Yeryüzünde insanca ve müslümanca bir hayat sürdürmemiz için kendi katında bize şeriat nizamını gönderen mutlak hâkimiyet sahibi Allah Teâlâ’ya sonsuz hamd ve senalar olsun.
Cihanşümul bir şeriat ile gönderilen ebedi önder Hz.Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Âline, Ashabına ve İslam nizamının yeryüzüne hâkim olması için kanının son damlasına kadar tağuti güçlere karşı amansız bir şekilde cihad ibâdetini sürdüren tüm dünya Müslümanlarına salât-u selam olsun.
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; İşte Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 35)
İslam düşmanı Siyonist ve emperyalistler; Bir milleti yıkmak, çürütmek ve İslam’ı bozmak için daima kadını en güçlü silâh olarak kullanmış ve halen de kullanmaktadırlar.
İslâm’ı ve Müslümanları maddi güç ve silahlarla yok edemeyen düşman, çağdaş silah olarak Müslüman kadınımızın ahlakını bozmayı ve ona İslam’ın kazandırdığı kutsal ve yüce değerini yitirtip, şehvet perestlerin metaı haline getirtip, sokaklara dökmüş, kişiliğini, ahlakını ve namusunu kaybettirmiştir.
Düşman, kadınımızı modanın ve şehvetin kölesi haline getirip istediği şekle ve maskaralığa sokabilmekte ve soyabilmektedir. Bununla beraber bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz konu Müslüman kızlarımızda görülen yozlaşma ve bozulmalardır.
Başörtüsü bir kimlik, bir tercih, bir semboldür. İslami şahsiyetin kimliği, müslümanca bir hayatın tercihi, iffet ve hayatın sembolü. Ama ne yazık ki bugün taktığı başörtüyü, büründüğü tesettürü taşıyamayanlar adeta onu rencide edercesine harakret edenler var. Başörtülü kızlarımız tıpkı açık saçık bayanlar gibi erkeklerle el ele, kol kola, sarmaş dolaş bir vaziyette çarşı-pazarda, parklarda, duraklarda, sahillerde dolaşıyorlar.
Tabii İslami olarak da hiçbir sakınca görmeden parmaklarına yüzük takan iki genç artık toplumun arkasında her şeyi yapmayı kendilerine mubah sayıyor. Tabi ki kadınlarımızın bu hale gelişinde çevre kültürünün yanı sıra, tesettürün mâhiyeti ve gerekliliği hususunda yeterince bilgi sahibi olmamaları da büyük rol oynamaktadır.
Bu sahada yazılmış birçok kitap olmasına rağmen[1], biz tekrarda fayda olduğuna inandığımızdan dolayı bu meseleyi yeniden gündemimize alıp, İslam fıkhına göre içeriğini kıymetli eserlerden araştırıp, yazmayı uygun gördük. Hayırlara vesile olması temennisiyle…
TESETTÜRÜN MÂHİYETİ
Örtünmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek manasına gelen tesettür, “STR” kökünden “tefe’ul” vezninden bir mastardır. Bir fıkıh terimi olarak, erkek ve kadının şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine “avret yeri” denir. [2]
Tesettür, hem Müslüman kadına, hem de Müslüman erkeğe farz kılınmıştır. Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır.
Allah Teâlâ’nın şu ilâhi emri, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden birisinin örtünme olduğunu bildirmektedir:
“Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva (Allah’ın azabından korunma) elbisesi daha hayırlıdır.
İşte bunlar Allah’ın ayetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.”[3]
İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ve Hz. Havvâ ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu da ayette şöyle belirtilir: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana ve babanızın kötü yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir kötülük yapmasın.”[4]
Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak içindir. Âyette şöyle buyrulur: “Mü’min erkeklere söyle, Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir.”[5] Âyetteki “Gözlerini sakınsınlar” emri, her şey için değil, yalnız Allah’ın haram kıldıklarına aittir.
Gözü sakınmanın birçok faydaları vardır: Allah’ın emri tutulmuş olur. Bir ok gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunulmuş olur. Kalb kuvvetlenir. Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz. Allah’la meşgul olmaya alışkanlık peyda eder. Kalbe nur kazandırır. Kalbe feraset verir. Şeytanın giriş yolların kapatılması sağlanmış olur.
Hanefi mezhebine göre insanların birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısımda toplanır:
1.Erkeğin erkeğe karşı avreti: Diz kapağından göbeğe kadar olan kısmıdır.
2.Erkeğin kadına karşı avreti: İster namahremi, ister mahremi olsun, erkeğin kadına karşı avreti, erkeğe karşı olduğu gibi, diz kapağı ile göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur.
3.Kadının kadına karşı avreti: Erkeklerde olduğu gibi diz kapakları ile göbekleri arasıdır.
4.Kadının erkeğe karşı avreti: Sahih olan görüşe göre, kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur.
“Gözleri sakınma” hususunda hitap, erkeklere olduğu gibi kadınlara da yapılmış ve tesettürü ne şekilde, kimlere karşı uygulayacakları şu ayet-i kerime ile beyan ile beyan edilmiştir:
“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısım müstesna,
Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar ziynetlerini kendi kocalarından yahut kendi babalarından yahut kocalarının babalarından yahut kendi oğullarından yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden yahut kendi biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut kendi ellerindeki memlukeler (cariyeler)’den yahut erkeklerden yana ihtiyacı olmayan hizmetçilerden yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler.
Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tevbe edin ey mü’minler, Ta ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nâil olasınız.” [6]
“Ziynetlerini açmasınlar…” cümlesi kadınların yabancı erkekler karşısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram olduğuna delalet eder.
Ziynet; aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası ve kullandığı makyaj malzemesidir. Zira ziynet iki çeşittir. Birisi yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet kadının teninin, boy ve endamının ve yüzünün güzelliğine denir.
Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna takıldıktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa, tabiatıyla ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır. [7]
Âyette, Müslüman kadının diz kapağı ile göbeği arası, karın ve sırtı dışında diğer yerlerini yanlarında örtmek zorunda bulunmadığı hısımları ya da birlikte yaşanacak durumda olduğu kimseler sayılmıştır.
Bu kimseler şunlardır:
- a) Kocası: Kadın kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir.
