Beyin ve Sinir Sistemi
Varın yok, yokun var olması; maddi ve manevi, sagır ve kebir kavramları bir simetrinin sonucudur. Allah, aynı simetriyi insan vücudunda da meydana getirmiştir. İnsan beyninin sol yarısı, bedenin sağ tarafına; sağ yarısı ise, bedenin sol tarafına komuta eder. Bu ikisinin birleşme yeri omurilik soğanıdır ki, buraya iğne batırılsa insan ölür. Allah'ta da, insandaki omurilik soğanına benzer birleşme noktaları vardır.
İnsan beyni, levh-i mahfuzun temsilcisidir. Kalpten yansıyan her şey beyindeki hücrelerce zapt edilir ve böylece bu hücrelerin her biri birer âlem olur.
Yazılanlar beyine yazılmaktadır. Tıpkı levh-i mahfuz gibi... Burada kalp bir yansıtıcıdır. Kalpten yansıyanlar beynimize, aklımıza yansımaktadır. Beyin hücrelerinin her biri birer âlem olduğuna göre, herkes, önce kendini bilmelidir. İnsanın kendini bilebilmesi için; bedenine bakması, onu esaretten kurtarıp, kendi kumandası altına alması icap eder.
Kişi, kendine verdiği “Yeme”, “İçme” gibi emirleri uygulayıp, kendini esaretten kurtardığında, bu durum onun için bir huy haline gelir ve artık, kişinin kapıları açılmış olur.
Beyin, bir ağacın kökleri gibidir. Gözle görülmez, ama ağacın beslenmesini sağlar. İnsandaki ruhsal fonksiyonların ayarlanması ve insanın dünyaya adaptasyonunun sağlanması beynin görevidir.
Beyindeki, yahut tasavvufi tabiriyle: “Arş-ür Rahman”daki tüm hücreler, A'yan-ı Sabite görevi yapar ve tıpkı bir düşünce kitaplığı gibidir. Bu düşünceler zamanı geldiğinde, beyinden fikir olarak alınır, harf elbisesi giydirildikten sonra kelime ve cümle haline getirilip, mananın tecellisi (Meydana çıkarılması) sağlanır.
Mana tecellisi, muhabbet-i ilâhinin zuhuru için kendinden kendine olur, yani bu anda kişi bir taraftan konuşan, diğer taraftan dinleyen, yahut veren ve alan durumundadır. Bunu: “Bir taraftan seven, diğer taraftan sevilen yine kendisidir” diye de ifade edebiliriz.
Çünkü, O'nsuz bir zerre yoktur. Böyle olduğu için de, büyük nezafet (Temizlik, tam sağlık ve selamet) gereklidir. Allah'ta eğrilik, hastalık gibi kusurlar olamayacağı için, O'nun aynası olan insanda da manen bunların olmaması lazım gelir.
İnsan, her zaman söylediğimiz gibi, kâinatın özetidir. O halde insanda da Kurb-u feraiz ve kurb-u nevafilin örneği olması lazımdır ki, bu da: beynin, emirlerini, ilgili organlara sinirlerle ulaştırması ve o sinirler vasıtasıyla dış uyarıların kendisine iletilmesidir. Tabii, emirlerin ulaştırılmasının kurb-u feraiz, sinirler vasıtasıyla dış uyarıların beyne iletilmesinin de kurb-u nevafile karşılık olduğunu ayrıca söylemeye hacet yoktur sanırım.
Tıp adamları insan beyninin en çok yüzde on beşinin fonksiyonel durumda olduğunu, yüzde seksen beşinin ise, ne işe yaradığının bilinmediğini söylemektedirler. Beyindeki her hücrenin bir âlem olduğu düşünülürse, beyin hakkında öğrenilmesi gereken ne kadar çok şey bulunduğunu anlamak zor değildir.
İnsanın sinir sistemi, kâinatın çaılşma düzeni gibi tam bir intizam içindedir.
Örneğin: Beyinden “Kolunu kaldır” emri çıktığında, kolu kaldıracak kaslara “Kasıl” emri verilirken, karşıt grup adalelere de “Gevşe” emri verilir. Kol, bu iki emrin birlikte uygulanmasıyla kalkar. Aynı durum kâinatta da vardır. Bir emir çıktığı anda, o emri yerine getirecek sisteme ait tali (yan) emirler de birlikte çıkar ve yerine ulaşır. Böylece, emir bir denge içinde yerine getirilir.
