30 Haziran 2018

Merhum Necip Fazıl Kısakürek


Merhum Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili görsel sonucu
Merhum Necip Fazıl Kısakürek

Hiç yanılmayan biri var mı?
Hiç yanılmayan, hiç yanlışı olmayan (Bir) vardır, O da Allah’tır. Bu konuda, Allah’a ortak olacak birini hayal etmek yanlıştır. Çünkü insan, zayıf yaratılmıştır, Peygamberler de insandır,  beşerdir. İnsan olmaları itibarıyla onlar da yanılabilirler, ancak Allah’a karşı gelmezler, bilerek, kasten Allah’a asi olmazlar. Yanılmaları halinde, Allah tarafından ikaz edilirler. Hiç yanılmaz olan, mutlak kemâl sahibi yalnız Allah’tır. Tersini söylemek yanlıştır. İşte bu yanlışlardan bir örnek:

Yanlış 1- “ (Küfür): Peygamberlere günâh isnat etmek”  (İman ve İslâm atlası: 54. b.d. yayınları)

Yanlış 2- “(Küfür)::Peygamberlerden herhangi birine bir eksiklik isnat etmek” (age: 54)
Bu sözlerin ikisi de yanlıştır. Allah’ın aziz kitabı ile uyumlu değildir. Çok net bir örnek: Hz. Adem (as). İlk beşer ve ilk peygamber!  Hz. Adem (as) için  Allah’ın kitabı ne diyor? İşte Hakk’ın kitabının beyanı:
“Nihayet ondan yediler. Kendilerine kötü yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Adem Rabbine asi olup şaşırdı” (Taha: 121) Görüldüğü gibi, Peygamber olan Hz. Adem (as) için “Rabbine asi olup şaşırdı” denmektedir. Kimse bu kelimeye suikast düzenleyerek başka anlamlara çekmeye yeltenmemeli. Böyle bir işgüzarlık zaten mümkün değildir. Çünkü ayette “asa” denmektedir, “ğavâ denmektedir.  Yani ayette isyan kelimesi, ğavaye kelimesi yer almaktadır, ve hiç kimse, “Peygamberlere toz kondurmuyor” diye takva görünümüne de bürünmesin. Peygamberlere “toz kondurmamak” lâzım, ancak bu varsayımla ayetin açık hükmünü 1nkâr edici olmak, hidayet değildir. Beşer olan yanılabilir. Peygamberleri beşer üstü göstermek Kur’an’a aykırıdır. (Bak: Kehf: 110) Ayete aykırı düşmek ise takva olamaz. İnatla ayete aykırı düşmenin ne olduğunu, nereye vardığını herkes iyi düşünmeli, böylece yolunu ona göre seçmelidir. Bir Peygamber olan Hz. Yunus (as)ın Rabbinden izinsiz olarak görev mahallini terk ettiğini, (Bak 139-146) Hz. Yakup (as)ın iki gözünü kaybettiğini (Bak Yusuf: 84) Allah’ın kitabı haber vermiyor mu?

Hangisi küfür?
Bu ayetlerin açık ve çok net beyanlarına göre, Peygamber’in yanılması, günaha girmiş olması mümkün! Bu bakımdan peygamber’in yanılabileceğini söylemek küfür olamaz. Ancak Kur’an gerçeğini hesaba katmadan, “hiç yanılmayan bir insan tipi” icat etmek, böylece bilerek Kur’an’a ters düşmeyi marifet saymak ne olur? Bu duruma düşen insan bunu çok iyi düşünmek zorundadır.
İlave edelim ki, peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Allah’a isyan yolunu asla seçmezler, kasten günah işlemezler, günah olan yolu tercih etmezler, ancak beşer olma hasebiyle günaha girmiş olabilirler. Ayette Hz. Adem’in iki yanlışı, iki günahı ifade ediliyor: biri isyan, diğeri gavaye! İkisi de elbette günah kapsamına girer. Ancak ikisi de Hz. Adem tarafından tercih edilen, seçilmiş olan yol değildir. Hz. Adem, Rabbine karşı isyan etme yolunu seçmedi, şaşırmak da istemedi, Zaten ayetten de bu mana anlaşılmaktadır. Hz. Adem (as), yanılmış hataya düşmüştü ve derhal tövbe etmiş, yaptığı tövbe de kabul görmüş, Hz. Adem (as), Allah’ın hidayetine mazhar olmuştu. 
Enteresandır: Bu kitabın yazarına göre “Peygambere günah isnat eden, yani “falan peygamber günah işledi” diyen kâfir olur. Halbuki bu ayeti okuyan bir mümin, Hz. Adem’in Rabbine isyan ettiğini ve şaşırdığını, haliyle günaha girmiş olduğunu söylemiş olur. O halde bu ayeti okuyan ne olur? Âyeti okuyan kâfir mi olur? Şunu iyi bilelim ki, ayeti okuyan, ayete inanan mümindir, kâfir olmaz, ancak mümine “kâfir” diyenin ne olduğunu iyi düşünmesi gerek!.

Yanlış 3- “(Küfür): Kur’an’ı İslâm büyüklerinden başka türlü tefsir ve tevil etmek” (age: 55)
Bu söz yanlıştır. Çok önemli bir işi, meçhule bırakmak olur. “İslâm büyükleri” dedikleri kimdir? Bunu kim belirleyecektir, hangi sınavla belirleyecektir? En izzetli bir nesil olan Ashap arasında bile takdir toplayan kötünün olabileceğini görüyoruz. Mücahit Sahabilerden büyük takdir toplayan ve adı Kuzman olan bir kişiye Allah Resûlü,  “O cehennemliktir” demedi mi?.

Yanlış 4- “Allah buyurdu:
“-Yâ Âdem, eğer yakınlık diyarından sürülüp uzaklara atıldınsa bil ki, ben yakınım ve duacıların dileklerini kabul ediciyim. Eğer cennetten çıkarılman kalbine inkisar verdiyse bil ki, ben kalbleri kırık olanların yanındayım, Eğer göklerde tesbih eden meleklerin seslerini duymaktan mahrum bırakıldınsa bil ki yeryüzünde günahkârların iniltisini dinlemek sana karşılık oldu. Günahkârların iniltisi bana meleklerin tesbihinden daha sevgilidir. Çünkü an olur ki, ibadettekilerin tesbihine gurur karışır. Günahkârların çığlıklarıysa inkisar ve küçüklükle ziynetlenir” Eğer siz günah işlemeseydiniz, ben sizi helâk edip yerinize günah işleyecek ve sonra istiğfar edip ağlayacak insanları yaratır ve onları bağışlardım” (age: 426)
Bu sözleri Allah’a atfetmek yanlıştır. Çünkü Allah’ın dediği Kur’an’da olur. Bu meâlde, Allah’ın kitabında bir beyan var mı? Bir âyet var mı? Varsa hangi sure, hangi surenin hangi ayetinde var? Ne sure, ne de âyet belirtiliyor? Belirtilemez, çünkü Kitapta ne böyle bir sure, ne böyle bir ayet vardır? Hatta ne de tümüyle bu sözleri ihtiva eden bir Kutsi Hadis vardır. O halde, “Allah’ın böyle dediği” iddia edilemez. Edilecek olursa  Allah’a iftira olmaz mı, bu da en büyük günahlardan değil mi?

Yanlış 5- “Allah’a sövenin tövbesi makbuldür de Peygamber’e küfredenin nedameti makbul değildir” (age: 612)
Bu söz yanlıştır, Allah’ın kitabına uygun düşmez. Hiçbir istisnası olmadan samimiyetle tövbe edenin günahlarının bağışlanacağını Kur’an bize haber vermektedir. Şu ayetin verdiği dersi iyi anlamaya çalışalım:
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır” (Zümer: 53) Bu meâlde daha çok ayetler vardır.
Senelerce Allah Elçisine söven, onunla savaşan nice müşrikler, Müslüman olunca bunlar bağışlanmadı mı? Müslüman olmak, şüphesiz tövbe etmektir, Müslüman olmak, en büyük suç olan küfürden, en büyük tövbe olan İslâm’a dönüştür.
İskatın İslâm’da yeri var mı?
İskat, düşürme anlamında. “İskat-ı salat”: Vaktinde kılınmayan namazların düşürülmesi, bunun günahının affettirilmesi demektir. Konu, uzun zamandan beri medrese mollaları tarafından tartışılır olmuştur: “Gereksizdir” diyenler, “gereklidir” diyenler olmuş ve kendi gibi düşünmeyenleri cahillikle itham ederek şöyle diyenler olmuştur: 

Yanlış 6- “Büyük din âlimleri iskatın aslı olmadığını iddia edenleri cahil sayarlar” (age: 346)
Bu söz yanlıştır. “İskatın aslı vardır” diyenler, “yoktur” diyenlere cahil demek yerine, Kitap ve sünnette bunun yerini göstermelidirler. Kanıtlayamadığını savunmak erdemli bir iş değildir. Bunların şu sorulara cevap vermeleri lâzım:
a) Allah’ın kitabında iskatın yapılması gerektiğine dair bir hüküm var mı? Var ise hangi sure, hangi ayette vardır. Orucun kazası, yeminin kefareti hakkındaki hükmü kılınmayan namazlar hakkında uygulama yetkisi olan biri var mı?
b) Allah Elçisinin bu konuda emredici bir hadisi var mı? Bilinen hadis kitaplarının hiç birinde böyle bir hadis yer alıyor mu? Orucun kazası, yemin kefareti konusundaki hüküm, “iskat-ı salat” hakkında cari olur mu?
c) Rahmet Elçisi, herhangi bir cenazeye iskat işlemi yaptı mı?  Bütün ibadetlerde Allah’ın Elçisine uymamız, O’nu örnek almamız gerekmez mi?
d) O’nun ashabından hiç biri, böyle bir işlem yaptı mı? Peygamberin, O’nun Ashabının her ibadeti bizden iyi bildikleri gerçek değil mi? İbadetleri bizim onlardan öğrenmemiz icap etmez mi?
e) Allah’tan başka din konusunda hüküm koyma, kitapta, sünnette mesnedi olmayan bir ibadeti teşri etme yetkisi olan biri var mı? 
f) Fıkıh ve içtihat erlerinden, bu iskat uygulamasını yapan veya bunu öneren biri var mı?

