Vücudun Korunma Mekanizmaları ve Hastalık
Bedeni, insanın gerçek varlığı olan ruhun elbisesi olarak nitelendirmek mümkündür. Bu elbisenin eskimesine: “Hastalık”, eskiyen yerlerine konan yamalara: “İlaç”, yamama işini yapan terziye de: “Doktor” demek yanlış olmayacaktır.
Beden elbisesi iyice eskiyince, terzi ne kadar usta, yama ne kadar bol olursa olsun, yama tutmaz ve kullanılamaz olur ki, buna da: “Ölüm” diyoruz. Ama, şunu hiç bir zaman unutmamak lazımdır ki, insana: “Geri dön” emri gelmeden ölüm denen olay gerçekleşemez.
Bu anlattıklarımızı Mevlâna, Mesnevi'de bir kocakarı hikâyesiyle anlatmıştır. Hikâyeye göre: Eski bir evde oturan yaşlı kocakarının evi bir yağmurda akmaya başlar. Kadın bir tamirci bulup, çatıyı aktartır. Bir süre sonra duvarından bir çatırtı duyulur. Yine bir tamirci bulunup, oraya bir destek konur. Sonra yine bir başka yerden bir başka çatırtı duyulur. Yine tamirci çağırılır. Bu durum bir kaç kez daha tekrarlandıktan sonra, bir gün şiddetli ve ters taraftan esen bir rüzgâr evi yerlebir ediverir.
İşte, insan bedeni de bu kocakarının evi gibidir. Hastalık, ilaç, ameliyat derken, bir ecel rüzgârı onu toptan götürüverir.
Allah, insanı hasta yaratmamış, hastalık istidadı ile yaratmıştır. İnsanı hasta eden ef'alidir. Kendini korumayan hastalanır.
Çiftçiler, berekettir diye kar yağışını severler. Çünkü kar, toprağın ve tohumun üstünü örterek, onları yavaş yavaş suya doyurur. Karın, mikrop kırıcı bir etkisi de olduğu için, çok kar yağan memleketlerde ve karın çok olduğu mevsimlerde nezle, grip gibi hasalıklara pek sık rastlanmaz.
Hastalık insan için dertir diye algılanır. Ama, Allah bu derdi kullarına kendini hatırlatmak için merhametinden verir. Çünkü, insan, sağlığı ve refahı yerinde olduğu sürece Allah'ı pek anmaz. Allah, ufak bir dert verip, insana kendini hatırlattıktan sonra, o derdin devasını da verir.
İnsan vücudu saate benzer. Sıcak, soğuk ve ani hava basıncı değişikliklerinden etkilenir. İnsanların da, saatler gibi bu etkenlerle ayarı bozulur. Bozulan, yani hastalanan bir vücudun düzelmesi için akla ve ilme ihtiyaç vardır.
Her şey Allah'tandır. Biz, burada kulluk vasfında ve ikilik âlemindeyiz. Her türlü belâ insan içindir. Çünkü, Kur'an'da: “Biz emaneti semalara, arza ve dağlara teklif ettik, onlar yüklenmekten ürküp, telaşlandılar, ve insan yüklendi” <33-72> denmekle, insanın her türlü sıkıntıya direnip, dayanacağı anlatılmaktadır. Bunun anlamı şudur:
Çevremizde milyonlarca, gözle görülmeyen, mikrop adı verilen canlı bulunmaktadır ve biz her an bunlarla temas halindeyiz. Bunların bir miktarını da devamlı olarak vücudumuza almaktayız. Ama, Allah öyle bir sistem kurmuş ki, vücudumuz, o aldığımız mikroplarla bir taraftan mücadele ederken, diğer taraftan da kendini onlara bağışık duruma getiren antikorlar üretmektedir. Buna biz: “Aşılanma” diyoruz ve çoğumuz, ağız, burun veya ciltten vücudumuza giren pek çok mikroba karşı bağışıklık kazanmış durumdayız.
Bağışıklık; vücudumuza dışardan gelen mikrop adlı misafirlerin tanımasını ve onların faydalı mı, zararlı mı olduğunun anlaşılmasını sağlar. Evvelce karşılaşılmayan değişik bir mikrop alındığında, vücut onun dost mu, düşman mı olduğunu anlamakta tereddüt eder. Bu kararsızlık ve tanıyamama, yani bağışıklık olmaması, mikropla mücadeleyi bir süre durdurur ki, bu da hastalığa yol açar.
Vücuda giren mikropların faydalı, yani dost olanları da vardır. Bunlara örnek olarak; sütü yoğurt haline getiren mayadaki mikropları gösterebiliriz.
İnsan vücudu zararlı mikropları hemen muhasara altına alır. Mesela: Kolumuzda bir çıban çıksa, koltuğumuzun altında bir beze meydana gelir. Bu beze dediğimiz şey, vücudun kendini korumak için oluşturduğu bir kaledir. O beze veya bezeler mikropları tutup, onların kana karışmasını ve tüm vücudu işgal etmesini engellemeye çalışır. Ama, engelleyemediği zaman doktora müracaat etmek lazımdır.
