28 Haziran 2018

ÂDEM, MELEK, İBLİS, CİN, ŞEYTAN KISSASI \ Kenan ESEN



ÂDEM, MELEK, İBLİS, CİN, ŞEYTAN KISSASI \ Kenan ESEN


1) İNSANLAR KARDEŞ KARDEŞE EVLENEREKTEN ÇOĞALMADILAR
Bakara 30: Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife terfi ettireceğim” (Câ’ilun) demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi terfi ettireceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
Maalesef meallerin hemen hemen tamamında insanların yoktan var edildiği anlatılır. Oysa “Câ’ilun” kelimesi yoktan yaratmak değil, var olan bir şeyin makamını yükseltmek için kullanılır.
İkinci olarak Halife olarak atamak söz konusu. Maalesef Allah’ın halifesi şeklinde anlatılıyor; oysaki Âdem Allah’ın değil, yeryüzünün halifesidir. Halife “Sonradan gelen, ardıl” demektir. Dolayısıyla Allah bu kıssadan önceden farklı farklı Âdemlerin olduğunu anlatıyor.
Melekler diyor ki: “Rabbim neden fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini halife seçiyorsun.” Bunu da maalesef insanlardan önce cinler vardı seklinde abuk sabuk anlatıyorlar ve cinlerin de görünmez varlık olduklarından bahsediyorlar.
Başka birileri de melekler geleceği görebilir diyerekten açıklama getiriyorlar. Onlarca Ayette “Gaybı Allah’tan başkası bilmez” ayeti bu gibilere bir şey ifade etmiyor olsa gerek.
Oysaki Âdem halife olmadan önce yeryüzünde binlerce Âdem vardı zaten. Fakat bunlara akıl, irade verilmemişti. Ve bunlar da şimdiki hayvanlar gibi güçlü olan güçsüzü öldürüyordu. Meleklerin itirazı ise işte yeryüzünde fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak birini neden halife olarak tayin ediyorsun şeklindedir.
Dolayısıyla bu kıssada anlatılanlar Hz. Âdem denilen bir kişiyi değil, tüm insanlık soyunu anlatan müteşabih bir kıssadır.
======
2) KUR’AN’DA MECAZLAR
Geçen paylaştığım Bakara 30 ayeti kerimesine yaptığım yorum bazıları tarafından tepki çekti: “Sen oradaki ayetlere nasıl Hz. Âdem değil de, normal Âdemler yani insanlar dersin” diye.
Bana bunu diyenlere diyorum ki; Kur’an bir bütün olarak okunmalıdır. Tek bir ayete bakarak hüküm vermek yanlıştır.
TAHA 114: “Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur´an´ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi arttır.”
Dolayısıyla erken karar vermemeliyiz ve illaki benim söylediklerim doğrudur dememeliyiz.
Âdem İblis Kıssasında gecen kişinin Hz. Âdem ve Havva olduğunu söyleyenler ki Havva Kur’an’ın hiçbir yerinde geçmez, onlara diyorum ki Taha Suresi 115 ve 121′ i okusunlar. Bu ayetlerde bir peygamber Rabbine karşı asi oluyorsa, o zaman peygamber anlayışınızı düzeltmenizi isterim.
Hele ki Araf Suresi 189-190 da anlatılan Âdem’i Hz. Âdem şirk işledi diyorsanız; o zaman da sizin sadece peygamberleri değil, dininizi tekrardan gözden geçirmenizi tavsiye ederim.
Dediğim gibi Âdem İblis Kıssasında anlatılan Âdemden kasıt bir insan türünü canlandırma şeklindedir. Bazıları diyebilir: “Ne yani Allah yalan mı söylüyor diyorsun.” -Haşa Allah asla yalan söylemez; fakat Rabbimin amacı tarihi bir bilgi vermekten ziyade bize kıssalar anlatarak onlardan ders almamızı istemektedir ve bunu mecazlar yoluyla yaparak ayetler arasında akıl kurmamızı ve ayetleri derin derin tefekkür ve tedebbür (olayların arka planı) etmemizi istiyor. Kur’an buna müteşabih diyor (Al-i İmran 7).
Birkaç örnek: AHZAB 72: “Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.”
Sanki burada gökler, yer, dağlar korkuya kapılıyorlar. Ne yani bunlar canlı mı ki korkuyorlar? İşte Allah kişileştirme yoluyla okuyucuda etki bırakmak için mecazlar kullanıyor.
KAF 30: O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.
Bu ayette de Cehennem sanki bir canavar gibi konuşturuluyor ve okuyucuyu dehşete düşürerek etkiliyor.
İşte Rabbimizin ayetlerini bir de bu yolla okursak inşallah daha faydalı olur diye düşünüyorum. Yoksa Kitabımız kuru salt bir metin değildir. Her harfine bir sevap diyerekten yıllarca bizi Kur’an okuttular ama anlamaya gelince, siz anlayamazsınız dediler. Hocalar ne derse onlara uyun dediler. Sonuç ortada; Fatiha’nın anlamını bilmeden Müslümancıklar ortalarda Şeriat Devleti kuracağız diye cirit atarlarsa, şimdiki IŞİD gibi örneklerin çıkmasına şaşmamak gerek!
======
3) İRADELİ TEK VARLIK ÂDEM ŞEMSİYESİ ALTINDA İNSANDIR
Bakara 31: Ve Âdem´e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
Bakara 32: Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
Bakara 33: (Allah:) “Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
…………………….
Bakara 31’de Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretiyor. Bu ayetten “İşte Âdem; Şu ağaç, şu masa, şu bilgisayardır.” şeklinde değildir elbet. Peki, ne anlama geliyor bu ayet? Bunu 32.ayetle beraber okuduğumuzda anlıyoruz. Melekler ne diyordu; “…bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yok.” yani Allah meleklere ne bilgi verdiyse onu bilirler, kendilerini geliştiremezler.
Örnek verirsek: Elma Ağacının görevi nedir? Elma çekirdeğini toprağa atarız. Bütün bilgiler o çekirdekte mevcuttur. Daha sonra çekirdek patlar ve yeşillenir, sonra filiz olur, sonra da gelişir ağaç olur ve meyve vermeye başlar. Peki, Elma Ağacının elma verme bilgisini yükleyen kimdir? Bütün insanlar bir araya gelseler, Elma Ağacının verdiği elmayı yapabilirler mi? Belki kopyalama yoluyla ama yine bir elmaya muhtaçsınız. Peki, Elma Ağacı; Hayır ben elma ağacı vermek istemiyorum diyebilir mi? Hayır; çünkü meleklerde irade yoktur.
İşte Âdeme bütün isimleri öğrettik demek, insanın kendini geliştirmesi ve isimleri keşfetmesi demektir. Bugün ilk insandan günümüze kadar insanoğlu hep kendini geliştirmektedir. Bugün doğada bulunan değişik malzemeleri toplayarak yeni yeni buluşlar icat edebilmektedir. İşte insanoğlunu da meleklere karşı üstün tutan da budur zaten; fakat Rabbine karşı gelmemek kaydıyla.
======
4) İBLİS İNSANIN İÇYAPISINDA BULUNAN BİR MELEKTİR
Bakara 34: Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Geçen yazıda meleklerin iradesinin olmamasından bahsetmiştik. Peki, o zaman İblis neden Âdem’e secde etmiyor?
Tefsirlerde sürekli İblisin melek mi yoksa Cin mi olduğu meselesi hep tartışılmıştır.
Kehf Suresinin 50.ayetinde o cinlerdendi ifadesini baz alarak, İblis melek değildi, o Cin türüne aitti ve onda da akıl ve irade var diyerekten onun melek olmadığını söylemişlerdir. Ee o zaman iblis neden kâfirlerden oluyor ki, oysaki bu ayette hitap meleklereydi, “Melekler: Âdemin önünde secde edin.” emrine karşı “Nasıl olsa ben melek değilim, ben Cin türüne ait bir canlıyım.” demesi gerekmez miydi?
İste sorun da burada başlıyor. İblis bir melektir. Buradaki müteşabih ayetler anlaşılamayınca yepyeni bir tür daha doğurmuş bu gelenekçi yapı. Oysaki yeryüzünde bulunan tek iradeli varlık Âdem’dir. O nedenle Cin, Âdem soyundan başka bir varlık değildir. Cin meselesine bir sonraki yazıda gireriz.