- b) Babası (Dedeleri), Kayınpederi, Oğlu, Kocasının oğlu, Erkek kardeşi, Erkek kardeşinin oğlu, Kız kardeşinin oğlu (daha aşağıdaki yeğenler)
- c) Müslüman kadın. Çünkü mü’mine kadın, gayrimüslim kadınların yanında diğer yakın hısımlarının yanında açıldığı gibi açık oturamaz. Bunda gayri Müslim kadınların (ayrıca fâsık olan ve huyundan emin olunamayan Müslüman kadınların bile) kendi erkeklerinin yanında Müslüman kadını tasvir etmesi ve onu anlatması engellenmek istenmiştir. Hz. Ömer radıyallâhu anh, Ebu Ubeyde radıyallâhu anh’a yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Bana Müslüman kadınların hamamlara müşrik kadınlarla birlikte girdikleri haberi ulaştı. Bu daha önceden kalma bir adettir. Allah’a ve âhiret gününe inanan hiçbir kadının kendi dininden olmayanın avret yerine bakması helal olmaz.”[8]
- d) Câriyesi: İmam Ebu Hanife ve İmam Ahmed İbni Hanbel’e göre köle, hanımefendisi karşısında yabancı erkek gibidir. Onun hanımının ziynetlerine bakması helal değildir. Bunlara göre âyetteki “kendi ellerindeki memlûkeler” den maksat bütün köleler değil, yalnız câriyelerdir.
- e) Erkekliği kalmamış hizmetçiler: Denk olmama, yaşlılık, hastalık vb. sebeplerle kadınlara karşı istek duymama veya hadım olma gibi nedenlerle evin sahibi kadına cinsel bakımdan zararı dokunmayacak kimseler, kadın için diğer hısımlar gibidir.
f)”Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar” ifadesinde âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimlere göre ayetteki, “çocuklar” henüz buluğa ermeyen çocuklardır. Diğer bazı âlimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli yerleri ile gizli olmayan yerlerini birbirinden ayırt etmeyen çocuklardır. Bu ikinci görüş daha sahihtir.
Zira ayetteki çocuklardan maksat, şüphesiz kadınların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsi bir şuura ulaşmayan küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından küçük olmalıdır. Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına ermese dahi, kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.
Ayrıca âyetteki: “Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar” ifadesine dayanarak Hanefi âlimlerinin bir kısmı, kadının sesinin de avret olduğuna hükmetmişlerdir.
Zira bu âyet, kadınların ayağına taktıkları halhalların sesini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının sesi, elbette ki halhalın sesinden daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması zaruridir.[9]
Burada günümüzde spekülasyon konusu yapılan ‘Kadının sesi’ mevzuu ile ilgili birkaç kelam edelim:
İslâmiyet kişiyi fitne ve fesada sürükleyen görüntü, davranış ve hâllere karşı koruyucu tedbirler alır. Çünkü İslâm’da insanın safiyet ve vakarının muhfazası ve bozulmaması esastır. Bu tedbir ve koruma hem erkek için, hem de kadın için eşit seviyede düşünülür.
Diğer yandan insana verilmiş olan özellik, kabiliyet ve farklılıklar bir başkasının vebal altına girmesine sebep olmamalı, yanlış duygulara kapılmasına meydan vermemeli, nefsini azdırmamalıdır. Yaratıcı tarafından kadına ihsan edilen sesi de bu çerçeve içinde düşünmek gerekir.
Esas itibariyle başta insan olmak üzere hiçbir varlığın sesi mutlak olarak haram ve günah sınıfına sokulmaz. Çünkü yaratılışında bir haramlık mevcut değildir. Bunun içindir ki, hiçbir âyet ve hadis kadının sesini haram kılıcı bir hüküm bildirmez.
Kadının sesinin avret olmadığının gerekçesi, İslâm’ın ilk uygulamalı devri olan Saadet Asrıdır. Yani Peygamber Efendimizin ve sahabilerin uygulayış biçimidir. Bu uygulanış biçimi üç şekilde görülüyor:
Birincisi: Peygamber Efendimizin sahabi hanımlarla konuşması, onların sorularına cevap vermesi, şikâyetlerini dinlemesi, ihtiyaç ve taleplerini karşılamasıdır.
İkincisi: Sahabiler gerek Peygamberimiz’in hanımlarına, gerekse diğer hanım sahabilere hadis ve benzeri durumlarda soru sorarlar, konuşurlar ve bazı konularda bilgi alırlardı.
Üçüncüsü: Yine Sahabe döneminde kadınlar, halifelere şikâyetlerini dile getirirler veya dinî meselelerde diğer sahabilere bilmediklerini sorup öğrenirlerdi.
Ancak diğer bütün mübah meselelerin mahiyet değiştirip mahzurlu bir hal almasında olduğu gibi, kadının sesi meselesinde de aynı durum söz konusudur. Kadının sesi mübah, masum ve meşru olmasına karşılık hangi sebeplerden dolayı “avret” olur, nasıl olursa yasak sınıfına girer, yabancı erkeklerin dinlemesi haram olur?
Kadının sesi yaratılışı icabı dikkat çekicidir. Özellikle ses normalin dışında bir tonda çıkarsa birtakım mahzurları beraberinde getirmektedir ve dinî tabiriyle “fitneye” sebep olmaktadır. Demek ki, haram olan sesin kendisi değil de, kontrol dışı bir mahiyet taşımasıdır.
İbni Âbidîn meseleye şu şekilde bir açıklık getirir: “Tercih edilen görüşe göre kadının sesi avret değildir. Yalnız zekâsı kıt olanlar zannetmesinler ki, ‘biz kadının sesi avrettir’ demekle konuşmasını kasdetmiyoruz. İhtiyaç halinde ve benzeri durumlarda kadının yabancı erkeklerle konuşmasına cevaz veriyoruz.
Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli bir şekilde okumalarını caiz görmüyoruz. Çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini tahrik etmek vardır. Kadının ezan okuması da bundan dolayı caiz olmamıştır.”[10]
‘Kadının sesi’ konusunda son olarak Faruk Beşer Hocanın görüşünü nakledelim: “ Kadın her şeyiyle olduğu gibi sesiyle de çekici, büyüleyici ve tahrik edicidir ve aslında bu onun çirkin olduğunu değil, güzel olduğunu gösterir.
Birer nimet demek olan çekici yönlerini, bu arada sesini fitneye sebep olmak ve tahrik etmek için kullanırsa, yani konuşmasını kırıla döküle ve kadınsı biçimde yaparsa, ya da nağmeli sözlerle normal konuşurken zaten tahrik edici olan sesini daha da etkileyici hale getirirse, sesi avret olduğundan değil de, fitneye sebep olacağından haram olur. Vakarlı ve karşısındakine ümit kestirici edayla konuşursa haram olmaz.”[11]
Âyette geçen “bunlardan görünen kısmı müstesna” hakkında Üstad Mevdudi, şu açıklamada bulunuyor: “Ayet-i kerimedeki bu cümle, kadınların ziynetlerini kasti olarak açmalarının caiz olmadığına delalet eder.
Şu var ki, kendi kasıtları olmadan açılmaları hali müstesnadır. Bir de, dıştan giydikleri çarşaf ve benzeri giysileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur.”[12]
Şehid Seyyid Kutub ise bu âyet hususunda şu açıklamalarda bulunmuştur: “Yüz ve eller gibi görünmesi zaruri olan ziynet yerlerinin gösterilmesi ise helaldir. Çünkü Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem, yüz ve ellerin gösterilmesine karşı çıkmamıştır.
Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz.Ebu Bekir’in kızı Esmâ’ya yüz ve ellerine işaret ederek: ‘Ey Esmâ! Kadının ergenlik çağına ulaştıktan sonra, buraları dışında kalan yerlerini başkasına göstermesi caiz değildir’ (Ebu Davud) buyurmuştur.” [13]
Diğer yandan kadın yaşlanıp ay halinden kesilir ve cinsel yönden erkeklere istek duymaz olursa, bunun için örtünmede bazı kolaylıklar getirilmiştir. Âyette şöyle buyrulur: “Ay halinden kesilmiş ve evlenmek için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar ziynet yerlerini erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günâh yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır.” [14]
HİCÂB (PERDE) ÂYETİ
Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyruluyor: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.”[15]
Âyetin Arapça metninde geçen “Celâbib”, cilbab’ın çoğuludur. Cilbab, bütün vücudu örten elbiseye denir. Hicab ayeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nâzil olmuştur.
Bilindiği gibi, örtünme Hicri 5.yılda Şevval ayında Nur sûresi 31.âyeti kerimenin inzali ile farz kılınmıştır. Öyleyse bu ayette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka ve fazla bir örtünmedir.
Bunun içindir ki bütün müfessirler, tabirleri değişik de olsa mefhumda birleşerek ayetteki “cilbab” tan maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.
Bu sebeple zamanımızda kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir. Ayetteki “cilbab”tan maksat bazı cahillerin sandıkları gibi setr-i avret değildir.[16]
Ahzâb sûresi 59.âyette geçen “cilbab” kelimesi hakkında birkaç görüş vardır:
1.Kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudunu örten bir örtü, (dış) elbise olduğunda müfessirlerce ittifak olduğunu ayetin tefsirinin başında belirtmiştik.
2.Cilbab, bütün vücudu baştan aşağıya örten (çarşaf, ferace, çar gibi örten) dış kıyafetin adıdır.
3.Üst tarafı göbeğe kadar örten ve rida denilen örtüdür.
4.Cilbab; bütün vücudu baştan aşağı örten çok geniş ve uzun bir örtüdür.
5.Taberi ve Ebu Hayyan, İbn-i Abbas radıyallâhu anh ’dan şöyle rivayet etmişlerdir: “Kadın cilbabını üstten alnının üzerine indirir ve oradan sıkar, alttan da burnunun üzerine kadar (yüzünün ekserisini ve göğüslerini tamamen) kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalır.”
Yüzün avret olmadığını söyleyenler, (bir kısım Hanefi âlimleri gibi) bunu iki şarta bağlamışlardır. Bu şartlardan birincisi; yüzün tabii durumunda olması (yani makyajsız olması), ikincisi; fitneden emin olunmasıdır. Şayet yüzün açılması fitneye sebep oluyorsa açılması haramdır.
Yine “Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.” ifadesinde hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer’i hükümlerin hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerindeki hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.
Ebu Hayyan el-Endülûsî : “Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur” âyetini, “Namus ve iffetle tanınsınlar ki, fâsık kimseler onlardan hiçbir şey beklemesinler.” şeklinde tefsir etmektedir. [17]
Üstad Mevdudi de âyetle ilgili der ki: “Elbette (âyette geçen) bu emir, erkeklerin ısrar edici bakışlarından, sarkıntılık etmelerinden ve sataşmalarından rahatsız olan, bunları eğlenceli bulmayan, kötü şöhretli ahlaksız sokak kadınlarından biri gibi kabul edilmek istemeyen, tam aksine ahlaklı, namuslu ev kadınları olarak tanınmak isteyen kadınlar içindir.
Böyle ve şerefli kadınlara Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer gerçekten iyi kadınlar olarak tanınmak istiyorsanız ve erkeklerin şehvet dolu bakış ve ilgileri sizi rahatsız ediyorsa, insanların açgözlü bakışları önünde bütün güzellik ve fiziki cazibenizi ortaya koyacak şekilde yeni gelinler gibi süslü bir şekilde sokağa çıkmamalısınız.
Tam aksine bütün ziynetlerinizi gizleyen ve yüzünüzü örten sade bir örtü ile ve ziynetlerinizin şakırtısı bile dikkati çekmesin diye ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek sokağa çıkmalısınız. Kendisini boyayıp süsleyen ve her tür ziyneti takıp takıştırmadan dışarı adımını atmayan bir kadının, erkeklerin dikkatini çekmekten başka bir amacı olamaz.
Böyle yaptığı halde insanların, açgözlü bakışlarından rahatsız olduğunu söyleyerek şikâyet ediyorsa ve ‘sokak kadını’ olarak tanınmak istemediğini, namuslu bir ev kadını olarak yaşamak istediğini söylüyorsa, bu, sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Siz aynı zamanda hem sokak kadını, hem de namuslu bir kadın olamazsınız. Eğer namuslu, saygıdeğer kadınlar olarak yaşamak istiyorsanız, sokak kadınlarına yaraşan davranışlardan vazgeçmeli ve namuslu kadın olmanızı sağlayacak bir hayat tarzı benimsemelisiniz…”[18]
Müslümanların vazifeleri, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir.
Nitekim Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları (hafifçe) dövün.”[19] Atalarımız “ağaç yaşken eğilir” demişlerdir. Gerçekten küçükken İslami terbiye verilmeyen kişiler, sonradan İslam’ı yaşamakta zorluk çekmektedirler.
Şimdi günümüzde tekrar tekrar gözden geçirilip yapılmaması gereken, çok önemli bir konu olan teberrüc hususunu açıklamaya gayret edelim:
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “ Evlerinizde oturun. İlk cahiliye (çağı) kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta kırıta) yürümeyin.” (Ahzâb, 33)
Teberrüc: Bir kadının kocasından başka kimselere ziynetlerini (altın, gümüş, gerdanlık…) ve fiziki güzelliğini teşhir ederek göstermesi, böbürlenerek ve kırıtarak yürümesidir.
Âyetteki çağrı her ne kadar Peygamber hanımlarına yapılmışsa da, tüm mü’mine kadınlara da yönelik bir emirdir. İlk cahiliye çağı kadınlarının toplum içerisindeki dış görünümlerini anlatan “teberrüc” kavramını müfessirler, şu şekilde açıklıyorlar:
“Kadın çıkar, erkekler arasında gezebilirdi. Kadınlar evlerinden dışarı çıktıkları zaman, nazlanarak, kırıtarak, üzerlerine ilgi ve dikkatleri çekerek yürürlerdi. Bu ayetle Allah bundan mü’mine kadınları menetti. Teberrüc, kadının örtüyü başına bağlamadan onu bırakması; gerdanlık, küpe, boyun ve boğazını açık bulundurmasıdır. İşte o günün çıplaklığı, açıklığı bu idi”[20]
Bu demek değildir ki, cahiliyye kadınları hiç başörtüsü kullanmıyordu. Fakat onlar, yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, ziynetleri görünürdü. Yani halaylık yaparlardı. Demek ki son zamanlarda çağdaşlık, asrilik sayılan kerdenküşalık böyle bir eski cahiliyet şiarı idi. İslam bu açıklığı yasaklayıp, kadınları başörtülerini yakaları üzerine vurarak örtünmeleri farz kılındı.[21]
Ebu Hureyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İki sınıf insan vardır ki, bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki hiç elbise giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlardır (kasiyâtün ariyatün). Bunlar bu elbiseleri erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler (mümîlâtün). Bunların saçları da hörgüçlü develerin hörgücüne benzer (saçları kabartılmış). Bunlar cennete girmedikleri gibi, çok uzaktan duyulan cennet kokusunu dahi alamayacaklardır”[22] buyurmuştur.