Hastalık insan için bir arazdır. Gölge gibidir, geçicidir. Bazı hastalıklar çabuk geçer, bazıları uzun süre devam eder. Hatt insanı öldürebilenleri bile vardır. Ama, insanla birlikte gitmeyeceği için, kişi ölse bile hastalık burada kalmaya mahkûmdur.
İnsanın bedeni de bir arazdır. Çünkü, esas olan o beden değil, bedenin içindekidir. İnsanın özünde hastalık olmaz, çünkü, öz cevherdir. Hastalık özde değil, araz durumunda olan bedende veya düşüncede olur. Onun için insanın tüm hastalıkları maddi değildir. Bu maddi hastalıkların yanında bir de manevi olanları vardır. Bunlara örnek olarak halk arasında delilik diye nitelendirilen rahatsızlıkları ve hallusinasyonları gösterebiliriz.
Allah insanı, bedensel kapasite itibariyle, belirli frekanslar arasında cereyan eden olayları algılayabilecek bir yapıda yaratmıştır. Bu frekans hudutları aşıldığında, aşanlar anormal olarak kabul edilir ve “Deli” diye nitelendirilir. Ama tabii bu hudutlar Allah'ı bağlamayacaktır.
Hallusinasyon ise: “İnsanın iç âlemindeki olayların dış âlemde müşahede edilmesidir” diye tarif edilebilir. Hallusinasyonlar tıpkı rüyalara benzer. Rüyadan farkı, uykuda değil uyanıkken görülmesidir. Olay: kişinin, hayalindekini karşısında, yahut dışında görmesinden başka bir şey değildir. Nasıl insana rüyasında bir şeyler yaptırılıyor, veya bir şeyler yedirilip, içiriliyorsa; hallusinasyonda da aynı şeyler kişi uyanıkken yaptırılmaktadır.
İnsan vücudu; doktoru, eczacısı, eczanesi kendinde olan bir yapıya sahiptir. Pek çok hastalığın tedavisini bu vücut yaptığı için, hastalıkların çoğu kendi kendine geçer. Bu yolla geçmeyen hastalıklar için dışardan yardım gerekir ki, bunun için de doktora gidilir. O halde esas doktor bâtınîdir ve içeridedir. Dışardaki doktorlar bunun yansımasından oluşmuşlardır. Ancak bu dışardakileri de inkâr etmemek lazımdır, çünkü, onlar aslın temsilcisidir.
Bazılarının: “Bana Allah bakar, doktor gerekmez” demesi ham bir hayalden başka bir şey değildir. Bu sözü söylemeleri de Allah'ı bilmediklerini gösterir. Çünkü, doktor bir anlamda: “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” <50-16> Diyen'in hüvezzahir esmasından gayrı değildir. Bize o doktor vasıtasıyla bakıp, şifa veren ve onu derde deva için halk edip, Lokmanlık vermiş olan yine Allah'tır. Allah böylece, dıştan doktorun verdiği ilaçlarla, içten de kendi yardımıyla kulunu tedavi eder.
Lokmanlık diye nitelendirilen şey; Allah'ın Lokman'a verdiği tıp bilgisidir.
Ama bu bilgi, Lokman Hekim'i ölümden kurtaramamıştır. Lokman Hekim tüm hastalıkların devasını ve eczaların özelliklerini bildiği halde, kendisi dizanteriden ölmüştür. Bu hastalığa yakalandığında öğrencileri, her ilacın özelliklerini bildiği halde, kendini niçin tedavi etmediğini sorduklarında: Lokman Hekim, ilacı suya atıp, onun suyu katı bir madde haline getirdiğini gösterdikten sonra: “Siz ilacın etkilediğini zannediyorsunuz, ama o ilacın etkisi, ona o emri verendendir. Esmasını alıverdiği anda o ilacın etkisi kalmaz” diyerek, işin aslını anlatmıştır. Sonra kendisi de ilacı almış, ama ilaç onu etkilememiş, neticede ölmüştür.
İlaçların etkisi kişiden kişiye değişir. Bir insana iyi gelen bir ilaç bir başka kişide, velev ki hastalıkları aynı bile olsa, aynı etkiyi göstermeyebilir. Birini iyileştiren, bir diğerini iyileştirmeyebilir, hatt ona zararlı olabilir. Onun için rastgele ilaç almaktan kaçınmak lazımdır.
Bugün pek çok hastalık vardır ki, daha doktorlar bile ne olduğunu bilmemektedir. Aynı şekilde daha laboratuvara girmemiş ve etkisi tespit edilmemiş nice ilaçlar vardır. Bunların pek çoğunu da, bizim haberimiz bile olmadan beyin ve karaciğer adını verdiğimiz laboratuvarlarımız imal edip, bedenimizin istifadesine sunmaktadır.
Yeni bir hastalık çıktığında herkes şaşırıyor. Bugün herkesin adını bilip, tedavisini bilmediği iki hastalık vardır. Bunlardan biri vücut hücrelerindeki itidalin bozulması sonucu oluşan kanser, diğeri AİDS'tir. Allah, bunların da devasını verecektir. Çünkü, O: “Ben devası olmayan hastalık vermedim” demektedir. Ancak, çarelerinin bulunması için biraz zaman geçecektir.