Yanlış 7-“(Sigara)Ne haram, ne mekruh, sadece mubah…”  (age: 294)
Bu söz yanlıştır. Kitabın yazarı, sigara konusuna bu kitapta geniş yer veriyor “Çocukların içemeyeceğini, büyüklerin yanında küçüklerin içmesinin saygısızlık olacağını açıkladıktan sonra, yazısının bir bölümünde şöyle diyor: “Ne haram, ne mekruh, sadece mubah, içilmesi ile içilmemesi arasında fark olmayan havaî bir şey… Sağlığa tesiri, kokusu, melekleri tacizi, israfa kaçtığı gibi indî kıyaslar yersiz…” Yazar böyle yazıyor, ancak şu hususları düşünüyor mu?
a) Sigara içmek israf mi, değil mi?  “Değildir” diyenlere, deriz ki, israfı lütfen tanımlayın.
b) Sigara dumanı “tayip” mi, “habis” mi? Şayet “İsraf değildir ve Tayyibdir” deniyorsa şu hususları unutmamak lâzım:
a-a) Birçok âlim ve fakihin yaptıkları tanımın özeti şudur: “İsraf bir harcamadır ki bununla celb-i menfaat veya def’i mazarrat olmasın” Yani faydası olmayan, bir zararı da önlemeyen yerde mal harcamaktır. Şimdi düşünelim; sigara insanın bedenine bir fayda sağlıyor mu, bir kötülüğü de önleyebiliyor mu? Bazı tıp otoritelerine göre: Sigara dumanının hiçbir faydası olmadığı gibi çok zararı vardır. Sigara dumanı binlerce madde içerir, bu maddelerden hiçbirinin yararı olmadığı gibi hepsi zararlıdır. Bu sağlıkçıların hepsinin yanlışta söz birliği yaptıklarını söylemek mümkün mü? Bu verilere güvenirsek deriz ki: Sigara dumanının faydası olmadığı gibi sayısız sakıncaları vardır. Bu durumda sigaraya mal harcamak israf  olur mu, olmaz mı?
a-b) Sigaraya mal harcamak eğer israf ise, Allah’ın kitabı israfı şiddetle yasaklamıyor mu? Kitabın şu beyyineleri neyi ifade ediyor?:
“…Yiyin, için, israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (A’raf: 31) Başka ayette:
“Muhakkak israfçılar cehennemliktir (Gafir: 43), Allah müsrif yalancıları doğruya ulaştırmaz” (Gafir: 28) “Allah müsrif şüphecileri dalalette bırakır”(Gafir: 34) Ve daha birçok ayette israf şiddetle yasaklanmaktadır.  (Bak: En’am: 141-Furkan: 67-Gafir: 28)
a) Allah’ın kitabında bütün zararlı maddelerin listesi aranmamalıdır. Kitap bize, tabir yerinde ise anahtar verir, prensip öğretir. Örneğin, “Hamr” hakkında hükmü açıklar. Bunun kapsamına giren nice maddelerin adı geçmez. Ancak kitap bunların durumu hakkında yeterli bilgi vermiş olmaz mı? Sigaranın adı geçmiyor amma, sigara içmenin israf olduğu, israfın her çeşidinin de haram olduğu biliniyorsa sigara hakkında hüküm belirlenmiş olmaz mı? Bu gerçekler karşısında israf için “yersiz” demek, yersiz olmaz mı?
b) Tayyip ile habisi nasıl tanımlamalıyız? Tayyip: yasaklı olmayan ve kişinin tab-ı selimine uygun düşen, habis de bunun tersi olan değil mi? Bilindiği gibi sigara dumanının rengi kerih, kokusu kerih, tadı kerihtir. Allah’ın kitabı tayiplerin helal, habislerin haram olduğunu açıkça beyan buyurmuyor mu?
c) Sigara dumanı habis, içmek de israf ise, netice olarak haram ise, “haram olan nesneye helal” demenin hükmünü düşünmek, bu konuda son derece dikkatli olmak gerekmez mi?

Sayın Hüseyin Atay’dan:
Dinde reform
Yanlış l-“Dinde reform olmadan Türkiye’de hiçbir yeni düşüncenin olamayacağı bir hakikat olarak ortada durmakta..”   
Bu söz yanlıştır. Dinde reform yapmak değil, dinde talim, tedris lâzımdır. Dinin esaslarını, Kur’an ve sünneti esas alıp Allah’ın olan “Halis din”e yönelmek, yapılan eklemelerin, ilavelerin dinde olmadığını ortaya koymak, kısacası Allah’ın kitabına yönelmek lâzımdır.
“Dinde reform ve Atatürk’ten kesitler” Bu, bir kitabın adıdır. Kitabın yazarı, Sayın Prof. Dr. Hüseyin Atay. Elimdeki nüsha 143 sayfa. Basım tarihi, Eylül 2003
Kitaba verilen isim yanlış anlaşılmaya müsait, bu bakımdan yanlış bir seçim! Reform, toplumumuzun iyi görmediği, iyi karşılamadığı, iyi bilmediği, bu bakımdan sevmediği, infial duyduğu bir kelime! “Din” kelimesinin içinde bulunduğu bir cümlede yer almamalı, dine mal edilmemeliydi..

Kadere iman etmek gereksiz mi?
Yanlış 2- “Kadere iman, imanın esaslarından değildir” (age: 58)
Bu söz yanlıştır. Kur’an’da kader vardır, kader mefhumu, Allah’ın kitabında çok yerde geçer. Rahmet Peygamberinin sözlerinde de geçer. İmanın esaslarından biri de kadere imandır. “Çalışan insan kazanır, çalışmayan mahrum kalır, kader bunun neresinde?” sözünün açılımı lâzım: Çalışan insanın kazanabileceği şeyler vardır, çalışmakla kazanılmayan şeyler vardır. Ne kadar çalışsa da bir insan, dünyaya geliş vaktini değiştirebilir mi, anasını babasını kendisi seçebilir mi veya değiştirebilir mi?. Soyunu değiştirebilir mi?. Başına gelmesi mukadder olan kazayı önleyebilir mi, yaşamı için çok önemli de olsa yağmuru, karı yağdırabilir mi, veya yağanı  durdurabilir mi? . Bulutların hareketini yönlendirebilir mi?. Kader konusunda Allah’ın kitabı ne diyor?:
“Şu bir gerçektir ki. Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer: 49)
Kader konusunda hüküm vermek için şu ayetlerin üzerinde iyi düşünmek lâzım: Bak: En’am: 110-125- Tevbe: 51-Enbiya: 105  Ali İmran: 154-Fatır: 41) Bu anlamda daha birçok ayetler. Bu ayetleri teemmül ve tefekkür etmede az bir nasibi olan insanın “kader yoktur” demesi, kanaatimce mümkün değildir. Biz Müslümanlar, bu ayetlerin muhtevası olan mefhuma “kader” diyoruz. Yanlış bunun neresinde? (Sayın Hüseyin Atay Hocamızın bu ayetleri çok iyi bildiği, elbette bunlara inandığı kanaatindeyim)

Yanlış 3--“Kur’an’da şefaat yoktur” (age:58)
Bu söz yanlıştır. Allah’ın kitabının birçok âyetinde şefaat kelimesini görürüz, birçok yerinde şefaat konusu geçer, diyebiliriz ki, şefaat vardır. Şefaatin tümü Allah’a aittir. Allah dilediğine şefaat etme iznini verebilir. Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemez. Bu bakımdan şefaat yalnız Allah’a aittir. Tekrar edelim ki,  Allah’ın izni olmadan şefaat yoktur, Allah izin vermedikçe hiç kimsenin şefaat etmesi mümkün değildir Sözün doğrusunu Allah’ın kitabından öğrenelim:
 “Rahman’ın nezdinde söz ve izin alandan başkasının şefaat etmeye gücü yetmez” (Meryem: 87)
“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığının dışındakilere şefaat fayda vermez. O, insanların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Onların ilmi bunları kapsayamaz” (Taha: 109-110) Şefaat konusunda daha birçok ayet vardır: (Bak Bakara: 48-123-254-Sebe: 23-Zühruf: 86-Yasin: 23-Zümer: 44- 255-Nisa: 85-Müddessir: 48-En’am:51-70) Ve daha birçok ayetler…

Yanlış 4- “Kadınların baş açık Kur’an okumaları, namaz kılmaları caizdir”
Bu söz yanlıştır. Konu ile ilgili ayetlerin tefsirinde, tefsir uzmanlarının genel kanaatine ters düşmektedir. “Bunların hepsinin görüşü yanlış, yalnız benim görüşüm isabetli” demek doğru olamaz. İlim ve içtihat edebine de uygun düşmez. Allah’ın dini konusunda daha dikkatli, daha ihtiyatlı olmak gerek..


Yaşar Nuri Öztürk
Yozlaştırılmış bir İslâm mı var?
Takdire şayan çalışmalarına şahit olduğumuz Sayın Prof. Dr. Yaşar  Nuri Öztürk, yazmış olduğu bir kitabına “İslâm nasıl yozlaştırıldı” adını vermiştir. Kanaatimce, yozlaştırılmış bir İslâm yoktur. Allah’ın koruması altında olan, cevherine hiçbir leke sürülemeyen aziz ve yüce İslâm vardır. İslâm’ı yozlaştırmaya çalışanlar olabilir, ancak İslâm yozlaştırılamaz. Bu işi yapmak isteyenler kendileri yozlaşır. Onların beyni yozlaşmıştır. Zaten yozlaşmayan kişi, böyle muhal bir işe teşebbüs etmez. Güneşe kimse leke süremez, bulutları kimse cezalandıramaz.