İnsanlardaki tikler merkezden gelen uyarılır sonucu oluşmaktadır. Bunlardan kurtulmanın yolu şühudtan geçer. Beyindeki hücreleri fazla boş bırakmaya gelmez, çünkü boş bırakıldığında ortaya çıkan başıboş emirler “Tik” dediğimiz hareketlerin huy haline gelmesine neden olur. Yani, vücut, o hareketleri meleke haline getirir. Her hareketi yaptıran bir melek vardır.
O melek beyindeki bir hücre veya hücre grubundan çıkan emirleri yerine iletir ve o adalelerin kasılmasını sağlar. Hareketi engelleyebilmek için, onu doğuran merkeze şühud etmek lazımdır. Tabii, bu şühud dış gözle değil, iç gözle olacaktır. Bunu yapamayanlar; Efendi'lerini rabıtaya alıp, bu işi onun nazarıyla gerçekleştirebilirler.
Bu nazar devamlı olarak uyarıyı doğuran hücrelere tevcih edilirse, o hücre veya hücreler baskı altına girer ve istediğini yapamaz olur. Boş bırakıldığındaysa tekrar eski durumuna döner.
İnsanı, iyi veya kötü, harekete getiren şey, merkezdeki hücrelerin faaliyetidir. O hücreler terbiye edilirse mesele yoktur, ama terbiye edilmedikleri takdirde, bildiklerini yapmaya başlarlar.
Çünkü, her hücre bir esmanın etkisindedir. Her esmayı faaliyete geçiren bir melek vardır. Her meleğe de, emir veren daha üstün bir melek vardır. En üstün melek ise, insanın kendisidir. İşte, insanın meleklerden üstün oluşu budur.
Öyle insanlar vardır ki, bu bahsettiğimiz ihtiyari veya gayrı ihtiyari hareketlerin yanında, diğer kimseler için tamamen irade dışı diye nitelendirilen hareketleri bile geçici olarak kontrolleri altına alabilirler.
Buna örnek olarak Hint Fakirlerini göstermek mümkündür. Bunların içinde, bir süre için kalp atışlarını durdurabilenler bile vardır. Bu yaptıkları iş, gayrı ihtiyari olan bir hareketin bir süre için ihtiyari hale getirilmesidir.
Biz de, kısa bir süre için nefesimizi tutarak, bunun bir benzerini gerçekleştirebiliriz. Bu hususta ihtiyari ve gayrı ihtiyari kelimeleri yerine, iradi ve gayrı iradi tabirlerini kullanmak ta mümkündür.
Bazı gayrı iradi fonksiyonların iradi hale getirilmesi olanaksızdır. Mesela: Karaciğer, böbrek, mide, barsak, pankreas v.s. gibi organ fonksiyonları iradi olarak durdurulamaz. Çünkü, bunların fonksiyonel merkezleri beynin derin tabakalarında ve omurilik soğanındadır.
Bu kısımlardan çıkan emirler, düşünce fonksiyonlarıyla ilgili beyin korteksinin kontrolü altında değildir.
İnsan vücudunda kontrol dışı oluşan, vücudun korunmasına yönelik hareketlere: “Refleks” denir. Refleksler, omuriliğin kontrolü altındadır. Bunların da bir kısmını iradi kontrol altına almak mümkündür. Çünkü, kontrol altına alınamayan hareketler beynin derin tabakalarından ve omurilik soğanından doğan hareketlerdir.
İnsanların otonom sinir sistemi Allah'ın emrindedir. Bir heyecan anında adrenalin salgısını arttıran Allah'tır ve bunun amacı, kişiyi şokun etkisinden kurtarmaktır. Keza, kalp atım sayısını ihtiyaca göre ayarlayan da, yine Allah'tır.
İnsanda, iki türlü irade vardır. Biri; bizim: “Kendi irademiz” dediğimiz hareket ettirme gücümüz, diğeri ise; tıp dilinde: “Refleks” diye bilinen ve biz istemesek bile, bizi korumaya yönelik hareketleri yaptıran iradedir. Bu ikinci durumda düşünecek zamanımız yoktur. O ânla iş yapar, biz ise zamanla...
İnsanda beyin âna, beden ise zamana çalışır. Dünyanın da ahiretin de insanda, beyinde oluşunun nedeni bu, yani, beynin ânda oluşudur. Allah, zamandan münezzeh olup, anda bulunduğu için, geçmişi de, şu anı da, geleceği de kendinde toplar.
İyi düşünceler, hormonların dengeli salgılanmasını sağlar. Kötü düşünceler ise; vücuttaki asit karakterdeki salgıların artmasına, ve bu yolla en azından gastrit ve ülser gibi hastalıkların ortaya çıkmasına yol açar.