Zaten bu hastalıklar, her ne kadar Allah'ın insanlara verdiği bir ceza olarak nitelendirilse de, aslında, insanlığı felaketten korumak için Allah'ın merhametinden verdiği, birer uyarı olarak düşünülmelidir.
Her hastalık bize sağlığımızın değerini bilmemiz için birer derstir. Bu dersler olmasa, biz hep sağlıklı kalacağımızı düşünüp, şükründen uzaklaşır ve Allah lafzını unutuveririz. Ama hastalığa yakalanınca, sabaha kadar “Allah Allah” diye inleyip O'nu hatırlayıveriyoruz. O da, böylece, bağırta bağırta bize Kendi'ni hatırlatıyor.
Allah, insanların hayvanca değil, insanca bir hayat sürmelerini sağlamak için kurallar koymuştur. İnsanlar bu kurallara uymayıp, hayvan gibi yaşamakta ısrar edince, bu kez karşılarına AİDS denen hastalığı çıkartmıştır. Bazıları bunun virütik, yahut anormal proteinden kaynaklanan bir hastalık olduğunu söyleyecektir. Doğrudur, ama, o etkeni yaratan Allah değil midir?
Her davranışın mükâfatını da, mücazatını da verecek olan Allah'tır. İşte, insanın hayvanca yaşamakta ısrarının cezası bu AİDS olmuştur. Bir süre sonra bunun çaresi bulunacaktır. Ama, o zamana kadar da insanlar, seks konusunda insanca hareket etmeyi öğrenmiş ve benimsemiş olacaklardır. Nitekim, bugün çok kimse hastalığa yakalanma korkusundan dolayı atipik ilişkilerden uzaklaşmakta ve doğru olan eski evlilik yöntemine dönmektedir.
AİDSin kanla bulaşması bile, insanların, kötülüklerden korunmak için dikkatli olması ve zararlı kimselerden uzaklaşması gerektiğini gösterir.
Doğuştan gelen bedensel rahatsızlıklar ve anomaliler genetik hatalardan kaynaklanır. Burada akraba evliliği yapmak gibi hatalı düşüncelerin temessülü (Bir şekle bürünüp, görünmesi) rol oynamaktadır. Normal bir bedenle yaşayanların, daima, kendilerini noksansız ve kusursuz yarattığı için Allah'a şükretmeleri gerekir.
Dünya da, şehirler de, bedenimiz de her an yıkılıp, yapılmaktadır. Şehirlerdeki yıkılıp, yapılmaları görüyoruz. Kendi bedenimizdekileriyse göremiyoruz. Vücudumuzdaki tüm kan hücreleri, her yüz yirmi günde bir tamamen yenilenmektedir. Kâinatın özeti olduğuna göre, insan vücudunda ne kadar hücre değişiyorsa, kâinatta da o kadar yıldız değişiyor ve ölenlerinin yerine yenileri meydana geliyor demektir.
Bu değişim ve hücre yenilenmesi, neden aklımıza yeni şeyler getirip, eskileri götürmüyor? Çünkü, O'nun güneşinin hüzmeleri hep oraya vurup durmaktadır da ondan. Bu da gösteriyor ki: iş bizde değil, Allah'tadır. Zaten, baki olan da; o görünmeyendir. Çünkü, mana O'dur. Burada akla: “Madde O'nun değil midir” sorusu takılacaktır. Madde, O'nun evidir ve kendini oradan gösterecektir. Çünkü: “Kalb-i mümin Beytullah”tır.
İnsan bedensel bakımdan zayıf veya şişman olabilir. Şişmanlar fazla üşümez. Genelde zayıf kimseler daha fazla üşürler. Şişmanlarda kömür yerine geçen yakıt, yani yağ daha fazladır. Yağın, kanın oksijeniyle yanması sonucu ortaya çıkan enerji sayesinde insanın vücut ısısı sabit tutulur. Yakıt fazla verilmişse, enerji fazlalaşır ve insan terlemeye başlar. Çünkü, terleme vücudu soğutma yöntemlerinin başında gelir. Tıpkı terleyen testinin içindeki suyu soğuk tutması gibi...
Alınan gıdalardaki enerji fazla geldiğinde vücut bu fazla enerjiyi, gereğinde kullanmak üzere yağ haline çevirir ve depo eder. Gerektiğinde de o depodan alır ve yine enerji haline çevirerek kullanır. Bu çevirme işini yapan organ karaciğerdir. Enerji kuvvet demektir. Kuvvetin karşılığı ise melektir.
Aşırı şişmanlık gibi, aşırı zayıflık da iyi değildir. İnsan her konuda olduğu gibi bu konuda da: “İşlerin en hayırlısı vasat olanıdır” prensibini benimsemelidir. Ayrıca, fazla kiloların kısa zamanda verilmesi de doğru değildir. Zayıflama yavaş yavaş olmalıdır.