Yanlış l- “İslâm nasıl yozlaştırıldı”  (Bu, 670 sahifelik bir kitabın adı! Yazarı: Yaşar Nuri Öztürk. Elimdeki nüsha: Dış kapakta 2.ci baskı, iç kısımda ise 6.cı baskı olduğu belirtiliyor.  2000 İstanbul)
Kitap için seçilen isim yanlıştır. İslâm yozlaştırılmış değildir, kimse İslâm’ı yozlaştıramaz. Kimsenin bu hainliğe gücü yetmez. Müteşebbis kendisi yozlaşmış olur. İslâm, bütün tazeliği, bütün saffetiyle ortada duruyor. Allah’tan geldiği, Emin Elçi’nin tebliğ ettiği gibi dünyamızda, Yüce Allah’ın koruması altındadır. İslâm Kur’an demektir. Bugün gezeğenimizin her köşesinde, her bucağında Kur’an vardır. Hepsi aynıdır, birbirinden farklı olanı yoktur. Hepsi de anlaşılacak metinlerdir, hepsi de açık beyanlardır. Bu bakımdan ne İslâm’ın, ne de Kur’an’ın yozlaşması düşünülemez... Sayın Öztürk diyebilir ki, “Benim kastım, bu günkü İslâm anlayışıdır, İslâm’ın kendisi değildir” Bu, yorum, Yazarı haklı çıkaramaz, yanlıştan çıkaramaz. Çünkü “yozlaşmış” olan bir hatalı anlayışı kimse Allah’ın dinine, kitabına fatura edemez. Ederse Allah’ın dinine karşı saygısızlık olur

Yanlış 2- Kitabın adı:  “Kur’an’daki tasavvuf”. Yazan: Yaşar Nuri Öztürk
Bu söz yanlıştır. Merak ediyoruz: Kur’an’ın hangi suresinde, hangi ayetinde “tasavvuf” kelimesi yer alır? Kur’an’daki tasavvuf, nasıl bir tasavvuf imiş? Anlatan yok. Zaten anlatanın sözü de önemli değildir. Çünkü  Kur’an’ın kendisi elimizde, başından sonuna kadar bakıyoruz, tasavvuf diye bir kelime yoktur. Diyen olur ki, “züht ve takvaya biz tasavvuf diyoruz”. Bu tabir isabetli değildir. Allah züht diyeor, takva diyor. Siz niçin başka isim veriyorsunuz? Bu yetkiyi kim size verdi? Tasavvuf kelimesi Arapçadır, züht ve takva kelimeleri de Arapçadır.  Züht ve takva kelimelerine tasavvuf kelimesinin anlamını yükleyerek bunları kitaba mal etmeğe çalışmak, zorlamak olmaz mı, anlamını saptırmak olmaz mı?.
Enteresandır ki, Sayın Öztürk de bazı yazılarında, “Kur’an’da tasavvuf yoktur, İslâm’da tasavvuf yoktur” demeye getirdiği halde, yazdığı bir kitaba da bu ismi vermiştir. Şimdi ister istemez aklımıza şu soru geliyor:
a) Kur’an’da tasavvuf ya vardır, yahut yoktur. Eğer varsa, yazar bazı yazılarında niçin “yoktur” diyor? Eğer varsa hangi surede, hangi ayette yer alıyor?
b) Kur’an’da tasavvuf yoksa, “Kur’an’daki tasavvuf” tabiri yanlış olmaz mı, yanlış ise kitaba böyle yanlış isim vermek uygun düşer mi?
Yanlış 3- “Müslümanları ve İslâm’ı dünyanın önünde rezil eder” (İslâm nasıl yozlaştırıldı: 193)
Bu söz yanlıştır. Yürek yakıcı, tüyler ürpertici bir yanlıştır. Allah’ın yüce dinine ve dolayısıyla o dini gönderen Allah’a karşı, en hafif tabirle “terk-i edep”tir. İslâm’ı ve Müslümanları kim rezil edebilir? Ancak böyle bir küstahlığa tevessül eden kendi nefsini rezil etmiş olur.
Müslümanlar nasıl rezil olur, hele İslâm nasıl rezil olur.  İslâm için böyle yakışıksız, böyle edep dışı söz söyleyen birileri, İslâm’ı insanlığa göndermiş olan Allah hakkında, İslâm’ın tebliğcisi olan Peygamber hakkında ne der? Allah ve Resûlü hakkında da mı böyle münasebetsiz söz söyleyecek? Zaten İslâm ve Kur’an hakkında söylenen edep dışı her söz, Allah’a ve Allah’ın Elçisine de söylenmiş olmaz mı?

Kurban kesme diye bir ibadet yok mu?
Sayın Öztürk’e göre Kurban kesmek Allah’ın emridir. Aynı Öztürk’e göre Kurban kesmek Allah’ın emri değildir. Bu bakımdan ibadet de değildir. Peki,  böyle bir ibadet var mı, yok mu? Sayın Öztürk’e göre böyle bir ibadet yoktur. Aynı Öztürk’e göre böyle bir ibadet vardır. Çünkü O’na göre Kurban kesmek sünnettir ve O’na göre meşru olan her şey ibadettir, o halde Kurban kesmek de ibadettir. Bu iddiaların ikisinin doğru olması mümkün mü?. Çünkü bunlar birbirine zıt iddialardır. O halde ortada bir yanlış vardır. Bu yanlış hangisidir?
Yanlış 4- “Kurban kesme ibadeti yoktur” (Adı geçen eser: 407 ayrıca Cevap veriyorum: 93) Sayın Öztürk, bir soruya şöyle cevap veriyor: (Kurban kesmenin) Hiçbir mantığı yoktur ve hayvan kesmek diye ne bir ibadet, ne de bir bayram vardır” (Cevap veriyorum: 99)
Bu söz yanlıştır. Çok açık bir zorlamadır, Allah’ın dinini tahriftir. O kadar tutarsızdır ki, kurban kesimine şiddetle ve insafsızca karşı çıkan yazar kendisi de Kevser Suresini tercüme ederken  Kur’an emri olduğunu söylüyor,  başka yazısında sünnet olduğunu söylüyor. İbadet olmadığını iddia eden yazar, aynı kitabın başka yerinde haklı olarak ibadeti şöyle tanımlıyor: “İnsanın tüm meşru fiilleri ibadettir” diyor. (Bak age (Adı geçen eser): 425 Mescitler bölümü)
Yazarın bu konuda iddiaları şöyledir:
Kevser Sûresi’ndeki emrin bizim töreleştirdiğimiz anlamdaki kurban kesmekle hiçbir ilgisi yoktur
Kurban kesmek bağımsız bir ibadet değildir.
Kurban kesmek, mantıksız bir iştir.
“Kurban ibadeti” adı altında hayvan kesmek farzlaştırılıyor.
 Çoğu zeminde etler ortada kalıyor.
Bir türlü deri toplama mafyası oluşmuş.
Kurban Bayramı “Kan bayramı, can alma bayramına” dönüştürülüyor.

Sayın Öztürk’ün ileri sürdüğü bu iddialar doğru mu? Gelin, açılımını beraber yapalım:
              a) Kevser Suresi’nde kurban emri yok mu? Buna cevap bulmak için Kur’an meâllerine bakalım:
              Hepsinden önce Sayın Y.N. Öztürk’ün yazdığı meale bakalım:
 “O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kur’an-ı Kerim ve Türkçe meali: 604. Bu mealin yazarı, Sayın Öztürk kendisidir, yani “Kevser Suresinde kurban emri yoktur” diyen zattır)
Elmalılı Hamdi Yazır’ın mealinde:
“Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver” (Hak dini Kur’an dili: 6179)
Akademisyen bir kurulun hazırladığı meâlde:
“Rabbine kulluk et ve kurban kes” (Kur’an-ı Kerim ve Türkçe açıklamalı ter.: 60)
Ali Fikri Yavuz:
“O halde namaz kıl ve kurban kes” (Kur’an-ı Kerim ve izahlı meâli alisi: 604)
Süleyman Ateş’in mealinde:
“O halde Rabbin için namaz kıl ve nahret” (Kurban kes)  (Kur’an-ı Kerim tefsiri Süleyman Ateş 6/533)
A.Atıf Tüzüner:
“İmdi Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” ( Kur’an-ı  Kerim Ve Türkçe meali, A. Atıf Tüzüner: 603)
Muhammed bn. Hamza:
“Bayık biz verdük sana uçmakdağı, yâ çok hayır. Pes namaz kıl, yani biş namaz, yâ bayram namazı.
 Çalabun içün dakı deve boğazla” (Muhammded bn. Hamza XV yüz yıl: 548)
               Diyanet’in yayınladığı meâlde:
“O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (Diyanet yayını: 17. ci baskı: 602)
Tefhimül’Kur’an’da:
“Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Tefhim’ül Kur’an Mevdudi: 7/271)
Kur’an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim’de:
“O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (Kur’an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim. Hasan Basri Çantay)
Sözü uzatmaya ne gerek?. Bütün meâllarda, aşağı yukarı “Kurban kes” ifadesi yer almaktadır.
a) Baktığım bütün meâllerin ortak ifadesi, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes”.
b) “Kevser Suresinde kurban emri yoktur” diyen Sayın Yaşar Nuri kendisi de, “Kurban kes” diye ayeti tercüme etmiştir.
c) Kevser Suresinden başka ayetlerde de kurban konusu geçmektedir. Hac Suresinin şu ayetlerine bakalım: “Kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanların üstüne Allah’ın ismini ansınlar” (Hac: 34) Bu tercüme de Sayın Öztürk’e aittir.  (Ve bak aynı surenin  27-28-34-36 ayetlerinin tercümesi, yine Öztürk’ün mealinden) 
d) Görüldüğü gibi, Allah’ın kitabında kurban emri vardır, Rahmet Peygamber’inden rivayet olunan birçok hadislerde de kurban emri vardır. Peygamberimiz (as)ın, kendi elleriyle kurban kestiği olmuş, başkalarına kestirdiği de olmuştur. Ashaptan gücü yetenler de hep kurban kesmişlerdir. O n beş asırdan beri bütün İslâm âlemi kurban kesmeyi ibadet telakki etmiş, aksatmadan kurban bayramlarında, hacda Allah rızası için kurban kesmişlerdir. Bütün İslâm âlimleri kurban kesmenin gereği kanaatinde birleşmişlerdir. Farz diyenler olmuş, vacip diyenler olmuş, Müekked Sünnet diyenler olmuştur. Hiçbir ehli ilim, hiçbir ehli vicdan bu ibadeti gereksiz görmüş değildir. Bin dört yüz yıldan beri hac ibadetini yapanlar da bir vecibe telakkisiyle kurban kesmişlerdir. Çünkü onların inandıkları kitapta kurban emri vardır, onların önder tanıdıkları Peygamber kurban kesmeyi tavsiye etmiş, kendileri de bizzat kesmişlerdir.  
Aslında, sözü fazla uzatmaya gerek yoktur. Bu konu Allah’ın kitabında, Peygamber (as)ın sünnetinde vardır. Sayın Öztürk bunu nasıl ibadetten saymıyor, nasıl gereksiz görüyor. Ve nasıl “Kevser Suresin’de kurban konusu yoktur” diyebiliyor? Ve nasıl kurban kesenler için, kan dökücüler, can alıcılar, merhametsiler diyebiliyor. Sayın Öztürk’ten şu soruları sormak yerinde olur kanımca:
1-Kur’an’da, kurban kesmenin yeri yok ise, lütfen anlatır mısınız, siz niçin Kevser Suresini, Hac Suresini böyle tercüme ettiniz?
2-Kur’an ve sünnette yeri olan ve Allah için yapılan bir işi, siz nasıl ibadet saymıyorsunuz? Aynı kitabın başka yerinde: “İnsanın tüm meşru fiilleri ibadettir” (Sa.425) diyorsunuz. Meşru olan her hareket ibadet ise, Kurban Bayramında kurban kesmek meşru değil mi? Başta Allah’ın Aziz Elçisi ve bütün Müslümanlar, kurban kesmekle gayri meşru iş mi yaptılar?
3-Siz yazdığınız kitapların bazı yerlerinde “Kurban sünnettir” diyorsunuz, peki sünnet ise, yani Peygamberimiz (as) emretmiş veya kendileri yapmışsa, bu sünnete uymak nasıl ibadet olmaz ve nasıl Rahmet Elçisinin, ibadet olarak yapmış olduğu kurban kesmeye, “kan dökücülük, can alıcılık” der, kurban kesenleri merhametsiz, sadist göstermeye çalışırsınız? Bu değerlendirmeyi vicdanınız onaylıyor mu? Aziz Peygamber, âlemlere rahmet değil mi?
4-İddia ettiğiniz gibi, kurban kesmenin mantıklı hiçbir yönü yok ise, siz başka yerde niçin buna “sünnet” diyorsunuz? Sünnet, Allah Elçisinin yapmış olduğu ibadetlere denmez mi?  Her mümin, bu hususu çok iyi bilmektedir. Yani Allah’ın Elçisi, kurban kesmiştir, hem de peygamberlik yaşamı boyunca kurban kesmiştir. Allah Elçisinin, mantıksız iş yaptığını mı söylüyorsunuz? (Kanaatimce Öztürk  bu denli yanlış bir söz söylemez.) Peygamber (as) hakkında “mantıksız iş yapmıştı” diyen bir insan, Allah’a, ve O’nun Elçisine saygısızlık etmiş olmaz mı?

