zamanlarında Müslüman devletlerden yardım istenmiştir. Ancak bu yardım çağrısı yanıt bulamamıştır.
SONUÇ
Yavuz Sultan Selim, sekiz yıl boyunca Osmanlı Devleti taht’ında oturmuş ve ömrünün son yıllarına kadar çeşitli seferlere çıkmıştır. Şehzadelik zamanında Trabzon’da sancak beyliği yapmış, burada Osmanlı devleti için çeşitli tehlikeleri görerek bu tehlikeleri kesin sonuçlarla bitirmek istemiştir. Taşıdığı Hükümdarlık vasıfları sayesinde Yeniçerilerin desteğini alarak Hükümdar olmuştur. İleri görüşlülüğü, devlet işlerindeki titizliği sayesinde yaptığı seferlerde hep olumlu sonuç almıştır. Mısır seferine çıkmasıyla, Memlük Sultanlığına son vermiş ve İslam dünyası üzerinde bütünleyici ve birleştirici bir lider olarak anılmasını sağlamıştır. Asya kıtasında Suriye, Filistin ve El-cezire ile Hicaz’ı ve Afrika’da ise Mısır’ı alarak kutsal emanetleri devir almış, Mekke ve Medine’nin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Özellikle Kızıldeniz ve Hint Okyanusunu, Osmanlı topraklarını içine alarak ticaret yollarını güvence altına almıştır. Mısır’ı fethederek Osmanlının hâkimiyet alanını daha da genişletip gücüne güç katmıştır. Osmanlı Devletine kültürel anlamda İlim olarak Fen bilimlerinin gelişmesini sağlayacak olan kitapları Mısır’dan getirttirmiştir.. Dini olarak Kahire’ye girdiği zaman Şeyh Muhiddin Arabî’nin kabrini ziyaret etmiş, mezarı için türbe ve cami yapılmasını emretmiştir. Mısırdan ayrılmadan önce Yaptırdığı Cami de Cuma namazını kılmıştır. Halife Al-Mutavakkil’i ve Mısır da bulunan ilim adamlarını İstanbul’a getirmiştir.İlim’e olan merakı kendi tarihçisi olan Kemal Paşazade sayesinde giderilmiştir. Mısır tarihi hakkında bilgilere ulaşmıştır. Mısır tarihçisi, İbn-i Tagrıbirdi’nin eseri olan Nücumü’z- zahire’yi çevirttirmiştir. Âlimlerle sohbet etmeyi, çeşitli siyasi olaylarda, kendine mensup olan devlet adamlarının görüşlerini almıştır. Askeri alanlarda yenilikler yapmıştır. İstanbul’a döndüğünde Tersaneyi genişleterek yeni bir donanma hazırlatılmasını emretmiştir. Donanmayı güçlendirmeyi planlamıştır. Ancak bu uygulamaya ömrü yetmeyen Yavuz Sultan Selim halk arasında şir pençe adlı hastalığa yakalanmıştır.21-22 Eylül 1520 yılında vefat etmiştir. Yükselme döneminin başlangıcı olarak sayılan Fatih Sultan Mehmed Osmanlı Devletini bir imparatorluk seviyesine ulaştırmıştır. Fatih’in uyguladığı siyasetle daha çok batıya yönelik olmakla birlikte Akkoyunlu Devletini yıkmasıyla da doğu ya doğru yönelmiştir. Bu Doğu siyasetine yönelmeyi devir alan Yavuz Sultan Selim yaptığı seferlerle başarı üzerine başarı kazanmıştır. Anadolu da güvenli bir ortam sağlamıştır. Ayrıca Osmanlı Hazinesini ağzına kadar doldurmuştur. Osmanlı Devletin de Doğu’nun Sultanı, Hz. Yusuf’un tahtının Sultanı olarak anılmıştır.
