Ebu Süfyan oglu Muaviye Kimdir (LANETLI SOY)
Hazret-i Muaviye Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir.
Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır. Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullahın önünde müslüman oldu. Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi. Zeyd ibni Sabit diyor ki: Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı. Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar. Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.) İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120] Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki: (Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika] Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı. Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir. İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı. 673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı. Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden birisidir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullahın sohbetinin bereketiyle İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve) Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyor: (Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29] Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor? Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân] (Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti] (Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi] Hazret-i Hasan diyor ki: Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi) (Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!) (Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir] Ebu İdris el-Havlani anlatır: Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi) İbnu Meryem el-Ezdi anlatır: Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim: (Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud) Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır: Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki: (Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim]
Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki: (İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye] Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları) Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki: Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu. Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96) İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27] İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84) Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112) Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fasık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd) İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı. Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326) Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde, diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır: Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili faziletlerden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı: "Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.
2- Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu.
3- Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.
4- Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.
5- Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu. İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe) Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram) Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında diyor ki: Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki: (Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!) Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki: (Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!) Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.) Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.) Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti. Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki: (Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.) Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fasık, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı. Yine bu acem tarihinde diyor ki: (Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.) Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki: (Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi. Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır. Cila-ül-uyunda diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.) Hulasat-ül-mesaibde diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir. Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti. Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince, katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır. İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)
Biz doğruyu duyururuz... isteyen kabul eder, isteyen red... Herkes fikrinde hürdür... Resulullahın akrabasına dil uzatılamaz Sual: İbni Sebeciler, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamber efendimizin zevcesi Hazret-i Âişe’ye, kayınpederleri Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebu Süfyan’a, kayınvalidesi Hazret-i Hind’e, insanlık tarihinde bir Peygamberin iki kızıyla evlenme şerefine kavuşmuş tek zat olan damadı Hazret-i Osman’a, kayınbiraderi aynı zamanda vahiy kâtibi olan Hazret-i Muaviye’ye hâşâ kâfir diyorlar, burada yazmaya İslami hayamızın müsaade etmeyeceği şekilde ağza alınmayacak çirkin sözler söylüyorlar, bu mübarek insanlara sövmeyi, lanet etmeyi ibadet kabul etmeleri doğru mudur? CEVAP (Eshab-ı kirama dil uzatılamaz) maddesinde, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle bildirmiştik. Aslında bu sapıkların bütün iddialarının cevabını bir önceki maddedeki âyet-i kerime ve hadis-i şerifler çok açık ve güzel bir şekilde vermektedir. Başka bir ifadeyle, bunlara en güzel cevabı Allah ve Resulü vermektedir. Buna inanmayanlar neye inanırlar ki? Bu sapıkların iddialarına göre, eşinin dostunun akrabasının çoğu hâşâ kâfir olan Peygamber efendimiz için bakın Allahü teâlâ ne buyuruyor: Şuara suresinin 219. âyetinde (Vetekallübeke fissacidin) buyuruyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana-babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Âlemlere rahmet olarak göndereceği habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Hiç böyle şey olur mu? Kur’an-ı kerimde, (Hepsine Cenneti söz verdim, Ben hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) diye niye buyuruyor? Bu zındıklar, hâşâ Allahü teâlâya da mı dil uzatıyorlar, (sonradan sapıtacaklarını bilemedi mi) diyorlar? Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an-ı kerimde eshabın, ki bunun içinde eshar da ehl-i beyt de vardır, bunların hepsini niye övüyor? Hâşâ bu münafıkları kâfirleri mi övüyor? Hâşâ, yoksa bunu da mı (Bilemedi) diyorlar? İşte âyet-i kerime meali: (Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı şiddetli, çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır. Bunları çok zaman rüku ve secdede görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Bu Onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaşıp yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, kısa zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı iman nuru ile doldurdular. Herkes filizin halini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hâl ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etti ve kâfirler kızıp, öfkelendiler.) [Feth 29] Mevahib-i ledünniyye kitabının başında bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra, Şuara suresinin 28. âyet-i kerimesinin tefsirinde, İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: "Seni bir Peygamberin neslinden diğer bir Peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun Peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, Peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir." Bu âyet-i kerimenin tefsiri mahiyetinde olan hadis-i şeriflerden birkaçı ise şöyle: (Her asırdaki insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) [Buhari] (Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinane ismindeki zatı ve onun sülalesinden Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti, Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim] (Allahü teâlâ, beni insanların en iyilerinden vücuda getirdi. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi] (Allahü teâlâ, Arabistan’daki seçilmişler arasından beni seçti. Beni her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani] (Dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib] (Bana cahiliyet devrinin kötülüğü isabet etmedi. Âdem aleyhisselamdan babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi] (Öğünmek için söylemiyorum. Soy bakımından da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi] Habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Âyetlere ve hadis-i şeriflere rağmen, bir müslüman bu fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin sözüne nasıl inanır! Bu husus bir müslüman için hiç tartışma konusu olur mu! Bu nasıl iddiadır, bu nasıl iftiradır, dilleri kurusun, nesilleri kesilsin bunların!