Yanlış 4-- “Çoğu zeminde etler ortada kalıyor”  (İslâm nasıl yozlaştırıldı:408)
Bu söz yanlıştır. İddianın devamını okuyalım: “Çoğu zeminde etler ortada kalıyor. Et dağıtmak için ev ev dolaşılıyor. Hiçbir ihtiyacı olmayan aileler “ibadet olsun diye bir kan akıtıp” sonra da karşılıklı et değiş-tokuşunda bulunarak kendilerini aldatıyorlar”
Bu iddiada bulunabilmek için Anadolu’yu hiç tanımamış olmak lâzım. Veya lüks bir sitede oturup bütün halkı hep böyle lüks sitelerde, villalarda oturuyor sanmak lâzım. Ekmek bulamayanın baklava-börek bulabileceğini sanmak lâzım! Barakalarda oturan, kış günü yakacak bulamayıp soğukta titreyen, ayda bir tek defa olsun evine et alamayan, çocuğuna kalem, defter parası bulamayan, ağır borç yükünün altında ezilip kalan on binlerce insanı görmemek veya bu kesimi vatandaş saymamak, bunları insan yerine koymamak lâzım.
Kurban kesme münasebetiyle kesilen hayvanlara acımak, böylece bir çeşit “kan davası” başlatmak yersizdir. Hayvanlar kesilmesin mi, etleri yiyimlesin mi? Hayvan kesilecek olursa haliyle kanı dökülecek, canı yanacak. Canını incitmeden, kanını akıtmadan hayvanın eti nasıl yenir? Kurban Bayramı dışında her gün binlerce, on binlerce hayvan kesilmiyor mu? Bunların kanı akmıyor, canı yanmıyor mu? Bunlar öldürülmüyor mu? Bunlara yazık olmuyor mu? Yalnız Kurban Bayramında kesilen hayvanlara mı yazık oluyor? Bunların arasında bir fark mı vardır? Bu iki kesim arasında fark varsa nedir?
Bilindiği gibi, arada biraz fark vardır. Başka zaman kesilen hayvanın etini çok küçük bir mutlu azınlık yiyebiliyor, yalnız zenginler, işi tıkırında olanlar yiyebiliyor, para babaları yiyebiliyor. Onların bir bölümü zaten her gün kebap yiyebiliyor. Yoksul kesimin canı istese de, çocuklarının gelişmesi için et yemeye ihtiyaçları olsa da ayda bir tek gün bile kasaptan et alıp yiyemezler. Belki bu yüzden gözyaşı döken,, çocuğunu avutamayan anneler olur, ama bir çareleri de yoktur. Tek çareleri, Kurban Bayramını beklemek!
Bu mağdur, bu yoksul kesim Kurban Bayramında ancak et bulabiliyor. Çocuklarını bir günlüğüne olsun sevindirebiliyor. Onlardan bir kısmı Kurban Bayramında da bulamıyor. Kapı kapı gezip et isteyen, daha doğrusu  kurban eti dilenen, ancak bulamayan, bir parça et eline geçmeyen çok yoksul gördüğüm olmuştur.
Gelir paylaşımı
Diyen olur ki: “Fakir ve yoksul kesime kurban eti vermenin hiçbir faydası olmaz, mal paylaşımı, gelir paylaşımı yapmak gerek” Evet, gerçek ve meşru bir gelir paylaşımı çok güzeldir, olmalıdır, ancak böyle üst perdeden konuşmak kolaydır. Nitekim konuşanlar olur. Bunların samimi ve gerçekçi olmadıklarını söylemeye hakkımız yoktur. Ancak bu beyefendilere bir sorumuz vardır:
Kurban kesenlerden az-çok senede milyarlarca TL. fakirlere et yardımı olur. Yüz binlerce fakirin bu yüzden yüzü güler. Yüz binlerce çocuk et yer, kebap yer, sevinir. Kurban kesmeyen ve bu ibadete karşı çıkan kesimden fakirlere senede kaç kuruş yardım olur? Kaç fakirin yüzünü güldürebilen vardır? Bu beylere bir sorumuz vardır, deriz ki: “Ey paylaşımcılar! Her ay 5-6 bin lira civarında geliriniz vardır. ne olur, bir tek ay bu geliri fakir kardeşlerinizle paylaşabiliyor musunuz? Hiçbir ay bu fedakârlığı yapamayanın bu “beylik” sözleri söylemekten utanmaları gerekmez mi?

Yanlış 5- “Bir türlü deri toplama mafyası oluşmuş” Sayın Öztürk’ün yazısı şöyle: “Ülkemizde son yıllarda  “Kurban ibadeti” adı altında hayvan kesmek farzlaştırılıyor ve ardından bu hayvanların derilerini toplamak için akıl almaz oyunlar tezgâhlanıyor”  (age: 408)
Bu söz yanlıştır. Ülkemizde Kurban Bayramında kurban kesmenin farz olduğunu söyleyen bir sesi kim işitti, böyle birini kim gördü? Böyle bir yazıyı kim okudu? Ülkemizde Kurban derilerini toplayan hayır cemiyetleri vardır. Bu işe mafya demek yakışıksızdır. Benim gördüğüm, bildiğim, bu güne kadar karşılaştığım kişiler hiçbir zorlamaya başvurmadan vermek isteyenlerin kurban derisini toplayıp değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar toplamasalar, derilerin telef olması ihtimali kuvvetlidir. Çünkü kurban kesen her insan, bu deriyi değerlendirebilecek imkâna sahip değildir. Bu derileri toplamak mı oyun, dininden aldığı ilhamla kutsi bir ibadet yapana saldırmak mı oyun? Bildiğim o ki, sıradan bir insanın bile saldırgan hali güzel değildir.