Hadisteki “kasiyâtün ariyatün” ifadesi, özlü ve birçok manayı düşündürebilecek, edebi bir ifadedir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in, bu kadınların halini, böyle özlü ve üstü kapalı bir ifade ile işaret edip bırakmış olması, sanki bu kadınların halini detaylıca tasvir etmekten bile hayâ ettiğini anlatır gibidir. Ayrıca bu kadınların biçim olarak tarif edilmemiş olması, bu ifadeyi, birçok manayı içinde barındırmaya da elverişli hale getirmektedir.
Hadis-i şerifi şerheden âlimler giyinik üryanlığın birkaç türünü örnek vermişlerdir. Mesela bu kadınların dış kıyafetleri ince kumaştan yapıldığı için beden hatlarını yeterince gizlemez. Veya kıyafet o kadar dardır ki, örtüyormuş gibi yaparak teşhir eder. Hatta o kadar cazip hale getirir ki olduğundan daha güzel gösterebilir. Bunlar giyinik üryanlığın ilk akla gelen örnekleridir. Ama başka türlü de olabilir.
Mesela kıyafet ne şeffaftır, ne de incedir ama yine de örtünmenin maksadına hizmet etmez. Çünkü ziynetleri örtmesi için giyinilecek olan giysi, o kadar cazibeli olur ki, bizzat kendisi bir ziynet haline gelir. Tıpkı son zamanlarda düğünlerimizde gördüğümüz -güya tesettürlü- gelinlik, nişanlık ve abiye kıyafetler gibi…
Hatta sözde dış kıyafeti olarak satılan, enva-ı çeşit modelde dikilmiş, işlemeli kıyafet için de bunu söylemek pekâlâ mümkündür. Bu elbiseler rengiyle, ışıltısıyla, süslemeleriyle ve mahrem bölgelere işaret eden dikiş teknikleriyle o kadar dikkat çekmektedir ki, sanki onu giyen kişi, adeta “ben örtünmüş gibi yapıyorum ama esas arzum başka türlü” demiş olmaktadır.
Hadis-i şerifte bu kadınların kıyafetleri dışında başka bir özelliklerine daha dikkat çekiliyor; yine birçok manaya yorumlanabilir, üstü kapalı sayılabilecek, özlü bir ifade ile. Hadisin devamındaki “Mümîlâtün” ifadesini âlimler “başka kadınlara da, cazip bir edayla, salına salına yürümeyi telkin edenler” manasına geldiğini izah ederler.
Hiç kuşkusuz tarih boyunca bu tarife uyan birçok kadınlar gelip geçmiştir. Günümüzde ise bu ifade ilk anda akla, podyumlardaki mankenlerin, kibirli ve havalı bir edayla yürümelerini akla getirmektedir. Ne yazık ki onların o kendilerini beğenmiş halleri, genç kızlara da örnek teşkil etmektedir.
Onlar da caddelerde, meydanlarda, benzer şekilde dikkat çekici bir giyim kuşam içinde ve çalım satar gibi bir edayla yürümektedirler. Bu kızcağızlarını halini biraz inceleyen bir kişi şaşmadan edemez. Öyle bir edayla yürümektedirler ki; gören zanneder, sanki etraftaki insanlar iki yana dizilmiş de onların yaptığı bu gösteriyi seyrediyor.
Başkalarına kötü örnek olmanın bir başka yolu da; elit, sosyete gruplar oluşturmak ve mütevazı insanlara tepeden bakarcasına, kibirli tavırlara bürünmektir. Okullarımızda ve çeşitli sosyal ortamlarda ortaya çıkan bu sosyete gruplar, cahil kadın ve kızları özendirebilmektedir.
Ne tuhaftır ki, inandığı için örtünme çabasına girmiş olan kızlarımız da bu garip hallerden uzak kalamamaktadır. Tıpkı hadis-i şerifte tasvir edildiği gibi bu kızlarımız, kocaman topuzlar yaparak, dikkat çekmenin bir yolunu aramakta gibidirler.[23]
Kadınların başlarının deve hörgücüne benzetilmesi, çeşitli bağ ve sargılarla sararak onları büyüttükleri içindir. Yani başörtünün altında da olsa, tepeye toplanan saçların dikkat çekici olmaması gerekir. [24]
Bu günkü kadın tesettürü konusunda diyebiliriz ki, elbise artık bir örtme, gizleme aracı olmaktan ziyade, müslüman kadınlarda dahi bir teşhir, bir reklam aracı, haline gelme eğilimindedir. Türbanını bir bakıma bir kişilik göstergesi olarak koruyan kızımız kot pantolonunu da ihmal etmemektedir.
Bu aslında başat modernleşme kültürünü zımnen kabul ve farkında olmadan ona mağlup olmaktır. Ya da tabir yerinde ise, başını miğferle koruyan savaşçının ayaklarını kılıçlardan kurtaramamasıdır. Buna isterseniz yukarıdan gelen şeytanları savarken, aşağıdan gelenleri fark edememe de diyebilirsiniz.
Şimdi de günümüzde oldukça kullanılan ipek eşarbın hükmünü açıklamaya gayret edelim: Hz.Ali, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selem, bana bir “siyera” (ipek cinsinden bir kumaş) kostüm vermişti.
Onu giyerek dışarı çıktım. Ama peygamberimizin yüzünden O’nun bana kızdığını anladım ve onu derhal yırtarak yakınlarım olan kadınlar arasında paylaştırdım; demiştir.
Müslim’deki rivayetinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Onu ben sana giyesin diye göndermedim, yakınlarından kadınların başörtüsü yapmaları için bölesin diye gönderdim.” buyurduğu ilavesi vardır. Demek ki ipeğin ipek olduğu için başörtüsü olarak kullanılmasında bir beis yoktur.
Başörtünün mahzurlu olması, ipek olmasından değil, süslü-püslü olup, “teberrüc” (sayılacak bir başörtüsü) kapsamına girmiş olmasından dolayı olabilir. Yani rengi ve deseniyle cazip olup, “teberrüc” sayılacak bir başörtüsü, ipekten olmasa bile kadın için mahzurludur.