Âyet-i kerimelerde Peygamber efendimiz için buyuruluyor ki: (Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) (Enbiya 107) (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] (Elbette sen hulk-i azim [büyük ahlak] üzeresin.) (Kalem 4) (Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21] (O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (O, [Resulüm] kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4] (Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] (Resulüm de ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Allah’ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151] Allahü teâlâ, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildirdiği gibi Kur’anı açıklamasını, hüküm koymasını emretmektedir: (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] (İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59] (Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65] (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: “İşittik, itaat ettik” demek, ancak müminlerin sözüdür, işte kurtuluşa erenler onlardır.) [Nur 51] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] Kur’anda, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve Resulüne uyun) deniyor. Açık âyetlere inanmayan, Kur’anın açıklaması olan hadisleri bile delil saymayan, Kur’anın ifadesi ile kâfir olur. İbni Sebeciler, Allah resulünün eş dost ve akrabalarının hemen hemen hepsine küfür isnat ettikleri, lanet etmeyi, sövmeyi ibadet kabul ettikleri gibi üç Halifenin hilafetinin doğruluğuna da inanmıyorlar. Zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. Hazret-i Ali’den başka kimse halife olamazdı diyorlar. Hazret-i Ali’nin üç Halifeye biat ve itaat etmesi, (takıyye) idi. Yani istemeyerek, idare etmek için idi diyorlar. Bu sözleri ile, insanların en iyisinin Eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar. Çünkü, bunlara göre Hazret-i Ali’yi sevenler ile sevmeyenler, senelerle birbirleri ile yalancıktan sevişmişler. Kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. Bunlara göre, Peygamberimizin mübarek sohbetinde edeplenen, yetişen Eshab-ı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. Kalblerinde olanı saklayıp, olmayanı gösteriyorlar. Bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. Sohbetlerin, derslerin en fenası da, Resulullahın sohbeti oluyor. Çünkü, bu kötü huylar, Ondan sirayet etmiş bulunuyor. Bunlara göre, asırların en kötüsü, Eshab-ı kiramın asrı oluyor. Çünkü, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. Bir mırdar yere konup da, üstünü kirletir diye üzerine sinek kondurmayan, mübarek gölgesi pis bir yere düşmesin, yahut habis bir kişi üzerine basmasın diye gölgesini yere düşürmeyen, namazdayken bile nalınında necaset bulaşığı olduğunu vahiy ederek Onu pislikten koruyan Allahü teâlâ, Habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, Habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Allah aşkına, bir müslüman bu fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin sözlerine nasıl inanır! Allah Resulünün mübarek akrabalarına dil uzatmanın çirkinliğine gelelim: Müslüman olduğunu iddia eden bir insan, müminlerin annesi olduğu ve temiz olduğu Allah tarafından bildirilen Âişe validemize nasıl dil uzatabilir! Dilleri kurusun, nesilleri kesilsin bunların. Hazret-i Âişe validemiz, eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İkincisi, Ezvac-ı tahirattan ve müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullahın hanımları, müminlerin anneleridir) buyuruluyor. (Ahzab 6) Üçüncüsü de, temiz olduğu, Cennetlik olduğu Nur suresindeki hakkında inen 17 âyetle bildirilmiştir. Hakkında şöyle buyuruluyor: (Bu iftirayı işittiğinizde: “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?) [Nur 16] Bu âyetten anlaşılıyor ki, (Allahü teâlâ Resulüne temiz, sadık zevce ihsan eder. Allah’a ve Resulüne itimadı olanların (Bu bir iftiradır demeleri gerekirdi) buyuruluyor. Böyle mübarek bir zevcenin, Hazret-i Ali ile savaşmasından dolayı ona kötü söylemek, Resulullaha hakarettir. Resulullahın zevcesine hakaret edenin de kâfir olduğunu Nur suresindeki âyetler açıkça bildiriyor. Yine âyet-i kerimede buyuruluyor ki: (Habislere, habis söz yakışır. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, [Hazret-i Âişe, iftiracıların] söylediklerinden çok uzaktır. Kendileri için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.) [Nur 26] Yahudi İbni Sebe’nin oyununa gelen rafiziler, (Allah, Âişe’nin, Hazret-i Ali ile savaşarak kâfir olacağını bilmediği için böyle söylemiştir) diyorlar. Rafizilerin oyununa gelenler ise, Hazret-i Ali ile savaştığı için Cennetlik olduğu âyet-i kerime ile sabit olan Âişe validemize dil uzatıyorlar. Allahü teâlâ, Resulüne, (Sana indirdiğim bu Kur’anı açıkla) buyuruyor. (Nahl 44) Resulü açıklayarak buyuruyor ki: (Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim] (Eshabımın ve akrabamın ve gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyun! Onları sevmek suretiyle peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette belalardan, zararlardan korur. Peygamberlik hakkımı düşünmeyip, onları incitenleri, Allahü teâlâ sevmez. Allahü teâlânın sevmediklerine de azap etmesi yakındır.) [Taberani] (Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni] (Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) [Ramuz] (Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi] (Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar] (Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim] Eshardan, Peygamber efendimize akraba olmakla şereflenip Cennetlik olanlardan bazıları şunlardır: 1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu Süfyan. 2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali. 3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümmü Ruman, Hafsa validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümm-i Habibe validemizin annesi Hazret-i Hind. 4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye. Bu dört grup akrabadan birini sevmemek münafıklık alametidir. Çünkü bir hadis-i şerifte, (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz) buyuruldu. (İ. Asakir) Hazret-i Ebu Süfyan, Taif gazasında çok kahramanlık etti. Bir gözü kör oldu. Resulullah, (Ya Eba Süfyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahü teâlâ, Cennette sana bir göz versin) buyurdu. Hazret-i Ebu Süfyan, Ya Resulallah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucunda duran gözünü yere attı. Ebu Süfyan hazretleri Yermük gazasında da, çok kahramanlık etti. İkinci gözü de çıktı. Orada şehid oldu. (Medaric-ün-nübüvve, Mevahib-i ledünniye) Resulullah efendimiz, kayınbiraderi Hazret-i Muaviye için de, (Ya Rabbi, ona kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru) buyurdu. (İmam-ı Ahmed, Taberani) Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki: Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurmuştur. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz. (Sava’ik-ul-muhrika) Yahudi ibni Sebe’nin yolunda olanlar hep Allah ve Resulünün buyurduklarının zıddını söylüyorlar. Olayları istedikleri gibi anlatıyorlar, âyet-i kerimeleri istedikleri gibi tevil ediyorlar, hadis-i şeriflere de zaten uydurma diyorlar. Bir düşünün ve inceleyin; bütün iddialarının altında Allah Resulünü ve Onun eşini dostunu akrabalarını kötülemek yatıyor. Başarırlarsa, din otomatikman yıkılacak çünkü. Dinin sahibi, eşi dostu akrabası hâşâ kötü olunca, kim daha kime, neye, nasıl inanacak? Müslümanlar bu oyuna gelmemeli. Dört halifeyi sevmek Sual: Selâtîn camilerinde ve Sünni bölgelerdeki camilerde Hulefa-i Raşidîn’in isimleri hutbelerde okunurken ve duvara asılırken, niye vehhabilerin ve İbni Sebecilerin camilerinde asılı değildir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnet âlimleri, söz birliğiyle, (İki kayınpederi [Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i] üstün tutmak ve iki damadı [Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi] sevmek, Ehl-i sünnetin alametidir) buyurmuşlardır. (2/36) Hulefa-i Raşidîn’in isimlerini hutbede okumak, Ehl-i sünnet vel-cemaatin şiarıdır. Onu, bile bile, inat ederek, ancak kalbi bozuk kimse okumamak ister. (2/15) İmam-ı a’zam Ebu Hanife de, diğer Ehl-i sünnet âlimleri gibi, (Ehl-i sünnetin alameti, Şeyhayn’ın üstünlüğüne inanmak ve iki damadı sevmektir) buyurmuştur. (1/266) Yani, Ehl-i sünnet olmak için, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’in, Eshab-ı kiramın hepsinden daha yüksek olduğuna inanmak ve Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmek lazımdır. Seven, sevdiğiyle beraber olmak ister. Seven sevdiğini anar. Sevginin gereği budur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâyı çok sevmenin alameti, Onu çok anmak ve anmayı sevmektir.) [İbni Şahin] Allahü teâlâyı ve Resulünü seven, onları çok zikreder, yani anar. Kolay hatırlaması için isimlerini çerçeveletip duvara asar. Ehl-i sünnet olan da, dört büyük halifeyi çok sever ve isimlerini camilere asar. İbni Sebecilerin, ilk üç halifeyi sevmedikleri için, camilerine bunların isimlerini asmamaları yadırganmaz. Vehhabiler de, Ehl-i sünnet olmadıkları için buna önem vermiyorlar. Ehl-i sünnet olan imam ve müezzinlerin, camilerine, ceddimizin yaptığı gibi, dört halifenin isimlerini asmaları gerekir. Hutbede de bunların isimlerini okumak gerekir. Ehl-i sünnet olmadığı intibaını vermemek için bunlara dikkat etmeleri gerekir.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ebu Süfyan oglu Muaviye Kimdir (LANETLI SOY)