Yanlış 6- “Kurban konusu komediye, faciaya dönüşmüş” (İslâm nasıl yozlaştırıldı?: 408)
Bu söz yanlıştır. Paragrafın tamamı şöyledir: “Kurban konusu, neresinden bakarsanız bakın, yer yer komediye, bazen da faciaya dönüşmüş bulunuyor. Bir facia ki bir ucunda hayvan canı almak, öte ucunda deri gaspı var”  (Kaynak yukarıda geçti)
Sayın Öztürk, kendileri Ebul’alâ el’Maarrî gibi et yemiyorlar mı? el-Maarrî benzer laflar ediyordu, görüşünde gayet samimi idi. Et yemezdi. Öztürk’ün de yememesi gerek! Bu denli hayvan kayıran bu, yüzden senede bir gün kurban kesimine karşı çıkan bir zatın her gün veya haftada birkaç gün et yemesi ayıp olmaz mı?. Et yemiyorlarsa, et yemeye karşı çıkıyorlarsa bunu açıklamasını beklerdik. Sanırım yiyorlar. İyi de, onun yediği et nereden geliyor? Bir hayvan kesilerek, kesilen hayvanın kanı akıtılarak, canı alınarak elde edilmiyor mu?  Kendilerine derim ki: Sayın Öztürk! Siz her gün de et, kebap yiyin, âfiyet olsun, rızkın, nasibin bol olsun. Lütfen fakir fukaranın senede bir tek gün et yemeleri de zorunuza gitmesin. Onlar da insanlar, onların da bu ülkenin hayrından, nimetlerinden yararlanma hakları vardır. Ortak paylaşım olsa, herkes zengin olsa iyi de, o lafları çok edenlerin fakir kesime nasıl baktıklarını iyi biliriz.
Benim yaşım yetmişi aştı, bu güne kadar kurban bayramında zorla deri gasp eden bir kişi görmedim. Deri isteyenler kendi camilerinin inşa veya onarımı için, yahut benzer bir hayır kurumu için istiyorlar, veren olursa alıyorlar, verilmezse çekip gidiyorlar. Birçoğunun yaptığı büyük hizmettir. Onlar toplamayacak olsa deriler bazı evlerde çürüyüp kalabilir. Derilerin çürümesi daha mı iyi olur? Siz bunları niçin düşmanca suçluyorsunuz anlayamadım. Bunlardan hiç biri, şimdiye kadar sizden zorla kurban derisi aldı mı, kurban derisini gasp etti mi? (Anlaşılan sizin zaten böyle bir sorununuz yoktur)
Yanlış 7- “Kurban Bayramını, hayvan kesme bayramı sanmak: Bu anlayış temelden yanlıştır” (age. 410)
Bu Bayrama “Kurban Bayramı” demek yanlış değildir, amma bu söz yanlıştır. Kurban Bayramının fıkıhta adı: “Îd-i Adha”dır. Türkçesi, Kurban Bayramı! Bütün fıkıh kitaplarında adı böyledir. Bütün fakihlerin, müçtehitlerin ve bu güne saygılı Müslümanların bildiği isim budur. Bir buçuk milyar Müslüman ve bütün insanlık, bütün dünya Kurban Bayramı adıyla tanır. Bu bayramın başka bir isimle anılması da mümkündür, ancak sizin bulacağınız bir başka isimi, kime anlatacaksınız? Kendinizi yormayın, gülünç duruma düşürmeyin. Bir kişinin kalkıp bu isimi değiştirmeye çalışması, bu isimle kavgalı olması gülünç olur. Bulutlarla kavga çıkarmaya benzer. Kaldı ki, “Kurban” malî ve bedenî bir ibadettir. İslâm dünyasında yüz milyonlarca fakiri sevindiren bir ibadettir. Kesilen hayvana acıdığını bahane ederek, sevinen yüz milyonları hesaba katmamak yanlış olur. Bu sevinen yüz milyonun içinde nice yoksullar, başka zaman et bulamayanlar vardır!
Yanlış 12- “Allah namaz için kimseye azap etmeyecektir” (Cevap veriyorum: 45)
Bu söz yanlıştır, yanlış olduğu çok açık ve nettir. Öztürk, İbn Hemmam’dan alıntı yaparak Hz. Ali’nin böyle dediğini iddia etmektedir. Bu konuda şu gerçeklerle karşı karşıyayız:
a) Hz. Ali, ilim beldesinin kapısıdır, Kur’an’a ters düşen bir sözü nasıl söyler mi?.
b) Hz. Ali’ye atfedilen bütün konuşmaları, nutukları, hutbeleri fazlasıyla ihtiva eden “Nehcül’Belağa’yı okuyoruz. Orada böyle bir metin var mı?. Kaldı ki, Nehcül’Belağa’daki metinlerin tamamının Ali’ye ait olması düşünülür mü?
c)  İbn. Hammam adına bu iddianın uydurulmuş olması veya kendisinin yanılmış olması, zühul eseri yazmış olması mümkün değil mi?
d) Bu gün bütün dünya Müslümanlarının kabulüne mazhar olan tüm içtihatları “klasik mezhepler” diye dışlamak, hafife almak doğru mu?. İbn. Hammam’ın görüşü, binlerce ilim ve içtihat erinin içtihadını nakz edecek güçte mi? Ayrıca, Allah’ın kitabının açık beyanını da mı hükümsüz kılacak güçte?
e) Şu ayetin meâli konuya yeterli cevabı getirmiyor mu?
“Her nefis kazandıklarına karşı bir rehindir. Ancak (kitapları) sağ yanından verilenler başka. Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye uzaktan uzağa sorarlar. Cehennemdekiler, şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik…” (Müddessir: 38-43) Ve şu ayetin meâlini:
“O’na yönelmiş kişiler olarak O’ndan korkun, namazı kılın ve sakın şirke saplananlardan olmayın” (Rum: 31 Meâl: Öztürk’e aittir) İşte İbn. Hammam’ın iddiası ve işte Kur’an’ın beyanı!
Yanlış 8- “Ebu Cehl’in oğlu can korkusuyla Müslüman oldu” (age: 403)
Bu söz yanlıştır. Öztürk, Ebu Cehl’in oğlunun Müslüman oluşunu kabul ediyor da O’nun kalbindeki niyeti beğenmiyor. İyi de niyetini ne biliyorsunuz? Bütün kaynaklarımızın ortak tespiti şudur: Geç de olsa, Ebu Cehl’in oğlu Hz. İkrime, gelip Müslüman oldu. Rahmet Peygamberi, İkrime’yi bağrına bastı, kendisine iltifat etti. Babası hakkında İkrime’yi üzecek bir söz söylemeyi yasaklama büyüklüğünü gösterdi. İkrime artık büyük bir mücahit kimliği kazanmıştı. Bundan sonra yapılan cihatlara katıldı. Kendisine kumandanlık verildi. Ashabın takdirini kazandı. Şimdi birilerinin kalkıp bu zata saldırması, ashap kadrosundan çıkarma fermanı vermesi, hatta Müslüman saymaması  edep ve vicdan ölçüsüne sığar mı? Saldırganın bu konuda şu sorulara vicdanen cevap verme mecburiyeti vardır:
       a)Rahmet Peygamberi, yanındakileri bizden daha iyi bilmez miydi? Gerçek Müslüman değil de zoraki
Müslüman olduysa Allah’ın Elçisi bilmiyordu da yüzlerce yıl sonra dünyaya gelmiş olanlar mı biliyorlar?
b) Ebu Cehl’in oğlu olmak suç mu, Hz. İbrahim (as) bir putçunun oğlu değil miydi? Hz. Ali de putçuluğu terk etmeye bir türlü yanaşmayan bir babanın oğlu değil miydi?
c) Peygamberin ve bütün ashabının iyi karşıladığı, ümmetin kahraman-mücahit olarak takdir ettiği bir aziz şahsiyete saldırmak, her Müslüman’da olması gereken “edep ölçülerine” uygun düşer mi?
d) Bu denli kin ve öfke taşımak, bunun neticesi olarak Ashap nesline bile saldırmak iyi mi?

Yanlış 9 “Kur’an’ı Hz. Peygamber toplamasaydı, görevini yapmamış olurdu” (age: 404)
Bu söz yanlıştır. “Mütevatir”  diyebileceğimiz bir tarihi haberi çıkıp yalanlamak, boş bir gayrettir, kimse de buna inanmaz. Bilindiği gibi, Peygamber (as), Kur’an’ı insanlara tebliğ etti, on binlere duyurdu, böylece görevini hakkıyla yaptı. Hakk’ın kelâmı, bir kitap halinde toptan inmediği için ayrı sahifelere yazılmıştı. İnen her ayetin hangi sureye ait olduğunu da Peygamber (as) hayatta iken kendisi söylemişti. O’nun vefatından sonra önce Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde, sonra Hz. Osman döneminde tek kitap haline getirilmiş oldu. Bunda yadırganacak, tenkit edilecek bir husus mu var?
 Yanlış 10- “Salât ve selâm bir saygı ifadesidir; ibadet olarak düşünülemez”  Ve yazar aynı sahifede şöyle devam etmektedir: “Günümüzde salât ve selâm riyakârlık ve şov aracı yapılmaktadır” (age: 551)
Bu söz yanlıştır. Her normal insana göre yanlış olduğu gibi bu sözü söyleyene göre de yanlıştır. Yani iddiacıya göre de bu söz yanlıştır. Çünkü Yazar, tezada düşmektedir, aynı kitabında bir de şöyle demektedir: “İnsanın tüm meşru fiilleri ibadettir” (age: 425) İşte bu söz, gayet doğru bir tespittir. İnsanın meşru olan, iyi niyetle yapılmış olan her işi ibadettir.
Sayın Öztürk Hocamız, “insanın tüm meşru fiilleri ibadettir” diyor amma Peygamber (as)a salavat okumayı ve onu selamlamayı ibadet kabul etmiyor. Haliyle insan düşünüyor, meşru olan her iş ibadet amma salâvat okumak ibadet değil! İyi de salavât okumak meşru değil, yani Peygamber’i selâmlamak, gayrimeşru bir iş mi ki Sayın Hocamız onu ibadet saymıyor? Tek duamız: “Rabbim, Öztürk Hocamıza şifalar versin”
Peki, salât ve selâm konusunda Allah ne diyor? Allah’ın kitabından okuyalım: (Tercüme aynen Öztürk Hocamıza aittir)
“Şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber’e salât ederler/onun şanını yüceltirler. Ey inananlar! Siz de ona salât edin, içtenlikle selâm verin”   (Ahzab: 56 Kur’an-ı Kerim ve Türkçe meali Yazan: Y. Nuri Öztürk  İstanbul 1994 yeni boyut 19)
Şu hususları Öztürk Hocamız iyi bilirler:
a) Hz. Peygamber’e salavât okumayı Allah emretmiştir,
b) Bu emre uyarak Ashap salavât okumuşlardır,
c) Bu emre uyarak on beş yüz yıldan beri bütün müminler salavat okumaktalar.
d) Rahmet Peygamberi de arkadaşlarından, ümmetinden dua beklemişlerdir,
e) Salavât okuyan mümin, Peygamber’i değil, Allah’ı muhatap ediniyor, “Allahumme salli” diye başlıyor, “Ey Allah’ım” diye Allah’a dua ediyor.
f) Yapılan iş budur! Bunun neresi gayri meşrudur ki Hocamız ibadet saymıyor?
Yanlış 16-(Bid’at) Kur’an okumayı cami içine özgülemek” (age: 392)

Camide Kur’an okumak bid’at mı?

Yanlış ll-“Camide kur’an okumayı Zalim Haccac uydurdu”
Bu söz yanlıştır. Daha doğrusu, tutarlı bir iddia değildir. Kur’an okumayı camiin içine özgüleyen bir
 Müslüman bu dünyada var mı? Yahut geçmişte böyle bir dönem yaşanmış mı? Yaşanması akla gelir mi? O halde madûm (yok) hakkında hüküm üretmenin anlamı nedir? Anlaşılan Haccac’a saldırmak için Öztürk bahane aranıyor, bulunan bahane ise tutarsız bahane! Bu tutarsız bahaneyi mesnet yaparak bir kez daha saldırılıyor. Öztürk’ün açıklaması şöyle: “Kur’an okumanın cami içine özgülenmesine yol açan örfü, Emevilerin zalim valisi Haccac başlatmıştır. O, sabah namazından sonra okunmak üzere camilere özel Mushaflar koydurdu” (age: 392) Merak ediyoruz: Hocamız şu sorulara nasıl cevap verirler?:
1- Camide en çok Kur’an okuyan, halkına Ashabına öğreten Peygamber (as) değil mi?
2- Haccac camilere Mushaf koyup halkın okumasına yardımcı olduysa kötü bir iş mi yaptı?
3- “Haccac, Kur’an okumayı cami içine özgüledi” derken, herkesin evinde, cami dışında Kur’an
 okumasını yasakladı mı? Böyle bir yasak nasıl konur? Her eve bekçi mi atadı?
4- Böyle komik ve uygulanması muhal bir yasak koymaya kimin gücü yeter?
5- Haccac’ın böyle gülünç bir yasak koyduğunun kanıtı nedir?
6- Kanıtlanmayan bir iddiaya katılmak, neticede Haccac’ın zaten çok olduğu sanılan günahlarına ortak
olma anlamına gelmez mi?

