Devleti yıkan büyük bozgun
Padişah Sultan Vahidüddin’in:
“Paşam, size Suriye ordusunun kumandanlığını verdim. Bu cephenin hayati bir ehemmiyeti vardır. Arzu ediyorum ki, hemen oraya gidiniz ve Suriye’nin düşman eline geçmesine meydan ver-meyiniz. Size tevdi eylediğim bu vazifeyi büyük bir maharetle ifa edeceğinizden eminim” diyerek 7’nci Ordu Kumandanı yaptığı Mustafa Kemal Paşa, cepheye gelişinden birkaç gün sonra başlayan şiddetli muharebelere girdi. Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Ordu’ya ikinci kere tayiniydi bu. Daha önce kendisi istifa ederek ayrılmisti. Bu muharebeler çok önemliydi. Çünkü Rusya’da çıkan Bolşevik ihtilali dolayısıyla Rus ordusu Kafkasya’da esaslı bir zülmeye uğramıştı. Şark cephesinde kazanılan başarıyla ordumuz Kafkasya’ya girmişti. Nihayet 18 Aralık 1917’de Erzincan’da Ruslarla mütareke imzalanmıştı.
‘Türkiye’ye asıl darbe güneyden indirilecekti. İngilizler Kudüs’ü zapt ederek (9 Aralık 1917) Suriye’ye dayanmışlardı, irak’ın büyük kısmı çoktan kaybedilmişti. General Allenby, kesin sonuçlu taarruz için 1918 Eylül’üne kadar hazırlanacaktı.
“Türkiye, bu harbi yalnız düşman kuvvetlerinin üstünlüğü ve harp gücünün yetersizliği yüzünden kaybetmiyordu. Kaybın ve fazla yıpranmanın asıl sebebi, harbin son derece fena idare edil-mesi ve üst üste büyük stratejik hatalar yapılması idi.”
İngiliz saldırısıyla başlayan muharebeyi Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:
“Bu gece şiddetli bir muharebe ile geçti ve ordumun sol cenahı bozuldu, esir düştü. Buradan düşman süvarisi geçti, Liman von Sanders’in karargâhına kadar vasıl oldu. Ordumla sahralar ve ne-hirler geçerek Şam’a ricate mecbur oldum. Burada çekilen meşak-katin izahı uzun olur...”
“Lozan: Zafer mi, Hezimet mi?” adlı eserde, bu izah edilmeyen hadise şöyle açıklanıyor:
“Filistin cephesinde üç ordumuz vardı. 4’üncü, 7’nci ve 8’inci Ordulardan mürekkep olup ‘Yıldırım Ordular’ adını alan bu kuv-vetlerin cephe kumandanı, Liman von Sanders idi. 4’üncü Ordu Kumandanı Arapgirli Cevad Paşa, 7’nci Ordu Kumandanı ise M. Kemal Paşa idi. Cephe umumi karargâhı Nasıra’da bulunuyordu. 4’üncü Ordu’nun merkezi Salt, 7’nci Ordu’nun Nablus, 8’inci Or-dunun ise Hıl-u Kerem kasabalarıydı.
31 Ağustos 1918’de bu cep-hede o kadar anî bir çöküş meydana geldi ve bu hâl o derece sü-ratli bir hezimete yol açtı ki, kilometrelerce geride bulunan ordu kumandanları bile canlarını güçlükle kurtarabildiler... Gerçekten devletimizi Mondros Mütarekenamesi’ni imzalamaya mecbur rakan bu hezimet esnasında 8’inci Ordu Kumandanı Cevdet karargâhından kalpağını bile alamadan atmış ve burada 3’üncü Kolordu Kumandanı İsmet Paşa’yı (İnönü) tellal bağırtarak aramaya mecbur kalmıştı. Bu hezimet, Birinci Ordu’nun sağ ve solundaki 4’üncü ve 8’inci Ordulara haber vermeden anî bir şekilde ricat etmesiyle ortaya çıkmıştı...
“Bu suretle merkezî durumdaki 7’nci Ordu’nun anî ve habersiz ricatiyle cephede açılan boşluktan saldıran İngilizler, sağ ve soldaki 8’inci ve 4’üncü Orduları arkadan kuşatarak 75 bin esir ve 375 adet top ele geçirmişlerdir.
“Bizzat M. Kemal Paşa bile ‘az daha esir olacaktı.’ Emir zabiti Yüzbaşı Bedri Bey, Şeria Nehri’nde tesadüfi bir geçit buldu. Büyük şef, hayatını bu suretle kurtarabildi. Altı yüz kilometrelik ricat hattı üzerinde düşman eline 75 bin esir ve 375 top geçmişti.
“Diğer kumandanlar gibi M. Kemal Paşa da, sekiz kişilik maiyetiyle resmî elbiselerini bile giymeden kendini Şam’a atmış, fakat burada da duramamıştır. Bakiye kuvvetlerin kumandasmı Cemal Paşa’ya terk ederek Rabak’a gelen M. Kemal Paşa, bu vakıayı gazetecilere şöyle anlatmıştır:
“O gece şunu anladım ki: Bütün kıtaat ve cephelerde kumandanlık kalmamıştı... Binaenaleyh mecnunane denecek bir emir verdim: Şam’da bıraktığımız kuvvetler İsmet Bey’in, Rabak civarındaki kuvvetler ise Ali Fuat Paşa’nın emrinde ve bu kuvvederin hepsi şimale doğru hareket etsinler!..