Böyle bir başörtüsü ile de tesettür gerçekleşir, ancak teberrüc yasağına uyulmamış olur. Rengi ve deseni ile teberrüc kapsamına girmeyen bir başörtüsü, ipek olsa bile mahzurlu olmamalıdır. (Allahu A’lem) [25]
Kur’an’ın “evlerinizde oturun”(Ahzâb, 33) buyurmasını, her selim akıl sahibi insan anlar ki, eve kapanıp, boşu boşuna gününüzü gün edin anlamı çıkmaz. Bu, çıkmanızı gerektirecek, şer’i bir ihtiyacınız dışında, gereksiz yere, cahiliye kadınlarının açılıp, saçıldığı gibi dışarı çıkmayınız demektir.[26]
Teberrücden korunamayan kadınlarla İslami bir cemiyet kurulamayacağı için de ilk İslâm toplumunu oluştururken Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem mü’mine kadınlardan teberrüc yapmayacaklarına dair biât alırdı.
Teberrüc; zinaya, boşanmalara, ailelerin dağılmasına, sapık akımlara zemin hazırladığı için haram kılınmıştır. Dolayısıyla dinimiz “dolaysız çıplaklığı” ve teberrüc dediğimiz “örtülü çıplaklığı” da yasaklamıştır.
Günümüzde “Tesettür Modası”[27] reklamı altında yeni bir tehlike hortlamış bulunmaktadır. Bir takım firmalar, ürettikleri İslam’a uygun (!) modellerle Müslüman genç kızları adeta esir aldılar.
Yırtmaçlı elbiseler, taşlanmış ipekten yapılmış çeşitli pardösüler, kaplar, tunikler, albenili başörtüler genç kızların hücumuna uğruyor.
Gerçekten de bu sektör çok başarılı (!) oldu ve Müslüman kızları bir tüketim kölesi yaptı. Pardösülerin yakaları inip kalkıyor, göğüs kısmı açılıyor, kapanıyor, bir kemerle pardösünün vücuda daha da oturması sağlanıyor.
Çeşitli takılar, zincirler, halkalar, iri iri düğmeler de aksesuar olarak bu pardösülerin şıklığını, çekiciliğini tamamlıyor.
Hâlbuki başörtülü kıyafette aranan şartlar şunlardır:
1.Başörtüsü, saçları ve boynu kapamalıdır:
Bir düğün topluluğunda, başörtülerini ince ve şeffaf alan kadınlara Hz. Âişe radıyallâhu anhâ : “Siz Nur sûresine inanmıyor musunuz? (Mü’mine) kadın böyle giyinir mi?” diyerek başörtüsünün kalın ve saçın rengini göstermemesi gerektiğini söylemiştir.
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve Mü’minlerin kadınlarına söyle! Başörtülerini üzerlerine alsınlar. Böyle yapmaları, tanınmamaları ve eziyetlere uğramamaları için, daha iyidir.” (Ahzâb, 59)
Cilbab bahsinde beyan ettiğimiz üzere, kadın, dışarı çıktığı zaman yani mahremlerinin görebileceği yerde, başörtüsünün üzerine bir de “cilbab” (örtü) atmalıdır. Ama vücudun üst kısmını omuzları ve göğüsleri örten geniş bir başörtüsü de cilbab sayılabilir diyenler de vardır.
2.Başörtüsü, saçı gösterecek kadar şeffaf olmamalı:
Dihye b.Halife radıyallâhu anh diyor ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e Mısır’dan ince keten kumaşları gelmişti. Bir parça da bana verdi ve : “Bunu ikiye böl, birisi ile kendine gömlek yap, diğerini hanımına ver, kendisine başörtüsü yapsın” dedi. Ben dönüp gideceğim zaman: “Hanımına söyle, altına bir kumaş daha giysin; saçlarını göstermesin” dedi.[28]
3.Başörtüsünün altına giyilecek beden kıyafeti olacak bir pardösüde şu özellikler bulunmalıdır:
- a) Pardösülerin ya da daha değişik dış elbiselerin geniş olması, kadın vücut hatlarını belli etmemesi gerekir. Yani batı medeniyetinin bize fırlatıp attığı elbiseler gibi olmamalıdır.
- O öyle bir medeniyettir ki, modacılar göğüsleri, belleri kalça vs. yerleri açığa çıkararak elbiseleri bütün duygu ve şehvetleri tahrik edecek elbise üretirler. İşte böylesine pardösü ve manto giyenler de giyinik çıplaktırlar.
- Böyle bir kıyafette fitnedir.
- b) Erkek pardösülerini ve gayr-ı Müslim kadınların özel kıyafetlerini andırmamalı, benzememeli.
- c) Kadının topuklarına kadar ayaklarını, yenleri (bilek kısmı) açılmayacak şekilde kollarını örtmeli.
- d) Rengi, nakış ve dikişleri dikkat çekici olmamalıdır. Dikkat çekici renkli başörtüler giyilmemelidir. Koyu renkli başörtüler giyilmelidir.
- e) Başın da sade süssüz ve geniş bir üstlük vazifesi gören başörtüyle ve yukarıdaki özelliklere sahip abaye ya da pardösüyle kapatılması, adına ne denirse kadının dış elbisesi sayılabilir.[29]
- Başörtülü kıyafette pantolon ve çorap meselesi:
Kadınlarımızın ve genç kızlarımızın cilbablarının veya pardösülerinin altına pantolon giymeleri mahzurlu olmadığı gibi övülen bir uygulamadır. Hz.Ali radıyallâhu anh’ın rivayetinde şunlar anlatılmaktadır: “Bulutlu ve yağmurlu bir günde Baki’de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’le beraberdik. Merkebe binmiş bir kadın geçiyordu.
Merkepten düşecek oldu da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem (bir yeri açılır endişesiyle) ondan yüzünü döndü. Orada bulunanlar: “Kadının pantolonu (sirvali var) üzeri açılmaz” dediler de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ Pantolonlar (sirvaller) edinin. Çünkü onlar en iyi örtücüdür. (Kadınların avretini) de dışarı çıktıklarında onlarla koruyun” buyurdular.[30]
Kadın, dış elbisesinin altında sirval-iç don (pantolon) giyebilir. Bunu da daha iyi örtünmek için yapmışsa güzel bir iş yapmış olur. Ancak hadislerde geçen ‘sirval’i bugünkü pantolonlar gibi tam tamına anlamak da yanlış olur.
Eğer paçalar gözükecekse onları erkek pantolon paçalarından farklı yapmalıdır. Erkek pantolonundan farklı olmalıdır. Albenili olmamalıdır. Aslında Anadolu kadınlarının giydiği ve ‘dizlik’ tabir edilen uzun iç donu “sirval” tarifine daha yakındır. (Allahu Âlem)[31]
Önemli bir konu da, başörtü ve pardösü giyen bayanların dizkapağından aşağısına giydikleri jartiyerli-jartiyersiz diye bilinen naylon çorap giymeleri konusudur. Bacakların rengini ve şeklini gösteren bu tip çoraplarla yabancı erkeklere gözükmek caiz değildir. [32]
Ayrıca (Nûr sûresi 31.âyette belirtildiği gibi) kadınların, ayaklarını yere vurdukları zaman ses çıkaran yüksek topuklu ayakkabıları giymeleri haramdır. Giyilen ayakkabının görünüş olarak ziynet hükmüne girmemesi ve cinsel duygu vermemesi gerekir.