Yanlış 12- “Muaviye, Abdallar Hadisi”ni uydurttu” (age: 413)
Bu söz yanlıştır. Öztürk şöyle demektedir: “Bu mitolojinin çekirdeğini Emevi Kralı Muaviye’nin  tezgâhını yürüttüğü Şam’ı kutsal göstermek için uydurttuğu “Abdallar Hadisi” diye anılan söz oluşturmaktadır”
                Bu tutarsız bir iddiadır.  Bu denli tutarsız iddialarda bulunmak asla bir akademisyene yaraşmaz. Bu durumda Sayın Öztürk, onurunu koruyabilmek için şu sorulara mutlaka cevap bulmalıdır.: (Şahsi kanaatim: Sayın Öztürk, onurlu bir kişiliğe sahiptir)
a) Bahse konu olan Abdallar Hadisi’ni uydurtanın Muaviye olduğunun kanıtı nedir?
b) Muaviye’nin İslâm’ı kabulünü Peygamber (as) onaylamadı mı?
c) Rahmet Peygamberi, Muaviye’ye kendi yanında mekân vermedi mi?
d) Muaviye’ye vahyin iniş merkezinde, yani kendi huzurunda sekreterlik görevi vermedi mi?
e) Peygamber (as), senelerce beraber yaşadığı birini sizin kadar tanıyamadı mı?
f) Muaviye’yi bütün gücüyle destekleyen 30 bin civarında Ashap, onu sizin kadar bilmiyor muydu? Bu 30 bin Ashabı hainlikle suçlamak hangi iman, hangi vicdan ölçüsüne sığar? Bunlar hep Allah yolunda mallarını canlarını ortaya koyan kahramanlar değiller mi?

Yanlış 13- Mihraplar tartışmasız bid’attır” (age: 430)
Bu söz yanlıştır. Öztürk şöyle demektedir:  (Bid’at): i) Camilere mihrap yapmak: Mihraplar Emeviler  devrinde konmaya başlanmıştır ki, tartışmasız bid’attır. (bk.Turtûşî, 217)” Bu  iddia karşısında, ister istemez şu sorular akla gelmez mi?:
a) Allah’ın Elçisi, “yapacağınız camilerin inşa tarzı benim mescidim gibi olsun” dedi mi?
b) Böyle demediyse, inşa tarzı serbest bırakılmış olmaz mı?
c) Böyle demiş ise, yalnız mihrap değil, artık kıyamete kadar yapılacak bütün camilerin kerpiçle, yapılması, camiin tavanını hurma dallarından gölgelik yapmakla yetinilmesi, penceresiz olması, halı serilmemesi tabanının çakıl taşlardan olması gerekmez mi?
d) Sizin “tartışmasız” dediğiniz mihrap,  nasıl tartışmazlık ki, bu güne kadar İslâm dünyasında mihraba itiraz eden hiç olmamış, camilere hep mihrap yapılmıştır?
e) Abbasiler döneminde Emevilere ait bütün eserler tahrip edilmiş, taş, taş üstünde bırakılmamış, bütün dünyada harika yapı sayılan “Emevi camii” hayvan ahırına çevrilmiştir, ama hiçbir camiin mihrabına dokunulmamıştır. Siz biliyorsunuz da o dönemin içinde yaşayan yüz binlerce insan bilmiyor muydu? Bu denli tutarsız sözleri size yakıştıran biri olamaz.

Yanlış 14- “…(Ehlisünnet mezhebinin inanç esasları) adını taşıyan Yazidîlik” (Ku’an açısından şeytancılık: 148)
Bu söz yanlıştır. Sayın Öztürk şöyle demektedir: “Geleneksel din anlayışının “sünnete en içten ve kuvvetlice bağlı olan mezhep diye tanıttığı ehlisünnet mezhebinin yozlaştırılmasıyla oluşan ve kurucusunun temel eseri de “İtikadu Ehlis’Sünne ve’el-Cemaa” (Ehli sünnet mezhebinin İnanç Esasları) adını taşıyan Yezidîlik, Emevi soyunun saltanat ve menfaatlerine uygun olarak yeniden yapılandırdığı bir anlayışın dinleşmesindeki ibret dolu tabloların tümünü önümüze koymaktadır” (age: 148)
Bu cümle, anlaşılması zor bir cümle! (Belki açıktır da ben iyi anlayamıyorum) Gerek bu cümleden önceki, gerek sonraki cümlelerden anlaşılan yanlışlar zinciri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:
a) Yezitçilik, temelde Sünni bir fırkadır.
b) Yezitçilik, bir çeşit Sünnilik-Emevilik hareketidir.
c) Yezitçiliğin kurucusu Şeyh Adî b. Müsafir (ölüm 555/1161) Muaviye’nin oğlu Yezit soyundandır..
d) Yezid’e lanet etmemek, neredeyse kâfir ve Yezidî olmaktır.
Bu iddialar, cevap vermeyi değer seviyede değildir. Ancak bir İlahiyat Prof.nun bu iddialarda bulunması, insanı düşündürür. “Sünni” denen Müslümanlara, bir İlahiyatçının bu denli kin gütmesinin sebebini anlamak çok güç!. Sayın Öztürk, şu hususları elbette çok iyi bililer:
a) Ehl-i Sünnet vel’l-Cemaat, sünneti, yani Peygamber (as)ın yolunu esas almaktır. Bu kutlu ve mübarek yolu seçmenin yadırganacak, suçlanacak bir yönü yoktur. Peygamber (as)ın yolu İslâm olduğuna göre, Sünnîlik, Müslüman olmak demektir. Bu bakımdan başta Allah’ın Elçisi, O’nun bütün Ashabı, çocukları, ehlibeyti hep Sünnî değiller mi? Hz. Ali ve O’nun evlatları Sünnî değiller mi? Hz. Ali, bütün gücüyle sünneti, yani Allah Elçisinin prensiplerini yaymaya ve gücünce sünneti savunmaya çalışmadı mı? Halbûki, Hz. Ali, “Alîcilik” yapmadı. Hz. Ali, Alîcilik yapanlarla kavgalıydı. Onlarla mücadele ettiğini, kendisini ilah veya nebî sayanlarla savaştığını, tarafsız tarihçiler ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Sünnîlik, mezhep üstüdür. Sünnîlik, sünneti, yani İslâm’ı esas alan bir mefhumdur. Kur’an ve sünneti esas alan birçok mezhepler Sünnidirler, kendilerini Sünnî saymışlardır..
b) Ünlü dört mezhep, yani Hanefilik, Şafiilik ve diğerleri de hep Sünnî idiler. Bu ekollerden hiç biri, diğerini Sünnilik dışında görmüş değildir. Hiç biri, diğerini sapık saymış değildir. Hiç biri Ashaptan hiçbirine lânet okumuş değildir, İlave edelim ki, lânet okuyucusu olmak, erdemlilik olmadığı gibi, dininin kadrini bilenler için pek gönül açıcı da değildir. Hz. Ali, Hz. Muaviye ile savaştı amma, lânet okumadı, lânet okumak için izin isteyen fanatiklere izin vermediği gibi onları azarladı bile. Çünkü Hz. Ali, gayet nezih ve alicenap bir gönül eriydi. Aşırılık, taşkınlık onun kitabında yoktu. Hz. Muaviye’nin, hutbede Hz. Hz. Ali’ye lânet okuttuğu kanıtlanmış değildir. Bu iddia, mezhepçiliği dinleştirenlerin uydurması olsa gerek. Hz. Muaviye’den çok sonra bazı müfritlerin bu çok ayıplı işi yaptıkları sanılıyor.
c) Yezitçiliğin Sünnîlikle hiçbir yakınlığı olamaz. Bunun tersini söylemenin tutarlılığı da yoktur, inandırıcılığı da yoktur. Sünnîler her işin başında (Eûzu…) der, şeytanı “taşlanmış” olarak anarlar, şeytanın şerrinden Allah’a sığınırlar.  Yezidîler ise şeytana “melek tavus” der, şeytanı kutsarlar.  Sünniler, namazı, İslâm’ın temel esası bilirler, namazı aksatmazlar. Yezidîlerin böyle bir sorunu yoktur.
Yezidîleri, Emevîlere, Hz. Muaviye’ye, Yezid’e yamamaya çalışmak, asla kanıtlanmayan çocukça bir iddiadır ve abesle iştiğaldir. İlmî kaynaklarda böyle bir kanıt yoktur. Bu hareketi başlatanların, Hz. Ali taraftarları arasından çıkması veya Yezit taraftarları arasından çıkması bir anlam taşır mı? İlmî bir kurulun hazırladığı Hayat Ansiklopedisinde, Yezidîlerin hariciler arasında meydana gelen bir bölünme neticesinde ortaya çıktığını, bunların Muaviye oğlu Yezid’e duydukları derin kin ve husumetten ötürü bunlara Yezidîler dendiği anlatılmaktadır. Ansiklopedide şöyle denmektedir:
“Son derece ilkel bir din niteliği taşıyan Yezidîliğe bu adın neden ve nasıl verildiği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak (Hz. Muaviye oğlu) Yezid’e karşı duyulan engin kin ve nefret dolayısıyla bu mezhep-dine Yezidîlik denmiş olması ihtimali kuvvetlidir. Yezidîliğin bağlı olduğu Ebadiyye’nin anlayışına göre, Hz. Ali bir insan değil, insan şekline bürünmüş Allah’ın kendisidir. Hz. Muhammed’i insan olarak dünyaya gönderen de zaman zaman insan kılığına girmiş Allah olan Alidir” (Hayat Ansiklopedisi: Yezidiler maddesi. 6/3299)