İblis; İnsan karşısına çıkan her olay karşısında her insana birbirine zıt iki ses gelmektedir. Bu seslerden biri “Takva”, diğeri de “Fısk ve Fücûr”dur.
İşte bir adı nefis, bir adı fısk ve fücûr olan bu ses insana kötülüğü, fuhşiyatı, inkârı, Allah’a başkaldırmayı teklif olarak sunuyorsa bu “İblis”ten gelen bir sestir. Yani İblis insana kötülüğü fısıldayan insanın içyapısında bulunan bir melektir.
Allah bu kıssalarda konuşturma sanatı yaparaktan etkili bir dil kullanmıştır.
======
5) KUR’AN’DA BAZI KAVRAMLAR
Kur’an Arap toplumuna inmiş Arapça bir kitaptır. Fakat bu din Evrenseldir. Ondan dolayıdır ki; Rabbimiz Kitabında öyle mecazlı bir dil kullanmış ki, bu Kur’an’ı Arapça bilenlerin değil, aklını kullananların anlayacağı bir formatta göndermiştir. Ondan dolayıdır ki, Kur’an’ın hiçbir yerinde Arapça öğrenin diye bir ibare geçmez; fakat aklınızı çalıştırın diye onlarca ayette bizi uyarıyor. “Ve yeryüzünde canlıların en şerlisinin aklını kullanmayanlar olduğunu” söylüyor (Enfal 22). Tabi bu anlattıklarımdan Arapça öğrenilmesin diye bir algı uyanmasın. Ve maalesef bazı insanlar hala 600 lü yılların Arap toplumundaki giyimini kuşamını takarak sanki Allah katında yüce bir insan formuna geçtiğini düşünmektedir. Oysa Kur’an İskoçya’da inseydi, erkekler olarak etekle mi dolaşacaktık. İşte bu gibi din sömürücüleri maalesef; saf, temiz, ama dinini Kur’an’dan araştırmayan insanları dolandırmaktadırlar.
Allah beşerleri yaratıyor ve sadece kendisine kul olmaları için insana akıl veriyor. Akıl hangi yolda gitmemizi sağlayan bir melektir. Bunun yanında Allah tüm insanlara fısk ve fücuru fısıldayan “iblis” ile Rabbine karsı dayanmayı ve o yolda gitmesini söyleyen “takva” meleğini veriyor. Kararı verecek olan insanın kendisidir, yani aklımız. İster iblis yolunu seçer, isterse de takvanın yolunu. İblisin yolunun tatlı fakat sonucunun “Cehennem” olduğunu söylüyor, Takvanın ise yolunun dikenli sonucunun da “Cennet” olduğunu müjdeliyor. İşte Takvanın yolunu seçmiş insanlar Müslüman, Mümin, Nebi, Resul… olurken, İblisin yolunu seçenler de Cin başlığı altında müşrik, kâfir, fasık, şeytan olabiliyor. Maalesef bu kavramların içi Kur’an dışı cahiliye terimleriyle doldurulduğu için bugün çoğu ayetler bile bizi etkilememekte, nasıl olsa bu ayetler bize hitap etmiyor diyerek Kur’an’dan uzaklaşmışız. Oysaki bizi ilgilendirmeyen tek bir ayet bile yoktur. Dolayısıyla Kur’an başka türleri anlatmaz bizi “insanları” ve bize hizmetle mükellef olan “melekleri” anlatır.
======
6) CİNLER NASIL VARLIKLARDIR
Kur’an’da insanı ilgilendirmeyen tek bir ayetin olmadığını geçen paylaşımda dile getirmiştik. Fakat Cin diye insandan farklı bir tür anlatılıyor. Nedir bu Cin, rivayetlere göre değil, Kur’an’a göre bulalım cevabını. Çünkü Kur’an kendi kendisini açıklayan bir kitaptır. Kur’an’da bir kelime geçtiği zaman o kelimenin ne olduğunu da açıklar. Allah’tan başkasının açıklamasına göre hareket edersek, Rabbimiz onun kulu olacağımızı söylüyor. (Hud 1-2)
Öncelikle bu Kur’an’ı okuduğumuz takdirde baştan sona kadar insan için indirilmiş bir kitap olduğunu anlarız.
Rahman 6 da “Bitki ve ağaç insana secde etmektedir.” Yani boyun eğmektedir.
Lokman 20 de “yerde ve gökte ne varsa hepsi sizin emrinize amade kılınmıştır” diyor.
Nahl 12 de Allah; “geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ay’ı sizin emrinize verdik” diyor.
Casiye 12 de Allah gemiler akıp gitsin diye sizin için denizlere boyun eğdirdi. 13 te göklerde ve yerde olanların tümünü de size boyun eğdirdi diyor.
Abese 24-25-26-27-28-29-30-31-32 de Allah insana seslenerek insan yediğine baksın diyor.
Biz ona suyu akıttık, Yeri yardık,
Böylece onda taneler bitirdik.
Üzümler yoncalar, zeytinler, hurmalar, ağaçlı bahçeler, meyveler, otlaklıklar ve hayvanlarınızda da sizin için bir yarar vardır.
İbrahim 32 de Allah gökleri ve yeri yarattığını su indirip sizi onunla rızıklandığını ve onun emriyle gemileri yüzmeleri için denizlere boyun eğdirdiğinden
33 te gece ve gündüzü sizin emrinize verdiğini ve 34 te size her istediğinizi verdiğini ama insanın yine nankör olduğunu ve zalim olduğunu söylüyor
Müminun 21 de hayvanlarda da sizin için bir ibret var onların karınlarının içindekinden içmektesiniz yani sütünden ve onlarda daha birçok yararların olduğundan bahsediyor
Yasin 71 -72 de hayvanlardan bir kısmına binersiniz, bir kısmından da yersiniz diyerekten hep insanlar için yarattığından bahsediyor.
Peki, bu kadar ayet varken bu Cin denilen varlıklar nasıl olur da Kur’an’ı dinleyebilir ve etkisinde kaldıktan sonra Müslüman olabiliyorlar.
CİN SÛRESİ
Cin 1: De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur´an dinledik”
Cin 2: “O (Kur´an), ´gerçeğe ve doğruya´ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”
Cin 3: Elbette, Rabbimizin şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Cin 4: “Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah´a karşı ´bir sürü saçma şeyler´ söylemişler.”
Cin 5: “Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah´a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”
Buraya kadar ki cinler Ehl-i Kitap olan Cinler: Yani Yahudi ve Hristiyanlar. Peki, nasıl anlıyoruz bunu? 3.ayette onların Allah’a çocuk isnat etmelerinden bahsediyor. Kur’an’da Allah’a çocuk isnat edenler Yahudi ve Hristiyanlardır: Bknz. Tövbe 30-31.
Cin 6: “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”
Cin 7: “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah´ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
Bundan sonraki Cinler de ahiret gününü inkâr eden Cinler. Yani bugünkü anlamda Ateistler diyebiliriz.
Fakat onlar muhteşem bir Kur’an dinlemişler ve sonunda itiraf ediyorlar ve böylece Müslüman oluyorlar.
Cin suresinin ilk pasajında anladığım kısaca bu. Bir yanlışım veya eksiğimi görürseniz, düzeltirseniz memnun olurum.
======
7) CİNLER GÖRÜNMEYEN VARLIKLARSA ONLARA KENDİ TÜRÜNDEN RESÛLLER GÖNDERİLİRDİ
Bir kimse, türü ne olursa olsun Allah, ona elçi olarak kendi türünden bir Resul göndereceğini söylüyor.
İsra 94: Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
İsra 95: De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten Resul olarak elbette melek gönderirdik.”
Allah diyor ki: Siz melek olsaydınız, size melek bir Resul gönderirdim; fakat siz insansınız o nedenle size kendi türünüzden bir Resul göndereceğim diyor. Ayetleri derin derin tedebbür (arka planı) etmezseniz, bu Kur’an’dan bir şey anlayamazsınız (Sad 29). Ve maalesef bundan dolayıdır ki Kur’an’ın hep Arapçası okunmuş, en güzel kılıflarda saklanmış ve evimizin yüksek yerlerine asmışız. Fakat hayatımıza girmeyen Kur’an müzelik bir eşya halini almıştır.