Yavuz Sultan Selim, sekiz yıl boyunca Osmanlı Devleti taht’ında oturmuş ve ömrünün son yıllarına kadar çeşitli seferlere çıkmıştır. Şehzadelik zamanında Trabzon’da sancak beyliği yapmış, burada Osmanlı devleti için çeşitli tehlikeleri görerek bu tehlikeleri kesin sonuçlarla bitirmek istemiştir. Taşıdığı Hükümdarlık vasıfları sayesinde Yeniçerilerin desteğini alarak Hükümdar olmuştur. İleri görüşlülüğü, devlet işlerindeki titizliği sayesinde yaptığı seferlerde hep olumlu sonuç almıştır. Mısır seferine çıkmasıyla, Memlük Sultanlığına son vermiş ve İslam dünyası üzerinde bütünleyici ve birleştirici bir lider olarak anılmasını sağlamıştır. Asya kıtasında Suriye, Filistin ve El-cezire ile Hicaz’ı ve Afrika’da ise Mısır’ı alarak kutsal emanetleri devir almış, Mekke ve Medine’nin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Özellikle Kızıldeniz ve Hint Okyanusunu, Osmanlı topraklarını içine alarak ticaret yollarını güvence altına almıştır. Mısır’ı fethederek Osmanlının hâkimiyet alanını daha da genişletip gücüne güç katmıştır. Osmanlı Devletine kültürel anlamda İlim olarak Fen bilimlerinin gelişmesini sağlayacak olan kitapları Mısır’dan getirttirmiştir.. Dini olarak Kahire’ye girdiği zaman Şeyh Muhiddin Arabî’nin kabrini ziyaret etmiş, mezarı için türbe ve cami yapılmasını emretmiştir. Mısırdan ayrılmadan önce Yaptırdığı Cami de Cuma namazını kılmıştır. Halife Al-Mutavakkil’i ve Mısır da bulunan ilim adamlarını İstanbul’a getirmiştir.İlim’e olan merakı kendi tarihçisi olan Kemal Paşazade sayesinde giderilmiştir. Mısır tarihi hakkında bilgilere ulaşmıştır. Mısır tarihçisi, İbn-i Tagrıbirdi’nin eseri olan Nücumü’z- zahire’yi çevirttirmiştir. Âlimlerle sohbet etmeyi, çeşitli siyasi olaylarda, kendine mensup olan devlet adamlarının görüşlerini almıştır. Askeri alanlarda yenilikler yapmıştır. İstanbul’a döndüğünde Tersaneyi genişleterek yeni bir donanma hazırlatılmasını emretmiştir. Donanmayı güçlendirmeyi planlamıştır. Ancak bu uygulamaya ömrü yetmeyen Yavuz Sultan Selim halk arasında şir pençe adlı hastalığa yakalanmıştır.21-22 Eylül 1520 yılında vefat etmiştir. Yükselme döneminin başlangıcı olarak sayılan Fatih Sultan Mehmed Osmanlı Devletini bir imparatorluk seviyesine ulaştırmıştır. Fatih’in uyguladığı siyasetle daha çok batıya yönelik olmakla birlikte Akkoyunlu Devletini yıkmasıyla da doğu ya doğru yönelmiştir. Bu Doğu siyasetine yönelmeyi devir alan Yavuz Sultan Selim yaptığı seferlerle başarı üzerine başarı kazanmıştır. Anadolu da güvenli bir ortam sağlamıştır. Ayrıca Osmanlı Hazinesini ağzına kadar doldurmuştur. Osmanlı Devletin de Doğu’nun Sultanı, Hz. Yusuf’un tahtının Sultanı olarak anılmıştır.
[1] Feridun M. Emecen, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, 2010, s.29-35.
[2]Çağatay Uluçay, “Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?”, Tarih Dergisi, S. 6, 2011, s.75.
[3]Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi, çev. Mehmet Ata, C.1, İstanbul, 1991, s.394.
[4]Kazım Yaşar Kopraman, “Osmanlı-Memlük Münasebetleri”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.470-471.
[5]Kopraman, s.472-476.
[6]Kenan İnan, “II. Bayezıd Dönemi”, Türkler, C.9, Ankara, 2002,s.386.
[7]İsmail Kara,”Osmanlı Hilafeti ve İktidar”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.2, İstanbul,1999, s.180-181.
[8] Hayrullah Efendi, Devleti Aliyye-i Osmaniye Tarihi, Haz. Zuhuri Danışman, C.6, İstanbul, 1972, 12-13.
[9]İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.2, Ankara, 2011,s.284.
[10]Emecen, a.g.e., s.216.
[11]Uzunçarşılı, a.g.e., s.284-286.
[12]Yavuz Ercan,”Yavuz Sultan Dönemi”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.801.
[13]Rıza Nur, Türk Tarihi, C.3, İstanbul, 1994,s.126.
[14]Feridun Emecen, “ I. Selim”, İslam Ansiklopedisi,C.36, İstanbul, 2009, s.411.
[15]Alphonse de Lamertine, Osmanlı Tarihi, çev.Serhat Bayram, İstanbul, 2008, s.378.
[16]NicolaeJorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, C.2, İstanbul, 2005,s. 284.
[17] Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, C.2, Ankara, 2011, s.759.
[18] Yılmaz Öztuna, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, 2006, s.84-85.
[19]Yaşar Yücel-Ali Sevim, Türkiye Tarihi, C.2, Ankara, 1990,s.248.
[20]Cezar, a.g.e., s.759. [21]Emecen, a.g.e., s.254-255. [22]Uzunçarşılı, a.g.e., s.288. [23] Feridun M. Emecen, İmparatorluk Çağının Sultanları I, 2011, İstanbul, s.83. [24]Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I, İstanbul, 2010, s.143. [25]Cezar, a.g.e., s.762. [26] Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C.3, İstanbul, 1977, s.240.[27]Uzunçarşılı, a.g.e., s. 291. [28]Hammer, a.g.e., s.401-402. [29]Koparman, a.g.m., s.902. [30]Jorga, a.g.e., 287. [31]Emecen, *Selim, a.g.e.,s. 298-300. [32]Hammer, a.g.e., s.408. [33]İnalcık, a.g.e.,s.144. [34]Emecen, Selim*,a.g.e., s.322. [35]Nur, a.g.e., s.126. [36]Efendi, a.g.e., s.33.