Kimin gündeminde Emevîlik?
d) Bu gün İslâm dünyasında “Emevilik hareketi” diye ne bir ilke, ne bir ülkü, ne de böyle bir akım vardır. Eğer varsa, dünyanın neresinde var? Hangi ülkesinde, hangi coğrafyasında var? Doğuda mı var, batıda mı var? Eğer yok ise, konuyu sıcak tutmanın, bildiği bilmediği insanlara çamur çirkef atmanın anlamı nedir? Elbette bu gün, İslâm dünyasında çok olumsuzluklar, çok hurafeler, çok saçmalıklar vardır. Aklını kullanmayan, hakkı aramayan, hakkı kabul etmeyen insanların da sorumluluğu vardır. Bu olumsuzlukların tümünü, Emevilere, yahut Haşimilere yükleyip kenara çekilmenin anlamı nedir? Allah’ın kitabı aramızda, bütün tazeliğiyle yanı başımızda! Biz, Allah’ın bu kopmaz ipine sarıldık da bir Emevi veya bir Haşimî mi geldi bizi engelledi? Bizim onlarla uğraşmamız malâyani değil mi? Kızdığı insanlara lânet yağdırmak, hep küfür edebiyatıyla yaşamak kime onur kazandırır, kime sevap kazandırır? Bugün yeryüzünde yaşayan, sayıları bir buçuk milyar olduğu söylenen Müslümanlar arasında böyle bir sorun var mı? Aramızda ihtilaf edilecek bir konu varsa çözüme kavuşturmaya çalışalım. Tarihe mal olmuş kişilerin hesabını Yaratıcıya bırakalım. Hakk’ın kitabı bize ne güzel prensip öğretmiş! Halkımızdan yüz kişinin belki 90 veya 95’i Êmevilik” diye bir mefhum bilmemekte, bilenler de böyle bir soruna yakın durmak istememektedir. Sanırım, Sayın Öztürk, kendilerinden şu soruları sormamızı hoşgörü ile karşılarlar:   
a-l) Her fırsatta ve yazdığı kitapların birçoğunda, Sünni kesimini, “Arap-Emevî” göstermeye çalışmak…. Açık bir örnek: (Kur’an açısından Şeytancılık: 147-155) Bunun gereği nedir, dayanağı nedir?
b-l) Bu bir zorlama değil mi? Sünni kesimden “Arap-Emevi” gayretinde olan kim vardır? Böyle birini nerede gördün? Madûm ile savaşmanın anlamı nedir?
c-l) Sanırım, sizi buna sevk eden, bazı Sünnilerin Muaviye’ye sövmemesidir, bir Müslüman’ın Muaviye’ye sövme mecburiyeti mi vardır? Kaldı ki, Hz. Ali, Muaviye ile savaştı, ama ona sövdüğü, onu lanetlediği kanıtlanmış değildir.
d-l) Hz. Ali, Muaviye’ye lânet edenleri azarlamıştır. Hz. Ali’nin metodu yanlış mı, doğru değil mi?
e-l) Bütün Ülkemizde Emevicilik yapan bir tek akım var mı? Bu gayreti güden bir tek insanımız var mı?  f-l) Adî b. Müsafir’in, Yezid’in soyundan olduğuna deliliniz nedir? Şayet, Yezid’in soyundan olsa onunla
dedesinin dedesinin dedesi suçlanır mı? Hz. Ebu Bekir’in soyundan, Hz. Ali’nin soyundan yaramaz  bir insanın
gelmiş olması mümkün değil mi? O yaramaz insanla hayır bir insan olan ced suçlanır mı? Sayın Öztürk’ün bütün çalışmalarında omurga yapı, adeta “Arap-Emevi” dir. Öztürk’ün tabiriyle söyleyecek olursak, Öztürk, sanki Emevi düşmanlığını kendi zatına din edinmiş, bu kini dinleştirmiştir.      
                Yanlış 24-“Yedek ilahlı tarikat dinciliğinde”
                Bu söz yanlıştır.  Öztürk, bu anlamı şöyle ifadeye koymaktadır: “Bu arada yedek ilahlı tarikat dinciliğinde, Emevi soyuna duyulan muhabbet ve onların isimlerini, tıpkı Hz. Muhammed’in ismi gibi “Hz” ekleyerek anmanın âdetleştirildiğini de anımsatalım”  (age: 155) Sayın Öztürk, anlamakta zorluk çektiğimiz şu hususları kendilerine sormamızı lütfen hoş görsünler:
a) Hz. Osman ve Hz. Muaviye, Emevi soyundan gelen iki Halifedir. Bunlardan herhangi birinin isminin başına “Hz.” Eki getirmek, yedek ilah edinmek mi olur?   
b) Yalnız Peygamber (as)ın isminin başına mı “Hz” eki getirilir? O’ndan başkasına Hz. Demek yedek ilah edinmek mi olur? Halbûki siz de birçok yazılarınızda Peygamber’den başkasının isminin başına Hz. Eki getiriyorsunuz! Zatınız için özel bir izin mi vardır?
c) Sanırım bütün bu saldırılar, “Hz. Muaviye” diyenleredir, acaba yanılıyor muyum?
d) Ülkemizde birçok Şeyhülislamlar, Diyanet İş. Başkanları, hesapsız ilim ve takva erleri “Hz. Muaviye” demişlerdir, Bunların hepsini de yedek ilahlı müşrikler saymak mı lâzım?
e) Her Müslüman’ın “altı” bildiği imanın esaslarını, “Kader” bölümünü çıkarıp beşe indiriyorsunuz, onun yerine falan soydan gelenlere sövmeyi, imanın altıncı esası mı sayacaksınız?

                Kadere iman şartı yok mu?
                Sayın Öztürk, kadere inanmayı kabul etmiyor mu? Cevabını kendilerinden alalım, şöyle diyorlar:
Yanlış - “15. İman şartları arasına “kadere iman” diye bir şart eklemek” (age: 86)
                Bu söz yanlıştır. Sayın Öztürk’ün iddiası şöyle: “Despot ve tağutların hegemonya ve zulümlerini Allah’ın takdiri gibi gösterip kitleyi susturmak için, Peygamberinden yüz küsur yıl sonra iman şartları arasına “kadere iman” diye bir şart eklemek” (Kaynak yukarıda geçti)
Kin, öfke ve nefret kokan bu ifadeler yanlıştır, bunlar doğru olamaz, nereden bakılsa yanlıştır. Bu, kadere inanan Müslümanlara haksız bir saldırıdır. Tevhit ve iman insanlarına hakarettir, Allah’ın dinine saygısızlıktır ve de çok ayıptır. Çünkü Sayın Öztürk’e göre, kadere inanan bir Müslüman şu suçları yapmış olur:
1- Kadere inanan Müslüman, despotlara, tağutlara kulluk etmiş olur.
2-Kadere inanan Müslüman, despot ve zalimlerin kitleleri susturmalarına yardım etmiş olur.
3-Kadere inanan Müslüman, İmanın esaslarını tahrif etmiş, bu şartlara ekleme yapmış olur..
4-Peygamber (as) dan yüz yıl sonra kadere iman diye bir uydurma bir “imanın şartı” ortaya atılmıştır.
Sayın Öztürk, kadere inanmayabilir, kendinin bileceği bir seçenektir. Ancak her Müslüman, kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi inanmaya, kaderi inkâr etmeye mecbur mu? Onları bu denli suçlamaya ne hakkı vardır? Kaldı ki, kadere inananların da, güvenilir kaynaklardan gösterecekleri çok deliller vardır, işte birkaç tanesi:

a)Allah’ın kitabında:
“Biz her şeyi bir takdirle yarattık” (Kamer: 49.Meâl, Celaleyn’in tercihidir)
Bu konuda daha birçok ayetler vardır, bunlardan biri daha:
“De ki: “Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim” (A’raf: 188) Yine Allah’ın kitabından:
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse onun göğsünü daraltır ve göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık indirir” (En’am: 125) Ve daha birçok ayetler: (Bak Bakara: 20-253-220-Maide: 48-En’am: 35-107-112-128-149) Bu anlamı ifade eden daha çok ayetler, bir çok hadisler vardır. İlave edelim ki, bir çok hadis kitaplarında “kader” başlığı altında bölümler vardır. Çok olan örneklerden biri:

Allah Elçisinin sözlerinde:
b) “Kitab’ül-Kader” Müslim: 8/112)
c) Aynı kitabın birçok hadislerinden biri:
                “Şüphesiz, Aziz ve Celil olan Allah rahime bir melek tevkil etmiştir. Melek: “Ey Rabbim! Bir nutfedir. Ey Rabbim! Bir kan pıhtısıdır. Ey Rabbim! Bir çiğnem ettir” der. Allah bir mahlûk hükmedip yaratmak istediğinde, melek: Ey Rabbim! Erkek midir, yahut dişi midir? Bedbaht mıdır, yahut mesut ve bahtiyar mıdır? Rızk nedir, ecel nedir? Sorularını sorar. Bunlar anasının karnında iken böylece yazılır” (Sahih-i Müslim ve tercümesi: 8/118 Tercüme aynen mütercim Mehmed Sofuoğlu’na aittir)
                “Soran oldu: “Ya Rasülallah! İman nedir?” Şöyle buyurdu: “Allah’a, meleklerine, kitabına, Allah’a kavuşmaya, peygamberlerine inanman, öldükten sonra dirilmeye inanman ve kaderin hepsine iman etmendir…” buyurdu. (age: 1/63 Mütercimin ifadesiyle) yine Sahih-i Müslim’den:
                “Peygamber (as), yıkılmaya mail bir mağaranın önünden geçerken aceleyle geçti. Soran oldu: Ey Allah’ın Elçisi! Sen Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun? Şöyle buyurdu: “Evet, ben Allah’ın kazasından yine Allah’ın kaza ve kaderine kaçıyorum” dedi” (age: 118.)
 c) Görüldüğü gibi, güvenilir bu kaynaklar, Kader konusunun Peygamber (as)dan yüz yıl sonra icat edilmediğini, Peygamber (as)ın bu konuyu bizzat açıkladığını ve ümmetine öğrettiğini göstermektedir. 
d) Sayın Öztürk çok iyi bilirler ki, bu güvenilir verileri esas alarak kadere inanan bir Müslüman’a bu suçlamada bulunmak yanlıştır. Zaten Allah’ın ve O’nun Rasûlünün her sözüne Müslümanlar tereddütsüz inanırlar. Onları bu inançlarından ötürü suçlamak büyük günah olur, tövbeyi gerektiren bir vebal olur..
               