Durum böyle iken Cinler nasıl oluyor da Hz. Peygamberden Kur’an dinliyorlar. Geçen paylaşımda da söylediğim gibi; Kur’an hep insana hitap eder. Başka türden bir varlık, nasıl oluyor da Kur’an’ı beşer bir peygamberden dinleyebilir ve hayatına koyup Müslüman olabilirler. Tabi uydurma sözlere ihtiyaçları vardı ve “O, cinlerin de peygamberidir.” yalanıyla insanları kandırdılar. Cinler ayrı bir tür olacaksa ona da kendi türünden Resuller gönderilmesi gerekir. Fakat biz dinimizi mitolojik hikâyelerle dinlemeyi sevdiğimiz için bu anlattıklarım çoğu kişinin hoşuna gitmeyecektir.
Bir Peygamber bir kavme gönderildiyse, o kavim tarafından her yönüyle örnek alınmalıdır:
Ahzab 21: “Andolsun, sizin için, Allah´ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah´ı çokça zikredenler için Allah´ın Resulünde güzel bir örnek vardır.” Bunu hadislere bağlayanlar var; oysaki Allah Resulünün hayatı Kur’an’dı. Kur’an’ın iki ayaklı hali Hz. Muhammed’di. Rabbimiz de onu örnek almamızı istiyor; yani Kur’an’ı hayatımıza geçirmemizi istiyor. Peki, Hz. Muhammed, Cinler tarafından hiçbir şekilde örnek alınamaz. Oysaki O, her yönüyle bizim örneğimizdir. İnsandır, çoğu yerde hata yapmıştır. Aslında tüm peygamberler bizim için örnektir. Mümtehine Suresi 4.ayette Rabbimiz Hz. İbrahim’i örnek gösteriyor, Peki, Hz. İbrahim’in hadisleri bize kadar gelmiş mi ki, nasıl O’nu örnek alacağız. İşte Peygamberler, Vahiylerin bizzat uygulayıcısıdırlar. Bizler de ayetleri hayatımıza aktardığımız zaman onları örnek almış oluruz. Fakat Cinlere örnek olamazlar. Lütfen geleneksel algıdan arınmış sağlam bir kafayla, ayetler ölçüsünde yeniden düşününüz.
======
8) CİNLER ATEŞTEN DEĞİL TOPRAKTAN YARATILMIŞLARDIR
Kur’an’ın hiçbir yerinde Cinlerin ateşten yaratıldığını söyleyen ayet yoktur. Fakat mealciler işin içinden çıkamayınca kendince birtakım uydurma rivayetlere sarılarak anlamı da onun üzerine kuruyorlar. Kur’an’da iki yerde bu olay geçer. Bakalım ayetler ne diyor:
Rahman 14: İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.
Rahman 15: Canı da ´yalın-dumansız bir ateşten´ yarattı.
Hicr 26: Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
Hicr 27: Ve Cann´ı da daha önce ´nüfuz eden kavurucu´ ateşten yaratmıştık.
Cin kelimesi Arapça okumayı bilenler için “cim” ve “nun” harfleriyle yazılır. Can kelimesi ise Kur’an’da her yerde “cim”, “elif” ve “nun” harfleriyle yazılır. Fakat mealcilerin yüzde 99’u bu kelimeyi sonuna şedde ekleyerek “Cann” diye çevirmiş ve olsa olsa burada cinlerin atasından bahsediyor diyerekten parantez içerisinde de açıklama ihtiyacı duymuşlardır.
Üzülerek belirtmeliyim ki, bana bazen yorum yazanlar mealleri Kur’an sandığı için bak Kur’an’da yazıyor diyerekten cevap veriyorlar. Onlara mı kızayım, mealleri yazan kendisine âlim denilen zatlara mı? Bakınız meallerin hiçbirisi Kur’an değildir. Meal; eksik, anlamı tam karşılayamayan anlamına gelir. İlk defa da Cumhuriyet döneminde kullanılan bu kelime tam olarak tercüme edilemediğinden bu anlam verilmiştir. Şimdi birisi “sizin yaptığınız da meal, size neden inanayım.” derse ben de derim ki bana da inanma, sadece sorgula, bir eksikliğimi görürsem hemen değiştireceğimi belirtmek isterim. Yapıcı eleştirilerin eksikliğinden dolayı maalesef âlimlerimiz de kendilerini geliştiremediler. Sevdiğimiz hocayı göklere çıkarıyoruz, sevmediğimiz bir hocayı da yerden yere vuruyoruz. Maalesef denge gözetilmiyor.
Sonuç olarak; cinler ateşten değil, onlar insan oldukları için topraktan yaratılmışlardır.
Dumansız ateşten yaratılan bize hayat veren “can”dır. Yani Allah onun enerjiden yaratıldığını söylüyor. Nasıl bilgisayarın fişini çekerseniz bilgisayar kapanır, o an çalışmaz; çünkü elektriğini kesmişsinizdir. Onun canı da elektriktir; yani enerjidir.
======
9) CİNLER DE İNSANSA, NEDEN KUR’AN’DA “CİNLER VE İNSANLAR” DİYE TABİR GEÇİYOR
Zariyat 56: Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana kulluk etsinler diye yarattım.
Geçen paylaşımlarımda Cinlerin de Âdemoğlu şemsiyesi altından insanlar olduğunu belirtmiştim. Fakat 1400 yıldan beri rivayetin otoritesi altında anlatılanları hakikat sandıkları için anlattıklarımdan dolayı hakaret eden ve kendilerini Müslüman olarak gören insanlar var. Maalesef insanlar Kur’an okumadan Müslüman oldukları için, bazı kavramları Kur’an’a göre anlatınca birilerinin tekerine çomak girmiş anlaşılan sürekli nefretvari tutumunu takınıyor. O zihniyetler değil miydi ki “Kur’an Müslümanı diye bir sapıklık çıktı.” diye. Evet, ben saptım; ama sizin batıl yolunuzdan saptım.
Neyse bu ayrımı yapmak için öncelikle “insan ve cin” nedir? buna cevap vermemiz gerekir.
İnsan; Şems Süresi 7-8-9-10. ayetlerde Allah insanın nefsine bir yandan fücur veriyor, bir diğer yandan takvayı. Yani insana iki ayrı ses sürekli gelmektedir. İşte insan; bu iki sese de meyilli, tamamen kendisi karar verebilecek olgunlukta olup nötr bir varlıktır.
Dolayısıyla bu tanıma bakarak bir Âdem’in insan olabilmesi için rüşte ermesi gerekiyor. Artık bu vakitten sonra insan sorumlu hale gelmiş oluyor. Emanete layık görülüyor (Ahzab 72). Bundan sonra ister Rabbine karşı bir yol izler, yaradılışta verdiği sözü unutarak O’na karşı düşman kesilir ve Cin Şemsiyesi altında müşrik, kâfir, fasık, münafık, şeytan… olur. İsterse de yaradılışta verdiği Rabbim Allah’tır diyerek Müslüman (Rabbine teslim olan) olur. Dikkat edin Müslüman demek Rabbine teslim olmak, ismen Müslümanım demek değildir.
O nedenle insan nötr bir varlıktır; yani ne Rabbine düşman olan ne de Rabbinin yolundan giden varlık. Fakat bu kişiler arada gezindikleri için Allah tarafından kınanırlar ve Kur’an’da Allah insanlar için hiç olumlu cümle kullanmaz, hep “nankör, zalim, cahil…” gibi ibareler geçer.
Cin kelimesi de “yabancı” anlamına gelir. Kur’an’da “Rabbine karşı yabancılaşmış insan”lara Cin denir.
İnsan fıtrat itibariyle temiz yaratılmıştır, İslam fıtratıyla yaratılmıştır (Rum 30). O nedenle ergenliğe girince insana “iblis” olgusu verilmiş ve Rabbimiz Kehf 50.ayetinde İblis için “… o cinlerdendi. Böylelikle Rabbinin emrinin dışına çıktı.” diyerekten hem cin kelimesinin tanımını veriyor, hem de iblisin insanda yabancı bir unsur olduğunu gösteriyor. İnsan vicdanıyla hareket ettiği zaman “takva” boyutu her zaman kazanacaktır. Yoksa nötr bir şekilde kaldığı zaman Allah Cehenneme atacağını söylüyor.