Yüksek topuklu ayakkabı, yapısı itibariyle ayak topuklarını parmaklardan yüksek bir konumda tutmakta ve adım atılırken ayak topuğunun yukarıda olmasından ve de ayağın kıvrılmasını engellediğinden dolayı, kalçanın bir bölümünü yukarıya bir bölümü aşağıya doğru hareket ettirmektedir.
Yani bunların hepsini topladığımızda yürürken kırıtma gibi durumlara sebep olmaktadır. Görünüş itibariyle de dikkat çekici bir ayakkabı modelidir. Sağlık açısından da sakıncalı olduğu tıbben ispatlanmıştır.
Ayrıca erkeklerin, -kadınları görmeden- yüksek topuklu ayakkabılarından çıkan seslerden etkilendikleri bazı psikologlarca tespit edilmiştir. Bütün bu hakikatlere rağmen özellikle nişan ve düğün merasimlerinde ‘ben müslümanım’ diyen örtülü(!) bayanların bu tür yüksek topuklu ayakkabıları giymeleri ne acıdır.
HAREMLİK – SELÂMLIK
Dinimize göre kadın erkek ilişkilerindeki sınırlamalardan biri de yabancı erkek ve kadınların bir arada oturmamaları hususudur. Oturma mekânlarının ayrı olmasına “Haremlik ve Selâmlık” adı verilmiştir.
Haremlik, harem kelimesinden gelir. Harem ise; Arapça bir kelimedir. “Haram”, “Hürmet, “Mahrem”, “Muhterem” ve “ihtiram” kelimeleriyle aynı köktendir. Haremin manası, kişinin özenle koruduğu ve uğrunda savaştığı, şehâdeti göze aldığı mukaddes şeydir. Örneğin adamın haremi, ailesi, kadınları ve himaye ettiği şeydir.[33]
Haremlik, İslam toplumunun bir vasfı olarak İslami aile içerisinde kadına nikâhı düşenlerin girmelerinin yasak olduğu ve sadece kocasının ve nikâhı düşmeyenlerin girebildiği evlerin özel bölümüne denir.
Selâmlık ise, İslami aile içerisinde erkeklere açık olan evin özel kısmına denir. Şunu bilelim ki; haremlik-selamlık keyfi bir uygulama ve hadise değil, şer’i naslardan kaynaklanan Rabbani bir mecburiyettir.Haremlik-Selâmlık; kitap, sünnet ve sahabe-i kiramın icma-ı ile sabit olan bir husustur. İslam dini, “nesil emniyeti’ne önem vermiş ve zinaya yol açan her türlü davranışı mefsedet hükmüne dâhil etmiştir. [34]
Hanefi fukahası; nikâhlanmaları, neseb, süt emme ve diğer sebeplerden dolayı “ebediyen” haram olanların bir arada oturmasının bir mahzuru olmadığı hususunda müttefiktir. Nikâhlanmaları, “muvakkat” olarak haram olanlara gelince: Bunlar bir arada oturamazlar. Mesela, bir mü’min erkek baldızı ile bir mü’min kadın da; kocasının kardeşleri (kayınları) ile bir arada oturamaz. [35]
(Bazı âlimlere göre, ille de kayına veya nikâhlanmaları “muvakkat” olan enişte gibi kimselere çıkılması icab ederse, kadın tam tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına, onların yanında kokulanmamaya, süslenmemeye ve onlarla tek teke bir odada kalmamaya dikkat etmek şartıyla bir arada bulunabilirler) fakat yine de bir arada bulunulmaması en uygun olan görüştür.
Mutlak müctehid Hasan-ı Basri radıyallâhu anh şöyle diyor: “Erkekler ile kadınların beraberce (karma bir şekilde) toplanmaları, bir arada bulunmaları bid’attır.[36]
Şunu bilelim ki; “Haremlik-selâmlık tatbikatı; Kur’an ve Sünnet’den bir delile dayanmaz. Kötülüğü önlemek gerekçesiyle fukaha tarafından tanzim edilmiş kurallardır” diyen kimse, İslam’ın temel hedeflerinden habersizdir. Müctehid imamlar, keyiflerine göre kural tanzim etmekle suçlayan tipler, büyük bir hata içerisindedirler. [37]
Haremlik ve selâmlık tatbikatı; “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir fuhuştur ve kötü bir yoldur.”(İsrâ, 32) emr-i ilâhisinin doğrultusunda atılan Rabbani bir adımdır. Haremlik ve selâmlık prensibinin altyapısı örfü adet değil, âyet ve hadistir. Ahzâb suresinin 53. âyeti bu konuyla alakalıdır:
“Ey iman edenler! Bir yemek için size izin verilmiş olması hali müstesna, Peygamber’in evlerine girmeyin. (Yemeğe çağrılıp da girdiğiniz vakit de) yemek kabını gözetlemeyin. Davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın. (Yemekten sonra) sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz peygamberi üzüyor, fakat o (size bunu söylemekten) hayâ ediyordu. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman hicâb/perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Rasulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olmaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.”
M.Hamdi Yazır şöyle diyor: “Artık onlara bir hicab: Yani görülmelerine mani bir perde, bir siper arkasından sorun. Bundan böyle “harem” farz kılınmıştır ki, o zamana kadar Araplarda adet değildi.” [38]
Dikkat edilirse haremlik ve selâmlık uygulaması, İslam medeniyetini cahiliye medeniyetinden ayıran Rabbâni bir alâmettir.
Yukarıdaki âyetin tefsirinde Cessas şöyle diyor: “Bu hüküm (hicab / perde arkasından isteme) , her ne kadar özellikle Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve onun zevceleri hakkında inmişse de, manası onlara da başkalarına da şamildir. Çünkü biz Allah’ın sadece ona has kıldıkları dışında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e uymak ve onu örnek edinmekle memuruz.” [39]
Birgün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashabına: “Kadınların yanına girmekten sakının.” buyurdular; Ashabdan biri: Ya Rasûlullah! Hısım, akraba için ne buyurursunuz? Deyince: “Hısım-akraba, ölümdür” cevabını vermiştir. Yani mahrem olmayan hısım-akraba da aynıdır. Hatta onun ihaneti daha fecidir.”[40]
Yukarıda hısımdan maksat kocanın babaları, kayın birader ve geri kalan akrabalarıdır. Kadı İyaz da “Bir kadının kayınbiraderleriyle baş başa kalması dinde fitneye ve helâke sebep olur. İşte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bunu ölümle nitelendirmiş ve bu sözü söylerken de şiddet makamında söylemiştir.” der.[41]
Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemizden rivayet edilen hadis-i şerif, bu tatbikatın, bizzat Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e dayandığını göstermektedir. Hadis şudur:“Hicab (örtü) âyet-i kerimesi geldikten sonra, Ben ve Meymûne, Rasul-i Ekrem’in yanında otururken, âmâ İbn-i Mektum radıyallâhu anh yanımıza çıkageldi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize : “perde arkasına çekilin” dedi.