Hazret-i Muaviye
Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi.
Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir.
Abdullah bin Sebe kimdir
Rafiziler ile biz de sünniyiz diyen bazı mezhepsizler,
ibni Sebe diye bir kimse yok diyerek güneşi balçıkla sıvamaya kalkıyorlar.
Buna yüzlerce kitaptan örnekler vermek mümkündür.
El Şia ve El Sünne kitabının yazarı İhsan İlahi Zahir diyor ki:
İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu.
Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar.
Fitne çıkardılarsa da, kan dökülmesine sebep oldularsa da, Allah’ın nurunu söndüremediler ve hakiki İslam yani Ehl-i sünnet, çığ gibi her tarafa yayıldı.
Bu dini söndüremezler de, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar.
Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.)
[Saf 8] İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu.
Müslüman gözüken, kâfirliğini gizleyenlerin başında
Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.
2- Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu.
3- Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.
4- Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.
5- Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu. İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe) Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram) Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında diyor ki: Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki: (Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!) Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki: (Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!) Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.) Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.) Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti. Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki: (Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.) Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fasık, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı. Yine bu acem tarihinde diyor ki: (Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.) Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki: (Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi. Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır. Cila-ül-uyunda diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.) Hulasat-ül-mesaibde diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir. Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti. Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince, katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır. İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)
Biz doğruyu duyururuz... isteyen kabul eder, isteyen red... Herkes fikrinde hürdür... Resulullahın akrabasına dil uzatılamaz Sual: İbni Sebeciler, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamber efendimizin zevcesi Hazret-i Âişe’ye, kayınpederleri Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebu Süfyan’a, kayınvalidesi Hazret-i Hind’e, insanlık tarihinde bir Peygamberin iki kızıyla evlenme şerefine kavuşmuş tek zat olan damadı Hazret-i Osman’a, kayınbiraderi aynı zamanda vahiy kâtibi olan Hazret-i Muaviye’ye hâşâ kâfir diyorlar, burada yazmaya İslami hayamızın müsaade etmeyeceği şekilde ağza alınmayacak çirkin sözler söylüyorlar, bu mübarek insanlara sövmeyi, lanet etmeyi ibadet kabul etmeleri doğru mudur? CEVAP (Eshab-ı kirama dil uzatılamaz) maddesinde, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle bildirmiştik. Aslında bu sapıkların bütün iddialarının cevabını bir önceki maddedeki âyet-i kerime ve hadis-i şerifler çok açık ve güzel bir şekilde vermektedir. Başka bir ifadeyle, bunlara en güzel cevabı Allah ve Resulü vermektedir. Buna inanmayanlar neye inanırlar ki? Bu sapıkların iddialarına göre, eşinin dostunun akrabasının çoğu hâşâ kâfir olan Peygamber efendimiz için bakın Allahü teâlâ ne buyuruyor: Şuara suresinin 219. âyetinde (Vetekallübeke fissacidin) buyuruyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana-babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Âlemlere rahmet olarak göndereceği habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Hiç böyle şey olur mu? Kur’an-ı kerimde, (Hepsine Cenneti söz verdim, Ben hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) diye niye buyuruyor? Bu zındıklar, hâşâ Allahü teâlâya da mı dil uzatıyorlar, (sonradan sapıtacaklarını bilemedi mi) diyorlar? Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an-ı kerimde eshabın, ki bunun içinde eshar da ehl-i beyt de vardır, bunların hepsini niye övüyor? Hâşâ bu münafıkları kâfirleri mi övüyor? Hâşâ, yoksa bunu da mı (Bilemedi) diyorlar? İşte âyet-i kerime meali: (Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı şiddetli, çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır. Bunları çok zaman rüku ve secdede görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Bu Onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaşıp yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, kısa zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı iman nuru ile doldurdular. Herkes filizin halini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hâl ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etti ve kâfirler kızıp, öfkelendiler.) [Feth 29] Mevahib-i ledünniyye kitabının başında bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra, Şuara suresinin 28. âyet-i kerimesinin tefsirinde, İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: "Seni bir Peygamberin neslinden diğer bir Peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun Peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, Peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir." Bu âyet-i kerimenin tefsiri mahiyetinde olan hadis-i şeriflerden birkaçı ise şöyle: (Her asırdaki insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) [Buhari] (Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinane ismindeki zatı ve onun sülalesinden Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti, Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim] (Allahü teâlâ, beni insanların en iyilerinden vücuda getirdi. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi] (Allahü teâlâ, Arabistan’daki seçilmişler arasından beni seçti. Beni her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani] (Dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib] (Bana cahiliyet devrinin kötülüğü isabet etmedi. Âdem aleyhisselamdan babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi] (Öğünmek için söylemiyorum. Soy bakımından da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi] Habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Âyetlere ve hadis-i şeriflere rağmen, bir müslüman bu fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin sözüne nasıl inanır! Bu husus bir müslüman için hiç tartışma konusu olur mu! Bu nasıl iddiadır, bu nasıl iftiradır, dilleri kurusun, nesilleri kesilsin bunların!
Âyet-i kerimelerde Peygamber efendimiz için buyuruluyor ki: (Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) (Enbiya 107) (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] (Elbette sen hulk-i azim [büyük ahlak] üzeresin.) (Kalem 4) (Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21] (O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (O, [Resulüm] kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4] (Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] (Resulüm de ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Allah’ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151] Allahü teâlâ, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildirdiği gibi Kur’anı açıklamasını, hüküm koymasını emretmektedir: (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] (İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59] (Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65] (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: “İşittik, itaat ettik” demek, ancak müminlerin sözüdür, işte kurtuluşa erenler onlardır.) [Nur 51] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] Kur’anda, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve Resulüne uyun) deniyor. Açık âyetlere inanmayan, Kur’anın açıklaması olan hadisleri bile delil saymayan, Kur’anın ifadesi ile kâfir olur. İbni Sebeciler, Allah resulünün eş dost ve akrabalarının hemen hemen hepsine küfür isnat ettikleri, lanet etmeyi, sövmeyi ibadet kabul ettikleri gibi üç Halifenin hilafetinin doğruluğuna da