Araf 179: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
Bu ayetten aslında her şey ayan beyan ortaya çıkıyor. Cinlerle insanların Cehenneme atılacağı ve onların kalpleri, gözleri, kulaklarının olduğunu dolayısıyla cinlerin ayrı bir tür olmadığı belli oluyor.
Son olarak insanlar nötr olarak kaldıkları zaman mutlaka cinler gelecektir ve insanları etkileyeceklerdir ve onların azgınlığını artıracaklardır (Cin 6).
Peki, Zariyat 56’yı nasıl meallendirebiliriz.
Zariyat 56: Ben, Rabbine karşı yabancılaşmış insanları ve Rabbinin emirlerine karşı nötr davranan insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.
======
10) CİNLERİN GÖĞÜ YOKLAMALARI NE DEMEK?
Geleneksel algıda Cinlerin ateşten varlıklar olduğu ve uçabildikleri anlatılmaktadır. O nedenle bunlar istedikleri zaman gökyüzüne çıkabiliyorlar. Orada Allah meleklere bazı bilgiler verirken bunlar da orada gizlice oturup meleklere anlatılan bilgileri dinlerlermiş. Fakat bi vakitten sonra Allah bunlara izin vermemiş artık onu ateşten bir yıldız izliyor ve o Cin’i yakıyor, paramparça ediyormuş. Evet, evet yanlış duymadınız mitolojik bir hikâye okuduğunuzu düşündünüz değil mi? Fakat maalesef insanlar buna inanıyor ve buna inanmanın itikadi düşünce olduğunu söylemektedirler. Tabi cahil insanların da bu mitolojik hikâyeler hoşuna gittiği için alan memnun satan memnun anlayışı içinde devam ediyorlar.
Tabi ayetler üzerinde derin derin tedebbür etmezlerse verilecek cevap da daha ileriye gidemeyecektir. Ateist ve Deistler de bu mitolojiyi her zaman dillendirerek kendilerine haklı bir gerekçe bulacak ve inkâr etmelerine bahane olarak sürekli bunu kullanacaklardır. Ve İslamiyet işte böyle saçma sapan bir dindir diyerekten dalga da geçeceklerdir.
Daha önceki yazımızda ayetlerin müteşabih olduğunu ve mecazlı ifadelerin Kur’an’da anlaşılmazlarsa yanlış sonuçlar çıkaracaklarını anlatmıştım.
——–
Cin 8: “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”
Cin 9: “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
Şihab Kur’an’da iki yerde geçer. İkisi de yazmış olduğum Cin 8 ve 9.ayetlerde. Peki, ne demektir şihab; konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde Kur’an’ın bu kelimeye yüklemiş olduğu anlam; muhkem kılınmış, korunmuş; başka anlamlar yüklendiği zaman onun yerini ve çehresini değiştirerek bozması anlamına gelir.
O zaman bu ayetler inkâr eden Cinlerin yani bugünkü anlamda Ateist ve Deistlerin yerlerin ve göklerin yaradılışı hakkında derin derin araştırma yaptıklarını ve insanları kandırmak için nasıl başka yollara başvurduklarını gösteriyor. Fakat daha sonradan bu Cinler Kur’an ile tanışıyorlar ve kendilerine gelen ayetlere teslim olduklarını söylüyorlar.
Peki, gök kelimesi ne anlama geliyor?
Şunu çok iyi bilmek gerekiyor. Kur’an’da genelde kelimeler iki anlamda kullanılır.
“Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi.” (Zümer 23).
O nedenle gök kelimesi de hem insanların etrafa baktıkları zaman dağları, ovaları, hayvanları, bitkileri içerisine aldığı gibi aynı zamanda Güneş’i, Ay’ı, Yıldızları da içerisine almaktadır.
Mesela şu ayette; “Ey İsrailoğulları, andolsun, sizi düşmanlarınızdan kurtardık. Tur´un sağ yanında sizinle vaadleştik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.” (Tâ Hâ 80) Allah bunları herhâlde Güneş’ten, Yıldızlardan göndermedi. Başka yerde sarımsak, acur indirdik ifadesiyle de yeryüzünün olduğunu anlıyoruz. İşte Allah böyle müteşabih kullanarak okuyucunun derin derin düşünmesini istiyor.
O zaman cinlerin göğü yoklamaları da Güneşe Aya çıkmaları değil, yeryüzündeki hayvanları, bitkileri, dağları, bayırları incelemeleri ve onlardaki mükemmel sanatı görmeleri olarak değerlendirebiliriz.
======
11) İLK IRKÇI İBLİSTİ
Araf 12: (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
Daha önceki yazılarımızda Kur’an’da İblisin canlı bir varlık gibi konuşturulmasından bahsetmiştik. Allah meleklere “Âdem’e secde edin” demişti, İblis hariç hepsi secde ediyorlar. İblis ise secde etmeme gerekçesini “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” diyor. Yani yaratılması kendi elinde olmadığı halde, yaradılıştaki öz cevheri gerekçe gösteriyor.
Bugün Yahudiler, kendi ırkını diğer ırklardan üstün tutaraktan diğer milletleri kendilerine köle olarak yaratıldığı fikri vardır. Dolayısıyla bu insanlar kendilerini özel olarak gördüklerinden Allah’ın seçkin kulları olarak görürler.
Ülkemize baktığımız zaman özellikle Osmanlının yıkılması yani Cumhuriyetle birlikte ırkçı algı ön planda olmuştur. “Ne mutlu Türküm diyene” ya da “Bir Türk dünyaya bedel” sözleriyle kendi ırklarını üstün görmüşlerdir. Tabi bu algı, etki tepki oluşturmuştur.
Türkiye’nin Batı kesimi bu şekilde söylem yürütürken; Doğu kesim de “Biz de bu ülkenin asli unsuruyuz. İkinci sınıf vatandaş olmayı kabul etmiyoruz diyerekten haklı olarak ilk tepkiler gelmiştir. Fakat bunu kötüye kullanan bazı minvaller Kürt halkını “Bakın onlar nasıl kendilerini üstün görüyorlarsa, bizim neyimiz eksik? Biz onlardan daha üstünüz.” diyerek maalesef ırkçılık hastalığına yakalanmıştır.
İşte Rabbimizin Kur’an’da dile getirdiği önemli hastalık olan ırkçılık böyle pislik bir şeydir. Kimse annesini, babasını, doğacağı yeri seçemez. Ondan dolayıdır ki; hangi ırktan olursa olsun bir kul Rabbine eşit mesafededir.
…Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. (Hucurat 13)
======
12) İBLİS İNSANLARIN DİRİLECEKLERİ GÜNE KADAR NASIL YAŞIYOR?
Araf 13: (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
Araf 14: O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.
Araf 15: (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.
……………
Geçen paylaşımda İblisin Âdem’e secde etmeyişinin Irkçılık olduğunu söylemiştim, Allah da bundan dolayı İblise oradan in diyor. Gelenekçi çevreler tarafından İblis sanki Cennette meleklerin hocasıymış da Allah İblisi Cennet’ten Dünya’ya göndermiş gibi bir algı hâkim. Oysaki bu ayetlerde İblisin Rabbinin sözünü dinlemediği için makam olarak düşürüldüğü canlandırma yöntemiyle anlatılıyor. Nasıl Âdem’in derece olarak yükselmesi gibiyse onun gibi, bunu önceki yazılarımızda anlatmıştık.
14.ayette İblis hatasından tövbe edeceğine Allah’tan ertelenme istiyor. Buradaki sanatsal ifadeleri anlayamazsak, ayetleri tedebbür edemezsek, bu ayetler tamamen mitolojik eserlerin malzemeleri haline gelir. “Yani sanki İblis öncesinde bir günah işliyor, sonra Rabbi kızıyor, ona rağmen sanki Allah’la pazarlığa tutuşuyor ve kendisinin Kıyamete kadar yaşamasını istiyor. Allah da tamam diyor.”
Peki, bu ayetleri nasıl anlayabiliriz. Şems Suresi 7-8-9 ve 10.ayetlerde İnsana iyi ve kötülüğü fısıldayan iki melek var. Birisi Takva, bir diğeri de fısk ve fücuru fısıldayan İblis. İnsan ise nötr bir varlık olarak iki yöne de eğilimlidir.