Biz “Ey Allah’ın Rasûlü! O âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır” dedik. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem: “Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?”[42] buyurdu. Dikkat edilirse; gözleri (harama bakmaktan) sakınmak noktasında, kadınla-erkek arasında pek fark yoktur. Bu hadis-i şerifin şerhinde İslâm âlimleri çeşitli açıklamalar yapmıştır.
Hadis şârihlerinden Azimabadi şöyle diyor:
“Gerek İmam-ı Şafii ve gerekse Ahmed b.Hanbel, Ümmü Seleme’nin hadisini delil getirerek erkeklerin kadınlara bakmalarının haram olduğu gibi, kadınların da erkeklere bakmalarının haram olduğuna kâil oldular.
İmam-ı Nevevi de bu iki imamın görüşünü esas görüş olarak kabul eder. Buradaki haram fitne korkusu olduğu zamandır. Kadınlar için fitne korkusu erkeklerinkinden daha şiddetlidir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendi hanımlarını Abdullah İbn-i Ümmü Mektum’un gelişi esnasında hicab’ın (perdenin) arkasına gönderdi. Nitekim kadınlarının mutlak olarak kendisini görmemeleri için değil, belki onların yanında Ümmü Mektum’un avret yerlerinden bir kısmı açılır da Abdullah İbn-i Ümmü Mektum farkında olmaz, fakat Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hanımları o anda açılan avret mahallini görmesinler diye hicabın /perdenin arkasına gönderildiler.
Nitekim kadınların çarşıya, mescide gitmelerine verilen izin de bunu teyit etmektedir. [43]
Seharanfuri de şöyle diyor: “Cumhuru ulemâya göre kadının ecnebi / yabancı olan bir adamın göbeğinden aşağı dizlerinden de yukarısının dışındaki yerlere fitne korkusu olmadığı zaman bakması caizdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de hem men vardır ve hem de ruhsat vardır. Men durumu, fitne korkusu olduğu zamana hamledilmiş, ruhsat durumu ise fitne korkusundan emin olunduğu âna hamledilmiştir.” [44]
Günümüzde bazı Müslüman hanımların, amca çocukları, teyze çocukları ya da komşu çocukları ile evlerinde alabildiğine pervasızca, karışık olarak, güle oynaya, senli benli oldukları gözlenmektedir. “O benim kardeşimdir, bundan kötülük sadır olmaz. İşi buraya kadar götürmek aşırılıktır” diyenler gerçekten İslam’ın kurallarını tahrip edenlerdir. Bunlar en azından dini kuralları çiğnemenin cezasını çekeceklerdir. Hiçbir mü’min: “Benim kalbim temizdir” deyip, İslami hudutları çiğneyemez. Çünkü bütün mü’minlerin kalbleri temizdir. Zira kalb temizliği imanla ilgili bir hadisedir.
Dünya üzerinde malum olduğu üzere kadında utanma duygusunun erkekte de kıskanma mefhumunun yok olması sebeplerinden biri de Haremlik-Selâmlık konusuna riayetsizliktir. Bu hususta en iffetli yol, kadının yanına erkeğin girmemesi, kadının da erkek cemaatine çıkmamasıdır. Başka bir ifade ile Haremlik-Selâmlık kuralına uymaktır. Müslümanlığımız da bunu gerektirir.
Bazıları diyor ki: “Kadın tesettürlü olduktan sonra erkeklerle bilhassa akrabalarla (birbirlerine nikâhları düşenlerle) bir arada oturmalarında sakınca yoktur, oturabilir, karşılıklı konuşabilirler (!).” Böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı ortadadır. Kadın-erkek bir arada bulunduktan sonra açıklıktan, kapalılıktan, söz etmenin manası nedir?
Kadın, evinde veya evinin dışında kocasını, arkadaşını karşılar onunla sohbet eder ve çayı, yemeği vesaire gibi ikramlarda bulunur ve tokalaşırsa o kadının açık veya kapalı olmasında bir farklılık sayılmaz. Zira Allah birini erkek, birini kadın yaratmış, birbirine karşı meyil ve arzulu yapmıştır. Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. [45]
“Sen benim ahret bacımsın, ben de senin dünya-ahiret kardeşin” şeklinde bir söz de haremlik ve selâmlık kuralını çiğnemeye mazeret sayılamaz. Zira İslam dininde nâmahrem (nikâhı düşenler) olanlar veya mahrem (nikâhı düşmeyenler) olanlar insanların bakış açılarına göre değiştirilemez. Biliyoruz ki İslam’da mahremiyet, nesep, sıhriyet ve süt emme yollarından birisiyle olur. (Nisâ, 23) Bu üç yoldan başka bir şekilde olması mümkün değildir. Ahretlik, bacılık, kardeşlik ve kirvelik şeklinde mahrem olma dinimizce asla söz konusu değildir. Çünkü Ahzâb sûresi 53. âyet-i celilesi nazil olduktan sonra yıllarca Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e hizmet etmiş olan ve hanımlarıyla sohbet eden Enes radıyallâhu anh’ın artık eskisi gibi yanlarına girmesinin menedilmesi[46] bizdeki şekliyle sûni kardeşliklerin ve onun doğurduğu serbestliğin ne denli anlamsız olduğunu ifade etmeye yetmez mi?
Zira Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hanımlarının, mü’minlerin anneleri olması, buna rağmen ilişkilerin öz anne ile olan münasebetlere benzememesi gösteriyor ki, sûn’i bir mahremiyet İslam’da asla söz konusu değildir.