inanmıyorlar. Zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. Hazret-i Ali’den başka kimse halife olamazdı diyorlar. Hazret-i Ali’nin üç Halifeye biat ve itaat etmesi, (takıyye) idi. Yani istemeyerek, idare etmek için idi diyorlar. Bu sözleri ile, insanların en iyisinin Eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar. Çünkü, bunlara göre Hazret-i Ali’yi sevenler ile sevmeyenler, senelerle birbirleri ile yalancıktan sevişmişler. Kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. Bunlara göre, Peygamberimizin mübarek sohbetinde edeplenen, yetişen Eshab-ı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. Kalblerinde olanı saklayıp, olmayanı gösteriyorlar. Bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. Sohbetlerin, derslerin en fenası da, Resulullahın sohbeti oluyor. Çünkü, bu kötü huylar, Ondan sirayet etmiş bulunuyor. Bunlara göre, asırların en kötüsü, Eshab-ı kiramın asrı oluyor. Çünkü, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. Bir mırdar yere konup da, üstünü kirletir diye üzerine sinek kondurmayan, mübarek gölgesi pis bir yere düşmesin, yahut habis bir kişi üzerine basmasın diye gölgesini yere düşürmeyen, namazdayken bile nalınında necaset bulaşığı olduğunu vahiy ederek Onu pislikten koruyan Allahü teâlâ, Habibinin mübarek nurunu bile Âdem aleyhisselamdan beri her asırdaki insanların en iyilerinden seçilmişlerinden kendisine ulaştıran Allahü teâlâ, Habibine eş, dost, akraba olarak hâşâ münafıkları, kâfirleri mi seçti? Allah aşkına, bir müslüman bu fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin sözlerine nasıl inanır! Allah Resulünün mübarek akrabalarına dil uzatmanın çirkinliğine gelelim: Müslüman olduğunu iddia eden bir insan, müminlerin annesi olduğu ve temiz olduğu Allah tarafından bildirilen Âişe validemize nasıl dil uzatabilir! Dilleri kurusun, nesilleri kesilsin bunların. Hazret-i Âişe validemiz, eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İkincisi, Ezvac-ı tahirattan ve müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullahın hanımları, müminlerin anneleridir) buyuruluyor. (Ahzab 6) Üçüncüsü de, temiz olduğu, Cennetlik olduğu Nur suresindeki hakkında inen 17 âyetle bildirilmiştir. Hakkında şöyle buyuruluyor: (Bu iftirayı işittiğinizde: “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?) [Nur 16] Bu âyetten anlaşılıyor ki, (Allahü teâlâ Resulüne temiz, sadık zevce ihsan eder. Allah’a ve Resulüne itimadı olanların (Bu bir iftiradır demeleri gerekirdi) buyuruluyor. Böyle mübarek bir zevcenin, Hazret-i Ali ile savaşmasından dolayı ona kötü söylemek, Resulullaha hakarettir. Resulullahın zevcesine hakaret edenin de kâfir olduğunu Nur suresindeki âyetler açıkça bildiriyor. Yine âyet-i kerimede buyuruluyor ki: (Habislere, habis söz yakışır. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, [Hazret-i Âişe, iftiracıların] söylediklerinden çok uzaktır. Kendileri için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.) [Nur 26] Yahudi İbni Sebe’nin oyununa gelen rafiziler, (Allah, Âişe’nin, Hazret-i Ali ile savaşarak kâfir olacağını bilmediği için böyle söylemiştir) diyorlar. Rafizilerin oyununa gelenler ise, Hazret-i Ali ile savaştığı için Cennetlik olduğu âyet-i kerime ile sabit olan Âişe validemize dil uzatıyorlar. Allahü teâlâ, Resulüne, (Sana indirdiğim bu Kur’anı açıkla) buyuruyor. (Nahl 44) Resulü açıklayarak buyuruyor ki: (Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim] (Eshabımın ve akrabamın ve gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyun! Onları sevmek suretiyle peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette belalardan, zararlardan korur. Peygamberlik hakkımı düşünmeyip, onları incitenleri, Allahü teâlâ sevmez. Allahü teâlânın sevmediklerine de azap etmesi yakındır.) [Taberani] (Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni] (Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) [Ramuz] (Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi] (Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar] (Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim] Eshardan, Peygamber efendimize akraba olmakla şereflenip Cennetlik olanlardan bazıları şunlardır: 1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu Süfyan. 