İşte Rabbimiz bu ayetlerde İblisin beni insanların dirilecekleri güne kadar ertele derken, her insanda var olan iblis duygusunun genetik yoluyla kendisinden sonraki insanlara geçmesidir. Yani ilk insandan son insana kadar, eğer insan reşit hale ulaşırsa ona iblis ve takva duygularını vereceğini böyle sanatsal bir ifadeyle anlatıyor.
======
13) SIRAT, KÖPRÜNÜN ADI MI ACABA?
Ne zamandan beri bu yazıma devam edemiyordum, bazıları bizi kâfir, zındık… ilan etse de ben kimseye beddua etmiyorum. Sadece Rabbimiz kelamında ne anlatmışsa onu anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Her zaman şu cevabı veriyorlar: “Sen mezhep imamlarından, hadis imamlarından daha mı iyi biliyorsun.” – Benim hiç öyle bir iddiam olmadı; lakin İmam dediğin kişi Kur’an’a aykırı konuşmuşsa o zaman kusura bakmayın karşımda babam olsa tevazu gösteremem. Sen atalarından vazgeçemiyorsun; ama bak Rabbim ne güzel söylemiş:
LOKMAN 21: Onlara; “Allah´ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?
**********
Araf 16: Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (sırat-ı müstakim) (pusu kurup) oturacağım.”
Araf 17: “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
Araf 18: (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”
************
İblisin insana kötülüğü fısıldayan bir melek olduğunu önceki yazılarımda anlatmaya çalıştım. Ondan dolayı İblis Allah’a ben senin dosdoğru yolunda oturacağım diyor. Peki, dosdoğru yol nedir? Arapçası sırat-ı müstakim olan ve bize hikâyelerle sırat köprüsü diye anlatılan sırat “yol” demektir. Ama gerçek manadan ziyade manevi anlamı kastetmektedir. Bizim her zaman namazlarda Fatiha’da Rabbimize dua ederken “Ey Rabbim bizi sırat-ı müstakime ilet” şeklinde okuyup da düşünmeden geçtiğimiz Kur’an’ın en önemli kavramlarından birisidir aslında.
Sırat-ı Müstakim Kur’an’da onlarca ayette geçer. Onlardan birkaç örnek verirsek;
EN’AM 153: Bu Benim dosdoğru olan yolumdur (sırat-ı müstakim). Şu halde ona uyun. Sizi O´nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.
YASİN 60: “Ey Âdemoğulları, ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır;”
61: “Bana kulluk edin, doğru yol (sırat-ı müstakim) budur.
Demek ki dosdoğru yol Allah’ın çizmiş olduğu, kendisine ait olan yolmuş; yani Kur’an’ın yoluymuş. Başka yollara değil sadece o yolda olmamızı istiyor ve peygamberlerin de aslında bu yolda olduğunu söylüyor, başka yola değil Kur’an’ın yolunda olduğunu.
YASİN 2-3-4: (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol (sırat-ı müstakim) üzere (peygamber) gönderilenlerdensin.
Peki, insan; dosdoğru yol olan Kur’an’ın yolunu bırakırsa ne oluyormuş
ZUHRUF 64: “Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O´na kulluk edin. Dosdoğru yol (sırat-ı müstakim) budur.”
65: Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara.
Demek ki Müslümanların değişik değişik guruplara, tarikatlara, mezheplere, cemaatlere… bölünmesinin nedeni Kur’an’dan başka yolları benimsemesiymiş ve maalesef Müslüman görünümlü, dinin yeraltı babaları Kur’an’a karşı en büyük tehlike durumundadırlar.
17.ayette ise İblis’in insana değişik yönlerden sokulacağını söylüyor.
Önlerinden; yani açık açık gelecek.
Arkalarından; gizli gizli gelecek.
Sağlarından; en tehlikelisi; yani iyi bir şeymiş gibi genellikle dini kullanaraktan ve içinde birkaç parça doğrularla gelecek ve yanlışlarını, şirklerini insanlara sunacak.
Sollarından; açıkça kötü şekilde Rabbine karşı isyanı teşvik edecek.
Kısaca her yönden gelecek.
18. ayette ise Rabbim insanı özgür iradesiyle baş başa bırakmış. Onun zorlayıcı bir gücü yok, sadece vesvese verir; ama insan ister takva meleğini, isterse de iblis meleğini dinler. Yani sorumluluk insandadır.
======
14) YERYÜZÜNDE İKİ VARLIK VAR:
1) Yeryüzüne halife olan Âdemoğlu şemsiyesi altında “İNSAN”
2) Halife olan Âdem’e secde etmekle mükellef “MELEKLER”
Bakara 34: Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (öylece) kâfirlerden oldu.
Bu ayetten, bütün meleklerin Âdem’e secde ettiğini görüyoruz. Secde etmek denildiği zaman, bazı kişiler başını yere koymak şeklinde anlıyorlar. Ondan dolayıdır ki secde Allah’a yapılmalıdır yoksa melekler şirk işlerler diye tamamen Kur’an dışı bir yorum getirmektirler.
Oysaki secde; “boyun eğmek, emrine girmek, teslim olmak, hizmetine sunulmak…” anlamlarına gelir. Dolayısıyla bu ayetlerde bütün melekler Âdemin hizmetine sunulmuştur.
Örnek: insanlar yıldırımlardan korkarlar, çünkü insanoğlundan güçlüdür. Fakat onlarda irade ve akıl olmadığından ve bir de insanoğluna secde ettiğinden, insanlar akıllarını kullanaraktan ona boyun eğdirebiliyor.
Mesela Camilerin minareleri daha önceden hep yıldırımlar tarafından yıkılıyordu. Daha sonra insan aklını kullandı ve minarenin başına iletken bir çelik yerleştirdi. Böylece yıldırım artık çarpsa bile minareler devrilmiyordu.
Ya da Güneş: Isı ve ışık kaynağı olan güneşe direkt maruz kaldığımız zaman bizi zararlı etkileriyle bize hasar verecektir. Fakat o zararlı dediğimiz Güneşi olumlu yönlerde kullanabiliyoruz. Mesela insanoğlu Güneş Enerjisi diye bir sistem üretmiş, böylece soğuk suyu, sıcak su haline getirebilmektedir.
Hz Süleyman kıssasında Süleyman’ın Rüzgârlara hükmetmesi de buna güzel bir örnektir.
Dolayısıyla geleneğin Meleklerin Nurdan varlıklar olduğunu söylemesi, tamamen Kur’an’a ters bir durumdur.
Melek; insana hizmet eden, ona secde etmekle mükellef olan varlıklardır. Buna elimiz, ayağımız ya da iç organlarımız da girer. Hepsi insana secde etmektedirler.
İnsana secde etmeyen bir melek vardır: O da “İblis”tir.
======
15) MELEKLER NURDAN MI YARATILDILAR?
İslam’ın tek kaynağının Kur’an olduğunu ne zamandan beri paylaştığım gerek ayetler gerekse de uydurma veya sahih hadislerle göstermeye çalıştım. Bu din Allah ile Hz. Peygamberin ortaklaşa kurmuş oldukları bir şirketin adı değildir.
…Halis (katışıksız) olan din yalnızca Allah’ındır…(Zümer 3).
Maalesef bugüne kadar Kur’an’ın anlattığı bilgiler insanlara yeterli gelmediği için, insanlar Kur’an’la tatmin olmadıkları için ve de insanlar mitolojik birtakım hikâyeleri dinlemeyi sevdikleri için bu dinin içerisine bir sürü masal kahramanı ilave etmişlerdir.
Şunu iyi bilmek gerekiyor ki Kur’an’da Allah’ın anlattığı bilgiler önemli olduğu kadar anlatmadığı bilgiler de önemlidir. Yoksa Allah bir şeyi unuttuğundan dolayı ele almamış değildir; Çünkü O, hiçbir şeyi unutmaz. (Meryem 64). Dolayısıyla Kur’an’ın hiçbir ayetinde Meleklerin Nurdan yaratıldığını söyleyen ayet yoktur.
Melek kelimesi Kur’an’da 93 yerde geçer. Burada hepsini tek tek ele alacak değilim. Konunun da uzamaması için meleklerin ne olduğu kısaca anlatayım.
Daha önceki yazımda yeryüzünde iki varlık olduğunu anlatmıştım. Biri yeryüzüne halife olarak atanan “insan”, diğeri ise halife olarak atanan insana secde etmekle mükellef “melek”ler.