Âyet-i Kerime’nin sonunda belirtilen ‘kalplerin temiz kalması’ şeklindeki illet özellikle bizleri uyarmalıdır. Çünkü bu ilâhi hitap husûsen ashâb-ı kirama ve Nebi’nin hanımlarına yöneltilmiştir. Onlar Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in terbiyesi altında yetişmişler ve O’nun, “Ashabıma sövmeyin, sizden herhangi biriniz Uhut dağı kadar altın tasadduk etseniz, değil onların, bir ölçeğine dahi ulaşamazsınız.”[47]övgüsüne nail olmuşlardır. Buna rağmen şu fesat çağında “bizler bacı-kardeş olduk” yahut “kalbimize bakın” demenin ne anlamı olabilir? Şüphesiz böyle bir iddiada bulunmak hiçbir mü’minin haddine düşmeyeceğine göre bu nev’i yapmacık ve göstermelik mahremiyetlere bir an önce son vermek ve geçmiş için de Allah Teâlâ’ya tevbe etmek, mağfiret taleb etmek en doğru yol olacaktır. Çünkü kimlerin kimlere mahrem sayıldığını ve adâbının ne olduğunu tayin edecek olan Allah ve Rasûlüdür. Allah’ın emirlerinin dışına çıkarak yeni yeni bid’atler uydurmak İslam’ın özüne aykırı yaşayışlar içerisine girmek, dalâletten başka bir şey olamaz. Aslında bütün mü’minler birbirlerinin kardeşleri ve dostlarıdır. Kardeşlik ve dostluk bağlarını kuvvetlendirecek hususlar elbetteki dinen de arzu edilir. Ancak yapılacak şeyler, İslam’ın hoş gördüğü meşru usullerle olmalı. Allah’ın koymuş olduğu sınırlar ve hükümler çiğnenmemelidir.”[48]
Yazımıza Üstad Mevdudi’nin şu veciz sözleriyle son veriyoruz:
İSLÂM ŞÖYLE DİYOR:
“-Ey kadınlar! En iyi barındığınız, oturacağınız yer, her şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok… Huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz. Ve evinizle ilgileniniz. Fakat zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözleri aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız. Yürürken ağır başlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız. Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız. Mücevherlerinizi, bilezik vesâirenizi gizleyiniz… Bunları şangırdatarak seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. “Benimde cicilerim var” kabilinde hareketler yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bu kanun ve prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda herhangi bir sakınca yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz.” [49]
Bu çalışmamızın bizleri, Rabbimizin rızasına eriştirmesini, izah etmeye çalıştığımız anlamda tesettürü uygulamamızı Rabbimiz Allah Teâlâ’dan niyaz ederiz.
DİPNOTLAR
[1] Bakınız: Ebu’l-A’lâ Mevdudi, Hicab, Hilal Yayınları; M.Ali Haşimi, Kur’an ve Sünnete Göre Müslüman Kadının Şahsiyeti, Ravza Yayınları; Hasan Çalışkan, Örtünme ve Çıplaklık, Tekin Yayınları; Asım Uysal, İzahlı Kadın İlmihali, Uysal Yayınları; Mü’mine Yüksel, Mücahideye Notlar, Ölçü Yayınları
[2] Şamil İslam Ansiklopedisi, “Tesettür” maddesi, c.6, s.194, Şamil Yayınları, İstanbul,1994
[7] M.Ali es-Sabuni, Ahkâm Tefsiri (terc: M.Taşkesenlioğlu), c.2 s.173 Şamil Yayınları, İst.-ty.
[8] İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.11, s.5859-5867
[9] M.Ali es-Sabuni, Ahkâm Tefsiri, c.2, s.179
[10] İbni Abidin, Reddü’l-Muhtar, c.1, s. 272
[11] Faruk Beşer, Hanımlara Özel ilmihal, s. 314, Nûn Yayınları
[12] M.Ali es-Sabuni, a.g.e, c.2, s.183
[13] Seyyid Kutup, Fizilali’l-Kur’an, c.8, s.266, Hikmet Yayınları, İst.1993
[16] M.Ali es-Sâbûni, a.g.e., c.2, s.325
[17] M.Ali es-Sâbûni, A.g.e., c.2, s.325
[18] Ebu’l-A’lâ Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.4, s.460
[19] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Tercümesi, c.8, s.232-233
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c.14, s.97-99
[21] Ramazan Altıntaş, Bütün Yönleriyle Cahiliyye, s.45, Ribat Yay., Konya 1990
[22] Müslim, Kitabu’l-Libas, 125, Ebu Hureyre’den
[23] http://islamihayatdergisi.com/konular/detay/cennetin-kokusunu-bile-alamayacaklar-
[24] Asım Uysal, İzahlı Kadın İlmihali Ansiklopedisi
[25] Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar, c.2, s.130
[26] Ramazan Altıntaş, a.g.e, s.46
[27] Tesettür ve Moda kavramları yanyana gelmeyecek iki kavram ama ülkemizde bu kavramın çokça kullanıldığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Modacı Barbaros Şansal-ki inancını ve ahlakını asla doğrulamayacağımız birisidir- bile bakın neler demekte bu konuda: “Türkiye’de de tesettür modası kitabına uydurulmuştur. Ve bugün Türkiye’de tesettür modası altında üretim yapan bütün firmaların iplikleri Musevi firmalardan gelmiştir. Bizde ki tesettür modasına dair birçok şey Evangelistlerin ve siyasi Siyonizme inananların empoze ettiği örtünme ve giyinme şeklidir… İslam’da kadının başı yükselmez ensede kalır. Dünyadaki hiçbir İslam ülkesinde alt örtünün seviyesinin içinde bir şey göremezsin. Başı açık kadın saçını kabartıp krepe yapıyorsa, başörtüsü takanın başını yükselterek örtünmesi aynı şey. Dişilik, cinsellik, ergenlik hepsinin içgüdüsel olarak dışa vurumu aslında… Pardösü de asla ve asla İslam’a uygun değil. Düğmelerin dizimi, belindeki kemeri ve darlığı ile o da uygun değil. Bele kalın kemerlerde takılmaz. Bel çevresini sarmayacak şekilde giyinilmeli. Artık monochrome’a doğru yönelmeli. Özellikle tasvir desenden kaçınılmalı. Başında kelebek desenli bir eşarp rengarenk iken çok davetkardır.” http://blog.kubratekin.com/2013/03/barbaros-sansal-ile-soylesi.html
[28] Ebu Davud, Kitabu’l-Libas
[29] Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, s.150
[30] Münavi, Feyzü’l-Kadir, c.1, s.109-110
[31] Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, s.150
[32] Hasan Çalışkan, Örtünme ve Çıplaklık, s.123
[33] İbn-i Manzur, Lisanu’l-Arab, c.12, s.120-123, Beyrut-1955
[34] Mustafa Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.170, İst.-1995, Ölçü Yay.
[35] Mustafa Çelik, a.g.e., s.170
[36] Aliyyü’l-Kari, El-Esraru’l-Merfua, s.97, Beyrut-1986
[37] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler, c.2, s.43, İst-1989, ölçü Yay.
[38] M.Hamdi Yazır, a.g.e., s.130
[39] Mustafa Çelik, a.g.e., s.174
[41] Ahmed Davutoğlu, Sahih-i Müslim Terc. Şerhi
[42] Mustafa Çelik a.g.e., s.179
[43] Mustafa Çelik, a.g.e., s.179
[44] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca Söylenen Sözler, c.2, s.202, Sabır Yay., İst.
[45] El-Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an, c.3, s.369, Beyrut
[47] Sahîh-i Buharî, Fezail-i Ashabı Nebi, IV, 195
[48] Zeki Duman, Adab-ı Muaşerat isimli kitabından alıntı
[49] Mevdudi, Hicab, s.452