Yanlış 16- (Bid’atlar, hurafeler): Müellefet’ül’ Kulupb’ü Sahabî saymak…” (İslâm nasıl yozlaştırıldı:537)
Bu söz yanlıştır. “Ben Müslüman’ım” deyen her insanı Müslüman saymak zorundayız, İslâm’ı reddettiğine şahit olmadıkça bize göre Müslüman’dır, Müslüman sayılmalıdır. Müellefetül kulubu Peygamberimiz (as), Müslüman saymıştır, bunları Müslüman kabul etmiştir.
Yanlış 17- “Abdest uzuvları için tesettür kaydı aranmaz” (age:91)
Bu söz yanlıştır. Allah’ın kitabının beyanı ortadır. Peygamber (as)ın eşlerinin, bütün sahabî hanımların durumu, şimdiye kadar gelip geçen âlimlerin anlayışları, tefsirleri bilinmektedir. Buna rağmen tesettürle adeta savaş açmanın, İslâm’ın getirdiği bir güzelliğe karşı savaş açmanın gerekçesi ne olabilir?. Ayetin meâlini düşünelim:
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için bu çok daha uygun bir yoldur” (Ahzab: 59)
Ayeti Kerime böyle diyor, kaynaklarımız da âyetin inişinden sonra başta Peygamber eşlerinin ve bütün mümin kadınların tanınmayacak kadar kapandıklarını haber veriyorlar.

                Yanlış 18-“Kur’an kursu sektörü”
                Bu söz yanlıştır. bununla, Kur’an kurslarının para kazanmayı gaye edinen ticari bir meslek imiş Yazar bu düşüncesini şöyle açıklıyor: “Kur’an kursu sektörü…Nedir bu sektörün yaptığı? Halka Arap alfabesinin belletilmesi ve buna bağlı olarak, “namaz sureleri” adı altında birkaç Kur’an suresinin Arapça lafızlarının papağan gibi tekrar ettirilmesi…Bu iş için aylar, hatta yıllar harcanmakta…Tabii ki milyonlar ve milyarlar da harcanmakta…
                Ve sanıyorum, işin püf noktasını da o milyarlar belirlemektedir” (Anadilde ibadet meselesi: 55 İstanbul 2002) Bu yazı bir yığın yanlışlarla devam ediyor. . Sayın Öztürk şu hususları hatırlasa iyi kanaatindeyim:

a) Kendilerinin de senelerce Kur’an kurslarına devam ettiğini, Kur’an’ın tamamını ezberlediğini.yazılarından öğreniyoruz. Bu işe merhum babası vesile olmuş, babasının bu kararını da hiç yadırgadığı olmamaktadır. Babasının ve kendisinin yaptığı bir iş iyi de başkası aynı işi yaparsa kötü mü olur?
b) Kur’an kurslarını bitirenlerin yapacakları hiçbir meslek Türkiye’de yoktur. Kur’an kursları, bir Anayasal kuruluş olan Diyanetin, Milli Eğitimin, ayrıca Cumhuriyet savcılarının denetimi altındadır. Darbe hükümetleri bile bu kurslarda bir sakınca görmemiştir. Anlaşılan bu kurslara devam edenler, sadece Allah’ın kitabını, yani dinlerini öğrenmek için bu tercihi yapıyorlar, ayrıca resmi okullara, özellikle İmam-Hatip okullarına devam ediyorlar. Yahut babalarının hazırladığı bir mesleki tercih ediyorlar.
c) Sayın Öztürk’ün Kur’an öğrenmeyi hafife alması, Kur’an öğrenmeye çalışanları “papağana” benzetmesi, bunları hep şuursuz tekrarcı kabul etmesi, Kur’an’a Arapça lafızlar yakıştırması, bu işi para kazanmak için yaptıklarını dile getirmesi, çok çirkin, çok ayıp bir çıkıştır. Allah’ın Aziz kitabına, bu Kitabı öğrenme gayretinde olan milyonlarca genç Müslüman evladına saygısızlıktır.  

Cemal Kutay
Merhum Cemal Kutay, tarih konusunda çok eser yazan bir zattır. Tasavvufçu ve Türkçü olduğu anlaşılmaktadır. Şu satırları yazarken, bazı hususlar dikkatlerinden kaçmış olmalıdır. Kutay, Peygamber (as)a hitaben şöyle demektedir:

Efendimiz! Tazim ve terkim sözcüğünü yalnız ve sadece senin için kullanmışımdır.
Efendimiz! Araplar hep puta tapıyorlardı, biz Türklerin  yedi bin senelik tarihinde hiç put yoktur,
Başta Araplar, öteki milletler kendilerini bu toprakların hâkimi sayarken biz kendimizi hâdimi saydık.
Biz Türk Milletinin ibadeti, bu gün, tahakküm ve menfaat gayesiyle Arapçanın tekelinde tutuluyor.
Lütfen elimizden tut! İbadetimizi, yakarışlarımızı anadilimizle yapalım.(Bazı cümleler kısaltılmıştır)

Merhum Kutay, sanırım yaşlılığında bu yazıyı yazmış olmalı, çünkü unuttuğu çok hususlar vardır, bunların bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

Yanlış l- Tazim ve terkim sözcüğünü yalnız senin için”
Bu söz yanlıştır. Herkesten önce tazim ve terkimi Allah’a yapmak gerekmez mi?. Herkesten önce, her şeyden önce ve her işin başında Rabbimize tazim borcumuz yok mu? Tazim, tekrim, hamd, sena, şükür ve minnet öncelikle yaratana değil mi? Rahmet Kitabının anahtarı durumunda olan Fatiha nasıl başlıyor? Allah’a hamd ile başlamıyor mu? Bilindiği gibi, Hamd kelimesi: Övgü, sena, tazim anlamındadır, “lillahi” deki lam, tahsis içindir. “İyyake” yalnız sana anlamındadır, yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senden yardım dileriz” anlamındadır. Ve bu anlam, Allah kitabının başından sonuna kadar bu mefhum yer almaktadır. Yalnız Allah’a ibadet edileceği, yalnız O’na tazim edileceği ifade edilmektedir. Sayın Kutay bu esası nasıl unutuyor? 

Yanlış 2- Araplar puta tapıyorlardı, biz tapmıyorduk”
Bu söz doğru değildir. Cahiliye döneminde Araplar puta tapıyorlardı. Cahiliye döneminde Türkler muvahhit miydi? Nerede ise, Sayın Kutay, özet şunu demeye getiriyor: “Araplar ve bütün milletler kötüdür. Yalnız Türkler iyidir. Araplar hep putlara tapıyordu, Türkler tapmıyordu. “Türklerin yedi bin yıllık tarihinde put yoktur”  Sayın Kutan tarihi bir konu olan bu hususu elbette benden çok çok iyi bilirler. Ancak dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan Türklerden hiçbir topluluğun yedi bin seneden beri puta tapmadıklarını nasıl kanıtlıyorlar? Kaldı ki, dört bin yılın öncesinde yazı da bilinmiyordu, bu yüzden tarih de yoktu. Tarih başlamadan önceki üç bin  yılı nasıl biliyorlar?

Yanlış 3- Biz Türkler “Haremeynin hâdimiyiz” dedik. Diğerleri “Haremeyn’in hâkimiyiz” dediler..
Bu söz yanlıştır. Hz. İbrahim (as)dan beri, Harem-i Şerif’in komşuları gerek Kâbe’ye, gerek Kâbe’nin ziyaretçilerine hizmet etmediler mi? “Hicabe, rifade, sikaye” gibi hizmetleri Araplar yapmıyordu da Türkler mi Orta Asya’dan gelip yapıyorlardı? Acaba Türklerden önce hicaza kimse hizmet etmedi mi, Kâbe’ye bakım yapmadı mı, ziyaretçilere su dağıtmadı mı, ziyaretçileri misafir etmedi mi? 

Yanlış 4- “Bu gün Türklerin ibadeti tahakküm altındadır”
Bu söz yanlıştır. Türkiye’de ibadet eden ediyor, etmeyen etmiyor. İlla ibadet edeceksin, illa ibadeti bizim istediğimiz gibi yapacaksın” diyen var mı? Varsa kimdir? Sayın Kutay bunların adresini versin lütfen. Biz de varıp onlarla mücadele edelim.

Yanlış 5- “Lütfen elimizden tut, ibadetimizi, yakarışlarımızı anadilimizle yapalım”
Bu söz yanlıştır. çünkü, merhumun da dediği gibi bu bir yakarıştır, yani duadır. Dua ise ancak ve yalnız Allah’a yapılır. Dua ibadettir, Allah’tan başkasına ibadet etmenin dinde yeri yoktur
Merhum Kutay’ın unuttukları
Evet, Merhum Kutay, bu satırları yaşlılığında yazdı. Anlaşılan unuttukları vardır. Bir kaçını hatırlatalım: Müslüman Türk Milletine din ve ibadet konusunda baskı yapan, tahakkümde bulunan ceberutlar oldu. Ancak bu ceberutlar, dışarıdan değil, içeridendi. “İllaki Arapça ibadet edeceksin” diyen de olmadı. “İllaki Türkçe ibadet edeceksin” diyen çok oldu. Bunun kavgası senelerce devam etti. Ezan okunması yasaklandı, uydurma bir ezan icat edildi. Allah Elçisinin insanlığa öğrettiği ezanı okumak suç sayıldı. Gerçek ezanı okuyan, Kur’an okuyan zindanlara atıldı, aşağılandı, işkenceye tabi tutuldu,  hakları çiğnendi.. Yunanistan’da, Bulgaristan’da olduğu gibi Dinin harim-i ismetine zorla, zorbalıkla girildi. İzmir’de Müslümanlar Türkçe namaz kılmaya mecbur bırakıldı. İtiraz edenler zindana atıldı. İdam edilenler oldu. Dinin kuralları çiğnendiği gibi hukuk ve ahlak kuralları da çiğnendi. TC Anayasası da çiğnendi. Bu ceberutlar kendileri ibadet etmiyorlardı, amma, mazlum halka musallat olmuşlardı, “İllaki bizim istediğimiz gibi ibadet etmeye mecbursunuz” demeye getiriyorlardı. Merhum Kutay’ın bunları tarih kitaplarında okumaya ihtiyacı yoktur. Bu dönemleri kendisi de yaşadı, gözleri ile gördüğü de oldu.
Merhum Kutay’ın Rahmet peygamberini sevdiği anlaşılıyor, O’nun veda hutbesini de okumuş, mefhumunu kavramışlardır. Görmüşlerdir ki, Peygamber’in yüce sünnetinde, O’nun mübarek prensiplerinde, “Bizim Araplar,  bizim Türkler, bizim falanlar, bizim filanlar” diye bir iddia yer almamaktadır. Âlemlere rahmet olan Aziz Peygamber, Veda hutbesinde, insanlığa şu dersi vermedi mi, demedi mi ki: “Ey nas! Hiçbir Arap, Arap olmayandan, hiçbir acem, Arap’tan üstün değildir” Ve O, demedi mi ki: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...