Secde kelimesinin de ne olduğunu daha önce anlattığım için uzun uzadıya değinmeyim. Secde kısaca “boyun eğen, itaat eden, emrine giren, hizmetine giren…” gibi anlamlara gelir.
Dolayısıyla yeryüzünde insanın psikolojik ve fizyolojik yapısı da dâhil insana secde eden her şey melektir diyebiliriz. Melekler; Allah’ın mülkünde olup, onun melekûtunda olan kısaca Allah’ın gücü olarak nitelenebilir. Ve Allah melekleri insanların hizmetine sunmuştur; yani bütün melekler insana secde etmekle mükelleftir. Sadece bir melek insana secde etmez, o da iblistir. Onu da daha önceki yazılarımda anlatmıştım.
Örnek olarak; Ateş yakıcı bir maddedir; fakat insanoğlu aklını kullanaraktan ateşe secde ettirebiliyor ve onu birtakım işlerinde kullanabiliyor.
======
16) 4 BÜYÜK MELEK VAR MI?
Geçen paylaşımımızda meleklerin ne olduğunu anlatmıştık. Melekler insana secde etmekle mükellef iradesiz yaratıklardı. Peki, nasıl oluyor da bunlar iradesiz olmalarına rağmen bunlardan 4 tanesini Allah daha özel melek olarak ilan ediyor? Haşa Allah adaletsiz biri mi ki bunlardan bazılarını seçsin? Bunu sorduğumuzda fazla sorgulama, kafayı yersin diyorlar, sen sadece itaat et. 1400 yıldır bu kadar âlim yalan mı söylemiş?
Dini kitaplarda yazan 4 büyük melek ve görevleri kısaca şöyle anlatılır?
1) Cebrail: Vahiy meleği. Peygamberlere vahiy getirmekle mükellef bir melektir. Hatta işi daha da uzatmışlar, peygamberin her anına müdahale etmekle mükellef hale getirmişlerdir. Hatta namazı peygambere Cebrail’in öğrettiği bile anlatılır.
Kısmet olursa namaz konusunu işlediğimiz zaman Kur’an’da nasıl anlatılmıştır, ele alırız.
Peki, Cebrail şimdi ne yapıyor diye sorduğunuzda; çünkü bundan sonra peygamber gelmeyecek. O zaman da kem küm, biz bilmeyiz Allah bilir derler.
2) Azrail: Ölüm Meleği. Kur’an’ın birçok ayetinde ölüm melekleri şeklinde çoğul geçer, sadece bir ayetinde tekil geçer. Yani melekler gerek mikrop gibi birçok da olabilir, gerek trafik kazasında arabanın çarpması gibi tekil de olabilir. Fakat bizim ulemamız çoğul geçtiğinde Azrail’in yardımcıları şeklinde ele almışlardır.
Peki, bu Azrail ismi nerden gelmektedir. Tamamen Hristiyan kültürü. Hatta onlarda Azrail gibi toplam 6 tane ölüm meleği vardır; fakat nedendir bilinmez, biz Azrail kelimesini almışız.
3) Mikail: Çevre hareketlerini düzenleyen melek. Herhalde Mikail’e bir şey bulamamışlar, ona da ne olsun, ee çevrede ne oluyorsa onu verelim demişler. Dolayısıyla Rüzgârın esmesinden, Güneşin doğup batmasından… vs. birçok olaydan sorumlu melek yapmışlardır.
4) İsrafil: Kıyamet koptuğunda sûra üfüren melek olarak adlandırılır.
Kur’an’da sûra üflenme hadisesi birçok ayette geçer; fakat nedense hiçbirinde İsrafil’den bahsetmez.
Sûra üflenme hadisesi; Araplarda çok önemli bir olay olduğu zaman yapılagelen bir vakıadır. Özellikle de bir kervan geldiği zaman mutlaka sûra üfürülürdü.
Cuma suresinde kınanan, Peygamberimizi hutbede yalnız ve ayakta bırakan birtakım gurup bunlardı. Tam o sırada sûr denen boruya üfleniyor ve hutbeden sonra peygamberimizi öylesine ayakta bırakıyorlar.
İşte bundan dolayıdır ki Kur’an’da Son Saat (kıyamet) denen olay çok önemli olduğundan sûr kelimesiyle anlatılmaktadır. Bundan daha önemli olay var mı ki?
SONUÇ: Kur’an’da sadece Cibril ve Mikail isimleri geçer. Cibril Kur’an’da 3 yerde, Mikail ise tek bir yerde geçer.
Cibril; Allah’ın konuşma olgusunun adıdır.
Şimdi biz nasıl konuşuyorsak buna Facebook, Whatshap… gibi isimler veriyorsak, Allah da Vahiy gelme olgusuna Cibril ismini vermiştir.
Mikail ise Bakara 98 de geçer. Çünkü müşrikler Allah´a, meleklerine, elçilerine, Cibril´e (vahye) ve Mikail´e (Allah’ın bütün var olan varlıklara sevk etme yönlendirme) düşmandır.
İsra 111: De ki: “Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah´adır.” Ve O´nu tekbir edebildikçe tekbir et.
======
17) CİBRİL ve MİKAİL NE DEMEK? KUR’AN’IN KUR’AN’LA AÇIKLAMASI
Geçen yazımızda meleklerin büyüğü küçüğü olmaz demiştik. O halde toplumda anlatılan 4 Büyük Melek adlı anlatım; Allah’ın adaletine iftira niteliğinin taşıdığını ve bunları İsrailiyat yoluyla İslam’a girdiğini anlatmıştık.
Kur’an’da hiçbir kelime yoktur ki anlamsız olsun. Her kelime kendi bütünlüğü içerisinde yeni anlamlara sahiptir. O nedenle ben Kur’an’ı anlamak için sözlüklerden ziyade Kur’an o kelimeyi nerde kullanmış ona bakıyorum. Burada sözlüklere hiç bakılmasın diye bir anlayış anlaşılmasın.
HUD 1-2:
Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap´tır (ki:)
Şöyle ki, Allah´tan başkasına kul olmayın! Ben size O´nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim!
Demek ki Rabbimiz; kendisinden değil de başkasından bu Kur’an’ı anladığımız zaman, ona kul olduğumuzu söylüyor. Yani “Aman, boş ver, çok mu önemli sanki” gibi kelimelerle geçiştirmeyin lütfen!
Cibril kelimesi Kur’an’da 3 ayette geçer. Bakara 97-98 ve Tahrim 4. Cibril kelimesini Bakara 97.ayet açıklıyor:
BAKARA 97: De ki: “Cibril´e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah´ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
Bu ayette Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve Müminler hidayet ve müjde verici ifadesi geçer. Kur’an’da kendisinden önceki doğrulayıcı olarak Allah’ın vahyi anlatılır.
AL-İ İMRAN 3: O, sana Kitab’ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat´ı ve İncil´i de indirmişti.
Ve Kur’an’da Vahyi bizzat Allah’ın peygamberlere direkt indirdiği birçok ayette geçiyor.
ŞUARA 192: Gerçekten o (Kur´an), âlemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir.
YASİN 5: (Kur´an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah´)ın indirmesidir.
NEML 6: Hiç şüphesiz, bu Kur´an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah´ın) Katından ilka edilmektedir.
Demek ki Allah direkt olarak peygamberlerine kendisi indiriyormuş. O nedenle Cibril kelimesi Kur’an’da “Allah’ın konuşma olgusunun” ismidir, yani Vahiydir.
Mikail: Geçen günkü paylaşımımdan beri Mikail ile kalbim hiç mutmain değildi. Mikail ile ilgili her kafadan bir ses geliyordu. Çünkü Kur’an’da tek bir ayette geçiyor ve ne olduğuyla da ilgili pek bir şeye değinilmiyordu. O zaman nasıl bulacaktık Mikail’i? Allah açıklamadan geçiştirmiş olamaz. Çünkü bu Kitap eksiksiz bir kitaptır.
Sonra Bakara 98. ayetteki kelimeleri tek tek yerleştirdiğimde gördüm ki; iman esasların hepsi var ama bir şey eksik. O nedenle Kur’an’da gecen İman esaslarıyla ilgili ayetlere baktım. İman esasları Kur’an’da iki ayette geçiyor. Bakara 177 ve Nisa 136.
Kur’an’da geçen iman esasları şunlardır: Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Resullere (Nebilere) ve Ahiret Gününe iman.