2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali. 3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümmü Ruman, Hafsa validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümm-i Habibe validemizin annesi Hazret-i Hind. 4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye. Bu dört grup akrabadan birini sevmemek münafıklık alametidir. Çünkü bir hadis-i şerifte, (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz) buyuruldu. (İ. Asakir) Hazret-i Ebu Süfyan, Taif gazasında çok kahramanlık etti. Bir gözü kör oldu. Resulullah, (Ya Eba Süfyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahü teâlâ, Cennette sana bir göz versin) buyurdu. Hazret-i Ebu Süfyan, Ya Resulallah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucunda duran gözünü yere attı. Ebu Süfyan hazretleri Yermük gazasında da, çok kahramanlık etti. İkinci gözü de çıktı. Orada şehid oldu. (Medaric-ün-nübüvve, Mevahib-i ledünniye) Resulullah efendimiz, kayınbiraderi Hazret-i Muaviye için de, (Ya Rabbi, ona kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru) buyurdu. (İmam-ı Ahmed, Taberani) Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki: Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurmuştur. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz. (Sava’ik-ul-muhrika) Yahudi ibni Sebe’nin yolunda olanlar hep Allah ve Resulünün buyurduklarının zıddını söylüyorlar. Olayları istedikleri gibi anlatıyorlar, âyet-i kerimeleri istedikleri gibi tevil ediyorlar, hadis-i şeriflere de zaten uydurma diyorlar. Bir düşünün ve inceleyin; bütün iddialarının altında Allah Resulünü ve Onun eşini dostunu akrabalarını kötülemek yatıyor. Başarırlarsa, din otomatikman yıkılacak çünkü. Dinin sahibi, eşi dostu akrabası hâşâ kötü olunca, kim daha kime, neye, nasıl inanacak? Müslümanlar bu oyuna gelmemeli. Dört halifeyi sevmek Sual: Selâtîn camilerinde ve Sünni bölgelerdeki camilerde Hulefa-i Raşidîn’in isimleri hutbelerde okunurken ve duvara asılırken, niye vehhabilerin ve İbni Sebecilerin camilerinde asılı değildir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnet âlimleri, söz birliğiyle, (İki kayınpederi [Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i] üstün tutmak ve iki damadı [Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi] sevmek, Ehl-i sünnetin alametidir) buyurmuşlardır. (2/36) Hulefa-i Raşidîn’in isimlerini hutbede okumak, Ehl-i sünnet vel-cemaatin şiarıdır. Onu, bile bile, inat ederek, ancak kalbi bozuk kimse okumamak ister. (2/15) İmam-ı a’zam Ebu Hanife de, diğer Ehl-i sünnet âlimleri gibi, (Ehl-i sünnetin alameti, Şeyhayn’ın üstünlüğüne inanmak ve iki damadı sevmektir) buyurmuştur. (1/266) Yani, Ehl-i sünnet olmak için, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’in, Eshab-ı kiramın hepsinden daha yüksek olduğuna inanmak ve Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmek lazımdır. Seven, sevdiğiyle beraber olmak ister. Seven sevdiğini anar. Sevginin gereği budur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâyı çok sevmenin alameti, Onu çok anmak ve anmayı sevmektir.) [İbni Şahin] Allahü teâlâyı ve Resulünü seven, onları çok zikreder, yani anar. Kolay hatırlaması için isimlerini çerçeveletip duvara asar. Ehl-i sünnet olan da, dört büyük halifeyi çok sever ve isimlerini camilere asar. İbni Sebecilerin, ilk üç halifeyi sevmedikleri için, camilerine bunların isimlerini asmamaları yadırganmaz. Vehhabiler de, Ehl-i sünnet olmadıkları için buna önem vermiyorlar. Ehl-i sünnet olan imam ve müezzinlerin, camilerine, ceddimizin yaptığı gibi, dört halifenin isimlerini asmaları gerekir. Hutbede de bunların isimlerini okumak gerekir. Ehl-i sünnet olmadığı intibaını vermemek için bunlara dikkat etmeleri gerekir.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ebu Süfyan oglu Muaviye Kimdir (LANETLI SOY)
Hazret-i Muaviye
Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi.
Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir.
Abdullah bin Sebe kimdir
Rafiziler ile biz de sünniyiz diyen bazı mezhepsizler,
ibni Sebe diye bir kimse yok diyerek güneşi balçıkla sıvamaya kalkıyorlar.
Buna yüzlerce kitaptan örnekler vermek mümkündür.
El Şia ve El Sünne kitabının yazarı İhsan İlahi Zahir diyor ki:
İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu.
Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar.
Fitne çıkardılarsa da, kan dökülmesine sebep oldularsa da, Allah’ın nurunu söndüremediler ve hakiki İslam yani Ehl-i sünnet, çığ gibi her tarafa yayıldı.
Bu dini söndüremezler de, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar.
Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.)
[Saf 8] İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu.
Müslüman gözüken, kâfirliğini gizleyenlerin başında
Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.