“Gazetecilere bir askerî emir gibi not ettirilmiş bulunan bu sözlerin manası açıktır: İstikamet kuzey, herkes başının çaresine baksın! Filhakika bu emrin hakiki mahiyetinin tefsir ettiğimiz gibi olduğunu M. Kemal Paşa da teyit ederek:
“-Bu hareket amelî idi. 7’nci Ordu’nun isminden ve bazı döküntülerinden başka bir şey kalmamıştı. Bu döküntüleri Suriye’nin kuzeyinde Halep’te toplamak ve orada yeni bir karar vermek gerekiyordu, demektedir.
“Gerçekten 600 kilometrelik mesafeyi, yani ancak 20-25 günde katedilecek bir yolu sürade aşıp Halep’e gelen M. Kemal Paşa, burada kendi ifadesine göre ‘ahalinin hücumuna uğramış ve so-kak muharebeleri yapmış!...' Kendisine ateş açıldığı bir arada yanında bulunan şoförüne işaretle yavaşlayan otomobiline atlamış, atlarken de Halep kumandanma emir vermiş:
“-Halep ve civarındaki kuvvetleri şimale çekip, orada harp edeceğiz!...
“Bu emir üzerine, Yıldırım Ordular Karargâhı Halep’ten Fatıma’ya naklolundu ve Yıldırım Ordular Kumandanlığına ‘Umum Cenup Orduları Kumandanı’ sıfatıyla M. Kemal Paşa cephe kumandanı tayin edildi. Fakat bu unvan da onun Halep civarında yeni bir müdafaa hattı teşkil ederek düşmanı durdurmamaya çalışmasını temin edemedi. Karargâhını 200 kilometre daha geride olan Adana’ya çekti.”
Bu son derece süratli bozgun, Mondros Mütarekesi imzalanarak durdurulmasaydı, herhâlde düşman orduları bütün Anadolu’yu çiğneyerek İstanbul’a dayanacaktı... Alman yazar Bishcaff, “Ankara” adlı eserinde bu durumu şöyle açıklar:
“(,..)30 Ekim 1918’de imparatorluğun yıkılması manasına gelen Mondros Mütarekesi imzalanmasa idi, Halep’in üzerine sirayet etmiş olan bozgun İstanbul’un kapılarına kadar devam edecekti...”
Bütün Suriye’nin kaybı, bir aydan az zamana sığdırılmıştı. “Facianın son perdesi Suriye’de oynanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi, buradaki muharebelerle ve bozgunla resmî ifadesini bulacaktı.” (age., s. 21.)
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nm Viyana bozgunundan daha feci bir mağlubiyet ve hezimetti bu... Çünkü Kara Mustafa Paşa’nın hezimeti, yeni bir fetih yolunda ve sınırlarımızın gerisinde cereyan etmişti; sonunda da istiklalimizi tehlikeye atmamıştı. Bu bozgun öyle değildi: Nasıl başlayıp geliştiğini bir de hezimeti bizzat yaşayan bir asker olarak rahmetli Cevad Rifat Atilhan’dan dinleyelim:
19 Eylül 1918 sabahı, büyük ve kahraman bir ordunun birden-bire çöküş tarihidir. Öyle bir çöküş ki, tarihimizde benzeri yoktur... Dört uzun yıl her türlü zorluğa göğüs geren ve “Of!” demeden bütün meşakkatlere vatan ve Allah aşkı için mukavemet eden bir ordu, muhtelif hıyanetlerin neticesi olarak seller gibi gerilere doğru akmaya başladı... Tel Nermin ve Salt üzerinden Amman istikametine doğru bu sel akıp gidiyor ve önüne geçilemıyordu.
Yorgun asker, morali bozulmuş birlikler bir müddet için “Süveylah” isimli bir Çeçen köyünde durdu. Memen o aralık, ordunun otomobil bölüğü kumandanı Konyalı Hattatzade Mustafa Bey, askere bir hitabede bulundu:
“Arkadaşlar, bu gidiş nereye? Böyle darmadağın çekiliş bizim topyekûn mahvolmamıza sebep olur! Allah kıyamet gününde bizden bunun hesabını sorar. Allah ve Resulü’ne inananlar, Allah yolunda senelerce mücadele edenler, kendilerine cennet-i ilada hazırlanmış olan mevkileri feda etmemelidirler...”
Bu sesleniş tesirini gösterdi. Amman’a vardığımız zaman ar» dunun başmüfettişi Yafalı Abdülkadir Muzaffer Hazretleri, kıtalara gayet müessir, gayet dokunaklı hitabelerde bulundu ve bir miktar daha saflar düzelmiş olarak ricat devam etti.
“Demek oluyor ki, en ümitsiz ve müşkül durumlarda sarılacağımız ve güveneceğimiz tek kuvvet, Azimüşşan olan Cenab-ı Hak ve O’nun lütf-u keremi ve yardımından başka bir şey değildir...
“Bu akışı kim, nerede ve nasıl durduracaktı? Öyle ki, düşman lüvarileri peşimizi bırakmadığı hâlde, bize yetişemiyor. Zaman aman şurada burada duraklamalar ve düzelmeler oldu ise, o da tabur imamları ile alay müftüleri ve din adamlarının müessir telkinleriyle olmuştur.
“Feci bir mağlubiyetti bu... Dünya siyonizmi, farmasonluğu» yerli hainler ve İttihat ve Terakki’nin kötü idaresi, milleti felakete sürükledi...”
Son Bozgun,Vehbi Vakkasoğlu,syf;44-48 [5]