Bakara 98 deki kelimeleri yerli yerine koyduğumda bir şey eksikti.
Bakara 98: Her kim Allah´a, meleklerine, elçilerine, Cibril´e (Vahiy) ve Mikail´e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”
Evet, İmanın şartlarından “Ahiret Günü” eksikti. Allah hiçbir kelimeyi açıklamadan geçmez. Ayetler birbirini açıklar.
Zümer 45: Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O´ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.
En doğrusunu Allah bilir.
======
18) RUHUNDAN ÜFLEME ve İNSAN NEDİR?
Hicr 29: “Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum’dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın.”
Sad 72: “Onu bir biçime sokup, ona Ruhum’dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın.”
************
Kur’an’da iki ayette benzer ifade geçiyor. İblis dışında tüm Meleklerin Âdem’e secde edişini anlatmıştık. Buradaki secde alnı yere değdirmek değil, insana itaat etme, emrine amade kılınması anlamında olduğunu söylemiştik. Yalnız; önemli bir nokta var: Melekler Âdem’e normalde secde etmiyorlar. Ne zaman ki Allah ruhundan üflüyor, o zaman tüm melekler secde ediyor.
Vahdet-i vücutçular bu ayete bakaraktan, tüm yaratıkların Allah’ın bir parçası olduğunu iddia etmişlerdir. Hallac-ı Mansur’un “Ene’l- Hak” yani “Ben Allah’ım” demesi buna bağlanır. Görüyorsunuz değil mi? Bir ayeti nefsinize kurban ederseniz insanı şirke kadar götürüyormuş.
İsra 82: Kur’an’dan müminler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.
Peki, “ruhundan üfleme” ne demek? Neden Melekler daha önce Âdem’e secde etmiyorlardı. Bunu bilmek için insanı çok iyi bilmek gerekiyor. İnsan nedir? İnsanı diğer canlılardan ayıran özellikler nelerdir?
İnsan öyle bir varlıktır ki, insandaki bu özellikler, diğer varlıklarda yoktur. Nedir bunlar?
1) Fısk ve Fücur: Kur’an’da bir adı İblis, bir adı nefis olan insanı inkâra, isyana, haram yiyiciliğe teklif sunmakla görevli melek.
2) Takva: İnsanın özyapısından gelen seslerden yaradılıştaki “Rabbim Allah’tır.” sözüne sadık kalması yönünde her iblisten gelen sese karşı uyaran melek.
3) Akıl: Takvadan ve fısktan gelen seslerin insan tarafından değerlendirilerek karar verildikten sonra insanın hizmetinde olan melek.
İnsanı diğer canlılardan ayıran 3 özellik bunlardır. Bu melekler her Âdem’e (herhangi akli melekelerinde sorun yoksa) reşit olduktan sonra verilir. Böylece iblis hariç tüm melekler kendisine secde eder. İşte Rabbimizin “Ruhumdan üfürdüm” diye sembolik bir dille anlattığı, bu 3 melekeden ibarettir.
İnsanın diğer parçaları şunlardır:
4) Beden: İnsanın bedeni topraktan, çamurdan yaratılan et halinde bulunan bütün organlarıdır.
5) Can: İnsanın ve bütün canlıların diri kalmasını sağlayan onları ayakta tutan enerjinin adıdır. Allah onu dumansız ateşten yarattık der. (Rahman 15, Hicr 27)
6) Ruh: Gerek canlı, gerekse cansız varlıklarda hareket yönünü belirleyen, ona yön veren ve onun yaratılış gayesine uygun olarak üretim yapmasına sebep olan olgunun adıdır.
======
19) ÂDEM’İN YAŞAMIŞ OLDUĞU CENNET NERESİ
BAKARA 35: Ve dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Öncelikle şunu iyi bilmemiz gerekiyor ki; Kur’an’da her kelime iki anlamda kullanılmıştır.
Zümer 23: Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi…
Allah bu ayetlerde Âdem’e sen ve eşin Cennet’te yerleş diyor. Peki, buradaki gerçekten bizim öldükten sonraki gideceğimiz, bize mükâfat olarak verilen Cennet mi? Yoksa Rabbimizin mecazlı bir anlatışla anlatarak günah işlemenin olmadığı çocukluk çağı anlamındaki Cennet mi? Şimdi bunu incelemeye çalışalım:
Cennet kelimesi de Kur’an’da iki anlamda kullanılmıştır. Kur’an’da tam olarak 128 yerde geçmektedir. Ayetlerle birkaç örnek verelim:
1) Ahiret Anlamında Olan Cennet:
Al-i İmran 198: Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah´ın Katında olanlar daha hayırlıdır.
Buradaki insanların Dünya hayatındaki çalışmalarına karşılık verilecek Cennet’tir. Burada çalışma yoktur, insanlar sınavlarını başarılı şekilde vermişlerdir.
2) Çocukluk Çağı Anlamındaki Cennet:
Araf 19: Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
Burada Âdem çocukluktan gençliğe yani reşit hale gelişi, sembolik bir dille anlatılmaktadır. Önce “Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş” deniliyor. Orada her istediğini yapabilmektedirler. Fakat daha sonra bunlar erginlik çağına erişiyorlar ve sembolik bir dille Cennetten çıkıyorlar. Allah diyor ki “ikiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
Peki, bize vadedilmiş Cennet olsaydı, neden şu ağaca yaklaşmayın deniliyor ki? Ve Allah onları neden sınava tabi tutuyor. Cennet zaten sınavdan başarılı olanlara verilen bir mükâfattır. Âdem’in bulunmuş olduğu yerin ahiret anlamındaki Cennet olmadığını en iyi Taha Suresindeki şu ayetler açıklıyor.
Taha 118: Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır.”
Taha 119: Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.”
Taha 120: Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”
Demek ki Âdem’in bulunmuş olduğu cennette acıkmak varmış, çıplak kalmamak varmış, susamak varmış, Güneş altında yanmak varmış ve orası sonsuz bir yer de değilmiş. Öyle olsaydı Şeytan; “Sana sonsuzluk ağacını bildireyim mi?” der miydi?
Sonuç olarak bu ayetleri derin derin düşündüğümüzde görüyoruz ki; Âdem tüm insanlığı canlandıran birisidir. Yani biziz aslında. Bu ayetlerde de onun çocukluk döneminden erginlik dönemine geçişi sembolik bir dille anlatılmaktadır.
======
20) ÂDEM’İN YEDİĞİ AĞAÇ NEYDİ?
Bakara 35: Ve dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
**************
Geçen paylaşımımızda Âdem’in Cennetini çocukluktan erginliğe geçişi ifade ettiğine değinmiştik. İşte Âdem erginliğe geçtiğinde Allah Cennetten her şey yiyebilirsiniz; lakin şu ağaca yaklaşmayın diyordu.
Asırlardır âlimlerimiz bu ağacının elma ağacı mı yoksa buğday ağacı mı olduğu konusunda anlaşamamışlardır. Biliyorsunuz Tevrat’ta da aynı hikâye geçiyor ve orda elma ağacı olarak tasvir edildiği için bizim âlimler de genelde onlara uymuşlardır.
Kur’an’da her kelimenin iki anlamda kullanıldığını söylemiştik. O halde ağaç kelimesi Kur’an’da hangi anlamlara gelir? Bu sorunun cevabını Tevrat’tan veya İncil’den değil de Kur’an’dan bulalım.
Ağaç kelimesi;
1) Allah’ın insanın hizmetine vermiş olduğu, meyvesinden ve daha sayılamayacak kadar çok faydalı bitki anlamında kullanılır.
Hac 18: Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah´a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
2) İnsana Dünya hayatında yapılmasını veya yapılmamasını, yenilmesini veya yenilmemesini ilkelerle kurallarla belirlenen simgelenen ağaçtır.
Araf 22: Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”
İbrahim 24: Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.
25: Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler.
26: Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır.
Âdem ve eşi ağacı tattıklarında ayıp yerleri kendilerine beliriyor. Peki, soruyorum bugün kim buğday veya elma ağacı yediğinde bu durumla karşılaşıyorlar. İnsana iki yönden sürekli ses gelir. Birisi iblisten diğeri ise takvadan. İnsan ise nötr bir varlıktır istediği yoldan gitmekte özgürdür.
Kasas 30: Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Âlemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslenildi.
İşte buradaki ses takva kimliğinin olgunlaşarak insanı İblisin vesveselerinden arındırarak olgunluğun doruk noktasına ulaştığı sestir.
Demek ki Rabbimizden yapılmasını ve yapılmamasını emreden iki ağaç vardır. Birisi İblisin insan üzerinde yasak ağacı meşrulaştırarak süsleyip çekici kılarak sistemleştirdiği ilkeleştiği batıl yolların hepsinin adıdır. Yani Haram olan, insana yasaklanan ne varsa hepsi yasak ağaçtır.
Diğer ağaç da Musa’ya ve bütün Nebiler aracılığıyla insanların doğru yolda gidebilecek hem vahyi bilgiler hem de bunların pratik hayatta helal olanların hepsidir.
======
21) ŞEYTAN KİMDİR?
21.sini yazdığım şu makalede Şeytan kavramını ilk kez işliyorum. Şeytan kelimesi Kur’an’da 84 yerde geçer. Şeytan; Arapça “şetane” kökünden rahmetten uzaklaştı, Hak’dan uzak oldu; “Şata” kökünden ise, öfkeden tutuştu anlamına gelir.
Maalesef bizim mütercimler İblis ile şeytanı aynı sandıkları için yer yer İblis geçen ayetleri şeytan diye çevirmişlerdir. Oysaki Kur’an’da hiçbir kelime birbirinin aynısı yerine kullanılmaz. Kur’an’ın bir mucizesi de budur zaten.
Kur’an’da İblisin ateşten yaratıldığını söyleyen ayet var; fakat şeytanın ateşten yaratıldığını söyleyen bir ayet bile yok. Esasen şeytan diye bir varlık yok; çünkü şeytan bir isim değil, sıfattır; oysaki İblis kelimesi isimdir.
Şeytan kelimesi insan ve cin olarak da kullanılır. İblis Kehf suresinde cinlerdendi yani Rabbine karşı yabancılaşmıştı ifadesi kullanılıyordu. Âdem İblis kıssasında İblis ne zaman şeytanlaşıyordu? Allah’ın emrini çiğneyerek onun dosdoğru yoluna oturup insanları ayartacağım demesiyle. Artık bundan sonra geri dönüşü mümkün olmayan yola giriyor.
En’am 112: Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak.
Cin şeytanı olarak İblisi görüyoruz. Bir de insan şeytanları var:
Bakara 14: İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz.”
Enbiya 82: Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik.
Ve tabi Sad Suresinde Süleyman’ın emrine verilen bina ustası ve dalgıçlık yapan şeytanlar da vardı. (Sad 37)
İşte bu ayetlerde de şeytan kelimesi insanların yoldan çıkmış ve hayatın kötülüğe adamış kişiler olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak Şeytan: İblisin, insanı doğru yoldan saptırmak için teklif sunduğu vesveselerin ilke haline gelmesi ve bu ilkelerin insanlar tarafından yaşam ve din haline gelmesi ile geriye dönüşü mümkün olmayan batıl yolda yürüyen insanların genel adına denir.
Yani çevremizde o kadar çok şeytan var ki Allah onlara karşı bize dayanma gücü versin; çünkü onların hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. (Nahl 99, İbrahim 22).
======
22) ÂDEM’İN ALDIĞI KELİMELER NE?
Bakara 37: Derken Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Bakara 38: Dedik ki: “Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
Bakara 39: “İnkâr edip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır.”
**********************
Âdem kıssasının sonuncusu olan bu yazıya kadar olan yazılarımızda bir beşer olan Âdem’in yeryüzünde ilk beşer olmadığını, Âdem’in Hz. Âdem değil bir beşer türünü canlandırdığını, Allah’ın beşere ruhundan üflemesiyle insan olma sürecini ve yeryüzüne halife seçilmesini işledik. Ardından tüm meleklerin ona secde etmesini, yalnız İblisin ona secde etmemesinin ne anlama geldiğini işledik. Melek ve Cin kavramının Arapların inandığı bir varlık olduğuna değindik.
Bu arada Âdem’in Cennet’inin ne anlama geldiği, yasak ağacın neyi ifade ettiğini, İblisin Şeytanlaşmasını ve Âdem’in Cennetten kovulmasının anlamlarını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
*******************
Bu son kıssada da Âdem’in kelimeler almasının ne olduğunu işlemeye çalışacağız.
Öncelikle Kur’an’ı anlamak için yine Kur’an’dan yardım almamız gerekiyor. O halde Kur’an’da “Kelime” ne demekmiş onu görmeye çalışalım: Bildiğiniz gibi her Kur’an’da her kavram iki anlama geliyor. (Zümer 23). Fakat bu iki anlam da birbiriyle bağlantılıdır.
*****
Anlam olarak;
LOKMAN 27: Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah´ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayette Allah’ın kelimelerinin tükenmeyeceğinden bahsediliyor. Şüphesiz burada vurgu hiç şüphesiz Allah’ın vahyine gidiyor. Dolayısıyla Vahyin zenginliğinden bahsediyor.
*****
AL-İ İMRAN 45: Hani melekler, dediler ki: “Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih´tir. O, dünyada ve ahirette ´seçkin, onurlu, saygındır´ ve (Allah´a) yakın kılınanlardandır.”
Bu ayette Hz. İsa için Allah’ın kelimesi olarak söz ediliyor. Esasında tüm Nebi ve Resuller Allah’ın kelimesidir. Çünkü onlar Allah’ın göndermiş olduğu vahye ters bir yaşam sürmezler.
*****
Anlam olarak da;
NİSA 46: Kimi Yahudiler, kelimeleri ´konuldukları yerlerden´ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: “Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ´Raina´ bizi güt, bize bak” derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ´Bizi gözet´ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.
Bu ayetlerde Yahudilerin kelimeleri yerlerinden saptırdıkları ve dillerini bükerek anlam ile oynadıklarını görüyoruz. Artık “Kelime” ne anlama geliyor biraz anlaşıldı gibi. Birkaç ayet daha bakalım.
*****
BAKARA 118: Bilgisizler, dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı (yukelemuna) veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?”…
Bu ayette de konuşma anlamında kullanılmıştır. Konuşmak için anlamlı cümleler çıkarırız. Yoksa her ağızdan çıkan söz konuşma olmaz, sadece bağırma olur.
Bu ayetler neticesinde “Kelime”nin anlamlı sözcüklerden oluşan bir kavram olduğunu anlıyoruz.
Hatta Rabbimizin Kur’an’ı korumakla ilgili şu ayetinden de yola çıkarsak;
EN’AM 115: Rabbinin sözü (kelime), doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O´nun sözlerini (kelime) değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.
O halde Rabbimiz Mushaf’ı değil Kelimeleri koruduğunu kelimelerin de anlam olduğunu öğrendiğimizden dolayı Rabbimizin Kur’an’da her bir harfi değil (harflerden bazısı sin yerine sad ile yazılmış ya da bitişik yazılması gereken sözcükler ayrı yazılmış olabilir.) anlamı koruduğunu anlıyoruz.
*******************
Kelime kavramının anlam olduğunu Kur’an’dan öğrendikten sonra ayeti anlayabiliriz.
Âdem’in kelimeler alması artık anlamlı cümleler kurmaya başlaması, yani erginlik çağına gelen kişinin artık yeryüzünde sevap ve günah işlemeye meyilli olması anlamı gelmektedir. Yani bir yanda takva, bir yanda da iblis meleği ona fısıldamaktadır ve Rabbine tövbe etme olgunluğuna ulaşmıştır. Rabbimiz de bizden sürekli bunu istemektedir. Yeter ki samimi bir tövbe ile yani nasuh bir tövbe ile yakaralım Allah’a. “Şüphesiz, O tövbeleri çok kabul edendir.” 
38 ve 39. ayetlerde de tümünüz inin ayetiyle artık gerçek hayat başlıyor. Artık sen cennet gibi olan çocukluktan çıktın; zira çocuklukta sevap ve günah kavramı yoktur. Fakat artık sen erişkin bir bireysin. Artık, istersen Allah’ın hidayetine uyarsın, istersen de inkâr edersin ya da yüz çevirirsin. Ama bunun sonucunda ebedi Cehennemin olduğunu unutmamamız gerektiği hatırlatılarak tüm insanoğlu ikaz edilmektedir.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir. Sevgi ve saygılarımla…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...